30 Temmuz 2009 Perşembe


Birçok arkadaştan duyduğum kelimeler

“TSK’nin başının izni olmadan bırakın emekli generaller tutuklanmasını, onbaşı bile alınamaz”
Yine; “TSK’nın bir açığı var ki bu nedenle böyle sessiz kalıyor”
Şeklinde.
En kötüsü ve benim kesinlikle kabul etmediğimse;
“TSK’nın başının ele geçirildiği ve AKP ile danışıklı dövüş yapıyor” şeklin de.
Benim görüşüm ise TSK’nın AKP’yi değil arkasındaki güçleri bildiği ve sınırları zorlamasını beklediği şeklinde ,psikolojik ve stratejik bir savaş verdiğidir.Bu nedenle AKP’nin yandaş medyasının saldırılarının emperyalist istihbaratlar tarafından kotarıldığını bildiğinden her birine cevap vererek kurum ciddiyetini kaybetmek istemediği şeklinde. İşte bu noktada Türk halkına görev düştüğünü ve TSK ya sahip çıkması, emperyalist oyunlara kanmaması yönünde.
Fakat TSK’ya saldırılar tamda emperyalist ikiyüzlülüğü, Fettullahcı cıvıklığı, AKP şımarıklığının birleşimi boyutlarına geldi. Hala TSK bu sinir savaşında sessiz kalabilmesi insanın aklına diğer konuşulan olasılıklar da istemeden getiriyor. Özellikle TSK’yi bu derece susturan şeyin ne olduğu konusunda. İşte bu noktada ihtimal vermesem de okumaya değer bir yazı.
Şayet aşağıdakiler doğruysa ve ABD’nin elinde TSK’nin 3 personeli varsa dahi TSK’nın hiçbir şekilde çekinmemesi gerekir. Lakin bu haber TSK’nın şer ekseniyle onurlu mücadele verdiğini gösterir ki bu Türk halkı için gurur duyulacak bir şeydir. Yan gelip yatmadığının da tipik göstergesidir.
Saygılar
Müthiş iddia: “Genelkurmay’ın 3 istihbarat elemanı ABDtutukludurlar. Bunlar özenle basında gizleniyor. Peki, neden tutuklandılar? Genelkurmay istihbaratçıları Gülen hakkında özel olarak bilgi toplamak ve daha sonra suikast yapmak için görevlendirilmişlerdi. CIA bu kişileri gözaltına alıp tutukladı. ABD, belki bu istihbaratçıları daha sonra orduya karşı bir tehdit unsuru olarak kullanmak için elinde tutuyor.” www.sendika.org sitesinin yazarı Mustafa Peköz, CIA’in Genelkurmay’ın üç istihbaratçısını tutukladığını, ancak tutuklamanın basından gizlendiğini iddia etti. İşte o yazı: “Türkiye’de rejim değişikliğinde mücadele esasen iki güç tarafından yürütülüyor. Bunların bir tarafını kendisini cumhuriyetin kurucusu ve sahibi gören Genelkurmay, yani bütünlüklü söylersek ordu oluşturuyor. İkinci tarafını ise 1965’ten beri sistemli olarak devleti ele geçirmeye çalışan ve ekonomik olarak bir tekel haline gelen, uluslararası ilişkilerde önemli bir güç olmaya başlayan Gülen cemaatidir. Kıyasıya bir rekabet içinde olan, bazen açık bazen gizli yürütülen çatışmada galip gelenin Gülen cemaati olduğu artık giderek ordu tarafından da kabul edilmeye başlandı. Bir dönemler ordu tek hâkim güçtü. Generaller kılıçlarını kuşanır Meclise gelir, genelkurmay başkanını reis-i cumhur seçtirirlerdi. Bu bir bakıma zorunluydu. İstedikleri zaman darbe yapar, yasa çıkartırlardı. Hem fiili karar mekanizması hem pratik uygulayıcı işlevine sahip olurlardı. Atatürkçülüğü, milletin bölünmez bütünlüğünü