27 Temmuz 2009 Pazartesi



“Bu halka verdiğin sözü tutmazsan bu halk da senin kafanı keser!”
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün “İyi şeyler olacak”, “Tarihi fırsat” söylemlerinin ardından çok daha cüretkâr çıkışlar yapmaya başlayan DTP, sonunda işi Başbakan’a tehditler savurmaya kadar vardırdı. DTP’nin tehdidini Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır dillendirdi. “Söz ola kestire başı!” KATO Dağı’nda düzenlenen Koyun Kırkma Festivali’nde konuşan Bayındır, Başbakan Erdoğan’ın “Söz ola kestire başı” deyişiyle yaptığı uyarıyı hatırlatarak, “Bu halka verdiğin sözü tutmazsan bu halk da senin kafanı keser!” ifadesini kullandı.
Vatanda çıkan aşağıdaki haber bana daha önce okuduğum şu haberi çağrıştırdı.
Şimdi bu adamlar yargı ister mi?
AKP'ye Samsundan 7.sırada aday olmuş bu şahsiyet doğru parti seçimi yapmış.
RÜŞVETLE LÜKS VİLLA VE OTOMOBİL ALDILAR
71 kişi hakkında açılan Mavi Hat Operasyonu davasının bilirkişi raporu tamamlandı Ömür ÜNVER / VATAN
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı BOTAŞ ihalelerinde yolsuzluk yaptıkları iddiasıyla aralarında Enerji ve Tabii Kaynaklar Müsteşar Yardımcısı Bekir Aksoy, BOTAŞ eski Genel Müdür Vekili Rıza Çiftçi ve Fenerbahçe 2. Başkanı Nihat Özdemir ile ortağının da bulunduğu 71 kişi hakkında 2007 yılında açılan “Mavi Hat Operasyonu” davasının bilirkişi raporunda, kamu görevlisi sanıklara ait olduğu belirtilen villa, daire ve otomobillerin, suçtan elde edilen parayla alındığı iddia edildi. 16 ihaleye fesat BOTAŞ’ın başta Dünya Bankası Tuzgölü Doğalgaz Depolama Tesisi yapımı olmak üzere 16 ihalesine fesat karıştırıldığı iddiasıyla aralarında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’ndan bazı üst düzey bürokratları ile ünlü işadamlarının da bulunduğu 71 sanıklı “Mavi Hat Operasyonu” davası kapsamında bilirkişi raporu hazırlandı. 3’ü emekli Sayıştay denetçisi biri bankalar yeminli murakıbı toplam 4 kişi tarafından hazırlanan 249 sayfalık rapor, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ne teslim edildi. Raporda, Tuz Gölü Tatlı ve Tuzlu Boru Hatları Yapım İhalesi’nde BOTAŞ Değerlendirme Komitesi üyeleri Rıza Çiftçi, Hasan Turgay Günay ve Ethem Tozlu’nun ihale sürecinde ihaleye katılma ve yeterlik koşullarına sahip olmayan firmaların veya kişilerin ihaleye katılımını sağladıkları belirtildi. Raporda, Limak İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Özdemir, Başkan Yardımcısı Sezai Bacaksız, işadamları İbrahim Selçuk ve Bahaddin Özdemir ile RTÜK Uzmanı Seydi Çevik’in de ihaleyi kazanacak duruma gelen kişinin ihaleden çekilmesi ile daha sonraki ve daha pahalı teklif veren kişi veya firmanın ihaleyi kazanmasının yolunun açılması gibi gizli anlaşma yapmak fiiline iştirak ettikleri ve yardım ettikleri iddia edildi. Müdür ve memurların mal varlığı nasıl arttı? Soruşturma kapsamında sanıkların mal varlıklarına ilişkin araştırmalar ve teknik takip sonucu elde edilen bilgiler sonucu haksız mal varlıklarına ilişkin saptamalar raporda yer aldı. Buna göre, bazı örgüt mensuplarının ihalelere fesat karıştırma eylemi sırasında aldıkları iddia edilen rüşvet paralarıyla haksız elde ettikleri ileri sürülen taşıt, menkul ve gayrimenkuller şöyle sıralandı: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Bekir Aksoy: 2007 model Ford marka otomobil. BOTAŞ Genel Müdür Vekili Rıza Çiftçi: Gölbaşı’nda 240 bin TL değerinde dubleks bina. BOTAŞ Genel Müdür Yardımcısı Şakir Arıkan: 2006 model Ford marka otomobil. BOTAŞ Genel Müdür Yardımcısı Kerim Taşkıran: Samsun’un Bafra İlçesi’nde 1006 ada 3 parsel A blok/4 23 numaralı mesken. RTÜK Uzmanı Seydi Çevik: Çayyolu’nda 770 metrekarelik villa, Troya firması tarafından gönderilen 130 bin euro. BOTAŞ İhale Komisyonu üyesi Ethem Tozlu: Mercedes minibüs, 30 bin Euro, Samsung plazma TV , 21 kalem bilgisayar malzemesi, 2 adet Nokia N70 cep telefonu. BOTAŞ Yöneticisi Hasan Turgay Günay: 2000 model Opel marka otomobil, 10 bin euro, 3 bin 700 TL değerinde Philips marka televizyon, 469,99 TL değerinde Alaska Mono Split 09 HP marka klima. Rıza Çiftçi döneminde BOTAŞ Özel Kalem çalışanı Mustafa Şağban: 2000 model Renault marka otomobil. BOTAŞ personeli Vahap Alaca: 2007 model Renault marka otomobil. DSİ Genel Müdürlüğü Barajlar ve HES Dairesi Başkan Yardımcısı İsa Yerdelen: Antalya Merkez Zeytin Köyü Mahallesi 8275 ada 3 parselde bulunan 14 nolu mesken.
SİZ ÇOCUK MU KANDIRIYORSUNUZ?
GİZLİ İŞ BECERECEK ADAMLAR ALENİ ORTA YERDEMİ GÖRÜŞÜR?
BU NE SAÇMALIKTIR.

