29 Temmuz 2010 Perşembe

YENİ İHRAÇ KALEMİ:T.S.K


CHP başkanı Kemal Kılıçtaroğlu “Darbelerle hesaplaşmak için darbelere dayanak gösterilen 35’inci maddeyi kaldırın” dedi
Yani Sayın Kemal Bey “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumaktır” maddesini kaldırın dedi.
Bu madde TSK’ya iki görev veriyor:
1-      TSK; Türk yurdunu koruyacak ve kollayacak.
2-      TSK, Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni koruyacak ve kollayacak.

Peki, CHP bu maddenin neresinden rahatsız?
TSK; Türk yurdunu koruması ve kollamasından mı?
Soruyu tersten soralım: Yani TSK Türk yurdunu korumasın mı?
CHP’nin buna karşı olması tüm dünyanın ağzını burnunu bırakıp başka taraflarınla gülmesine neden olur.
“TSK silahlı hareketler yapan spor kulübü mü?” derler adama.
O zaman Sayın Kemal Bey “TSK’nin görevi, Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamaktır.” kısmından rahatsız. Ve bunu darbelerin dayanağı olarak görüyor. Akp’nin TSK ya karşı “Ergenekon düzmecesi” ABD patentli operasyonlarının sürdüğü bu dönemde CHP’nin bu hamlesinin iyi analiz edilmesi gerekir.

“Kılıçdaroğlu Dörtyol ve İnegöl’deki çatışmayı fakirliğe bağlamış. Teşhis buysa millet yandı.” Diyor “Öncü İşgal Kuvvetleri” başlıklı son yazısının notunda sayın Zahide Uçar.

Ülkedeki tüm sorunları hesap kitap yolsuzluğa bağlayan Kemal beyin bu hamlesine Akp “ALLAH BE” der ve dedi de.
Bense Akp’den kurtulalım derken nereye gittiğimizin işareti diyorum. Bu çıkışın böyle basit bir çıkış olduğuna inanmıyorum. Şaibeli bir kasetle Prensilvanya’dan gelen samimi mesajların doğruluğuna inanarak istifa eden Deniz Baykal’ın yerine başlardan “aday olmayacağım” diyerek başlayan, sonra CHP’nin en coşkulu kurultayını yaparak başına geçen sayın Kemal Bey, o ilk konuşmasında Recep Beyin en büyük özelliği BOP-GOP Eşbaşkanılığı özelliğine neden değinmedi?
“Yüce divanda yargılayacağım” dediği kişiyle ne görüşebilir bir insan?
Belden aşağı yumrukların serbest olduğu,hatta tüm vuruşların belden aşağı olduğu siyasi rakip CHP’nin turnusol kağıdı,Yahudi kontakçısı Mustafa Sarıgül’ün Kemal Bey’e destek vermesi ve gidip kırık kalpler sokağının Deniz Baykal’ı ile görüşmesi olağan mıdır?,
Türkiye’de siyaset sokaklarda başka telden kapılar ardında başka telden çalıyor. Ama en önemlisi de okyanus ötesinden gelen seslere sokaklarda halka coşku veren hiçbir lider kayıtsız kalmıyor.
“Türkiye’nin en iyi ihraç malı askeridir” demişti adı bile yalan olan Macar Yahudisi, Siyonist George Soros ve tüm siyaset asker üzerinde oynanıyor.
ABD’li kaynaklar açık açık “ABD çok yakında iki ülkeye saldıracaktır” açıklaması yapıyor. İran ve Lübnan’ın adı geçiyor. İran’ı anladık da; halkının yarısı Hıristiyanlaştırılış Lübnan hiç mantıklı gelmiyor.
Bu süreçte 102 asker tutuklanırken TSK’ ne “Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak” şeklinde verilen görev CHP eliyle kaldırılıyor.
Turgut Özal’ın “İhracatın İçinden” programı hayali kaçakçılıklara yeni bir kalem ekleyerek devam ediyor. Artık ihraç malımız TSK.
Ve artık sadece Özal’ın memuru işini bilmiyor, her türden siyasetçisi de işini biliyor.


"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."
EMPERYALİST PLANIN ANALİZİNE DAİR 


Akşam Yazarı Serdar Akinan olayların yaşandığı İnegöl'e gitti, izlenimlerini yazdı.
KİRLİ TEZGAH

'Tahta sandıklarıyla ayakkabı boyamaya gelen Kürt çocuklar vardı... Bugün bir tekini bile göremedik. Tıpkı diğerleri gibi...'

İnegöl fotoğrafında bu detay şimdilik yok. Tahta sandıklarıyla ayakkabı boyayan Kürt çocuklar İnegöl sokaklarından çekildi. Peki bir gecede ne oldu da köftesi, mobilyası, çekirdeğiyle meşhur bu ilçe, bir anda Türkiye gündeminin bir numaralı meselesi oluverdi.

İNEGÖL NERE?

Kafkasya'dan aldığı göçlerle Çerkezlerin, Abhazların... Yıllar yıllar önce ise Arnavutların yerleşik 'Manavlar'a komşu olduğu bu Anadolu kasabası 1980'li yıllardan sonra Kürtler'i konuk etmeye başlıyor.

Huzur içinde yaşayan, üreten, paylaşan İnegöl, terörün artmasıyla içindeki Kürtlere bir başka gözle bakmaya başlıyor. Bu ayrışma şehit cenazelerinin gelmesiyle iyice belirginleşiyor.
Olaylar sırasında karakolun yanında olan bir İnegöllü, bu hassasiyeti paylaşırken heyecanla anlatıyor,

'En son Melih Tuncel'in naaşı geldi. Tunceli'de şehit düştü Melih... Bu olaylarda gözaltına alınanların çoğu Melih'in arkadaşlarıdır...'

Elbette şehit cenazeleri, siyasilerin yaptıkları konuşmalar, 'Habur açılımı' İnegöllülerin 'Kürt' algısını olumsuz anlamda dönüştürüyor.

Ancak bu olayların çıkmasının bir nedeni de rant kavgası...

MİLYONLUK RANT PAYLAŞIMI

İnegöl'ün toplu taşıma işini 5 ayrı şirket paylaşıyor. Toplam 6 hat üzerinde 82 otobüs, İnegöl halkını taşıyor. Bir aracın, hattıyla satış fiyatı en az 200-250 bin lira civarında... Yani çok yüksek miktarda para dönüyor. Bu hatlardaki araçların bir kısmı ise Kürtlerin kontrolünde...

Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları Huzur Mahallesi'nin eski muhtarı Bayram Soyuşen geniş bir ailenin sözcüsü ve çıkan olaylarda adından en çok bahsedilen insan.

Onu evinde bulduk. O, bu kavganın bir rant kavgası olmadığını savunuyor. Olay anında arabada bulunan yeğeni Şenol Soyuşen ise araçlarının önünün kesildiğini ve kavganın böyle çıktığını anlatıyor...

Hastanede görüştüğüm yaralılardan Selahattin O. ise , 'Kesinlikle yalan söylüyorlar...Çinili Camii yanında oturuyorduk. Önden bir otobüs geldi. 20-30 kişi ellerinde sopa ve bıçaklarla indi. Arkalarında en az bir araç daha vardı. Dayak yiyenler arkadaşım olduğundan müdahale ettim. Biri beni bıçakladı. Yakındaki polis otosu hemen müdahale etti. Ancak polis üç kişiyi yakaladı. O otobüs ise içindeki 30 kişiyle kaçmaya başladı. Polisin müdahale etmediğini gören gençler ise bu aracı takip etti. O otobüs içindekilerle karakolun yanındaki sokağa sığındılar.'

Olaylar tam da bu karakolda başlıyor. Emel Sayın konserinden çıkan kalabalık haberi şöyle duyuyor: 'Kürtler Orhaniye'de kahve bastı. İki ölü var...'

Bunun üzerine kitle karakola gidiyor ve yetkililer tarafından sakinleştiriliyor. Bu esnada gözaltındaki üç kişi sanılanın aksine karakolda değil asayiş şubesinde ve doktor kontrolüne götürülüyorlar.

Ancak Bursa'dan gelen takviye çevik kuvvet bekleyişte olan kitleye uyarısız biber gazıyla müdahale edince asıl olaylar çıkıyor.

Görgü şahidi Mehmet Nuri Tayyar, 'Failler serbest bırakıldı. Kürtler Bursa yolunu kesti ve iki ölü var haberleri insanları zaten galeyana getirmişti... Ama çevik kuvvet beklemekte olan insanlara biber gazı sıkınca dananın kuyruğu koptu. Asıl mühimi, İş Bankası, 1001 Çeşit, Elmas Elektirik ve Vakıfbank'ın güvenlik kameraları birileri tarafından tahrip edildi. Kim bu insanlar? Şaypa, Bitlisli bir arkadaşımızın aracı ve işyeri kundaklanıyor. Bir bakıyoruz alev almamış üç molotof kokteyli var. Nereden geldi bu molotof kokteylleri?'

YANIT BEKLEYEN SORULAR

- Soyuşenler'e ait minibüsün önü Çinili Cami önünde kesildi mi? Şayet kesildiyse kim bu insanlar ve Bayram Soyuşen'le bir alacak verecek meselesi var mı?
- Minibüs hattında ortaklığı olan ve şu anda kayıp olan şahıs kim?
tOlayın çıktığı meydana bakan banka ve işyerlerine ait güvenlik kameraları olaylardan önce kim tahrip etti?
- İnegöllülerin gazetede gördüğü ve teşhis edemediği onlarca insan kim? Bu insanlar İnegöl'e nereden geldi?
- Kahve basılmadı. Her iki taraf kahvenin basılmadığını açıkça söylüyor. Bu haber ve iki kişi öldürüldüğü dedikodusu nasıl çıktı?
- Takviye gelen çevik kuvvet, karakol önünde bekleyen ve sakinleşen kalabalığa neden biber gazı sıktı?
- Kürt minibüsçü tutuklandı. İddiaya göre olay anında bir otobüs dolusu daha zanlı vardı. Polisin 'plakasını aldık' dediği bu otobüs ve içindeki zanlılar kim ve nerede?
- Kürtlere ait Şaypa alışveriş merkezinin önünde bulunan molotof kokteylleri nereden geldi? Neden bu detay örtülü kaldı?
- Cep telefonu sinyalleri ve sms trafiği operatörlerde kayıt altında tutuluyor. Bu olaylara katılan her iki taraftan şüphelilerin ifadeleriyle bu bilgiler örtüşüyor mu?
- Olayın belli başlı birkaç aktörü var. O gece hangi devlet yetkilileriyle telefonda görüştüler? Bu kayıtlar nerede?

AÇIK PROVOKASYON

AKP'li Belediye Başkanı Alinur Aktaş olayların rant kavgasına bağlanmasını kesin bir dille reddediyor ve ekliyor, 'Bu açık bir provokasyondur... Bakın ben doğma büyüme İnegöllüyüm. O gece karakolun etrafında tekbir getirerek bağıran insanlardan bazılarını hayatımda görmedim.'


Yazmıştım, küresel güçler, kolay kolay pes etmeyen milletleri ‘yola getirmek’ için
bölgesel savaşların ateşini yakarlar..
Güneydoğu ateş altındayken, Hatay ve İnegöl kaynamaya başladı. Şırnak’da Devlet
adamları sokakta yürüyemiyor! Bu ateşin yayılması uzun zamandır planlanmaktaydı…
Yazmıştım, küresel güçler, kolay kolay pes etmeyen milletleri ‘yola getirmek’ için
bölgesel savaşların ateşini yakarlar.. CIA istasyon şefi Paul Henze açıkca
söylemişti:
“…. temel bir düzenlemenin (federasyonlaştırmanın) yapılabilmesi için 20. yüzyılın
sonunda Türkiye’nin içine sürüklendiği bunalımın daha (da) kötüleşmesi
gerekecektir.’(Mustafa Yıldırım, Sivil Örümceğin Ağında)

İşte bunalım giderek arşa tırmanıyor. Bakın işsizlikten, açlıktan yokluk ve
yoksulluktan, satılan fabrikalardan bahseden kaldı mı? Gündem giderek sertleşiyor.
Bu ‘iç savaş’ gündemidir. Açın Yugoslavya örneğini okuyun. Aynen böyle başlamıştır.


Perkins şablonu yazmıştı…

John Perkins’i okudunuz mu? Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları adlı kitabın yazarı.
Küresel sermayenin/çetenin Yugoslavya’da ve dünyanın birçok ülkesinde nasıl bir
senaryoyla hareket ettiğini ana başlıklarıyla anlatır. İnternetteki bir
söyleşisinde dünyayı ele geçirmeyi hedefleyen küresel sermayenin şablonunu şöyle
özetlemişti.
İşte, Türkiye’nin 1947 sonrası tarihi.

‘Biz ekonomik tetikçiler,önce doğal kaynakları zengin , stratejik konumları önemli
ülkeleri tespit ederiz. O ülkeye Dünya Bankası ya da kardeş kurumlardan bir kredi
ayarlarız. Ayarlanan kredi asla o ülkenin hazinesine gitmez. O ülkede ‘proje’ yapan
bizim şirketlerimizin kasasına girer.
Enerji santralleri, sanayi alanları, limanlar yapılır.. Bizim şirketlerimiz kazanır
.. O ülkedeki birileri de nemalandırılır. . Toplum bu düzenekten hiçbir şey
kazanmaz. Ama ülke büyük bir borcun altına sokulmuş olur. Bu o kadar büyük bir
borçtur ki ödenmesi imkansızdır. Plan böyle işler..
Sonunda ekonomik danışmanlar/tetikçiler olarak gider onlara deriz ki: ‘Bize büyük
borcunuz var. Ödeyemiyorsunuz. O zaman petrolünüzü satın, doğal gazı bize verin,
askeri üslerimize yer gösterin! Askerlerinizi birliklerimize destek olmaları için
savaştığımız bölgelere gönderin, Birleşmiş Milletler’de bizim için oy verin!.
Elektrik, su, kanalizasyon sistemlerinizi özelleştirin! Onları Amerikan
şirketlerine ya da diğer çok uluslu şirketlere satın!
Sosyal hizmetleri, teknik sistemleri, eğitim kurumlarını, sağlık kurumlarını hatta
adli sistemleri ele geçiririz Bu, ikili üçlü dörtlü bir darbeler serisidir.’

İşgal Ordularına çağrı başladı!


Bir ülkenin ekonomisi tamamen ele geçirildikten sonra, tüm temel organları yavaşça
ele geçirilir. Devleti devlet yapan kurumlar paramparça edilir. Siyasetine,
ordusuna, polisine, yargısına, eğitim sağlık sistemlerine sızılır. Ülke felç
edilir.

Eşzamanlı olarak etnik ve dini gruplar kışkırtılır. Açlığın işsizliğin kol
gezdiği ülkeler, yabancı ajanlar için münbit topraklardır.

Ülkenin siyasileri Beyaz Saraya , genel kurmayı NATO’ya, ekonomisi Dünya
bankasına, üniversiteleri Erasmus’a bağlanır. Medyası bağlı olunan kurumlar için
çalışır!

Feodal ağalardan uyuşturucu baronları yaratılır. Milli dokular bozulur, millet içine
‘halkların özgürlüğü’ tohumlanır, ‘kendi kaderini tayin hakkı’ isteyen halklar, ne
hikmetse hep petrol bölgelerinde ortalığı kasıp kavurur. Para ganidir. Destek de
öyle..

Belediyeler sanki artık o ülkenin değil, Avrupa’nın Amerika’nın belediyeleridir.
Küresel hükümete bağlı çalışırlar.
Arkalarında dağ gibi emperyalizm vardır.

İsrail ve ABD istihbaratı yardımcılarıdır. Terör örgütü ordularıdır. Televizyonlar
taraftarlarıdır…

Ortalık kan gölüne dönünce, Beyaz Saray’ kalın iplerle bağlı siyasiler, ‘NATO
gelsin!, BM Barış Gücü nerde?’ diye bağıracaklardır..

Sözüm ona muhalefet, ‘TSK, Türkiye Cumhuriyetini koruyup kollama görevinden istifa
etsin!’ diye ortaya çıkacaktır.

Saygın Atatürkçü sivil toplum örgütleri, emperyalizmin Anayasası oylanırken ‘Biz
tarafsızız! Ses çıkaramayız!’ buyuracaktır.

Bir PLATFORM farzdır!


Ülkede ayık, sesi çıkan, önde gelen kanaat önderleri, , komutanlar, gazeteciler
içeri tıkılmıştır, susturulmuşlardır. Ordu alenen tasfiye edilmektedir. Hukuk guguk
olmuştur!

Sadece kendi için değil, tüm mazlum milletler için yepyeni bir tarih yazmış olan bir
millet, ordusunun bir sırtlan sürüsünün saldırısına uğradığını acıyla görüyor. En
üst düzey NATO paşalarının Beyaz Saray siyasileri ile elele verişlerini izliyor.

Henze’nin dediği gibi, ‘bunalım koyulaştıkça’, sokak çatışmaları artacak, güvenlik
güçleri kan kaybedecek, yapayalnız, çaresiz, işsiz aşsız bırakılmış halk galeyana
gelecektir.

Tarih, içinden geçtiğimiz bugünleri Türkiye’ye yapılan emperyalist bir SİVİL DARBE
olarak kaydedecektir.

Hatay’da Şırnak’da ,İnegöl’de CIA ve Mossad, plan gereği, denemeler yapıyorlar.
Türkiye’nin Batı, Doğu ve Güneyinde yapılan bu iç savaş testi, ülke genelinde
uygulamaya sokulmak istenecek, sonraki ilk durak Karadeniz kentleri olacaktır


Kimin Türkiye tarafında, kimin başka ülkeler tarafında olduğunun ayan beyan ortaya
çıktığı, bir süreçten geçiyoruz. Milli güçler ve milli irade er ya da geç elele
verecektir!
Detaylar kaybolacak, ‘can havli’ devreye girecektir.

Başka ülkelerin işgali altında yaşamak istemeyen HERKES, başta samimi dindar,
solcu, Türkçü kanaat önderleri acilen bir araya gelmeli, konferanslar, kongreler,
düzenlemelidir. Bunlar, parti tabelaları altında değil, her kentte bağımsız
platformlarda yapılmalıdır. Ve bu faaliyet, referandum için olduğu kadar, onun çok
daha ötesinde, çok daha geniş bir gelecek düşüncesiyle planlanmalıdır.


Banu Avar
banuavar@superonline.com 

ABD’nin Irak’ı işgal etmesini kim kolaylaştırdı? Talabani ve Barzani. Peki, Türkiye’nin ABD ve küresel işverenler tarafından işgal edilmesine kim el verdi? AKP!!. 
Bazı körler, NATO eğitiminden geçmiş bazı Paşalar ve muhalefet maalesef bu gerçeği çok geç anladı. Anladığında ise atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmişti.

2007 yılında Yeniçağ TV’de Kemal Kerinçsiz’in yaptığı bir programa telefon ile bağlandığımda; “AKP bir parti değildir” demiştim. Bugün geldiğimiz noktada AKP’nin bir parti değil, öncü işgal gücü gibi faaliyetler yürüten bir yapı olduğu “bütün karartmaya rağmen” ortaya çıkmıştır.

Erdoğan Türkiye’nin Barzani’sidir. Barzani de, Erdoğan da BOP projesinde ABD tarafından görevlendirilmiştir. Talabani-Barzani ikilisi Irak’ı bölme görevini yürüterek Irak’ın kaynaklarını ABD ve İngiliz şirketlerine peşkeş çekmiştir. Peşkeş çekerken de Barzani inanılmaz boyutlarda zenginleşmiştir. Tıpkı Türkiye’nin kaynaklarını özelleştirme adı altında uluslararası sermayeye yağmalatanların zenginleştiği gibi... Irak’ı yağmalamak için savaşmak zorunda kalan küresel çete, Türkiye’yi AKP sayesinde savaşmadan yağmalamış, üstelik savaşmadan Türk Ordusu’nu tutuklayabilmiştir. Irak’ta ilk iş olarak halkın gözü-kulağı olan aydınları katleden ABD, Türk Halkını aydınlatan aydınları BOP Eş Başkanı’na liste vererek esir etmiştir. Yani, Irak’ta yüzlerce asker, binlerce top-tüfek-bomba ile yaptığını, Türkiye’de sadece BOP Eş Başkanı vasıtası ile başarmıştır. AB-D 1OO yıllık hedefine savaşmadan AKP ile ulaşmayı hedefliyor. Bu hedeflerden biri de Türk topraklarında bir Yahudi Kürdistan’ı kurmak… “İkiz Yasalar” denilen İHANET YASALARI bu hedefe ulaşmak için AKP’ye çıkarttırıldı.

Bosna örneği görüldükten sonra bazı aymazlar ve muhalefet belki uyanmıştır. Bu ikiz ihanet yasaları ne yazık ki Atatürkçü geçinen Ahmet Necdet Sezer tarafından onaylanmıştır(!).. Kutlu Doğum haftası etkinliğinde bir kız çocuğunun görev almasını eleştirerek halkın hassasiyetlerini AKP’ye destek yönünde tepkiye çeviren Audili Paşa, bu ikiz ihanet yasaları hakkında bir kelime dahi etmemiştir!!.

2007 yılında bu tehlikeye dikkat çekmek için “İç Savaş Tehlikesi” başlığı ile bir yazı yazmıştım. 
http://www.internetajans.com/default.asp?t=wa&wid=18&aid=1456

 AB-D önce yaygın basını Recep Efendi eli ile teslim aldı. İnternet sayfalarında yazılanlar sadece belli kesime ulaşıyor. Ne yazık ki basın “BAS”ma görevini yerine getirip Türk Halkı’nın zihinlerini işgal etmiştir. Yandaş basın aslında işgal kuvvetleri basınıdır.

