29 Temmuz 2010 Perşembe

EMPERYALİST PLANIN ANALİZİNE DAİR 


Akşam Yazarı Serdar Akinan olayların yaşandığı İnegöl'e gitti, izlenimlerini yazdı.
KİRLİ TEZGAH

'Tahta sandıklarıyla ayakkabı boyamaya gelen Kürt çocuklar vardı... Bugün bir tekini bile göremedik. Tıpkı diğerleri gibi...'

İnegöl fotoğrafında bu detay şimdilik yok. Tahta sandıklarıyla ayakkabı boyayan Kürt çocuklar İnegöl sokaklarından çekildi. Peki bir gecede ne oldu da köftesi, mobilyası, çekirdeğiyle meşhur bu ilçe, bir anda Türkiye gündeminin bir numaralı meselesi oluverdi.

İNEGÖL NERE?

Kafkasya'dan aldığı göçlerle Çerkezlerin, Abhazların... Yıllar yıllar önce ise Arnavutların yerleşik 'Manavlar'a komşu olduğu bu Anadolu kasabası 1980'li yıllardan sonra Kürtler'i konuk etmeye başlıyor.

Huzur içinde yaşayan, üreten, paylaşan İnegöl, terörün artmasıyla içindeki Kürtlere bir başka gözle bakmaya başlıyor. Bu ayrışma şehit cenazelerinin gelmesiyle iyice belirginleşiyor.
Olaylar sırasında karakolun yanında olan bir İnegöllü, bu hassasiyeti paylaşırken heyecanla anlatıyor,

'En son Melih Tuncel'in naaşı geldi. Tunceli'de şehit düştü Melih... Bu olaylarda gözaltına alınanların çoğu Melih'in arkadaşlarıdır...'

Elbette şehit cenazeleri, siyasilerin yaptıkları konuşmalar, 'Habur açılımı' İnegöllülerin 'Kürt' algısını olumsuz anlamda dönüştürüyor.

Ancak bu olayların çıkmasının bir nedeni de rant kavgası...

MİLYONLUK RANT PAYLAŞIMI

İnegöl'ün toplu taşıma işini 5 ayrı şirket paylaşıyor. Toplam 6 hat üzerinde 82 otobüs, İnegöl halkını taşıyor. Bir aracın, hattıyla satış fiyatı en az 200-250 bin lira civarında... Yani çok yüksek miktarda para dönüyor. Bu hatlardaki araçların bir kısmı ise Kürtlerin kontrolünde...

Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları Huzur Mahallesi'nin eski muhtarı Bayram Soyuşen geniş bir ailenin sözcüsü ve çıkan olaylarda adından en çok bahsedilen insan.

Onu evinde bulduk. O, bu kavganın bir rant kavgası olmadığını savunuyor. Olay anında arabada bulunan yeğeni Şenol Soyuşen ise araçlarının önünün kesildiğini ve kavganın böyle çıktığını anlatıyor...

Hastanede görüştüğüm yaralılardan Selahattin O. ise , 'Kesinlikle yalan söylüyorlar...Çinili Camii yanında oturuyorduk. Önden bir otobüs geldi. 20-30 kişi ellerinde sopa ve bıçaklarla indi. Arkalarında en az bir araç daha vardı. Dayak yiyenler arkadaşım olduğundan müdahale ettim. Biri beni bıçakladı. Yakındaki polis otosu hemen müdahale etti. Ancak polis üç kişiyi yakaladı. O otobüs ise içindeki 30 kişiyle kaçmaya başladı. Polisin müdahale etmediğini gören gençler ise bu aracı takip etti. O otobüs içindekilerle karakolun yanındaki sokağa sığındılar.'

Olaylar tam da bu karakolda başlıyor. Emel Sayın konserinden çıkan kalabalık haberi şöyle duyuyor: 'Kürtler Orhaniye'de kahve bastı. İki ölü var...'

Bunun üzerine kitle karakola gidiyor ve yetkililer tarafından sakinleştiriliyor. Bu esnada gözaltındaki üç kişi sanılanın aksine karakolda değil asayiş şubesinde ve doktor kontrolüne götürülüyorlar.

Ancak Bursa'dan gelen takviye çevik kuvvet bekleyişte olan kitleye uyarısız biber gazıyla müdahale edince asıl olaylar çıkıyor.