BASIN AÇIKLAMASI
İnsanlar izlemeye alınarak binaların çatılarından, teleobjektifle resimlenip, gerçek dışı, amaç dışı, tek yanlı, çarpık ve art niyetli, yönlendirici yayınlara konu edilmektedir. Gizli izleme yapılıp, anında özel amaçlı olarak belirli basın organlarında yayına konu ediliyorsa, bu durum resimleyen kişilerin gizli çalışmalarını, kamusal amaçlı değil, siyasi amaçlı ve kamuoyu yaratmaya yönelik yaptıklarını ortaya koymaktadır. Bu kişiler görevlerini kötüye kullanmaktadırlar. Hukuksal yollara başvurulacaktır. Söz konusu resimle aslında basın özgürlüğünün ülkemizde ne hale geldiği ve ne hale getirildiğinin, hangi amaçlar için, hukuk, yasalar, basın meslek ilkeleri, etik kuralların çiğnendiği bir kez daha ortaya çıkmış, basın bu yönüyle kendi resmini çekmiştir. Hatta ve hatta bu durum ahlaki kuralları da ters yüz etmiştir. Basın adına son derece üzüntü vericidir. İzlemeler, kamusal niteliğini kaybedip, servis amaçlı online yayınlara konu ediliyorsa, ilgili basın kuruluşları kendilerini sorgulamalı, kamusal, istihbarı ve gizli destekli yayın organı olmaktan çıkarak, özgür basın kimliğine bir an önce kavuşmalıdırlar. Caroline/Almanya İHAM kararı sanırım hukuk diyen bu basın organlarının bilmedikleri değil görmek istemedikleri bir karardır. Yapılan insanlıkla bağdaşmayan bir saldırıdır.
YARSAV üyeleri elbette yargıç ve savcılar olacaktır. HSYK üyelerinin YARSAV üyesi olmasından doğal bir şey olamaz. Kaldı ki haberde ismi geçen HSYK üyesi YARSAV üyesi değilken, YARSAV’ın üyeleri üzerinde yaptırımı söz konusu değilken ve olması da düşülemez iken, nasıl YARSAV la bağdaştırıcı ve ortak payda imiş gibi bir yayına konu edilmektedir? Kaldı ki önceki Adalet Bakanlarına danışmanlık yapmış bir kişinin de bulunduğu geniş kapsamlı bir konu ve YARSAV ile ilgili olmayan özel bir yemek, herkes peşinen suçlu ilan edilerek önyargılarla dolu bir yayında, üstelikte nasıl dar bir açı ile yansıtılmaktadır. Gizli olmayan herkese açık bir yemek ile ilgili olarak herkesin gelip her türlü soruyu sorması olanaklı iken, çatılara tırmanmaları son derece düşündürücüdür. Korku toplumunun oluşturulduğu yerde baltalanan hukuk devletidir.
Yapılan, HSYK’ya, yargıya ve 2009 Ekim ayında Dünya Yargıçlar Birliği’ne, 2009 Kasım ayında Özgürlük ve Demokrasi İçin Avrupa Yargıçlar Birliği’ne üye olacağı kesinleşen YARSAV’a müdahalenin alt yapı çalışmalarına hız verilmesidir.
YARSAV, hukuksal ilkeler çerçevesinde ve hiçbir etki altında kalınmadan, hukukun gerektirdiği çerçevede kararnamenin bir an önce çıkartılmasını, beklenti içerisinde bulunan yargıç ve savcıların tedirginliklerinin bir an önce giderilmesini istemektedir. Ancak iki bölümden oluşan kararname taslağının sonuncusu 6.7.2009 tarihinde sunulmakla, HSYKnın taslak üzerindeki bir aylık görüşme süresi karşısında, toplantıya katılım konusunda yaşanan sorunlar, MEB nca SBS kayıtlarının bu kararname gerekçe gösterilerek bir süreliğine uzatılması ile yaratılmak istenen süre kısıtlaması sonucu oluşan baskılama, HSYK’daki yasa uyarınca gizli yürütülen görüşmelerin, yayınlananların doğruluğu bilinmemekle beraber kapsamlıca basına yansıtılması, HSYK üzerinde yaratılan baskıları da “anlamlı” kılmaktadır. Yargı yargıya bırakılsın yeter. Hiç kimse yargı üzerinden oyun oynamaya kalkışmamalıdır. 20.7.2009
Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU
YARSAV Başkanı

* "Türkiye, Anadolu'nun ücra bir köşesinden daha çok yardım yapmıyor mu Kıbrıs'a?
Metresi işte! Kendi çocuğuna yapmıyor, metresine yapıyor!"
* "Kıbrıs'ı feda etmeyiz! Kıbrıs'ı vermeyiz! Nereden buldun da vermiyorsun? Kıbrıs senin
değil ki! Fethetmedin ki Kıbrıs'ı! Kıbrıs, Türkiye'nin değil!"
* "Türkiye, bazı gericilerin anavatanı olabilir ama benim anavatanım değil!"
* "Denktaş, Kıbrıs Türklerinin değil, Türkiye'nin stratejik çıkarlarını korumaktadır."
* "Denktaş, Egemenlik gibi bir konuya takılıp kalmıştır. Cumhuriyetçi Türk Partisi olarak
artık böyle saçma konularla vakit geçirilmesine izin vermeyeceğiz."
* "Planımızın ikinci aşamasına gelmiş bulunuyoruz. Referandumla rejimi ve devleti
yıkacağız, meşruiyetini yok edeceğiz. Referandum sonucuna dayanarak anlaşmaya da biz
imza koyacağız. Denktaş bizi temsil etmez, Denktaş'la da hesaplaşacağız."
(Mehmet Ali TALAT’tan inciler.)
Sevgili dostlar:İlk blogum “TÜRKİYE TEK KURŞUN ATILMADAN İŞGAL EDİLİYOR” da 10 şubat 2008 de yayınladığım ve başlığı “İKİSİ BİR ARADA SÜTLÜ KAHVE” olan Yılmaz DİKBAŞ makalesini bu akşam bir kez daha yayınlama ihtiyacını duydum.Çünkü gerçek aydınlarımız bizi defalarca uyardılar.fakat sesleri devşirilmiş medya ağıyla örülmüş halkımıza ulaşamıyor.2008 ocak ayından itibaren hemem hemen her gün bir veya birkaç yazı - yazımı (başlarda yazılmışları,daha sonra kendi yazılarımda eklendi) bloglarda, gruplarda yayınladım.Kuşatılmış, devşirme,satılmış,hain,kansız,uğursuz birbirlerini aydın atamış, aydın olarak topluma sunmuş ciğersiz sürüsünün gençlerimizi,köylümüzü,işçimizi sömürdüğünü,gerçeklerden tamamen kopuk bir masal dünyasında adım adım Emperyalist/Siyonist patronlarının istediği moda getirdiğini gördüm.Gerçek aydınlarımızın seslerini duyurmada görev almak,onları en azından emperyalin potansiyel hedefi gençlerimize ulaştırmada yardımcı olmaktı.