Ahlaksızca soru çalarak başkalarının hakkını yiyip polis olan güruh ise, milli olup devletin bağımsızlığı ve bütünlüğünü savunan asker ve aydına, hatta kendi arkadaşlarına pusu kurmakta, yani AB-D adına görev yapmaktadır. Bir polis yaşadığı ülke bayrağını niye indirir? Niye Türk Bayrağını “TAHRİK UNSURU” diyerek indirtir? Türk Bayrağı olan araca niye ceza yazar? İşgal kuvvetleri adına görev yapıyorsa, bağımsızlığın temsili olan bayrak tabii ki onu rahatsız eder. Durum bu kadar açıkken, niye lafı eveleyip geveliyorsunuz?

Haaa, bir de sivil kuruluşlar adı altında çalışan “sivil ihanet kuruluşları” var? Yani işgal kuvvetlerinin sivil ajan kuruluşları… Küresel sermayenin bayisi olan sözde işadamlarının kuruluşlarını da unutmayalım. Hani bir hatun “en çok vergiyi biz veriyoruz, söz söyleme hakkımız var” diyordu ya? İşsizlik fonunda biriken garibanın hakkı olan parayı bile kendileri için istediklerini unuttuğumuzu sandılar herhalde? Hiçbirinin çocuğunun kritik bir yerde askerlik yaptığını duyamadığımız işverenler… Ticaretten çok para satmaktan para kazanan Galata Tefecileri… Türkiye’nin yıllardır iliğini-kemiğini sömüren, sömürürken de küresel sermayenin izin vermediği hiçbir işe el atmayan, attırmayan tefeciler… Onların söz söylemeye hakkı varmış(!).. Bak sen hele… Bak sen galata tefecilerine… Küresel efendilerinin tombalacılarına bak sen!!.

İstanbul’u ikinci Vatikan yapmak isteyenlere el veren AKP… Rum Pontus’u kurmak isteyenleri desteklercesine Sümela’yı ibadete açan AKP… Herhalde Şehit edilen Sadık Ahmet’in kemikleri sızlıyordur. Ufukötesi Gazetesi’nin son yemeğinde şöyle diyordu şehit Sadık Ahmet’in eşi Işık Ahmet:” Sanmayın ki biz oralarda sizi unuttuk.” Evet Sayın Ahmet, ne yazık ki biz kendimizi unuttuk. Kendini unutmayan bir halk bir işgale nasıl bu kadar kör olabilir?

Bir işgal polisi Çetin Paşa’nın koruması askerlere demir çubukla saldırmış. Bir milletin ordusuna kim düşman olur? Düşman askerleri ve işgalci kuvvetler tabii ki. Hala olanları anlamıyorsanız yazıklar olsun! Orduyu tutuklu hale getiren kim? ABD’nin MEMURU, Eş Başkanı, Ergenekon’un Savcısı Zat. Yasemin Çongar Başbakan’dan ve İstihbarattan destek alıyoruz demedi mi? Bu tezgahı, CİA yargısını Başbuğ “hukuka saygılıyız” diyerek dolaylı da olsa meşrulaştırmadı mı?

Gene 2007 yılında Büyükanıt’ın bir şehit cenazesinde ağlaması üzerine “Ülkeyi Yönetenler(!!) Neyin Sorumlusudur??” başlıklı bir yazı yazmıştım.


 AKP İstanbul’un tanıtımını bile Türksüz Bizans üzerinden tanıtmaya kalkmıştı. Devleti Dersim’de katil, Türk Halkı’nı azınlıkları gönderen faşistler olarak dünyaya şikayet etmişti. Her başları sıkıştığında ABD’nin beslemeleri gibi soluğu ABD konsolosluğunda alıp milleti ve orduyu onlara şikayet etmişlerdi.

Yerel seçimlerde Ordu’nun bazı mensuplarının BTP yerine AKP’nin kazanması için çalıştığını duyunca gülmüş ve; “AKP BTP’den farklı değildir. Üstelik daha yıkıcı olabilirler, çünkü ellerinde iktidar gücü var.” demiştim. Bu saflık, bunları siyasi bir parti sanma yanılgısı Ordu’yu tutuklu hale getirmekle sonuçlandı. 102 subayına tutuklanma emri çıkarılan Genelkurmay Başkanı da yerinde oturuyor, Erdoğan’dan medet umuyor. Kurttan medet uman kuzu gibi…

Sayın Başbuğ, Türkiye savaşa girse kaç paşa, subay, general esir alınırdı? Şimdikinden daha mı fazla?
Yazık, yazık ki ne yazık!!.

Silivri esir kampında ki davada Ergün Poyraz’ın avukatı Hüseyin Bozan(kendisi de aynı davanın tutuksuz sanığı) ikiye bir mahkemesinin hakimlerinden;
“Mahkemenizden Ergenekon Davası için Başbakanlık örtülü ödeneğinden Başbakan para ayırmış mıdır? Ayırdı ise miktarı nedir? Kayıtlara geçsin istiyoruz.” Diye talepte bulundu.

Herhalde Başbuğ bu konulara da kafa yormuyordur. 

2007 genel seçimi öncesi Barzani ne demişti. Erdoğan’ı seveni biz de severiz, sevmeyeni biz de sevmeyiz. Elinde Mehmet’imin kanı olan Barzani niye bu kadar Erdoğan’ı seviyor acaba? Aynı projede, BOP’de birlikte çalıştıkları, çalışırken de “Baron”laştıkları için mi?

Irak’ı ABD’ye peşkeş çeken Barzani, bütün zenginliklerimizi küresel sermayeye talan ettiren, ettirirken de zenginleşen Erdoğan… Ve o Erdoğan’dan medet uman Başbuğ… Hala anlamadınız mı? Anlamadı iseniz anlatayım:

AKP, işgalci basın, seçilmiş polis, seçilmiş sermayesi ile öncü işgal gücüdür! Ve Lozan’ın intikamı 7 düvel tarafından AKP ELİ ile alınmaktadır!!. Nokta!!!.. 

Not:
Kılıçdaroğlu Dörtyol ve İnegöl’deki çatışmayı fakirliğe bağlamış. Teşhis buysa millet yandı. Sayın Kılıçdaroğlu, millet 8 yıldır iteleniyor, horlanıyor. Evlatlarını şehit edenler el üstünde tutuluyor. 57. Alay’ın yok olurken yere düşmesin diye ağaca takdığı bayrağımız çiğneniyor, ayaklar altına alınıyor. Türk adı Anadolu topraklarından silinmek isteniyor. Size bu çatışmayı fizik kuralına göre anlatayım:
Bir kap sürekli dolar, çıkışı olmazsa en sonunda o kap patlar. Ya da etki ne kadar şiddetli ise, tepki de o şiddette olur. Elektrik yüklemesinde ise topraklama yoksa çarpılırsın.

Halk artık doldu, yüklenme çok şiddetli ve çıktı alamıyor. Hükümet edenler bilinçli bir şekilde bu basıncı artırıyor. Bu basınç sonucunda toplumsal patlama kaçınılmazdır. Duygusal, romantik yaklaşımları bırakın da, konulara bilimsel-teknik akılla bakın veya bakan adam gibi danışmanlar bulun. 

Hay-huyla geçirecek zamanımız yok! Bilmem anlatabiliyor muyum? 

Z_eucar@yahoo.com.tr 




"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

27 Temmuz 2010 Salı

ACI KAYIP

Üç hafta evvel İzmir Konak Meydanı bir kafeteryanın dış kısmında iki masayı birleştirip oturuyoruz. Sağ yanımda yeni tanıştığım ama Atatürkçü kişiliğiyle 500 metre yürüyüp diğer arkadaşları ararken kaynaştığımız Tire müzesinde çalışan Cevdet abi var.Sigara içmeyen,boş kül tabağının kokusundan rahatsız olan hayat dolu bir insan.Masadan erken kalkmak zorunda kaldı.Tire’ye giden tirene yetişmek için.Masada uğurladık.Gitti.
Biz diğer arkadaşlarla yaklaşık bir saat daha oturduk. Konular Türkiye’nin durumu ve yapılması gerekenlerdi. Masadan kalkıp hesabı istedik ama hesap ödenmişti. Cevdet abi bize görünmeden misafir olduğu masanın hesabını ödemiş ve gitmişti.Daha sonra internetten birkaç kez daha görüştük.
Masada ki uzun sohbetten Cevdet abinin söylediği aklımda kalan aktarıyorum.

“Sene 1916 Atatürk’ün doğu sınırında çadırında sabaha kadar mum ışığı sönmez. Sabahın ilk ışıklarıyla ufukta bir atlı belirir. Atlı silahlıdır. Askerler durdurur, silahını alırlar ve Ata’ya haber veriler. Ata çadırından elinde kahvesiyle çıkar.
Ata “ kimsin ve nereden geliyorsun” diye sorar.
Atlı “Kazak Türk’üyüm. Ruslar bizi Türklere karşı savaştırıyor. Rus ordusundan kaçtım” der.
Ve Ata’nın ağzından tarihe geçen şu cümle dökülür:
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE”
İşte bu insanı bu sabah kaybettik.
Mekânın cennet olsun.
Nur içinde uyu Cevdet Abi.



MÜZEDE DEHŞET 
İşten çıkartılan müze görevlisi müdürünü yaraladı, yardımcısını öldürdü

Anıl ERTAN/ TİRE, (İzmir)(DHA)

İZMİR'İN Tire İlçesi'nde, işten çıkartılan Arkeoloji Müzesi görevlisi Y.Ç. (37) dehşet saçtı. İşten çıkartılmasından sorumlu tuttuğu müze müdürünü otomatik av tüfeğiyle yaralayıp, yardımcını da öldüren Y.Ç., gözaltına alındı.
Tire Arkeoloji Müzesi'nde işçi olarak çalışan Y.Ç. (37), bir süre önce işten çıkartıldı. İşine son verilmesini kabullenemeyen Y.Ç., bugün saat 08.30 sıralarında müzeye geldi. Y.Ç., bahçede Müze Müdürü Enis Üçbaylar (48) ve yardımcısı arkeolog
Cevdet Üstündağ (45) ile karşılaştı. Aralarında tartışma çıktı.

Tartışmanın uzaması üzerine Y.Ç., yanında getirdiği otomatik av tüfeğiyle Üstündağ ve Üçbaylar'a üç el ateş etti.
Başına isabet eden saçmalarla kanlar içinde yere yığılan Üstündağ olay yerinde öldü, Üçbaylar ise karnından yaralandı. Üçbaylar, ambulans kaldırıldığı Tire Ertuğrul Aker Devlet Hastanesi'nde tedaviye alındı.
Polis olayın ardından Y.Ç.'yi gözaltına aldı. Polis, olayla ilgili soruşturmanın sürdüğünü bildirdi.



21 Temmuz 2010 Çarşamba

KIRLANGIÇLARIN UYUMADIĞI ŞEHİR



Kırlangıçların bu derece harika bir moledi ile öttüğünü kaç kişi bilir. Her sabah gözlerimi açıp başımı yastıktan kaldırmadan; gözlerimle aynı yerde, açık pencerenin önünden geçen elektrik kablosunda, dünkü yerinden bir santim sapmadan, uzun, rahatsız etmeyen zengin bir melodi ile öten güzel canlı. Yaz gecelerinin geç yatışlarına rağmen beni erkenden kaldıran o eşsiz ses. Odamın içerisine bakan küçük gözleriyle, sabırla tüm yorgunluğumu alan küçük dostum.
Bu yazıyı burada yazmalıydım. Ve buranın adını “kırlangıçların uyumadığı şehir” koymalıydım.
Ama her şey yolunda değil bu şehirde.
Bakıp ta gören gözlerin kırlangıçların uyumadığı şehirde de kuşatmanın tüm hızla devam ettiğini görmek mümkün.
Daha başınızı yastıktan kaldırmadan cama yansıyan belediye çöp arabasının erken saatlerde görevini yapıyor oluşuna saygı duyar bilirsiniz. Hatta Akp’li belediyenin balıkçı kasabasına turistlik bir hava verdiği renkli taşlarla kaplanan sokaklarla gurur duya bilirsiniz. Sokak aralarına konulan spor aletleri ve çocuk oyun sahaları da “mutluluk verici” diyebilirsiniz.
Ama çöp arabasının üzerinde Türk bayrağına bitiştirilmiş mavi bol yıldızlı bayrağın anlamını bilmiyorsanız. Yada kırlangıçların uyumadığı şehre turist olarak geldiyseniz. Gece geç vakitlere kadar, hatta sabaha kadar hiç durmayan tarım işçilerin açlık sınırında yaşadığını bilmiyorsanız. Taze meyve ve sebzeyi birinci elden alırken satan köylünün emeğini,hatta masrafını kurtarmadığını ve yakın bir gelecekte üretmekten vaz geçeceğini bilmiyorsanız.
Çanakkale sonunda “barış kenti” oldu.
Girişine tabelası da asıldı.

Çok başarılı, çok hoş bir söylem. Artık Çanakkale’ye geldiğinizde şehitlik gezmek falan yok. Kordonunda gezin, balık lokantalarında balığınızı yiyin, boğaz manzarasında gün batımını izleyin ve defolun gidin. Artık Çanakkale’de savaş konuşulmuyor, barış konuşuluyor. Emperyalist bu topraklara saldırmadı, unutun bunları. Eski yaraları kaşımayın. AB’ye gireceğiz. Çöp arabamızın üzerinde bile bayraklar birleşti. Siz hala çağ dışı bir zihniyetle şehitlik mi dolaşıyorsunuz?
Geçin bunları.
AB gibi güçlü bir devletin mandası olma şerefine erişmişken değiştirin kafalarınızı.
60.000 askerli ordusu, marşı, parası, anayasası olan bir ülkenin mandası olmak kime nasip olur.
Ne mutlu ki bize; tüm partilerimiz bunun bilincinde. Hepsinin parti tüzüğünde AB ye girmek var.Tek kutuplu dünyada ABD’nin silahlı gücü haline dönüşmüş NATO’da kalmak var.Ve yine ne mutlu ki bize dünyada ordusunun tamamını NATO’ya teslim etmiş ülkeyiz.NATO’da olmayan tek güvenlik gücümüz jandarmayı da Ergenekon’dan komuta kademesini içeriye tıktık.Elindeki yetkileri aldık,sivil mahkemelerde yargılanır hale getirdik.Polise ağır silah alma yetkisi verdik ve son olarak sınırların güvenliğini özel kurulacak birliklere bırakacağız.Böylece AB norm ve kriterlerine uyacağız.
Ayrıca İmralı sakini Apo’ya da AB standartlarında yaşama şansı tanıdık. Odasını genişlettik, ses yapan klimasını değiştirdik, yanına başka mahkûmlar verdik ve en son bordo berelileri adadan çektik. Yanlış anlamayın sırf AB’ye gire bilmek adına.
Kırlangıçların uyumadığı şehrin güzel kırlangıcı, sen sakın bunlara aldırma.
Sen yine her sabah beni güzel melodilerinle uyandır.
Uyandır ki uyumayayım, bunları göreyim.
Uyandır ki bu ihanetle mücadele edebileyim.





"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

16 Temmuz 2010 Cuma

 TARAF EN SONUNDA İTİRAF ETTİ: "GAZETE, BAŞBAKAN TARAFINDAN DESTEKLENİYOR"

Taraf gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yasemin Çongar, "Gazete, Başbakan tarafından destekleniyor" dedi. Çongar, Amerika'nın en büyük radyosu olan Ulusal Halk Radyosu'na konuştu. İşte Yasemin Çongar ve Murat Belge'nin Tayyip Erdoğan'ı ve polis içindeki güçleri ihbar niteliğindeki sözleri...
Amerika'nın en büyük radyo kanalı Ulusal Halk Radyosu, 30 Haziran tarihinde Taraf gazetesini ve Ergenekon iddialarını ele alan bir program yaptı. Radyonun muhabiri Julia Rooke (Culya ruuk), yaklaşık 5 dakika süren programı İstanbul'a gelerek hazırladı.
Amerika'nın Ulusal Halk Radyosu, kısa adıyla NPR'nin internet sitesinden duyurduğu programın sunuşunu şöyle yapıyor: "Julia Rooke, bu küçük gazetenin gücünü kimden aldığını ve arkasında kimlerin durduğunu bildirecek".
Bu sunuşun ardından programa geçiliyor. Taraf gazetesinin Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Yasemin Çongar, arkalarında kimin olduğunu söylüyor. Julia Rooke, Çongar'ın sözlerini şöyle aktarıyor:
"Yasemin Çongar Taraf'ın yayınladığı bilgileri anlatıyor. Ve şunu ekliyor; gazete başbakan ve devlet istihbaratının başındakiler tarafından destekleniyor, cesaretlendiriliyor."
Yasemin Çongar bu sözlerle, bir itirafta bulunmanın ötesinde Tayyip Erdoğan'ı da ihbar etmiş oluyor.
Taraf yazarlarından Murat Belge de, Ergenekon sürecine hizmet eden sözde haberlerin kaynağını anlatmaktan çekinmiyor. Julia Rooke'a konuşan Belge, şunları söylüyor:
"Bana göre tüm bunlar savcı tarafından polise aktarılan ve o kanal ile bize ulaşan bilgiler, sadece bize değil diğer yayınlara da ulaşıyor. Fakat Taraf, diğerlerinden daha fazla şey yapıyor."
Amerika'nın Ulusal Halk Radyosu muhabiri Julia Rooke, Hürriyet yazarı Cüneyt Ülsever'le de görüşmüş. Yasemin Çongar ve Murat Belge'nin aksine Cüneyt Ülsever Ergenekon iddialarına inanmadığını söylüyor. Julia Rooke, Ülsever'in sözlerini şöyle aktarıyor:
"Sözde "Balyoz Darbe Planı"nın uydurma olduğunu O da kabul ediyor. Taraf'ın muhbir diye nitelendirdiklerinin yalnız olduğu fikrine inanmıyor. Bu muhbirlerin iyi organize edilmiş bir tezgahın bir parçası olduklarını söylüyor."
Julia Rooke'a konuşan Ülsever, şunları söylüyor:
"Dini gruplar 30 yıldır askeriyenin başına kendi adamlarını getirmeye çalışıyorlar, bununla da kalmıyorlar; polis departmanlarına, İçişleri Bakanlığı' na da kendilerini temsil eden kimseleri koymaya çalışıyorlar."


kaynak:
http://teomankaiser.blogspot.com/2010/07/balyoz-basbakan-erdogana-patladi.html

"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."



HAYIR

Mutabakat ve uzlaşıyla hazırlanmadı
Süreç doğru işletilmedi
Birleşik Kamu-İş Sendikası Genel Başkanı Hasan Kütük, Anayasa değişiklik paketinin, toplumsal mutabakat, ve uzlaşma içinde hazırlanmadığını ifade ederek, bu sürecin doğru işletilmediğini söyledi. Kütük, konuyla ilgili yaptığı değerlendirmede, “Kamu emekçilerini ilgilendiren toplu sözleşme aldatmacası ve tuzağı kamu iş kolunda bir çalışanın birden çok sendikaya üye olması, örgütsel ilkeye, duruşa ve ahlaka uymayan bir yaklaşım getirmiştir” dedi. 

İhtiyaçlara cevap vermiyor
Çağdaş, katılımcı bir Anayasa’ya ihtiyaç olduğunu belirten Hasan Kütük, bu tür metinlerin mutabakat ve uzlaşma ile hazırlanması gerektiğini kaydetti. Kütük, “Gerek içerik, gerekse şekilsel olarak bakıldığında bu Anayasa’nın kamu emekçilerinin ve toplumunun ihtiyaçlarına yanıt veren, onlara çağdaş bir yaşam biçimi sunabilecek bir düzenleme olmadığını düşünüyoruz. Referandumda bu gerekçelerle tavır ve tercihimiz hayır olacak” şeklinde konuştu.

Sıkıntıyı daha da artıracak
Referandumda hayır oyu vereceklerini ilan eden HKMO Genel Başkanı Ali Fahri Özten, “Biz, AKP’nin dayattığı bir değişiklik istemiyoruz. Bu paket, yargının bağımsızlığını daha da zedeleyecek” dedi.

Haber: Salim YAVAŞOĞLU
Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası (HKMO) Genel Başkanı Ali Fahri Özten, AKP’nin dayattığı Anayasa paketine hayır diyeceklerini söyledi. Özten, yaptığı açıklamada, sivil bir Anayasa’nın, ancak katılımcı bir anlayışla hazırlanması gerektiğini belirterek, “Siyasi iktidarın ’ben hazırladım, siz ister evet isterse de hayır’ anlayışıyla hazırladığı bir Anayasa değişikliğine ’evet’ dememiz mümkün değil. İkincisi, Anayasa hazırlanırken daha çok demokrasi ve özgürlükler için hazırlanır. Bu değişiklikte biz bunu göremiyoruz. Referandum sürecinde bir iki maddenin öne çıkarılıp, süslemeler yapılıp arkasındaki gerçek amacın gizlenmesini de görmemezlikten gelemeyiz” dedi.

12 Eylül’ün daha gerisinde
Ali Fahri Özten sözleri şöyle tamamladı: “Anayasa  Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısındaki bir değişikliği hedefleyip,
12 Eylül’ü sorguluyoruz kandırmacası yapılıyor. Değişiklikte, 12 Eylül Anayasa’sının daha gerisinde bir yaklaşım olduğu çok açık. Demokratik çağdaş bir Anayasa değişikliği olduğu söylenemez. Tarafları zaten yok. Değişiklik paketi, yargının bağımsızlığını zedeleyen, sıkıntıyı daha da arttırmaya yönelik bir çalışma olduğu açık. Biz HKMO olarak daha özgürlükçü, demokratik, çağdaş bir Anayasa değişikliğinden yanayız. Siyasi iktidarın dayattığı bir değişiklik değil toplumun tüm kesimlerinin katıldığı bir çalışmadan yanayız. Bu ülkenin mimarları ve mühendislerinin görüşlerinin alınmadığı bir Anayasaya evet dememiz mümkün olamaz”

140 dönüm tarlasına ‘hayır’ yazdırdı
Edirne’nin Keşan İlçesi’ne bağlı Türkmen Köyü’nden çiftçi Ahmet Emek, Anayasa değişikliği ile ilgili yapılacak olan referandumda, oyunu ilginç bir şekilde açıkladı. Emek, köy yakınındaki 140 dönümlük buğday ekili tarlasının hasadında, “Hayır” yazdırdı. Ahmet Emek, oyunu açıklarken partisini de unutmadı ve hayır yazısının altına Milliyetçi Hareket Partisi’nin simgesi olan üç hilal çizdirdi. Tarlasının başında açıklama yapan Emek, çifçinin mağduriyetini dile getirdi ve AKP hükümetini de eleştirdi. “Bu sadece benim oyum değil, tüm Türk çifçisinin oyudur” diyen Emek, referandumda tüm çiftçilerin hayır oyu kullanacağı inancında olduğunu söyledi.