dillerinden düşürmezlerdi. Çünkü sırtları güçlüydü. Amerika’nın çocukları olmaktan övünürlerdi. Komünizme karşı aktif görev almışlardı. Kredileri büyüktü. Kendilerini devletin tek sahibi görüp, ABD’nin ihtiyaçlarına bağlı olarak askeri strateji oluşturuyorlardı. Uluslararası ve özellikle de bölgenin politik koşullarında değişiklikler oldu. ABD’nin bölgesel ihtiyaçları da farklılaştı. Sovyetler Birliği dağıldı ve küresel güçler bölgeye yönelik, bu kez Ilımlı İslam projesini uygulayama koydular. 1965’ten beri ABD ile derin ilişkisi olan Gülen, özellikle 1980’lerden itibaren Avrasya bölgesinde çok yoğunluklu bir çalışma örgütledi ve ABD için yeni kanallar açtı. Bölgesel ilişkiler bakımından Ordu ile ilişkilerini dengeli yürüten ABD, bu kez, Gülen cemaatini çok hızlı bir şekilde ön plana çıkarttı, destekledi. Türkiye’nin iç politikasında ılımlı İslamcılığın bir model olarak uygulanması için politik zeminini giderek genişletti. Bu yönelim, aynı zamanda ordu için politik alanın daralması anlamına geliyordu. ABD için ikincil duruma düşen ve artık istediği gibi hareket edemeyen generallerin bütün darbe hazırlıkları anında deşifre ediliyor. Bir bakıma kapanı kıstırılmış durumda. Elindeki iktidar olanaklarını giderek kaybetmeye başlayan ordunun direnci, bütün çırpınışlarına rağmen önemli oranda kırılmış bulunuyor. Dengeler Gülen cemaatine doğru kayıyor. Gülen ve AKP iktidarını bitirme planı olarak ortaya atılan ‘yeni’ darbe hazırlıkları ciddi bir tartışma konusu yarattı. Genelkurmay, böylesi bir planın kendileri tarafından hazırlanmadığını belirtti ve kesin bir dille reddetti. Hiçbir internet girişi olmadan bu belge nasıl geldi ve kamuoyuna pazarlandı. Aslında generaller bunu çok iyi biliyorlar. Söz konusu belge, ABD tarafından Gülen’e servis edildi. Gülen bu belgeyi, çok özel olarak güvendiği danışmanıBünyamin ile Erdoğan’ın Yeni Şafak’ta Yasin Doğan adıyla yazan danışmanı Yalçın Akdoğan’a elden teslim mi etti diye sormak gerekir. Ordu ile ilgili belgeleri deşifre etmekle görevlendirilmiş bulunanTaraf Gazetesine bu belge elektronik posta ile gelmedi, doğrudan elden iletildi. Bünyamin denen kişi, Gülen ile Erdoğan-Gülarasındaki aracıdır. Bu kişi istediği zaman Başbakan ve Cumhurbaşkanı veya her hangi bir bakanla görüşebilir. Generallerin birçok telefon konuşması deşifre ediliyor ve birçok faili cinayetin azmettiricisi subayın isimleri basında açıklanıyor. Bu bilgeler ABD tarafından alınıp, Gülen üzerinde İslamcı AKP hükümetine iletilmektedir. Bunların internet girişlerini bulmak gerçekten son derece zordur. Erdoğan rahat, çünkü bilgilerin kaynağını biliyor. Örneğin, Genelkurmay’ın 3 istihbarat elemanı ABD tutukludurlar. Bunlar özenle basında gizleniyor. Peki, neden tutuklandılar? Genelkurmay istihbaratçıları Gülen hakkında özel olarak bilgi toplamak ve daha sonra suikast yapmak için görevlendirilmişlerdi. CİA bu kişileri gözaltına alıp tutukladı. ABD, belki bu istihbaratçıları daha sonra orduya karşı bir tehdit