1 Eylül 2009 Salı



Aşağıdaki bilgileri HANS’ın kendi sitesinden (yukarıdaki linkten) aldım. Sitede daha çok bilgide var. Şimdi nereden çıktı bu HANS mevzusu diyenler olacaktır. Bizim çömez öğrencilik yıllarımızda “best seller” kitapların başında gelen Arz’dan Arşa kitabının yazarı Hans Van Aiberg. Sonra sahtekâr olduğu falan ortaya çıktı konu kapandı gitti. Aşağıda medyada çıkmış yazılar uzun uzadıya zaten anlatıyor. Benim ekleyeceğim bunlar değil. Memlekette sahtekâr mı yok? Bağışıklığımız vardı küçük bir tebessümle unuttuk gitti.
Geçenlerde Cem Yaren’in bir yazısına yorum gönderdim.
Çünkü son zamanlarda değerli yazarın yazılarında mistik, hatta fantastik, mehdisi bol öğeler dikkat çekmeye başlamıştı. Bu yazılar sadece 1 kitabını zorla okuduğum Hans’ı aklıma getirdi. Sonradan sahtekâr olarak basına çıktığını, Balıkesir’de yakalandığını da duymuştum. Onun adının da geçtiği bir eleştirel yorumu Cem Yaren’in sitesine gönderdim. Eleştirime gelen bir tepki, hiç araştırmadığım Hans’ı araştırma zorunluluğu getirdi.
İşte bundan sonrası benim görüşlerim.
Hans V.Aiberg geçinen Elazığlı Bülent Ayberg hiçte sahtekâr değil. Tam bir proje adamı.
Olayların bu boyutunu bende bilmiyordum.Yaklaşık üç günlük bir tarama olayı çok net ortaya koydu.
Proje ne mi?
Yapılan ya da yapılmak isteneni şöyle özetleye biliriz.
Bülent Bey böyle durup dururken parlayanlardan değil. Türkiye’de hiçbir yazar durup dururken parlamaz, parlatılmaz. Bir projeye hizmet ediyorsa medyası ulusal olmayan bu sektörde parlaya bilir. Yoksa kitap değil feriştahını yazsa boş iş. Bunu artık biliyoruz. Ama bir projeye hizmet ediyorsa Cin Ali’nin Oyuncakları kitabını yaz Oscar alırsın. Üç gündür masal kitabı okur gibi, bilim havası verilmiş hurafeler ve saçmalıklarla dolu bir sürü yazı okudum. İçlerinde siyasi içerikli olanlarda vardı. Hans; e-mailinde açıklıyor ; sanki sansasyonel bir şeymiş gibi sunulan yazılar. Oysa binlercesini okuduk, hatta yazdık.
Fettullah gülenle çatışması ilgiçekici.
Ayrıca bizim Bülent beyde sanki ulusalcı, milliyetçi bir hava var. Ama din yine ön planda, yine ağızlarda çiklet edilmiş ve yine mehdiler, uzaylılar, bilim adına saçmalıklar. Hatta görüşlerine Zig zag öğretisi demiş ve felsefi bir hava katmış. Hanifislam öğretisimiş diğer adı. Beni eleştiren arkadaş Hans’ın öğrencisiyim diyerek ayıp etmiş, müridiyim ya da farklı bir hava olsun hanifiyim demesi gerekirdi. Sanrım benim rahat anlamam açısından böyle yazmış.
Yapılmak istenen şudur dostlar:
Fethullah ve Nur yapılanmasının karşısında güçlü bir direnç olarak, milliyetçi / ulusalcı gençler var. Bu gençler sadece din kullanılarak bölünemez. Bunlara birazda bilimsel yaklaşım gerekir. Çünkü bu gençler İslam dinini yaşarken, bilimden kopmaya da karşılar ve dış tehditleri özelliklede Siyonist, emperyalist çıkarlara karşı kemikleşmiş bir dirence sahipler.
İşte Hans’ın yani Bülent’in görevi burada başlıyor. Emperyalist ve Siyonistlere vuruyor, Fettullah’a saldırıyor, bilimsel teorik masallar anlatıyor ve bol bol da dini karıştırıyor. Fethullah basını da buna saldırarak aslında kazanamadığı gençliğin içerisinde Hans’ın yerini perçinleştiriyor. Ama asıl amaç Fethullah’la devşirilememiş milliyetçi, ulusalcı gençliğin arasına sızabilmek.
Bakın bunu neden diyorum?
Hans İslam dinini kafasına göre ikiye bölmüş. Yetmemiş üçüncüyü de kendisi bölmek istiyor.
Sünniler Ortodoks İslam’mış, Şiiler Katolik İslam’mış. Ama Protestan İslam yokmuş. Ve bunun olmayışı bir eksiklikmiş, geç kalınmışlıkmış.
Bizim yerli Hans’ın öğretisi bu işte. İslam’ı bu kez birde milliyetçi, ulusalcı gençleri kullanarak bölmek. Yani Protestan İslam yaratmak. İslam’ı Protesto ettirmek. Yani Fethullah’ın giremediği kesimi halletmek. Fethullah’la bilek güreşi yapması tamamen danışıklı dövüş. Siyonizm/emperyalizme atıp tuttuğuna bakmayın; tamamen bunların uşağı. İslam dininde ne kadar çok mezhep olursa emperyalistin işi o kadar kolay olur. Bu ülkenin ırksal olarak bölünerek emperyalistlerin mezesi derebeylik, eyalet, şehir ülkeler olmasını kolaylaştıracak dini alt yapıyı oluşturma politikasıdır. Bu şeytani, kurnazca plansa ancak saldırıyor gibi yaptığı Siyonist katillerden çıkabilir.
Uyan Türk Halkı; emperyalizm/Siyonizm; bukalemundan beter renk değiştirebilen en zehirli yılandır. Şimdide Hans kılığına bürünmüş.
Saygılar.
Not: Aşağıda günahım kadar sevmediğim yazar ve gazetelerde var. Birkaçta kaliteli yazar. Kaliteden kastım devşirilmemiş oluşu tabiî ki. Ama dediğim gibi bunları Hans’ın sitesinden aldım.Hiç başka bir yeri araştırmama gerek kalmadı.Çünkü yerli Hans çok iyi biliyorlar ki Fethullahçı basın ve yazarların kendine saldırması hedef kitle arasında yerini perçinleyecektir.Bu yüzden sansürsüz vermiş.Birde bir şey yapmış.Sayfasını ortadan ikiye bölmüş ve Fethullahçı medyanın TSK’ya saldıran,yazılarını koymuş.Toy ve yeni yetişen bir üniversite öğrencisinin çok kolay düşeceği tuzak bu.Sayfanın en başındaki link’e tıklayınız göreceksiniz.
'HANS VAN AİBERG" TUTUKLANDI
Balıkesir Emniyet Müdürlüğü'nce düzenlenen operasyonda, "İslam dinini kullanarak para topladıkları" iddiasıyla gözaltına alınan 6 zanlıdan 2'si tutuklandı.
"Hans Van Aiberg" olarak tanıtan Bülent A. "Hanif İslam öğretisi" adı altında internette propaganda yapıyordu.
Balıkesir Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele ile İstihbarat şubelerinin, bir ihbar üzerine yaptıkları istihbarat çalışmaları sonucunda, Balıkesir, Bursa ve Balıkesir'de "Zig- Zag" adıyla eş zamanlı olarak düzenlenen operasyonda yakalanan Bülent ve eşi Mesude Ayberk'in de aralarında bulunduğu 6 zanlı, sorgulamalarının ardından sevk edildikleri adliyede, Cumhuriyet Savcısı'na ifade verdikten sonra nöbetçi mahkemeye çıkarıldı.
Balıkesir'in Edremit ilçesinde yaşayan ve kendisini "Hans Van Aiberg" olarak tanıttığı bildirilen Bülent Ayberk ile Balıkesir Üniversitesi'ne bağlı bir meslek yüksekokulunda öğretim görevlisi olan eşi Mesude Ayberk, "Teşekkül oluşturmak suretiyle bilişim yolunu kullanarak, İslam dinini istismar ederek nitelikli dolandırıcılık yapmak" suçlarından çıkarıldıkları nöbetçi mahkemece tutuklandı.
Zanlılardan Hülya Ü, Akın T, Ergün B ve Kadir Ümit A ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
PROF. ÜNVANIYLA KİTAP YAZMIŞ
Bülent A.'nın eşi Mesude A.
Bu arada, Suriye asıllı olduğu öğrenilen Bülent A'nın, "profesör" unvanını kullanarak birkaç kitap yazdığının anlaşıldığı belirtildi.
Zanlının, "Hanif İslam öğretisi" adı altında internette propaganda yaptığı ve bir cemaat kurduğu, bu cemaatin mensuplarından her ay düzenli aidat toplandığı iddia edildi.
ÜNİVERSİTE CAMİASINA PROF. OLARAK TANITILIYORDU
Operasyon kapsamında gözaltına alınan ve Balıkesir Üniversitesine bağlı bir meslek yüksekokulunda öğretim üyeliği yapan eşinin, üniversite camiasına zanlıyı, "Alman profesör" olarak tanıttığı, Bülent A'nın da üniversitede bazı ziyaretlerde bulunduğu öğrenildi.
Yurtdışı bağlantıları olduğu ve kurduğu cemaatten topladığı paraları kişisel harcamalarında kullandığı öne sürülen Bülent A'nın, çok sayıda gayrimenkul ve otomobile sahip olduğu, eşiyle lüks bir hayat sürdüğü kaydedildi.
TÜRKİYE, ABD, KANADA, HOLLANDA, ALMANYA'DAN PARA GELİYOR
Balıkesir Emniyet Müdürlüğünün düzenlediği operasyonda, "İslam dinini kullanarak para topladığı" iddiasıyla yakalanan Bülent A. (59) ile Balıkesir Üniversitesi'nde (BAÜ) bir meslek yüksekokulunda öğretim görevlisi eşi Mesude A'nın (34) banka hesaplarına, değişik illerin yanı sıra ABD, Kanada, Almanya ve Hollanda'da yaşayan bazı kişilerce para aktarıldığının belirlendiği bildirildi.
Balıkesir Emniyet Müdürü Celal Uzunkaya, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele ile İstihbarat şubelerinin, ortaklaşa düzenlediği "Zig-Zag" adlı operasyonla ilgili gazetecilere bilgi verdi.
100 KİŞİDEN DÜZENLİ ÖDEMELER
Kendisini "Alman Profesör Hans Von Aiberg" olarak tanıtarak dini duyguları istismar ettiği iddia edilen Bülent A. ile eşi Mesude A'nın Balıkesir ve Bursa'daki banka hesaplarına yurt içi ve yurt dışından 100 kişinin her ay düzenli olarak para aktardığının tespit edildiğini söyleyen Uzunkaya, çiftin banka hesaplarında halen 158 bin YTL ile 100 bin dolar bulunduğunu belirtti.
"Bunlar bizim ilk tespitlerimiz. Bu paralarla alınan daireler ile arabaları da dikkate alınca, dolandırıcılığın rakamsal boyutunun çok büyük olduğunu tahmin ediyoruz" diyen Uzunkaya, zanlının, 1980 yılından itibaren internet ortamında kendisini Freiburg ve Kopenhag üniversitelerinden mezun "Alman teorik fizikçisi" olarak tanıttığını kaydetti.
NASA'da çalıştığını öne süren, kendisine "sonradan Müslüman olmuş batılı bilim adamı süsü veren" zanlının, bu yolla maddi çıkar sağladığının belirlendiğine işaret eden Uzunkaya, zanlının, profesör unvanını kullanarak çok sayıda kitap yazdığının, bunları sattığının, bazı televizyon kanallarında din bilimi uzmanlarıyla birlikte tartışma programlarına katıldığının ortaya çıktığını da söyledi.
"HIZIRLA GÖRÜŞTÜĞÜNÜ" SÖYLEMİŞ
Emniyet Müdürlüğüne yapılan ihbar sonrasında internetteki "www.hanifislam.com" ve "www.selamveselam.com" adresli sitelerin sayfalarının takibe alındığını belirten Uzunkaya, söz konusu oluşumun dini bir örgütlenme değil, nitelikli bir dolandırıcılık şebekesi olduğunun saptandığını, bunun üzerine Balıkesir, Bursa ve İstanbul'da eş zamanlı düzenlenen operasyonlarda 6 kişinin gözaltına alındığını hatırlattı.
Uzunkaya, zanlıların "Hanifi İslam öğretisi" adı altında internette propaganda yaparak kendilerine inandırdıkları kişilerden her ay düzenli aidat aldıklarının saptandığını belirtti.
DOĞA ÜSTÜ GÜÇLERE SAHİPMİŞ
Sohbet odaları ve "messenger" üzerinden kod adlarıyla yapılan görüşmelerde Bülent A'nın kendisini "doğa üstü güçlere sahip biri" olarak tanıttığını ifade eden Uzunkaya, zanlının internet aracılığıyla iletişim kurduğu kişilere, "Hızır'la görüştüğünü ve kendisine yol gösterdiğini", kanseri tedavi edecek ilacı bulduğunu söylediğinin belirlendiğini kaydetti.
Organizasyonun, "Şura-Jüri" ve "Komite-Amazonlar" olarak iki yapılanmadan oluştuğuna, Bülent A'nın "şura başkanı", eşi Mesude A'nın ise Amazonların (kadınların) yapılanmasından sorumlu olduğuna değinen Uzunkaya, diğer zanlılar Hülya Ü. (45), Akın T. (32), Ergün B. (34), Kadir Ümit A. (33) ve Mehmet K'nin (33) ise jüri üyesi olarak lanse edildiğinin saptandığına işaret etti.
Balıkesir Emniyet Müdürü Uzunkaya, internet ortamında yazıştığı kişilere, "ihtiyaç sahibi öğrencilere burs verdiklerini, yoksul insanlara yardım ettiklerini, sağlık sorunları bulunduğunu, tedavi masraflarını karşılayamadıklarını" söyleyen Bülent A'nın bu şekilde para topladığını ifade etti.
Paraları yurt içi ve yurt dışında organizasyona üye kişilerin Bülent A. ile eşi Mesude A'nın, Balıkesir ve Bursa'daki bankalarda bulunan ortak hesaplarına gönderdiğini ifade eden Uzunkaya, yurt dışı bağlantıları olduğu ve kurduğu cemaatten topladığı paraları kişisel harcamalarında kullandığı belirlenen Bülent A. ile eşinin çok sayıda gayrimenkul ve otomobilinin bulunduğunu, aylık harcamalarının ise 10 bin YTL civarında olduğunu söyledi.