Ahmet Emek


Otoriter rejime gidiyoruz
Cumhuriyet gazetesi yazarı Emre Kongar, 11 Temmuz 2010 tarihli “Perşembenin Gelişi...” başlıklı makalesinde hayır deme gerekçelerini şöyle sıralıyor:
“Anayasa Mahkemesi, kendisini de siyasal iktidarın etkisi altına sokacak olan değişiklik önerilerini, bariz biçimde çok yanlış olan bir oy verme usulü ve bir adayın nitelikleri dışında, Anayasa’ya aykırı bulmadı. Şimdi soru şu:

Görmesini bilenler için
Referandumda nasıl oy kullanmalıyız? Bu öneriler referandumda kabul edilirse: Türkiye, AKP’nin öne sürdüğü gibi daha mı demokratikleşecek... Yoksa AKP gibi düşünmeyenlerin korktuğu gibi daha otoriter bir rejime doğru mu kayacak? Demokrasi gelişecekse “Evet” ... Otoriter rejime gidiyorsak “Hayır” oyu kullanmalıyız.
Aslında bu soruların yanıtları gayet açık... Bakmasını, görmesini bilenler için! Değişiklik önerilerinin cümleleri içinde saklı olan hukuk labirentlerinde kaybolmaya hiç gerek yok:

AKP’nin etkisinde
Bugünü düne bakarak anlayabiliriz...Yarını bugüne bakarak kestirebiliriz! Ne demiş büyüklerimiz: “Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir!” AKP bugün, çokpartili rejim tarihimizde hiçbir iktidara nasip olmamış bir kuvvete sahip: Yasama... Yürütme... Yargı... Cumhurbaşkanlığı... Üniversiteler... Ordu... Güvenlik güçleri.... İstihbarat örgütleri... Medya... Sivil toplum örgütleri... Özel teşebbüs... Aklınıza bir toplumu etkileyecek güce sahip ne gelirse... Hepsi AKP’nin ya etkisi ya da doğrudan denetimi altında. AKP bu kuvvetini nasıl kullanıyor? Muhalefeti dikkate alıyor mu...
Farklı görüşlere yer veriyor mu... Kendi iradesi dışında özerk alan tanıyor mu... Temel hak ve özgürlüklere duyarlı mı... Medya özgürlüğüne riayet ediyor mu... Bireyin özel yaşamına saygı gösteriyor mu... Sonuç olarak, demokratik bir yönetim anlayışı sergiliyor mu? Ne yazık ki bütün soruların yanıtları koskocaman bir “Hayır”dır!

Herkes için bir zorunluluk
...Kimse kusura bakmasın: Anayasa Mahkemesi, çok açık ve net bir biçimde siyaseti yüksek yargıya egemen kılacak olan ve bu nedenle de demokratik hukuk devletine, yani Anayasa’nın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek olan ikinci maddesine aykırı olan önerileri iptal etmeyerek hem kendi ipini hem de demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin ipini çekme yolunu açmış görünüyor. Referandumda “Hayır” oyu vermek demokrasiye inanan herkes için kesin bir zorunluluktur!

Hesaptan
kurtulmak istiyorlar
Ortadoğu gazetesi yazarı Yıldıray Çiçek, 12 Temmuz tarihli “AKP’ye hizmet eden, Ülkücülerle dalga geçmeye çalışan yalancı şahitler” başlıklı yazısında, referandumda hayır oyu kullanılması gerektiğini kaydediyor:
 “Anayasa Mahkemesinin kararından sonra, 12 Eylül 2010 tarihinde Anayasa değişikliği paketinin halk oylamasına sunulma süreci başladı...Adeta” AKP anayasasına “ dönüştürülen Anayasa değişiklik paketine referandumdan onay almasını sağlamak için, iktidar dinamikleri her yola başvuracaktır.

Ülkücüler bu girişimde yok
...AKP’nin meselesi Türkiye’de demokrasi ve hukuku daha güçlendirmek, bunların işleyişini daha kaliteli hale getirmek, sosyal devletin işlevini sağlamlaştırmak değil; kendi siyasi ihanet ve yolsuzlukları karşısında yargı kurumlarını siyasallaştırmak ve yandaş hale getirerek hesap vermekten kurtulmaktır. Anayasa değişikliğindeki hedefin özeti budur. AKP her yönüyle bu referandumda kendini kurtarma peşindedir.
...” Ülkücüyüm, Milliyetçiyim, MHP’liyim.“ diyen hiçbir kimse, AKP’yi ve Erdoğan’ı hesap vermekten kurtaracak hiçbir girişimde yer almaz. Bu kurtarma girişiminin aynı zamanda ABD’ye, AB’ye, Barzani’ye, İsrail’e, Talabani’ye, PKK’ya hizmet olduğunu bilir.

Destek verenler beslemeler
Referandumda AKP’ye destek vereceğini söyleyenler, zaten AKP’nin beslemeleridir. Dolaysıyla bu hizmeti gönüllü yapmaktadırlar. Bir de bu beslemeler sanki MHP BDP’nin gerekçeleri aynı gibi ”MHP, CHP ve BDP’nin aynı safta bulunduğu cepheye karşı ’Evet’ oyu vereceğiz“ gibi ahmak bir propagandayı dillendiriyorlar.  12 Eylül 2010 tarihinde sandığa gidecek her Türk vatandaşı, AKP’nin gizli ve açık tüm kirli emellerine ”Hayır“ oyu kullanarak, aynı zamanda ABD’ye, Barzani’ye, Talabani’ye, PKK’ya ”Hayır“ demiş olacaktır. Yeni ”Deniz Feneri“ yolsuzluklarına, yeni Habur sınır kapısındaki PKK şovlarına ”Dur!“ diyecektir.  ...Türkiye’nin birliğini, yarınlarını düşünen tüm muhalefet partileri bu Anayasa oyununa engel olmalıdır. Oynanan oyunu görmek için daha ne olması lazımdır?


VATANDAŞ 
SEN DE KONUŞ
12 Eylül’de yapılacak Anayasa referandumuna niçin HAYIR dememiz gerektiğini ifade eden görüşlerinizi 
referandum@yenicaggazetesi.com.tr
adresine gönderirseniz bu sütunlarda
yayınlanacaktır.

Hayır diyorum ÇÜNKÜ
Murat Kaya (Pastaneci)
AKP’nin icraatlarını
hiç beğenmiyorum
Referandumda hayır oyu vereceğim. Çünkü, AKP’nin karşısındayım. İcraatlarını hiç beğenmiyorum ve tepkiliyim. 8 yıllık iktidar döneminde niçin Anayasa’yı değiştirmediler de şimdi telaş içerisine girdiler? Önce halka bunun cevabını versinler. 12 yıllık esnafım. AKP hükümetinin politikaları bizi uçuruma itti. Son 5 yıldır çekmediğimiz çile kalmadı. Bu sebeple AKP iktidarının yapacağı her şeye hayır!


Hayır diyorum ÇÜNKÜ
Hükümetin
gizli gündemi var
Mehmet Taşdemir: Hayır diyorum. Çünkü; AKP hükümetinin gizli gündemi olduğunu düşünüyorum. En başta da Türk Milleti tanımında değişikliğe gidileceği ve Türkiyelilik olarak değiştirileceğini öngörüyorum. Hükümet ve yandaş medya, son 4-5 yıldan beri bize bu ’Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı’kavramnı dayatıyor. Bunu şiddetle reddediyorum.. Bilsem ki, o maddelerle Türkiye abad olacak, yine de AKP hükümetinin ideolojik durumundan dolayı hayır, hayır, hayır... Yüz bin kere hayır....

Hayır diyorum ÇÜNKÜ
İlk 3 maddenin
içi boşaltılacak
Kamil Can: Sıkılmadan adına bir de Anayasa reformu diyorlar. Öncelike buna reform demek reform sözcüğüne hakarettir. Sen dokunulmazlıklara, seçim ve siyasi partiler kanununa, acımasız yüzde 10 barajına, bir zamanlar adeta linç ettiğin ama kendi adamını başına getirince unuttuğun YÖK’e dokunmayacaksın, asker ve polisin elini kolunu bağlayan terörle mücadele kanunlarına dokunmayacaksın, sonra da bunun adı reform olacak öyle mi? Hadi be!
Tehlike sanılandan büyüktür. Eğer bu referandumdan evet çıkarsa, hiç şüpheniz olmasın, Anayasanın değiştirilemez ilk 3 maddesinin içi boşaltılacak, mayın yasası gibi Anayasa Mahkemesi’nden dönen yasalar kılıfına uydurulup tekrar gündeme getirilecek ve iktidarın ısrarla içeriğini sakladığı sözde “demokratik açılım” denen şeyin içeriğinin uygulamasına geçilecektir. Siz AB’nin boşuna mı zil takıp oynadığını ve “referandumda evet çıkmalı” dediğini zannediyorsunuz.  İçinde zerre kadar vatan, millet, bayrak sevgisi olan, zerre kadar aklı ve sağduyusu olan herkes bu referandumda hayır demelidir. Hayır demek, anamızın, bacımızın, kızımızın namusunu korumak kadar önemlidir.

Hayır diyorum ÇÜNKÜ
Sivil faşizm
başlatacaklar
Metin Ak: AKP iktidarı, bu Anayasa değişikliği ile Türkiye’yi Türkiye olmaktan çıkarıp, ’Osmanoğulları İslam Cumhuriyeti’ne götürecek tüm yolları açmış olacak. Cumhurbaşkanı da yanlarında olduğundan, hiçbir engele takılmayacaklar ve sivil faşizm başlatacaklar. Bu nedenle oyum hayır. 







"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

11 Temmuz 2010 Pazar

ARINÇ: RUHBAN OKULU AÇILMASINI ÇOK İSTERİM

İslam dinini sakız yapıp iktidara geldiler. Çiğnediler çiğnediler halkın yüzüne tükürdüler. Ama hep azınlıklara çalıştılar. Heybeli ruhban okulu, ekümenik ve vakıflar yasası Bizans’ın kurulması demektir. Bu görev Arınç’a verildi.

DEVLET Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Heybeliada Ruhban Okulu’yla ilgili son durumu açıkladı: Açılmasını ben şahsen çok arzu ediyorum. Mutlaka buna izin vermemiz, imkan vermemiz gerektiğini düşünüyorum. İç politikada çok eleştirilecek belki ama hiç önemli değil. 
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Kanal 24’te Heybeliada Ruhban okulu’nun açılması konusundaki görüşlerini açıkladı. Farklı inanç gruplarının kendilerine dinlerinin gereğini öğretecek, eğitim almış din adamlarına ihtiyaçlarının bulunduğunu vurgulayan Arınç,
“Bize devlet olarak bunu karşılamak düşer. Farklı inanç gruplarının haklı taleplerine, biz temel haklar noktasında evet demek zorundayız. Çünkü biz bu ülkede sadece Müslümanların hükümeti değiliz” dedi. Bülent Arınç sözlerini şöyle sürdürdü:
Çok arzu ediyorum

“Kim hangi inanca mensupsa hatta inançsız da olabilir... Ben bu açıdan alıyorum, onların inançlarını bilme ve yaşama noktasında eksikleri varsa, talepleri varsa, bize düşen laik bir hükümet olarak onların bu taleplerini karşılamaktır. Ben buna inanıyorum. Heybeliada Ruhban Okulu’nun Türkiye’de din adamı ihtiyacını giderecek bir okul olarak açılmasını ben şahsen çok arzu ediyorum. Mutlaka buna izin vermemiz, imkan vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Ama meseleyi bu kadar basit özetlememe rağmen en büyük engel, Anayasa Mahkemesinin geçmişte verdiği bir karardır.”



"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

5 Temmuz 2010 Pazartesi

MİLLİ BİRLİĞİNİ KORU

MİLLİ BİRLİK HAREKETİ

"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."
BELGE SAHTEKÂRLIĞI ÜZERİNE ERİC EDELMAN’IN İLGİNÇ BİR TÜRKİYE HATIRASI

2003-2005 yıllarında A.B.D.’nin Türkiye büyükelçiliğini yapmış bulunan Eric Edelman’ın bize anlattığı ve Türkiye’de bilinmeyen bir olayı (kendi izniyle) aktarıyoruz. Edelman’ın görev yaptığı yıllarda, kendisine AKP hükümeti yanlısı ve Edelman’la çok iyi geçinmek için çabalayan bir grup tarafından bazı belgeler veriliyor. Bu elyazması fotokopilerin ordu içersinde bir darbe hazırlığına işaret ettiği iddia ediliyor. Edelman, bu belgeleri inceletiyor. Amerikan uzmanların yaptığı çalışma belgelerin gerçek olmadığı sonucuna varıyor. Edelman da kendisine sahte belgeler verilerek orduda gerçek bir darbe hazırlığı varmış izlenimi yaratılmasına çalışıldığı kanaatine varıyor.
Edelman, Türkiye’de daha evel yayınlanan bazı söyleşilerinde AKP hükümeti tarafından kendisine darbe hazırlığı var seklinde uyarıların geldiğini fakat elçiliğin böyle bir şeyden haberi olmadığını, TSK’nın da kendileriyle temas etmediğini söylemişti.
Fakat Edelman’dan yeni olarak öğrendiklerimiz, darbe konusunda belge sahteciliğinin geçmişi hakkında bilgi sahibi olmamıza olanak sağlıyor. Bu bilgiler, belge sahteciliğinin nasıl yapıldığına, sahte belgelerin nasıl servis edildiğine ve belki de en önemlisi, gerisinde kimlerin olduğuna dair somut kanıt teşkil ediyor.

                                     MİLLİ DEMOKRASİ HAREKETİ (M.D.H) DEKLARASYONLARI
 BİR ÜLKE DÜŞÜNÜN

                                                  ÖNSÖZ
                    

            Ey Türk Gençliği !
            Birinci vazifen (ödevin) Türk istiklalini (bağımsızlığını), Türk Cumhuriyetini,ilelebet (sonsuza dek) muhafaza (korumak) ve müdafaa etmektir (savunmaktır).
            Mevcudiyetinin (varlığının) ve istikbalinin (geleceğinin) yegane temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde (gelecekte) dahi, seni, bu hazineden, mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedhahların (kötücüler) olacaktır. Bir gün, İstiklal ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan (olanak) ve    şeraitini
(koşullarını) düşünmeyeceksin. Bu imkan ve şerait çok namüsait (elverişsiz) bir mahiyette (nitelikte) tezahür (belirebilir) edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilir. Cebren (zorla) ve hile ile aziz vatanının bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet (aymazlık) ve delalet (sapkınlık) ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin (yurduna girmiş olan düşmanların) siyasi emelleriyle tevhid edebilirler (birleştirebilirler). Millet fakrü zaruret (yoksulluk) içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
            Ey Türk istikbalinin evladı! İşte; bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk İstiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret,      damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
                                                                                    Mustafa Kemal Atatürk
           

        


        Her Türk evladının ezbere bildiği ancak binlerce kerre tekrarlamak zorunda bırakıldığındanmıdır nedir bilinmez , artık anlamını düşünmekten vazgeçtiği bu sözler, bakıpta görmeyen insanların ülkesi Türkiye’mizin bu gün içinde bulunduğu “ ahval ve şeraiti ” pek güzel ifade etmektedir. Ulu önder bize görevimizin ne olduğunu ve muhtaç olduğumuz gücün kaynağını gösterirken, çözüm önerilerimizi utopya olarak nitelendiren kişilere adeta” istiklal savaşımızı ne çabuk unuttunuz?” der gibidir.

            Bizim ülkemizde artık doğruyu söylemek doğru değil biliyorum  buna rağmen yazmadan geçemeyeceğim. Çünkü İstiklalimizi  peşkeş çeken çıkarcılar ve onların işbirlikçileri, mevcut yağma düzenini, cumhuriyetimizin yılmaz müdafileri olarak, maalesef Mustafa Kemal’in adına korumaktalar.
           Mustafa Kemal Atatürk’ün bize hediye ettiği Cumhuriyet hala duruyor durmasına da, istiklalimiz hakkında aynı şeyi söylemek mümkünmü?  Biz istiklalimizi koruyamadığımız gibi gerçek demokrasiyi de kuramadık.
            Bilindiği gibi Sovyetler birliği bir cumhuriyetler birliğiydi. Bu gün Çin de cumhuriyetle idare ediliyor ve istiklalleri olmasına rağmen demokrasileri olmadığı için insanlar, devlete sormadan çocuk sahibi oldukları için cezalandırılıyorlar. Demekki Cumhuriyetle idare ediliyor olmamız demokrasiye sahip olduğumuz anlamına gelmemelidir.
            Mustafa Kemal tüm başarılarını bu milletle kazandı . Ama milletin cumhuriyetine ve istiklaline sahip olabilmesi için demokrasi gerekmektedir. .
            Bu millete bir lider bekleniyor, ikinci bir Atatürk yok . Lider bulunsa bile, lider yönetimleri demokrasi olarak nitelendirilebilirmi? Sizce koskoca millet bir kişinin insafına bırakılabilir mi? Hem bilindiği gibi liderler satın alınabiliyor, bunayabiliyor, ölüyor ya da öldürülebiliyorlar. Kaderini liderine bağlayan milletlerin geleceği liderleriyle beraber son bulmazmı?
            Öldürülemiyen tek şey fikir, mefkure, ilke, ideal v.s değilmidir? Öyleyse lider FİKİR olmalıdır. Bir fikrin peşinde gidilmeli , fikirler temsil edilmeli, fikirler yarışmalıdır. Liderler hükmeden, emreden, karar veren kişiler olmak yerine bir fikri temsil eden ve alınan kararların gereğini uygulayan kişiler olmalıdır. Oysa bu milletin bir gün dahi aklına gelmedi liderlerin hangi akla hizmet ettiği. Siyasi partilerin ilkelerinin neler olduğunu pek merak etmedi seçmenler.
           Ancak sığır sürüleri çobanlar tarafından güdülürler. İnsanları sığırlardan ayıran en önemli özellik, organize olabilme yetenekleridir. İnsan gibi yaşayabilmek ise ancak katılımcı demokratik sistemlerde mümkün olabilmektedir.
             Çözüm olarak sunacaklarım bir çokları tarafından ütopya olarak değerlendirilecektir. Ancak son derece karamsar bir tablo içinde olmamıza rağmen ümidini yitirenlere koskoca Sovyetler birliği bozuk düzenini iki sihirli kelimenin yıktığını hatırlatmak isterim, Glastnost ve prostereyka. Bizim sihirli kelimemiz ise demokrasi. Amacımız ise yıkmak değil yapmak, çok kötü yönetilen devletimizin yeniden yapılandırılması yönünde alternatif bir sistem sunmaktır.

