29 Nisan 2009 Çarşamba

DAHA NE DESİNLER?

BAROLARDAN ‘HUKUK’A DAVET

İSTANBUL Milliyet

İstanbul Barosu Başkanı Muammer Aydın

İstanbul Barosu’nun öncülüğünde 53 baro ile 15 ceza hukukçusu akademisyen gazetede yayımlanan 50 maddelik bir duyuruyla, Ergenekon ve benzeri soruşturma süreçlerindeki uygulamaları sert bir dille eleştirdi

İstanbul Barosu’nun öncülüğünde 53 baro ile ceza hukuku uzmanı 15 akademisyen ve Türkiye Barolar Birliği, hazırladıkları ortak duyuruyla Ergenekon soruşturması ve benzeri soruşturma süreçlerindeki uygulamaları sert bir dille eleştirdi. Gazeteye verilen “Hukuk Devleti İçin Kamuoyuna Duyuru” başlıklı 50 maddelik metnin mimarı olan İstanbul Barosu Başkanı Muammer Aydın, Türkiye’deki bütün soruşturmalarda sorun yaşandığını belirterek, “Ergenekon soruşturması, uygulamadan dolayı bunun bir laboratuarı haline gelmiştir. Oradaki hukuka aykırılıkları tek tek tespit ettik” dedi. Bazı barolar, çağrıya rağmen duyuruya imza koymadı. 15 akademisyenden imza Duyuruyu, İstanbul Barosu ve 15 akademisyen ortak olarak hazırladı. Muammer Aydın, duyurunun sadece Ergenekon’a yönelik olarak hazırlanmadığını belirtirken, uyarıların Ergenekon soruşturmasına yönelik itirazlarla paralellik oluşturduğu görüldü. Türkiye’nin AB’ye giriş sürecinde yapmak istediği hukuk reformunun başarılı olması için gözden geçirilmesi istenen uygulamalardan bazıları şunlar: - Avukatların dosyayı inceleme yetkileri gizlilik kararlarıyla kısıtlanırken, delillerin basın ve yayın organlarında günlerce yayımlanması vahim bir hukuk ihlalidir. —Çağdaş ceza yargılamasında sanıktan delile gidilemez. ‘Gizli tanık yan delildir’ - Gizli tanık beyanı, adil yargılanmayı etkileyecek şekilde kullanılamaz. Gizli tanığın beyanına yalnızca yan delil olarak başvurulabilir. —Kişilere, haklarındaki suçlamalar, ayrıntılı olarak, işlendiği iddia olunan fiil, yani yaptıkları iddia edilen davranışlar, yer ve zaman da içerecek şekilde bildirilmelidir. —Suç örgütü kurucusu, üyesi, yöneticisi veya yardımcısı olduğu iddia edilen kişilerin hangi davranışları nedeniyle örgütle ilişkilendirildiği somut deliller gösterilerek ortaya konulmalıdır. —Demokratik bir hukuk devletinde herkesin düşündüğünü açıklama özgürlüğü vardır. Kişilerin ifade özgürlüğü çerçevesinde yaptıkları açıklamalar, yazdıkları yazılar, yönelttikleri siyasi veya bilimsel eleştiriler, bir suç örgütünün kurucusu, üyesi ya da yöneticisi olduklarının delili olarak ileri sürülemez. —Kişilerin yakalanarak gözaltına alınması sıkı kurallara bağlanmıştır. Bu kurallar, keyfi bir şekilde göz ardı edilerek, kişilerin özgürlükleri kısıtlanamaz. —Bir soruşturmada kişinin ifade vermesi gerektiğinde, onun davet edilerek ifadesinin alınması esastır. —Gözaltına alınan kişiler, insan onurunu zedeleyen koşullara ve davranışlara tabi tutulamaz, aç, susuz ve uykusuz bırakılamaz. —Kısa sürede bitirilebilecek işlemler üç veya dört güne yayılarak, kişinin son gün, son saatte, uykusuz, yorgun ve aç bir şekilde ifadesini almak kötü muameledir. —Aramada temel kural, “yakalanacak kimsenin ve/veya elde edilecek delilin” arama yapılacak yerde bulunduğu konusunda somut verilere dayanan makul şüphenin var olmasıdır. ‘Yedekleme şart’ - Ne arandığı bilinmeksizin ve arama kararında açık ve somut olarak belirtilmeksizin bir şey bulunabileceği varsayım ve umuduyla arama yapılamaz. Bu yolla elde edilmiş deliller de yargılamada kullanılamaz. —Elde edilen dijital verilerin kovuşturma aşamasında delil olabilmesi için, elde edildikleri anda kanunun ön gördüğü usul ve şartlarda yedeklemesinin yapılarak, bir örneğinin de mutlaka ilgililere verilmesine azami özen gösterilmelidir. —Arama yapılan mekân talan edilmiş görüntüsü verecek şekilde bırakılamaz. ‘Tutuklama son çare’ -Tutuklama, son çaredir. —Telefon dinleme tedbiri kişilerin özel hayatına bir müdahale olduğu için, kanundaki şartların tamamı oluşmadan uygulanmamalıdır. Telefon dinleme tutanakları maddi delillerle desteklenmediği sürece delil olarak kabul edilemez. —Toplumda herkesin telefonlarının dinlendiği yönünde oluşan kanaat, bu kanaati destekleyen uygulamalar, “hukuk güvenliğini” ortadan kaldırmaktadır. —Ceza soruşturmasını Cumhuriyet Savcısı yönetir. Kolluk görevlileri soruşturmayı yönlendiremez. —Bir soruşturma, toplumu sürekli tedirgin edecek, bireyleri endişeye sürükleyecek yaygınlık, genişlik ve süreklilikte yapılamaz. —Ceza davaları en kısa sürede bitirilmelidir. Aylarca tutuklu kalınarak duruşma beklemek, adil yargılanma hakkı ile bağdaşmaz.

11 baro imza koymadı Türkiye genelinde 78 baro başkanı bulunduğunu, duyuru için tamamına ulaşamaya çalıştıklarını belirten Aydın, 14 baroya ulaşmadıklarını ya da bazılarının duyuruya imzalarını yetiştiremediklerini söyledi. Aydın; Bingöl, Iğdır, Karabük, Van, Kütahya, Kahramanmaraş, Niğde, Tokat, Trabzon, Burdur ve Ankara baro başkanlarının imzalarının ise çağrıya yanıt vermemeleri nedeniyle bildiride yer almadığını belirtti. Aydın, “Metin objektif bir metindir. Bu metnin arkasında durmayanın hukukçuluğundan şüphe duyarım” diye konuştu.

‘Tek muhatap Ergenekon değil’ Bildiriye imza koyan akademisyenlerden Prof. Dr. Uğur Alacakaptan, “Bütün soruşturmalar bu şekilde yapılıyor. Ergenekon kamuoyunu daha çok ilgilendiriyor ama biz kamuoyunun bilmediği hadiseleri de biliyoruz” dedi. Prof. Dr. Erdener Yurtcan ise, Türkiye’nin AB’ye giriş sürecinde hukuk reformu gerçekleştirmek istediğini ancak yeni getirilen normların istenen sonuçları sağlamadığını belirterek, şöyle konuştu: “Duyuru, bu konuda neler yapılması gerektiğini gözler önüne serme çabası ile kaleme alınmıştır ve toplumla paylaşılmıştır. Duyurunun konusu tek başına Ergenekon soruşturması ya da yargılaması değildir. Duyuruda yer verilen her konu, her kavram, kendi içinde önem taşımaktadır. Bütün bu hususlar gerçekleştirildiğinde, aksaklıklar ortadan kaldırıldığında, ülkemizde hukuk güvencesi sağlanabilir.”

