21 Ağustos 2010 Cumartesi

İSRAİL ÇANAKKALE’Yİ İSTİLA ETTİ

Yeniçağ gazetesinin haberini daha önce yayınlamıştık:

ÇANAKKALE; Barış Şehri yapılarak, adının bile unutulması istenen şehir.
ÇANAKKALE; emperyalistin ve işbirlikçilerin kâbusu şehir.
Bu boyutunu ve oynan oyunları yazdık, çizdik.
Yine yazacağız ve ÇANAKKALE RUHUNU asla unutmayacağız, unutturmayacağız.
Fakat bu gün başka bir boyutuna değinmek istiyorum.
Çanakkale ayrıca ürettiği domatesleriyle, şeftalileriyle ülke ekonomisine ciddi katkılar yapan; özellikle domateste marka olmuş bir şehir.
GDO’lu (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) domatesleri ile İsrail Çanakkale’yi istila etti.İlk Akdeniz bölgesinde görülen ve hiçbir ilacın öldürmediği bir kurt Çanakkale’ye de sıçradı.Bu yazımda size İsrail’in biyolojik silah olarak kullandığı bu kurdu tanıtacağım.
Bir ay içerisinde üç kez ilaçlanan, en etkili ilaçların dahi sonuç vermediği bu kurdun İsrail’in biyolojik bir silahı olduğu kesin.Aynı yerden aldığım,hatta yapraklarının birbirine değdiği iki bitkinin yaprağından İsrail patentli olanda tahribat maksimum seviyede iken yerli cinste hiçbir iz yok.Beni şok eden bu manzarayı sizlerle paylaşmak istedim.On domatesten sadece bir tanesinin tüketilebileceği;yani %90 zarar olduğunu gözlemledim.
Emperyalistin ve işbirlikçilerin kâbusu şehir domates üretimini kesiyor.Üretici Tayyip Bey'i dinledi;anasını aldı gidiyor. 
Davos şovmenine “One minüte” demeye gidiyor.
Tarımın bilinçli olarak bitirildiğini biliyor.
Toprakları, sularını siyoniste satan, mayınlı arazileri bağışlayan emperyalist uşaklarını tarihe gömmeye gidiyor.
Buna sessiz kalan halk artık domatesinizi İsrail’den alsın.
Önlem alamayan AKP ellerine kına yaksın.
Kısacası; Çanakkaleyi İsrail topuyla tüfeğiyle değil,kurduyla istila etti.
Çanakkale artık domates üretmemeye yemin etti ve Çanakkale emperyalist-siyonist güçlerle bu kez başka bir alanda mücadele ediyor.



"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

MAALESEF BU GÜN İTİBARIYLA VATAN SAHİPSİZDİR.
HANEFİ AVCI’NIN “HALİÇ’TE YAŞAYAN SİMONLAR/ DÜN DEVLET BUGÜN CEMAAT” İSİMLİ KİTABI OLAY YARATTI

Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın “Haliç’te Yaşayan Simonlar/ Dün Devlet Bugün Cemaat” isimli kitabı olay yarattı. Avcı kitabında, büyük yankı bulan cemaatçi yapılanmaya ilişkin iddialarının yanı sıra JİTEM’in yapısı, Cem Ersever cinayeti ve Uzan operasyonu hakkında da gizli kalmış detaylar anlatıyor.

Susurluk olaylarında devletin içindeki çeteleri açıklayan, görev yaptığı her yerde yolsuzlukla mücadelede isim yapan Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, 14 yıl sonra yazdığı kitapla Türkiye gündemine bomba gibi düştü. Kitaptaki iddiaların geniş yankı bulmasının ardından İçişleri Bakanlığı, Avcı hakkında soruşturma başlattı. Emniyet teşkilatında teknik-elektronik istihbaratın kurucusu olarak bilinen Avcı, başta emniyet ve yargı olmak üzere devlet kurumlarındaki cemaatçi yapılanmala ilgili yazdığı kitapta Ergenekon’dan Balyoz’a ve Baykal’a kurulan gizli kamera tuzağına kadar birçok konuda inanılmaz iddialar ortaya attı. Dün medyada yayınlanan bu iddiaların yanı sıra, kitapta Türkiye’nin yakın tarihine damga vuran operasyonlarla ilgili de gün yüzüne çıkmamış detaylar var. İşte kitaptan cinayete kurban giden JİTEM’in kurucusu Cem Ersever ile Uzan Ailesi hakkında yürütülen operasyonla ilgili iddialar... 