           Saygılarımla.                                                                                                 

                                      
                                           BİR ÜLKE DÜŞÜNÜN


           Yaşam, yaptığımız seçimler zincirinin sonucuna katlanmak zorunda olduğumuz bir süreçtir. Ya globalleşme fikrinin gereği materyalist yaklaşımla satın alınabilir değerlerle yaşamayı tercih edersiniz, yada insan olmanın erdemi ile onurlu bir yaşam seçersiniz. Sosyal yapıları yoz bir güruh olmaktan çıkarıp önce halk, sonrada millet yapan milli ve manevi değerleri, uygarlıkları sonucu elde ettikleri kültürleridir.
            Onurlu yaşamanın temel şartı güçlü olmaktır. Güçlü değilseniz kendi değerlerinizle değil, güçlü olanların değerleri ile yaşamak zorunda kalırsınız. "Bu gün yardım alan yarın buyruk alır" sözü bu açıdan çok anlamlıdır.
             İçinde yaşadığımız coğrafya güçlü olmayan pek çok kavmin tarih sahnesinden kaybolduğu, adeta bir kara delik gibidir. Bu gün dünyada, Likya,
Frikya, Asur, Sümer, Etrüsk, Babil, Eti, Hitit gibi kavimler artık yaşamamaktadır. Nazım, uzak Asya’dan gelen bir kısrak başına benzetmektedir yurdumuzu. İşte bu huysuz kısrağa 1000 yıla yakın bir zamandır sadece Türk'ler binebilmektedirler. Dünyanın kalbi olan bu coğrafyada güçlü olan milletler dünyaya düzen vermişler, güçsüzler ise kaybolup gitmişlerdir.
             Bu gün bu coğrafyada daha iç borçlarının faizini ödeyemeyen, aldığı yardımlar ve dış talimatlarla varlığını sürdürebilen bir Türkiye cumhuriyeti bulunmaktadır. Öyle görünmektedir ki, dünyadaki hakim güçler artık bu coğrafyadaki zayıf devletlerin çöküşüne izin vermemektedirler. Çünkü bu defa Türkiye’nin çöküşünden doğacak boşluk bir kara delik oluşturabilir ve bu mirası paylaşma kavgası dünyanın sonunu getirebilir. Ayrıca, dış güçlerin bölgedeki çıkarları açısından Türkiye’nin yok olması değil, zayıf olması gerekmektedir. Dünya globalleşirken, bizim balkanize olmamız yani parçalanmamız istenmektedir. Kıbrıs adası Rumlara verilmeli, güneydoğuda kürt devleti kurulmalı, Kars , Ardahan Ermenilere verilmeli, kıta sahanlıkları 12 mile çıkartılmalı ve Türkler bir daha bellerini doğrultamayacakları şekilde parçalanmalıdırlar. Dünya, bunu topuyla tüfeğiyle yapmaya çalışsa bilir ki Türkler dışarıdan gelecek saldırılara karşı tek yumruk olabilme hasletine sahiptirler. Ve dünya bilir ki yeryüzünde Türkler kadar kolay ölüme giden başka bir millet yoktur. Bir Türkün yanındaki bayana yan bakmak bile onun ölümü göze alabilmesi için yeterlidir. Kısaca Türkler kadar, daha iyi yaşamak için çaba göstermek yerine, ölmek için bir sürü nedeni olan bir başka millet yoktur. Tarih bilen herkes, Türklerin birbirine düşmesi sonucu kaç Türk devletinin sona erdiğini, sadece Osmanlı imparatorluğu tarafından kaç Türk devletinin ortadan kaldırıldığını bilir. Türkler sadece Türkler tarafından yok edilebilmektedirler. Bizler nedense, 16 Türk devletini kurmakla öğünürken, 15 tanesini nasıl batırdığımızı hiç düşünmeyiz.
              O zaman dünyadaki hakim güçler için en kolay yol, yönetim kademesindeki kişileri satın almak yada bağımlı kılmak suretiyle Türkleri birbirine düşürmek olacaktır.
            Morisson firması mümessilliğini yapmayan, Jussmat'ta çalışmayan, dünya bankasında eğitilmeyen, lions, lioness, rotary club, yehova şahitleri gibi sionist kuruluşları kollamayan, sebataist ya da mason olmayanların  başbakan ya da cumhurbaşkanı olamadığı bir ülke düşünün.
             Kurmaylarının Amerika’da kurs görmeden komuta kademesine yükselemediği, Pentagon ya da NATO’dan emir alan, Sınırlarını çekiç güce emanet eden, en önemli meselesi imam hatip mektepleri olan bir ordu düşünün. Amerika bu ordunun genel kurmay başkanına üstün hizmet madalyası takabilmekte, bir general ta Newyork’tan ülke demokrasisine balans ayarı yapabilmektedir.
         Bu ülkede ihtilaller bile Amerika’ya sorulmadan yapılamaz.
              Bu ülkenin bir cumhurbaşkanını, hırsızlardan oluşan aile fotoğrafı mensupları, Ankara gölbaşındaki bir villada, HAPPY BİRTH DAY BABA diye karşılayabilmektedirler.
              Ülkemizin içine düştüğü durum, kesinlikle bir beceriksizlik sonucu değildir. Aksine,Türkiye masonlar, sebataistler ve yukarıda ki vasıflara haiz kişiler tarafından, çok büyük bir beceriyle, hain bir planın sinsice uygulanmasına sahne olmaktadır.
         10.000 çocuğun 10 yıl boyunca birbirini kırmasına işte bu insanların yönettikleri devlet seyirci kalmıştır. Bir günde bitebilecek bir çatışmaya 10 yıl seyirci kalınmasının tek nedeni, kürtçü komünistlerin PKK terör örgütünü kuracak olgunluğa erişmesini beklemektir. Çünkü Türkiye’nin zayıf kalmasını sağlamak için sürekli olarak bir iç çekişme nedeni oluşturmak gerekmektedir. Sağ sol çatışmasının arkasından bir Türk-Kürt çatışmasının tezgahlanması da bu ülkeye 35.000 cana ve 100 milyar dolara patlamıştır. Kürtler ile federasyonun tartışılması gerektiğinin bir  Cumhurbaşkanı tarafından telaffuz edilmesi oldukça manidardır.
             Gazi mahallesinde alevi vatandaşların üzerine ateş açarak alevi -sünni çatışmasını provake edende, hizbullah cinayet örgütüne Batmanda kaybolan silahları verende,  maalesef bu devlettir. Son günlerdeki laik- antilaik çatışmasının da bizzat devlet eliyle tezgahlanmasına şahit olmaktayız.

          En masum spor karşılaşmalarına dahi döner bıçakları ile gider hale gelen insanlarımızı 'çatıştırmak için' artık  sarışınlar-esmerler, uzunlar-kısalar, şişmanlar-zayıflar diye de bölmek isterlerse şaşırmamak gerekir.                                                                                              .       Devletin, ülkeyi kumar mano’su ile idare ettiği , Milletini kumar oynamaya teşvik ettiği bir ülke düşünün. Sadece 2000 yılında at yarışından Türkiye Cumhuriyeti bütçesine giren para miktarı 2.8 katrilyon Türk lirasıdır. At yarışı, milli piyango, spor toto, spor loto, sayısal loto, kazı kazan gibi kumarlar devlet eliyle oynatılmakta ve reklamları televizyonlarda yapılmaktadır. Bu ülkede şans oyunları fakirin ümidi olmuş, halk çalışarak bir şey olunamayacağını köşe dönmecilerden öğrenmiştir.
         Ülkemizi yönetenler, insanlarımızı çatıştırmış değil de  yarıştırmış olsalardı ülkemiz şimdi olduğundan çok daha farklı bir konumda olurdu.
         İnsanlar planlı bir şekilde korkunç bir kavram kargaşası içine itilerek anlaşamaz ,uzlaşamaz hale getirildiler.
          Ülkeye ve millete yapılan en büyük hainliklerden biri de planlı bir şekilde yapılan kültür asimilasyonudur. Milletimiz inancı elinden alınarak bütünü ile batılı yapılmaya çalışılmaktadır.
           Milletine, kendisi gibi olmanın, refah, huzur ve barışın, insan hakları ve onurlu bir yaşamın çok görüldüğü bir ülke düşünün..
          Biz başka bir şey olmak istemiyoruz, KENDİMİZ OLMAK İSTİYORUZ. Demokrasinin fazilet rejimi olduğuna inanıyor Faşizmin ahlaksızlık, ırkçılığın ise insanlık suçu olduğunu düşünüyoruz. Ancak batının çifte standardı ve her türlü emperyalizmin istismarı ile itilip kakılmak ve başkaları tarafından yönetilmek istemiyoruz. Çünkü dünyadaki hakim güçler adaletli değiller.
Ne mutlu Türk'üm, Elhamdülillah Müslüman'ım diyen her insan tüm insanlık için vardır. Biz tüm insanlığa huzur, barış ve adalet getirme idealinin sahibiyiz ve bunu kendi milletimiz ve aynı inancı paylaştığımız insanlar ile yapmak istememiz kadar doğal bir şey olamaz. Ancak milletin sahibi olamadığı bir devlet ile böyle bir ideali gerçekleştirebilmek elbette mümkün değildir.    Mevcut siyasi yapı çözüm değil çözümsüzlük üretmektedir. Önce kendi sınırlarımız içerisinde huzur ve barışı, birlik, beraberlik ve kardeşlik içinde sağlamamız gerekmektedir. Bunun yegane yolu katılımcı demokratik bir sistemi oluşturmak, insanlara saygı göstermektir.
            Bu gün süper güç Amerikanın ekonomi ve teknolojisine sahip olsak, yani Amerika ile aynı hızda koşan bir koşucu olsak, yinede Amerika'yı yakalamamız mümkün olamayacaktır. Çünkü aramızdaki mesafeyi kapatabilmek için Amerika
dan daha hızlı koşmamız gerekmektedir. Yani bu gün yapıldığı gibi sistem gereği gelişen olumsuzlukları telafi etmek yerine, olumsuzlukların kaynağı olan sisteme alternatif bir sistem geliştirmek gerekmektedir. Bu kendisiyle yarışan, en iyilerin başa geçip, hak edenlerin yönettiği, kişilerin mevkilerini koruyabilmek için daha iyi olmak zorunda kaldıkları bir sistem olmalıdır. Bunun için bir Alman yada Japon mucizesine gerek yoktur. Biz  bunun MOBİL DEMOKRASİ DİNAMİĞİ  esaslarına göre geliştirilecek bir sistemle gerçekleşebileceğini biliyor ve inanıyoruz.
           
            Devlet bize öğretildiği gibi uğrunda ölünecek bir şey olmayıp,Yasama, Yürütme ,Yargı erklerinden oluşan bir organizasyondur.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                  
      
            YASAMA erki parlamentodur ve bizde halk tarafından değil, siyasi parti liderleri tarafından seçilmektedirler. Daha doğrusu liderler tarafından belirlenip halka seçtirilmektedirler. Siyasi partiler kanunu yetersiz olup siyasi partiler kendi iç yapılarında demokratik değillerdir. Üye kayıt ve delege seçim sistemleri siyasi partileri belirli çıkar gruplarının hakimiyetinden kurtarmaya yeterli değildir. Bu şartlarda parlamento halkın değil, çıkar çevrelerinin parlamentosu olmaktadır. Çıkar çevrelerinin de ücreti mukabilinde dış güçlere hizmet etmesini yadırgamamak gerekir.
              Kanun yapıcıların hali bu olunca, parlamentodan oluşan hükümetlerin hali de pek farklı olmayacaktır. Tuhaf olan parlamentonun neredeyse hükümetin (Başbakanın)emrinde olmasıdır. Parlamenterler liderlerinin sözünden çıkamayan şahsiyetsiz insan müsveddeleridir ve liderleri tarafından  tercih edilmelerinin sebebi de zaten budur.
          
            YÜRÜTME erki hükümet ve onun emrindeki bürokrasidir. Gerçek mafya bu bürokrasi yani bizzat devletin kendisidir.
           Devleti mafyaların yönettiği bir ülke düşünün.
        
            YARGI erki ise bunları yazarak  Anayasayı tağyir, tezyif, tebdil ve ilga
ettiğim için beni idam etmek isteyen kanun ve onun mafya arabalarında gezen uygulayıcılarıdır. (bu gün itibariyle AB’nin isteği ile terörist Abdullah Öcalan’ı kurtarmak amacı ile idam cezası kaldırılmış bulunmaktadır). Anlaşılması mümkün olmayan kanunların yarısı Arapça, yarısı Farsça olup faşist Mussolini ve İngiliz ceza kanunları ile Roma hukuku, İsviçre medeni kanunlarından oluşturulmuştur.
           Doğru ve yanlış kavramları göreceli kavramlardır. Neye göre doğru, neye göre yanlış? Doğru ve yanlış kavramlarının mihenk taşı, toplumların inanç sistemleri ile ananeleridir. Mihenk taşı İncil ve batı kültürü olan bir hukuk sisteminin, Müslüman Türk toplumuna uygunluğu her zaman tartışma yaratmaya devam edecektir. Hukuk sistemimiz ve sosyal adalet kavramının mihenk taşı, binlerce yıllık uygarlığımızın ve kültürümüzün gereği, milli ve manevi değerlerimiz olmalıdır.
          Öncelikle Atatürk'ün gençliğe hitabesini okuyup anlamak, onun deyişiyle içinde olduğumuz ahval ve şerait'i iyi değerlendirmek gerekmektedir. Kendi devletimize sahip olmanın ilk şartı kendi parlamentomuza sahip olmaktır. Kendi parlamentomuza sahip olmanın ilk şartı ise çıkartılacak yeni bir siyasi partiler kanunu ile siyasi partilerimizi kendi iç yapılarında demokratik kılmaktır.
          Cumhuriyete sahip olduğumuz halde demokrasimiz yok ise bunun başka  çaresi yok demektir. Kendi devletimize sahip olduğumuzda, en anlamlı bayramımız DEMOKRASİ BAYRAMI olacaktır.

                                                                                       Cengiz Okar

                                           SİYASİ PARTİLER
          

           Aynı ilkelere sahip insan gruplarını temsil eden siyasi organizasyonlardır. Siyasi partiler kendi iç yapılarında demokratik değillerse, ülkede demokrasiden bahsetmek mümkün olamaz. Çünkü o zaman temsil ettikleri değerler, yurttaşların ilkeleri değil, kendilerini ele geçiren kurnazların çıkarları olacaktır. İşte ülkedeki çıkar düzeni bu noktadan itibaren kurulmaya başlar. Siyasi  partiler farklı şirketler gibi teşekkül ettiklerinde aralarındaki mücadele ülke zenginliklerinden kimin yararlanacağı yönünde kızışır. Bu partiler millet için değil sadece mensupları için vardırlar. Bu yüzden her genel seçim ve iktidar değişimi ülkemiz için korkunç bir felakete dönüşmektedir. Çünkü, iktidar olan parti her köşe başına ve arpalıklara kendi adamlarını koymak ister. Bu binlerce memurun tayini, yada binlerce yeni kadronun tesisi anlamına gelmektedir. Ülkemizde çok kısa aralıklarla seçimlerin olduğu ve iktidarların değiştiğini düşünürseniz, yapılan her genel seçimin, ülkemize en büyük felaketlerden daha korkunç zararlar vereceğini anlamanız zor olmayacaktır. Bezirgan kılıklı insanlar tarafından yönetiliyor olmamız, bu şartlarda devlet adamı yetişemeyeceği içindir. Çünkü bir görevin sahibi olabilmek için ehil olmak yerine, bir siyasi partinin adamı olmak şartı aranmaktadır.
            Bir ülke düşünün, memuru hırsız, hırsızı politikacı olsun.
            Farklı zamanlarda iktidar olan rakip partiler bazen karşılıklı olarak birbirlerinin hırsızlarını tutarlar. İşte o zaman başka hiçbir ülkede rastlama imkanına sahip olmadığınız bir komedi yaşanır. Karşılıklı olarak hırsız mübadelesi yapılır. Komisyonlarda bir iki üç, diyerek karşılıklı hırsızları aklayıverirler(ANAP-DYP). Benim hırsızım iyidir kavgasını sona erdirmek için akıllarına gelen en iyi çözüm budur işte.
             Bir ülke düşünün,başbakanının villası Amerika’da, Engin Civan, Selim Edes, Halil Bezmen’lerle tesadüfen aynı mahallede olsun.
        Maksimum kar kavramını, maksimum rant olarak anlamış, serbest rekabet, pazar ekonomisi modelini, serbest Pazar ekonomisi olarak uygulayıp körün tuttuğu, topalın yakaladığını hallettiği bir model haline çevirme başarısını göstermişlerdir.
           Çıkar sahiplerinin, sahip olduklarını korumak adına peşkeş çekmeyecekleri hiç bir değer yoktur. İşin acı tarafı devletin gerçek sahipleri bunlardır. Milletin parasıyla ülkenin en ücra beldelerine kadar örgütlenerek çeteleşirler.
              Dış güçler elinde, hırsızlar, faizciler, ihale, kumar, uyuşturucu ve fuhuş çeteleri için cennet olan bir ülke düşünün.
           İktidardaki parti yöneticilerinin isteği dışında ne bir vali ne de bir öğretmen, bir tek memur tayin edilerek görevlendirilemez. İktidar partisinin ilçe başkanının arzusu dışında karar veren bir hakim kendisini en olumsuz şartlarda görev yaparken buluverir.
             Hükümetin, işine gelmeyen gazete ve televizyonları kurşunlattığı bir ülke düşünün.
           Devleti ele geçiren çıkarcılar kendilerini halka yeniden seçtirebilmek için kamu oyu oluşturacak tüm enstrümanları kullanırlar. Türk'ler kadar kolay unutan ve affeden bir millete aynı oyunu evirip çevirip yutturmak onlar için zor değildir.1980 öncesi halkların özgürlüğünü savunup, kürtçü komünistleri destekleyerek PKK’nın oluşmasında baş rol oynayan ECEVİT’i,bu defa PKK’ nın başkanı Abdullah Öcalan'ı yakalayan Kenya fatihi diye yutturmaları, DSP yi azınlık partisi iken birinci parti yapmaları, ibret alınması gereken bir örnektir.           
             Bir yandan kamu oyunu maniple ederken bir yandan da oy karşılığı ormanları, sahilleri yağmalatır, ihaleleri peşkeş çekerler.
              Enflasyon ve terörün  sağladıkları rant nedeniyle hükümetlerin politikaları haline geldiği bir ülke düşünün.
           Çıkarlarını uluslar arası arenada savunmaları da benzer yöntemlerle olur.   
           Hükümetinin, Türkiye ve Türk Dünyası pazarını, pazarlamayı, halkına marifetmiş gibi davul zurnalarla duyurduğu bir ülke düşünün.
           Dış politikadan, eğitime ve ekonomiye kadar bağımlı kılarlar. Maliyesini IMF yada dünya bankasının denetleyerek ona not verdiği bir ülke düşünün.
           İstiklal savaşı vermiş bir milletin hükümranlığını kahrolası tezgahları uğruna peşkeş çekmelerine rağmen kendilerini yine bu millete seçtirmekle, namussuzluğun ve arsızlığın şahikasına çıkmışlardır. Binlerce yıllık devlet tecrübesine sahip bir milleti, üretmeden tüketen ve karşılığını onuruyla ödeyen, devleti tarafından satın alınabilir, tarihini, coğrafyasını bilmeyen, eğitimsiz, kişiliksiz materyalist bir güruh haline getirme yolunda epey yol almışlardır. Toprak usta bir elde cömerttir ama suyunu biraz fazla kaçırsanız, ne kadar kaliteli olursa olsun  çamur olacaktır.
           İnsanları eğitimsiz, eğitilmiş olanlarının da ya pazarda limon sattığı,yada beyin ve iş gücü olarak yurt dışına aktığı bir ülke düşünün. İnsanlarımız, kendi ülkemiz dururken, başka ülkeleri kalkındırmak için çalışmaktalar.
           Aydınlarının entel barlarda, ayrılıkçı bütün unsurları politika sofralarına meze yaptığı bir ülke düşünün.
            Alternatifsiz kılınmaları halkı, daima kötünün iyisini seçmek zorunda bırakmaktadır. Her seçimde halkın önüne beş tane çirkin adam dizer, hangisinin daha güzel olduğunu sorarlar.
             Katılımcı demokratik bir yapı kurulmadan verilecek oylar, her olumsuzluğu meşru kılacaktır. Verilen her oyun bu sistemi ibra edeceği unutulmamalıdır. Bu yapıdaki partilere oy vermek, tüm olumsuzluklara sebep olacak bir süreci başlatarak, onların her türlü suçlarına ortak olmak anlamına gelecektir.
           Demokrasinin, kendini yok etme özgürlüğü olarak algılandığı ve oy karşılığı peşkeş çekilmeyecek hiçbir değerin olmadığı bir ülke düşünün.
               Biz"MOBİL DEMOKRASİ DİNAMİĞİ" adını verdiğimiz kuramı, bu ülkede sistem gereği oluşan olumsuzlukları telafi etmek yerine, olumsuzlukların kaynağı olan sisteme, alternatif bir sistem geliştirmek için kullanacağız. Bu çok kötü yönetilen ülkemizin yeniden yapılandırılması sürecidir.
             Yurttaşlara hakkettikleri gibi yönetildikleri söylenip, bunun doğruluğu ayet-i kerime yada hadis-i şerifler ile ispatlanmaya çalışılmadan önce insanlara, “kendilerini yönetme hakkı"verilmelidir.
            Emeklisinin maaş kuyruğunda, hastasının hastahane kapısında can verdiği bir ülke düşünün.
           Dünyanın en büyük metropollerinden birinin belediye başkanını, Ziya Gökalp' in şiirini  okudu diye hapse atan sistemin sahipleri ve onların iş birlikçileri alternatif bir sistemin oluşturulmasına hiçbir zaman izin vermeyeceklerdir.
         
            Öyleyse bizde gerçekte var olmayanı hayal ederek bir ülke düşüneceğiz.
              
            ÇÖZÜM, öncelikle, siyasi partiler kanununu, katılımcı demokratik bir yapıyı oluşturacak şekilde düzenleyerek, herkesi siyaset eder hale getirmektir. Bu ülkede yaşayan kimsenin bana ne deme hakkı yoktur. Beraber yaşayacaksak, sorumlulukları da beraber yüklenmeliyiz. Herkes bir siyasi partiye, yada sivil toplum örgütüne mensup olmalıdır. Çünkü bu ülkenin artık herkese ihtiyacı vardır. Fikrim yok diyenler dahi gerekirse kurulacak bir  fikirsizler partisine mensup olmalıdırlar. Siyaset en yüksek düzeyde vatani bir görevdir. En azından biz öyle anlıyor ve bu şekilde yapılmasını istiyoruz. Siyasi partiler ise milli kuruluşlardır. Hepsi müşterek payda da birleşirler. Çünkü hepsi bu millet ve bu memleket için vardırlar. Farklı ilkelere sahip olmaları kesinlikle ülkemiz için faydalı bir durumdur. İlkeleri doğrultusunda ürettikleri projeler, tercih edilme sebepleri olacaktır. Bu zeminde, aynı amaç uğrunda yarışıyor olmalarının ülkemiz açısından sayılamayacak zenginlikte faydaları olacaktır.
            Türkiye de etnik kökene dayalı ve kökten dinci siyaset kesinlikle yasak olmalıdır . Demokratik ve laik bir ülkede buna gerekte yoktur. İnsanlar inandıkları gibi yaşayıp, istedikleri gibi giyinebilmelidirler. Bunun için devletten izin almaları gerekmez. Demokrasilerde kişilerin özgürlükleri yek diğerlerinin özgürlükleri ile sınırlıdır. Herkesin bilmesi gereken tartışılmaz tek gerçek şudur; TÜRKİYE MİLLETİYLE ve ÜLKESİYLE BÖLÜNMEZ BİR BÜTÜNDÜR. Tüm yurttaşlar, her konuda  eşit haklara sahip olmalıdırlar. Türk ve Müslüman olmayan yurttaşlar kendi dillerini konuşmakta ve inançlarının gereğini yerine getirmekte özgür olmalıdırlar. Kendilerini Türk üst kimliği ile oluşturulan bütünün parçası olarak görmeyenlerin, eşit şartlarda yaşadıkları insanlara ve ekmeğini yedikleri ülkelerine saygı göstermeleri borçlarıdır. Yurttaşlık ve yurtseverlik bilincinde olmayan, saygı göstermeyen, saygı göremez.
             