BU KİTABI KAÇIRMAYIN

'Böl ve Yut!'
TRT den gerekçesiz bir şekilde kovulan Banu AVAR, emperyalistlerin poyasını en iyi ortaya çıkaran aydınlarımızdan. ABD’nin kovulmada parmağının olduğunu tamamen netleşti. ART televizyonunda tüm masraflarını kendi cebinden ödediği programlar yapmaya devam ediyor. Dün gece başladığım BÖL VE YUT kitabını sabaha kadar bırakamadım. Emperyalizmin coğrafyamızdaki oyunlarını bu kadar açık ortaya koyan kitap görmedim.
Teşekkürler Banu AVAR.
OKURA İLKSÖZ 4 yıl 80 küsur program, ve işte 4. kitap. Kendini Batıya adamış bazı medya mensuplarının deyişile skandal program, onbinleri aşan destek postalarına bakılırsa gerçeklerin aynası SINIRLAR ARASINDA mayıs 2008'de tam 4. yıldönümünde yayından kaldırıldı. Küçük bir grup insanın büyük özveriyle ortaya çıkardığı bir programdı. Önüne çıkarılan engeller hep çok büyük oldu ve bu 4 yılın büyük bir bölümünde engellerle başaçıkmak programı yapmaktan daha zordu.. Sınırlar Arasında, Demokrasi, özgürlükler safsatalarıyla göz boyamaya çalışanları , Amerika'nın Büyük Ortadoğu Projesi'nin ana hatlarını deşifre ediyordu ve o oranda saldırıları ve şimşekleri üzerine çekiyordu. Taraflı bir programdı. Türkiye'nin tarafındaydı. Bir TRT yetkilisi, programın yayından kaldırılmasında bazı büyükelçilerin şikayetlerinin etkili olduğundan sözetmişti. Türkiye'de Türkçe bakışlı bir program onları rahatsız ediyordu. Gereği yapılacaktı. Yapıldı. Biten bir programın ardından öncelikle aileme, dostlarıma sonra ekibime ve bize fedakarca yardım eden TRT çalışanlarına teşekkürü borç bilirim. Ve 4 yıl boyunca bizi hiç yalnız bırakmayan, postaları faksları ve telefonlarıyla bize dikenli yollarda güç veren izleyici ve okurlara saygı, sevgi ve teşekkürlerimi sunarım. Sanırım en şanslı program yapımcılarından biriyim. Böylesi bir destek az gazeteciye nasip olur. 2007-2008 döneminde gittiğim 14 ülkenin hali pür melalini bu kitapta derledim. Sevgili Bertan Onaran'ın önerisiyle İngilizlerin BÖL ve HÜKMET (divide and rule) olarak özetlediği sömürge kuralını 'BÖL ve YUT!' olarak kitaba ad seçtim. Sınırlar Arasında programının son yolculuklarının notlarını kapsayan bu kitapta, Ortadoğu'da İngiliz eliyle yaratılan İsrail devletini, Balkanlarda Kafkaslarda, Afrika ve Uzak Asyada kopyalama çalışmalarından örnekler sunulmaktadır. Batı emperyalizminin dünyanın çeşitli coğrafyalarında yeralan birçok ülkede 'BÖL ve YUT!' şablonunu nasıl uyguladığı anlatılmaktadır. Bu şablon ilk kez Ortadoğu'da İsrail devleti yaratılarak uygulanmıştır. Bu kitapta bu yıl içinde gittiğimiz 14 ülkede nasıl benzer metodlar uygulanarak halkların birbirine kırdırıldığını, komşu devletlerin arasına nasıl kamalar sokulduğunu ve amaca ulaşmak için değişmez bir yöntemin işbirlikçiler vasıtasıyla nasıl sahnelendiğini okuyacaksınız. Emperyalizmin baskısına baş kaldıranları, boyun eğenlerle kıyaslayacaksınız. Gözyaşı ve kana bulanmış ülkelerde iç ve dış bedhahların marifetlerinden örnekler bulacaksınız. Ve her ülkede sahneye konulan oyunların şifresinin yüzyıllardır ne kadar benzer olduğuna bir kez daha şaşacaksınız. Batının 'BÖL ve YUT!' oyunu aslında zayıf temeller üzerinde duruyor. Halkın örgütlü birliği batının oyununu bozuyor. O yüzden bunca cefa, işkence, yalan ve kan ! Ama her şeye rağmen, tarih, sahnelenen oyunun uzun vadede işe yaramadığını birçok örnekle anlatıyor. Durum direnen halkların yeni destansı örneklerine şahit olacağımızı müjdeliyor!

TEK DOSYA VAR VE TÜRKÇE GÖNDERİLDİ

TEK KELİME İLE YAZIKLAR OLSUN. BÖYLE BİR REZİLLİK GÖRÜLMEDİ. İNSANLARIMIZIN GÖZÜNÜN İÇİNE BAKA BAKA YALAN SÖYLENİYOR. ERKENEKON DAVASINDA SORGUSUZ SUALSİZ İNSANLAR TUTUKLANIRKEN,DENİZ FENERİ GİBİ NETLEŞMİŞ BİR DAVADA HALKIN GÖZÜNE BAKA BAKA "ÇEVİRİSİNİ YAPIYORUZ-YENİ DOSYA GELDİ" GİBİ YALANLAR ATILIYOR.BU NASIL BİR YÖMETİM. BU NASIL BİR AHLAK ANLAYIŞI
Tek dosya var Türkçe yollandı Hasan AYCI / FRANKFURT- 28 Nisan 2009 Frankfurt Savcılığı Basın Sözcüsü Dorris Müller Scheu, Deniz Feneri davasıyla ilgili Türkiye’ye bir dosya gönderdiklerini belirtti. Müller Scheu, "Bunun dışında başka dosya göndermedik. Yeni bir dosya yok. Ayrıca Türkiye ile ikili anlaşmamız gereği dosyalar Türkçe çevrili yollandı" dedi. ADALET Bakanı Mehmet Ali Şahin’in Deniz Feneri ile ilgili geçen hafta Almanya’dan yeni bir dosya geldiği ve Türkçe’ye çevrilmeden önce içerik hakkında bilgi veremeyeceği" yolundaki açıklamaları üzerine Frankfurt Savcılığı Basın Sözcüsü Doris Müller Scheu, "Yeni bir dosya göndermedik. Gönderdiğimiz dosyaları da Türkçe çevirileri ile gönderiyoruz" dedi. Müller Scheu, süreci şöyle anlattı: "Biz Almanya’da görülen, ’Deniz Feneri’ davası çerçevesinde Türkiye’den bir defa hukuk yardımı talebinde bulunduk. Bundan sonra Türkiye’nin bizden hukuk yardımı talebi üzerine Türkiye’ye dosya gönderdik. Bu dosya dışında Türkiye’ye başka bir dosya göndermedik. Türkiye’de yetkililer bu dosyanın istendiğini uzun süre reddettiler. ’Böyle bir dosya yok’ denildi. Şimdi de gazetelerde, ’Yeni dosya geldi’ diye haberler yayınlanıyor. Adeta dosya yeni gönderilmiş gibi davranılıyor. Sayın bakan gelen dosyaların incelendiğini ve tercüme edildiği için içerik hakkında açıklama yapamayacağını bildirmiş. Ama şu var ki, Türkiye ile ikili anlaşmamız gereği bu gibi konularda dosyalar çevrildikten sonra gönderiliyor. Türkiye’den Almanca çevrili geliyor, bizde dosyaları Türkçe çevrili gönderiyoruz" Türkiye’de Deniz Feneri olayının büyük yankı yarattığını, bunun seçimlerden sonra geçeceğini tahmin ettiklerini belirten basın sözcüsü, "Seçimler bitti. Ancak anlaşılan bu iş hálá gündemde" dedi.