Görgü şahidi Mehmet Nuri Tayyar, 'Failler serbest bırakıldı. Kürtler Bursa yolunu kesti ve iki ölü var haberleri insanları zaten galeyana getirmişti... Ama çevik kuvvet beklemekte olan insanlara biber gazı sıkınca dananın kuyruğu koptu. Asıl mühimi, İş Bankası, 1001 Çeşit, Elmas Elektirik ve Vakıfbank'ın güvenlik kameraları birileri tarafından tahrip edildi. Kim bu insanlar? Şaypa, Bitlisli bir arkadaşımızın aracı ve işyeri kundaklanıyor. Bir bakıyoruz alev almamış üç molotof kokteyli var. Nereden geldi bu molotof kokteylleri?'

YANIT BEKLEYEN SORULAR

- Soyuşenler'e ait minibüsün önü Çinili Cami önünde kesildi mi? Şayet kesildiyse kim bu insanlar ve Bayram Soyuşen'le bir alacak verecek meselesi var mı?
- Minibüs hattında ortaklığı olan ve şu anda kayıp olan şahıs kim?
tOlayın çıktığı meydana bakan banka ve işyerlerine ait güvenlik kameraları olaylardan önce kim tahrip etti?
- İnegöllülerin gazetede gördüğü ve teşhis edemediği onlarca insan kim? Bu insanlar İnegöl'e nereden geldi?
- Kahve basılmadı. Her iki taraf kahvenin basılmadığını açıkça söylüyor. Bu haber ve iki kişi öldürüldüğü dedikodusu nasıl çıktı?
- Takviye gelen çevik kuvvet, karakol önünde bekleyen ve sakinleşen kalabalığa neden biber gazı sıktı?
- Kürt minibüsçü tutuklandı. İddiaya göre olay anında bir otobüs dolusu daha zanlı vardı. Polisin 'plakasını aldık' dediği bu otobüs ve içindeki zanlılar kim ve nerede?
- Kürtlere ait Şaypa alışveriş merkezinin önünde bulunan molotof kokteylleri nereden geldi? Neden bu detay örtülü kaldı?
- Cep telefonu sinyalleri ve sms trafiği operatörlerde kayıt altında tutuluyor. Bu olaylara katılan her iki taraftan şüphelilerin ifadeleriyle bu bilgiler örtüşüyor mu?
- Olayın belli başlı birkaç aktörü var. O gece hangi devlet yetkilileriyle telefonda görüştüler? Bu kayıtlar nerede?

AÇIK PROVOKASYON

AKP'li Belediye Başkanı Alinur Aktaş olayların rant kavgasına bağlanmasını kesin bir dille reddediyor ve ekliyor, 'Bu açık bir provokasyondur... Bakın ben doğma büyüme İnegöllüyüm. O gece karakolun etrafında tekbir getirerek bağıran insanlardan bazılarını hayatımda görmedim.'


Yazmıştım, küresel güçler, kolay kolay pes etmeyen milletleri ‘yola getirmek’ için
bölgesel savaşların ateşini yakarlar..
Güneydoğu ateş altındayken, Hatay ve İnegöl kaynamaya başladı. Şırnak’da Devlet
adamları sokakta yürüyemiyor! Bu ateşin yayılması uzun zamandır planlanmaktaydı…
Yazmıştım, küresel güçler, kolay kolay pes etmeyen milletleri ‘yola getirmek’ için
bölgesel savaşların ateşini yakarlar.. CIA istasyon şefi Paul Henze açıkca
söylemişti:
“…. temel bir düzenlemenin (federasyonlaştırmanın) yapılabilmesi için 20. yüzyılın
sonunda Türkiye’nin içine sürüklendiği bunalımın daha (da) kötüleşmesi
gerekecektir.’(Mustafa Yıldırım, Sivil Örümceğin Ağında)

İşte bunalım giderek arşa tırmanıyor. Bakın işsizlikten, açlıktan yokluk ve
yoksulluktan, satılan fabrikalardan bahseden kaldı mı? Gündem giderek sertleşiyor.
Bu ‘iç savaş’ gündemidir. Açın Yugoslavya örneğini okuyun. Aynen böyle başlamıştır.