   Not: Kaderin cilvesine bakınız ki, biz bu satırları yazarken şiir okudu diye hapse atılan Tayyip Erdoğan, zaman içerisinde bilinmeyen bir güç tarafından hapisten çıkartılmış, daha parti üyesi bile değilken USA başkanı George W.Bush ile diz dize bir görüşme gerçekleştirmiş, tüm avrupalı liderlerlede görüştükten sonra Türkiye’ye dönerek Ak parti başkanlığına seçilmiştir. Bu arada gerçekleşen genel seçimler bir ilde iptal edilerek millet vekili olması sağlanmıştır. Aynı dönemde Başbakan yapılan Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisini hapisten çıkartarak cumhurbaşkanının görüşemediği USA başkanı ile görüştüren sihirli değnek sahipleri ile Amerika’da ne tür pazarlıklar yaptığını zaman gösterecektir.
                                   
MOBİL DEMOKRASİ DİNAMİĞİ

                              SİYASİ PARTİ TEŞKİLATLANMALARI
               
BELDELER, MAHALLELER ve KÖYLER
            
               Siyasi partiler her köy , mahalle ve beldede teşkilatlanmalıdır.
               Üyelikler parti teşkilatlarında değil, ilçe seçim kurullarında yapılmalıdır.
               Üyelerin, demokratik haklarının engellenmesi, vatana ihanetle eş değer tutulmalıdır.
               Köy başkanı ve yönetimi, köydeki üyelerce seçilmelidir.
               Mahalle başkanı ve yönetimi, o mahalledeki üyelerce seçilmelidir.
               Belde başkanı ve yönetimi o beldedeki üyelerce seçilmelidir.
               Üyelerin katıldığı bu seçimler, gizli oy, açık tasnif usulü ile gerçekleştirilmelidir.
                Seçim zamanı ve seçilme süresi olmamalıdır. Seçim gerektiğinde ve çoğunluk sağlandığında gerçekleşmelidir. Bunun için parti genel merkezlerinden izin almak yerine, seçim yeri ve zamanı hakkında ilçe seçim kurullarına haber vermek yeterli olmalıdır.
                
                               İLÇELER
                
                   İlçe yönetimleri, kendilerine bağlı mahalle, belde ve köy teşkilatlarının seçilmiş başkanlarından oluşmalıdırlar.
                  İlçe başkanı, yönetimi oluşturan mahalle, belde ve köy başkanlarının kendi aralarında yapacakları seçimle, içlerinden birinin seçilmesiyle tespit edilmelidir.
                  İlçe başkanlığına seçilen mahalle, belde veya köy başkanının boşalan yerine yenisi seçilmelidir.
                  Her yönetim kurulu üyesi, kendi bölgesindeki üye sayısının, toplam ilçe üye sayısına nispeti kadar oy hakkına sahip olmalıdır.
                  İlçe başkanının, ilçe yönetiminde oy hakkı yoktur. Sadece oylamalar eşitlikle sonuçlanırsa oy kullanabilir. Oy kullandığında çekimser kalma hakkı yoktur. İlçe başkanları il yönetimlerinde oy kullanma hakkına sahiptir.
                  İlçe yönetim kurulu üyeleri kendi başlarına karar verme yetkisine sahip değildirler, sadece başkanı oldukları mahalle, belde veya köy yönetimlerinde alınan kararları temsil ederler.
                  İlçe yönetimindeki tüm oylamalar, açık oylama şeklinde yapılmalıdır.           
                             
                            
                                  İLLER
                  
                    İl yönetimleri, kendilerine bağlı ilçe teşkilatlarının seçilmiş
başkanlarından oluşmalıdırlar.
                   İl başkanı, yönetimi oluşturan ilçe başkanlarının kendi aralarında yapacakları seçimle içlerinden birinin seçilmesiyle tespit edilmelidir.
                   İl başkanlığına seçilen ilçe başkanının boşalan yerine yenisi seçilir.
                   Her yönetim kurulu üyesi, kendi bölgesindeki üye sayısının, toplam il üye sayısına nispeti kadar oy hakkına sahip olmalıdır.
                   İl başkanının, il yönetiminde oy hakkı yoktur. Sadece oylamalar eşitlikle sonuçlanırsa oy kullanabilir. Oy kullandığında çekimser kalma hakkı yoktur. İl başkanları merkez karar kurulunda oy kullanma hakkına sahiptir.
                   İl yönetim kurulu üyeleri kendi başlarına karar verme yetkisine sahip değildirler, sadece başkanı oldukları ilçe yönetim kurullarında alınan kararları temsil ederler.
                   İl yönetimindeki tüm oylamalar, açık oylama şeklinde olmalıdır.
                      
                            SİYASİ PARTİ GENEL MERKEZ YÖNETİMİ
    
      Merkez karar kurulu;                                                                      
          
           İl başkanlarından oluşmalıdır.
           Merkez karar kurulu üyeleri kendi başlarına karar verme yetkisine sahip değildirler, sadece  başkanlığını yaptıkları il yönetim kurullarında alınan kararları temsil ederler.
            Her Merkez Karar  Kurulu üyesi, kendi bölgesindeki üye sayısının, toplam ülke üye sayısına nispeti kadar oy hakkına sahip olmalıdır.
            Merkez Karar Kurulunda tüm oylamalar, açık oylama şeklinde olmalıdır.
     
       Merkez yürütme kurulu;
          
           Milletvekillerinden oluşmalıdır. Yeterli sayıda seçilmiş milletvekili yoksa                                                                                   genel başkanın önerdiği, merkez karar kurulu tarafından onaylanmış kişilerden oluşmalıdır.
                       
                          GENEL BAŞKAN
            
            Görevi; Başkanlığını yaptığı merkez karar kurulunda alınan kararları merkez yürütme kurulu ile uygulamak, genel başkanlığını yaptığı siyasi parti teşkilatı ile onun ilkelerini temsil etmektir.
            Her il başkanı genel başkanlığın doğal adayıdır. Milletvekilleri ancak  il teşkilatları kendilerini aday olarak gösterirlerse genel başkanlığa aday olabilirler. Çünkü milletvekillerinin asli görevi teşkilatçılık değil, kanun yapmaktır.
            Genel başkanı, her il teşkilatı kararını açıktan deklare ederek seçerler. Bu karar mahalle, belde ve köy yönetimleri tercihinin ilçe ve il yönetimine yansıması şeklinde oluşur.
             Genel başkan, kendi yardımcılarını ve onlarda diğer genel  merkez görevlilerini seçerler.


              Siyasi partiler kanununda yapılması gereken değişiklikler bunlardır. Açık, şeffaf ve demokratik bir şekilde yapılandırılan siyasi partiler bu günün aksine katılımcı demokratik sistemin sigortası olacaklardır. İlerde anlatılacağı gibi sistemin istismar edilmek istendiği hallerde, kontrol görevini siyasi partiler yapacaklardır.
               Hiç kimse görevine belirli bir süre için seçilmemeli, görevde hak edildiği süre kalınabilmelidir. Mobil Demokrasi dinamiği prensiplerine göre kişiler görev hakketmek için yarışmak ve en iyi olmak zorundadırlar. Kişilerin  ürettikleri projeler ve topluma olan katkıları, tercih edilme nedenlerini oluşturacaktır.
               Bir seçim diğeri ile bağımlı değildir. Seçimler belirli bir süre için yapılamaz. Her birim gerekli çoğunluğu bulduğunda izin almadan seçimini gerçekleştirir. Seçilenlerin görev süresi, yenisi seçilene kadardır.
              Bu şartlarda; İlçe kongresi, il kongresi, genel kurul yada kurultay yapma gereği ortadan kalkmaktadır. Siyasi parti bünyesinde hizip hareketleri bu yapılanmada mümkün değildir. Ayrıca aynı ilkeyi birden fazla siyasi partinin temsil etmesi de mümkün değildir. Siyasi partiler halkın ilkelerini temsil ettikleri sürece kaç tane ilke varsa o sayıda siyasi parti olacaktır.


                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                     
                                     BAKANLAR KURULU
             
             T.C. Anayasası madde 109.-Bakanlar kurulu, Başbakan ve bakanlardan oluşur.
              Başbakan, Cumhurbaşkanı’nca, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri arasından atanır.
              Bakanlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri veya milletvekili seçilme yeterliğine sahip olanlar arasından Başbakan’ca seçilir ve Cumhurbaşkanı’nca atanır; gerektiğinde Başbakan’ın önerisi üzerine Cumhurbaşkanı’nca görevlerine son verilir.

               Noktası ve virgülüne kadar aktardığımız madde 109’u irdeledikçe, siyasi partiler kanunundaki değişikliklerden sonra, doğrudan Bakanlar Kurulunun teşkiline niye geçtiğimiz sanırım daha iyi anlaşılacaktır. Sergilediğimiz olumsuzluklar ile sebep netice ilişkisi kurulduğunda, yapılması yada yapılmaması gereken her şey gözler önüne serilmektedir.        
           Yukarda belirtildiği gibi Parlamento, bizde halk tarafından değil, siyasi parti liderleri tarafından seçilmektedir. Daha doğrusu liderler tarafından belirlenip halka seçtirilmektedir. Siyasi partiler kanunu yetersiz olup siyasi partiler kendi iç yapılarında demokratik değillerdir. Bu yüzden tabanlarından kopuk, çağdışı,ilkesiz, çeteleşmiş çıkar organizasyonları haline gelmişlerdir. Üye kayıt ve delege seçim sistemleri siyasi partileri belirli çıkar gruplarının hakimiyetinden kurtarmaya yeterli değildir. Bu şartlarda parlamento halkın değil, çıkar çevrelerinin parlamentosu olmaktadır.
              Kanun yapıcıların hali bu olunca, parlamentodan oluşan hükümetlerin hali de pek farklı olmayacaktır. Tuhaf olan parlamentonun neredeyse hükümetin emrinde olmasıdır. Parlamenterlerin, liderlerinin sözünden çıkamayan kişiler olmaları, liderleri tarafından tercih edilme sebepleridir.
                Teknik olarak farklı konularda uygulanması gereken metotların da farklı olması doğaldır. Bu her birimin kendi iç dinamikleri gereği yapılacak seçimlerle temsil edilmesi sonucunu ortaya çıkartmaktadır.Tabii bu seçimler alt kurulların kararlarının bir üst kademede temsili şeklinde gerçekleşmelidir. Bu şartlarda bakanlar kurulu farklı görüşlerde insanlar tarafından oluşturulacaktır. Farklı görüşler ve uygulamalar doğal olarak bakanlar kurulu içerisinde problemlerin ve anlaşmazlıkların doğmasına neden olacaktır. Ayrıca neredeyse bağımsız çalışma imkanı bulan bakanlıklar kendileri ile ilgili konularda sosyal adalet ilkeleri ve hukuk sistemi ile çatışacak uygulamalar içerisine girebilir. İşte bu hallerde anlaşmazlık konuları parlamento tarafından giderilir ve çözüm kanunlarla uygulamaya konulur. Bakanlar kurulu parlamentonun kararlarını uygulama durumundadır. Bu şekilde parlamento daha önce olduğu gibi hükümetlerin ve siyasi parti başkanlarının emrinde ve güdümünde değil, tam tersine hükümet parlamentonun emrinde olacaktır. Yani Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletin olacaktır.        
               Tabi yukarıdaki yapılanma hakkında yazılacak çok şey olduğunu biliyoruz. Sosyal güvenlik yapısından tutun spor anlayışına kadar sistemin tutulacak bir tarafı olmadığı oldukça aşikardır. Kendisi için en hayırlı politikaları halkın üreteceğine güvenimiz tamdır.

               Demokrasi fazilet rejimidir. Sadece katılımcı demokratik bir yapıda, onurlu insanlar tarafından oluşturulan bir parlamentoya sahip olmak mümkün olabilir. Ancak parlamento demokratik olarak teşkil edilse bile, bakanlar kurulunun ilgili madde uyarınca oluşturulmasının, ülkeye yararı açısından sakıncaları gözden kaçmıştır.
               Mevcut sistemde, genel seçimlerde çoğunluk sağlayamayan siyasi partilerdeki değerli kişilerden ülkenin yararlanması imkanı maalesef yoktur. Çünkü makamların seçim kazanan siyasi parti mensuplarınca işgal edilmesi gerekmektedir. Ülkeyi neden tek bir görüşe sahip olan insanların idare etmesi gerektiğini anlayabilmek mümkün değildir. Benim gibi inanacaksın, benim gibi düşünecek, benim gibi giyineceksin saçmalığının altında yatan bağnazlık sistemin sonucudur. Ülkeyi belirli bir düşüncenin sahipleri idare edeceklerse, onlar gibi düşünmeyenlerin iktidar olmasını engellemek için her şeyi yapacak, farklı düşüncelere hayat hakkı dahi tanımayacak, elde ettikleri devlet imkanlarını bu yolda kullanacaklardır.
              Bunun aksini düşündüğünüzde muhalefetlerin düşmanca bir engelleme içinde olmaları da ülkemize oldukça zarar vermektedir. Geçmişte seçim sistemi kurnazlığı ile % 20 lerin iktidar olduğuna şahit olduk. Bu gün % 50 ile iktidar olunsa dahi diğer % 50 nin engellemesine rağmen başarılı olabilmek zor görünmektedir. Neredeyse bir elin yaptığını diğer el bozmaktadır. Kamplaşma ve çatışma ortamı bizzat sistem tarafından oluşturulmaktadır.
              Oysa, tek bir düşünce şeklinin her konuda başarılı olması, aşağıdaki örneklerden anlaşılacağı gibi mümkün değildir.
             Seçimi kazanan siyasi partinin demokrat bir parti olduğunu düşünelim.
Bu partinin milli savunma bakanının orduyu hangi ilkeler doğrultusunda idare etmesini beklersiniz? Demokrasi ile mi? Orduda demokrasi olabilirmi ? Elbette hayır,ordu demokrasi ile idare edilemez.
              Bu kez iktidarın kapitalist bir parti elinde olduğunu varsayarsak, sermayenin hizmetindeki bir çalışma bakanı ne ölçüde işçilerden yana olacaktır? Şimdiye kadar ne ölçüde işçinin yanında olmuşlardır. Ucuz işçilik, maximum kar düşüncesi maalesef işçilerimizi açlık sınırına getirmiştir. Çalışma bakanının sermayeye karşı olması gerekmez ama kesinlikle halkından yana olmalıdır. Çalışma bakanı sosyalist olmalıdır, ancak iktidar kapitalistlerde olduğu için buna imkan yoktur.
              Şimdide sosyalistlerin iktidarındaki bir sosyalist sanayi ve ticaret bakanını düşünün. Bu güne kadar sosyalistlerin,  kapitalistler  kadar ticarette başarılı olduğu görülmemiştir. Sanayi ve ticaret bakanının kapitalist olması belki daha iyi olacaktır  ama bu mümkün değildir çünkü seçimi sosyalistler kazanmıştır. Aslında kimin daha başarılı olacağı bir kaideye bağlı değildir ama en iyilerin başarılı olacağı kaçınılmazdır. Bu yüzden amaç en iyilerin görev yapacağı şartları oluşturmak olmalıdır.
      
              Aslında farklı düşünenlere minnettar olmak lazımdır. Herkes aynı şekilde düşünseydi, farklı proje ve programların aynı amaç için yarışması kadar heyecan verici olmazdı.
               Katılımcı demokratik  yapılarda siyaset, en yüksek düzeyde vatani bir görevdir. Siyasi partiler ise milli birer kuruluşturlar. Hepsinin kuruluş amaçları,kendi mensuplarının çıkarları değil, vatan ve milletin esenliğidir.
              Tek bir görüşün devletin tüm birimlerinde aynı ölçüde başarılı olamayacağı gerçeğinin bizi götürdüğü çözüm şudur; her birim kendi iç dinamiklerinin gereği yapılan seçimlerle, en iyiler tarafından temsil edilmelidir. Bu prensibi bakanlıklara uyguladığımızda her bakanlık kendi iç dinamiklerinin gereği yapılan seçimlerle, en iyiler tarafından temsil edilmelidir diyebiliriz. Ancak bu şekilde milletimizin %100 nün katılımı ve desteği kazanılmış olur. Kendisi ile yarışan bir milletin başarılı olamaması ihtimali yoktur. Tüm milletinin katılımına ve desteğine sahip bu ölçüde güçlü bir devlet yeryüzünde bulunmamaktadır.
               Buna göre;
                                        
BAŞBAKAN-  Genellikle seçim kazanan siyasi partinin genel başkanlarından seçilmektedir,oysa parlamento tarafından, kendi içinden, gerektiği zaman seçilmelidir.
         Başbakanın görevi, Bakanlar Kuruluna başkanlık etmek, Bakanlar Kurulu ile Parlamentonun uyum içinde çalışmasını sağlamak olmalıdır. Başbakanlık tüm devlet mekanizmalarının düğüm noktası olmakla devletin  işlerliğini sağlayan en önemli kurumdur.
       Başbakanlığa bağlı kuruluşlar; MGK Genel Sekreterliği.
                                                        MİT Müsteşarlığı.

BAŞBAKAN YARDIMCILARI-Başbakan tarafından parlamento içinden seçilmelidirler.


İÇİŞLERİ BAKANI
            
             Muhtarlar ve ilçe müdürleri Kaymakamları, Kaymakamlar ve il müdürleri Valileri seçmelidir. Valilerde Hukuk , Siyasal Bilgiler Fakültesi v.b. ilgili bilim kurumları dekanları ile birlikte İç İşleri Bakanını seçmelidirler.
               Bağlı Kuruluşlar;
                                           Emniyet Genel Müdürlüğü.
                                          
                                           Jandarma Genel Komutanlığı.
                                          
                                           Sahil Güvenlik Komutanlığı.

DIŞİŞLERİ BAKANI

              Parlamento tarafından seçilmelidir. Dış işleri SBF fakülteleri ile neredeyse özleştirilmeli, öğrenciler çok özenle seçilerek eğitilmelidirler.

MALİYE BAKANI

              Özel ve Kamu bankaları Genel Müdürleri ile tüm mali ve reel sektör temsilcilerinin , İşletme, Ekonomi, İktisat fakülteleri v.b. bilim kurumlarının önerecekleri adaylar arasından Parlamento tarafından seçilmelidir.
             
               Bağlı Kuruluş;
              
                Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü(Yeni kurulacak Sosyal Güvenlik bakanlığına bağlanmalıdır)
               
                İlgili Kuruluş;

                DMO Genel Müdürlüğü.

BAYINDIRLIK ve İSKAN BAKANI

                 Parlamento tarafından seçilmelidir. (Mimar,Mühendis,müteahhit v.s. ve ilçeye kayıtlı olarak bayındırlık faaliyetleri gösteren teknik elemanların temsil edildikleri odaların seçmiş oldukları ilçe bayındırlık müdürlerinin kendi aralarından seçtikleri il bayındırlık müdürleri tarafından seçilebilir. Seçimlerde ilgili bilim dalında eğitim veren fakülte dekanları da oy sahibi olmalıdır.)
             
              Bağlı Kuruluşlar;

                                        Karayolları Genel Müdürlüğü
                                       
                                        İller Bankası



ULAŞTIRMA BAKANI

Parlamento tarafından seçilmelidir.
            
             Bağlı Kuruluşlar;

                                       Telsiz Genel Müdürlüğü
            
              İlgili Kuruluşlar;

                                        DDY Genel Müdürlüğü.
                                         
                                        Posta İşletmeleri Genel Müdürlüğü.
                                       
                                        Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü.
                                        
                                        Türk Telekom Genel Müdürlüğü.

TARIM ve KÖYİŞLERİ BAKANI

Köy muhtarları tarafından, kararları yerel parlamentolarda değerlendirildikten sonra Ziraat Fakültesi Dekanları ve ilgili bilim kurumlarının temsilcileri ile birlikte seçilmelidirler.
            
               İlgili Kuruluşlar;

                                        TMO
                                       
                                        TİGEM Genel Müdürlükleri(Ziraat Fakültelerine
                                  Devredilmelidirler)


ÇALIŞMA ve SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI

               İşçiler tarafından seçilen sendika başkanları arasından seçilmelidirler. SOSYAL GÜVENLİK ayrı bir bakanlık halinde kurulup emekli sandığı, sigorta, bağ-kur genel müdürlükleri birleştirilerek tek bir sigorta ve sosyal güvenlik sistemi oluşturulmalıdır. Ayrıca kadın, aile, çocuk esirgeme gibi kurumlar ayrıca kurulması gereken SOSYAL GÜVENLİK Bakanlığına bağlanmalıdırlar.
             
                 Bağlı Kuruluşlar;

                                          İş ve İşçi Bulma Kurumu
                                         
                                          Bağ-Kur
                                         
                                          YODÇEM
                                         
                                          Zonguldak Amele Birliği(J)

SANAYİ VE TİCARET BAKANI

             Sanayiciler ve tüccarlar tarafından seçilmelidir. Ticaret odaları(TOB), sanayici dernekleri(TÜSİAD,MÜSİAD vs), küçük ve orta boy işletmeler(KOBİ) ile esnaf dernekleri bu seçim için organize edilebilir. Seçime sanayi ve ticaretle ilgili eğitim veren fakülte dekanları da katılmalıdırlar.
            
              Bağlı  Kuruluş;

                                        Türk Patent Enstitüsü Başkanlığı.
             İlgili Kuruluşlar;

                                       Türkiye Şeker Fabrikası Genel Müdürlüğü.
                                      
                                       MKE Genel Müdürlüğü.
                                      
                                       KOSGEB
                                      
                                       MPM Başkanlığı.
                                      
                                       Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü.(tapu kadastro ve imar iskan bakanlığı ile ilgilendirilmelidir)



ENERJİ ve TABİİ KAYNAKLAR BAKANLIĞI

                                         Parlamento tarafından seçilmelidir.
            