28 Nisan 2009 Salı

MURAT BARDAKÇI'DAN TARİHİ ÇARPITMA

Yazar Cezmi YURTSEVER
Pazar, 15 Mart 2009
bardak-1.jpg -TARİH Araştırmacısı murat bardakçı, Haber Türk’te yer alan yazı serisinde Osmanlı Padişahı Abdülhamit’in Yahudilere Irak’ta yerleşme izni verdiği ve dolayısıyla o bölgede drevlet kurabilecekleri görüşlerine yer verdi.-Bardakçı’nın Osmanlı Arşiv belgelerini de dayanak gösterdiği araştırması tarihi olayların çarpıtılması ve Yahudileri masum gösterme çalışmasının da ürünüdür.-Bardakçı, tarihi olaylarla ilgili gelişmeleri göz ardı ederek kamuoyunu yanıltma görevini yerine getiriyor.-Yahudi RAAB BELGE KOLLEKSİYONUNDA yer alan belge ve analiz raporu ışığında Bardakçı’nın görüşlerinin tarihi gerçekleri yansıtmadığı açıklamasını yayınlıyoruz. Tarih araştırmacısı ve gazeteci sayın murat Bardakçı’nın HABERTÜRK Gazetesinde yer alan “Tarihin Arka Odası “ başlığı altında yayınladığı “İsrail Az Kalsın kuzey Irak’ta Kurulacaktı” görüşleri ve tarihi olaylara da yer verdiği “Ortadoğu’nun ve özellikle de İsrail’in tarihinin yeniden yazılmasını gerektiriyor. Belgeler Abdülhamit’in adı etrafındaki efsaneye de son veriyor. Ve hükümdarın Filistin’de Yahudi Devleti kurulmasını isteyenleri söyleyenlerin aksine huzurundan kovmadığını , aksine Yahudiler Mezopotomya’da yerleşsinler” dediğini gösteriyor! Açıklamaları ile tarih biliminin ahlaki kurallarını bir yana bırakarak toplumu kendi görüşleri doğrultusunda yönlendirmeyi amaçlamaktadır. Ve sayın Bardakçı’nın Osmanlı Arşivinde Vahdettin Ergin’in bulduğu belgelere dayandırarak ileri sürdüğü görüşler Osmanlı Padişahı Vahdettin’in Yahudilerin Filistin topraklarına yerleşmeleri projesi veya bizzat Padişahın Yahudi göçünü Mezopotomyaya olabileceği yönünde görüş bildirdiği açıklamaları bahsi geçen Osmanlı Arşiv belgesini okuyamama ve anlayamama talihsizliğini de beraberinde getirmektedir. BARDAKÇI KALEMİNİ KIRMAYA VE ÖZÜR DİLEMEYE HAZIR MISIN!Murat Bardakçı’nın Haber Türk gazetesinde 15 Mart 2005 tarihli Abdülhamit ve Filistin’e Yahudi göçü ile ilgili yazısını dikkatle okudum. Sayın Bardakçı bahsi geçen yazı serisindeki bu sözler size mi ait: “ Yahudiler, 19.yüzyıl Avrupasında sefalet içinde içindeydiler. Sanayileşmiş ülkelerde gerçi zengin Yahudi aileler vardı ama özellikle Doğu Avrupa memleketlerinin ve Rusya’daki Yahudilerin hali perişandı”… Bu nasıl tarihsel bilgi! Yahudileri fakir, sefir, perişan, vatansız mazlum bir ulus gösterme çabaları tarihin gerçeği mi yoksa sizin ruhunuzun derinliklerinde var olan “Yahudi hayranlığınızın bir yansıması olmasın!”… Gelelim Bardakçı’nın kendi görüşlerine dayanak olarak sunduğu belgelere ve tarihin gerçeklerine: Osmanlı ülkesinde ve özellikle de Filistin’e Yahudi göçüne Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit’in izin vermemesi ile ilgili olarak birinci elden belgeler Osmanlı Arşivi Hariciye Siyasi katalogları ve İsrail’in Devlet Arşivindeki Siyonist hareket belgeleri içinde yer alır. Abdülhamit’in Hatıra defteri de bu konuda özet bilgiler verir. Bir konu hakkında toplumu bilgilendirirken belgelerdeki bilgileri objektif olarak analiz yapmadan sunar ve belgede yer alan anlamları kırparsanız toplumu yanıltırsınız ki Haber Türk gazetesinde yer alan yazınız da konuya bu açıdan eğildiğiniz belli. Öncelikle Murat Bardakçı’nın şu sorulara cevap vermesini bekliyorum. -Osmanlı Devleti’nin yabancılara toprak satın alma yasası 1867 yılında çıkmış olsa da önceki yıllarda İngiliz uyruklulara Ege bölgesinde toprak satışı olduğu gerçek değil mi!-Siyonist hareketin lideri olan Teodor Herzl’in 1896 yılında başlattığı Dünya Siyonist hareketinin nihai amacının Filistin topraklarında Yahudilere serbest göç ve yerleşme ve Osmanlı borçlarının Yahudi Banker Rotschild ailesi fonlarından ödenmesi karşılığında özerklik haklarına kavuşma olduğu gerçek değil mi?-1902 yılı Şubat ayı içinde İstanbul’a kadar gelerek Osmanlı Sultanı Abdülhamit ile görüşme ve isteklerini kabul ettirmek isteyen Teodor Herzl’in manevraları ve sonuçları hakkındaki belge ve bilgi analizleri sizin görüşlerinizi doğrulamamaktadır. Abdülhamit, Yahudilerin Filistin’e göç ve yerleşimine kesin izin vermediği gibi isteyen Yahudi göçmenlerin uluslar arası teamüllere uygun olarak Filistin’in dışında Mezepotomya, Anadolu veya Osmanlı ülkesinin bir başka yerine yerleşebileceği ve bu uygulamanın da Hükümet ve Ordunun görüşleri alınarak yerine getirileceği bilgilerine yer veriliyor. Nitekim Yahudilerin Raab Belge Kolleksiyon arşivinde yer alan ve 4.500 dolara satılan 22 Şubat tarihli Teodor Herzl’in imzaladığı belgede Osmanlı Padişahının Yahudilerin Filistin veya bir başka Osmanlı ülkesinde Yahudi siyasi amaçlarına uygun çalışma yapamıyacakları bilgisi ve bu konudaki hayal kırıklıklarına yer veriliyor. 1902 yılı yaz aylarında Herzl’in projesi suya düşmüş ve Osmanlı ülkesinde özellikle Filistin’de Yahudi dini ve siyasi amaçlarının engellendiği görüşleri ve hayal kırıklığına yer verilmiştir. Sayın Bardakçı, İsrail’in emrindeki Siyonist Raab Arşivinde de yer alan belge ve tarihsel gelişim analiz raporunun örneğini burada sunuyorum. Lütfen tarihi kendi dar görüşleriniz açısından çarpıtmayın. Eğer bu konuda samimi iseniz tarih biliminin ahlaki kurallarına bağlı kalarak lütfen kaleminizi kırınız! Ve toplumdan özür dileyiniz.