PORNO CD VE GÖRÜNTÜLER
Uzunkaya, Balıkesir, Altınoluk, Bursa Orhaneli ve İstanbul'da eşzamanlı olarak yapılan operasyonda gözaltına alınan zanlıların ev ve işyerlerinde yapılan aramalarda, 8'i diz üstü 10 bilgisayar, 1 veri depolama aygıtı, 4 veri taşıyıcı, 80 porno içerikli CD, görüntü ve ses dosyaları, 10 porno içerikli dergi, disket, belge, doküman ve ajandalar ile bir ruhsatsız tabancaya el konulduğunu bildirdi.
Zanlıların, "teşekkül oluşturmak suretiyle bilişim yolunu kullanarak, İslam dinini istismar ederek nitelikli dolandırıcılık" yaptıkları iddiasıyla adli makamlara teslim edildiğini kaydeden Uzunkaya, operasyon çerçevesinde Mehmet K'nin arandığını sözlerine ekledi.
Bu arada, internet aracılığıyla 5 yılda 2 bin 161 kişiye ulaşan Bülent A'nın, 767 kişiyi organizasyona dahil ettiğinin tespit edildiği belirtildi.

  • BALIKESİR (A.A)




  • SAHTE PROFESÖRÜN PORNO ARŞİVİ
    Türkiye'deki en ilginç dolandırıcılık skandallarından birine imza atan Bülent Ayberk, kurbanlarından topladığı paralarla porno arşivi kurduğu ortaya çıktı.
    Profesör Hans von Aiberg, ya da gerçek ismiyle Elazığlı lise mezunu Bülent Ayberk, din ile bilimi buluşturduğunu iddia ettiği "Arz'dan Arşa" kitaplarıyla üne kavuşmuştu bir zamanlar. Yıllar sonra gerçek yüzünü ortaya çıkaran polis operasyonuyla, haziran ayında eşiyle birlikte tutuklanarak hapse atıldı. İkisi tutuklu 7 kişilik Aiberg şebekesi, "Teşekkül oluşturmak suretiyle bilişim yolunu kullanarak, İslam dinini istismar edip nitelikli dolandırıcılık yapmakla" suçlanmıştı. Balıkesir Cumhuriyet Savcılığı, aylar süren inceleme ve araştırmalar sonrasında iddianameyi tamamlayarak geçtiğimiz hafta davayı açtı. Yani, yüzlerce kişiyi dolandıran sahte profesör ve şebekesi, yakında hâkim karşısına çıkacak.
    59 yaşındaki Bülent Ayberk'in maskesini düşüren Zig-zag Operasyonu'nda 8'i dizüstü olmak üzere toplam 10 bilgisayara ele konmuş, sahte profesörün evinde 80 porno CD bulunduğu basına yansımıştı. Haziran ayında el konan bilgisayarların bir buçuk yıllık kayıtlarının incelenmesi sonucu ise şebekenin çok daha kapsamlı bir 'arşivi' olduğu ortaya çıktı. İncelemelerde, içinde çocuk ve hayvan pornosunun da bulunduğu 1000'den fazla sapık görüntü ortaya çıkarıldı. Bunlar arasında eşcinsel porno görüntüleri ve iğrenç çizgi filmler de var. Ancak bu görüntüler 'Aiberg İddianamesi'ne dâhil edilmedi; çünkü şebekenin bu görüntüleri internette yaydığı bir türlü kanıtlanamadı.
    &
    Sahte profesörün porno arşivi
    İBRAHIM DOĞAN Sayı: 626/ Tarih : 04-12-2006
    Türkiye'deki en ilginç dolandırıcılık skandallarından birine imza atan Bülent Ayberk'in kurbanlarından topladığı paralarla porno arşivi kurduğu ortaya çıktı.
    Profesör Hans von Aiberg, ya da gerçek ismiyle Elazığlı lise mezunu Bülent Ayberk, din ile bilimi buluşturduğunu iddia ettiği "Arz'dan Arşa" kitaplarıyla üne kavuşmuştu bir zamanlar. Yıllar sonra gerçek yüzünü ortaya çıkaran polis operasyonuyla, haziran ayında eşiyle birlikte tutuklanarak hapse atıldı. İkisi tutuklu 7 kişilik Aiberg şebekesi, "Teşekkül oluşturmak suretiyle bilişim yolunu kullanarak, İslam dinini istismar edip nitelikli dolandırıcılık yapmakla" suçlanmıştı. Balıkesir Cumhuriyet Savcılığı, aylar süren inceleme ve araştırmalar sonrasında iddianameyi tamamlayarak geçtiğimiz hafta davayı açtı. Yani, yüzlerce kişiyi dolandıran sahte profesör ve şebekesi, yakında hâkim karşısına çıkacak. 59 yaşındaki Bülent Ayberk'in maskesini düşüren Zig-zag Operasyonu'nda 8'i dizüstü olmak üzere toplam 10 bilgisayara ele konmuş, sahte profesörün evinde 80 porno CD bulunduğu basına yansımıştı. Haziran ayında el konan bilgisayarların bir buçuk yıllık kayıtlarının incelenmesi sonucu ise şebekenin çok daha kapsamlı bir 'arşivi' olduğu ortaya çıktı. İncelemelerde, içinde çocuk ve hayvan pornosunun da bulunduğu 1000'den fazla sapık görüntü ortaya çıkarıldı. Bunlar arasında eşcinsel porno görüntüleri ve iğrenç çizgi filmler de var. Ancak bu görüntüler 'Aiberg İddianamesi'ne dâhil edilmedi; çünkü şebekenin bu görüntüleri internette yaydığı bir türlü kanıtlanamadı. ZAMAN GEZGİNİ JANA ! Bülent Ayberk'in sanal dünyadaki izlerini takip etmek her ne kadar zor olsa da bilgisayarlardaki kayıtlar, nelerle uğraştığına işaret ediyor. İncelenen banka kayıtları ise Ayberk'in her ay 10-15 bin YTL topladığını ve bu paraları şahsi giderleri için harcadığını ortaya koyuyor. Cumhuriyet Savcısı Ali Ceylan, Balıkesir Ağır Ceza Mahkemesi'nde açtığı davada "Suç işlemek amacıyla örgüt kurma ile dinî inanç ve duyguların istismarı suretiyle dolandırıcılık" gerekçesiyle Bülent Ayberk ve eşi Mesude Ayberk hakkında Türk Ceza Kanunu'nun 220, 158 ve 43. maddeleri gereğince toplam 224 yıla kadar hapis talep ediyor. Bu rakamın yüksekliği, aldatılan mağdur sayısının çokluğuyla yakından ilgili. Bu sebeple Ayberk çifti 31 kez, 'Şûra Üyesi' diğer 5 de kişi de aynı suçtan 26'şar kez yargılanacak. İddianamede para akışı şu şekilde açıklanıyor: Paralar, doğrudan Ayberk ve eşinin bankadaki ortak hesabına yatırılmamış. Dikkat çekmesin ve kimler tarafından gönderildiği bilinmesin diye önce sahte profesörün 'Şûra' dediği 5 kişiden oluşan yakın çevresinin hesaplarında toplanmış; daha sonra aktarılmış. Aylık ortalama 10-15 bin YTL civarındaki para akışının tamamını Bülent Ayberk ve eşinin şahsi harcamalarında kullanıldığı, biri yazlık olmak üzere üç evin kira ve giderlerinin karşılandığı, Kia Cerato marka bir otomobilin taksitinin ödendiği görülmüş. İddianamede Bülent Ayberk'in Edremit Akçay'da ev satın almak için yardım talep etmesi üzerine Mehmet Korut'un tam 100 bin dolar verdiği de kayıtlara geçiyor. Bu yüzden, Akçay'daki evin mağdur Mehmet Korut'a iadesi talep ediliyor. Toplanılan paralarla alınan otomobile ise el konulması isteniyor. İnternette 'mürit'lerine "Brezilya'da yaşayan Jana'ya her ay 1000 dolar gönderiyorum." diyen Ayberk'in bu ifadesini doğrulayacak banka kaydı da bulunamadı. Böylece dolandırıcı Ayberk'in 'Jana' ismini hayranlarından para koparmak için uydurduğu iyice netleşti. İddianamede 'Jana terimi' şöyle açıklanmış: "2300 yılından günümüze zaman gezmeni olarak UFO (uçan daire) yoluyla gelen, Brezilyalı anne-baba'dan Amerika'da yeniden doğan, yarı felçli, kendilerine iyiliklerle yardım eden, kötülüklerden koruyan, düşmanlarıyla mücadele eden, bu sebeple çalışmaması gereken, aylık masrafı 1000 ABD Doları olan, Hızır Aleyhisselam ile görüşen kişi olan Hans von Aiberg'e her konuda yardım eden, 23-24 yaşlarında hayalî bir kadın." ÜÇKÂĞITÇI DEĞİLİM, CIA BENİ TAKİP EDİYOR! Bülent Ayberk'in 2002 yılındaki bir chat sırasında kendisine sorulunca "Evet Elhamdülillah, bu Jana... Evet, bu Jana'nın zamanda geriye sardığındaki resmi." diyerek onayladığı fotoğrafın gerçekte yabancı bir kadın şarkıcıya ait olduğu, biraz oynama yapıldıktan sonra "zaman gezmeni Asket'in resmi" denilerek internete sürüldüğü belirtiliyor. Ayberk'in bazı eski hayranları, bu resmi süren kişinin ise "zaman gezmenleriyle bağlantı kurduğunu" iddia eden Billy Meier adlı bir başka sahtekâr olduğunu duyuruyor sanal âlemde. İddianamede, Bülent Ayberk'in para istemek için internette uydurduğu diğer tuzak bahanelere de yer veriliyor: Fakir üniversite öğrencilerinin harç paralarını karşıladığı, kendisinin yarı felçli olduğu ve özel hastanelerde tedavi gördüğü, yeni kitaplar yazacağı, kanser tedavisi için keşfettiği Edoferon adlı ilacın hammaddesini yurtdışından getireceği; fakat kredi kartı limitinin dolduğu gibi iddialar. Bu konuda hayranlarına söylediği bir söz savcının dikkatini çekmiş ve altı özellikle çizilmiş: "Sakın ve sakın beni o tarihî üçkağıtçılarla, umut tüccarlarıyla ve akbaba hekimlerle karıştırmayın, ben bir bilim adamıyım ve başarı oranımız 39 hastada 11 fire." Söz konusu bahaneler arasında daha ilginç olanı ise "CIA, MOSSAD ve MİT gibi istihbarat örgütleri tarafından takip ve taciz ediliyorum. Bu sebepten dolayı sürekli yer değiştirmem gerekiyor ve birkaç ev kiralamam lazım." şeklinde ifadeler kullanması. 10 yıla yakın süredir sanal dünyada 'avlanan' Bülent Ayberk'in ne kadar para topladığı bilinmiyor. Ancak hesap hareketlerinin incelenmesi sonucu bu miktarın önemli ölçüde netleşmesi bekleniyor. Tutuklandıkları sırada Ayberk çiftinin banka hesabında 158 bin YTL ile 100 bin dolar olduğu ortaya çıkmıştı. Tutuksuz yargılanan sözde 'Şûra Başkanı' Hülya Üstünkaya'nın bu göreve getirilme gerekçesi de iddianamede yer buluyor. Hülya Üstünkaya'nın Şûra Başkanı olacağını, Ayberk'e güya Hızır Aleyhisselam söylemiş!... Savcı, tutuksuz olarak yargılanan ve Ayberk tarafından kandırıldıklarını söyleyip şikayetçi olan 'Başkan' ile diğer üyeler Akın Tunca, Ergün Bektaş, Kadir Ümit Asa ve Mehmet Korut hakkında da 185 yıla kadar hapis talebinde bulundu. Yüzlerce kişiyi dolandırmaktan hâkim karşısına çıkacak Bülent Ayberk hakkında şimdiye kadar 24 kişi şikayetçi oldu. Henüz belirlenemeyen mağdurlar içinse önümüzdeki aylarda yeni bir dava daha açılacak. BENDENİZ, DANİMARKALI NOBEL ADAYI PROFESÖR HANS VON AİBERG! İddianamede yer alan bilgilere göre Bülent Ayberk, kendisini "Hans von Aiberg" adıyla Danimarka asıllı bir fizik profesörü olarak tanıttı ve gazetelerde fal bakarak tanındı. Uydu, roket, astrofizik ve nükleer fizik dallarında ödül aldığını iddia eden Ayberk, Nobel ödülüne aday gösterildiğini ve yaşayan 6 kara delik ve 2 ak delik uzmanından birisi olduğunu öne sürdü. Ayberk'in, Hıristiyanlık'ın kendisini tatmin etmemesi sebebiyle ateist, daha sonra da araştırmaları sonucu din olarak Müslümanlığı, milliyet olarak Türklüğü seçtiği bilgisinin yer aldığı iddianamede, sahte özgeçmiş inşa ettiği ve 1980'li yıllarda yazdığı kitaplarla üne kavuştuğu ifade ediliyor. Sahte isimle kurduğu internet sitelerinde taraftar topladığı ve görüşlerini yaydığı da belirtiliyor. Ayberk, Allah'ın istediğini öne sürerek bir şûra (jüri) kurdu ve başkanlığına Hülya Üstünkaya'yı seçtirdi. Hızır ile görüştüğünü, ilahi emirler aldığını ve kendisinin Hanif İslam öğretisine bağlı olduğunu söyleyen Bülent Ayberk'in, para toplamak için binbir türlü yalan uydurduğu belirtiliyor. Sahte profesörün eşi Mesude Ayberk, tutuklanmadan önce Balıkesir Üniversitesi'ne bağlı bir meslek yüksekokulunda öğretim görevlisiydi.
    ARZDAN ARŞA YALAN KULESİ
    İBRAHIM DOĞAN Sayı: 601/ Tarih : 12-06-2006
    25 yıldır kendini din âlimi, UFO ve fal uzmanı, Kültür Bakanı danışmanı, gazeteci ve NASA görevlisi olarak sunan Bülent Ayberk, Balıkesir'de tutuklandı.
    'Danimarka dilinde adım Hansen vån Æiberg'dir. Ama Faroyar diliyle Hansen Aiberg von Heiberg denir. Türk ve Müslüman olduktan sonra kitap yazınca daha kolay okunsun diye Hans Ayberg yaptık. Vaftiz ismim Peter, orta ismim de Edström. Bunları hiç kullanmadım. Son zamanlarda Hunnes Ayberk yapayım diyordum. Çok isim taktılar bana, Bülent filan dediler. Alman mıyım, Danimarkalı mı, yoksa Malatyalı mı ben de bilmiyorum artık…" 8 Haziran 2006 tarihinde Balıkesir'de eşi Mesude ve 4 kişi ile birlikte gözaltına alınan Bülent Ayberk'i sorgulayan polis, yukarıdakine benzer bir isim listesiyle karşılaştı. Polis, bir zamanların meşhur Hans von Aiberg'inin ortalıkta görünmediği on yıl boyunca internette Hacı, Hacı Ali, Darwin, İznogoud ve daha bir dizi isimle faaliyet gösterdiğini gördü. 10 yıldır zaman gezgini Jana'nın maaşı ve Ayberk'in okuttuğu altı öğrencinin bursları için para gönderen onlarca 'Hanif dini mensubu'nun nasıl aldatılmış olduğunu da… İslam dinini istismar ederek bilişim yoluyla para toplamak ve nitelikli dolandırıcılık suçlarından Balıkesir Adliyesi'ne sevk edilen Bülent Ayberk ve eşi savcılık tarafından da sorgulandı. Ardından nöbetçi mahkemede tutuklanan ve cezaevine gönderilen Ayberk çifti, Türk Ceza Yasası'nın 158. maddesine göre 2 yıldan 7 yıla kadar hapis istemiyle yargılanacak. Serbest bırakılan 4 zanlı ise tutuksuz yargılanacak. Bülent Ayberk ile Balıkesir Üniversitesinde öğretim üyesi olan eşi Mesude'nin, Balıkesir ve Bursa'daki banka hesaplarına yurtiçi ve yurtdışından 100 kişinin her ay düzenli olarak para aktardığı tespit edildi. Çiftin hesaplarında 158 bin YTL ile 100 bin dolar bulunduğu belirtildi. Hans von Aiberg, 1980 ihtilali sonrası ortaya çıktı. Sarı peruğuyla kendini 'Müslümanlığı seçen Alman' olarak tanıtmış, bu da ona bir hayli popülarite kazandırmıştı. 1983-1986 yılları arasında Posta ve Sabah gazetelerinde yıldız falı köşeleri yazdı. 1986 sonlarında din ve bilimi buluşturduğunu iddia ettiği kitaplarıyla İslamî camiaya el attı. Arzdan Arşa serisi olarak bilinen kitapları zamanın en çok satanları oldu. YALANCI ŞÖHRETİ İZLEYEN KAYBOLUŞLAR Kitapları derin fizik bilgisinin yanı sıra muhteşem enaniyet sahibi bir kalemin ürünüydü. Gerçekten de astro-fiziğin ulaşılmamış noktalarında dolaşıyordu. Bu arada Avrupa'da birçok farklı üniversiteyi bitirdiğini, NASA'da çalıştığını, henüz piyasaya sürülmemiş pek çok ürünün mucidi olduğunu anlatıyordu. Böylesine büyük bir dâhinin hem Müslüman hem de Türk olmayı seçmiş olması, 80'li yıllarda ideolojiden arındırma sürecinde milliyetçi-muhafazakâr gençlik için bir cazibe merkezi haline gelmişti. Üniversitelerde muhafazakâr gençler göğüslerini gere gere Ayberg'in kitaplarını okuyordu. Ne de olsa o kendini dünyaya ispat etmiş bir İslam kahramanıydı. Dahası NASA'da ve Avrupa üniversitelerindeki çalışmaları sırasında onlarca Batılı bilim adamının Müslüman olmasını sağlamıştı. Kitapları kapışıldıkça parlayan bu özgeçmiş, sonunda Alman asıllı Türk ve Müslüman Ayberg'in Kültür Bakanlığı'nda danışmanlık görevine getirilmesini sağladı. Namık Kemal Zeybek kendisine danıştığı kişinin Elazığlı Bülent Ayberk olduğunu, elle tutulur bir eğitiminin dahi olmadığını öğrendiğinde iki yıl süren danışmanlığı da sona erdi. 1990'ların ilk yarısında sessizliğe bürünen Ayberk, 1997'de Yaşar Nuri Öztürk'ün Flash TV'deki programına 'kuantum âlimi' olarak katılınca onu yakından tanıyan gazeteciler sahtekârlığını yazıp çizdi. Yine de Öztürk çok etkilendiği bu şahsı 'uzman' sıfatıyla programına taşıdı. Programda kimliği sorgulandığında Ayberk Danimarka'ya bağlı özerk bir bölge olan Faroe Adaları'nda doğduğunu söyledi. İddialarını ispat etmek için de 50 saat izin istedi. 50 saat, 50 gün, 50 hafta oldu, Ayberk'ten haber duyulmadı. Ta ki her kaybolmuşun arandığı interneti, internet de onu keşfedene kadar. Bülent Ayberk'in hayatı yalanlar üzerine bina edilmiş şöhret ve bu yalanların ortaya çıkmasıyla yaşanan kaçışlarla dolu. Bilinen ilk şöhretini 1980'de tezgâhını İstanbul Üniversitesi yakınlarına kurduğunda kazanmıştı. Öğrencilik yıllarında 'Müslümanlığı seçen bir Alman metafizikçisi' olarak tanıdığı Hans von Aiberg'i hatırlıyor Sibel Kilimci. Anlattığına göre Aksaray'da bir otele yerleşen Aiberg evrenden, uzaydan, insanın içindeki güçlerden, reenkarnasyondan, cinler ve perilerden bahsederek çoğunluğu kızlardan oluşan bir hayran kitlesi toplar etrafına. Aiberg'in 'karizma' arayışından üniversiteli kızlar zarar da görür. Kilimci'nin anlattığına göre bir kız arkadaşına kendisinin doğaüstü güçleri olduğunu, uzaydan geldiğini, kalp atışlarının insanlarınkinden farklı olduğunu söyler. Bir başka kızı nişanlısından ayırır. Kafaya taktığı bir kızın da 'rüyalarına girebileceği' tehditleriyle psikolojisini bozar. Kızcağız sonunda okulu bırakarak memleketine dönmek zorunda kalır. Aiberg'in gruba zarar verdiğini gören biri, bu gizemli kişinin gerçek kimliğini araştırmaya başlar. Sonunda asıl adı Bülent olan bu kişinin havaalanında bir ofiste ozalitçi olarak çalıştığını tespit eder. Bu bilgi üniversitede yayılınca Aiberg ortalıktan kaybolur. GÜNAYDIN'IN ÇATISINDAKİ UFOLAR Kaybolur ama bu kez Günaydın grubunun çıkardığı Posta Gazetesi'nde yıldız falı yazarlığı yapmak üzere. Gazetenin Yazı İşleri Müdürü Tevfik Yener, Türkçesinde sonradan öğrenilmişlik emaresi olmayan Aiberg'in özellikle bayan okuyucuları nasıl çarptığını hatırlıyor. Sabah'ta yayınlanan hatıralarında Yener, Aiberg hayranı kadınların gazete kapılarında onu beklediğini, bazı kehanetlerinin isabetli çıkması üzerine ününün daha bir arttığını kaydediyor. Nitekim Posta Gazetesi zamanla yıldız falı ve astroloji köşesini yarım sayfaya, sonra tam ve nihayet iki sayfaya çıkarır. Aiberg bu muazzam 'bilgisinin' kaynağının cinler ve bazı ölmüş bilim adamlarının ruhları olduğunu söyleyerek gazete içinde de bir karizma sağlar kendine. Aiberg'in Günaydın grubundaki şöhreti kısa sürede yayılır. Her sözü merak uyandıran Aiberg, gazetenin çatısında UFO seyretme seansları başlatınca dikkatleri üzerine toplar. O yılları hatıralarında kaydeden Selahattin Duman, gazetede Aiberg rüzgârına kapılanların gece yarılarına kadar çatıda UFO beklediklerini, bu arada getirdikleri nevaleyi de Aiberg'le paylaştıklarını anlatıyor. Aiberg'in Günaydın grubundaki macerasını alacaklıları noktalar. Taksitle mal aldığı kişiler gazetenin kapısına dayanmaya başlayınca Aiberg yine kayboluverir. Daha sonra bir müddet Bilinmeyen Dergisi'nde, peşinden de Sabah Yıldızı Gazetesi'nde çalışır. Ancak her ikisinden de etrafa borç takarak sırra kadem basar. Aiberg bu yıllarda yaptığı 'market araştırması'ndan İslami kesimin kitap tüketiminin hızla artmakta olduğunun farkına varmış olsa gerek ki bundan sonra 'mendilini' cami avlusuna sermeye karar verir. 1986 sonlarında piyasaya çıkan ilk kitabı Arz'dan Arş'a Sonsuzluk Kulesi-1'de kendisini anlatırken tamamen Kur'anî bilgilere dayanarak ortaya attığı teorilerin nasıl kabul gördüğünü, uydu-roket, astrofizik ve nükleer fizik dallarında ödüller aldığını, yaşayan '6 kara delik ve 2 ak delik uzmanı'ndan biri olduğunu, tek başına kurduğu teoremleriyle fizik dalında ve 'beşinci işlem' ile matematik dalında alternatif Nobel ödülüne aday gösterildiğini iddia eder. Aiberg'in İslami camiada tanınmak için aradığı fırsat 22 Mart 1987 tarihli Nokta Dergisi'nin 'Tanrısızlar artık özgürlük istiyorlar' başlıklı kapağıyla gelir ayağına. Karşı cevap için Tercüman Gazetesi'ne giden 'Prof. Hans von Aiberg'in "Ben bir Allahsızdım" başlıklı söyleşisi Tercüman'da yayınlanacaktır. Gazete röportajdan önce duyurusunu yapar. Aiberg'in gerçek kimliğini bilen eski iş arkadaşları Tercüman'daki yayını durdurur. Ama sürmanşetten yapılan reklâm dahi yeterlidir Aiberg'in eselerinin kapışılmasını sağlamaya. Yıldız falı köşesinden başlayan yolculuk inançlı üniversite öğrencilerinin elden düşürmediği kitapları ortaya çıkarır. ZAMAN GEZGİNİ DEĞİL WEB GEZGİNİ Tercüman Gazetesi'nin yayını durdurmasından sonra Aiberg eski çevresiyle ilişkisini keser. Nokta Dergisi Aiberg'in arkasına düşmüş ve bütün kirli çamaşırlarını ortaya dökmüştür çünkü. Bu kez Ankara'ya taşınır. Orada Kopenhag Üniversitesi'nde astrofizik doçenti ve Freiburg Üniversitesi'nde Trans-Psikoloji Kürsüsü öğretim görevlisi olduğu yalanı kulaklara hoş gelir. Başka ortamlarda Lahey ve Bohr Üniversitelerinde profesör olduğunu söyler. Bu isimlerde üniversitelerin olmadığı gerçeğinin dahi kimse farkında değildir. Aiberg'in Ankara'daki tatlı günlerini Adnan Kahveci'nin ilgisi bozar. Tevfik Yener'i arayarak 'senin gazetede çalışmış bir falcı' diye bahsettiği Aiberg'in boş adam olmadığını, ama bu tiplerin sonradan tarikat kurup başa bela olabileceklerini söyleyen Kahveci'nin takibatına rağmen Aiberg yalan çarkını 1996'ya kadar çevirmeyi başarır. 27 Nisan 1996'da Milli Gazete'den Ali Murat Güven, Bülent Ayberk'in nüfus cüzdan bilgilerini yayınlayarak Aiberg efsanesine bir nokta koyar. Ancak bu bile Aiberg'in 13 Mart 1997'de Yaşar Nuri Öztürk'ün Işığa Çağrı programına çıkmasına engel olamaz. Programdaki meydan okumadan sonra Aiberg ortalıktan kaybolarak Balıkesir'e yerleşir. Artık Aiberg, o tatlı yalanlarını anlatabileceği yeni bir ortam bulmuştur: İnternet. Bülent Ayberk 1990'ların sonlarını Balıkesir'deki evinin sessizliğinde geçirdi. Mayıs 2001'de açtığı AİBERG e-posta grubu ile hayran kitlesiyle yeniden iletişime geçerek kısa zamanda 'sanal âlemin din ve metafizik âlimine' dönüştü. İnternet üzerinde verdiği fetvalar, içkiye haram diyenlerin İslam'dan çıkacakları, suyla abdest almaya üşenenlerin ayakkabılarındaki tozla teyemmüm yapabilecekleri, başörtüsünün Kur'an'da olmadığı gibi cesur yalanlar içeriyordu. Namazların vakit ve rekât sayısını değiştirmiş, hadislerin çoğunun uydurulmuş olduğunu ilan etmişti. O dönemlerin moda tartışmalarından Kur'an'ın korunmuşluğu meselesine yeni bir boyut ekledi: "Neyse ki ZİKR korundu. Hiçbir şey eksik değil, sıra bozulmuş, kendi içinde yer değiştirmiş, iskambil destesi karılmış, ZİKR sırası (serisi) değiştirilmiş ama deste tastamam aynı duruyor. BİZLERE düşen görev, onu İNDİRİLİŞ sırasına göre sure-sure, sonra ayet ayet, en sonra da kelime kelime yerli yerine koymak." (3 Aralık 2003, e-posta no:10265) Ayberk'in Arz'dan Arş'a serisinde ortaya attığı yeni kavramlar internet ortamında hızla büyüdü. Zamanla büyüyen sanal tarikatının müritlerinden para toplama sevdasına düşen Ayberk, bu paraları kullanacağı 'meşru bir kanal' oluşturmalıydı. Bunu da sanal âlemin gelmiş geçmiş en fantastik hikâyelerinden birini uydurarak yaptı: Zaman Gezmeni Jana. Jana, Aiberg ve Stephen Hawking ile birlikte 2300'lü yıllardan UFO ile zamanda geriye doğru gelerek yeniden doğmuş bir 'zamanlarüstü asker'dir. Olağanüstü telepatik yetenekleri vardır ve 'kötü cephe'nin hesaplarını bozmaktadır. Ancak yeteneklerinin tam gelişebilmesi için zamana ve tabii bu arada paraya ihtiyacı vardır. Brezilya'da mankenlik yapmaktadır ama yine de Aiberg'in ona para göndermesi gerekmektedir. Ayberk, Jana için ne fedakârlıklara katlandığını anlatır durur. Bu masala inanmayanlar için burs verdiği altı öğrenciden, yapacağı kanser ilacı için Japonya'dan getirilmesi gereken malzemeden, kendisine yönelik bir suikastı ancak bir arabası olursa atlatabileceğinden, laptopunu Jana'ya gönderdiği için internet sohbetlerine bir müddet ara vermek zorunda kaldığından bahseder. Ayberk'e para gönderen müritleri de ödüllendirilir. Balıkesir Üniversitesi'nde öğretim üyesi olan eşinin İş Bankası hesabına para gönderen kişilerin bir kısmını Hanif, diğer bir kısmını Süfyani ilân eder. Bu 'haniflik' ödülü o kadar tutar ki Ayberk bunu örgütlü bir dine dönüştürmeye kadar vardırır. Önceleri 'Protestan İslam' adını koyduğu Haniflik Dinini yaymak için bir dizi site ve forum kurar. Bunların tamamında kendisi moderatör ve bazı tartışmalarda bizzat eleştirmen olarak yer alır. İlk yıllarda mesaj geçen kişilerin IP adreslerinden tanınabileceğini bilmediğinden olsa gerek aynı siteye Aiberg, Hacı, Hacı Ali, Haiberg, İznogoud, Mes-Aj-anda gibi farklı isimlerle yazdığı mesajların aynı IP adresinden, yani aynı bilgisayardan yazıldığının fark edildiğini bilemez. Ancak daha sonra IP adreslerini gizleyen programlar kullanır. Bülent Ayberk'in yalanlarının arkasında kişisel çıkar ve şöhret tutkusunu tatmin arzusu yattığı açık. Peki, sadece internette yazıştıkları birinin arkasından niye koşuyor insanlar? Neden Brezilya'da yaşayan ve 2300 yılından zamanda gezerek geri gelmiş bir sarışın mankene para gönderiyor? Fatih Üniversitesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Ali Murat Yel, toplumların kriz ve bunalım dönemlerinde bu tür paranoyak ruhların kendilerine hareket alanı buldukları kanaatinde. Toplumların dini dışladığı ve dinin toplumsal hayattan bireysel hayata indirgendiği durumlarda bireysel fedakârlıkları dindarlığın gerçek yüzü olarak görüyor gençler. Bu bazı durumlarda intihar saldırganlığına kadar varıyor, bazı durumlarda da maddi fedakârlıklar seviyesinde kalıyor. NİYE İNANIYORLAR? Ali Murat Yel, insanların, tapınma ihtiyacını oturmuş dinlerin tatmin etmediği durumlarda, marjinal arayışlara yöneldiğini söylüyor. Ona göre Avrupa sekülerleşmesine kıyasla küçük kilise dindarlığına hareket alanı tanıyan Amerika'da bu tür arayışlar kilise çatısı altında tatmin buluyor. Avrupa'da ise kıyamet kültleri ortaya çıkıyor. Psikolog Prof. Nevzat Tarhan bu tür oluşumların Türk gençleri arasında rağbet bulmasının temel sebebinin Türk insanının 'biri gelsin kurtarsıncı' karakteri olduğu kanaatinde. Tarhan bu tür 'sahte mesih'lerin bir hastalık sonucu her dönemde ortaya çıkabileceklerini, ama yandaş bulmalarının daha çok toplumsal kırılma dönemlerinde mümkün olduğunu söylüyor. Tarhan'a göre bir hastalık veya maddi beklenti sonucu kendi 'seçilmişliklerini' ilân eden kişilerin hiçbir kabiliyeti olmadığını söylemek doğru olmaz. Tarhan bazı hastalarının kendi içinde tutarlı, altıncı hisleri çok gelişmiş, karşısındakinin zihnini okuyabilen, duyu ötesi algılamaları olan kişiler olduğunu hatırlatıyor. Bülent Ayberk dehasını maddi kazanç için kullanmış bir sahtekar mı? Yoksa kendi yalanlarına inanmış bir paranoyak şizofren mi? Bu sorunun cevabı Ayberk'i ve ailesini ilgilendiriyor. Değişmeyen gerçek ise mistik âlemin şizofrenisinin de dehasının da cazibesini koruduğu… İKİ FARKLI YAPILANMA İnternet aracılığıyla 5 yılda 2 bin 161 kişiye ulaşan Bülent Ayberk'in, 767 kişiyi organizasyona dahil ettiği tespit edildi. Organizasyon, 'Şura-Jüri' ve 'Komite-Amazonlar' olarak iki yapılanmadan oluşuyor. AİBERG MASALLARINDAN SEÇMELER Eylül 2003'te yurtdışına çıkıp Hawking ve Jana ile buluştum. JANA'nın ve HAWKİNG'in yol ücreti dâhil ve de benimki başta, SİZLER ödediniz! Jana'nın görevi bitmedi. 2099'a kadar Turan Birliği'ni gerçekleştirecek. Hanif Candaşlar YIKIN ATALARINIZIN DİNİNİ! ALLAH İNDİNDEKİ EN MAKBUL İSLAMİYET TÜRÜ OLAN HANİFLİĞE KOŞUN. Hadis dinini bırakın, kinleriyle ölsünler. Jana KUTSALDIR. Meryem kadar olmasa da kudsiyeti vardır. Jana Kudüs kadar, bayrak kadar, milli marş kadar kutsaldır. 300 kadar Avrupalı meşhur bilim insanının Zig-Zag (zamanda ileri-geri seyahat) öğretisi sayesinde Müslüman olmalarını sağladım. İki kez doğup iki kez ölenlerdenim. Bir kez ölüm günümü bile kutladım dersem inanmayacaksınız. Dostlarım ben MOBİLE yaşıyorum. Elbette sizlerle buluşmaya can atıyorum. Ama bir daha ÖLME şansım yok. O tam ölüm olur ve biter. Şayialar çıkararak, yerimi gizliyorum. Kadir gecesi bana "Hans ül Emin" adının beratı verildi. Ben şimdi hidrojen bombası yapacak güçteyim. Tabii malzeme verilecek olursa. Ama o malzeme 120 tane Yahudi şirketinin vereceği şeyler. Onları verecekler, takma, geçme, fabrika kuracak devlet. 120 ayrı firma, 5'i Fransız, 17'si İngiliz. Bu mümkün değil. Ben artık sadece sanal kitap yazıyorum. Çok keskin yeminlerim vardır. Yemin ettiğim anda gazeteciliği bırakıyorum. O zaman genel yayın yönetmeniydim. Yemin ettiğim anda Cumhurbaşkanı danışmanlığından ayrılıyorum. Yemin ettiğim anda kitapları bırakıyorum. Bir daha kitap yazmayı düşünmüyorum. JORGE LUİS BORGES (1899-1986) Arjantinli şair, kısa fantastik hikâye yazarı ve hayal âlemi romancısı. Aslen İngiltereli olan Borges hayatı bir metafor olarak görüyordu. Eserlerinde yoğun bir şekilde fizikötesini, Kur'an'da ve Kabala'da gördüğü hakikatlerin bilimdeki paralellerini işledi. Alef Öğretisi, Ak delikler, Babil Kütüphanesi gibi kavramları geliştirdi. Borges'in yazdıkları tamamen hayal ürünü olan, fakat içbütünlüklü hikâyelerden ibaretti. Bülent Ayberk'in Arz'dan Arş'a serisindeki çoğu 'buluş'u aslen Borges'in hikâyelerinden alıntılardır. Ayberk Borges'in bir zaman gezmeni olduğunu, 2300'lerde yeniden doğacağını, Kur'an'ı 17 yıl çalışıp Müslüman olduğunu, ismini Abd-Al-Hack Borg olarak değiştirdiğini ve birinci kez öldüğünde Aşiyan'a gömüldüğünü iddia ediyor. İlginç bir şekilde Borges'in ismi etrafında da Ayberk'in kendisiyle ilgili uydurduğu masallar benzeri iddialar var: Her ikisinin de Nobel ödülü adayı oldukları yönündeki iddialar tamamen uydurmadır.
    AHMET HAKAN
    HUZUR ARIYORUM!
    ***
    Ama beni "kopartan" asıl mesaj şu oldu: "Selam! Ben Dabbetül Arz Hans Von Airberg'in eşiyim. Sizi de protestan İslam tarikatında görmek isteriz. Bizim medyadaki kalemşorumuz olun. Size istediğiniz kadar para!" İşte bu mesaj, bana öldürücü darbeyi vurdu: Bir yandan "Yahu bu kadar salak bir görüntü mü çiziyorum" diye hayıflandım, bir yandan da bu arsızlıkta sınır tanımayan "sıcak para" vaadinin şaşkınlığını yaşadım. "Ben ne yaptım kader sana" şarkısını terennüm ederken birden mesajdaki isme dikkat kesiliverdim.
    ***
    Hans Von Airberg! "Ben bu ismi bir yerlerden anımsıyorum" dedim ve tam 20 yıl öncesine gittim. 80'lerin başında "Abi, şu İslamcı gençler acayip okuyor"kanaatinin yaygın bir şekilde gündeme geldiği ve "Ben hem Kur'an'ı, hem de Kapital'i okurum" diye hava basan yeni yetme İslamcı gençlerin türediği bir dönem vardır, işte o günlere gittim. Her zaman takıldığımız kitapçının vitrinini işte bu Hans Von Airberg'in kitapları süslerdi. "Arzdan Arşa" başlığını taşıyan Airberg kitaplarının gücü, yazarının kimliğinde gizliydi: Fizik, kimya, uzay bilimleri, matematik gibi tüm bilimleri sular seller gibi bilen, NASA'dan emekli Danimarkalı atom fizikçisi Airberg! Profesör Airberg, bilimin ışığında Allah'ı bulmuş, İslam'ı seçmiş ve şimdi yazdığı kitaplarla tüm dünyayı etkilemeye çalışıyor! Hakkında bildiğim bundan ibaretti. Benim gibi fizik, kimya, uzay bilimleri gibi alanlara zerre kadar ilgi duymayan ve "İslam'da huzuru bulanlar" haberlerine her zaman kuşkuyla yaklaşan biri için o kitapların bir albenisi yoktu yani. Derken bir gün, yıllar sonra.. Bir özel televizyon kanalında bilumum korkutucu efektin eşliğinde "Kendisini NASA'dan emekli Danimarkalı atom fizikçisi Hans olarak tanıtan adamın maskesini düşürüyoruz! İlkokul mezunu Malatyalı Bülent Ayberk, nasıl Danimarkalı atom fizikçisi Hans Von Airberg oldu! Az sonra!" diye bir tanıtım görmeyeyim mi? Merakla izledim haberi. Meğer adamımız, Danimarka, Hans ve NASA gibi anahtar sözcüklerle bilimsel gücünü artırmaya çalışan, amatör ama buna mukabil uyanık Malatyalı bir bilim kurgu yazarı değil miymiş!
    İSLAMCI ETKİLEME SANATI
    Ahmet HAKAN
    EĞER adının başında şaşaalı sıfatlar bulunan bir Batılı, sonradan Müslüman olup "hak yolu"na girerse... Bilin ki bu toprakların İslamcılarını avucunun içine almayı başarır! Alın işte Cat Stevens. Adam Müslüman olmasının hemen ardından, öyle eleştiriden münezzeh, "Ulu bir zat"muamelesi görmeye başladı ki, eğer bir dejenerasyon söz konusu olmadıysa, bilin ki karakterinin sağlamlığındandır. Durum şudur: Bir Batılının Müslüman olması karşısında imanının kuvvetlendiğini ve bütün iddialarının kanıtlandığını zanneden bir kafa yapısıyla karşı karşıyayız. Bu öyle bir aşağılık kompleksidir ki, uyanık bir Erzincanlı tam 20 yıldır, bu kompleksin doğurduğu imkanlardan yararlanarak pasta yemektedir. Evet, Erzincanlı Bülent Ayberk’ten söz ediyoruz. Yani namı diğer Alman asıllı İskandinav Hans Von Aiberg’den. Adam tam 25 yıl önce girdi camianın içine. Kendisini sonradan Müslümanlığı seçmiş bir uzay bilimleri profesörü, yıllarını NASA’da geçirmiş bir atom mühendisi, bilgisayar bilmem nesi falan diye tanıttı. Ve olanlar oldu! İslamcı yayınevleri kitaplarını bastı, etrafında küçük de olsa bir grup buldu, müritleri oldu, kısacası bir Hans Von Aiberg rüzgarı esti. Yıllarca bu işten ekmek yedi Von Aiberg, pardon Erzincanlı Bülent. Neyse ki bir gün geldi, bunun foyası ortaya çıktı. Bu sefer de, "Biz bu adamın sahtekar olduğunu biliyorduk" diyenler ortaya çıktı. Tabii ki vaktiyle neden konuşmadıklarını açıklayamadılar. Sonra bizim "yetenekli Bülent", Yaşar Nuri Hoca’yı falan kafaladı, televizyonlara bile çıktı. Çoktandır ortalarda görünmüyordu. Geçen hafta yapılan bir polis operasyonuyla ortaya çıktı ki, bizim Hans, bu sefer internet üzerinden örgütlenmiş. Balıkesir’e yerleşmiş, etrafına yine bayağı adam toplamış. Bu haberi okurken acı acı gülümsedim ve içimden "Ömrüne bereket be Bülent" diye geçirdim. Mehmet Ali biter mi? - BU ülkede "espri" ile "zeka" arasında bir bağlantı kurmaya gerek duymayanlar çoğunluğu teşkil ediyorsa... - Ekranda küfür duyduğunda kahkahayı basanların sayısı, "Bu ne biçim şaka birader" diyenlerin sayısından kat be kat fazlaysa... - Kilosu fazla olanı sarakaya almayı ya da özürlüyle dalga geçmeyi ayıp kabul etmeyenlerin sayısı, ölçümlerde ezici çoğunluğu oluşturuyorsa... - Canlı yayında pantolon indirmek gibi bir sakilliğe prim verenlerin oranı, reklam verenlerin iştahını kabartacak denli çoksa... - "Tek eğlencesi Mehmet Ali" olan kitlenin belirleme gücü, şaşılacak ve umutsuzluk yaratacak kadar büyükse... - Yapılan densizliklerin ve rezilliklerin fark edilmesi için, ancak "indirilen pantolon ve ortaya çıkan yalın ayıp" durumuyla karşılaşılması gerekiyorsa... Bilin ki: Mehmet Ali bitmez, bitmeyecektir. Siz bakmayın, Mehmet Ali’nin programına son verilmesine. "Arkadaş", tam anlamıyla "bir ölür, bin dirilir" bir yapıdadır. Çünkü: Üstüne bastığı zemin acayip kuvvetlidir. Dayandığı kitle müthiş kalabalıktır. "Dokunmayın Mehmet Ali’ye" diyen dostları çoktur. "Ama onun bir piyasası var" diyen girişimciler vardır. Dolayısıyla... Telaşa hiç gerek yoktur. "Pantolondan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" diyenler, fena halde yanıldıklarını görecektir. Zarkavi üzerine küçük bir tartışma SORU: Kardeş, lütfen anlatır mısın bana, kimdir bu Zarkavi? CEVAP: İslam’ın bayrağını yükseklere çıkaran, Irak’ta emperyalistlere karşı şanlı bir direniş sergileyen, "çok cesur ve dindar" bir mücahittir. SORU: Ne yani? Yoksa sen de "Ölmedi, şehit oldu" diyenlerden misin? CEVAP: Tabii ki şehit olmuştur. Hatta onun yolu bizim yolumuzdur. SORU: Peki kardeş, Zarkavi’nin "kafa kesmece" ya da "bomba yüklü kamyonu sivillerin üzerine sürmece" gibi oyunlar oynaması hakkında ne düşünüyorsun? İslam’da böyle şey var mı? Hani savaşta bile merhamet elden bırakılmayacaktı? CEVAP: Bunlar emperyalist yalanları. Direnişçiler böyle şeyler yapmamıştır. Hepsini emperyalistler yapıyor. Hem sen bunları bırak da emperyalistlerin yaptıkları zulümlerden söz et. SORU: Hani Irak’ta Peygamber torunlarının türbesi bombalanmıştı bir süre önce. Bu saldırının sorumlusu olarak da Zarkavi ve adamları gösterilmişti. Peygamber türbesini bombalayan adama şehit denir mi? CEVAP: Yalan. İftira. O saldırıları Amerikan ajanları yaptı, sonra da Zarkavi yaptı dediler. Haberlerin kaynağına bakalım. Kaynak Amerika’dır. SORU: İyi ama bu haberin kaynağı Amerika değil ki. Irak İslam Devrimi Yüksek Konsey Başkanı Abdülaziz Hekim, türbe saldırısının sorumlusunun Zarkavi çetesi olduğunu açıkladı. CEVAP: O adama da bakmak lazım. O da belki ajandır. SORU: İyi ama Abdülaziz Hekim’in Amerika ile arası hiç iyi değil. CEVAP: Amerika, Irak’ta yaptığı kötülüklerin hepsini Zarkavi’nin üzerine attı. Böylece işgalini Zarkavi üzerinden meşrulaştırmaya çalıştı. Amerika, Zarkavi adını bu yönde kullanmaya çalıştı. SORU: O zaman Amerika neden Zarkavi’yi öldürsün ki? Çok kullanışlı bir meşruiyet gerekçesini neden elinden kaçırsın? CEVAP: Sen emperyalistlerin sözcüsü olmuşsun, seninle konuşulmaz.
