25 Ocak 2010 Pazartesi

İşte EMASYA protokolü













BALYOZ GİBİ CEVAP GENEL KURMAY BAŞKANI İLKER BAŞBUĞ'DAN GELDİ







TARAF GAZETESİNİN Balyoz Güvenlik Harekât Planı YALANINA GÖRE:

Beyazıt ve Fatih camilerinde cuma günü bombalı saldırılar düzenlenecek.
Ege'de Türk jeti düşürülecek.
Ak Parti aciz gösterilmeye çalışılacaktı.
Kaos ortamı sonunda 11 sayfalık 'Balyoz planı' hayata geçirilecek.
I.Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan yönetimindeki askerler,
Darbeye direnebilecek 200 bin kişiyi statlara doldurulacak.

Darbe kabinesi bile hazırlanmış.
Planda imzası bulunduğu iddia edilen Orgeneral Doğan,
"TSK’ da her kademede mevcut planları gözden geçirmek üzere harp oyunu, plan tatbikatı ve seminerler yapılması doğal bir uygulamadır"
demişti.
Genelkurmay Başkanlığı,
"1'inci Ordu Komutanlığı tarafından 5-7 Mart 2003 tarihleri arasında icra edilen Plan Seminerine ilişkin çeşitli iddialar ve değerlendirmeler medyada yer almaktadır. İddiaları, aklı ve vicdanı olan hiçbir kimsenin kabul etmesi mümkün değildir"


"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

SONUNDA BİR LİDER GERÇEKLERİ AÇIKLADI
DEPREMLERİ ABD YAPIYOR



17 Ağustos depreminde ortaya atılan “Depremin nedeni ABD’nin gizli silahı” iddiasına 11 yıl sonra bu kez Venezuela’dan destek geldi. Devlet Başkanı Chavez, Haiti depreminin arkasında ABD’nin olduğunu söyledi.

Gölcük depreminin ardından Türkiye’de de uzun süre kulaktan kulağa yayılan bir söylenti, üç hafta önce Haiti’yi vuran sarsıntının ardından yeniden gündeme geldi. Üstelik bu kez bu iddiayı ortaya atan bir devlet başkanı oldu.
 Daha önce 200 bin kişinin öldüğü, 7 büyüklüğündeki depremin ardından ABD’nin bölgeye gönderdiği askerlerle
“Haiti’yi işgal etmeye çalıştığını” öne süren Venezuela lideri Hugo Chavez, bu kez depreme ABD’nin gerçekleştirdiği bir silah denemesinin neden olduğunu söyledi. İlginç çıkışlarıyla tanınan Venezuela lideri, İspanyol ABC televizyonuna yaptığı açıklamada, ABD ordusunun yeryüzü hareketlerini etkileyecek kadar güçlü bir silahı Haiti yakınlarında denediğini bunun sonucunda böyle bir felaketin ortaya çıktığını iddia etti. Chavez, “Deprem, Amerika’nın deprem makinesini kullanmasıyla gerçekleşti. Amerika bu makineyi, Karayipler’de deniyor. Bu sadece bir tatbikat. Ancak asıl hedef başka. Bu silah İran’a karşı kullanılacak” ifadelerini kullandı.
Neden Tesla Makinesi mi?

17 AĞUSTOS 1999’daki Gölcük depreminden sonrasında depremin sorumlusu bazı komplo teorisyenleri tarafından “Tesla Makinası” olarak açıklanmıştı. ABD tarafından ünlü mucit Nikolas Tesla’nın 1900’lerde yapılan bir makineden geliştirilmiş olan makinenin, “elektro manyetik dalgalarla” yeraltındaki enerjiyi boşalttığı iddia edilmişti. İşte teoriler:
“ABD ordusu, ülkelerinde gerçekleşecek büyük bir depremi önlemek için, fay hatlarındaki enerjiyi küçük küçük depremlerle boşaltmaya çalışıyor. Bunu da ilk olarak 1999’da Türkiye’de denediler. Bu makina, aynı zamanda silah olarak da kullanılıyor.”
Tanrım bize yardım et! 

HAİTİ’DEKİ depremin üzerinden 13 gün geçmesine rağmen hâlâ yardımlar yerlerine ulaşamadı. Yardım dağıtımı güvenlik alanındaki yetersizlik nedeniyle güçlükle yürütülebiliyor. Dün BM askerleri, yardım dağıtımı sırasında yüzlerce kişinin saldırısına uğradı.
 