CEM GÖZÜ KARA BİRİYDİ

1984 yılının son günlerinde bir grup arkadaşımla tayinim Diyarbakır’a çıktı. Siirt İl Jandarma Alay Komutanlığı bölgesinde çalışan Cem yüzbaşı (Ersever) tüm bölgeyi dolaşan, olup biten her şeyi kontrol eden gözü kara biriydi. Kabına sığmayan sürekli koşturan biriydi. JİTEM’in kurulmasıyla birlikte Cem’in ve bazı subayların kurucular arasında olduklarını duydum... 

‘Her yol mübah’ derdi

Bir müddet sonra Cem, JİTEM Grup Komutanı olarak atandı ve bir yıla yakın burada görev yaptı. Bir gün bana illegal örgüt mensuplarının bazılarını gizli yakaladıklarını, sorguladıklarını söyleyerek, onlardan aldığı silah ve malzemeleri gösterdi. Sorgulanan bu insanların akıbetlerinin ne olduğu konusuna açıklık getirilemiyordu, fakat dolaylı olarak sonucunun ne olduğu tahmin edilebiliyordu. Cem, PKK ile mücadele etmek için kanun dışı her türlü yöntemin kullanılması gerektiğini, normal yol ve yöntemlerle bu işin başarılamayacağını ima etmeye, anlatmaya çalışıyordu... Ben anlattığı yöntemlerin doğru yollar olmadığını söyledim.

Burama kadar battım

“Burada suçlu kim? PKK’ya ekmek veren, onlara yardım eden köylü mü, yoksa burada rüşvet mekanizmasını çalıştırmak suretiyle yanlış uygulamalar yaparak toprak ağalarına ya da nüfuzlu insanlara karşı köylüleri yalnız bırakıp PKK’nın kucağına atanlar mı?” diye sordum. Cem, “Evet sen haklısın” dedi. Ama sonra elini boynuna götürerek, “Ben burama kadar bu işe battım, bana anlatma. Bu işte var mısın, yok musun?” dedi. Bir süre sonra HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın evinden polis görünümündeki kişiler tarafından Emniyet’e götürüleceği söylenerek kaçırılmıştı. O zamanlar Cem’in yanındakı bazı kişilere uyan bir eşkal tarif ediliyordu. Soruşturmanın başına o tarihte Emniyet Müdür Yardımcısı olan Hüseyin Kocadağ verilmişti. 

Cem tehdit ediyordu

Vedat Aydın, kısa bir süre sonra Diyarbakır’dan 70-80 km. uzaklıkta kalaşnikofla öldürülmüş olarak bulundu... Asayiş Kolordu Kurmay Başkanı ile görüşmek için yanına gittiğimde Cem binbaşı oradaydı ve Kurmay Başkanı ile konuşuyorlardı. Cem, “Darda kalırsam ben de Güneydoğu’da Asayiş Kolordu Komutanı bölgesinde şu, şu, şu olaylar oldu, bu olaylardan şu, şu kişilerin bilgisi vardı derim” diyerek dolaylı yollu karşısındakini tehdit ediyordu... Göründüğü kadarıyla Cem binbaşı son dönemde kendi üstleriyle veya kendi teşkilatıyla çatışma içindeydi. 

Komutanlar rahatsızdı

Jandarma yetkilileri, Cem’in Aydınlık gazetesinden Soner Yalçın’a Güneydoğu’daki infaz olayları ve başka kanunsuz işler dahil olmak üzere birçok gizli bilgileri vermesinden dolayı son derece rahatsızdı. Cem daha çok kuzeyde 8. Kolordu bölgesindeki Bingöl ve Tunceli bölgesinde Yeşil’in karıştığı olayları anlatıyordu. Fakat sıra Diyarbakır bölgesine gelirse diğer jandarma komutanlarının isimlerini de verebileceği korkusu vardı. Bu yüzden Cem’i ortadan kaldırmayı düşünüyorlardı. 

Cinayet planları

Daha sonra öğrendiğimiz kadarıyla Cem’i öldürmek için aslında daha önce de epey plan yapılmış... İşte tam JİTEM’de Cem’i ortadan kaldırmanın yolları aranırken, Mustafa Deniz gelip Cem’e ait malzemelerin Kemal Sadık Uzuner’de olduğunu söyleyince, planlarını uygulayabilecekleri bir fırsat yakaladıklarını düşünüyorlar. JİTEM yöneticileri hemen Ali Balkan Metel’le görüşüyorlar, onun vasıtasıyla Kemal Sadık Uzuner’e ulaşıyorlar. Uzuner onlara Cem’in ne zaman geleceği hakkında bilgi veriyor... Kemal’in evine pusu kuruyorlar. Cem gelince hemen yakalıyorlar. 

Şimdi inkar ederler

Ankara Emniyeti Cem’in kaybolmasıyla ilgili olarak Kemal’i Emniyete çağırdığında olay ortaya çıkacağı için hemen Emniyete bizim elemanımızdır dokunmayın diye baskı yapıyorlar... O zaman polis Kemal’in evine baskın yapmış olsa Cem kesinlikle kurtarılabilirdi, ama maalesef yapılmadı... Bugün bu olay yeniden konuşulsa adı geçen insanların hiçbiri şahitlik yapmaz. O tarihte JİTEM’i ve Yeşil’i bilen Emniyet görevlileri, Genel Komutanlığı’na gittiklerinde Yeşil ile karşılaşıyorlar. Yeşil elindeki Smith Wesson marka tabancayı göstererek, “Bununla ateş ettim, gerekirse size de ateş ederim” diyecek kadar rahatlıkla cinayeti kabul ediyordu. Bu olay bana o tarihte buna şahit olanlar tarafından anlatılmıştı. Ama bugün sorsanız hepsi gördüklerini kesinlikle inkar edeceklerdir.

Cesedi 11 gün sonra bulundu 

‘Efsane Binbaşı’ olarak ün yapan ve JİTEM’in kurucu olarak anılan Jandarma Binbaşı Cem Ersever, 80’lerin sonu ve 90’ların başında Güneydoğu’da PKK ile ilgili tüm istihbari çalışmaları yönetmişti. Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis‘in kuşkulu bir uçak kazasında ölümünden bir ay kadar sonra, binbaşı rütbesindeyken, 17 Mart 1993’de 30 arkadaşı ile birlikte görevinden istifa etmiş, kendisine bir şey olursa Hanefi Avcı‘ya haber vermesini istemişti. Ersever, Aydınlık gazetesine anlattıklarıyla ilgili olarak mahkemeye ifade vermek için 24 Ekim 1993’te Ankara’ya gitti ve bir daha kendisinden haber alınamadı. 1 Kasım’da Ankara Çamlıdere’de sevgilisi Neval Boz’un, 2 Kasım’da Ankara Polatlı’da itirafçı Murat Demir’in ve 4 Kasım 1993’de Ankara Elmadağ’da Ahmet Cem Ersever’in cesetleri jandarma tarafından bulundu. Birbirlerini tanıyan bu üç kişiyi kimlerin öldürdüğü bir sır olarak kaldı.

Devlet, Uzanlar’ı elinden nasıl kaçırdı?

Kaçakçılık Daire Başkanı olarak görevde yeniydim, Uzan olayı patlak verdi. Bir anda kendimi denetim elemanlarının, müfettişlerin ve bankalar yeminli murakıplarının arasında henüz anlayıp kavrayamadığım Uzanların İmar Bankası yolsuzluğunun ve ardından tüm şirketlerinin karıştığı olayın içinde buldum. MİT’in mali uzmanları, bankacılar bile yapılan yolsuzluğu anlamakta zorlanıyordu. Yolsuzluğun yapılış biçimini ve yöntemini anlamamız bile birkaç hafta sürdü... Çalışanlarla görüşüp eldeki kayıtları inceleyince, hiç kimse bilmeden, görmeden milyar dolarların herkesin önünde saklanabileceği sonucuna vardım. 

Şeytani bir yöntem

Bu şeytani bir yöntemdi, dahiyane bir uygulama idi ama Uzanlar bunu yapmıştı. Araştırmalar ilerledikçe Uzanların daha çok marifeti çıkıyordu... Ancak Uzunlara ait yerlerde ama yapmak veya Uzanları sorgulamak için yakalama kararı alamıyorduk. Savcıları ikna etmek, mahkemelerden karar almak çok zordu. Savcılar mudilerin şikayetlerini hukuki bir mesele olarak algılıyor, bu kadar açıkla ilgili uzman raporları kesin değil v.s diyorlardı. Geciken kararlar sonunda Kemal Uzan, Hakan Uzan, Yavuz Uzan ve diğer bazı önemli kişiler yurt dışına kaçmışlardı. Cem Uzan son zamanda Genç Parti başkanı olduğu için şirketlerdeki hisse ve yöneticiliği seçim döneminde azaltılmıştı. Ayrıca Cem Uzan’ın üzerine gitsek yaptıklarımız hukuki değil siyaseten yapılıyor denerek çarpıtılabilirdi. 

Olağanüstü bir ihbar

Bu sırada olağanüstü bir şey oldu, gelen bir ihbarla Uzanların banka ve şirketlerinden kaçırdıkları paraları Şenlikköy’de bir villaya koydukları bildirildi... Arama kararı sonrasında yapılan aramada para bulunamadı ancak her biri 2 metre boyunda 22 adet dev çelik kasa içerisinde Uzanların şirket binalarından kaçırıp getirdikleri tüm Uzan grubu şirket ve holdinglerinin dosyaları, gizli izleme, takip, casusluk işlerine dair kayıtlar ve gizli sayılacak çok önemli belgeler ele geçirilmişti. 

Yeni karargah Ürdün 

Ülkemizden kaçan Uzanların yeni karargahının Ürdün olduğunu kısa sürede öğrenmiştik ama burada işler daha zordu, çünkü Ürdün’de belli aile ve aşiretler devlet yönetimini paylaşmış gibiydiler. Uzanlar ise Ürdün’de ileri gelen her aileyle, her aşiretle ortak şirket kurmuştu. Kral ile karşılıklı yakınlıkları vardı. Krala hediye olarak otomobil, silah veriyor, sebebi belli olmadan milyon dolarlar ödüyorlardı. Tüm uğraşlarımıza rağmen bilgi alamadığımız gibi Ürdün Uzanların faaliyet ve organizasyonlarının merkezi olmaya devam etti. Hala da ettiği kanaatindeyim. Uzanların belgelerini inceledikçe mali açıdan asıl merkez olarak İsviçre’yi seçtikleri anlaşılıyordu ama hiçbir zaman parayı Türkiye’den İsviçre’ye direkt yollamıyorlardı. 

Ürdün kralına 1 milyon $ 

Paralar önce İngiltere’yi ve Hollanda’yı dolaşıyor, sonra İsviçre’ye gönderiliyordu. Uzan davasının tüm savcılık işlerini yapan Savcı Mecit Ceylan, adli istinabe hazırlayarak İsviçre’deki Uzan dosyası ve içeriği hakkında bilgi istedi. Bu istinabeye cevaben İsviçre’den çok ciddi bilgiler geldi. Bunlar arasında Ürdün Kralı Hüseyin’e, çocukları ve sıkıntı içerisinde bulunan askerler yararına hediye olarak Telsim tarafından bir milyon dolar para gönderildiği de vardı. Bu para önce İngiltere-Hollanda dolaştırılarak İsviçre’ye gelmiş ve buradan Amman’a gönderilmişti. Kral tarafından çekilen bu paranın neden Türkiye’den Ürdün’e doğrudan gönderilmeyip bu yolun izlendiği bize soruluyordu. Maalesef gerçek sebebin ne olduğundan emindik ama delilimiz yoktu. Daha sonrasında görevden alındığımdan neticesinin ne olduğunu bilmiyorum. Yalnızca İsviçre’nin cevap verdiğini ve bazı bilgileri gönderdiğini duydum.


"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."