Cezmi YURTSEVER, Tarihci

bardak-2.jpg

Siyonist lider Teodor Herzl ve mektubu

bardak-3.jpg

Tarihci Yurtsever, araştırmasını sürdürüyor

bardak-4.jpg

Teodor Herzl'in kaleminden çıkan mektup

Gerçekler belgeler ortaya çıktıkça daha iyi anlaşılır. Görüntüleme sayısı: 220

27 Nisan 2009 Pazartesi

UTANMAZ

Bir Utanmaz Fethullahçı ve AB Mandacısına Açık Mektup

Bay

Rasim Ozan Kütahyalı

Taraf Gazetesi

Köşe Yazarı

Konu: 18 Nisan 2009 tarihli, “Fethullah Gülen ve Türkan Saylan” başlıklı köşe yazısı.

Fethullah Gülen hareketini övüp göklere çıkarıyor ve şöyle diyorsun:

Genelkurmay’ın Gülen hareketine yönelik bu düşmanca tavrını hiçbir vicdan sahibi onaylayamaz…”

Gel bakalım, ne kadar vicdan sahibi olduğunu görelim.

Türk halkının anlamadığı bir dilden salyalı sümüklü vaaz vermekten başka bir yeteneği olmayan Fethullah Gülen, ülkemizden kaçtı ve ABD’nin kanatları altına sığındı.

On yıldır onların ekmeğini yiyor.

‘Gâvurun ekmeğini yiyen, Gâvurun kılıcını sallar’.

On yıldır Gâvurun ekmeğini yiyen Fethullah Gülen’in konumunu hiç sorguladın mı?

Bu sığınmacı vaizi ABD niçin besleyip koruyor?

Dürüst ol, açık ol, net ol, cevap ver!

Ahlâklı ol, bin dereden su getirip bahaneler sıralama.

Yalnız Gâvurun ekmeğini yemekle kalsa neyse, bu sığınmacı vaiz Türkiye’de, Amerika’da ve Asya’da çok sayıda okullar ve yurtlar açtı.

Peki, bu kadar parayı nereden buldu?

İkiyüzlülük yapma, kaypaklığa kaçma, cevap ver!

Dürüst ol ve söyle, sen bu soruya hiç cevap aradın mı?

Ahlâklı ol, ABD’nin bu kadar parayı yalnızca ajanlarına, işbirlikçilerine ve katıksız uşaklarına verdiğini söyle!

On yıldır Gâvurun ekmeğiyle beslenen Fethullah Gülen’in sonundan kaygılı olduğun şu satırlardan ortaya çıkıyor:

“Başbuğ yönetimindeki Türk genelkurmayının şu an başlıca hedefi Gülen hareketinin nüfuz alanının daraltılması ve faaliyetlerinin olabildiğince iğdiş edilmesidir…”

Bana sorarsan, ‘Kemal’in Askerleri’ o hedefe vurmakta en az on yıl geç kalmışlardır!

Fethullah Gülen çığırtkanlığından sonra, ÇYDD ve ÇEV’in savunuculuğuna soyunmuşsun.

Önce şu somut ve sağlam bilgileri öğren.

Başında Gülseven Yaşer’in bulunduğu ÇEV (Çağdaş Eğitim Vakfı), AB’den sözde üç proje karşılığı toplam 700 000 Avro hibe aldı.[1]

Başında Prof. Dr. Türkan Saylan’ın bulunduğu ÇYDD (Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği) de AB’den sözde dört proje karşılığı toplam 200 000 Avro hibe aldı.[2]

Hibe, karşılıksız para demektir.

Vicdanlı ol ve cevap ver, kim kime karşılıksız para verir?

Karşılıksız para alanlar devşirilir, ajan olur, işbirlikçi olur.

Ben, AB’den hibe alanların boynuna, Türk halkının bağrına sokulmuş ‘Truva Atı’ yaftasını yapıştırdım.[3]

Ne oldu, biliyor musun?

Kendilerini ‘vatan hainliği’ ile suçlamış olduğumu iddia ederek beni mahkemeye verdiler, tazminat talep ettiler.

Mahkemeyi kaybettiler. Temyize gittiler, yine kaybettiler.

Yani, senin büyük coşkuyla savunduğun ÇEV ve ÇYDD’nin birer ‘Truva Atı’ olduğu mahkeme kararıyla tescil edilmiş oldu.

Sen bu iki kurumun ‘Kemalist’ olduğunu yazmışsın.

Bak dinle, Mustafa Kemal Atatürk ne diyor:

“Yabancılardan karşılıksız para almak, onlar tarafından iğfal edilmekle eşdeğerdir”.[4]

Hadi, dürüst ol, itiraf et, sana Atatürk’ün adını alçakça kullanarak emperyalistleri ve mandacıları savunmayı kimler öğretti, söyle!

Şimdi soruyorum.

‘Sahibinin Sesi’ olarak bir an olsun zırvalamayı bırakıp hiç kitap okumuyor musun?

Eğer değerli araştırmacılar Cengiz Özakıncı ve Uğur Yıldırım’ın kitaplarını okumuş olsaydın, ÇEV ve ÇYDD’nin Türkiye’de yıllarca Hıristiyan Protestan Misyonerliği yapmış olduğunu tüm belgeleri ve ayrıntılarıyla öğrenmiş olurdun.

ÇEV ve ÇYDD’nin, SEV (Sağlık ve Eğitim Vakfı) ile birlikte Türkiye’de Hıristiyan Protestan Misyonerliği yapmış olduğunu sağlam belgelere dayanarak ben de yazdım.[5]

Ne oldu, biliyor musun?

Bunlar yine mahkemeye verdiler beni.

İftira ettiğimi iddia edip, tazminat talep ettiler.

Mahkemeyi kaybettiler. Temyize gittiler, yine kaybettiler.

Hıristiyan Protestan Misyonerliği yapmış oldukları da böylece mahkeme tarafından tescil edilmiş oldu.

Hıristiyan Misyonerliği, sadece bir dini yaymaya yönelik bir eylem değildir. Çok büyük siyasi ve toplumsal boyutları da vardır.

Sahte Atatürkçü Prof. Dr. Türkan Saylan, sözde ‘Çağdaş Eğitim’ söylemiyle, özellikle doğu ve güneydoğu Anadolu’daki yoksul aile çocuklarını, işsiz gençleri dinlerinden, dillerinden soğutup, tarihlerini ve kültürlerini unutturmaya çalışmıştır. ‘Ulusal Kimlik Eritme’ denilen bu uygulama, AB’nin temel projelerinden biridir.

Prof. Dr. Türkan Saylan’ın amacı, yoksul Türk çocuklarının ulusal kimliklerini eritip, yerine Hıristiyan Avrupalı kimliğini yerleştirme olmuştur.

Şimdi soruyorum, elini vicdanına koy ve cevap ver:

Ulusal kimliklerini yitirmiş Türk çocuklarının, Hıristiyan Batı’nın uşakları olduğunu görmek çok mu mutlu edecek seni?

Türk çocuklarının ulusal kimliklerinin eritilmesini desteklemekten daha büyük alçaklık, daha büyük bir suç yoktur.

Kemoterapi tedavisi gören Prof. Dr. Türkan Saylan’ın hastalığını ön plana çıkararak duygu sömürüsü yapması dürüst bir davranış mıdır?

Türkler yufka yüreklidir, acıma ve şefkat duyguları çok yüksektir.

Bu bir eksiklik değil, erdemdir.

Ancak, yufka yürekli yanımızın sık sık sömürüldüğü de bir gerçektir.

Ahlâklı olun, Türkan Saylan’ın kanserini kalkan yapmayın.

AB Mandacısı ve Hıristiyan Protestan Misyoneri Türkan Saylan, parlak söylemlerle ön plana çıkardığı Türk çocuklarına burs verme eylemiyle, aslında ayrımcılık ve bölücülük yapmaktadır!

Nasıl mı?