Askerler kalabalığı uyarı ateşi açarak ve göz yaşartıcı gaz kullanarak dağıtabildi. Başkentteki Notre Dame de l’Assomption Katedrali de pazar ayini sırasında en kalabalık gününü yaşadı. Katedrale akın eden 2 bin 500 Haitili, kendilerine yardım etmesi için Tanrı’ya dua etti.



"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."
BU ÇİRKİN YÜZÜNÜZÜ KADININ /KIZIM BAŞÖRTÜSÜ ÖRTMEZ
MASKENİZ DÜŞTÜ

İşte farklı olduklarını sananlara uyanmaları için bir fırsat.
Milli Gazete sanki AKP’yi eleştiriyor gibi görünüp ama din istismarında AKP ile yarışan gazete, Anayasa Mahkemesinin Askeri sivil Mahkemede yargılanmasını oybirliği ile reddetmesi gerçek yüzlerini gösterdi.
Yine kadının/ kızın başının örtüsünü önüne kalkan yapıp kalleşçe saldırıp halkın dini; saf ve temiz duygularını anayasal düzenin kilit kurumlarına kapaktan sam sayfa saldırı malzemesi olarak kullanıyorlar.
Yazıklar olsun size küresel Siyonist sermayenin uşakları.
İşte düşen maskeler:



12 EYLÜL DARBE ANAYASASI, ÖZGÜRLÜĞE “BALYOZ” GİBİ
ANA‘YASAK’ MAHKEMESİ

Cami bombalamalarının, ajanların sokakları provoke ederek kanla karışık kaos üretmesinin öngörüldüğü Balyoz Darbe Planları'nın ortalığa saçıldığı bir dönemde, Türkiye 1960 ihtilalinden sonra darbecilerin kurduğu Anayasa Mahkemesi'nin aldığı yeni bir kararla sarsıldı.
Balyoz darbe planı tartışmaları arasında toplanan Anayasa Mahkemesi'nin, askere sivil yargı yolunu açan düzenlemeyi iptal etmesi, kamuoyunda tepki doğurdu. Anayasa Mahkemesi, CHP'nin, 5918 sayılı askerlere sivil yargı yolunu açan Kanun'un 7. maddesi ile değiştirilen "halinde" ibaresi ile geçici 1. maddedeki, 5271 sayılı Kanun'un 250. maddesinde yapılan değişiklik hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili düzenlemenin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle yaptığı başvuruyu karara bağlayarak, söz konusu Kanun'un, askerlere "Anayasal düzene karşı suçlar", "terör" ve "çete" suçlarını işlemeleri halinde sivil yargı yolunu açan düzenlemelerini oybirliğiyle iptal etti.
Anayasa Mahkemesi'nin kararı hükümete karşı darbe, isyan ve Anayasal düzene karşı suç işlediği iddiasıyla sivil mahkemelerde yargılanan askerlerin durumunu nasıl etkileyeceği konusunda ise hukukçular arasında tartışma yaşanıyor. Bu davaların iptal kararından etkileneceğini söyleyenler de var, darbeciliğin ve terörün sivil kamuoyuna yönelik bir suç olduğu için sivil mahkemelerce yargılama yapılması gerektiğini söyleyenler de var.
Parça değil, paket değişiklik
Darbe ve cuntacılık suçu işleyen askeri personelin sivil mahkemelerde yargılanması yönündeki Meclis kararını, CHP'nin başvurusu ile görüşmeye başlayan Anayasa Mahkemesi, suçlu askeri personelin sivil mahkemelerce yargılanamayacağı yönünde karar aldı. Daha önce hukuksuz ve adaletsiz başörtüsü ve katsayı yasağı ile ilgili olarak da "yasakçı" hükümlere imza atan darbe anayasasının darbeci mahkemesinin bu kararını değerlendiren uzmanlar, Anayasa Mahkemesi'nin aldığı son kararla sivil yargıya karşı bir darbe yaptığını ifade ediyor.
Türkiye yıllardır darbe anayasaları ile yönetiliyor. Toplumun tüm kesimleri, demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi, sadece bir zümreyi değil mazlumu ve fukarayı da gözeten, inançlara saygılı bir Anayasa için harekete geçilmesini istiyor. Hükümetin, başörtüsü yasağı, parti kapatmalarının zorlaştırılması, Kürt sorunu, eğitimin önündeki engeller ve hak ve özgürlüklerin genişletilmesi gibi konularda, parça parça değil bir paket olarak sivil Anayasa değişikliğine gitmesini isteyen hukukçular, aksi halde 1960 darbesi ile tesis edilen Anayasa Mahkemesi'nin benzer kararlara imza atmayı sürdüreceği tehlikesine dikkat çekiyor.
"En sivil Anayasa" diye yutturulan 1960 darbe Anayasası'nı hazırlayanların, milletin seçtiği isimlerin tepesinde Demokles'in kılıcı olarak görev yapması için Anayasa Mahkemesi'ni kurduğunu kaydeden uzmanlar, o gün bugündür Anayasa Mahkemesi'nin statükonun sigortası gibi kararlar aldığına işaret ediyor.  Başörtüsü, Kürt sorunu, özgürlük ve haklar, sivil Anayasa hazırlığı, halkın seçtiği bir partinin kapatılması, cuntacıların yargılanması, Cumhurbaşkanlığı seçimi, katsayı meselesi gibi bütün özgürlük ve haklarla ilgili konularda devreye giren Anayasa Mahkemesi'nin, formüller icat ederek statükonun istekleri doğrultusunda karar aldığı ifade ediliyor.
Ergenekon'u etkileyecek mi?
İnanç ve özgürlükler konusunda, terörü ve kanı durduracak kararlar noktasında yola çıkan bu "hukuksal" engelin, sivil bir Anayasa yapılmadan aşılamayacağı belirten hukukçular, Anayasa Mahkemesi'nin, "askerin sivil mahkemelerde yargılanamayacağı" yönündeki kararının da aynı doğrultuda olduğuna dikkat çekiyor.
Ergenekon'dan suikastlere, Kozmik sırlardan karakol baskınlarına, Balyoz, Eldiven, Sarıkız, Ayışığı gibi darbe planlarından ıslak imzalı belge soruşturmasına kadar içinde üniforma bulunan tüm davaların, "görevsizlik" gerekçesi ile düşürülebileceğini ifade eden uzmanlar, kışla içi mahkemelerde cunta ve darbe girişimcilerinin yasaklanmasının mümkün olmadığını kaydediyor. Buna karşın, Anayasa Mahkemesi'nin kararının gerekçesinde, "Sanıklara yüklenen eylemlerin Türk Ceza Kanunu'nda düzenlenmiş bulunan suçlar kapsamında olduğu"nun belirtilmesi ile sanıklara yüklenen suçların askerî suç olmadığının ortaya çıktığını kaydeden bazı hukukçular da, darbe, cunta ve anayasal düzeni değiştirme gibi suçları kapsayan birçok davanın, 353 sayılı yasanın 4191 sayılı yasa ile değişik 17. maddesi hükmü uyarınca, davanın adli yargı yerinde yani sivil mahkemelerde görülmesi gerektiğini belirtiyor.
Hükümetin özgürlükleri ayrı ayrı ele alarak sürekli geri adım atmak veya sil baştan yapmak yerine, bir paket olarak bütün hakları kapsayan sivil ve özgürlükçü bir Anayasa yapmasından başka çözüm yok. 12 Eylül 1980 ihtilalinin ardından hazırlanan 1982 Darbe Anayasası, üzerinden 26 yıl geçmesine rağmen bir türlü sivilleştirilemiyor. Türkiye'yi kutuplaşmalara ve derin kaoslara sürükleyen kararlara imza atmak zorunda kalan yargı kurumları dahi bu durumdan şikayetçi. Devlet otoritesi karşısında bireyin hak ve özgürlüklerinin koruması gereken Anayasa, bizde daha çok devlet otoritesini koruyor. Yedi yıllık iktidarları boyunca 1980 darbesinin ardından yapılan askeri 12 Eylül Anayasası'nın sivilleştirilmesi için hiçbir adım atmayan hükümet, kendi partisinin kapatılmasından bile kıl payı kurtulmuştu. Anayasa hukukçuları, Askeri ve sivil mahkeme ayrımının Yargıtay ve Danıştay kararına aykırı olduğunu, çünkü hiyerarşik yapının parçası olan Askeri hakimlerin bağımsız kararlar almasının zor olduğuna işaret ediyor.
Referandumla kabul edilecek yeni anayasa lazım
Sivil yargının alanını genişletmenin, demokratik hukuk devletinin önemli bir ilkesi olduğu belirtilirken, TBMM referandumla acilen bu sorunu gidermesi gerektiği vurgulanıyor. Anayasal düzeni hedef almanın askerî suç sayılamayacağını ifade eden hukukçular, Darbeyi öngören her faaliyetin muhakkak kışla dışına taşacağı için hukukî sürecin de sivil cumhuriyet savcılarının yetkisine girdiğinin altını çiziyor. Darbe Anayasaları yüzünden Türkiye'de demokrasinin ipotek altında olduğunu kaydeden uzmanlar, yeni bir anayasa ile geniş bir demokrasi paketinin ortaya konulmasını istiyor.  Hukukçular, Meclis'in açıkça 'yasak' kararı getirmediği başörtüsü yasağının da temel insan haklarıyla ilgili bir konu olmasına rağmen, Anayasa Mahkemesi'nce "resmi"leştirilmek istendiğinin altını çizerek, siyaset alanını daraltan bu "yasakçı" tavrın tek çözümünün, referandumla kabul edilecek yeni bir Anayasa olacağını belirtiyor. Hukukçular, sivil ve özgürlükleri önceleyen yeni Anayasa'nın, sivil toplum kuruluşlarının, ilgili resmi kurumların, çeşitli toplum kesimlerinin görüşleri alınarak hazırlanmasını ve daha sonra da milletin oyuna sunulmasını istiyor.
Bir tek özgürlükçü kararı yok!
Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortaya çıkan 367 garabeti, üniversitelerde özgürlüklerin sınırlarını genişleten yasa değişikliğinin reddi, başörtüsüne özgürlük getirecek düzenlemenin Anayasa'ya giremeyeceği yönündeki kararı, Meslek lisesi ve İmam Hatiplere uygulanan katsayı adaletsizliğinin kaldırılamayacağı yönündeki kararı, Ak Parti hakkında 'laikliğe karşı odak' olduğu gerekçesi ile kapatma davası açılması ve son olarak suça bulaşmış askeri personelin sivil mahkemelerce yargılanamayacağı yönündeki kararları ile tepki çekti.
Uyuşturucu ve terör de mi askeri suç?