Türk gençliği; üniversiteler, liseler, kütüphaneler, ansiklopediler, tv kanalları,radyolar ve gazeteler; tamamen küresel sermayenin çıkarları doğrultusunda sözüm ona insan hakları,özgürlük söylemleriyle kan emici vampir sürülerine bedava iş gücü yetiştirmekte.Şayet seçici değilsen (ki bu çokta kolay değil) okuyarak,izleyerek,dinleyerek cahilleşiyorsun.AB kriterleri/normları ,insan hakları,özgürlükler diye diye ayrışıyorsun.Yerel,yöresel yenilip yutulması ,hazmı kolay kabileciklere dönüşüyorsun.Afrika kabilelerinden,Avustralya Aborjinlerinden,Amerika Kızılderililerinden tek farkın iyi giyinen,iyi konuşan,iyi okuyan ama aynı güçsüzlükte.İstediğinde yok edilebilecek kadar zavallı.
Emperyalist/Siyonist güçler iletişim ağlarını yeteri kadar kurdu ve artık iktidarlar.
Şunu kesinlikle unutmayın:
Emperyalizmin; sağı/solu, laiği/şeraitçisi, karakaşlısı/sarı saçlısı, kürdü/türkü yoktur.
Bunun bir örneği emperyalist, Türkiye’de sağdan, Kıbrıs’ta soldan geldi. Rusya’da liberalleşme diyerek “galasnos” özgürleşiyoruz diyerek geldi.
Emperyalizmle mücadele ederken tek bir renk gözlüğünüz olmasın elinizde. Ve gözlüklerinizi sık sık değiştirin ve bakın. Bukalemundan beter bu pislikleri başka türlü göremezsiniz.
İşte size ikisi bir arada sütlü kahve. Özellikle ikinci sütlü kahveyi içmeyi unutmayınız.
Saygılar.
Levent Kalem
İKİSİ BİR ARADA SÜTSÜZ KAHVE
İKİNİN BİRİ
2/1-SEÇİMİ ABD VE MEDYA KAZANDIRDI
Sizlere Boris Yeltsin’in 3 Temmuz 1996’da ikinci kez devlet başkanlığına seçilişinin
öyküsünü anlatacağım.
Bu öykünün, sömürgeci karşıtı yurtseverlere bir ders, ağızlarından ‘demokrasi’ sözcüğü
hiç düşmeyen sömürgeci uşaklarının ise suratlarında patlayacak bir şamar olmasını
diliyorum.
Rusya 3 Temmuz 1996 başkanlık seçimlerine giderken, Moskova’daydım. Tüm olup
bitenleri günü gününe televizyondan izledim, gazetelerden okudum. Böylece Rusya’nın bu
tarihi sürecine tanık oldum.
Çok önemli dersler dolu 3 Temmuz 1996 seçimini ayrıntılarıyla anlatmadan önce, Boris
Yeltsin’i dünyanın iki süper güçlü devletinden birinin başına getiren olayların çok kısa bir
özetini sunuyorum.
Darbe Girişimi
1991 yılına girildiğinde Gorbaçov, Sovyetler Birliği’nin devlet başkanıydı.
12 Haziran 1991’de Sovyetler Birliği’nin on beş cumhuriyetinden en büyüğü olan
Rusya’da başkanlık seçimleri yapıldı. Oyların yüzde 57’sini alan Boris Yeltsin, Rusya
tarihinde halkın oylarıyla seçilmiş ilk başkan oldu.
18 Ağustos 1991’de Gorbaçov, bir askeri darbeyle devrilmek istendi. Darbecilerin tankları
Moskova’ya girdi. Boris Yeltsin darbecileri hain ilan edip hızla Beyaz Saray adı verilen Rus
Parlamentosuna koştu. Parlamentonun önünde konuşlanmış tanklardan birinin üzerine
çıkarak, tüm dünya televizyonlarının canlı yayınladığı tarihi konuşmasını yaptı. Rus halkı
adına darbecilere karşı direneceğini söyledi. O ana kadar olup bitenleri evlerinde,
televizyonlarının başında korkuyla izlemekte olan Rus halkının büyük bir bölümü Yeltsin’in
karşı çıkışından cesaretlenerek yollara döküldü. Kısa bir sürede on binlerce Moskovalı,
tankın üstündeki Yeltsin’in etrafını büyük bir coşkuyla sarmıştı.
21 Ağustos 1991 günü darbeciler Moskova’dan kaçtı. Gorbaçov tutsak bulunduğu
Kırım’dan Moskova’ya getirildi. Yeltsin, Rusya’nın parlayan yıldızı olmuştu. ABD ve Batı
Avrupa ülkeleri Yeltsin’in darbecilere karşı başarılı direnişini demokrasinin bir zaferi olarak
görüyor, demokrat Yeltsin’i çılgınca alkışlıyordu.
Yeltsin, IMF ve Dünya Bankasına Teslim Oluyor
8 Aralık 1991 günü Sovyetler Birliği Komünist Partisini kapattıran Yeltsin, Sovyetler
Birliği’nin de dağılmış olduğunu duyurdu.
Yetmiş yılı aşkın bir süre, amansız düşmanı kapitalizme karşı savaşmış olan Rusya’nın
devlet başkanı Boris Yeltsin, bozulan Rus ekonomisini düzeltmek için, ABD kapitalizminin
en acımasız iki kurumu olan IMF ve Dünya Bankası’na başvurdu. Sonraları ABD
yöneticileri, Rusya’yı tek kurşun atmadan teslim aldıklarını söyleyeceklerdi.
IMF’ye teslim olan Yeltsin, ‘şok tedavisi’ olarak sunulan IMF’nin önerilerini hemen kabul
edip Rus halkına dayattı. Yeltsin, IMF’nin Rus halkını perişan edecek olan önerilerini,
‘radikal reformlar’ olarak niteliyor, hiç kimsenin bu reformlara karşı çıkmasını
istemiyordu. İşte Yeltsin’in reformlarının sonuçları:
· Faizler yükseldi, devlet yatırımları durdu.
· Sosyal harcamalarda büyük kesintiler yapıldı.
· Başta gıda maddeleri olmak üzere tüm tüketim maddelerinin fiyatları tavana vurdu.
· Dev ölçekli fabrikalarda üretim durdu, çoğu kapandı.
· Kadınlı erkekli milyonlarca kişi işsiz kaldı.
· Rus parası değer kaybetti, Rus halkının bir ömür boyu oluşturduğu birikimler buharlaştı.