Hürriyet gazetesi yazarı Ayşe Arman soruyor:

“Burs verdiğiniz öğrenciler arasında başörtülü çocuklar var mı?”[6]

İşte, Türkan Saylan’ın cevabı:

“Hayır. Böyle bir ilkemiz var. O çocukların bir kısmı militan olarak kullanılıyor. Biz de öyle casus gibi aramızda onları istemiyoruz. Baştan söylüyoruz, herkesin prensipleri var.”

Gördünüz mü?

Halkın yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede, başörtülü çocukları ‘militan’ ve ‘casus’ olarak damgalamaktan hiç çekinmiyor Türkan Saylan!

Açık açık ayrımcılık ve bölücülük yapıyor!

Hem dikkat ettiniz mi, ‘türbanlı’ demiyor, ‘başörtülü’ çocuklar diyor!

Yüzyıllardır Anadolu’da başörtüsü giyen tüm kadınlarımızı ve kızlarımızı böylesine aşağılayarak gerçek yüzünü sergilemiş olmuyor mu?

Bay Rasim Ozan Kütahyalı,

Sen bu yazdıklarına gazetecilik, yazarlık, demokratlık, çağdaşlık mı diyorsun?

Peki, bu yazdıkların çağdaşlıksa, söyler misin rezillik nedir, kaypaklık nedir, alçaklık nedir, ahlâksızlık nedir?

Yılmaz Dikbaş

19 Nisan 2009

dikbas@kalinka.com.tr

www.kalinka.com.tr


[1] Yılmaz Dikbaş, “Avrupa Birliği Tabuta Çakılan Son Çivi”, Asya Şafak Yayınları, 2007, İstanbul, 5. Baskı, Sayfa: 342

[2] A.g.e. sayfa: 384

[3] A.g.e. sayfa:432

[4] Yılmaz Dikbaş, “Gaflet Dalalet Hıyanet”, Asya Şafak Yayınları, 2007, İstanbul, 4. Baskı, Sayfa:369

[5] A.g.e. Sayfa: 719

[6] Ayşe Arman, Hürriyet, 18 nisan 2009

24 Nisan 2009 Cuma

GERÇEKTEN NEYİ KUTLUYORUZ?

-

www.temizeller.org sitesinmin sahibi Mehmet DALMAZ'dan çok ses getirecek bir tespit.

Hiçte yabana atılacak türden değil.

Az önce internetten görüştüğüm Mehmet DALMAZ;"küfürlü ve tehditkar telefonlar gelmeye başladı" dedi.

İşte o çarpıcı satırlardan bir bölüm.Tamamını okumak isteyenler için aşağıya linkini verdim.

saygılar.

İhanet şebekesi durmadı hemen karşı atağa geçti?

Bakın 23 Nisan’ı da içine alacak şekilde ayarlanmış bir tuzağa dikkatinizi çekmek istiyorum.

Kutlu Doğum Haftası diye, hem peygamberimize hem de vatana kurulmuş bir tuzağa.

Peygamberimizin; hangi gün doğduğunu kim bilir?

Kimse bilmez.

Peygamberimizin doğum günü olarak bilinen, hicri takvimle kutlanan kandil, o zaman neyin nesi?

O zaman miladi takvime göre neyi kutladığımızı ciddi ciddi düşünmek gereklidir.

Acabası alt satırlarda karşınıza çıkacaktır.

Ya bu Nisan’a getirilmesindeki maksat ne?

23 Nisan’a gölge düşürmek mi?

Yoksa altında başak bir neden daha mı var?

Evet, hem gölge düşürmek.

Hem de koskoca bir başak neden daha var.

Nedir bu neden biliyor musunuz:

Bu dönmelerin kutladıkları, kutlu doğum haftası dediklerinin Hz. Muhammet’le. Yani peygamberimizle alakası hiç mi hiç yok.

Çaktırmadan sinsice kancıkça ve kahpece.

Vatikan misyoneri, kardinal FETTOŞ denen haininin. Doğum gününü kutlatıyorlar.

Peygamberimizin adını şirktir diye, kelimeyi şahadetten çıkartan, Ermeni kırmasının doğum gününü kutluyoruz.

Hangi âlim veya müftü hangi din bilgini. Her neyse; çıkıp ta Peygamberimiz şu tarihte doğmuştur diye bilir?

O zaman bu ulviyetinde, bu ihanetin gölgesinden kurtulması gerekmektedir.

Bakın kutlu doğum haftasının bitiş tarihine bakın.27 Nisan Fettoş denen vatan hainin, Vatikan Kardinali’nin doğum gününe bakın

27 Nisan 1941.

Bal gibi hoca lakaplı kardinalin doğum gününü kutluyorsunuz.

Şimdi: neyi kutladığınızın farkına vardınız mı?

Ey Türk milleti uyanın…

Size hazreti peygamberimizin doğumu diye. Çaktırmadan Vatikan kardinali, Fettoşun doğum gününü kutlatıyorlar.

Bir başka neden Peygamberimizin doğumu kutlanıyor diye 23 Nisanın özü tarihi ehemmiyeti Türk çocuklarına anlatılmasını, öğretilmesini engelliyorlar.

Yazının tamamı için bakınız:

http://temizeller.org/?s=haberler&id=2812

22 Nisan 2009 Çarşamba

BÜYÜK OYUNLARDA PİYONLAR FEDA EDİLİR

NE DEMİŞTİK? HATIRLAYALIM.
Azerbaycan'da PKK provokasyonu

Bölücü teröristler, Bakü’de eğitim gören Türk öğrencilere saldırdıktan sonra “Azerbaycanlılar yaptı” yalanını yayıyor.

Azerbaycan kamuoyunda yaşanan tedirginliği hain emellerine alet etmek isteyen PKK, iğrenç bir eyleme daha imza attı. Bakü’de eğitim gören Türk öğrencilere saldıran teröristler, suçu da soydaşlarımızın üstüne atmaya çalıştı. Terör örgütünü lanetleyen Azerbaycan Milletvekili Sabir Rüstemhanlı, “Burası da Türk öğrencilerin vatanı” dedi.

Bakü’de provokasyon! Sınır konusundaki gerilimi fırsat bilen PKK harekete geçti. Azerbaycan’da okuyan Türk öğrencilere saldıran bölücüler, iki ülke gençlerini karşı karşıya getirmeye uğraşıyor