    NİHAT GENÇ'TEN AİBERG YORUMU!
    30 senedir ortaya bir çıkıp bir kaybolan ama çıktı mı inanılması güç zirvelere de tırmandığı hayretle müşahede edilen Hans von Aiberg, asıl adıyla Bülent Ayberk, Balıkesir'deki operasyonla yakalandı. Özal ailesinin yakın çevresine giren, Kültür Bakanlığında danışmanlık yapan, gazetelerde köşe yazarlığı yapıp yazı dizileri yayımlayan, Yaşar Nuri Öztürk'le TV programına dahi çıkan Han von Aiberg, yıllar sonra, internet üzerinden geniş bir müirt kitlesine erişince, polis harekete geçti. Kendisini İskandinav - alman kırması, sonradan Müslmanlığı seçmiş profesör olarak başarıyla tanıtan Aiberg, 1980li yıllarda İslamcı gençlikten büyük hayran kitlesine de ulaşmıştı. İslamcıların bilimsel ezikliğini büyük beceriyle sömüren sahte profesör, defalarca ifşa edilmesine rağmen Altınoluk'ta internet üzerinden faaliyetlerini sürdürürken tespit edildi.
    30 senedir ortaya bir çıkıp bir kaybolan ama çıktı mı inanılması güç zirvelere de tırmandığı hayretle müşahede edilen Hans von Aiberg, asıl adıyla Bülent Ayberk, Balıkesir'deki operasyonla yakalandı. Özal ailesinin yakın çevresine giren, Kültür Bakanlığında danışmanlık yapan, gazetelerde köşe yazarlığı yapıp yazı dizileri yayımlayan, Yaşar Nuri Öztürk'le TV programına dahi çıkan Han von Aiberg, yıllar sonra, internet üzerinden geniş bir müirt kitlesine erişince, polis harekete geçti. Kendisini İskandinav - alman kırması, sonradan Müslmanlığı seçmiş profesör olarak başarıyla tanıtan Aiberg, 1980li yıllarda İslamcı gençlikten büyük hayran kitlesine de ulaşmıştı. İslamcıların bilimsel ezikliğini büyük beceriyle sömüren sahte profesör, defalarca ifşa edilmesine rağmen Altınoluk'ta internet üzerinden faaliyetlerini sürdürürken tespit edildi. İnternet üzerinde Hanif İslam takma adıyla tarikat kuran ve çok sayıda web sitesi açtıran Bülent Ayberk, Balıkesir Üiversitesinde öğretim görevlisi eşiyle birlikte lüks içinde yaşarken bulundu. Hans von Aiberg kültü üzerine, Memleket Hikayeleri kitabında en güzel yazılardan birini yazan, Aiberg olayını trajik ve komik gerçekliği içinde ortaya koyan Nihat Genç'e Aiberg Vakasını sorduk. İşte, Nİhat Genç'in Hans von Aiberg vakası hakında 8sutun'a yorumu... NİHAT GENÇ: "BU ADAM BU TOPRAKLARDA KANDIRABİLECEĞİ İNSANLAR BULDU. NE DİYELİM?" Türk sağını, 1980lerde gelişmekte olan Müslüman gençliği "uzaydan geldi, kainattan ışınlandı, dünyanın sırrı" gibi şizofren tezlerle tavlamış, büyük şöhret yapmış, hattâ kültür bakanlığında danışman olarak çalışmış, hattâ büyük sağ gazetelerde tefrikalar yapmıştı. Bir gün sanıyorum Tercüman gazetesinde Taha Akyol bu adamın diplomalarını merak eip sormuş, Almanya'daki bütün büyük üniversiteler tarandıktan sonra boş çıkmış ve Taha Akyol da bunun profesör olmadığına karar verip tefrikayı sona erdirmişti. İslamcı gençliK içinde şöhreti fazlaca olan, bir zaman sonraysa dalga geçilen ama hâlâ kendisinin manyak teorilerine inanacak insanlar bulan bir adam bu. Artık ne diyeyim, bir ucube mi diyeyim, yoksa hâlâ böyle konuşuyoruz diye mahkemelere mi gideriz yine? Sonra bunun Antepli Süleyman olduğu anlaşıldı, şimdi de Suriyeli mi ne çıkmış, bizi ilgilendiren tarafı şu: Bu adam bu topraklarda kandırabileceği insanlar ve yayınlar buldu, bu adam bu topraklarda kandırabileceği okuyucular buldu, kitapları İslamcı kitapçılarda satıldı. Daha ne diyelim?
    DİN-İMAN TARİKAT, PARA-PUL SİYASET! 07.02.2006
    TUNCER BAHÇİVAN Koskoca Prof Dr. Yaşar Nuri Öztürk bile kendine “din alimiyim” diyen bir sahtekarla Flash tv de günlerce program yaptı da anlamadı.
    Hans Von Ayberg nam-ı diğer gazeteciliğin yüzkarası Bülent Ayberk. Bülent’i yaratan da 1980 li yıllarda Günaydın Gazetesi yöneticileri. Saçını boyadılar, tel çerçeveli gözlükle bir de resmini bastı, adını da “Danimarkalı ünlü yazar Prf. Dr. Hans Von Ayberg” koyup köşe yazarı yaptılar. Bülent bu isimle fal büyü dedikodu yazacaktı. Bu adla meşhur olduktan sonra dini mevzulara girdi çok sayıda kitap yazdı. Kendi haremini yarattı, İnternet siteleri yaptı köşeyi bir kaç kez döndü.
    İşin tuhaf yanı; Bülent’in foyası meydana çıktığı resimleri basıldığı halde hiç pozisyon kaybetmedi. Din iman mevzuunda ağzı çok iyi laf yapan, eli iyi kalem tutan “Ayberg” halen faaliyette. Koca İslam büyüğü Prof Yaşar Nuri’yi bile kandırmakla ününe ün kattı üstelik.. Ben çok önemli bir güvenlik kurumunda çalışan “Harbiye mezunu” binbaşının bile Von Ayberg’in hayranı olduğunu gördüm. Ayni kişi Cüppeli Ahmet’in de müridiydi üstelik!Neyse ki emekli edildi Anlayacağınız din iman yoluyla tarikat kurar, zengin olur, siyaset yapar Başbakan bile olursunuz. Yüce halkımızın gözünün içine baka baka yamuk yapsanız asla görmezler. Ağırlığınızca altın götürün, Versace don giyin, arazileri götürün vilları dikin paraları un gibi akıtın görmezler. Hatta film şirketi kurar Hollywood’la ortak film çevirir ülkede gişe rekoru kırar, köşeyi döner döner vadinizde bir de takla atarsınız.
    Bu muhteşem halk kaliteye asla prim vermez. Ben umudumu kestim. Televizyonları izleyin halkımızın neleri ratinglediğini görün. Peki halk kendinden mi böyle oldu, yoksa onu böyle mi yaptılar? Diye sorarsanız o da ayrı bir münazara, hatta uluslararası panel konusu.
    Tuncer Bahçivan
    KURAN VE BİLİM
    Taha akyol İSMİ Hans van Aiber; İskandinav asıllı Alman teorik fizikçi; Freiburg ve Kopenhag üniversitelerinde 'evrenbilim' eğitimi görmüş. Amerikan Uzay Araştırmaları Merkezi NASA'da uzman olarak çalışmış. Kozmolojiye meraklı olduğu için, Kuran'ı da incelemiş. Kuran'da pek çok modern bilim teorisinin ipuçlarını bulunca, kendi internet sitesinde yazdığına göre, "Müslüman ve milliyet olarak Türk olmayı" seçmiş. Ve, "tamamen Kuran hedeflerine dayanan" bilim teorileri geliştirmiş; dünya hayran olmuş kendisine, hatta "uydu-roket, astrofizik ve nükleer fizik dallarında uluslararası üç ödül" almış... Falan, filan... Polis önceki gün bu adamı gözaltına aldı. Çünkü söylediklerinin hepsi yalan; üstelik bu yalanlarla saf insanları kandırarak muazzam bir servet kazanmış! Yirmi yıllık yalan 1987 yılıydı galiba. Tercüman gazetesinin Genel Yayın Müdürü'yüm. Gazetede ciddiyetine güvendiğim bir arkadaş bu "Hans van Aiber"le görüşmüş. Türkçeyi sonradan öğrenen bir Alman gibi konuşuyormuş, sarı saçlarıyla da tam bir Alman! Tayini çıkmış, yakında İstanbul Fen Fakültesi'nde ders verecek; belgelerini de göstermiş! Tercüman'da "Bilim ve İslam" konusunda bir haftalık dizi yazmak istiyor. Belgeleri de görünce inandım. Gazeteye anons koyduk: "Müslüman Alman Fizikçi Aiber'in kaleminden..." Sabah vakti rahmetli Prof. Ayhan Songar'dan bir telefon: "Yahu bu adam şarlatan! Hepsi yalan!.." Araştırdım, gerçekten, baştan aşağıya yalan! Saçını ve kaşlarını sarıya boyamış, ağzını eğip büküp Alman gibi konuşan bir şarlatan! Hemen ertesi gün gazeteye açıklama koyduk, okuyucudan özür diledik. Aradan yirmi yıl geçti; aynı yalanlar! O zaman da "Hans..." adını kullanıyor, "Türklüğü ve Müslümanlığı seçmiş bir Alman fizikçi" olduğunu söylüyor, aynı teorik zırvalardan bahsediyordu. Gizli ilimler! İşin prensibi bu tekil vakadan daha önemli: Dinle ilgili veya falcılık gibi dinle ilgisiz olsun, "gizli ilimler" pek çoğumuzun ilgisini çekiyor ve şarlatanlara servet kazandırıyor! Batılıların "occultism" dediği şey... Bunun dini ilimlerle de modern bilimle de hiçbir ilgisi yoktur. Bu şarlatan, mesela, yoğun bir şekilde "cifr" işlemi yapıyor: Kuran'daki veya başka metinlerdeki harf ve rakamlardan "gizli manalar"ı çözme işlemi... Dinle de bilimle de ilgisi olmayan, olsa olsa 'sanat' diyebileceğimiz bir yakıştırma... Ama "esrarengizliğin" cazibesine sahip! İşin 'metot' tarafı, bu tekil olaydan daha önemlidir: Kuran'da şifrelenmiş ve özel kişilerce ya da 'occult' yollarla deşifre edilebilecek gizli manalar yoktur! İlmi ve dini metotlarla her çağın bilgilerine göre Kuran tefsiri yapılabilir; bu tamamen ayrı bir meseledir. Kuran, Güneş'in ve Ay'ın hareketlerinden bahseder. Bunu eski tefsirciler Batlamyus teorisine göre "yermerkezli" yorumlamışlardı, bugünkü din bilginleri modern astronomi açısından yorumluyorlar. Bu normaldir, bilgiye göre yorumun değişmesi tabii, hatta gereklidir. Kuran bir fizik, kimya, iktisat ve siyaset kitabı olmadığı gibi, "gizli ilimler" kitabı değildir, "mübin"dir, yani 'açık'tır. Aklımızı çelebilecek ideolojik veya 'occult' tipi büyülere dikkat!
    SANAL ŞEYH YAKALANDI
    Coşkun YAMAN- Ahmet ERTAN/EDREMİT (Balıkesir), (DHA)
    Kendisini, "NASA uzmanı, Alman teorik fizikçi profesör Hans Van Aiberg" olarak tanıtarak, "Hanif İslam öğretisi" adı altında, internette kurduğu iki sitede yüklü miktarda para topladığı iddia edilen eski gazeteci Bülent A. (59) yakalandı. Balıkesir’in Edremit İlçesi’ne bağlı Altınoluk Beldesi’nde operasyon düzenleyen polis, Bülent A.’yı, Balıkesir Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Muhasebe Bölümü’nde öğretim görevlisi eşi 34 yaşındaki Mesude A. ile birlikte yakaladı. Operasyonu genişleten güvenlik güçleri, İstanbul’da 1, Bursa’da 3 kişiyi daha gözaltına aldı. Bülent A’nın, çok sayıda gayrimenkul ve otomobile sahip olduğu, eşiyle lüks bir hayat sürdüğü belirtiliyor. Hanif İslam’ın Öğretisi’nin dayanağını, Zig-Zag öğretisiyle açıklayan Hans Von Aiberg’le ilgili operasyona da ’Zig-Zag’ adı verildi. Operasyonun sürdüğü, olayla ilgili bazı şüphelilerin arandığı öğrenildi. Zanlıların, sorgulamalarının tamamlanmasının ardından, "Dini duyguları istismar ederek, nitelikli dolandırıcılık yapmak" suçundan adliyeye sevk edilecekleri bildirildi.
    SAHTE DANİMARKALI PROFESÖRE DAVA
    Hilmi DUYAR/BALIKESİR, (DHA)
    Balıkesir polisinin bir süre önce düzenlediği ‘Zig-zag Operasyonu' ile yakalanan ve kendini 'Dabbet' ilan ettiği belirtilen tutuklu Bülent Ayberk ve eşi Mesude Ayberk'in de aralarında bulunduğu beş kişi hakkında ‘İslam dinini kullanarak para topladığı' iddiasıyla dava açıldı. İddianamede, Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) ilgili maddesi gereği tüm şüpheliler hakkında, ‘Dini inanç ve duyguların istismarı suretiyle dolandırıcılık’ suçundan 2 ila 7 yıl arasında hapis cezası ve 5 bin YTL'ye kadar adli para cezası isteniyor. Suçun mağduru birden fazla olduğu için, Ayberk çifti 31 kez, diğer beş kişi de aynı suçtan 26'şar kez yargılanacak. Ayrıca, Bülent ve Mesude Ayberk çifti, ‘Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak’ suçundan 2 yıldan 6 yıla kadar, tutuksuz şüpheliler de, ‘suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak’ suçundan 1 yıldan 3 yıla kadar hapis istemiyle yargılanacak. Şüphelilerin, mağdurları birden fazla dolandırdığı iddiasıyla alacakları cezaların dörtte 3 oranında artırılması isteniyor. MÜRİTLERDEN İLAÇ PARASI TOPLAMIŞ İddianamede, Bülent Ayberk'in kendisini Danimarka asıllı fizik profesörü Hans Von Aiberg olarak tanıttığı, gazetelerde fal bakarak ünlendiği, uydu roket, astro fizik, nükleer fizik dallarında ödül aldığını, matematikte Nobel ödülüne aday gösterildiğini ve yaşayan altı kara delik ve iki ak delik uzmanı olduğunu öne sürdüğü belirtildi. İddianamede ayrıca, Bülent Ayberk'in Hristiyanlığın kendisini tatmin etmemesi nedeniyle ateist olduğu, araştırmaları sonucu Müslümanlığı seçtiği, kurduğu internet sitelerinde taraftar topladığı ve görüşlerini yaydığına da dikkat çekildi. Bülent Ayberk'in Allah'ın istediğini öne sürerek bir şura kurup, başkanlığına da Hülya Üstünkaya'yı seçtirdiği, yandaşlarına kendisinin Hızır ile görüştüğünü söylediği ve Hans Von Aiberg'in yarı felçli olduğu için tedavi olması gerektiği ve yeni ilaçlar için para topladığı da iddia edildi. Ayberk çiftinin bu şekilde toplanan paralarla aylık 10 -15 bin YTL arasında gelire sahip olduğu tesbit edildiği belirtilen iddianamede, “Gelen paralarla biri yazlık olmak üzere 3 evin kira ve giderleri karşılanırken, KİA marka bir cipin taksitleri de ödeniyordu. Edremit Akçay'da yazlık almak amacıyla müritlerinden para isteyen Bülent Ayberk, üyelerden Mehmet K.'nın bağışladığı 100 bin dolar ile yazlık aldığı belirlendi” denildi. 'ZİG-ZAG OPERASYONU'YLA YAKALANMIŞLARDI Balıkesir polisi geçtiğimiz Haziran ayında düzenlediği 'Zig-zag' adlı operasyonla, kendini zamanda gezen 'Dabbet' diye tanıtan Bülent Ayberk ve eşi Mesuda Ayberk ile beş kişiyi yakalamış, ‘Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak’, ‘Dini inanç ve duyguların istismarı suretiyle dolandırıcılık’ suçlamasıyla savcılığa sevk etmişti. Bülent ve Mesude Ayberk çifti tutuklanmış, diğer beş sanık tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı.
    A´DAN Z´YE HANS VON AİBERG MASALI
    Tam 25 yıldır Alman profesör ve din alimi diye ortalıkta gezen bir sahtekar ile adım adım onun izini takip edip maskesini düşüren bir hayalet avcısı...
    “Film eleştirmenliği” mesleğine getirdiği farklı bakış açısıyla, sayıları gitgide artan sadık bir okuyucu kitlesine sahip olan Yeni Şafak sinema editörü Ali Murat Güven’in, dikkatli takipçileri tarafından yakından bilinen bir diğer özelliği de yıllardan bu yana dinî içerikli yalan haberlere karşı ödünsüz bir mücadele yürütmekte oluşu…
    Bugüne kadar pek çok medyatik hurafenin iç yüzünü sağlam kanıtlarla gün ışığına çıkartan Güven, geçtiğimiz hafta ülke gündemine damgasını vuran “Sahte Profesör Hans Von Aiberg” vak’asınında da gerçekte bundan uzun yıllar önce ilk “uyanan” ve dindar kitleleri de elinden geldiğince “uyandırmaya çalışan” gazeteci olmuştu.
    İslâmî camiada “Prof. Dr. Hans Muhammed Von Aiberg” nâmıyla ünlenen bu şarlatanın gerçek adının “Bülent Ayberk” olduğunu 1990’ların başlarında ilk kez ortaya çıkartan ve durumu malûm kişiye ait resmî nüfus kayıtlarıyla da belgeleyen Ali Murat Güven, o tarihten beri sahte âlimin “kara liste”sinde bulunuyordu.
    Ayberk’in hayatta en nefret ettiği insan olan Güven’e ulaşıp, önce “Arz’dan Arş’a Sonsuzluk Kulesi” adını taşıyan bir dizi sansasyonel kitapla, ardından da internette kurduğu propaganda siteleri aracılığıyla son yirmi yıldır onbinlerce insanı etkisi altına alan bu sahte bilgine karşı verdiği mücadelenin öyküsünü etraflıca anlatmasını istedik.
    Yazarın bize aktardığı trajik-komik olaylar, gerçekte kendi kişisel öyküsü olmaktan çok, Türkiye Müslümanlarının (en azından bir bölümünün) eleştirel bir bakış açısından bütünüyle kopuk, önüne her konulana kolaylıkla inanan ve her an dolduruşa gelmeye müsait kişilik yapılarının da acıklı bir yansımasıydı aslında…
    Bu uzun ama dopdolu söyleşimizi, Türkiye Müslümanlarının yakın tarihine kayıt düşecek nitelikte ibretlerle dolu bir belge olarak ilgiyle okuyacağınıza inanıyoruz.
    ‘Ayberk vak’ası, İslâmî yayıncılık piyasasının en büyük utancıdır’
    Yaşar İliksiz´in söyleşisi
    (Bu söyleşinin her türlü yayın hakkı saklıdır. Yayıncı ve konuğunun ortak mütâbakatıyla, Haber 7’den başka hiç bir yayın organında kısmen ya da tamamen alıntılanarak kullanılamaz.)
    - İnternette yıllar boyunca “insanlar tarafından çekilmiş ilk gerçek cin görüntüsü” diye dolaşan ve görenlere korku salan bir fotoğrafın, aslında İngiltere’deki turistik bir mağaraya dekor amaçlı olarak konulmuş plastik bir canavar maketi olduğunu ortaya çıkartmanız…
    Londra-British Museum’da yer alan ve pek çokları tarafından “Kızıldeniz’de boğulmadan önce Allah’a secde eden firavun” olarak kabul edilen ünlü cesedin, aslında bambaşka bir çağda yaşamış Mısırlı bir köylüye ait alelâde bir mumya olduğunu çağdaş arkeolojinin verileri ışığında kanıtlamanız… Bunların dışında, “cehennemden gelen çığlıklar” olduğu ileri sürülen ve bir dönem dindar kesimde -bütün mantıksızlığına rağmen- epeyce rağbet gören o gizemli ses kaydının gerçekte Danimarkalı bir ses uzmanı tarafından yapılmış ürkütücü bir özel efekt hilesi olduğunu belgeleyen araştırmanız…
    Kur’an okuyan annesine karşı saygısızca davrandığı için bir anda fareye dönüşen Ürdünlü genç kızın fotoğrafının, Avustralyalı bir heykeltraşın yaptığı silikondan bir heykele ait olduğunu açıklamanız… Ya da, önceki yıl İslâm âlemini birbirine katan “Hz. Âdem’in dev iskeleti” fotoğrafının Kanadalı bir grafik tasarımcının yaptığı photoshop numarasından ibaret olduğunu gözler önüne sermeniz…
    Ve şu anda aklıma gelmeyen daha niceleri...
    Bizler sizi sinema yazarlığınızdan da önce gizemli olaylara yönelik araştırmacı kişiliğinizle tanıdık ve bu yöndeki haberlerinizden pek çoğunu geçmişte sitemizde de yayımladık. Hattâ, bunlar yayımlandıklarında öylesine ilgi gördüler ki “2005 yılının en çok okunan on haberi” arasında sizin bu yöndeki üç araştırmanız da yer alıyor.
    Gizemli olaylar ve kişiler üzerine hatırlayabildiğimiz en eski araştırma haberiniz ise geçtiğimiz haftanın gündemine damgasını vuran ilginç bir kişilik, “Prof. Dr. Hans Muhammed Von Aiberg” takma adlı Bülent Ayberk üzerineydi. İnternette bu şahıs hakkında arama yaptığımızda, pek çok yerde sizin adınız da onunkiyle birlikte ve Ayberk’in kadim bir muhalifi olarak geçiyor.
    Prof. Dr. Hans Muhammed Von Aiberg efsanesiyle yolunuz ilk kez ne zaman ve nasıl kesişti?
    - Sizden, sorularınıza cevap vermeye başlamadan önce çok özel bir ricam olacak… Lütfen ne siz ne de ben, bu kişinin adını, söyleşimize ait yazılı metnin hiç bir yerinde “Aiberg” biçiminde anmayalım. Çünkü yeryüzünde bu adı taşıyan Müslüman bir bilim adamı asla var olmadı. Burada sözünü ettiğimiz kişi, doğduğu günden beri öz be öz Türk olan Elazığlı Bülent Ayberk’tir. O nedenle, anılan şahsın adının geçtiği her yerde onu ya “Bülent Ayberk” ya da “Ayberk” olarak anmanızı rica ediyorum. Çünkü ben yıllardır hep böyle yapıyorum.
    - Bu haklı rica üzerine, ben kullanmamaya dikkat ederim.
    - O halde başlayalım… Bu, geride bıraktığımız yirmi yıla yayılmış olan çok uzun ve karmaşık bir öykü. Ancak, ayrıntılarının bilinmesinde ciddi bir kamu yararı olduğuna inandığımdan dolayı, yine de olabildiğince derinlemesine aktarmaya çalışacağım.
    “Prof. Dr. Hans Muhammed Von Aiberg” adını, ilk kez 1980’li yılların ortalarında, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğrenciyken duydum.
    Bazı dindar üniversite arkadaşlarımın ellerinde bu adamın imzasını taşıyan cep kitapları peydahlanmıştı.
    Merak edip kitaplardan bazılarını ben de edindim. Küçüklüğümden itibaren astronomiye meraklı biri olduğumdan, şahsın yazdıkları ilk anda ister istemez dikkatimi çekti. “Arz’dan Arş’a Sonsuzluk Kulesi” adını taşıyan ve sonradan bir seriye dönüşen bu kitaplarda, kendince yeni bir din ve bilim kavrayışı oluşturmaya çalışıyordu. İşin en ilginç yanı ise kitabın editörlerinin, yazarı önsözde takdim ederken kaleme aldıkları iddialı biyografiydi. Danimarkalı oluşu, yıllarca bir Hıristiyan olarak yaşayışı, NASA’da uzun süre astro-fizikçi olarak görev yapışı, iki önemli Avrupa üniversitesinden mezunu oluşu, vaktiyle bir sürü ödüllere aday gösterilişi, sonradan Türkiye’ye gelip Müslüman ve “Türk” olmaya karar verişi falan filan…
    O günlerde gencecik ve alabildiğine saf bir Müslümandım; duygusal bir arayış içindeydim. Sistem içinde yaşadığımız izolasyon ve kültürel itilmişlik karşısında, yolundan gidebileceğim bir tür “model insan”arıyordum kendime. Doğal olarak, eserlerini yeni tanıdığım bu adamın ışıltılı kariyeri bende derin bir saygı uyandırdı ve okuduklarımı ilk anda hiç tereddütsüz kabullendim. O zamanlar pek çok dindar kişi gibi bende de İslâmî çizgide eserler basan yayınevlerinin asla yalan mâlûmat vermeyeceklerine dair bir ön kabul vardı. “Besmele” ile başlayan bir kitap dizisinde de yalan bulunma ihtimali -bana göre- “sıfır”dı.
    Sonuç itibarıyla bu kitapları defalarca okudum, ardından da yüzlerce kişiye hararetle tavsiye ettim. Yalnız, o toyluk günlerimde bile,“önüme konulan bilgiyi beynime kabul etmeden önce analiz etme” konusunda o kadar da boş biri sayılmazdım. İnternet yoktu, ama benim bir kütüphane dolusu kitabım vardı. Zaman geçtikçe, bu adamın adına yeryüzündeki hiç bir bilimsel kaynakta tek kelimeyle bile yer verilmediğini fark ettim. O zaman da ilk tepkim şu oldu: “Tabiî ki böyle birinin adına asla yer vermezler! Çünkü, o bir Müslüman bilgin ve dünyayı yöneten Masonlar onu bu yüzden cezalandırdılar!”
    Ancak bu naif tepki, kitaplarında ardarda yakaladığım diğer saçmalıkları örtbas etmeye ise yetmedi. Bir kere adam, iki önemli üniversiteyi bitirmiş biri olarak, bilimsel bir disiplin altında yazma yeteneğinden tamamen yoksundu. Bir konuya ciddi ciddi başlıyor, sonra onu pat diye yarıda bırakıp kendisini eleştirenlere sayfalar boyunca kocakarı gibi laf yetiştiriyordu. Sonra tekrar konuya döndüğünde ise bu kez de başka bir telden çalıyordu. Hatta, bundan yıllar önce, şimdi mutfaklarımızda yaygın biçimde kullandığımız teflon tavaları bile kendisinin icat ettiğini, ama NASA yöneticilerinin bu icadını bazı bürokratik hilelerle elinden aldıklarını iddia ediyordu kahramanımız…
    Kitapların bilimsel ciddiyet yoksunluğu bir yana, Türkçeleri de tam bir felaketti. İslâm ile pozitif bilimleri yakınlaştırma iddiasıyla yola çıkan ve ilk aşamada yıllarca örselenmiş Müslüman gururumu alabildiğine okşayan bu seri, giderek canımı acıtmaya başlamıştı.