unsuru olarak kullanmak için elinde tutuyor. Gülen ile ABD arasında çok daha ilginç bir ilişki var. Gülen ABD’de süresiz oturum almak için yaptığı başvuru dosyasına koydu bir belge var: 35 yıldır CIA’ dan maaş aldığına dair banka dekontları bu dosyanın içindedir. Genelkurmay bu belgeden haberdar olmasına rağmen hiçbir şey yapmıyor ve yapamaz. Çünkü Gülen, komünizme karşı mücadele politikasında, genelkurmaya bağlı Özel Harp Dairesi ile ilişki içindeydi ve aktif görev almıştı. Gülen, ABD’de kendinden emin bir şekilde 180 dönümlük arazi üzerinde kurulmuş bir malikânede kalıyor. 220 tane FBİ ajanı tarafından çok sıkı olarak korunuyor. Her gün dünyanın değişik ülkelerinde ziyaretçileri oluyor. Türkiye’den de sık sık ziyaretçileri gider. Gülen, kurulan ‘Dünya İslam Birliği’nin liderliğini ABD’nin kontrolündeki bu malikânede yapıyor. Bütün gelişmeler, toplantılar, alınan kararlar CIA tarafından bilinmektedir. Hatta Genelkurmay, bütün gelişmeleri takip etmekle ve hatta zamanında bilgilenmekle birlikte, yapacak bir şeyleri kalmadığının da farkında. Generallerin direnci henüz tam kırılmamakla birlikte, yeni sürece sessizce ayak uydurmaya çalışıyorlar. İslamcılaşan Türkiye’nin politik-toplumsal yapısına uygun olarak ordunun yeniden konumlandırılmasına yönelik adımlar atılmaya başlanması, gelişme sürecinin bir parçası olarak değerlendirmek gerekir. Gülen cemaatinin en önemli hedeflerinden birisi de askeri okullar içerisinde örgütlenmekti. Cemaatin ordu içerisindeki örgütlenmesine karşı hassas olan Generaller sürekli tasfiyeler yaparlar. Yüksek Askeri Şuura kararlarının en önemli ve en çok tartışılan yanı ‘İrticai faaliyetleri’ nedeniyle bazı subay ve astsubayların ordundan atılmasıdır. Ancak bu kararların pek başarılı olmadığını gören Genelkurmay, toplumun İslamcılaşma sürecine kendisini uyarlamaya başladığını gösteriyor. Genelkurmay sitesinde yapılan bir açıklamadan anlaşılıyor: “1983 yılında Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin ilköğretim okulları ile lise ve dengi okullarda okutulacak zorunlu dersler arasına alınmasından sonra, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu esas alınarak hazırlanan, Türk Silahlı Kuvvetleri Orta Öğretim Okulları Yönetmeliği’ne göre İzmir Maltepe, İstanbul Kuleli askeri liselerinin 9, 10, 11 ve 12’nci sınıflarında ‘Din Kültür ve Ahlak Bilgisi derslerinin verilmesi için ilahiyat branşından çeşitli rütbelerde, 10 subay istihdam” edileceği açıklandı. Ordunun Ilımlı politik İslamcı sisteme doğru yeniden konumlandırılması süreci fiilen uygulanmaya başlandı. Türkiye’nin iç politik iktidar ilişkilerinde ordunun önemli oranda güç kaybetmesine paralel olarak arka planında daha çok Gülen’in bulunduğu İslamcı politik hareketin etki gücü artmaya devam ediyor. Ancak sistem içerisinde daha kapsamlı bir iç çatışmanın olmayacağını, uluslararası küresel güçlerin inisiyatifinde sistem kurumları arasında bir uzlaşmanın oluşacağını var saymak daha gerçekçi bir değerlendirme olacaktır.”