CMK'nın 250'nci maddesinde sivil yargıda yargılanması öngörülen suçların, çete, mafya gibi örgütlü suçlar, anayasal düzene karşı işlenen suçlar, terör ve uyuşturucu madde imal ve ticaretini kapsadığını söyleyen hukukçular, Anayasa Mahkemesi'nin aldığı karar ile uyuşturucu ve terör suçu işlemiş askeri personelin bile sivil mahkemede yargılanmasının önünü kesebileceğini ve bunun hukuka ters olduğuna dikkat çekiyor.
145. madde acilen değişmeli
12 Eylül darbecilerinin hazırladığı günümüz Anayasası, haliyle darbe girişimcilerini ve cuntacıları koruyan bir yapıya sahip. Anayasa'nın "Askeri Yargı" başlıklı 145'inci maddesindeki "askeri mahal", "asker kişi", "askeri suç" ve "askerlik hizmeti" kavramları, askeri personelin sivil mahkemelerce yargılanmasını engelliyor. 145'inci maddede: "Bu mahkemeler, asker kişilerin askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine ve askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" deniliyor.
Darbecilik, sivil suçtur!
Anayasa Mahkemesi'nin kararının gerekçesinde, "Sanıklara yüklenen eylemlerin Türk Ceza Kanunu'nda düzenlenmiş bulunan suçlar kapsamında olduğu"nun belirtilmesi ile sanıklara yüklenen suçların askerî suç olmadığının ortaya çıktığını kaydeden bazı hukukçular da, darbe, cunta ve anayasal düzeni değiştirme gibi suçları kapsayan birçok davanın, 353 sayılı yasanın 4191 sayılı yasa ile değişik 17. maddesi hükmü uyarınca, davanın adli yargı yerinde yani sivil mahkemelerde görülmesi gerektiğini belirtiyor.
Askeri personelin yargılandığı davalar
Anayasa Mahkemesi'nin askere sivil yargı yolunu açan yasa düzenlemesini iptal etmesi, kamuoyunda "askeri personelin de yargılandığı mahkemeler, bu karardan etkilenecek mi?" sorularına neden oldu. Son bir haftadır Türkiye'nin tartıştığı Taraf Gazetesi'nde yayınlanan 'Balyoz Darbe Planı'nın da içinde bulunduğu birçok davada askeri personel de sanık olarak bulunuyor. İşte bu davalardan bazıları:
Balyoz: Balyoz darbe planıyla ilgili insanın kanını donduran ayrıntılar yayınlanmaya devam ederken, savcılığın soruşturma başlattığı konuyla ilgili davanın başlamadan bitebileceği tehlikesi var.
Ayışı, Yakamoz, Eldiven: Üç darbe planıyla ilgili soruşturma kapsamında dönemin kuvvet komutanları Oramiral Özden Örnek, Orgeneral İbrahim Fırtına ve Aytaç Yalman özel yetkili Cumhuriyet savcılarına ifade vermişti.
Islak İmza: Demokrasi ile Mücadale Eylem Planı hakkında Ergenekon savcıları soruşturma yürütüyor. Plandaki ıslak imzanın Kurmay Albay Dursun Çiçek'e ait olduğu Adli Tıp tarafından kanıtlanmıştı.
Kafes Eylem Planı: Bu davayla ilgili olarak yürütülen soruşturma kapsamında 10 subay halen tutuklu.
Şemdinli: Askeri mahkemenin görevsizlik kararı verdiği Şemdinli dosyası, tekrar askeri mahkemeye gönderilebilir.
Arınç'a Suikast: Seferberlik Tetkik Kurulu'nun kozmik odalarında özel yetkili Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin yaptığı aramada suç teşkil edebilecek bulgulara rastlanılabilir.
Atabeyler-Sauna: Atabeyler ve Sauna davasında da çok sayıda asker yargılanıyor.
Gazeteci yazar Prof. Dr. Mümtaz'er Türköne:
Yargıya karşı yapılmış bir darbe!
Anayasa Mahkemesi'nin söz konusu kararı doğrudan doğruya yargıya karşı yapılmış bir darbe niteliği taşıyor. Aslında Anayasa Mahkemesi kendi kendisine de müdahale ediyor. Anayasa'nın 90. maddesindeki "uluslar arası hukuk referansı"na da muhalif yönde bir karar alınmış durumda. Askeri yargı bağımsız değil, dolayısıyla tarafsız da değil. Silahlı gücün istismarını önlemek için bağımsız bir yargıya ihtiyacımız var. Yargının, ordu mensuplarının karıştığı suçların üzerine gitmesi engellendi. Askeri yargının disiplin suçları dışında bir etkinliği olmamalıdır. Parlamentonun en kısa zamanda bu boşluğu kapatacak adımlar atması gerekir. Anayasanın 145. maddesi değişmelidir ve gerekirse referanduma gidilmelidir!




"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."
                                      TEKEL’İN DÜNÜ VE BUGÜNÜ
Atatürkçü Emekli Devrim Tarihi öğretmeninden gündemi anlatan bu yazı bana okuyup değerlendirmem için gönderildi.
Değerlendirmek haddime değil ama şunu söyleye bilirim.
Eğitimimiz sulandırılmadan, insanlarımız devşirilmeden, ekonomimiz batırılmadan Atatürk devrimleri konusunda eğitim almış ve öğretmiş canım öğretmenimin bu yazısı gerçek Atatürkçülerin emekli olsa dahi gündeme ne derece hakim olduğunun delilidir.
Eline sağlık öğretmenim.
Levent kalem
              
         Osmanlı,  tütünü 1600-1605  yıllarında İngiliz ve Venedik gemicileri vasıtasyla tanımış, üretimini de  ilk kez İzmir-Selçuk  ilçemizde gerçekleştirmiştir. 1690 yılında  ülkede Tütün kayıt altına alınmış, zamanla Avrupada aranır hale gelen Osmanlı tütünü  1696 da da İhraç edilmeye başlanmıştır.  Önemli gelir kaynağı olan tütünün üretimi, ülke geneline yayılmış  ve  1874  de  “İNHİSAR=TEKEL İŞLETMESİ ” kurulmuştur.
          18 ve 19  yüzyıl Osmanlı-Rus savaşları  ekonomik  sıkıntı yaratmış  ve devlet  ilk kez  1854 de dışardan borç  almak zorunda kalmıştır. Alınan borçlar  verimli  yerlerde kulanılmadığı için  mali kriz  kaçınılmaz olmuş,  1879  yılında çıkarılan Rüsumu Sitte  kararnamesi  ile damga, alkollü içkiler, balık avı, tuz, tütünden alınan vergi gelirleri 10 yıl boyunca iç borç karşılığı olarak alacaklılara bırakılmıştır.
          Osmanlı’ dan alacakları olan  ülkeler bu fırsatı  değerlendirerek , devreye girmede gecikmemişler,  borçlu  olduğumuz    devletlerin temsilcilerinden oluşan  Düyun-u Umumiye Yönetimi  (Genel Borçlar=bugünki IMF)  kurarak  (1881),  TEKEL  in gelir ve giderlerine  el koymuşlardır.  Osmanlı  tütünlerinin  ve gelirlerinin idaresi Avusturya, Almanya, İngiltere, Fransa kökenli REJİ ŞİRKETİ ne verilmiştir.
          Kuruluşundan itibaren  ilk 3 yıl zarar ettiğini belirten Reji Şirketi, kaçakçılığı öne sürerek kolluk güçleri oluşturmuş,  Kolcular tütün kaçakçılığını önlemek bahanesiyle halka türlü işkenceler yaparken  Reji patronları da imalathanelerde  çalışanlar üzerinde  tam bir sömürü düzeni kurmuşlardır. Reji Şirketinin topraklarımızda  görevini sürdürdüğü  yıllar içersinde 60.000  insanımız yaşamını  yitirmiştir.
          Yapılan bu baskıların sonucunda  1906 yılında Cibali de  3000  kişi,  1908  de Kavala-Dramada  12.000  kişi ve Samsunda  binlerce kişi Reji idaresini protesto mitingleri  düzenlemişlerdir… Böylece   Osmanlı, tarihinde  ilk kez  işçi grevine şahit olmuştur. 
          1923  Lozan Antlaşması ile Osmanlı Devletini  yarı sömürge durumuna indirgeyen Duyun-u Umumiye  Yönetiminin  vergi gelirlerini  idare etmesi  sona erdirilmiş. Genç Cumhuriyet, Osmanlı borçlarını ödemeyi   kabul etti.  Türkiye  Düyun-u Umumiye’ye olan Borcunun son taksitini 1954 yılında ödedi.
         Cumhuriyetin kurulması ardından  Reji Şirketi  1925  de satın alınarak tüm hak ve yetkileri  devlete devredildi.1928  yılında tütün satışının devlete kazandırdığı   net kazanç 22 milyon lira oldu. Oysa Reji Şirketinin 30  yıl  boyunca  Osmanlıya ödediği para sadece 1.5  milyar lira idi.  
         Tütün, alkollü içkiler, tuz, barut ve patlayıcı  maddelerle ilgili  “İNHİSAR=TEKEL” hizmetlerini yürütme  görevi,  1932 yılında kurulan “ İnhisarlar Umum Müdürlüğü”  ne verildi.
         1925  de Reji Şirketi’ ne son verilmesi  ve Devlet Tekeli’nin kurulmasından sonra bile Batılı Şirketler ve yerli işbirlikçileri tütünün ekimini ellerine geçirme ümit ve hayallerini  hiç kaybetmediler :  Çokuluslu Şirketler devlet tekeli ile korunan ülkelerin pazarlarına  girmek için çeşitli yöntemler  geliştirdiler. Öncelikle kaçakçılığı teşvik ederek tütün kullanıcılarını  kendi ürünlerinin damak tadına alıştırdılar. Ardından sigara ithalinin serbest bırakılması amacıyla Ulus Devlet Hükümetlerine IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi Uluslar arası finans kuruluşları aracılığı  ile baskı  uyguladılar.
          Bu metod, ülkemizde de  başarılı oldu  ve  ilk  olarak   1979  Süleyman Demirel Hükümetince  yerli ve yabancı özel teşebbüse  sigara üretimi ve dağıtımı  izni verildi.
         1983  yılında  Bitlis Entegre Sanayi  =AŞ-BEST  kuruldu. Hissesininin çoğu, Rotmans  Şirketine, azınlık hissesi de Bitlisteki girişimcilere ait olan bu kuruluşa, sigara ihraç etme yetkisi  verildi.
         1986  da Türk tütünü tekeli kaldırıldı. Yerli ve yabancı sermayenin TEKEL ile ortaklık kurarak tütün üretmelerinin önü açıldı. 1988 de yabancı tütün ithal yasağı kaldırıldı. % 85 HİSSESİ Amerika’ya ait olan Tekel  2000 ve Tekel 2001 sigaraları üretilerek , kapılar sonuna kadar Amerikan tütününe açılmış oldu.
       Ülkemizde   faaliyet gösteren çok uluslu sigara şirketleri, kendilerine sağlanan tüm olanaklara rağmen Pazar paylarını % 17 lerin üzerlerine bir türlü çıkaramayınca  sıra, TEKEL’İN ÖZELLEŞTİRİLMESİNE  ve  pazarın  şirketler arasında paylaşılmasına geldi.
       Tekele bağlı Alkollü İçkiler Sanayi AŞ.nin özelleştirilmesi  2003 tarihinde gerçekleştirildi. Bu  tarihte 9 aylık faaliyetlerinden elde edilen hasılat  600 milyon dolardı.   Bu şirketin 292 milyon dolara  satılması düşündürücüdür.  Alkollü İçkiler San.AŞ, maalesef  alıcılarına ,  hediye edilmiştir.
       Tekelin Sigara Birimi, 2008 yılında özelleştirilmiş  olup,   ihalede en yüksek teklifi veren  (1 milyar 720 milyon)  American Tabocco  (BAT) Firmasına satılmıştır.
       Tekelin sigara bölümünün  özelleştirilmesiyle  2001 yılında 30.124 işçi çalışırken bugün  bu sayı 12.000 ne gerilemiştir
        Ürünleri  itibariyle TEKEL,  toplumun çok büyük bir kesimine hitap etmektedir. Türkiye’de şarapçılığın geliştirilmesi,  tütün tarımının iyileştirilmesi, yeni sigara ve içki çeşitlerinin artırılması gibi tüketici yanında üretici kesimini de doğrudan ilgilendiren faaliyetleri  Osmanlı’dan günümüze kadar süregelmiştir;  tütünden kibrite, tuzdan meşrubata, şaraptan biraya, likörden rakıya-konyağa, ispirtodan kolonyaya, çakmaktan baruta kadar onlarca maddenin üretim, dağıtım ve satışını yaparak yaşamımızı etkileyen bu kurum  Osmanlı’dan  bugüne  TEKEL  adı altında faaliyetlerini sürdürmüştür.
         Sipahi’den Yenice’ye, Gelincik’ten 27 Mayıs’a sigara kutularının kapak resimleri, etiketleri, şarap ve bira ilanları,  paket kâğıtları, kâğıt kesme makineleri, reji  döneminin  İmbiğine dek yan sanayi kollarıyla da  ülke insanına  iş ve aş veren bu kurum, Batılı Emperyalist  güçlerin daima ilgisini çekmiştir.           
        Sonuçta  ülkemizde  Üretim  sektörü  yabancıların hâkimiyetine geçmiştir. Finans  kaynağı sağlayacak olan Bankalarımız da tamamen yabancılaşmış durumdadır. Milyarlarca dolarlık  gelirler, onların halklarının refahını arttırmak için kendi ülkelerine akmaktadır.
         TEKEL İŞÇİSİLERİ  bugün  kendi özlük haklarını korumak dışında, kar getiren kurumlarımızın özelleştirilerek yabancılara devredilmesinin önüne  geçmek, kitlelerin  işsiz kalmasını önlemek  amacıyla  eylem yapmaktadır…
         Bu nedenle de özelleştirmeye karşı  TÜRK-İŞ  den genel grev kararı  almalarını, halkın kendilerine destek vermesini  beklemektedirler.
Cankız




"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."