· Ulusal gelir yarı yarıya azaldı, Rus halkı fakirleşti. Oligark denilen bir avuç vurguncu
dolar milyarderi oldu.
· Sağlık sistemi çöktü. Rus halkının ortalama yaşam süresi azaldı.
· Özelleştirme adı altında devletin fabrikaları, yeraltı ve yer üstü zenginlikleri yağmalandı.
Büyük yağmacıların arkasında, Yeltsin’in etrafını kuşatmış Yahudi kökenli Rus
politikacılara her türlü destek veren ABD’nin Siyonist bankerleri ve şirketleri
bulunmaktaydı.
· Rus halkı açlık sınırına dayandı. Tüm Rusya, ABD ve Avrupa’da 1930’larda yaşanan
‘Büyük Ekonomik Bunalım’dan daha kötü bir bunalıma girdi.
Rus halkı fakirleştikçe, ABD’nin Yeltsin’e olan övgüleri de artıyordu. Yeltsin’i tüm dünyaya
örnek bir demokrat olarak tanıtıyorlardı.
Ekmek kuyruklarında sürünen Rus halkını görmezlikten gelen Yeltsin, ‘radikal reformların’
süreceğini duyuruyordu. Oysa kendi yardımcısı Rutskoy bile bu reform programını
‘ekonomik soykırım’ olarak niteliyordu.
Yeltsin, Parlamentoyu Topa Tutuyor
Ekonomi çöküp milyonlarca insan işsiz kalınca, Yeltsin’e karşı siyasi hareket başladı.
Parlamentoda iki cephe oluştu. Yeltsin’e karşı olanlar üst üste önergeler vererek Yeltsin’i
görevden almaya çalışıyorlardı.
21 Eylül 1993’te Yeltsin, televizyona çıktı, ulusa seslendi. Parlamentoyu kapattığını
duyurdu. Yeni seçimlere kadar ülkeyi, özel yetkilerle kendisi yönetecekti. ABD’nin övdüğü
örnek demokrat Yeltsin, muhalefete dayanamayıp parlamentoyu kapattığını duyurduğu
günün hemen ertesinde Rus Parlamentosu toplandı. Yeltsin görevden alındı, yerine
yardımcısı atandı. Artık her şey çığırından çıkmıştı. Rusya çok tehlikeli bir siyasi bunalımın
içine yuvarlanmıştı. On binlerce Moskovalı sokaklara döküldü. Meydanlar Yeltsin karşıtı
sloganlarla inliyordu. Rus halkı, parlamentosunu savunuyordu.
Ordunun ve güvenlik güçlerinin desteğini alan Yeltsin, 4 Ekim 1993 günü, Beyaz Saray
adı verilen Rus Parlamentosunu topa tutturdu. Tüm dünya televizyonları, Rus
parlamentosunun topçu ateşi altında kalışını anında yayınladı. ABD Başkanı Bill Clinton,
Yeltsin’in bu eylemini, demokrasinin savunulması olarak gördüğünü duyuruyor, demokrat
Yeltsin’i destekliyordu.
Özelleştirme Yağması
Yeltsin, Aralık 1994’de Çeçenistan’a askeri saldırıda bulunup işgal etti. Moskova’nın
denetiminde özerk bir cumhuriyet kurmayı denedi. Ancak Çeçenlerin güçlü direnişi
karşısında geri çekilmek zorunda kaldı, iç politikada güç duruma düştü.
IMF’ye teslim olmuş Rusya’nın 1995’de dış borçları çok artmıştı. Hem bu borçları ödemek
hem de Rusya’da yeni türemiş işadamlarının 1996 başkanlık seçimlerinde desteğini
alabilmek için, Yeltsin yeni bir özelleştirme yağması başlattı. Rusya’nın en büyük fabrika
ve işletmelerinin hisselerini, yeni türemiş Rus bankalarına nakit para karşılığı yok
pahasına sattı. Bu hissleri ele geçiren, kendilerine oligark denilen, hemen hemen tamamı
Yahudi kökenli olan Rus işadamları ulusal medyanın ve bankaların sahibi oldular.[1][1]
Yeltsin İkinci Kez Başkan Olmak İstiyor
İşte şimdi sıra geldi, Boris Yeltsin’in ikinci kez devlet başkanlığına seçilişinin öyküsüne.
Alkol bağımlısı olan Yeltsin, 1995’de iki kez kalp krizi geçirdi.
17 Aralık 1995’de yapılan parlamento seçimlerinde, Yeltsin taraftarları beklenmedik ağır
bir yenilgi aldılar. Yeltsin’in dolaylı olarak desteklediği ‘Vatanımız Rusya Partisi’ oyların
sadece % 12,2’sini alırken, Genadi Zuganov’un liderliğindeki ‘Rusya Federasyonu
Komünist Partisi’ oyların % 34,9’unu alarak seçimden birinci parti olarak çıkmıştı. Artık
herkes, Haziran 1996’da yapılacak devlet başkanlığı seçimini Komünistlerin lideri
Zuganov’un kazanacağına kesin gözüyle bakıyordu.
Şubat 1996’da Boris Yeltsin, Haziran 1996’da yapılacak devlet başkanlığı seçimlerine
katılacağını duyurdu. Bir dönem daha başkan olmak istiyordu.
Yeltsin’in karşısında iki güçlü aday vardı:
- Komünistlerin lideri Genadi Zuganov
- General Aleksandr Lebed
Yeltsin adaylığını açıkladıktan hemen sonra yapılan kamuoyu yoklamalarının ortaya
koyduğu görünüm şöyleydi:
Genadi Zuganov: % 50-55
General Lebed: % 30-35
Başkan Yeltsin: % 2-8
Ekonomiyi IMF’ye teslim eden, Rusya’nın yeraltı ve yer üsütü zenginliklerini özelleştirme
adı altında yok pahasına yağmalatan, halkın işsiz ve aşsız kalmasına neden olan Yeltsin’i
halk artık istemiyordu. Onun alkol bağımlısı oluşu, ciddi sağlık sorunlarının bulunuşu ve
dengesiz davranışları da gözden iyice düşmesinin nedenleri arasındaydı.