Selda Öztürk KAY- Önsel ÜNAL Bakü’den bildiriyor Türkiye-Ermenistan sınır meselesinin yarattığı gerginlik, Başbakan Erdoğan’ın yaptığı son açıklama ile bir nebze azalmış görünse de Azerbaycan halkının büyük çoğunluğu sınır konusunda endişe yaşamaya devam ediyor. Türkiye’deki siyasi iktidarın Ermenistan politikasına yönelik en büyük tepkiyi Azerbaycan’daki üniversite öğrencilerinin gösterdiği iddia ediliyor. Azerbaycan’da eğitim gören yaklaşık beş bin Türk öğrencinin huzurunu kaçıran söylentiler, Bakü’deki siyasileri de endişelendiriyor. Türk öğrenciler huzursuz Son günlerde bazı gazetelerde, sınırların açılması durumunda Bakü’de eğitim gören Türklere ve Türkiye’den bu ülkeye gelen vatandaşlara yönelik saldırıların başlayabileceği yönünde haberlerin yer alması Azerbaycan’da endişe yarattı. Üniversitelerde Türk öğrencilere yönelik birkaç saldırı olayının yaşanması nedeniyle başlayan söylentiler, Bakü siyasetçilerini de ayağa kaldırdı. Dünya Azerbaycanlılar Kongresi Başkanı Milletvekili Sabir Rüstemhanlı, konu ile ilgili bir soruya, “Bu tür haberler Azerbaycan’daki Türk düşmanlarının yaydığı zararlı ve asılsız bilgilerdir” şeklinde yanıt verdi. Saldırılar PKK’nın işi Bazı kesimlerin, iki kardeş devlet arasında yaşanmasını istedikleri gerginliği topluma yayarak kamuoyu oluşturmaya çalıştığını söyleyen Rüstemhanlı, “Bunlar İran sevdalılarının ve Azerbaycan’ı yeniden Rusya’nın kucağına atmak isteyenlerin iftiralarıdır. Bu güçler bilmelidir ki, son süreçten Türkiye ile Azerbaycan kardeşliği daha da güçlenmiş bir şekilde çıkacaktır” diye konuştu. Üniversitelerde yaşanan saldırı olaylarının arkasında PKK sempatizanı talebeler olduğunu söyleyen Rüstemhanlı, bu söylentilerin terör örgütü yandaşları tarafından yayılmış olabileceğini belirterek, “Azerbaycan’daki Türk öğrenciler kendilerini vatanlarında hissetsinler. Azerbaycan onlara sahip çıkar ve öz kardeşlerine karşı adım atılmasına asla izin vermez” dedi. Müsavat Partisi Milletvekili Penah Hüseyin de bu söylentilerin açık bir tahrik olduğunu belirterek, “PKK yandaşları, Türk düşmanlığı yaratmak amacıyla bu provakasyonları ortaya atıyor. Kim böyle bir yola meylederse, ona göz yumanlara gerekli cevap verilecektir. Azerbaycan Türkleri, kendi ülkelerinde kardeşlerine yönelik böyle adımlar atılmasına asla göz yummaz. Buna devlet de göz yummaz” diye konuştu.

NİCOLA'DA ERGENEKONCU ÇIKTI

Vay Vay Nicola’da Ergenekoncu oldu.

Edison’da artık Ergenekon savcısı yapın.

Nede olsa Nicola konuşursa Edison’un hırsızlıkları ortaya çıkar.

Haydi, Nicola sıra sende; konuş.

“Bu adam ampulü ararken, ben kırk yıldır florasanlı laboratuarlarımda deney yapıyordum” de. “Benim bütün patentlerimi çaldı.”de öğrensin millet Edison’un ve Ergenekon davasının yalanlarını.

NOT: Nicola TESLA hakkında detaylı bilgileri akşam buradan okuya bilirsiniz.

66 YIL ÖNCE ÖLEN ÜNLÜ FİZİKÇİ DE ERGENEKON İDDİANAMESİNE GİRDİ 21.04.2009 Ergenekon savcıları, 66 yıl önce ölen ünlü İtalyan Fizikçi Nikola Tesla'yı da ilk iddianameye ekledi.

İlk iddianamenin 1114’üncü sayfasında, yazar Ümit Oğuztan’ın ev ve işyerinde yapılan aramalarda el konulan evrak ve dökümanlar sıralanırken, İtalyan fizikçinin adı da iddianamede ‘Nikola Tesla isimli şahıs’ olarak geçiyor.

1114’üncü sayfada şunlar yazıyor: Nikola Tesla-HAARP- NBC.doc isimli MsWorld dosyası tespit edilmiştir. Belge incelendiğinde, Nikola Tesla isimli şahıs ve ABD’nin HAARP olarak bilinen Yüksek Frekans Aktif Aurora Araştırma programı ile ilgili NBC (Nükleer Kimyasal ve Biyolojik) silahları hakkında teknik detay bilgiler içerdiği görülmüştür.

NIKOLA TESLA KİMDİR Sırp asıllı fizikçi, mucit, makine mühendisi ve elektrik mühendisi. 19. ve 20. yüzyılın en ilginç buluşçularından birisidir.

Prag'daki tahsilini 1880'de bitirdi. Eğitim görürken yabancı teknik eserleri okuyabilmek için anadili olan Sırpça ve ailece bildikleri Almancaya ek olarak İngilizce, Fransızca ve İtalyancayı da öğrendi.

Tesla, elektrikte alternatif akımlardan yararlanmayı keşfederek elektrik motorlarının geliştirilmesini sağladı. En büyük mucitlerden biri olarak kabul edilen ve yüzlerce patentli ürüne imza atan Nikola Tesla, 1943’te beş parasız olarak ölmüştü. 1943’te ölen İtalyan fizikçi ve mucit Nikola Tesla da Ergenekon iddianamesinde yer alıyor.

GÖZLER AVRASYA'DA

Dünyanın nabzı AVRASYA'da ;özellikle Azerbaycan'da atıyor.Tüm emperyalistlerin gözü o bölgede.Ama biz kardeşlerimize sırt çeviriyoruz. Bunun tek bir nedeni var: Türkiye'de yönetim emperyalistlerin "bizim çocuklarlar" dediklerinin elinde.Ayrıca emperyalistler sivil Truva atlarıyla bölgeyi adım adım kuşatıyor.Bunuda Türkiye'yi kullanarak,Türkiye üzerinden yapıyor.
MASONLAR KUZEY AZERBAYCAN'A EL ATTI!
Türkiye'deki masonlar, Azerbaycan'da bağımsız bir locanın kurulması için çalışmalarını tamamladı. Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası'nın yayın organı Tesviye dergisinde, bağımsız bir Azerbaycan Büyük Mason Locası'nın yakında kurulacağı belirtilerek, kurucu olmak isteyen "Kardeşlerin' ismini içeren liste ile, Azerbaycan'da misyonu devralacak temsil ve temessül yeteneğine sahip 'haricileri tekris etme' yolunda çalışmalar başladığı bildirildi.
Bugün değişik vadilerde Loca çalışmalarına muntazaman devam etmekte olan 'Kardeşler ve tekris olmayı bekleyen hariciler, Bağımsız Azerbaycan Büyük Locası'nın kurulmasında üzerlerine düşen onur verici görevi gerçekleştirecekler" denildi. SOVYETLER BİRLİĞİ DÖNEMİNDE YASAKTI SovyetlerBirliği döneminde yasak olan masonik örgütlenme, Sovyetlerin dağılmasından sonra da Azerbaycan'da mevcut yasal mevzuat gerekçe gösterilerek engellenmişti. 2003 yılında "Hazar Locası" olarak Türkiye Büyük Mason Locası bünyesinde faaliyete başlanmış, ancak bir türlü Azerbaycan Büyük Locası kurulamamıştı. Siyasi bir takım girişimler sonucunda şimdi bu aşamaya gelindiği bildirildi. TÜRKİYE'DE EĞİTİM Türkiye Büyük Mason Locası, 14 Haziran 2003 tarihli toplantısında, ileride Azerbaycan'da kurulması düşünülen bağımsız bir Büyük Loca'nın çekirdeğini oluşturacak bir Loca kurulması için çalışmalara başlanması kararı almıştı. Bu amaçla "Üçgen"ler olarak bilinen İstanbul,Ankara, İzmir Vadileri'nden beşer yetkili masonun katılımıyla bir komisyon kurulmuş, "Yeni Ufuk" adı verilen komisyonun başkanlığına da bir Azerbaycanlı olan Behzat Rızvani getirilmişti. Komisyonun sekreterliğini ise Ankara Vadisi'nden Ali Herischi üstlenmişti. 2003 yılından bu yana Azerbaycan'da yürütülen çalışmalarda Azerbaycanlı mason sayısının bir kaç misline katlandığı, mason olan Azerbaycanlıların Türkiyeli masonlar tarafından eğitildiği belirtildi. REKLAM YAYINLAMA KARARI ALDI Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası'nın yayın organı olan Tesviye dergisi reklam yayınlama kararı aldı. Dergi, daha önce de bir dönem reklam kabul etmiş, ancak Loca'nın tepkisi üzerine reklam yayınlamaktan vazgeçilmişti. Loca'nın son toplantısında yeniden ele alınan reklam konusu, ara bir formülle tekrar benimsendi. Reklam verecek üyelerin müracaatları önce bir komisyon tarafından değerlendirilecek ve değerlendirme sonucu yayınına izin verilecek. Yeni Şafak
----------------

HAZAR’DAN KARADENİZ’E KANAL AÇALIM' DEDİ


St.Petersburg’taki uluslararası foruma katılan Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev, Orta Asya’nın enerji ihracatında güçlü bir yeni rota oluşturulabilmesi için Hazar Denizi’nden Karadeniz’e uzanan 1000 km’lik bir kanal açılmasını önerdi.
11 Haziran 2007
Her iki bölgenin de enerji zengini olduğunu, ancak enerjinin dünya piyasalarına ulaştırılması gerektiğini belirten Nazarbayev, "Rusya üzerinden geçecek bu kanal bütün Orta Asya açısından güçlü bir koridor olacaktır" dedi. Nazaryabev muhtemel rota ile ilgili detaya girmedi. İki deniz arasındaki dağlık bölge üzerinde Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan, Rusya’nın güney kesimleri ve Türkiye’nin kuzeydoğusu bulunuyor.
HAZAR-KARADENİZ KANALI TEKRAR GÜNDEMDE
Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev, Orta Asya ülkelerini Hazar Denizi üzerinden Karadeniz'e bağlayacak Avrasya su yolu için çalışmaları başlattı. Orta Asya'nın en büyük çıkmazı olan denizlere kapalı oluşunun ne zaman sona ereceği halklar tarafından merak ediliyor. Bu bağlamda Avrasya su yolu projesi bölge için hayati önem arz ediyor.Karadeniz ile Hazar Denizini birleştirmek içinilk kazmanın Sokollulu Mehmet Paşa tarafından 1570'li yıllarda vurulduğu proje, son günlerde tekrar gündeme geldi. Özellikle de Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, projeyi hayata geçirmek için özel gayret sarf ediyor.Nazarbayev, 2007 Haziranında Sankt Peterburg'da yapılan uluslar arası ekonomik forumundaki konuşması sırasında konuyu gündeme getirerek, projenin hayata geçirilebilmesi için gerekli olan 6 milyar doların kolaylıkla bulunabileceğini ifade etmişti.Orta Asya ülkelerinin su yolu ile açık denlere çıkma çabalarına Rusya temkinli yaklaşıyor ve kanalın kendi topraklarından nehirler yoluyla gerçekleştirilmesini istiyor. Bu ise projenin 1000 km. daha uzaması demek olduğundan Kazakistan yönetimi tarafından kabul edilmiyor.
Kazakistan tarafı Putin yönetiminin tepkisini azaltmak için Rusya'yı projenin hayata geçirilme çalışmalarına katılmaya davet etti.
Bu bağlamda Kazakistan ile Rusya ulaştırma bakanlıkları tarafından oluşturulan çalışma grubu iki gün önce Astana'da konu ile ilgili bir toplantı düzenledi. Toplantıda Hazar denizi ve Azov-Karadeniz havzaları arasında su yolu nakliyat/ulaşım kanalının inşaatı projesinin, Kazakistan ile Rusya ortaklığı ile başlatılması konusu masaya yatırıldı.
Kazakistan ulaştırma bakanlığının bildirdiğine göre: 'Çalışma gurubu temel olarak Avrasya Gelişim Bankasının sunduğu,iki projenin teknik- ekonomik özelliklerinin karşılaştırmalı değerlendirmesinin yapılmasını kabul etmiş bulunmaktadır. Bu projelerden ilki, Hazar denizi ve Azov-Karadeniz havzaları arasındaki su yolu projesinin Kumo-Manıç 'Avrasya' çukurunda kazılması, ikincisi ise Volga-Don gemi nakliyat kanalının ikinci kolunun inşasıdır.'denildi.
Bildiride, ortak komisyonun teknik ödevi bitirerek, iki projenin teknik ve ekonomik donanımlarının karşılıklı değerlendirlebilmesinin gereği lirtiliyor.
Mühendis ve danışmanların işe alınması için jüri oluşturulması da isteniyor.
Bildiride, ortak çalışma gurubunun,'Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev'in, 10 Mayıs 2007 de Vladimir Putin'in Astana'ya resmi ziyareti sonunda verdiği emrin yerine getirilmesi için oluşturulduğu hatırlatılıyor.
Kazakistan-Rusya Bakanlıkları arası ortak çalışma gurubunun kadrosuna, bu tür büyük projelerin yapılmasında deneyimli jeoloji ve hidroteknik alanında uzman bilim adamları da alınacak.
Rusya'nın iki denizin birleştirilmesi için ortaya attığı Volga-Don kanalı projesine göre, Nazarbayev'in bilim adamlarına hazırlattığı yine Rusya toprakları üzerinden geçecek olan Avrasya kanalı 1000 km. daha kısa.
İlk kez Sokollu Mehmet Paşa zamanında kazılmaya başlanan proje, Kanuni Sultan Süleyman'ın ölümü nedeniyle bitirilememişti. Bölge idarecilerinin okyanuslara açılma hayali 1936 yılında tekrar gündeme geldiyse de bir takım sebeplerden dolayı yine hayata geçirilememişti. Bu proje için Avrasya Gelişim Bankası kurulu,bu senenin Ağustos ayında, Hazar denizi ve Azov-Karadeniz havzaları arasında kanalının kazılması için gerekli olan teknik- ekonomik ekipmanların değerlendirmesinin yapılması için para verilmesini onaylamıştı.

19 Nisan 2009 Pazar



Emperyalistlerle, siyonistlerle düşe kalka bir şeyler öğrendi galiba Fethullahçı Gladio veya diğer adıyla yeşil ihanet.
Artık şifreli konuşmaya başladılar.Aynı siyonist örgütler gibi.
Oldu olacak:
Ümmet şövalyelerini de kurun.
Ardından İllahiminati örgütünü kurun.
Ardından Kurukafa ve sarıklar örgütünü kurun.
Ardından Beldirbeldirbak toplantıları düzenleyin.
Her sene ramazan ayının başında bir yerde çok gizli toplantılar düzenleyin.
Cengiz, Fehmi, M.Ali amcaları da davet edin.
Belki o zaman Cumhuriyeti ve ATATÜK sevgisini yıkarsınız.
“Çıkmaz aynın son perşembesine”