              Bağlı Kuruluşlar;
                                        
                                         DSİ Genel Müdürlüğü.
                                        
                                         Elektrik İşleri Etüd İdaresi Genel Müdürlüğü.
                                         
                                         Petrol İşleri Genel Müdürlüğü.
                                        
                                         MTA Genel Müdürlüğü.
             
               İlgili Kuruluşlar;

                                         Türkiye Petrolleri A.O.
                                        
                                         Türkiye Kömür İşletmeleri Genel Müdürlüğü.
                                        
                                         BOTAŞ
                                        
                                         TEAŞ
                                        
                                         TEDAŞ
                                        
                                         Türkiye Demir Çelik İşletmeleri.

KÜLTÜR BAKANI

             Sanatçılar ve sanat kurumları ile ilgili eğitim kurumları tarafından seçilmelidir.
            Bağlı Kuruluşlar;

            Devlet Tiyatroları,Devlet Opera ve Balesi.

TURİZM BAKANI

           Turizm işletmecileri tarafından seçilmelidir. Seçime turizm eğitimi veren fakülte dekanları da katılmalıdırlar.



ORMAN BAKANI

           Ormanlar ivedilikle orman köylülerine verilmelidir. Orman bakanı orman köyleri olarak tespit edilen köylerin muhtarları ile Ziraat Fakültesi dekanlarının kararları yerel parlamentolarda değerlendirildikten sonra seçilmelidirler.
             Orman köylerinin dışında, odun yakacak olarak kullanılamamalı, ağaç, kurallar dahilinde sadece kereste olarak kesilebilmelidir.
            
              Bağlı Kuruluş;
                        
                            Orman Genel Müdürlüğü.

ÇEVRE BAKANI

               Mahalle, Köy, Belde, İlçe ve İllerde oluşturulan Çevre kurumları tarafından seçilmelidirler.
           
              Bağlı Kuruluş;

                          Özel Çevre Koruma Kurumu.( J)

MİLLİ SAVUNMA BAKANLIĞI

            İç işleri bakanı ve Genel kurmay başkanı tarafından Başbakanlık kontrol ve koordinasyonu ile yürütülmelidir.
          
            Bağlı Kuruluş;

                        Savunma Sanayii Müsteşarlığı.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI
           
            Eğitimciler tarafından seçilmelidir.
            Mahallemizdeki ilkokulun müdürünü Ankara tayin etmemelidir. Öğrenci velileri, okul aile birliği, okul koruma derneği ve öğretmenler, kendi aralarından en iyi olanını müdür seçmelidirler. Müdürler, kendi aralarından en iyisini ilçe milli eğitim müdürü, onlarda kendi aralarından en iyisini il milli eğitim müdürü seçmelidirler. Aynı şekilde üniversite öğretim üyeleri, öğrenci dernekleri ile birlikte kendi aralarından en iyi olanı dekan, dekanlarda kendi aralarında en iyi olanı rektör seçmelidirler. Rektörler ve il milli eğitim müdürleri milli eğitim bakanını seçmelidir.
             YÖK(Yüksek Öğrenim Kurumu)Üniversite rektörleri tarafından kendi içlerinden seçilmelidir.
             
             Bağlı Kuruluş;

                             Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu.YURTKUR.

SAĞLIK BAKANI

             Hemşire, sağlık memuru, eczacı, diş hekimi ve doktorlar kendi aralarından başhekimleri seçmelidirler. İlçe sağlık müdürünü serbest çalışan hekim ve sağlıkçıların katıldığı seçimle o ilçede görev yapan tüm sağlıkçılar kendi aralarından seçmelidirler. İlçe sağlık müdürleri kendi aralarından il sağlık müdürlerini, onlarda tıp fakültesi dekanları ve başhekimlerle birlikte kendi aralarından sağlık bakanını seçmelidirler.
              
            Bağlı Kuruluşlar;

                            Hudut ve Sahiller Sağlığı Genel Müdürlüğü.
                            Refik Saydam Hıfzıssıha Başkanlığı.

 ADALET BAKANI

         Hukukçular tarafından seçilmelidir. Her il de avukatlarda olduğu gibi hakim, savcı ve noterlerin de bağlı olduğu barolar ve bunların kendi aralarında oluşturdukları bir adalet divanı bulunmalıdır. İl adalet divanları Yargıtay, Danıştay , Sayıştay ve HSYK’yı seçmelidirler, onlarda aralarından askeri yargıtay ve askeri yüksek idare mahkemeleri, hukuk fakulteleri öğretim üye ve dekanları ile birlikte anayasa mahkemesini oluşturmalıdırlar.
        Hukuk fakültesi dekanları bulundukları ilin Adalet Divanı doğal üyesi ve danışma makamı olmalıdırlar.
        Adalet Divanlarının seçtiği bir diğer kurumda Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu olmalıdır. Bu kurul hakim ve savcıların tayinleri ile ülke genelinde avukat, hakim ve savcı ihtiyacını tespit etmelidir. Hukuk fakültelerine alınacak öğrenci sayısı ve eğitimleri bu tespitler doğrultusunda düzenlenmelidir. Bir öğrenci daha hukuk fakültesinin kapısından ayağını attığı an Türk hukuk sisteminde devletin bir parçası olduğunu bilmelidir.
        Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun bir diğer görevi de Türk hukuk sisteminde yapılması gereken iyileştirmeleri, hukuk fakülteleri işbirliği ile gerçekleştirmek olmalıdır.
         İşte Adalet Bakanı, Adalet Divanları, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Sayıştay,     Danıştay, Yargıtay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemeleri ve Anayasa Mahkemesi tarafından kendi içlerinden seçilmelidir. Yargının bağımsızlığı başka türlü sağlanamaz. Yargı erkinin tek sorumlu olduğu yer parlamento yani milletin vicdanı olmalıdır.
         
              
 Bağlı Kuruluş;

                               Adli Tıp Kurumu Başkanlığı.
                             

                   SPOR BAKANLIĞI

            Bir kurulup bir kaldırılan , kah devlet bakanlığı, kah genel müdürlük seviyesinde özensiz ve amacının dışında uygulamalar yapan bir kurumdur. Şu an için en önemli işlevi spor oyunları üzerinde müşterek bahis oynatarak bu yolla devlete para kazandırmaktır.
            Bu ülkeyi yönetenler ülkelerini ve insanlarını gerçekten düşünüyor olsalardı şu şekilde teşkilatlanmaları gerekirdi;
           İlçelerde her spor dalı için birer ihtisas kulübü kurulmalıdır. İlçeye bağlı her belde, mahalle ve köyde ilçede kurulan ihtisas kulüplerinin branşında spor kulüpleri kurulmalıdır. Müsabakası olmayan spor dalı körelmeye mahkumdur.  Her spor branşında ligler oluşturularak müsabakalar yaptırılmalıdır. Belde, mahalle ve köylerinden lisans alan sporcular, ihtisas kulübü tarafından eğitilirler.  İlçe içindeki müsabakalarda kendi belde, mahalle ve köylerini temsil ederler. Ancak ilçe dışındaki müsabakalarda seçilen sporcular ilçelerini temsil ederler. Mahalle, belde ve köylerdeki okulların her branştaki spor takımları o belde mahalle ve köydeki spor kulüpleri ve ihtisas kulüpleri tarafından eğitilirler. Hem okul takımları eğitilmiş, hem de spor kulüpleri okullardan sporcu kaynağı elde etmiş oldukları için bu uygulamada çift taraflı bir kazanç söz konusudur.
           Spor kulüpleri başkanları kendi içlerinden birini o spor branşında ilçedeki ihtisas kulübü başkanlığına seçmelidirler. Her spor branşındaki ihtisas kulüpleri aralarından birini, o spor dalının ilçe spor temsilcisi, ilçe spor temsilcileri yine kendi aralarından birini ilçe spor müdürü olarak seçmelidir. İlçe müdürleri aralarından birini il, il müdürleri de aralarından birini beden terbiyesi genel müdürü seçmelidir. Genel müdürlük idari işler, saha ve tesisler ile spor organizasyonları ile ilgilenir.
           Her branştaki ihtisas kulübü başkanları kendi aralarından Federasyon başkanlarını seçmelidirler.
            Federasyon başkanları ile il müdürleri spor bakanını seçmelidirler.
            İl müdürleri ve federasyonlar sahip oldukları lisanslı sporcu sayısının, tüm ülkedeki lisanslı sporcu sayısına oranı kadar temsil edilmelidirler.
            Her spor branşına profesyonel olma hakkı verilmelidir. Profesyonel spor kulüpleri ayrı fakat benzeri bir teşkilatlanma ile özerk yapılarını kurmalıdırlar. Kendi spor tesisleri ve personeli olmalıdır. Profesyonellikte spor para kazanmak için bir araç olarak kullanılmaktadır. Amatörlükte ise spor amaçtır. Devlet tüm imkanlarını sadece amatör spor için harcamak durumundadır. Spordan para kazanan profesyonellerden ise vergi alarak onları denetlemelidir. Devlet saha ve tesislerini ancak amatör spor faaliyetlerinden artan vakitlerde profesyonellere ücret karşılığında kullanım izni vermelidir.

                    

DEVLET BAKANLIKLARI-1999 genel seçimi sonucu oluşturulan 57. koalisyon hükümetinde 15 adet olarak belirlenerek şu şekilde paylaşılmışlardır.                    
     
           BİR PARTİYE BAĞLI KURULUŞLAR
          
           1-Hazine Müsteşarlığı.(Maliye bakanlığına bağlı olmalıdır)
         
           2-Devlet Personel Başkanlığı.(İçişleri bakanlığında olmalıdır)
          
           3-Diyanet İşleri Başkanlığı.(Özerk olmalıdır)
           
           4-Kamu İdaresi Başkanlığı.(İçişleri bakanlığında olmalıdır)
          
           5-Aile Kurumu Başkanlığı.(Yeni kurulacak Sosyal Güvenlik bakanlığında olmalıdır)
          
            6-Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü. (Neden tarım ve köy işleri bakanlığında olmadığı tarafımızdan anlaşılamamıştır?)
            
             7-Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü. (Spor bakanlığı kurulmalıdır)
             
             8-Kadınların Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü.(sosyal güvenlik bakanlığında olmalıdır)
            
             9-Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu.(Sosyal güvenlik bakanlığında olmalıdır)
          
             10-Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu. (Sosyal güvenlik bakanlığında olmalıdır)
           11-Futbol Federasyonu Başkanlığı. Diğer spor dallarını kaderine terk eden devletin nasıl olup ta profesyonel bir spor dalını finanse ettiğini anlayabilmek mümkün değildir. Devletin parasıyla profesyonellik olmaz. Profesyonel futbol klüpleri tarafından oluşturulan bağımsız profesyonel bir organizasyon olmalıdır. Bırakınız devletin kasasından para aktarmayı, profesyonel futbol klüpleri kendi sahalarını yapıp kendi personelleri  ve finansmanı ile bakımını gerçekleştirmelidirler. Devlet milyonlarca dolarlık transfer ücretlerinden vergisini alıp bu fakir milletin vergilerini gündem oluşturmak için harcamamalıdır.

İLGİLİ KURULUŞLAR
             
             1-TC Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü. (Maliye bakanlığında olmalıdır)
            
             2-Türkiye Halk Bankası Genel Müdürlüğü.(  ,,            ,,            ,,       )
            
             3-TC Merkez Bankası.                            (      ,,             ,,        ,,       )
            
             4-Türkiye Kalkınma Bankası.                  (     ,,             ,,          ,,      )
            
             5-Sermaye Piyasası Kurulu Başkanlığı.    (    ,,             ,,            ,,      )

GÖREVLER
            
             1-Yurtdışındaki vatandaşların sorunları.(Dış işleri bakanlığında olmalı)
            
             2-Kıbrıs ile eşgüdüm işleri.                     (    ,,               ,,            ,,    )
            
             3-Yurtdışı müteahhitlik,mühendislik ve müşavirlik hizmetlerinin(  ,,    )
                 eşgüdümü.
            
             4-Parlamento ile ilişkiler.(Meclis başkanlığının işi olması gerekir)
            
             5-Hükümet sözcülüğü.
       
      DİĞER PARTİYE BAĞLI KURULUŞLAR
            
              1-Dış Ticaret Müsteşarlığı.              (Dış işleri bakanlığında olmalıdır)
             
              2-Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı.(Başbakanlığa bağlanmalı)
             
              3-Denizcilik Müsteşarlığı.
             
              4-Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı.    (Başbakanlığa bağlanmalı)
             
              5-Toplu Konut İdaresi Başkanlığı.(Bayındırlık bakanlığına  bağlanmalı)
             
              6-Atatürk Kültür,Dil ve Tarih Yüksek Kurulu Başkanlığı.(Kültür bakanlığına bağlanmalıdır)
              7-Ekonomik,Kültürel,Eğitim ve Teknik İşbirliği Başkanlığı(TİKA).
             
              8-Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü.     
             
              9-Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü.
           
              10-Tanıtma Fonu İdaresi. (Dış işleri bakanlığında olması gerekir)
           
              11-TÜBİTAK.                  (TEKNOLOJİ BAKANLIĞI kurulmalıdır )
           
              12-TÜBA.

 İLGİLİ KURULUŞLAR
             
              1-Türkiye Emlak Bankası.    (Maliye bakanlığına bağlanmalı)
             
              2-Eximbank.                          (    ,,             ,,                 ,,         )
             
              3-Özürlüler idaresi Başkanlığı.(Sosyal güvenlik bakanlığına bağlanmalı)
             
              4-Türk Standartları Enstitüsü Başkanlığı.
             
              5-Ahıska Türkleri’nin Türkiye’ye kabulüyle ilgili eşgüdüm Başkanlığı.(dış işleri bakanlığına bağlanmalıydı. Türkiye’nin almakta nazlandığı ve geç kaldığı Ahıska Türklerine ABD kapılarını açmıştır.Türkçe ve Rusçayı ana dili olarak konuşan bu bahtsız insanlar üzerinde ne gibi hesapları olduğunu tarih gösterecektir.)
            
              6-Parlamento ile ilişkiler.
             
              7-Hükümet sözcülüğü.
        
         DİĞER PARTİYE BAĞLI KURULUŞLAR
             
              1-Gümrük Müsteşarlığı.   (İçişleri bakanlığına bağlanmalı)
             
              2-Özelleştirme İdaresi Başkanlığı.
             
              3-Yüksek Denetleme Kurulu Başkanlığı.(Cumhurbaşkanına bağlı olmalı)
              4-Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanlığı.(Teknoloji bakanlığı kurulmalı)
              5-Vakıflar Genel Müdürlüğü.(Sosyal güvenlik bakanlığında olmalıdır)
            
              6-Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü.
     
        İLGİLİ KURULUŞLAR
             
              1-Türkiye Vakıflar Bankası Genel Müdürlüğü.(Maliye bakanlığına bağlanmalı)
              2-TRT Genel Müdürlüğü.
             
              3-AB İle İlişkiler      (Dış işleri bakanlığı ne işe yarar?)
             
              4-Parlamentoyla ilişkiler.
             
              5-Hükümet sözcülüğü.
    
Ve devlet bakanlarına bağlı birkaç genel müdürlük daha;
                
                 Milli Piyango İdaresi Genel Müdürlüğü.
                
                 Türkiye Taşkömürü Kurumu.
                
                  Eti Holding Genel Müdürlüğü.
                
                 TEKEL
                
                 Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü
                   
                   Sadece devlet bakanlıklarındaki bu paylaşım bile bizlere ülkenin içine düşürüldüğü durumun sebeplerini ibretle sergilemektedir. Her siyasi partinin kendi güdümündeki bankalar tarafından, kendi yandaşlarına verilen ve geri dönmeyen, karşılıksız kredileri ödemektedir halkımız. Sırf birilerine iş vermek amacıyla icat edilen başkanlık yada genel müdürlükleri de ibretle görmektesiniz. Devleti küçültmeye köy hizmetlerinden başlamayı önerenlerin samimiyetini de okuyucunun takdirine bırakıyoruz.



                           DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
                 
                   İnsanlar istedikleri şeye inanmakta, inandıkları gibi yaşamakta özgür olmalıdırlar. Kimse yek diğerine kendisinden farklı düşündüğü ve inandığı için zarar veremez, baskı kuramaz. Devlet hiç kimseye neye inanması gerektiğini  söyleyemez.
                  Diyanet işleri başkanlığı tamamen özerk olmalıdır. Ancak insanların inançlarının istismar edilerek demokratik düzene zarar verilmemesi amacı ile devlet tarafından kontrol edilmelidir. Devlet sadece ilahiyat fakülteleri seviyesinde akademik kurumlar ile din adamlarının eğitimini sağlamalıdır. İmam hatip liseleri tamamen kapatılmalıdır. Din eğitimi ilk ve orta dereceli okullarda seçmeli ders olarak konulmalıdır. Her inanç sistemi isteyene kendi din adamları tarafından öğretilmelidir. Din adamları kesinlikle ilahiyat fakültesi mezunu olmalıdır.
                   Diyanet işleri her inanç sisteminin temsilcilerinden oluşmalıdır. Bu temsilcilerin sayısı, kendi mensuplarının toplam nüfusa oranı kadar olmalıdır, ve kendi cemaatleri tarafından seçilmelidir. Din adamları devletin memuru olmamalıdır.
 


                                               BELEDİYELER

         Siyasi partilerin gösterdikleri adaylar arasından İl, İlçe Üst kurullarının ve Belde meclislerinin aldıkları karar doğrultusunda, gerektiğinde birbirlerinden bağımsız olarak belediye meclisleri seçilmeli. Bu meclisler belediye başkanını kendi içlerinden seçmeliler. Belediye hizmetlerinde kaliteyi ve standartı sağlamak amacıyla BELEDİYELER BAKANLIĞI kurulmalıdır. Bakanı belediye başkanları kendi aralarından seçmelidirler. Bu seçimde belediyeler sahip oldukları nüfusun toplam nüfusa oranı kadar oy hakkına sahip olmalıdırlar.

                                            VERGİ GELİRLERİ

          Vergi daireleri siyasi bakımdan bağımsız olacakları için atıl vaziyetten kurtulacaklardır. Vergi memurları masabaşı görevi yerine her mahale ve köy yönetiminde görev alan ve maliyelerini denetleyen kişiler olmalıdırlar. Yerel yönetimlerde doğal olarak sosyolojik oto-kontrol olacaktır. Bir kişi vergi vermezse kimse vermez, ama bir kişi vergisini verirse herkes vermek zorunda kalır ve bunun kontrolü çok kolaydır.
            İthalat, ihracat ve şirket vergileri, Maliye Bakanlığı bünyesinde kurulacak güçlü bir organizasyon ile tahsil ve kontrol edilmelidir. Nereden buldun sorusu sorulmalı, sorunun cevabına göre gereken yapılmalıdır.

                                       YÜKSEK SEÇİM KURULU

          Mobil Demokrasi Dinamiğinde ki en önemli kuruluşlardan birisidir. Birbirinden bağımsız olarak yapılan binlerce seçimin sonuçlarının resmiyet kazandığı yerdir. Seçilenlerin mazbatalarını verir sonuçları merkezi bilgi işlem merkezlerine kaydeder. Siyasi parti üyeliklerinin kayıtlarını tutar. Bu şartlarda mükerrer üyelik ve mükerrer oy kullanmak mümkün değildir.

 
                                    CUMHURBAŞKANLIĞI
                                                                                         
              Yukarıda anlatılan yapıda Cumhurbaşkanına veto yetkisi verilmesi gereksizdir. Ancak devleti temsil görevinin yanı sıra tüm denetleme mekanizmaları Cumhurbaşkanının emrine verilmelidir. Halk adına sistemi denetleyecek kişi yine halk tarafından seçilecek olan Cumhurbaşkanı olmalıdır.
               Cumhurbaşkanını seçmek için genel seçim benzeri seçimlere gerek yoktur. Cumhurbaşkanı İl Üst Kurullarının kendi aralarından gösterecekleri adaylar arasından ve yine kendileri tarafından, lüzum görüldüğü zaman yapacakları seçimle seçilmelidir. Elbette İl Üst Kurulu üyeleri kendi alt kurullarının kararlarını temsil edeceklerdir.

               Cumhurbaşkanının seçimine gerektiğinde parlamento karar verir.
               