Kamuoyu yoklamalarının ortaya koyduğu kara tabloyu gören Yeltsin taraftarları paniğe
kapıldılar. En çok korkanların başında, özelleştirme yağmasıyla milyarlarca dolar vurgun
vuran oligarklar geliyordu. Bu kişiler toplanıp, Yeltsin’e başkanlık seçimlerini iptal etmesi
için baskı yaptılar. Açıktan açığa, ‘Seçime gerek yok, ülkeyi bir diktatör olarak siz
yönetin!’ diyorlardı. Bunları söyleyenlerin tümü de, ABD tarafından desteklenip övülen
Rusya’nın yeni demokrat yıldızlarıydı.
Yeltsin kendisine verilen öğüdü dinlemedi. Seçim kampanyasını yürütecek ekibi değiştirdi.
Ekibin başına kızı Tatyana ve özelleştirme yağmasının mimarı Çubais’i getirdi.
Çubais hemen işe koyuldu. Bankerlerden ve medya patronlarından oluşan bir çekirdek
kadro kurdu. Medya patronları sürekli Yeltsin yanlısı propaganda yapacaklar, bankerler de
paraları seçim kampanyasına akıtacaktı. Bu hizmetlerine karşlık olarak da Çubais,
özelleştirme adı altında Rusya’nın en değerli kurum ve kuruluşlarını bu kişilere peşkeş
çekecekti.
‘Öküz Bokunu Altın Diye Yutturanlar’ Moskova’da
Yapılacak başkanlık seçiminde uygulanan kural şuydu: İlk oylamada oyların % 50’sinden
fazlasını alan aday seçimi kazanıp başkan oluyordu. Eğer ilk oylamada hiçbir aday oyların
% 50’sini alamazsa, bir ay içinde ikinci bir seçim yapılıyor bu kez en çok oy alan aday
seçimi kazanıp başkan oluyordu.
Rusya devlet başkanlığı seçim tarihi, 16 Haziran 1996 olarak duyuruldu. Seçim
kampanyası başladı.
Rus medyasının tamamı Yeltsin yanlısı propaganda yapıyor, diğer adaylara televizyonda
konuşma fırsatı verilmiyordu. Buna rağmen yapılan kamuoyu yoklamalarında Yeltsin, hala
Zuganov ve Lebed’in çok gerisinde kalıyordu.
Yeltsin’in kampanyasını yürüten kızı Tatyana ve ortağı Çubais, çok çabuk bir çare bulmak
zorundaydılar.
Ve buldular da.
Özelleştirme yağmasından milyarlarca dolar vurmuş olan Yahudi kökenli Rus
işadamlarının aracılığıyla, ABD’den yardım istediler. Açıkcası, Amerikalıların Rusya’ya
gelip başkanlık seçimini kendilerine kazandırmalarını bekliyorlardı!
Amerikan yönetimi, çok bilgili ve deneyimli üç siyasi uzman danışmanı Moskova’ya
hemen göndermeye hazır olduğunu bildirdi.
Üç Amerikalı siyasi uzman danışman; George Gorton, Dick Dresner ve Joe Shumate acele
Moskova’ya geldiler ve hemen işe başladılar. Peki, bu üç danışman hangi konuda
uzmandılar? Seçim kampanyalarını yönlendirmede uzmandılar. Amerikan ağzıyla
söyleyecek olursak, ‘öküz bokunu altın diye yutturabilecek’ kertede yetenekliydiler. Şimdi
de Yeltsin’i Rus halkına, ‘eşi bulunmaz demokrat bir lider’ olarak yutturacaklardı. Üç
Amerikalı uzmanın ilk önerileri şu oldu: Yeltsin’in rakipleri hakkında medya sürekli olarak
yalan haberler uyduracak, çamur atacaktı! Ruslar bu öneriye karşı çıktı. Yalan
söylenmeyecek, çamur atılmayacak, dürüstlük ilkesine bağlı kalınacaktı. Amerikalıların
yanıtı ise çarpıcıydı: Seçimi kazanmak istiyorsanız bizim söylediğimiz gibi
davranacaksınız, dürüstlükle seçim kazanılmaz!
Amerikalı üç siyasi uzman danışman ikinci önerilerini yaptılar: Yeltsin halkın arasına
girecek, onlarla kucaklaşıp öpüşecek, gençler için düzenlenecek eğlence programlarına
katılacak, onlarla beraber şarkılar söyleyip dans edecek, kısacası ‘çok sevecen, çok
tonton’ bir kişi rolünü oynayacaktı! Ruslar bu öneriye de sıcak bakmadı. Yeltsin’in doğal
davranmasından yanaydılar, rol yapmasını istemiyorlardı. Amerikalı uzmanlar yine sert
çıktılar, rol yapmadan, halkı kandırmadan seçim kazanılamazdı!
Yeltsin’in seçim kampanyası neredeyse tam bir çıkmaza girmişti ki, üç Amerikalı uzmanın
ABD’den getirilmesinde payı olan Rusya’nın özelleştirme vurguncusu dolar milyarderleri
ve medya patronları araya girdiler. Ateşli tartışmalardan sonra Amerikalı üç uzman
danışmanın önerileri kabul edildi. Artık Yeltsin’in seçim kampanyasında ipler bu üç
Amerikalının eline geçmişti.
Seçimin İlk Aşaması
‘Öküz bokunu altın diye yutturabilecek’ düzeyde yetenekli üç Amerikalı uzman; bir
yandan Yeltsin’in nerede, neler konuşacağını, kimlerle buluşacağını belirlerken, bir
yandan da medyanın kullanacağı sloganları üretiyordu.
Rus medyası, Yeltsin’in rakipleri hakkında asılsız dedikodular, yalanlar, iftiralar
uyduruyor, en aklıbaşındaların bile kafalarını karıştırıyordu. Yeltsin’in rakipleri Zuganov ve
Lebed bu karalama kampanyası karşısında şaşkın, kendilerini savunacak, seslerini
duyuracak değil bir televizyon kanalı, bir gazete dahi bulmakta zorlanıyorlardı.
İşte bu atmosferde, 16 Haziran 1996’da başkanlık seçimleri yapıldı. Katılım oranı % 70
olmuş ve şu sonuçlar alınmıştı:
Yeltsin ( % 35,3 ), Zuganov ( % 32 ), Lebed ( % 14,5 ).
Seçimin ilk aşamasında başkan seçilememişti, ancak bu sonuç Yeltsin için çok büyük bir
başarıydı. Birkaç ay öncesine kadar kamuoyundaki desteği % 5 dolaylarındayken, sanki
sihirli bir el değmiş ve bu oran
% 35’e çıkmıştı! Yeltsin’in kampanya ekibi sevinç içindeydi. Üç Amerikalı uzman ise daha
soğukkanlı davranıyor, asıl savaşımın yeni başladığını söylüyordu.
Seçimin İkinci Aşaması
Üç Amerikalı uzman hemen kolları sıvadılar. Yolun yarısını başarıyla geçmişlerdi, ama asıl
öldürücü darbeyi şimdi vurmaları gerekiyordu. Yeltsin’e acele bir öneri götürdüler: İlk
aşamada % 14,5 oy alan Lebed’e, geri çeviremeyeceği kadar parlak bir teklif götürün ve
Lebed’in ikinci aşamaya katılmasını önleyin!
Seçimin ilk aşamasından iki gün sonra, 18 Haziran 1996’da Başkan Yeltsin, üç Amerikalı
uzmanın önerisini yerine getirdi. Lebed’i, ‘Rusya Federasyonu Güvenlik Konseyi Sekreteri’
ve ‘Başkanın Ulusal Güvenlik Danışmanı’ olarak atadı. Lebed, ağzı kulaklarında, bu
yüksek prestijli atamayı hemen kabul etti ve başkanlık seçiminin ikinci aşamasından
çekilmiş olduğunu ilân etti.
Lebed’in çekilmesiyle meydan, Yeltsin ve Zuganov’a kalmıştı. Üç Amerikalı uzman,
Zuganov’u yıpratacak kampanyaya hemen başladılar. Tüm medya hemen her gün ve
neredeyse günün tamamında şu sloganları tekrar edip durdu: ‘Zuganov’a verilecek oylar,
Komünistleri tekrar iş başına getirecektir!’, ‘Zugonov’u seçmek demek, diktatör Stalin’i
diriltmek demektir!’, ‘Zuganov’a verilecek oylar, demokrasinin sonu, özgürlüklerin sonu
olacaktır!’, ‘Bir komünist olan Zuganov eğer seçilecek olursa, Rusya’da iç şavaş
çıkacaktır!’, ‘Mal sahibi, mülk sahibi, iş sahibi olmak istiyorsanız oyunuzu demokrat
Yeltsin’e verin!’, ‘ABD’nin ve Avrupa’nın saygı duyduğu Başkan Yeltsin’i seçin!’.
Medya bu tek yanlı propagandayı sürdürürken, özelleştirme vurguncusu Rus
işadamlarının oluşturduğu havuzdan milyonlarca dolar, üç Amerikalı uzmanın saptadığı
bölgelerde, belirlediği gruplara dağıtılıyordu. Tam bu sırada IMF, Rusya’ya 10 milyar dolar
kredi verdiğini duyurdu. Yeltsin’in seçim kampanyasını yürütenler sevinç içindeydiler.
Üç Amerikalı uzman, Yeltsin’e bir öneri daha götürdüler: Neredeyse iki yıla yakın
ödenmeyen emekli maaşlarını ve birikmiş işçi ücretlerini hemen ödeyin! Ödemeler derhal
yapıldı. Televizyon kanalları, birikmiş emekli maaşlarını alan yaşlıların ve ücretlerini alan
işçilerin Yeltsin’in boynuna sarılarak nasıl ağlaştıklarını, ellerini yüzünü nasıl öptüklerinini
tekrar tekrar gösterip durdu.
Seçimin ikinci aşamasına bir hafta kala, Yeltsin bir kalp krizi daha geçirdi. Üç Amerikalı
uzmanın yönlendirmesiyle medya bunu halka, Yeltsin aşırı yorgunluktan grip oldu, diye
duyurdu. Yeltsin’in yanına hiç kimse sokulmadı, fotoğrafı çekilmedi, görüntüsü alınmadı.
Bu olumsuzluğun ustaca atlatılmasından sonra, 3 Temmuz 1996 günü başkanlık seçiminin
ikinci aşaması gerçekleştirildi. Yüzde 68,9 katılımın sağlandığı seçimde iki aday şu oyları
almıştı:
Yeltsin ( % 53,8 ), Zuganov ( % 40,3).
ABD’den özel olarak getirilen üç Amerikal uzman, medyanın ve özelleştirme
vurguncularının desteğiyle, ‘öküz bokunu altın diye’ Rus halkına yutturmayı
başarmışlardı. Boris Yeltsin, ikinci kez Rusya’nın devlet başkanı olarak seçilmişti.
Yeltsin ikinci kez başkan olarak seçildikten sonra, IMF’den 40 milyar dolar borç alındı.
Ancak bu para devletin kasasına girmedi! Yeltsin’in kızı Tatyana ve seçimlerde Yeltsin’den
yana olan özelleştirme vurguncularının Amerika ve Avrupa’daki banka hesaplarına
yatırıldı!
Bu gerçek öykü, 2002 yılında Amerika’da çekilen bir filmin senaryosunu oluşturdu. Fimin
adı şuydu: ‘Spinning Boris’. Türkçeye şöyle çevirebiliriz: ‘Boris Yeltsin’in Rus Halkına
Yutturulması’.
Peki, Türk halkına kimlerin nasıl yutturulduğunun öyküsünü yazmanın zamanı gelmedi
mi?
Yılmaz Dikbaş
25 Temmuz 2007, Antalya
http://www.kalinka.com.tr/
dikbas@kalinka.com.tr
[1][1] Yılmaz Dikbaş, “Gönüllü Devşirmeler”, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, Eylül 2002,
İstanbul, sayfa 147-154
İKİNİN İKİSİ
2/2-HİBELER CEBE BE ANNEM!
Web Sitesi: www.sanlisakarya.com
14.06.2006
"Kıbrıs, Türkiye'nin Metresi!"
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, Kıbrıs'ın tamamını Rumlara veren bir plan
hazırladı. Bu plana, "Annan Planı" adı verildi.
Ada Türklerinin bağımsızlığı için yıllarca savaşım vermiş olan Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, bu plana karşı çıktı. Annan Planı'nın,
Türklerin bağımsızlığını ve devletlerini elinden alacağını durup dinlenmeden halkına
anlatmaya çalıştı. Ancak karşısında, Cumhuriyetçi Türk Partisi Lideri ve Başbakan Mehmet
Ali Talat bulunmaktaydı.
Kayıtsız şartsız Avrupa Birliği (AB) yanlısı olan Mehmet Ali Talat, Türkiye ve bazı temel
kavramlar hakkındaki görüşlerini şöyle dillendiriyordu:
* "Türkiye, Anadolu'nun ücra bir köşesinden daha çok yardım yapmıyor mu Kıbrıs'a?
Metresi işte! Kendi çocuğuna yapmıyor, metresine yapıyor!" (1)
* Aslında, kendisinin AB'ye metreslik yapmaya soyunduğunu ilân eden Mehmet Ali Talat,
Ankara'nın o güne kadar kullandığı söylemlerle de alay ediyor ve şöyle horozlanıyordu:
"Kıbrıs'ı feda etmeyiz! Kıbrıs'ı vermeyiz! Nereden buldun da vermiyorsun? Kıbrıs senin
değil ki! Fethetmedin ki Kıbrıs'ı! Kıbrıs, Türkiye'nin değil!"
* "Türkiye, bazı gericilerin anavatanı olabilir ama benim anavatanım değil!" (2)
* "Denktaş, Kıbrıs Türklerinin değil, Türkiye'nin stratejik çıkarlarını korumaktadır." (3)
* "Denktaş, Egemenlik gibi bir konuya takılıp kalmıştır. Cumhuriyetçi Türk Partisi olarak
artık böyle saçma konularla vakit geçirilmesine izin vermeyeceğiz." (4)
* "Planımızın ikinci aşamasına gelmiş bulunuyoruz. Referandumla rejimi ve devleti
yıkacağız, meşruiyetini yok edeceğiz. Referandum sonucuna dayanarak anlaşmaya da biz
imza koyacağız. Denktaş bizi temsil etmez, Denktaş'la da hesaplaşacağız." (5)
Hem Ankara'ya hem de Rauf Denktaş'a, Mehmet Ali Talat'ın nereden ve ne tür destek
alarak böyle kafa tuttuğunu biraz sonra göreceğiz.
"Yes be annem!"
24 Nisan 2004 tarihinde, Kıbrıs'ın hem Türk hem de Rum kesiminde, Annan Planı'nın
halkoylamasına (referandum) sunulmasına karar verildi.
Avrupa Birliği (AB), bu halkoylamalarında, özellikle de Türk kesiminde, 'Evet' sonucu
çıkması için tüm propaganda gücünü şöyle kullandı:
* AB'nin Türkiye'deki ajanı Karen Fogg'un 'sevgilisi' (sweetheart) Mehmet Ali Birand,
Kuzey Kıbrıs'a gönderildi. Özellikle gençlerin beyinlerini yıkamakla görevlendirilmişti.
Lefkoşa Üniversitesi'nde üst üste paneller, oturumlar düzenleyen Mehmet Ali Birand,
Kıbrıs Türklerini heyecanlandırma amacıyla, "Kıbrıs Türklerinin AB'ye girişine" kaç gün
kaldığını gösteren geri sayımı başlattı.
* Kıbrıs halkı, AB üyeliği ile yeni "iş ve aş" olanaklarına kavuşacaklarına inandırılmaya
çalışıldı.
* Annan Planı sayesinde "Kıbrıslı Türklerin(6) 1 Mayıs 2004 tarihinde AB'ye girerek hem
kendilerini kurtaracakları, hem de Aralık 2004'de AB tarafından Türkiye'ye 'üyelik
görüşmeleri' için tarih verilmesiyle, 'Türkiye Türklerinin' de kurtulmasına katkıda
bulunacakları anlatıldı.
* Annan Planı'nı ateşli bir şekilde destekleyenlerin ortak sloganı şu oldu: "Yes be annem!"
Gençlere, AB pasaportuna sahip olmayı istiyorlarsa, halkoylamasında 'Yes be annem'
demeleri öğütlendi.
* Türkiye karşıtlığı körüklendi. Türkiye, Kuzey Kıbrıs'ta işgalci olarak gösterildi. AB'ye
girme olanağı ayaklarının önüne serilmişken, Türkiye'nin onları engellemeğe çalıştığı
görüşü işlendi.
Halkoylamasından on gün önce, AB yanlıları Lefkoşa İnönü Meydanı'nda büyük bir miting
düzenlediler. Alanı dolduran yaklaşık 40 bin Türk, ellerinde mavi beyaz balonlar ve
'Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti' bayrağı taşıdılar. Katılımcılar şu sloganları attılar: 'Yes be
annem!', 'Tabiatıyla Evet!', 'Evet Bizi Dünyaya Bağlar!', 'Kıbrıs'ta Barış Engellenemez!'.
Mitingde, bağımsızlığı ve ulusal devleti savunan KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'a,
eleştiri sınırını aşan tepkiler gösterildi.
Kuzey Kıbrıs'ta, halkoylaması tarih yaklaştıkça AB yanlılarının güçlendiği görülmekteydi.
AB'den Hibe Alan Kıbrıs Türk Sivil Toplum Örgütleri
AB, halkoylamasında 'Evet' sonucu çıkması için sadece medyatik propaganda
yöntemlerini kullanmakla yetinmedi. İşi sağlama bağlamak için, kesenin ağzını açması
gerektiğini çok iyi biliyordu.
Önce, Başbakan Mehmet Ali Talat yemlendi!
Mehmet Ali Talat, yemlendiğini şu sözleriyle açıklamakta hiçbir sakınca görmüyordu:
"Eylemlerimizde AB fonlarını kullandık.
Fullbright, British Council ve AB fonlarını kullanarak, çeşitli etkinlikler, seminerler ve
konferanslar düzenledik. Genç kadınlar motive edildi. ABD'de Fullbright fonları ile 20
Türk, 20 Rum kadını eğittik. Bu kadınlar, dönüşte Annan Planı'nı desteklemek için yapılan
eylemlerde önemli roller oynadılar." (7)
AB'ye 'metreslik' karşılığı aldığı kişisel güvenceler yanında Mehmet Ali Talat, yüklüce bir
parayı cebe indirmiş olduğunu da hiç sakınmadan açıklıyordu. Halkoylaması öncesi AB
fonlarından yemlendiğini itiraf ediyor, ama rakam bildirmiyordu. Adettendir, yüksek
sosyete 'metresleri' aldıkları paranın miktarını söylemezler!
AB, 24 Nisan 2004 tarihinde yapılan halkoylaması öncesi, yalnız Mehmet Ali Talat ve
avenesini yemlemekle de kalmadı. Kıbrıs Türk Sivil Toplum Örgütlerine de hibe dağıttı!
Halkoylaması öncesi ortalıkta paraların döndüğünden çoğu kişi kuşkulanıyor, ancak bunu
kanıtlayacak belgeleri ortaya koyamıyordu.
İşte şimdi biz, medyada ilk kez, sağlamlığı tartışılmaz belgelere dayanarak, Kuzey
Kıbrıs'ta halkoylaması öncesi AB'nin kimlere ne kadar hibe dağıtmış olduğunu açıklıyoruz.
Kıbrıs Türk Sivil Toplum Örgütleri'ne AB tarafından, 'Sivil Toplum Programı' kapsamında
hibe verilmiştir. Bu programın uygulaması Aralık 2003 tarihinde sona ermiştir.
Şimdi gelelim AB tarafından dağıtılmış olan hibelerin ayrıntılarına.
* Avrupa Birliği, Kıbrıs Türk Sivil Toplum Örgütlerine toplam 1,500,000 Avro hibe
etmiştir. (8) Bu hibeden, 26 Sivil Toplum Örgütü pay almıştır.
"Proje bazında" dağıtılan bu hibeden, örgüt başına en çok 100,000 Avro düşmüştür.
* Yukarıdaki hibeye ek olarak, 53 Kıbrıs Türk Sivil Toplum Örgütüne de toplam 220,000
Avro hibe edilmiştir. Bu 53 Sivil Toplum Örgütüne, örgüt başı en çok 5,000 Avro hibe
edilmiştir.
* Ayrıca, "Kuzey Kıbrıs 2003 yılı Özel Yardım Paketi" adı altında, iki Kıbrıs Türk Sivil
Toplum Örgütüne şu hibeler verilmiştir:
- Karpaz Dostları Derneği: 23,000 Avro.
- Halk Sanatları Enstitüsü: 25,000 Avro.
Sonuç olarak, 24 Nisan 2004 Annan Planı Halkoylamasından hemen önce, Avrupa Birliği,
Kuzey Kıbrıs'ta toplam 81 Sivil Toplum Örgütüne toplam 1,768,000 Avro hibe dağıtmıştır.
AB hibesini cebe indiren bu örgütler, halkoylaması öncesi, "Yes be annem!" propagandası
yapmışlardır.
Daha önce de vurgulamıştık: AB'den hibe alan örgütler, Türk halkının bağrına sokulmuş
birer TRUVA ATI'dır! Kıbrıs Türk halkının bağrına sokulmuş 81 Truva Atı, aldıkları hibeler
karşılığı Kıbrıs Türk halkını, ulusal egemenliklerinden, bağımsızlıklarından ve
devletlerinden vazgeçirmeye çalışmışlar ve bunda büyük ölçüde başarılı da olmuşlardır!
Halkoylaması Sonucu
Annan Planı halkoylaması, 24 Nisan 2004 tarihinde Kıbrıs'ın hem Türk hem de Rum
kesiminde yapıldı.
Kıbrıs Türklerinin yüzde 65'i 'Evet' oyu kullandılar. Kıbrıs Rumlarının yüzde 75'i ise 'Hayır'
oyu kullanarak Annan Planı'nı reddettiler!
Bu sonuç karşısında, Annan Planı kabul edilmemiş sayıldı, askıda kaldı.
AB'nin Kuzey Kıbrıs'ta tezgâhladığı oyunu, Rumlar bozmuştu!
Bugünkü Durum
Halkoylamasından günümüze kadar geçen sürede olanları şöyle özetleyebiliriz:
* Annan Planı'na yüzde 75 oyla 'Hayır' diyen Rumlar, 1 Mayıs 2004 tarihinde AB'ye
girdiler. Yüzde 65 oyla 'Evet' diyen Kıbrıs Türkleri ise, AB'nin dışında kaldılar!
* AB, Türkiye'nin Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanımasını istedi. Kıbrıs Cumhuriyeti, Rumların
hegemonyasındaki devletin adıydı. AB, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni tanımamaktaydı.
"Clause 38: The Republic of Cyprus is one of those Member States. The opening of
negotiations obviously implies the recognition of Cyprus by Turkey." Türkçesi:
"Madde 38: Kıbrıs Cumhuriyeti, AB'nin Üye Devletlerinden biridir. Türkiye ile
müzakerelere başlamak, doğal olarak Kıbrıs'ın Türkiye tarafından tanınması anlamına
gelecektir."
* AB, Kıbrıs Rum gemilerine Türk limanlarının açılmasını istedi:
"Clause 40: Turkish authorities to abolish all existing restrictions applying to ships flying
the Cypriot flag and involved in trade concerning a Member State of the European
Union."
Türkçesi:
"Madde 40: Türk yetkililer, Kıbrıs bandıralı gemilere hâlihazırda uygulanmakta olan tüm
kısıtlamaları ve AB'nin bir Üye Devletiyle yapılacak ticaretteki tüm engelleri ortadan
kaldıracaktır."
* Kuzey Kıbrıs mallarının ihracatındaki engeller kaldırılmadı.
* Kuzey Kıbrıs limanlarına yabancı gemilerin girmesini, havalimanlarına yabancı uçakların
inmesini yasaklayan kurallar aynen kaldı.
* Kuzey Kıbrıs'ın dünyaya açılmasının önündeki engeller kaldırılmadı.
* AB, KKTC üniversitelerinden alınan diplomaları kabul etmeyeceğini duyurdu.
* ABD, KKTC'yi tanımayacağını bildirdi.
Peki, iki yıl önce AB'den aldığı destek ve hibelerle Türkiye'ye karşı horozlanan Mehmet Ali
Talat şimdi ne yapıyor?
Terkedilmiş bir "metres" gibi Avrupa'da kapı kapı dolaşıyor, ağlayıp sızlanıyor.
Ulusal egemenliğinden vazgeçip emperyalistlerin uşaklığına soyunanların sonu hep aynı
olmuştur!
Mehmet Ali Talat, "Kıbrıs, Türkiye'nin Metresi Gibi", Vatan, 10 Aralık 2003
Kıbrıs Gazetesi, 19 Aralık 1997.
The Guardian, 25.09.2001
Yeni Düzen Gazetesi, 19 Mayıs 2002
Volkan Gazetesi, 10 Mart 2003
"Kıbrıslıtürk", başta Mehmet Ali Talat'ın Cumhuriyetçi Türk partisi olmak üzere, 'statüko'
yıkıcı Kıbrıs Türkleri nin kullandığı bir sözcüktür.
Yeni Düzen Gazetesi, 29 Mayıs 2003
- Written Question P-1316/06. Subject: "Funding of Turkish Cypriot NGOs".
- P-1316/06EN, Answer Given by Mr.Rehn on behalf of the Commission (04.05.2006)
Yılmaz Dikbaş
12 Haziran 2006, Antalya
Tel: 0242-243 43 01
Gönderen Levent Kalem zaman: Pazar, Şubat 10, 2008