Perkins şablonu yazmıştı…

John Perkins’i okudunuz mu? Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları adlı kitabın yazarı.
Küresel sermayenin/çetenin Yugoslavya’da ve dünyanın birçok ülkesinde nasıl bir
senaryoyla hareket ettiğini ana başlıklarıyla anlatır. İnternetteki bir
söyleşisinde dünyayı ele geçirmeyi hedefleyen küresel sermayenin şablonunu şöyle
özetlemişti.
İşte, Türkiye’nin 1947 sonrası tarihi.

‘Biz ekonomik tetikçiler,önce doğal kaynakları zengin , stratejik konumları önemli
ülkeleri tespit ederiz. O ülkeye Dünya Bankası ya da kardeş kurumlardan bir kredi
ayarlarız. Ayarlanan kredi asla o ülkenin hazinesine gitmez. O ülkede ‘proje’ yapan
bizim şirketlerimizin kasasına girer.
Enerji santralleri, sanayi alanları, limanlar yapılır.. Bizim şirketlerimiz kazanır
.. O ülkedeki birileri de nemalandırılır. . Toplum bu düzenekten hiçbir şey
kazanmaz. Ama ülke büyük bir borcun altına sokulmuş olur. Bu o kadar büyük bir
borçtur ki ödenmesi imkansızdır. Plan böyle işler..
Sonunda ekonomik danışmanlar/tetikçiler olarak gider onlara deriz ki: ‘Bize büyük
borcunuz var. Ödeyemiyorsunuz. O zaman petrolünüzü satın, doğal gazı bize verin,
askeri üslerimize yer gösterin! Askerlerinizi birliklerimize destek olmaları için
savaştığımız bölgelere gönderin, Birleşmiş Milletler’de bizim için oy verin!.
Elektrik, su, kanalizasyon sistemlerinizi özelleştirin! Onları Amerikan
şirketlerine ya da diğer çok uluslu şirketlere satın!
Sosyal hizmetleri, teknik sistemleri, eğitim kurumlarını, sağlık kurumlarını hatta
adli sistemleri ele geçiririz Bu, ikili üçlü dörtlü bir darbeler serisidir.’

İşgal Ordularına çağrı başladı!


Bir ülkenin ekonomisi tamamen ele geçirildikten sonra, tüm temel organları yavaşça
ele geçirilir. Devleti devlet yapan kurumlar paramparça edilir. Siyasetine,
ordusuna, polisine, yargısına, eğitim sağlık sistemlerine sızılır. Ülke felç
edilir.

Eşzamanlı olarak etnik ve dini gruplar kışkırtılır. Açlığın işsizliğin kol
gezdiği ülkeler, yabancı ajanlar için münbit topraklardır.

Ülkenin siyasileri Beyaz Saraya , genel kurmayı NATO’ya, ekonomisi Dünya
bankasına, üniversiteleri Erasmus’a bağlanır. Medyası bağlı olunan kurumlar için
çalışır!

Feodal ağalardan uyuşturucu baronları yaratılır. Milli dokular bozulur, millet içine
‘halkların özgürlüğü’ tohumlanır, ‘kendi kaderini tayin hakkı’ isteyen halklar, ne
hikmetse hep petrol bölgelerinde ortalığı kasıp kavurur. Para ganidir. Destek de
öyle..

Belediyeler sanki artık o ülkenin değil, Avrupa’nın Amerika’nın belediyeleridir.
Küresel hükümete bağlı çalışırlar.
Arkalarında dağ gibi emperyalizm vardır.

İsrail ve ABD istihbaratı yardımcılarıdır. Terör örgütü ordularıdır. Televizyonlar
taraftarlarıdır…

Ortalık kan gölüne dönünce, Beyaz Saray’ kalın iplerle bağlı siyasiler, ‘NATO
gelsin!, BM Barış Gücü nerde?’ diye bağıracaklardır..

Sözüm ona muhalefet, ‘TSK, Türkiye Cumhuriyetini koruyup kollama görevinden istifa
etsin!’ diye ortaya çıkacaktır.

Saygın Atatürkçü sivil toplum örgütleri, emperyalizmin Anayasası oylanırken ‘Biz
tarafsızız! Ses çıkaramayız!’ buyuracaktır.

Bir PLATFORM farzdır!


Ülkede ayık, sesi çıkan, önde gelen kanaat önderleri, , komutanlar, gazeteciler
içeri tıkılmıştır, susturulmuşlardır. Ordu alenen tasfiye edilmektedir. Hukuk guguk
olmuştur!