Bakın bunları neden yazdım.
Hayrullah Mahmut Özgür'ün tespitlerini okuyunca hak vereceksiniz.
KOD ADI: 1909 Hayrullah Mahmud Özgür
KOD ADI: 1909 / 31 MART VAK'ASI'NIN 100. YILDÖNÜMÜNDE, ERGENEKON'DA 12. DALGAYI YAPMAK YA DA ERGENEKON II. İDDİANAME NEDEN 1909 SAYFA?!
Sayın Hüseyin Gülerce,
Ergenekon 12. dalga operasyonu bağlamında, CNN Türk ekranında dile getirdiğiniz görüşlerinizi büyük şaşkınlıkla dinledim.
Yapılan operasyonu hukuka uygun bulduğunuzu dile getirdiniz!
Ucu açık soruşturma için hukuka uygun tanımlaması yapanlara tavsiyem, bir gün hukukun kendilerine de lazım olabileceği gerçeğini hiç akıllarından çıkarmamaları yönünde olacaktır.
Nokta!
..............
Sayın Gülerce,
Hakka, hukuka, yerleşik hiçbir uygulamaya uymayan soruşturma sürecine gelince, madem siz tahrik ettiniz, bende birkaç satırla gözden kaçırmaya çalıştığınız birkaç ayrıntıya dikkat çekeyim.
Bugüne kadar meslektaşlarım bu basit detaya dikkat çeker diye bekledim ama demek ki, ama demokrasi aşkı içinde ne mümkün?!
İşte bu anlamda birkaç nüanslı satır:
Bir:
Ergenekon 2. İddianame, 1909 sayfa!
Bu sizce, Atatürk Türkiyesi'ne mazinin derinliklerinden verilmeye çalışılmış bir mesaj değil mi?!
Bu tarih, bu sayfa numarası sizde bir dünden bugüne uzandığı hissi veren bir "rövanş duygusu" uyandırmıyor mu?!
İki:
Bugün 13 Nisan 2009!
Bugün 31 Mart (1909) Vak'ası'nın 100. yıldönümü!
Bugün, yani 31 Mart 2009'da, Ergenekon operasyonu'nda 12. dalga operasyon yapıldı!
Sizce bu kadar raslantı, kasta girmez mi?!
...............
Sayın Gülerce,
31 Mart Vakası, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde yaşanan en önemli gerici ayaklanmalardan biridir.
Meşrutiyet yönetiminin muhafazası amacıyla Selanik’ten İstanbul’a getirtilen Avcı Taburu, şeriatçı Volkan Gazetesi başyazarı Derviş Vahdeti’nin de kışkırtmasıyla 30 Mart 1325’i (13 Nisan 1909) 31 Mart’a bağlayan gece 04.00’te ayaklanmıştır.
Tarih kitapları böyle yazıyor.
Bu ayaklanma sırasında, subaylar hapsedildi.
Sarıklı, cübbeli hocaların önderliğinde Taşkışla’daki askeri birliklerden ayrılan grup, "Şeriat isteriz" sloganıyla Ayasofya’daki Meclis-i Mebusan’a yürüdü. İkinci ordu subaylarının ibadet yapmalarını engellediğini iddia eden gericiler, orduya getirilen batılı eğitim sisteminin de kaldırılmasını talep ediyordu.
Adliye Nazırı Nazım Paşa katledildi. Padişah Abdülhamid, isyancıların talebi doğrultusunda, Sadrazam Hilmi Paşa’yı görevden aldı ve ayaklanmanın durdurulması koşuluyla af teklif etti.
İkinci kez isyan çıkması üzerine Rumeli’de oluşturulan Hareket Ordusu, İstanbul’a girdi.
Abdülhamid tahttan indirildi.
Kurulan Divan-ı Harp’de Derviş Vahdeti ve 56 isyan lideri ölüme mahkum edildi
.......................
Sayın Gülerce,
Sizin de anlayacağınız üzere, böylesi mübarek bir günde operasyon yapmış bulunuyorsunuz!
Nokta!
.........................
Sayın Gülerce,
Bugünkü Hürriyet'in "Seyahat" ekinde, Prof Dr Mikdat Kadıoğlu, İtalya'nın "kanlı nisan yağmurları"ndan bahsetmiş.
T.S. Eliot'un ayların en zalimi diye nitelediği Nisan'da, Yobazlar, Hareket Ordusu'nun üzerleri'nden geçmesi üzerine yarım kalan "31 Mart karşı devrimi"nin rövanşını almaya çalıyor, diyebilir miyiz?!
100 yıldır birmeyen bir kavganın, devamı, intikamı değil ise o halde bu kadar raslantı karşısında ne diyeceksiniz?!
Yok eğer bunların hepsi birer raslantı ise bilmenizi isterim ki, siz hala bebekleri leyleklerin getirdiğine inanan o malum azınlık içinde yaşıyor ve/veya nisanın ahmak ıslatan yağmurları altında ıslanıyorsunuz demektir.
Sözün özü, AKP iktidarında, Mussoli'nin İtalyası'nın kanlı yağmurları ile yüklü bulutların dolaştığı bir gökyüzü var!
Nokta!
..................
"Biliniz ki, mallarınız ve evlatlarınız bir imtihandır. Büyük mükafat ise Allah katındadır!"
Enfal:28
Ezcümle, AKP ve AKP ile işbirliği içinde olan malum tayfa, ne bu dünyada ne de öte tarafta (ahiret) hesap verecilecek durumdal!
...................
Sayın Gülerce,
Bu anlamda bir soru:
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un, İstanbul'da, Harp Akademileri'nde, medya ile buluşmasının arifesinde, 18 ili kapsayan büyük bir gözaltı dalgası ile gündemle oynamaya çalışmak, var olan hakikatleri ne derece göz ardı edebilir, perdeleyebilir ki?!
Filvaki, 1909'un rövanşı ile yanmak, başka rövanşlara da çağrışım yapar!
Nokta!
Hülasa, ya çok cahilsiniz, neyi neden yaptığınızın farkında değilsiniz ya da her şeyin farkındasınız, 100 yıllık bir hesabı görmeye çalışıyorsunuz, o "Zaman" o "Vakit" acırım size!
Ezcümle, Benjamin Disraeli der ki, "İnsanın bilgisiz olduğunu bilmesi, bilgiye atılmış ilk adımdır"!
Nokta!
.......................
Ve...
Son olarak...
Ankara'da, Anıtkabir'i gezerken, rehberimiz olan genç tarih öğrencisi hanım anlamıştı.
Çanakkale Savaşı'nın en sert geçtiği anlarda dahi centilmenlik hiç elden bırakılmamış!
Su, yaralıların taşınması için savaşa ara verilir, bu sırada iki taraf da birbirine hiç dokunmazmış!
Ben, size göre "öteki" olan ben, AKP iktidarında onca sıkıntı yaşamış olan ben, sizlerde bitmek tükenmek bilmeyen bu kin, nefrete bir anlam verebilmiş değilim?!
Çanakkale Savaşı'nda, atalarımızın göğüs göğüse çarpıştığı düşmanlarımızdan daha geri bir duygu ile ekranlardan saldırıyor olmanıza bir anlam verebilmiş değilim!
Bu anlamda bir soru:
Bunca korku, baskı operasyonuna rağmen, Türkiye'nin tamamı sizce Fetullahçı ve/veya AKP'li olabilir mi?!
AKP başarılı olabileceğine inanıyor ise neden Erdoğan, uzun menzilli uçak satın aldı?!
Gülen neden ABD'de yaşıyor, "Türkiye karışmasın" diye ise cevabınız, sizce bu Türkiye'nin karışmamış hali mi?!
Uzlaşmadan Çankaya Köşkü'ne bir oldu bitti ile çıkartılan Gül, sizce Türkiye'yi bu gerginlikten kurtarabilir mi?!
Daha doğru bir ifade ile gerginliğin kaynağı olan Gül, Türkiye'de safların çarpışmasını engelleyebilir mi?!
Engeleyebilir ise neden şimdiye kadar, AKP Hükümeti'nin gönderdiği her kararı onaylama ve de uzun menzilli uçak satın alma operasyonuna dahil olma dışında hiçbir şey yapmamış?!
Atalarımız, Derviş'in fikri ne ise zikri de odur, diye söylerken bir bildikleri olsa gerek değil mi?!
Hülasa, kıbleniz de yanlış, rotanız da yanlış, referanslarınız da yanlış!
Ezcümle, yanlışsınız, yanlış yoldasınız!
Sevgiler
13 Nisan 2009 ya da 31 Mart Vak'ası'nın 100. yıldönümü
Hayrullah Mahmud ÖZGÜR