    Hele de kitaplar üniversitedeki Marksistlerin diline düşünce kendimi daha bir kötü hissettim. Solcu gençler ellerinde Ayberk’in kitapları bulunanlarla alay ediyor ve “Sizin aranızdan çıkartacağınız profesör de bu kadar olur, üçkâğıtçının birini hiç utanmadan bize örnek diye gösteriyorsunuz” şeklinde sataşmalarda bulunuyorlardı. Bu arada, söylentiler ayyuka çıkınca, dönemin önde gelen haber dergilerinden Nokta bu adamın geçmişini mercek altına yatıran bir araştırma yayımladı ve onun kariyerine 1980’lerin başlarında popüler bir magazin gazetesinde “yıldız falcısı” olarak başladığını belirledi. Daha öncesinde, yani 1970’lerde ise Yeşilköy Havalimanı’ndaki bir mühendislik bürosunda ozalit çekimi yapan bir ofis-boy olduğu ortaya çıkacaktı. Onu geçmişte tanımış olan herkes, son derece garip tavırlı ve hayâl aleminde yüzen biri olduğu konusunda hemfikirdi. Bu arada dergi, Ayberk’in mezun olduğunu ileri sürdüğü iki üniversiteye de yazılı başvuruda bulunmuş, ancak bu kurumlar geçmişte böyle bir mezun vermediklerini bildirmişlerdi.
    Öte yandan, şahsın etnik kökenleri de son derece şaibeliydi. Yani, bırakın dünya çapında bir bilim insanı olmayı, hayatı boyunca yurt dışına bir kez olsun çıktığı bile son derece kuşkuluydu.
    Buna karşılık, ilk kıvılcımı çakan Nokta dergisi, ardı ardına uzayıp giden soruların hepsinin birden cevaplarına ulaşamamış ve akademik kariyeriyle ilgili bazı yalanları ortaya koymakla birlikte, adamın gerçek kimliğini bir türlü açığa çıkartmamıştı. Çünkü bir insanın nüfus kayıtlarının izini sürebilmeniz için, öncelikle onun toplumsal etkinliklerle içiçe, “normal” bir hayat sürmesi gerekir. Yani en azından bir ehliyeti, pasaportu, sigorta kartı ya da bazı sivil toplum örgütlerinde üyeliği falan olmalı…
    Bu kişi ise İstanbul’da yıllardır oradan oraya savrulan bir berduş olduğu için, tıpkı yönetmen Hal Ashby’nin “Being There” (Merhaba Dünya) filmindeki “Chancey Gardener” karakteri gibi âdeta bir anda yoktan varolmuştu. Hiç kimse ev adresine dahi ulaşamıyordu.
    Kısa bir süre sonra, giriştiğim araştırmaların ardından Nokta’nın eksik bıraktıklarını ben tamamladım ve bulmacanın son boşluklarını da doldurdum. Oldukça kısa süren bir “körü körüne hayranlık” döneminin ardından, gerek anılan şahsın yazdığı tutarsız bilimsel iddialar, gerek kitapların içeriğiyle ilgili kuşkularımı izale etmek amacıyla ziyarete gittiğim yayınevinde yetkililerin sergilediği terbiyesizce tutum ve gerekse hakkında piyasada anlatılan onca karanlık olaydan sonra bu adama da söylediklerine de artık hiç bir inancım kalmamıştı.
    1990 yılında, o dönemin popüler İslâmî dergilerinden Yörünge’de muhabirken, uzun süredir aradığım fırsat elime geçti ve bu kişinin evine rahatlıkla girip çıkabilen çok yakın dostlarından biriyle temas kurdum. O kişi, beslediğim bütün kuşkuların doğru olduğunu belirterek, bana,“camiaya hizmet” adına bu adamın gerçek nüfus kayıtlarını getirebileceğini belirtti. Bir kaç gün sonra da sahtekârın nüfus cüzdanının fotokopileri masamın üzerinde duruyordu. Tam da tahmin ettiğim gibi, annesinden doğduğu günden bu yana öz be öz Türk’tü.
    Gerçek adı Bülent Ayberk’ti ve 29 Nisan 1947-Elazığ doğumluydu. Annesinin adı Müfide, babasının adı ise Mehmet Rifat’tı.
    “Bu şizofrenik bir vakadır”
    Bu değerli belgeler sayesinde elde ettiğim istihbaratı sonraki günlerde daha da ileri bir noktaya taşıdım ve kendisinin -aslındaKopenhag Üniversitesi’nde fizik okuyor olması gereken yıllarda-Sivas Temeltepe Kışlası’nda er olarak askerlik hizmetini ifâ ettiğini öğrendim.
    Ayrıca, Ayberk’in bütün kitaplarında “mezun olduğu saygın okullar”şeklinde adları geçen her iki Avrupa üniversitesiyle de yazılı temas kurdum ve kendisinin hiç bir biçimde oralarda okumadığını bir kez daha teyid ettim. Gerçekleri öğrendikçe öfkemle birlikte cesaretim de artıyordu.
    Derken NASA’ya bir mektup yazdım, oradan da olumsuz cevap geldi. Oysa aynı NASA’da, Mısırlı Prof. Dr. Faruk El-Baz gibi, İslâm dünyasının yüz akı bir bilgin, adıyla sanıyla diniyle milliyetiyle yıllarca en üst görevlerde çalışmıştı. Şu anda bile daha bu tür kurumların tamamında Müslüman bilginlere rastlamak mümkündü. Çünkü, batının bilim ve eğitim kurumlarında, o ülkelere yararlı olup hizmet edebilecek üstün zekâlı kişilerin istihdamının salt ırkçı ya da dinsel bir önyargıyla reddedilmesi yirminci yüzyıl boyunca neredeyse hiç görülmüş bir durum değildi. Avrupalı ve Amerikalılar böylesine donanımlı bir insanın bırakın görev yaptıkları döneme ilişkin kayıtlarını silmeyi, onu ellerinden kaçırmamak için önünde taklalar atarlar.
    Aslına bakarsanız, yabancılarla yaptığım onca yazışma, doğma büyüme Türkiyeli olduğunu yasal belgelerle çoktan ortaya çıkardığım, Temeltepe’de 24 ay er olarak askerlik yapmış biri için lüzumundan fazla ciddi bir tahkikattı.
    Çünkü adam zaten Türkiye içinde bile herhangi bir akademik eğitim almamıştı ve o güne kadar da hiç pasaport başvurusu yapmamıştı. Ortaöğrenim mezunu olup hayatı boyunca bir kez bile yurtdışına çıkmamış birinden NASA’da çalışmasını nasıl bekleyebilirsiniz ki?
    Velhasıl, Ayberk olayı zaman içinde kafamda en küçük bir kuşku kırıntısı bile kalmamacasına çözüldü. 1980 sonrası Türkiye’sinin en egzantrik kişiliklerinden biriyle, hayatı muhteşem bir film senaryosuna kaynaklık edebilecek son derece sıradışı şizofrenik vaka ile karşı karşıyaydık.
    Kendisine -düşünecek bol bol vakti olduğu gençlik yıllarında- sıfırdan bir geçmiş inşâ etmiş ve ona bütün kalbiyle inanmış çok tehlikeli bir akıl hastası, Türk toplumuna kendi sanal geçmişi üzerinden İslâm ve bilim arasındaki yitik ilişkileri anlatmaya başlamıştı. Hem de üzerinde bir sürü süslü sıfat bulunan cilt cilt kitaplar yazarak… Ron Howard’ın “A Beautiful Mind” (Akıl Oyunları) filmini izlemiş olan ve ünlü matematikçiJohn Nash’in öyküsünü de bilen okurlarımız, şizofreninin bu tür insanlarda nasıl güçlü bir gerçeklik algısı yarattığını hemen hatırlayacaklardır.
    Sonraki zaman diliminde, gazetecilikte gitgide kıdem kazandıkça, bütün bunlardan çok daha vahim bilgiler gelmeye başladı önüme. Hadi diyelim, adamın akademik kariyeri çok da önemli değildi. Önemli olan yazıp çizdikleri ve insanlara saçtığı pozitif enerjiydi.
    Biraz zorlama olan bu iyi niyetli yaklaşımım da Ayberk’i ve yaşama biçimini tanıdıkça çöktü. Çünkü, bu adamla bir biçimde yolları kesişmiş olan bütün insanlar, kendisinin nasıl da iflah olmaz bir üçkâğıtçı olduğunu, onun etkileyici konuşmalarına aldanıp kendisine defalarca nasıl borç para verdiklerini ancak asla geri alamadıklarını, bu arada gündelik hayatında namazla-niyazla uzaktan yakından ilişkisi bulunmayan, fırsatını buldukça da kafayı çeken tam bir keş olarak yaşadığını söylüyorlardı.
    Öyle ki Cağaloğlu yayıncılık piyasasından, onunla ileri derecede yakınlaşmış bazı arkadaşları, yeterince para bulabildiğinde esrar da kullandığını anlattılar. Ayberk üzerine çalıştığım câmiada duyuldukça gelen istihbarat da çoğalıyordu.
    Bu süreçte bana ulaşan bilgilerden bir diğeri de en az iki-üç kez evlenip boşandığı yönündeydi. Bu arada karşıma çıkan bazı bayanlar, onun üniversiteli gençliğin takıldığı kafeteryalarda bazen “yabancı akademisyen” bazen de “metafizik olaylar araştırmacısı”pozlarında dolaşıp pek çok kez kendilerine sarktığını, bazı kızların bu adamdaki inanılmaz çenebazlığın etkisine girip kendilerini ona teslim ettiklerini söylediler.
    Yıllar içinde elimde toplanan belge ve bilgilerden sonra tek kelimeyle midem ağzıma gelmişti. Çünkü Ayberk, bilimsel kariyer açısından mutlak bir sıfır olduğu gibi, insanî hasletler açısından da bomboş biriydi.
    Dediğim gibi, öykü çok uzun ve karmaşık… Ancak size şunu söyleyebilirim ki, elime ilk kez bir kitabını aldığım 1987 yılından bu yana, yani tam 19 yıldır ben bu adama ilişkin sorulması gereken ne kadar soru var ise kendi kendime sordum ve cevaplarına da ulaştım.
    Bu bilgilerin ışığında, Türk yayıncılık tarihinde eşi ve benzeri görülmemiş bir vak’ayla karşı karşıya olduğumuzu rahatlıkla söyleyebilirim. Hiç kuşkusuz ki bunun bütün vebâli de zamanında kendisinin önünü açıp piyasaya sürenlerindir.
    Mesela, 1980’lerde onu genel yayın yönetmenliğini yaptığı“Bilinmeyen” adlı haftalık dergide çalıştıran ve cinler, UFO’lar, telepati, telekinezi, antik uygarlıklar gibi uçtu-kaçtı konularda iyice pişmesini sağlayan astrolog Ata Nirun ve ona oksijenle sarartılmış bir peruk ayarlayıp kendisini “Alman Profesörü” kılığına sokarak yönettiği magazinel gazetelerde fal köşeleri hazırlatan gazeteci Tevfik Yener (ki her ikisi de bu konudaki sorumluluklarını geçmişteki yazılarında itiraf etmişlerdir) bu vebâli taşıyan kişilerden yalnızca ikisidir.
    Diğerlerini ise -ki bence “Müslüman kimlik” açısından en ağır vebal altında olanlar bunlardır- söz oraya geldiğinde anacağım.
    “İki kez yüz yüze görüştük”
    - Bu 19 yıllık mücadeleniz boyunca Bülent Ayberk ile kaç kez yüzyüze görüştünüz?
    OLAY YARATAN DERGİ KAPAĞI:
    Ali Murat Güven’in, 1996 yılında Bülent Ayberk ve cemaatini kapak konusu olarak işlediği Yörünge Dergisi… Kapağın spotu da bir hayli mânidar: “Astro-fizikçiler de yüksekten atar!”
    - İki kez… Bunlardan ilkinde, onun kitaplarını basan İslâmî çizgideki yayınevine muhabir olarak gittim ve kendisini en kısa zamanda, çalışmakta olduğum Yörünge Dergisi’ne beklediğimizi, gelmediği takdirde o haftaki kapak konumuzun kendisi olacağını bildirdim. Nasıl olduysa, söylediklerimden azıcık da olsa işkillendiler (çünkü o gün orada tanıştığım kişiler, normalde böyle bir tehditten asla rahatsız olacak yapıda tipler değillerdi) ve beyefendiyi hemen aynı gün dergimizin Çemberlitaş’taki yönetim merkezine gönderdiler.
    Henüz yayınevinden döneli bir kaç saat olmuştu ki baktım Hazret ansızın içeri girdi. Tarihi de üç aşağı beş yukarı hatırlıyorum, 1990 yılının Mayıs ayıydı. Ayberk Efendi o zamanlar henüz 43 yaşındaydı ve şimdilerde medyaya yansıyan görüntülerindeki gibi çökük bir hâlde değildi (Gerçi, çöküşü de pek normaldir; bu kadar içki ve sigara, ayrıca bilgisayar başında yıllardır geçirilen bu kadar uykusuz gece kimi olsa çökertir!).
    “Beni Ali Murat diye biri arıyormuş, işte geldim!” diyerek lobide belirdi. Gitgide yükselen şöhretin de etkisiyle, son derece pervasız görünüyordu. Kendisini buyur ettik, çay kahve falan söyledik. O gün Ayberk ile yaptığımız bu konuşmaya dergideki yarım düzine kadar insan da tanık oldu. Onu yaklaşık iki saat boyunca her yönden sıkıştırmama karşın, masanın üzerine ne bir tek belge, ne de dişe kovuğa gelir bir tek bilgi koymadı. Hiç abartmadan söylüyorum; hayatım boyunca gördüğüm en demogog, en palavracı adamdı. Âdeta makineli tüfek gibi yalan söylüyor, beş dakika önce verdiği bir bilgi on dakika sonra söyledikleriyle temelinden çelişiyordu. Öyle ki bana sohbetimize başlarken ilk önce “Burada sizinle ancak yarım saat kalabileceğim, çünkü Sayın Turgut Özal’ın bilim danışmanıyım ve tahmin edemeyeceğiniz kadar da yoğunum. Kendileri beni birazdan özel bir araçla aldırıp, uçakla Ankara’ya gönderecekler” dedi.
    Bu konuşmadan kısa bir süre sonra da ilk söylediğini unutarak, bizimle iki saat boyunca yaklaşık bir paket sigara tüketerek tartıştı. Kalkarken de Özal’ın göndereceği makam aracını falan unutarak, “En yakındaki taksi durağı nerede?” diye sordu. Nereden tutsanız elinizde kalan bir tanışmaydı bu. Sonlara doğru karşılıklı olarak epeyce gerildik, ama buna karşılık ortada hâlâ konuğumuzun gerçek adı sânı, bilimsel kimliği ve kariyerine ilişkin tek bir somut belge ya da kanıt yoktu.
    Baktı ki bu tartışmada ne ben onu ne de o beni devirebilecek, âni bir kararla ayağa kalktı ve “Belki henüz senin beynini fethedemedim, ama şunu bil ki çocukların şimdiden benim ellerimde!” tarzında, son derece afili bir söz sarfetti. Yani, sizin anlayacağınız, söyledikleri o günün algı düzeyini öylesine aşan, öylesine hikmetli sözlerdi ki benim gibi cahil ve gafillerden ziyade bir sonraki kuşağa yatırım yapmayı yeğliyordu.
    Asgarî bir nezaketi elden bırakmadan kendisiyle tokalaştım ve yolcu ettim. Bu olay, onu ilk görüşümdür. Bir diğer karşılaşmamız da Diyanet İşleri Başkanlığı’nın İstanbul-Sultanahmet’te düzenlediği Dinî Yayınlar Fuarı’nda, kitaplarını basan yayınevinin standında oldu. Hatırladıkça acı acı güldüğüm inanılmaz bir gündü o.
    Bir tarafta stand ve orada bıyıkları henüz yeni yeni terleyen genç hayranlarının kafalarını alabildiğine karıştıran Ayberk, en fazla yüz metre ötede de bir başka stand ve orada ise 1979 yılı Nobel Fizik Ödülü sahibi ünlü Pakistanlı bilgin Prof. Dr. Abdüssamed… Rahmetli Abdüssamed Hoca o günlerde Türkiye’ye bazı bilim kurumlarının davetlisi olarak gelmişti ve kendisinin eserlerini yayımlayan şirketin standında, çevresindeki öğrencilerle son derece düzeyli bir sohbet gerçekleştiriyordu. Onun bu olayla yegâne ilişkisi ise adının sık sık bizim adamın kitaplarında geçmesiydi. Ayberk, onunla can ciğer kuzu sarması iki eski dost olduklarını ve hattâ yıllar boyunca NASA’da “karadelikler”üzerine birlikte araştırmalar yaptıklarını ileri sürüyordu.
    O gün Abdüssamed Hoca’ya durumu olduğu gibi anlattık, dahası kitaplarda adının geçtiği yerleri gösterdik ve “Hocam, geçmişteki bilimsel çalışmalarınız sırasında, hiç bu adı taşıyan bir mesai arkadaşınız oldu mu?” dedik. Rahmetlinin, dinlediği bu garip öykü karşısında şaşkınlıktan gözleri fal taşı gibi açıldı ve “Hayatım boyunca böyle bir kişiyi hiç tanımadım. Madem öyle, kendisini standımıza davet edin de bu vesileyle tanışalım bakalım, meselenin aslını öğrenelim” dedi.
    Bunun üzerine bir kez daha diğer standa, “karadelikler”, “ak delikler”, “sur borusu”, “esir dinamiği” falan gibi süslü laflarla çevresindeki gençleri kafalamakla meşgûl olan Ayberk’e gittik ve “Eski dostunuz Prof. Dr. Abdüsselam yüz metre ötedeki standda ve mutlaka sizi görmek istiyor” dedik. Bu davetimiz üzerine tek kelimeyle çılgına döndü, “Sizler beni provoke etmek istiyorsunuz, ama ben buna asla izin vermeyeceğim” falan gibi bir şeyler zırvalayıp derhal standdan ayrıldı ve kalabalıklara karışarak ortamdan sıvıştı. Bu benim zaten en baştan beklediğim bir durumdu; ancak İslâm dünyasının en büyük fizik bilginlerinden biri olan Prof. Dr. Abdüsselam’ın, eline tutuşturduğumuz o cilt cilt kitaplarda gördüğü böylesine kuyruklu bir yalan karşısında yüzünün aldığı şekli o günden beri hiç unutmadım.
    Velhasıl, daha sonraki yıllarda, önce Millî Gazete’de, ardından daYörünge Dergisi’nde yazdığım iki ayrı yazıyla, Türk basınında ilk defa bu kişinin gerçek kimliğini deşifre etmiş oldum. Bu yayınlar üzerine Ayberk bir kez daha çılgına dönüp beni baş düşmanı ilan etti ve müritlerine benden her ne surette olursa olsun uzak durmalarını öğütledi. O gün bugündür de kendisinin kara listesinde bulunuyorum. Bir chat dökümünde “Bu herif ne pahasına olursa olsun durdurulmalı”şeklinde bir ifadesi vardır ki onu çok ciddi bir “saldırıya azmettirme”kanıtı olarak arşivimde saklamaktayım.
    Dileyenler, Ayberk’in gerçek kimliğini kitlelere ilk kez deşifre eden ve zamanında epeyce gürültü kopartmış olan iki bölümlük yazımı şu linklerden okuyabilirler.
    Söz konusu yazı, 1996 yılı Nisan ayında Millî Gazete’de iki bölüm olarak yayımlanmıştı. Sonradan bu araştırmanın çok daha geniş bir versiyonunu da Yörünge Dergisi’nde yayımladım. Ama sanılmasın ki bu yayınlar öyle zahmetsizce gerçekleşti. O dönemde İslâmî medyada böylesine “bozguncu” (!) yazılar yayımlamak hiç de kolay olmuyordu. Çünkü câmianın ağır ağabeylerinin ve kanaat önderlerinin yaydıkları temel davranış biçimi şuydu: “Kol kırılır, yen içinde kalır.”
    O yüzdendir ki Millî Gazete ve Yörünge, bazı idare-i maslahatçı basın-yayın organlarının tam aksine, Türkiye Müslümanları olarak bu hasta ruhlu şarlatanı kamuoyu nezdindeki güvenilirliğimize zarar verecek habis bir ur, bir tür veba olarak görüp kesin bir dille reddetmeleri (en azından bana bunu gerçekleştirme fırsatı sunmaları) nedeniyle, bugün de fazlasıyla hak edilmiş bir onuru taşıyan iki önemli mevkutedir.
    Onlar, daha yıllar öncesinde Ayberk vak’asında bu denli net bir tavır takındıkları içindir ki şimdilerde onun yakalanışından söz eden hiç bir basın-yayın organı olayı Türkiye’deki İslâmî cemaatlerin üzerine toptan boca edemedi. İstisnasız bütün televizyonlar, dergiler, gazeteler ve internet siteleri Ayberk ve yandaşlarından, “Türkiye’deki geleneksel İslâmî düşünceden tamamen kopuk ve marjinalleşmiş, kendine özgü sapkın bir hareket” olarak söz ettiler.
    Geçen pazartesi akşamı bu olaya yer veren Uğur Dündar’ın “Arena”programı bile, normalde böyle olayları genellemeye pek bir meraklı olmasına karşın, görüntülere eşlik eden haber metninde Ayberk’in öyküsünü başından sonuna dek “sıradışı bir dinî cemaatin sahtekârlığı” vurgusuyla sundu.Gerçi, Ayberk’in “dindarlığı” da her açıdan tartışmaya açık ya, neyse...
    “Arena”nın yapım ekibinden bir meslektaş, bazı belge ve bilgilere ulaşmak için programdan bir kaç gün önce beni de aradı. Ona altını çize çize şunları söyledim: “Aman ha sevgili arkadaşım, bizler, yani Türkiye’deki muhafazakâr çevrelerin yüzde 99’u, bu adamı ve yaymaya çalıştığı sapkın fikirleri hiç bir zaman onaylamadık, desteklemedik. Eğer ki izleyicilerinize onun yolsuzluklarını ve ahlâksızlıklarını Türkiye’deki İslâmî cemaatlerin ortak bir zaafı olarak sunarsanız, hem ayıp, hem de yazık etmiş olursunuz. Uğur Dündar, böyle bir adam yüzünden mütedeyyin izleyicilerinin güvenini yitirmemeli.”
    Muhatabım ise bu dostça uyarım üzerine bana aynen şunu söyledi:“Hiç üzülmeyin, olayı en ince ayrıntısına kadar biliyoruz. Bu adam asla Türkiye Müslümanlığını temsil etmiyor. Bizim haberimiz de sizin vurguladığınız doğrultuda olacak.”
    Dedikleri gibi de temiz bir yayın yaptılar ve kendisini “hanif Müslüman” diye tanımlayan sapkın bir tarikat şeyhi yüzünden ülkemizdeki İslâmî düşüncenin topyekün yara alması belki de yıllardır ilk kez engellendi. Tekrar ediyorum ki bizler bugün bu adamın polisçe ortaya çıkartılan rezilliklerinden, evdeki o çocuk pornolarından, banka hesaplarındaki yüz binlerce dolardan, kaşarlanmış kocasıyla birlikte hiç utanmadan dolandırıcılık yapan devlet memuresi bayan Mesude Ayberk’in karıştırdığı haltlardan lekelenmediysek, bunun temelinde Ayberk’i daha yıllar önce çok kesin bir dille yadsıyıp deşifre etmiş olan bir kaç İslâmî basın organının vizyonu vardır.
    Bu nedenle, eski yuvam Millî Gazete’yi buradan bir kez daha sevgiyle selamlıyorum. Onların bu cesur yaklaşımları olmasaydı, ben ne on yıl önce ne de şimdi, sözünü ettiğim yazılarımı hiç bir yerde yayımlayamazdım.
    - Pekiyi, Aiberg’in şu sıralarda Balıkesir Adliyesi’nde açılan dâvâsına şikayetçi sıfatıyla müdahil olmayı düşünüyor musunuz?
    - Elbette… Bu karmaşık ve örgütlü yapının yargılamasının salt bir“nitelikli dolandırıcılık” suçlamasıyla kalmasını doğrusu içime sindiremem. Şahsıma yönelik bütün o hakaretlerin de hesabını vermeliler. Ayrıca, bugün Türkiye’yi yöneten ne kadar politikacı var ise, bunların hepsi hakkında da yıllardır ağıza alınmayacak kadar çirkin hakaretler etmiş ve ettirmişlerdir sitelerinde. Bunların da hesabını verecekler. Yargılama sürdükçe, müdahil olanların sayısının da giderek artacağını sanıyorum. Yakın bir zamanda ben de bu iş için Balıkesir Adliyesi’ne başvuracağım.
    Benimle ilgili olarak bugüne kadar internet ortamında pek çok kez“Amerikan casusu”, “Necip Hablemitoğlu’nun katili”, “Fethullah Gülen’in baş tetikçisi”, “Azeri Yahudisi”, “gizli kâfir”, “Danıştay saldırısının baş mimarı” ve şu anda aklıma gelmeyen daha düzinelerce suçlamada bulundu. Ki bu suçlamalarının her biri ayrı ayrı birer hakaret niteliğindedir ve cezai karşılıkları vardır.
    Polisin kendilerine yönelik operasyonundan bir gün önce, 6 Haziran 2006 günü bile www.okunan.com adlı, insanlığa pislik saçan sitelerinde“Gavur Ali Murat Güven” başlıklı bir yazı duruyordu. Ki o yazı da Ayberk’in günümüzdeki sağ kolu, müritlerden toplanan paraların organizatörü olan Ergün Bektaş adlı kişi tarafından yazılmıştı. Bu şahıs da ruhsal sağlık itibarıyla şeyhinden farksızdır. Siteleri bugünlerde, tarikatın yasalardan yediği ağır şamardan dolayı kapalı. Ancak bende geçmişte siteye koydukları pek çok yazı mevcut. Bunların hepsini ilgili mahkemeye sunacağım.
    “Prof. Öztürk’ün iyi niyeti
    EDİP YÜKSEL
    Hans von Aiberg veya Elazığlı Bülent Ayberk
    Saçını sarıya boyayarak ve ismini değiştirerek kendini bir Alman profesörü olarak ve şatafatlı bir sürü etiketle kendisini Hans Von Aiberg olarak tanıtan 1947 Elazığ doğumlu Bülent Ayberk'in sahtekar biri olduğunu, kitaplarındaki iddiaların ansiklopedilerden devşirilmiş bilgilerle mistik öğretilerin saçma sapan bir çorbasından oluştuğunu yirmi yıl önce biliyordum.
    Hans her ne yapmışsa, Yaşar Nuri'yi bilimsel konulardaki bilgisizliği ve saflığından yararlanarak kandırmış ve onun Flash televizyonundaki "Işığa Doğru" programına çıkmıştı. 1997 yılının ilk aylarıydı. O sırada uluslararası hukuki bir işe danışman olarak bir haftalığına Türkiye'deydim. Yaşar Nuri o zaman çok popülerdi. Bazı gazeteler ve televizyon kanalları Yaşar Nuri'nin oyuna geldiğini, bu adamın sahtekar Bülent olduğunu sürmanşet veriyorlardı. Bir sahtekarın oyununa geldiği için mahcup olan ve o zaman neredeyse paniğe kapılan Yaşar benim bir dahaki programına katılmam için israr etti. Kendisini kıramadım.
    Yaşar, canlı programa sahtekar Bülent'i, beni ve iki kişiyi daha davet etmişti. Programa katılmadan birkaç saat önce, Prof. Hans Von Aiberg adına nisbet edilerek yayımlanan "Arz'dan Arş'a" kitabını alıp bir pizzacıda gözden geçirmiş ve içerdiği saçmalıkları ve tutarsız spekülasyonları işaretlemiştim. (O kitabı 1980'lerde ilk yayımlandığında Çağaloğlunda trajı düşük bir gazetede çalışan ve Hans namıyla bilinen kişi tarafından bana hediye edilmişti. Ben o zaman Türkiye'nin en çok satan genç yazarıydım. Ben Hans'ı tanımazdım ama o beni tanırdı. Ne var ki içindeki uçuk iddiları, hurafeleri, ve spekülasyonları görünce çöpe atmıştım. Hans'ın eleştirilerimi anlayabilecek bir bilgiye ve yeteneğe sahip olmadığını öğrenince kendisiyle ilişkimi kesmiştim).

  • "SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."