Sadece kendi için değil, tüm mazlum milletler için yepyeni bir tarih yazmış olan bir
millet, ordusunun bir sırtlan sürüsünün saldırısına uğradığını acıyla görüyor. En
üst düzey NATO paşalarının Beyaz Saray siyasileri ile elele verişlerini izliyor.

Henze’nin dediği gibi, ‘bunalım koyulaştıkça’, sokak çatışmaları artacak, güvenlik
güçleri kan kaybedecek, yapayalnız, çaresiz, işsiz aşsız bırakılmış halk galeyana
gelecektir.

Tarih, içinden geçtiğimiz bugünleri Türkiye’ye yapılan emperyalist bir SİVİL DARBE
olarak kaydedecektir.

Hatay’da Şırnak’da ,İnegöl’de CIA ve Mossad, plan gereği, denemeler yapıyorlar.
Türkiye’nin Batı, Doğu ve Güneyinde yapılan bu iç savaş testi, ülke genelinde
uygulamaya sokulmak istenecek, sonraki ilk durak Karadeniz kentleri olacaktır


Kimin Türkiye tarafında, kimin başka ülkeler tarafında olduğunun ayan beyan ortaya
çıktığı, bir süreçten geçiyoruz. Milli güçler ve milli irade er ya da geç elele
verecektir!
Detaylar kaybolacak, ‘can havli’ devreye girecektir.

Başka ülkelerin işgali altında yaşamak istemeyen HERKES, başta samimi dindar,
solcu, Türkçü kanaat önderleri acilen bir araya gelmeli, konferanslar, kongreler,
düzenlemelidir. Bunlar, parti tabelaları altında değil, her kentte bağımsız
platformlarda yapılmalıdır. Ve bu faaliyet, referandum için olduğu kadar, onun çok
daha ötesinde, çok daha geniş bir gelecek düşüncesiyle planlanmalıdır.


Banu Avar
banuavar@superonline.com 

ABD’nin Irak’ı işgal etmesini kim kolaylaştırdı? Talabani ve Barzani. Peki, Türkiye’nin ABD ve küresel işverenler tarafından işgal edilmesine kim el verdi? AKP!!. 
Bazı körler, NATO eğitiminden geçmiş bazı Paşalar ve muhalefet maalesef bu gerçeği çok geç anladı. Anladığında ise atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmişti.

2007 yılında Yeniçağ TV’de Kemal Kerinçsiz’in yaptığı bir programa telefon ile bağlandığımda; “AKP bir parti değildir” demiştim. Bugün geldiğimiz noktada AKP’nin bir parti değil, öncü işgal gücü gibi faaliyetler yürüten bir yapı olduğu “bütün karartmaya rağmen” ortaya çıkmıştır.

Erdoğan Türkiye’nin Barzani’sidir. Barzani de, Erdoğan da BOP projesinde ABD tarafından görevlendirilmiştir. Talabani-Barzani ikilisi Irak’ı bölme görevini yürüterek Irak’ın kaynaklarını ABD ve İngiliz şirketlerine peşkeş çekmiştir. Peşkeş çekerken de Barzani inanılmaz boyutlarda zenginleşmiştir. Tıpkı Türkiye’nin kaynaklarını özelleştirme adı altında uluslararası sermayeye yağmalatanların zenginleştiği gibi... Irak’ı yağmalamak için savaşmak zorunda kalan küresel çete, Türkiye’yi AKP sayesinde savaşmadan yağmalamış, üstelik savaşmadan Türk Ordusu’nu tutuklayabilmiştir. Irak’ta ilk iş olarak halkın gözü-kulağı olan aydınları katleden ABD, Türk Halkını aydınlatan aydınları BOP Eş Başkanı’na liste vererek esir etmiştir. Yani, Irak’ta yüzlerce asker, binlerce top-tüfek-bomba ile yaptığını, Türkiye’de sadece BOP Eş Başkanı vasıtası ile başarmıştır. AB-D 1OO yıllık hedefine savaşmadan AKP ile ulaşmayı hedefliyor. Bu hedeflerden biri de Türk topraklarında bir Yahudi Kürdistan’ı kurmak… “İkiz Yasalar” denilen İHANET YASALARI bu hedefe ulaşmak için AKP’ye çıkarttırıldı.