               Sistemin esası, hiç kimsenin belirli bir süre için seçilmemiş olmasıdır. Görev daha iyisi bulununcaya kadar sahibinindir. Hiç kimse hak ettiğinden daha fazla görev başında kalamaz. Seçilenler seçenlerin emrindedir.(J)


                                          İL YÖNETİMLERİ

                  Amaç yerel organizasyonlarla halkı devleti ile bütünleştirerek bireyi bütün ve ortak fayda için üretken hale getirmektir. Birey devletin ve ülkenin her aşamasında etkin, alınan her kararda sorumluluk sahibi olmalıdır. Alınan her sonuç, bireyin karar aşamasında yaptığı tercihlerin doğal bir sonucu olacaktır. Hata yapmama sorumluluğu bireyi, daha titiz seçimler yapmaya, en azından bu seçimleri yapabilecek kapasiteyi elde edebileceği ölçüde eğitilmeye yönlendirecektir. Çünkü yapacağı her seçimin sonucunun kendisine bir şekilde yansıyacağı bir sistem içinde yer alacaktır. Birey hata yapsa bile hatasını istediği an telafi etmek imkanı yine bireyin elinde olan bir şeydir. Devleti vücut, bakanlıkları organ, bireyleri birer hücre olarak düşünürseniz Mobil Demokrasi Dinamiğinde devlet , yaşlanmayan ama zaman içinde sürekli kendini geliştiren canlı bir organizma gibi kendini iyileştiren mükemmel bir yapı ve mekanizma halini alıcaktır.
                   Öncelikle mensubiyet çok önemlidir. Birey ilgi alanı, mesleği, siyasi görüşü v.b. nitelikleri ile ortak paydada buluştuğu kişilerle organize olabilme olanağına kavuşmalıdır. Her organizasyon temsil edilebilmeli ve karar erkinde etkili olabilme hakkına sahip olmalıdır. Sivil toplum örgütlerinin gerçek anlamda etkili olabileceği bir ortam oluşabilmelidir. Devletin en yüksek kademelerindeki örgütlenmenin adeta prototipleri köylerde,  mahallelerde ve beldelerde oluşturulabilmelidir. Tüm seçilmiş örgüt temsilcileri önce ilçelerde ve daha sonrada illerde Üst Kurulları oluşturacaklardır.
                  Tek tip yerleşim birimleri planlanmalıdır. Alt yapısıyla, iş alanları ile alışveriş merkezlerinden okul ve hastahanesine kadar modern bir yerleşim alanının tüm gereksinimlerini içeren, devletin her biriminin prototipinin olduğu, bir kez yapılan, bir kez planlanan organize yerleşim alanları olmalıdır bunlar. Ülkemiz neredeyse her 15 yılda bir yerle bir olup yeniden inşa edilmektedir. Depremlerden değil, daha kötüsünden, çıkarcı politikacıların göz yumduğu plansızlıktan bahsediyorum. Tek tek yıkıldıkları için göze batmayan ama her 15 yılda bir yeniden yapılan çok katlı binalardan, her seferinde tekrar tekrar yarılan yollardan bahsediyorum. Tek tip yerleşim merkezlerinin kurulması uzun vadede bu plansızlığın verdiği zararlardan çok daha ucuza gelecektir.

                                        MAHALLE ve KÖYLER
         
          Köy ve mahallelerde seçilmiş en önemli kişiler o köy ya da mahallenin mülki amiri olan Muhtarlardır. Muhtarlar temsil ettikleri birey ve kurumların demokratik tercihlerini temsil edebilecek eğitime sahip nitelikli insanlar olmak zorundadırlar. Çünkü Muhtarlar Mobil Demokrasi Dinamiğine göre yapılanmış bir devlette temel taşı konumunda olacaklardır. İl üst kurulu kararı ile tabanda gizli oy ile yapılan tüm seçimlerin açık oy ile yukarıya aksettiren ilk kademe Muhtarlık müessesi olacaktır.
          Mahalle ve köyler şimdiki ihtiyar heyetleri yerine aynı belediye seçimlerinde olduğu gibi siyasi partilerin almış oldukları oy oranında temsil edildikleri meclisler tarafından yönetilmelidir. Bu meclislerin üye sayısı o mahalle veya köyün nüfusuna göre belirlenmelidir. Muhtarı yönetim kendi içinden seçmelidir.
          Seçimler gerektiğinde ilçe seçim kurumlarına haber vermek kaydıyla izin alınmadan yapılabilmelidir. Mahalle ve köylerde seçimler gizli oy açık tasnif ile yapılmalıdır.
         Mahalle ve köy yönetimlerinin kendi bütçeleri olmalı, İl Üst Kurulunca  tespit edilen miktarda kendi vergilerini toplamalı ve vergi denetimini yapmalıdır. Her birim elde ettiği gelirler ile kendi idari harcamalarını yapmalı yani çalışanlarının ücretlerini kendi bütçelerinden ödemelidirler. Kendi bölgelerini kalkındırma projelerini ilgili kurumların teknik desteği ile oluşturabilmeli ve gereken desteği İlçe Üst Kurulundan talep edebilmelidirler. Mahalle ve Köyler kendi nüfuslarının ilçe nüfusuna oranı nispetinde temsil edilmelidirler. Temsilde oylar açık kullanılmalıdır.

                                          BELDELER

           Birden fazla mahalle ve köyün yönetimlerinin birleştirilmesi ile oluşan bir meclis tarafından yönetilmelidir. Belde başkanını yönetim kendi içinden seçer. Beldeler kendi nüfuslarının ilçe nüfusuna oranı nispetinde temsil edilmelidirler. Temsilde oylar açık kullanılmalıdır.

                                           İLÇELER

              Seçilmiş ilçe müdürleri, Kaymakam, Belediye başkanı ve siyasi parti ilçe başkanlarından oluşan İlçe Üst Kurulları tarafından yönetilirler. İlçeler İl Üst Kurulunda, kendi nüfuslarının il nüfusuna oranı nispetinde Kaymakamlar tarafından temsil edilmelidirler. Temsilde oylar açık kullanılmalıdır.

                                              İLLER

               Seçilmiş il müdürleri, Vali, Belediye Başkanı ve siyasi partilerin il başkanlarından oluşan İl Üst Kurulları tarafından yönetilirler. İl bütçesini ve il ile ilgili her türlü planlamayı yapar.
           İl nüfusunun ülke nüfusuna oranı nispetinde temsil edilir. Temsilde oylar açık olarak kullanılmalıdır. Bu oran uyarınca tespit edilen sayıda milletvekilini kendi ilinden seçer. İli Türkiye Millet Meclisinde milletvekilleri temsil eder. Millet vekillerinin seçilme zamanına İl Üst Kurulu karar verir ve gerek gördüğünde kendi ilinde seçimini yapar. Millet vekilleri siyasi parti yönetimlerinin gösterdiği adaylar arasından seçilir. Millet vekilleri maaşlarını yerel yönetimlerden alırlar. Milletvekillerinin görev süreleri yenisi seçilinceye kadardır.(J)





                                          PARLAMENTO
              
               İl Üst kurullarınca alınan kararla, muhtarlar tarafından mahalle ve köylerde yapılan seçimlerle seçilen milletvekillerinden oluşur. Millet vekillerinin görevi İl Üst Kurullarında alınan kararları temsil etmektir. Ülkenin gereksinimleri doğrultusunda kendi İl Üst Kurullarında alınan kararları parlamentoda savunurlar. Bakanlar kurulunda uyumu sağlamak, devlet mekanizmasındaki aksamaları gidermek ve yeni projeleri uygulamaya koymak amacıyla kurulan komisyonlarda, ilgili bilim kuruluşları ile birlikte yaptıkları çalışmaları kendi İl Üst Kurullarına onaylattıktan sonra parlamentoda karara bağlarlar. Parlamentoda oylamalar açık yapılır. Bakanlar kurulu parlamentoya, milletvekilleri ise kendi İl Üst Kurullarına sorumlu olmalıdır. Milletvekillerinin görev süresi İl Üst Kurullarının yerlerine daha iyi görev yapabilecek birisini seçene kadardır. Genel seçimlere ve bu nedenle devlet mekanizmasının aksamasına gerek yoktur. Her il kendi seçimini gerektiğinde bağımsız olarak yapmalıdır. Seçim zamanı yoktur. Görevlerinde hakettikleri süre kalırlar.
           Mobil Demokrasi Dinamiğinde  milletvekilleri  üstün teknik nitelikli vatan, millet ve insanlık sevgisi ile görev yapma amacında insanlardan oluşurlar. Çünkü şeffaf bir sistemde çıkar ve ihanet mümkün değildir. Seçimler alt kurulların kararlarının açık temsili şeklinde yapıldığı için herşey halkın gözleri önünde gerçekleşecektir.
                                 
                                                                                              
                VATANDAŞLIK

            İlave olarak büyük kolaylık sağlayacağına inandığım bir uygulamayı yazmak istiyoruz. Bilişim çağını geride bırakıp iletişim çağına girdiğimiz bir dönemde hala sabıka kayıtları elden istenmekte,telefon, fax ve bilgisayarlar yeterince kullanılamamaktadır. Öyle ki ,ülkemizde insanlar hala evlerine hapsedilerek kelle hesabı ile sayılmaktadır.
            Her köy,mahalle,belde,ilçe ve ildeki network ağının bağlı olduğu bir bilgi işlem merkezi kurulmalıdır. Her evin yada iş yerinin bir bilgisayar sahibi olması gerektiği bir dönemde,bir köy yada mahallede bilgisayar bulunmamasını düşünemeyiz.
             Her vatandaşın bir vatandaşlık numarası(sosyal güvenlik numarası) ve kredi  kartı benzeri bir kimlik kartı olmalıdır. O vatandaşın tüm bilgileri bağlı olduğu birimde bulunmalı ve bu bilgiler network ağı ile bilgi işlem merkezine aktarılmalıdır. Devletin herhangi bir biriminde, hatta trafik polislerinde dahi banka post makinelerine benzer bir cihaz ile vatandaşa ait her türlü bilgiye ulaşılabilmelidir. Bu bilgiler sabıka kaydı yada vergi borcu olabilir. Kişinin vatandaşlık numarasını bilmek dahi bu bilgilere ulaşmak için yeterli olabilecektir. Bu kartlar yardımı ile vatandaşlar kuyruklara girmeden vergi ödeyebilecek yada oy verebileceklerdir. Oy verme işlemleri internet aracılığı ile bilgisayarlarla yapılabilmelidir. Bir sürü devlet dairesine, ambarlarda çürümekte olan evrak yığınlarına, arşiv dairelerine ve bir sürü memura maaş ödenmesine gerek kalmayacaktır.
                                               EKONOMİ


                    Devlet yapılanmasında alternatif bir sistemin oluşturulmak istenmesinin temel nedeni elbette yurttaşların insan haklarına uygun, refah ve güven içinde yaşamalarını sağlamak içindir. Para kirli bir şey değil tam tersine yurttaşların onurunu temsil eden bayrak kadar kutsal bir şeydir. Çünkü para alın teri ve emeğin karşılığı olduğu kadar diğer dünya devletleri karşısındaki itibarımızı ve yerimizi belirliyen en önemli unsurdur. Ekonomimizin ve ülkemizin ne ölçüde iyi yönetildiğini, paramızın diğer ülke paraları karşısındaki değerine bakarak anlamak mümkündür.
                    Enflasyonlar daima halkın ve üreten kesimin zararına, para satan, paradan para kazanan sermaye sahiplerinin yararına olmaktadır. Ülke yönetimi, siyasi partilerin antidemokratik yapıları nedeniyle sermaye sahiplerinin elinde olduğuna göre, enflasyon neredeyse hükümetlerin ekonomi politikaları haline gelmiştir. Çünkü enflasyon sermaye sahipleri için kolay para, ucuz işçilik anlamına gelmektedir.
                    Enflasyon politikaları bazıları için kolay para kazanmak anlamına gelir. Çünkü hiç kimse oturduğu yerden parasına %100 kârı faiz yolu ile elde etmek varken yatırım yapmaz. Yatırım maliyetleri, işçi ücretleri, sigorta primleri ve üretimin pazarlanması aşamaları dolayısıyla yatırım yapmak para kazanmak için zor bir yoldur ve zaman ister. Üstelik enflasyon ortamında risklidir de. Hele bizzat ülkeyi yönetenler tarafından bir gecelik spekülatif döviz uygulamaları yatırımcıyı çok büyük bir risk altına sokmaktadır. Çünkü iflas etmeniz an meselesidir ve bu spekülatif oyunları önceden bilmek için iktidarlara yakın olmak zorundasınızdır. Geleceğiniz buna bağlıdır.
                    Enflasyon ucuz işçilik demektir çünkü enflasyon işsizlik anlamına gelmektedir. İşsizin bol olduğu yerde iş gücü ucuzdur. Yapılacak bunca iş varken ülkede bu ölçüde işsizliğin olması, ülkeyi yönetenlerin kimin yararına çalıştıklarını gösteren en önemli göstergedir. Daha doğrusu ülkeyi yönetenlerin kim olduklarını gösteren en önemli göstergedir. Zaten ülke yönetimine alternatif bir sistem aramamızın temel nedeni, yönetimin halkın elinden alınarak sermayenin eline verilmesidir. Sermaye ve silah ülkemizde halkın sahibi durumundadır. Oysa demokrasilerde sermaye ve silah halkın hizmetinde olmalıdır diye düşünüyoruz. Maksimum kar anlayışı, maksimum rant anlayışına dönüştü ise sebebi budur ve bu rant yoksul halkın sırtından haksız yollarla kazanılmaktadır.
                    Enflasyonların baş düşmanı üretimdir. Bu yatırım, dolayısıyla istihdam anlamına gelmektedir. Ancak pazarınız yoksa ürettikleriniz elinizde kalır ve yine iflas edersiniz. Zaten bu gün dünyada yaşanan, tüm ülkelerin dünya pazarlarından pay kapmak için kıyasıya kapışmalarıdır. Oysa bize bakarsanız, bırakınız üretmeyi, bırakınız Pazar kapmak için yarışa katılmayı, ülkemizi yönetenler Avrupa birliği ile gümrük birliğine girerek Türkiye ve Türk dünyası pazarını pazarlamayı bir marifet bilmişlerdir. Avrupa birliği , gümrük birliğine hemen evet derken nedense Türkiye’nin Avrupa birliği üyeliğini çeşitli nedenlerle sürekli olarak savsaklamaktadır.
                  Üretim, yatırım gerektirdiği için uzun iştir. Oysa iktidarların bir sonraki seçim döneminde oy istemek için seçmenin önüne çıkabilmesi için onlara gösterebileceği şeylere ihtiyacı vardır. Bunun için ya seçmenlerinin iş taleplerini devlet kadrolarını aşırı şişirerek karşılarlar, yada uydurma projeleri fahiş fiyatlarla ihale ederek onlara gelir kapısı sağlarlar. Topladıkları vergileri bu yollarla çarçur eden hükümetler devletin hayati gereksinimlerini karşılamak için borçlanmak zorunda kalırlar. Ülkemizi idare edenler aldıkları dış borç karşılığında hükümranlığımızı rehin bırakmakta, iç borç karşılığında ise ülke zenginliklerini peşkeş çekmektedirler. Bu gün Türkiye nüfusunun neredeyse yarısının memur ve ailelerinden oluştuğunu düşünürseniz, nüfusun yarısının öbür yarısına baktığı gerçeğini görürsünüz. Nedense Türkiye’de memurlar vergi verdiklerini sanırlar. Çünkü devlet onları da, vermediği parayı vergi olarak geri aldığını söyleyerek kandırmaktadır. Bu gün Türkiye Cumhuriyeti Devleti memurlarını kaç yaşında emekli ederse daha çok kâr edeceğinin hesabını yapmaktadır. Bir gün bu memur ve emeklilerin maaşlarının ödenemeyeceği gerçeği onları hesapsızca işe alanların sorumluluğudur.
                  Bir kişinin yapacağı işin on kişi tarafından yapılıyor olması, on kişinin bir kişinin alacağı paranın onda birini alıyor olması demektir. Bu aynı zamanda paranın alım gücünün on misli azalması anlamına gelmektedir. Bunun enflasyon üzerindeki etkilerini sanırım ekonomistler incelemektedirler.
                  Siyasi iktidarlar topladıkları vergileri memurlara maaş, yandaşlarına ihale olarak peşkeş çekerken yatırım işlerini bir zahmet yabancılardan beklemektedirler. Bakın, işçilik ne kadar ucuz, bu fabrikaları kendi ülkenizde yapmayın ,gelin bizim doğamızı kirletin, sizinkiler temiz kalsın derler. Ucuz işçilik düşük maliyet anlamına geldiği için bu cazip teklife kanarak ülkemize yatırım yapmak üzere gelen yabancı yatırımcılardan, ancak devlet kademelerindeki rüşvet ağından ve ülkedeki dolandırıcılardan sıyrılabilenler yatırımını yapabilmektedirler. Onlarda boğaz tokluğuna çalıştırdıkları işçilerin ürettiklerini kendi pazarlarında satarak refah paylarını kendi ülkelerine götürmektedirler. Eğer işçisi para biriktirmişse, örneğin kendi ürettiği otomobillerden birini satarak o birikimi bile ülkesine taşımaktadır. İşsizliğin bu boyuta geldiği ülkemizde yabancı yatırımcıya karşı olmak mümkün değildir. Ülkemi yönetenler her şeyde olduğu gibi bunda da bizleri alternatifsiz bırakmışlardır çünkü. Neticede yatırımcı, o işi bulabilen işçi ve siyasiler mutludur ya ona bakın, ülkem mutsuz olsa da olur. Bu aynı, sahilde, denize sıfır, on katlı bina yapıldığında, rüşvet aldıkları için belediye başkanı ve üyelerin, yer sahibinin, o binada daire alabilecek kadar parası olanların, müteahhidin ve hatta emsal teşkil ettiği için komşu parsel sahibinin mutlu olmasına benziyor. Hepsi kazanmış ama ülkemiz kaybetmiştir sonuçta. Sahilimize o çirkin beton bina yapılmış, denizimiz forseptik çukuru olarak kullanılmaya başlamıştır bir kere.
                 Burada faiz yatırımı en çok engelleyen bir faktör olarak çıkmaktadır karşımıza. Enflasyon rakamlarının faiz miktarının altında olabilmesi mümkün görünmemektedir. Paranıza  % verilen ilave miktar kadar enflasyon olması çok doğaldır. Çünkü faiz parası karşılığı üretim olarak bulunmayan kalp paradır. Ayrıca bankalar faizle halktan topladıkları parayı, halka verdikleri faizin çok üzerinde fahiş faizlerle devlete borç olarak vermektedir. Devlette aldığı borcun faizini ödemek için tekrar dönüp halktan vergi almaktadır. Bu saçma döngü halkı kendi parasına faiz öder durumuna getirmiştir. Neredeyse halkın var oluş nedeni iç borcun faizini ödemek olmuştur. Sermaye halkı devlet aracılığı ile soymaktadır. Hatta devlet peşin vergilerle halktan daha kazanmadığı gelirin vergisini bile zorla tahsil etmektedir. Ülkemizde sermaye halkımızı zorla becerirken devlet kollarımızdan tutmaktadır, sermaye işini rahat görsün diye. Devletine güvenmeyen halkın yüksek enflasyon karşısında parasının değerini koruma kaygısı, onu yabancı ülke paralarını almaya yönlendirmekte, buda paramızın yabancı ülke paraları karşısında değer kaybetmesinin önemli bir sebebini oluşturmaktadır. Ancak bunun için halkımızı mı suçlamak gerekir yoksa halkına güven vermeyen devletimi siz karar verin.
                  Buradaki ifadelerimizden sermayeye karşı olduğumuz anlamı çıkartılmamalıdır. Biz sadece halkımızdan yanayız ve kalkınmamız için elbette sermayenin yatırımlarına ihtiyacımız vardır. Ancak sermayedeki ayırımı yapan bizzat devlettir. Sistem kendinden olmayan sermayeyi cezalandırmakta, iş imkanı vermemekte, iş adamları iflasa sürüklenmektedir. Siyasi iktidarlar kendinden yana olmayan sermayeye çok fazla yaşama şansı tanımamaktadırlar.
                  Ülkemiz için kalkınma modeli oluşturulacaksa, bunun temelini üretim politikaları oluşturmalıdır. Yabancılara değil kendimize ürettiğimiz, ucuz ve kaliteli ürettiğimiz bir model olmalıdır bu. Üretilenlerin dış pazarlarda tercih edilmelerinin ön koşuludur ucuz ve kaliteli olması. Siz yeter ki ucuz ve kaliteli üretiniz, hiçbir kota sizin malınızın müşteri bulmasını engelleyemeyecektir. İş ve beyin gücünün yurt dışına kaçmadığı, emeğin karşılığını bulduğu, yabancı iş ve beyin gücünün bile üretime katkıda bulunabileceği kadar cazip bir model olmalıdır bu. Bunun ön koşulu ekonomiyi siyasetçilerin ellerinden almaktır. Mobil Demokrasi Dinamiğinde siyasi iktidarlar olmadığı için ekonominin siyasilerin lehine işlemesi mümkün değildir. Hükümetler halkın parlamentosunun ekonomik politikalarını uygulamak durumundadır. Ancak bu şekilde ekonomi kendi kuralları içinde işleme şansı bulabilecek, ekonomiyi politikacılar değil teknisyenler idare edebilecektir. Bu sistemde kamu bankalarını paylaşan siyasi iktidarların kendi yandaşlarına geri gelmeyen krediler vermesi mümkün değildir. Kamu bankalarının özelleşip özelleşmeyeceği yada hangilerinin özelleşmesi gerektiği tamamen önerdiğimiz sistemde oluşturulan parlamentoda, çoğunluğu oluşturan siyasi görüş doğrultusunda alınacak kararlarla değerlendirilecektir. Bizim burada önereceklerimiz bankaların fonksiyonları ile ilgili olacaktır. 


                                              BANKALAR

               Bankaların para satarak enflasyonu körükleyen kurumlar olmak yerine, üretime direkt katkıda bulunan kurumlar olarak yeniden planlanmaları gerekmektedir. Bu planlama serbest rekabet ve Pazar ekonomisi prensipleri doğrultusunda olmalıdır. Bankalar halkın mevduatlarını yatırımlara yönelten, yatırımları planlayan, kendileri de  yatırım yapan kurumlar olmalıdırlar. Bankalar yatırım yapmakla istihdama ve üretime katkıda bulunan en önemli kurumlar olmalıdırlar. Üretilenleri pazarlayan pazarlamacı bir kuruluş gibi çalışmalıdırlar. Halkın küçük mevduatları ile yapılmış olan yatırımların ürettikleri ile borsada değerini bulmasını sağlayan borsa aracı kurumları gibi çalışmalıdırlar. Banka gelirlerini işte bu yatırımlardan elde edilen ürünlerin pazarda satılması sonucunda elde edilen kardan alınan yüzdeler oluşturmalıdır. Ayrıca yatırımını yaptığı her şirketin borsada el değiştiren hisselerinden de pay almalıdırlar. Bankaların mudiler tarafından en önemli tercih edilme sebebini yapacakları yatırımların karlılığı oluşturmalıdır.
                Bankalar verdikleri krediler karşılığında ipotekler alan, krediyi alan şahıs borcunu ödeyemediğinde onun ocağını söndüren kuruluşlar olmamalıdırlar. Tam tersine bulundukları yörede gerekli araştırmalar sonucu yapılması gereken işleri özendiren, planlayan, kurulan iş kar edinceye kadar her türlü desteği veren ve hizmetinin karşılığını edilen kardan belirli bir süre alacağı yüzde ile tahsil eden kuruluşlar olmalıdırlar. Özel teşebbüsün kredi taleplerini karşılarken proje ve ekipman konularında da üretici kendi ayakları üzerinde duruncaya kadar yanında durup edinilen kardan payını almalıdırlar. Ülkenin en ücra noktalarına kadar kurulan bankalar vatandaşın cebindeki parayı nasıl son kuruşuna kadar alıp yüksek faizlerle devlete satarım diye plan yapacaklarına nasıl yatırıma sevk eder üretime katkıda bulunur nasıl pazarlarım diye plan yapmalıdırlar. Bankalar kendilerinden kredi talebinde bulunan vatandaşın battığı takdirde evine, tarlasına, tapusuna nasıl el koyup düşen vatandaşa bir tekme de nasıl kendilerinin vuracaklarının  planlarını yapacaklarına, vatandaşı nasıl kalkındırır kar eder duruma getirip kardan ne kadar süre ile % kaç pay alacaklarının hesaplarını yapmalıdırlar.
               Yatırımlara sevk edilen küçük mevduatların sahiplerinin, mümkünse kendi yatırımlarının olduğu yerlerde çalışmaları sağlanmalıdır. Yatırıma sevk edilen mevduatlara verilecek kâr payı, yatırımın elde edeceği kârdan alacağı pay kadar olacağı için çalıştığı kurumun çok kar etmesi için çaba sarf etmesi sağlanmış olacaktır. Aynı mantık diğer işletmelerde de uygulanmalıdır. Yani asgari ücret artı kârdan pay. Üretimin arttırılması için işçinin işletmeye kâr ortağı olduğunu bilmesi gerekmektedir. İşçi , işletme çok kâr ederse çok, az kâr ederse az kazanacaktır.
                    Bankaların, İl ve İlçe üst kurullarında temsil edilip planlarının bu kurullarda değerlendirilerek onaylanması ve bu yönde desteklenmeleri gerekmektedir. İşte maliye bakanının seçimine katkıda bulunacak bankaları bu şekilde yapılanmış bankalar olmalıdırlar. Ülke kalkınmasında kâra yönelik üretim planlamasını pazar ekonomisi kuralları içerisinde en iyi özel bankalar yapabileceklerdir. Bunu yaparken de kendi aralarında girecekleri rekabetin ülke ekonomisine getireceği katkı çok büyük olacaktır.
            
-------------------------------------------------------------------------------------------------

                  Mekanizmanın işleyebilmesi için değişik dallarda ceza ve mükafat uygulamalarının yararlı olduğunu düşünmekteyim. Burada elbette mükafat kâr, ceza ise zarar olmalıdır.
                   Kıdemli olmak maaşına zam alma gerekçesi olmamalıdır. Aynı pozisyonda eskiyen kişiler zam hakkedecek katkıyı yapmamış demektir. Oysa her terfi hak edilen zammı da beraberinde getirmeli başarı ödüllendirilmelidir.
                   Sağlık alanında hekimlere şu uygulanabilir. Devlet hastanesinde hekime baktığı hasta başına prim verdiğiniz zaman hekim part time çalışıp dışarıda muayenehane açmak ihtiyacını hissetmeyecektir. Bunu yaptığınızda kuyrukta bekleyen bir tane hasta göremezsiniz. Tabi hasta yeteri kadar iyi muayene edilemezse çıkan her komplikasyon neticesinde hekim gerekli ekonomik cezayı almalıdır.
                     Hakimlere baktıkları dosya başına prim veriniz. Bakın o zaman bir dava 15 yıl sürüyor mu? Elbette Yargıtay dan dönen her dosya başına ceza verirseniz o dosyalarda layıkıyla incelenir. Yargıtay’da ki hakime de geri çevirdiği her dosya için prim verirseniz kanunlar içerisinde oto- kontrolü sağlamış olursunuz.
           Bir ülke düşünün başlığı altında yayınladığımız Mobil Demokrasi Dinamiği prensiplerini ancak bir bütün olarak uygulamak ve bir bütün olarak değerlendirmek gerekmektedir. Bu anlattıklarımızın elbette mevcut sistem içerisinde bir geçerliliği yoktur. Bir ülkede uygulanmakta olan sistemin bir anda değiştirilmesi çok büyük bir kaosa ve bu kaosun getireceği sıkıntılara yol açacaktır. Bu anlattıklarımın bir ütopya  olarak değerlendirileceğini biliyorum. Evet doğrudur, benim halkım yaşadığı olumsuzlukları olağan karşıladığı  sürece, tepki vermek yerine  bunu kader olarak karşılayıp rıza gösterdiği sürece, düşündüklerim ütopya olarak kalacaktır. Beni umutlandıran tek şey ise bu yağma düzeni içerisine girmeyi reddeden namuslu aydın insanların, çok kötü yönetilen ülkemi yeniden yapılandırmak amacıyla, kuvayımilliye ruhu ile örgütlenmeye başlamış olmalarıdır. Bu ruhun geçmişte neler başardığını elbette hepimiz bilmekteyiz. Kendimize olan bu güven ve inançla başaramayacağımız hiç bir şey olmadığına inanıyorum.
            
                                              SON SÖZ


              Alternatif olarak sunduğumuz Mobil Demokrasi Dinamiği bir siyasi partinin görüşü değildir.Tam aksine ülke yararına olan tüm siyasi görüşlere organize olabilme, katılımcı demokratik bir ortamda hizmet edebilme imkanı sağlamaktadır.Ve ülkesine ihanet etmeyen tüm siyasi görüşlere eşit mesafededir. Her hangi bir doktrinden ya da herhangi bir ülke modelinden kopya edilmiş değildir.Tamamen Türkiye gerçeklerinden hareket ederek oluşturulan, ülkemiz ve yurttaşlarımızın karakteristiklerine uygun bir yapılanma modelidir. Türkiye ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının dışında hiç bir fikre ya da güce hizmet etmek amacıyla hazırlanmamıştır. Partiler üstüdür ve taraf değildir. Her görüşün ve her ferdin ülkesine katkıda bulunmasına imkan sağlayan, en fazla ihtiyacımız olan birlik ve beraberliğin oluşturulacağı, Siyasi parti ilkeleri ile mensuplarının çatışmadığı fakat kıyasıya yarıştığı bir sistemdir. İşte ülkemiz için gerekli olan da budur.
                Bu açıklamayı yapma nedenim, devletine ve hükümetine dahi güvenini yitirmiş olan vatandaşlarımızın, sunulacak her görüşe kuşku ile bakacak olmalarındandır. Bunda elbetteki haksız değiller. Ancak demokratik olarak, açık ve şeffaf bir şekilde oluşturulan, elleriyle tutup, gözleriyle gördükleri, kendi kararlarının en yüksek kademede bile açık oyla temsil edildiği bir sistemden, yani kendilerinden kuşku duymaları biraz tuhaf olacaktır.
                 Mobil Demokrasi Dinamiği kuramının en önemli özelliği adeta sistemin canlı bir organizma gibi kendini onarmasıdır. Stabil ve statükocu bir yapı bu kuramda mümkün değildir ve devletin sürekliliği asla sekteye uğramaz. Bu sistem kendisi ile yarışan bir sistemdir. Kendimizi yenmek ve kendimizden daha iyi olmak üzere planlanmıştır. Kendisi ile yarışan bir sistemin başarısız olması mümkün değildir.
                  Bir diğer önemli hareket noktası “hakkettiğin gibi yönetilirsin”
deyip de bir türlü kendini yönetme hakkını vermedikleri milletimizin kendi insiyatifini kullanabilme hakkını elde etmesidir. İnsanoğlu nefis sahibidir ve bazen bu nefis hiç doymaz. Eğer fert böyle güçlü bir güdü sahibi ise neden sosyal organizasyonlarda bunu kendi iyiliği için kullanmayalım diye düşündüm. Öyle ya eğer fertler en iyi sosyal güvenlik sistemini, en iyi eğitimi istiyor, refah içerisinde inandığı yada istediği gibi yaşamak istiyorlarsa neden ne istediklerine kendileri karar veremesinler. Ben buna MAKSİMUM FAYDA PRENSİBİ diyorum. Mobil demokrasi dinamiği vatandaşın kendisi için en iyi olanı istediği zaman seçtiği bir sistemdir. Halkımız ancak devletin tayin ettiği değil kendi seçtiği kişiler tarafından yönetildiği sürece  “hakkettiğin gibi yönetilirsin” sözü belki amacı doğrultusunda kullanılabilir diye düşünüyorum.
                   Bu gün dünyada pazar savaşları yaşanmaktadır. Tüm çatışmaların altında ekonomik çıkarlar yatmaktadır.Tabi buna birde yaşam için gerekli temel enerji ihtiyacı ile hammaddelerine sahip olma çabasını eklerseniz kabaca çatışma nedenlerini ifade etmiş olursunuz.
                    Öncelikle yeniden kendimize yeter hale gelmemiz gerekmektedir. Ülkemiz tüm tahribata rağmen özene bezene yaratılmış güzeller güzeli bir ülkedir. Bankacılık sistemini yeniden düzenleyerek sadece bir kaç yabancı sermaye sahibinin ve yerli ortaklarının değil tüm milletin üretir hale getirilmesi gerekmektedir. Sadece üretmek elbette yeterli değildir. Ürettiklerimizi satamazsak üretimin bir kıymeti kalmayacaktır. Bunun içinde pazara ihtiyacımız vardır. Kotalar ve gümrük duvarları her ne kadar göz korkutucu görünüyorsa da bunu aşmak gerçekte hiç zor değildir. Doğru ürünü ucuz ve kaliteli ürettiğimiz sürece inanınız ki Pazar ayağımıza gelecektir. Yeterki üretim seferberliğine girelim ve ekonominin gereklerini yerine getirelim. Bankalar milli ve özerk yapıları ile üretim ve Pazar arkının temel unsurları olacaklardır.
                     Türk ilim adamları ve teknisyenleri sanki ihtiyacımız yokmuş gibi yurt dışında Amerika’ya, İngiltere’ye , Fransa’ya …..vs. zengin batı ülkelerine hizmet etmekteler. Teknolojiyemi ihtiyacınız var? çağırın yurt dışındaki  teknik elemanlarınızı ama geldiklerine ve geleceklerine pişman etmek yerine verin hakkettikleri mevkileri.
                     İşte Mobil Demokrasi Dinamiği siyasi kayırma olmadan herkesin hakkettiği mevkiye gelebildiği ve hakkettiği sürece orada kaldığı bir sistemdir. Bu gün yurttaşlarımız başka ülkelerde çalışmak zorunda bırakılmışlar ise bunun sebeplerini içerde aramak gerekmektedir. Bu sebepler Mobil Demokrasi Dinamiği ile kaldırıldığında emin olun yurt dışında yabancı ülkelere hizmet eden bir tane Türk kalmaz. Gelir cennet vatanımızda huzur içerisinde çalışırlar. Çirkinleştirmek için herşeyin yapılmasına rağmen yeryüzünde Türkiyemizden daha güzel bir ülke bulunmamaktadır.
                     Güçlü ekonomisi ile cazibe merkezi haline gelen Türkiye’nin artık Avrupa birliğine girmek, bir paktın üyesi olmak mecburiyetide kalmayacaktır. Güncel gereksinimler elbette milli çıkarlarımız açısından değerlendirilir. Burada ifade etmek istediğim şey Türkiyenin kendi paktını oluşturacağı günlerin hayal olmadığıdır. Türkiye, bu gün yönetenlerin yapmaya çalıştığı gibi bölünerek kendi içerisinde federe olmak yerine, Mobil Demokrasi Dinamiği ile ulaşacağı güçlü yapısı ile diğer Türk devletlerini koltuğunun altına alarak “ Federe Türk Devletleri”nin hesabını yapmalıdır. Kişisel idealim olan bu hedefi Mobil Demokrasi Dinamiği kuramını okurken hiç aklınızdan çıkarmamanızı dilerim. Bu kuramı mevcut zavallı yapılanma içerisinde değil böylesine büyük bir idealin oluşumu evrelerinde değerlendirmeniz çok daha doğru sonuçlara varmanızda yardımcı olacaktır.
               Ordunun her on senede bir ihtilal yapmasını istemiyorsak gerçek demokrasi için çaba harcamamız gerekiyor. Gerçek demokrasilerde ordu parlamentonun emrinde olur. Çünki ordu halktır, halkı ise parlamento temsil eder. İşte bu yüzden mevcut populist siyasi partiler kanunu, Mobil Demokrasi Dinamiğinde anlatıldığı gibi olmalıdır. Siyasi partiler iç yapılarında demokratik olmadıkça parlamento millete ait olamaz. Ordu çeteleşmiş siyasi partilerin emrindeki parlamentonun emrine girmemek için herşeyi yapmakta adeta memleketi parlamentonun şerrinden koruma vazifesini üstlenmektedir. Ordunun siyasete bu ölçüde bulaşması ise milletimizin gözbebeği ordumuzu yıpratmaktadır. Fundamentalistlerden masonlara kadar değişik gruplar orduya yuvalanmak amacı gütmektedirler. Eğer subaylarımızın Amerika tarafından eğitilmelerini istemiyorsak, iletişim şifrelerimizi İngilizlerle, savunma şifrelerimizi yahudilerle paylaşmak istemiyorsak, eğer güçlü bir ordu istiyorsak güçlü Türkiye’yi kurmak mecburiyetimiz vardır. İşte bunun için devletin milletiyle bütünleştiği, katılımcı gerçek demokrasi ile yönetilen tam bağımsız güçlü Türkiye için Mobil Demokrasi Dinamiğine ihtiyacımız vardır.
             
                 Türkiyemizin doğu ve güneydoğu bölgelerinin yıllardır ihmal edilmişliğinin bu günkü olumsuz sonuçlarını hep beraber yaşamaktayız. Bizim hazırladığımız olumsuz şartları Türk düşmanları ustalıkla bize karşı kullanmaktadırlar. Ben ASALA ve PKK ya hangi ülkelerin yardım ve yataklık ettiğine girmeyeceğim çünkü her Türk ayan beyan çifte standartlı insan hakları şampiyonu batı ülkelerinin ve komşu ülkelerin bize karşı düşmanca tutumlarını bilmektedir. Maalesef ülke ilişkilerinde dostluklar değil çıkarlar önemli rol oynamaktadır. Görüldüğü kadarıyla bu ülkelerin çıkarları bulunduğumuz coğrafyada güçlü bir Türkiye’den yana değildir.
                 Bizim Türk olarak kabul ettiğimiz ve kendimizden ayırmadığımız Kürt vatandaşlarımıza batı yeni bir tarih ve alfabe yazmış, aynı Osmanlıdaki küçük etnik gruplara yaptığı gibi milliyetçi duygularını besleyerek bağımsız bir devlet kurmaları için kışkırtmakta sakınca görmemişlerdir. Türk hükümetlerinin yanlış politikaları sonucu kuzey Irak’ta güney kürdistan adı ile özerk bir bölge oluşturulmuş şimdi planlarının bir diğer kısmına, kuzey kürdistanın kurulması aşamasına geçmişlerdir.
                  Bütün bu hadisat günümüzde cereyan ettiği için içimizdeki hainleri telin etmek yerine, sebep-netice ilişkisi kurarak başımıza örülmek istenen melanetlerden ne şekilde kurtulmamız gerektiğini, yani çözümü konuşmamız gerekmektedir. Sebepler ortadan kaldırılmadıkça kendi dağlarımızı bombalamamız ya da bir fazla terörist öldürmemiz sorunu çözmeyecektir.
             Sebepleri mevcut populist siyasi yapılanma içerisinde aramak gerekmektedir. Bu güne kadar tüm cumhuriyet hükümetleri vatandaşa ulaşmak yerine ağalarla ve şeyhlerle alışveriş yapmayı yeğlemişlerdir. Ağam oylar benim, krediler ve ihaleler senin ya da  36 köyün mercimeği senin oylar benim demişlerdir. Vatandaşlarımıza hizmet ederek, şartlarını iyileştirip eğitim ve sosyal güvenlik vererek oy toplama yerine işin kolayına gitmişler ve bir tek kişiye oy karşılığı ihaleleri ve kredileri peşkeş çekmişlerdir. Doğudaki feodal yapının sorumluları cumhuriyet hükümetlerinin populist politikacılarıdır. Vatandaş devleti yerine aşiretine sığınmayı tercih etti ise elbet bir sebebi vardır. Ekonomik sıkıntılarında bankaya gideceğine ağaya gitti ise, kendini güvende hissetmediyse bunun suçunu devlet yapılanmamızda aramak gerekmektedir. Kaybedecek hiçbirşeyi olmayan bir kürt gencinin dağa çıkması yadırganacak bir şey değildir. Bu devirde hala mağaralarda yaşayan eğitimsiz insanların kandırılarak dağa çıkartılması ülkemiz düşmanları için hiç de zor değildir. Populizmin sonuçlarını bu gün hep beraber görmekte ve yaşamaktayız.
            Bu insanların kaybedecek bir şeyleri olması lazım. Tarlası, bağı, bahçesi, hayvanları, küçük işletmeleri, kaybedecek birşeyleri olması lazım dağa çıkmamak için. Bu insanların ağaları için değil kendileri için çalışmaları, başkasına ihtiyacı olmadan geçinebilmeleri gerek. Bu insanların ekonomik ihtiyaçları için bankaya, güvenlikleri için polise veya jandarmaya gidebilmeleri gerek. Ama tarlasını ipotek edecek bir bankaya değil yukarıda anlattığımız yapıda bir bankaya, kendisine dışkı yediren bir jandarmaya değil şefkatle koruyan bir jandarmaya. Adalet mülkün temeli ise sadece mülkü olanlara adaletli olunuyorsa bu insanlara mülk edinebilecekleri şartlar oluşturmalıdır. Bırakınız dağa çıkmayı, bu insanların iş güçlerinden faydalanılarak üretir hale getirmenin yolu kanaatimizce yukarıda anlattığımız tip de, yatırım yapan, proje ve ekipman desteği veren, işleten, ürünü pazarlayan, kar payı ile çalışan, borsa aracı kuruluşu gibi çalışan bir banka yapılanması ile mümkündür. Devlet devletliğini bildiği sürece vatandaş da vatandaşlığını bilecektir. Kaderine terkedilmiş insanlardan hangi hakla vatandaşlık sorumluluğu bekleyebilirsiniz. Sizin terkettiğinizi bir başkası alıp size karşı kullanıyorsa en azından düşünmeyi deneyebilirsiniz. Bizim güçlü bir Türkiye kurabilmemiz için tüm yurttaşlarımızın katkıda bulunmasıyla ve %100 randimanla çalışmamız gerektiğini hiç unutmamalıyız
            İnsanların temel hak ve hürriyetlerinin devletleri tarafından garantiye alındığı ülkelerde aşiret, ağalık, kulluk gibi şeylere rastlayamazsınız. Klanlar oluşuyor feodal bir yapılanma yaşanıyorsa yanlış sistemde aranmalıdır. Vatandaşın temel hak ve özgürlüklerini garanti altına aldı iseniz, o vatandaş kendi özgürlüğünün yek diğerin özgürlüğü ile sınırlı olduğunu bilir. Bu bilinçteki bir vatandaş disipline edilmiş demektir. Kendisinin ve karşısındakinin hakkına riayet eder. Bu basit gerçekten hareketle ülkemizdeki karışıklıkların sebebini sistemde ve sistemin sahibi olan karanlık güçlerin, karanlık niyetlerinde aramak yanlış olmaz.
                             

                                             ------------0------------


             Sanıyorum biraz kendimden bahsetmenin zamanı geldi. Şahsımdan değil ama siyasi görüşlerimden tabii. Yazdıklarımı okuyanların alışkanlıklarının bir sonucu olarak hangi kampa mensup olduğumu merak ettiklerini biliyorum. Birbirimize bazen soramadığımız  ama cevabını refleksif olarak merak ettiğimiz bir sorudur bu, Kimsin? Necisin? Bendenmisin değilmisin? 
              Anlattıklarımı anlamayanların deli, işine gelmeyenlerin ise vatan haini olarak nitelendirdikleri biriyim ben. Aslında vatanını ve milletini,  hayatını, bu tür insanlara sorma gereği duymadan ve bir an dahi tereddüt etmeden feda edebilecek kadar seven bir insanım. Bana ne, neme lazım, böyle gelmiş böyle gider demeyen bir insan. Bize yapılanları içi kan ağlayarak izleyen, çaresizliğin ve aczin zaman zaman çıldırttığı biriyim. Ömrünü ülkesine hizmet yolunda gençlerin eğitimine harcayan biri. Bir dönem çözümlerin bu sistem içerisinde siyasi olduğunu sanacak kadar aptal biri.
              Bu ülkede milliyetçi iseniz fundamentalistler sizi kavmiyetçi olmakla dinden çıkan biri olarak tanımlar. Sosyalistler ve ayrılıkçı kürtçü koministler ise kafatasçı ve faşist. Sosyalist iseniz yine dinden çıktınız demektir. Hele demokrasi ve laiklik diyorsanız yandınız hepten cehennemlik yaparlar.
             Ben nemiyim? Bu ülkede olmayan ve oldurulmayanım. Ben Milliyetçi Sosyal Demokratım. Ne mutlu Türküm derim. Elhamdülillah müslümanım.
             Ben benlik derdinde olmadan yurdumun içinde bulunduğu gailelerden kurtulabilmesi için kafa patlatan ve verilecek bir mücadele de basit bir nefer olmaya hazır bir TÜRK çocuğuyum.