Bosna örneği görüldükten sonra bazı aymazlar ve muhalefet belki uyanmıştır. Bu ikiz ihanet yasaları ne yazık ki Atatürkçü geçinen Ahmet Necdet Sezer tarafından onaylanmıştır(!).. Kutlu Doğum haftası etkinliğinde bir kız çocuğunun görev almasını eleştirerek halkın hassasiyetlerini AKP’ye destek yönünde tepkiye çeviren Audili Paşa, bu ikiz ihanet yasaları hakkında bir kelime dahi etmemiştir!!.

2007 yılında bu tehlikeye dikkat çekmek için “İç Savaş Tehlikesi” başlığı ile bir yazı yazmıştım. 
http://www.internetajans.com/default.asp?t=wa&wid=18&aid=1456

 AB-D önce yaygın basını Recep Efendi eli ile teslim aldı. İnternet sayfalarında yazılanlar sadece belli kesime ulaşıyor. Ne yazık ki basın “BAS”ma görevini yerine getirip Türk Halkı’nın zihinlerini işgal etmiştir. Yandaş basın aslında işgal kuvvetleri basınıdır.

Ahlaksızca soru çalarak başkalarının hakkını yiyip polis olan güruh ise, milli olup devletin bağımsızlığı ve bütünlüğünü savunan asker ve aydına, hatta kendi arkadaşlarına pusu kurmakta, yani AB-D adına görev yapmaktadır. Bir polis yaşadığı ülke bayrağını niye indirir? Niye Türk Bayrağını “TAHRİK UNSURU” diyerek indirtir? Türk Bayrağı olan araca niye ceza yazar? İşgal kuvvetleri adına görev yapıyorsa, bağımsızlığın temsili olan bayrak tabii ki onu rahatsız eder. Durum bu kadar açıkken, niye lafı eveleyip geveliyorsunuz?

Haaa, bir de sivil kuruluşlar adı altında çalışan “sivil ihanet kuruluşları” var? Yani işgal kuvvetlerinin sivil ajan kuruluşları… Küresel sermayenin bayisi olan sözde işadamlarının kuruluşlarını da unutmayalım. Hani bir hatun “en çok vergiyi biz veriyoruz, söz söyleme hakkımız var” diyordu ya? İşsizlik fonunda biriken garibanın hakkı olan parayı bile kendileri için istediklerini unuttuğumuzu sandılar herhalde? Hiçbirinin çocuğunun kritik bir yerde askerlik yaptığını duyamadığımız işverenler… Ticaretten çok para satmaktan para kazanan Galata Tefecileri… Türkiye’nin yıllardır iliğini-kemiğini sömüren, sömürürken de küresel sermayenin izin vermediği hiçbir işe el atmayan, attırmayan tefeciler… Onların söz söylemeye hakkı varmış(!).. Bak sen hele… Bak sen galata tefecilerine… Küresel efendilerinin tombalacılarına bak sen!!.

İstanbul’u ikinci Vatikan yapmak isteyenlere el veren AKP… Rum Pontus’u kurmak isteyenleri desteklercesine Sümela’yı ibadete açan AKP… Herhalde Şehit edilen Sadık Ahmet’in kemikleri sızlıyordur. Ufukötesi Gazetesi’nin son yemeğinde şöyle diyordu şehit Sadık Ahmet’in eşi Işık Ahmet:” Sanmayın ki biz oralarda sizi unuttuk.” Evet Sayın Ahmet, ne yazık ki biz kendimizi unuttuk. Kendini unutmayan bir halk bir işgale nasıl bu kadar kör olabilir?

Bir işgal polisi Çetin Paşa’nın koruması askerlere demir çubukla saldırmış. Bir milletin ordusuna kim düşman olur? Düşman askerleri ve işgalci kuvvetler tabii ki. Hala olanları anlamıyorsanız yazıklar olsun! Orduyu tutuklu hale getiren kim? ABD’nin MEMURU, Eş Başkanı, Ergenekon’un Savcısı Zat. Yasemin Çongar Başbakan’dan ve İstihbarattan destek alıyoruz demedi mi? Bu tezgahı, CİA yargısını Başbuğ “hukuka saygılıyız” diyerek dolaylı da olsa meşrulaştırmadı mı?

Gene 2007 yılında Büyükanıt’ın bir şehit cenazesinde ağlaması üzerine “Ülkeyi Yönetenler(!!) Neyin Sorumlusudur??” başlıklı bir yazı yazmıştım.


 AKP İstanbul’un tanıtımını bile Türksüz Bizans üzerinden tanıtmaya kalkmıştı. Devleti Dersim’de katil, Türk Halkı’nı azınlıkları gönderen faşistler olarak dünyaya şikayet etmişti. Her başları sıkıştığında ABD’nin beslemeleri gibi soluğu ABD konsolosluğunda alıp milleti ve orduyu onlara şikayet etmişlerdi.

Yerel seçimlerde Ordu’nun bazı mensuplarının BTP yerine AKP’nin kazanması için çalıştığını duyunca gülmüş ve; “AKP BTP’den farklı değildir. Üstelik daha yıkıcı olabilirler, çünkü ellerinde iktidar gücü var.” demiştim. Bu saflık, bunları siyasi bir parti sanma yanılgısı Ordu’yu tutuklu hale getirmekle sonuçlandı. 102 subayına tutuklanma emri çıkarılan Genelkurmay Başkanı da yerinde oturuyor, Erdoğan’dan medet umuyor. Kurttan medet uman kuzu gibi…

Sayın Başbuğ, Türkiye savaşa girse kaç paşa, subay, general esir alınırdı? Şimdikinden daha mı fazla?
Yazık, yazık ki ne yazık!!.

Silivri esir kampında ki davada Ergün Poyraz’ın avukatı Hüseyin Bozan(kendisi de aynı davanın tutuksuz sanığı) ikiye bir mahkemesinin hakimlerinden;
“Mahkemenizden Ergenekon Davası için Başbakanlık örtülü ödeneğinden Başbakan para ayırmış mıdır? Ayırdı ise miktarı nedir? Kayıtlara geçsin istiyoruz.” Diye talepte bulundu.

Herhalde Başbuğ bu konulara da kafa yormuyordur. 

2007 genel seçimi öncesi Barzani ne demişti. Erdoğan’ı seveni biz de severiz, sevmeyeni biz de sevmeyiz. Elinde Mehmet’imin kanı olan Barzani niye bu kadar Erdoğan’ı seviyor acaba? Aynı projede, BOP’de birlikte çalıştıkları, çalışırken de “Baron”laştıkları için mi?

Irak’ı ABD’ye peşkeş çeken Barzani, bütün zenginliklerimizi küresel sermayeye talan ettiren, ettirirken de zenginleşen Erdoğan… Ve o Erdoğan’dan medet uman Başbuğ… Hala anlamadınız mı? Anlamadı iseniz anlatayım:

AKP, işgalci basın, seçilmiş polis, seçilmiş sermayesi ile öncü işgal gücüdür! Ve Lozan’ın intikamı 7 düvel tarafından AKP ELİ ile alınmaktadır!!. Nokta!!!.. 

Not:
Kılıçdaroğlu Dörtyol ve İnegöl’deki çatışmayı fakirliğe bağlamış. Teşhis buysa millet yandı. Sayın Kılıçdaroğlu, millet 8 yıldır iteleniyor, horlanıyor. Evlatlarını şehit edenler el üstünde tutuluyor. 57. Alay’ın yok olurken yere düşmesin diye ağaca takdığı bayrağımız çiğneniyor, ayaklar altına alınıyor. Türk adı Anadolu topraklarından silinmek isteniyor. Size bu çatışmayı fizik kuralına göre anlatayım:
Bir kap sürekli dolar, çıkışı olmazsa en sonunda o kap patlar. Ya da etki ne kadar şiddetli ise, tepki de o şiddette olur. Elektrik yüklemesinde ise topraklama yoksa çarpılırsın.

Halk artık doldu, yüklenme çok şiddetli ve çıktı alamıyor. Hükümet edenler bilinçli bir şekilde bu basıncı artırıyor. Bu basınç sonucunda toplumsal patlama kaçınılmazdır. Duygusal, romantik yaklaşımları bırakın da, konulara bilimsel-teknik akılla bakın veya bakan adam gibi danışmanlar bulun. 

Hay-huyla geçirecek zamanımız yok! Bilmem anlatabiliyor muyum? 

Z_eucar@yahoo.com.tr 




"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

Hiç yorum yok: