2 Şubat 2011 Çarşamba

SİVİL İHANET
NEVAL KAVCAR
3.bölüm:
TARİHÇİNİN  MUTFAĞI
    Tarih Vakfı, amaçları doğrultusunda çalışmalarını sürdürdüğünü   “ Tarihçinin  Mutfağı” adlı sohbet programlarında, vakıf üyesi profesörlerin , görevlendirildiğini görüyoruz. Ayda bir yapılan toplantılar da, başlıklar tabiatıyla , Tarih Vakfının var oluş sebebini yansıtıyor. 7 Aralık 1991 de İlhan Tekeli ile başlayan  sohbetler günümüzde de devam etmektedir.( Tarih Vakfı Sitesi –Kuruluştan Günümüze Etkinlikler)
   Ekim 2000 yılının konuğunun, Tarih Vakfı üyesi Prof.Dr. Çağlar Keyder olduğunu öğreniyoruz. Adı geçen Profesörü şöyle tanıtıyor, Tarih Vakfı: “New York State ve Boğaziçi Üniversiteleri Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi olan Prof. Dr. Çağlar Keyder, Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Washington, Chicago, Berkeley ve Oxford gibi üniversitelerde de dersler veriyor. Türkiye Bilimler Akademisi'nin de üyesi olan Keyder, Tarih Vakfı tarafından yılda iki kez yayımlanan New Perspectives on Turkey adlı derginin editörlerinden..” (Tarih Vakfı Sitesi- Tarihçinin Mutfağı-19 Ekim 2000)
  Çağlar Keyder’in hayli geniş sol yelpazede ki mevzisini terk edip, küresel saflara katılması arasında geçen serüvenini anlattığına şahit oluyoruz. Bunu şöyle diyor :
“1980'lerin sonunda esas olarak benim kafamda gelişen siyasi tercihler, 1970'lerdeki gibi güncel siyasi münakaşalara müdahale şeklinde değil, daha genel birtakım siyasi tercihlerdi. Şimdi geriye bakınca ortaya çıkan şu galiba: Özellikle milliyetçiliğe ve ulus devlete karşı bir tutum ve de bunun birtakım entelektüel uzantıları.
     Bu, 1990'ların başında globalleşme tartışmaları çerçevesinde iyice somutlaşmaya başladı. Bu tartışmalar çerçevesinde o zaman akademik gündemde olan 'dünya şehri' kavramı üzerine eğilmeye başladım. Global şehir kavramını İstanbul'a uygulamaya çalıştım."
    Çağlar Keyder ,  devam eden konuşmasında   devletlerin   netice olarak global dünyanın bir parçası olmaya doğru gittiklerinin altını çiziyor. Eski marksistler, Küreselleşmede  sınırların kalkması fikrin de galiba , eski sevdaları Komünizmi buluyorlar. Bu arada Global kavramını  tam yerine oturtamadıkları görülüyor. Bu kelimeyi ekonomik mi, coğrafi mi, siyasi bir terim mi olarak mı yoksa emperyalist bir baskı aracı mı olarak kullandıkları konusu karışık. İstanbul, 1453 yılında Türk topraklarına katılmış bir Türk şehridir. Onların anladığı yada götürmek istedikleri nokta gibi “Global” olmasına imkan yoktur. Bu sebepten, Çağlar Keyder “ Global Şehir” kavramını uygulamak için, Londra, Berlin, Washington yada Tel Aviv’e gitse daha uygun olur.
“ Sınırlar kalkacak, insanlar özgür olacak” safsatası ile  yetmişli yıllarda , yollara düşmüşler, düşürmüşler ve devlet yönetimini zaafa uğratmak için çırpınmışlardı. Bugün geldiğimiz noktada görüyorum ki,  bazı eski sosyalistler , yine  çıkmaz sokağa girmişler.
 Şöyle diyor Çağdar Keyder:  “  çünkü globalleşme madem ki artık ulus devletlerin bir anlamda sonuna işaret ediyor, bu ulus devletlerin kendi tarihlerine baktığınız zaman onları, ortaya çıkmalarını önlemek imkânsız şeyler olarak görmekten çok, belirli konjonktürlerde alternatifler olarak görmek daha akılcı oluyor.”
     Globalleşmenin millî devletlere son vereceğini söylemekle, Komünizm ütopyasında sınırların kalkıp dünyanın tek devlet olacağının peşine takılmak arasında hiçbir fark yoktur. Emperyalist planlarla hazırlanan bu projeler hiç bitmez. Komünizm sona erdi ama millet hayatının bitmediği görüldü. Ayni şey çağımızın yeni masalı                     ” Küreselleşme” için de geçerlidir. Devletler üzerinde ki emperyalist siyasi -ekonomik baskı  bir gün sona erecektir.
  Kısacası “Küreselleşme Masalı” sona erdiğinde, milletlerin yollarına devam ettikleri görülecektir.
    Çağlar Keyder’in asıl ilgi sahasının, “Globalleşme kavramında hukuk” olduğunu öğreniyoruz. Globalleşmenin ulusal hukuku parçaladığını yerine, evrensel hukuk kurallarının geçerli olduğu üzerinde duruyor. Peki evrensel hukuk kuralları nedir? Kimlerce yazılmış ve uygulanmaktadır?          
    “Kanımca globalleşme, daha önce de söylediğim gibi içinde toplumsallaştığımız ulus devleti çok önemli bir şekilde marjinalize eden bir olgu, bu nedenle de içinde büyüdüğünüz paradigmaları da gerçekten karşı konulmaz bir şekilde çürütüyor.................................................
   Ulus devletin, şu andaki formuyla ortada kalmayacağını globalleşme olayı çok şeffaf bir şekilde ortaya koyuyor.......................................... ...... devletin gene başat olduğu bir konum içinde sınıf yapısı, birikim modelleri, köylülüğün ne olduğu vesaire, ama artık devlet o tekilliğini, başatlığını kaybediyorsa ve devletin yerine, gerek devletten daha aşağı düzeyde gerek daha yukarı düzeyde, çok farklı birtakım yönetim mekanizmaları geçiyorsa, bütün paradigmalarımızı yeniden düşünmemiz gerekir....”                                         .                (Tarih Vakfı Sitesi- Tarihçinin Mutfağı- Çağlar Keyder)
    Dün komünizme, bugün kapitalizmin örgütlü gücü küreselleşmeye teslim olan yada bu görüntüyü veren , her türlü unsurun “dikkatle takibi gerekir noktasında” çok dikkatli olmak gerekir. Çünkü son yıllarda, yazılı ve görsel basın tarafından yönlendirilen Türk İnsanı, kendi akıl varlığını hiç ortaya koyamadı. Belirli odaklarca sadece yönlendirildi.
    Seyrettiği televizyon kanalında, her hangi bir konuda kendi gibi muhalif olan konuşmacılar onu pasifize etti. Yazılı ve görsel basını elinde bulunduran  medya mensupları, “ muhalifi” de kendi arasından çıkararak , Türk insanını duyarsız hale getirdi. Her şeyin konuşulduğunu zanneden toplum, sadece kenardan izlemek durumunda kaldı. Bunu organize edenler, emin  adımlarla yollarına devam ettiler.
  Türk insanının kafasını meşgul eden bir çok konu var. “ Türkiye baskı altında”........... “ Türkiye’de bütün önemli görev yerleri mason locaları  kontrolünde”........”Emperyalist devletler çok güçlü, ne yapabiliriz?”   ........“Ekonomi berbat, IMF”ye uymak zorundayız.””AB’çizdiği yol haritaları çerçevesinde uyum yasaları” “Stratejik ortağın telkinleri istikametinde hedef belirleme”,”Türkiye’yi köşeye sıkıştıran anlaşmalar, yıllar önce imzalanmış, bir şey yapılamaz”   ” İmzalanan anlaşmaların yaptırım gücü var.Karşı çıkılamaz.”   ” Geri dönülmez yoldayız”..........
   Bu ve benzeri senaryolarla, ciltler dolusu kitaplar yazılır. Ve taviz tavizi doğurur. Millet ve devlet hayatında ,”Bağımsızlıktan” daha önemli ne olabilir ki? Türk İnsanı önce, zihin sistemi ile “Bağımsız” olmanın zorunluluğunu anlamalıdır. Gerisi kendiliğinden gelecektir.
    Bugün geldiğimiz noktada ise, peş peşe verilen tavizlerle , devletin bağışıklık sistemi bozulmuştur. Kendisini yıkmaya yönelik faaliyetlerle mücadele etmek bir yana, işbirliğine girdiği görülmektedir. İmzalanan uluslar arası antlaşmalara her geçen gün eklenen yenileriyle, durum daha vahim bir hâl almaktadır. Peki ne yapacağız?
   Hiçbir şeyden habersiz gibi, sadece yeni bir ev,  bir üst model araba, görev değişikliği ile yükselme, güç....... ....peşinde koşmaya devam mı edeceğiz?  Ya da “Anadolu’dan Türk Mührü Siliniyor” buna muhakkak bir çözüm bulmamız gerekir, bu yurt ezelden ebede bizimdir, mi diyeceğiz?” Bunun cevabını siz vereceksiniz.
   16 Kasım 2000 tarihinde, “ Tarihçinin Mutfağında”, Prof. Dr. Mehmet Özdoğan vardı ve tabiatıyla Tarih Vakfı üyesi. Bu toplantılara katılanlar yada böyle bir toplantının varlığını duyanlar ise , onca Profesörün Tarih Vakfının etkinliklerde görev almasını hayranlıkla seyrediyorlardır.
   Mehmet Özdoğan’ın en büyük hizmetini öğreniyoruz:“,.... tarih öncesi uygarlıklar açısından en eski yerleşim yörelerinin önemli bir kısmının Türkiye sınırları içinde bulunduğunu dünya kamuoyu bilgisine sunması bakımından, arkeoloji bilimine önemli katkılarda bulunmuştur.”
 Tarih öncesi kültürlerin değerlendirilmesini yapan dünyanın sayılı bilim adamlarının arasında olduğunu söylüyor, Tarih Vakfı. Etkin olarak şunları yaptığını-da-öğreniyoruz:                                                                                     “İstanbul Yarımburgaz, Diyarbakır Çayönü, Tekirdağ Boztepe, Kırklareli Aşağı Pınar kazılarının başkanlığını yürüten Özdoğan, CNRS Paleorient, Anatolica, Prehistoire Europeenne, Neo-Lithichs, Arkeoloji ve Sanat adlı dergilerin de yayın kurulu üyeliğini sürdürmektedir.”
    Tarihçinin Mutfağı, sohbet toplantılarına çıkan öğretim üyelerini tanımaya devam edelim. Sırada Cemil Koçak var. Ankara üniversitesi Basın Yüksek okulunu bitirdiğini, 1990 yılı Afet İnan ödülünü aldığını  öğreniyoruz.(Bu ödül , Tarih Vakfı çatısı altında veriliyor artık.)
   Cemil Koçak, Tarih Vakfının kurucu üyelerinden. Okulunu bitirdikten sonra , gazetecilik yaparken bu mesleğin kendisine uygun olmadığını düşünüp , kimlik bunalımına giriyor!
   Derken tarihle olan ilişkisi başlıyor. Mektepli değil fakat “ Alaylı” tarihçi olduğunu söylüyor Koçak. Tarih Vakfı çatısı altında yalnız kalmadığına eminim, hemen hepsi kendisi gibi alaylı. Bakalım bu alaylı tarihçi için tarih ne demekmiş:
“Benim için tarih, yaşadığım coğrafyanın ve toplumun politik problemlerini anlamaya yönelik bir araçtan ibaret. Bunu anlamaya çalışarak tarihe başvurdum. Bugün içinde bulunduğumuz problemlerin ne olduğunu ya da ne olmadığını tarihi kullanarak anlamamız, bugünkü meselelere çözüm formülleri üretirken bunlardan da hareket etmemiz mümkün müdür? İşte bu sorulara cevap arıyorum."                                      .                 ( Tarih Vakfı Sitesi-Cemil  Koçak-Tarihçinin Mutfağı)
   Tarih Vakfının, aylık yayın organlarından, “Toplumsal Tarih Dergisi”nde , kitap tanıtımı ve eleştirisi yapan Koçak, ayrıca tarihi araştırmak konusunda ki heyecanını ve Tarih Vakfı Yurt yayınlarında çıkan kitabının konusu ise, “ Cumhurbaşkanlığı özel kalem müdürlüğü yapmış olan Haldun Derin’in anıları”teşkil ediyor.
  Cemil Koçak’ın kendi deyimiyle, “ Alternatif Tarih Modasına “ uyduğunu öğreniyoruz. Çanakkale YTG’nun “ Tarihi Tersten Okumakla” bu modanın ayni olduğu, sadece isimlerinin değişik olduğu hemen anlaşılıyor. İşin doğrusu istenirse, “Devlet karşıtı tarih” kavramının da modaya uygun versiyonları olduğunu öğrenmiş oluyoruz.
  “. Ben hiçbir zaman masaya alternatif tarih yazacağım diye oturmadım. Yazdığım şeyin alternatif bir tarih olduğu kanısında da değilim. Alternatif tarih yazmak çok daha iddialı, çok daha derinlikli bir iş. Elimizde olandan çok daha geniş ölçülerde ve yeni malzemenin ortaya çıkmasına bağlı. Ben, elimden geldiğince, dönem tarihçiliği yaparken o dönemle ilgili var olan bütün malzemeyi taramaya çalışıyorum. Bunu mümkün olduğu kadar tüketerek yapmaya çalışıyorum.”       
(Tarih Vakfı Sitesi-Tarihçinin Mutfağı-Cemil Koçak-21 Aralık 2000)
  Tarih Vakfı üyelerinin tamamının tarihi tersten okuyan, alternatif tarihle ilgilenen , küresel dünya gerçeklerini kabul eden, “ Tabiat ve Kültür varlıklarını koruyan ve geliştiren” vb.................gibi kavramlarla donanımlı olması sebebiyle, büyük projelere imza atması arasında tabi ki yakın ilgi var.      
   Bu şekilde donanmamış hangi vakıf üyesi, Mersin’de tarih araştırırken, Fransızların Dekovil hattını , Çanakkale’de  İtalyan Vitalis’in su deposunu, Ünye’de şimdi hamam olan kiliseyi......vb gibi önemli bulgulara erişebilir?
  Yine tarihi tersten okumamış olsalardı, Cumhuriyetin 75 yıl kutlamalarında Malakanları,  Kürt Beylerinden Bedirhan’ı, Bursa Yahudilerini, Çirkince Rumlarını öğrenebilir miydik?
   Eğer tarihi tersten okumamış olsalardı, İzmir katliamının  üssü durumunda ki “Aya Vukla” kilisesini , Türk insanının gözüne baka baka kültürel merkez yapmak için yola çıkarlar mıydı?
    2001 şubat ayının konuğu(Tarihçinin Mutfağı) , Ara Altun. İznik ve Kütahya’da koruma amaçlı imar çalışmalarında, proje danışmanlığı yaptığını öğreniyoruz. “Anadolu Kültür Mozaiğinde 1080” yılının önemi ve günümüze nasıl taşındığını anlattığını öğreniyoruz, sanat tarihi profesörünün.
  Tarihçinin mutfağının konuşmacılarından olan, Prof.Dr. Carter V. Findley’in ABD’li Osmanlı tarihçisi olduğunu , çeşitli üniversitelerde görev yaptıktan sonra, 1997 aralığında Bilkent’te misafir Profesörlük yaptığını öğreniyoruz. Hakkında şöyle yazmış Tarih Vakfı:
“1990-1992 arasında Turkish Studies Association'ın (Türklük Araştırmaları Derneği) yönetim kurulu üyeliğini yapan Findley, halen World History Association'nın (Amerikan Dünya Tarihi Derneği) başkan yardımcığı görevini yürütüyor ve 2000-2002 yılları için de gelecekteki başkan olarak şimdiden seçilmiş bulunuyor. Findley 1994 yılından beri Tarih Vakfı'nın da üyesi.”(... Latife Fegan, Prof. Dr. Carter Findley, Dr. Caroline Finkel....) (Tarih Vakfı Üyeleri)
   1967 yılında İstanbul’a gelerek, arşivlerde ki araştırmalarına başlar. Hedefini şöyle açıklıyor Findley:                                                                 
“Gelecek yıllar için, uzun vadeli projem, Osmanlı İmparatorluğu'nun ve modern Türkiye'nin son iki yüzyılını kapsayacak bir tarih yazmaktır. III. Selim'den 2000'e kadar süren panoramik bir eser hayal ediyorum. Her dönem için bir bölüm olacak. Her bölümde, sosyodemografi, iktisat, siyaset ve kültür tarihini ele alacağım.
   Yıllarca bu eseri sadece bir sentez kitabı olarak anladıktan sonra, geçen yıl, milliyetçilik teorisi hakkında en son kitapları okuyunca, bu kitabın belkemiği olacak bir tez oluşturmaya başladım. Artık bu kitabı, 'Türkiye'nin Milliyetçilik ve Modernlikle Karşılaşması' başlığı altında yazmayı düşünüyorum." (Prof. Dr. Carter Findley-Tarih Vakfı Sitesi- Tarihçinin Mutfağı)
  Peki Carter V. Findley , bu araştırmaları neden yapıyor?  Bu soruyu küçültelim biraz. ABD vatandaşı ayni zamanda, Tarih Vakfı üyesi bu profesör Türk tarihine ait kitabı niye yazar? Carter Fındley ABD’de görev yaptığı  1985 yılında , ABD temsilciler meclisine yazılan mektubun altını imzalayan bilim adamlarından biriydi. Bildiri ise şuydu:
“ABD TEMSİLCİLER MECLİSİ ÜYELERİNİN DİKKATİNE
Türk, Osmanlı araştırmaları ve Ortadoğu üzerine uzmanlaşmış, aşağıda imzaları bulunan Amerikalı akademisyenler, ABD Temsilciler Meclisi'nin 192 sayılı kararında kullanılan dilin birçok açıdan yanıltıcı ve/veya yanlış olduğu görüşündedirler.
" İnsanlıkdışı Davranışları Anma Milli Günü" kavramına tam olarak destek vermemize karşın, sözkonusu metinde dikkat çekilen aşağıdaki kısmı kabul-edilemez-buluyoruz:
"... Türkiye'de 1915 ve 1923 yılları arasında gerçekleştirilen soykırımın kurbanları olan 1,5 milyon Ermeni kökenli insan..."
Çekinceleriniz "Türkiye" ve "soykırım" sözcüklerinin kullanılması konusunda odaklanmakta olup aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
.............    
 sözkonusu bölgedeki Müslüman halkın da acılarının farklı şekilde değerlendirilemeyeceği görüşündeyiz. Şu ana kadar ortaya konan kanıtlar, toplumlararası bir iç savaşın, (Müslüman ve Hristiyan gruplar arasındaki) Birinci Dünya Savaşı sırasındaki bulaşıcı hastalıklar, kıtlık ve Anadolu ve çevresindeki alanlardaki katliamlar ve acılar ile daha da karmaşık bir hale geldiğine işaret etmektedir...
Şimdiye kadar, konuyla ilgili olan Sovyetler Birliği, Suriye, Bulgaristan ve Türkiye'nin arşivlerinin büyük kısmı tarihçilere kapalı tutulmuştur. Bu arşivlere ulaşılıncaya kadar Temsilciler Meclisinin 192 sayılı kararı kapsamındaki Osmanlı İmparatorluğunun 1915-1923 yılları arasındaki tarihi tam olarak bilinemez.................
Tarihsel olarak şüpheli varsayımlara dayalı böylesine bir karar, sadece dürüst tarihsel araştırmaya zarar verir ve Amerikan yasama sürecinin güvenirliliğini sarsar.
19 Mayıs 1985   
 Danıel G. Bates -Antropoloji, Profesör-Hunter Yüksekokulu New York Şehir Üniversitesi
 Karl Barbır -Tarih, Doçent -Siena Yüksekokulu-New York
 İlhan Başgöz -Ural&Altay Çalışmaları Bölümü -Türk Araştırmaları Programı Direktörü -İndiana Üniversitesi
 Alan Fısher-Tarih, Profesör -Michigan Üniversitesi
 DR. Heaty W. Lowry-Türk Araştırmaları Enstitüsü, İnc.
Washington, D.C
 Halil İnalcık-Osmanlı Tarihi, Profesör -Amerikan Sanat&Bilim Akademisi Üyesi Chicago Üniversitesi
 Carter Fındley -Tarih, Profesör -Ohio State Üniversitesi
 ........................”                                                                                          
( Amerikalı Bilim Adamlarının Açıklaması (19 Mayıs 1985). ABD TEMSİLCİLER MECLİSİ ÜYELERİNİN DİKKATİNE. Türk, Osmanlı ...
www.mfa.gov.tr/turkce/ermeniiddia_amerika.htm - 28k - Önbellek - Benzer sayfalar)
 ABD’li bilim adamlarına göre soykırım olmuştur:” Türkiye'de 1915 ve 1923 yılları arasında gerçekleştirilen soykırımın kurbanları olan 1,5 milyon Ermeni kökenli insan..."Çekinceleriniz "Türkiye" ve "soykırım" sözcüklerinin kullanılması... Osmanlı İmparatorluğunu, Türkiye Cumhuriyeti ile bir tutmak da yanlıştır.....”
  Sözde soykırımın 1915 de olduğunu, 1,5 milyon milyon Ermeni Kökenli vatandaş öldü ,fakat bazı arşivlere bakılmadan Türkiye’nin suçlanamayacağını söyleyen ABD’li bilim adamlarının açıklaması , “Bunlar nasıl tarih profesörleri?” noktasına getiriyor insanı. Ve “Sözde Ermeni Soykırımı Projesi”nin Türkiye’yi hedef alan projesinin nasıl adım adım ilerlediğini gösteriyor görmeyen gözlere.
 Fırat Üniversitesinin düzenlediği “Ermeni Sempozyumu”nun sonuç bildirgesinde ise şu satırlara rastlıyoruz:
* 1,2,3...maddeler
* 4.Türkiye için Mondros Mütarekesi (30 Ekim1918) hukuki bir durumdur. Bir ateşkestir. Savaş halini durdurmak ve anlaşma-sürecini-başlatmaktır.                                                                                    . Buna rağmen bu hukuki duruma uymayan Fransızlar savaş hali dışında, orduları dağıtılmış bir ülkenin topraklarını işgale devam ederek, işgal bölgelerinde Ermenileri de kullanarak Türk nüfusu üzerinde insanlık ayıbı denecek katliamlarda bulunmuş, Adana, Kahramanmaraş, Şanlıurfa, Gaziantep şehirleri ve çevrelerinde yerleşim yerleri tahrip edilmiş, eğitim, iktisadi hayat hemen hemen tamamen yok edilmiş ve sosyal düzene ait herşeye bir daha kolay yapılanmayacak derecede zarar-verilmiştir.                            ................................................................................                        Mondros Mütarekesi'nden sonra Fransızların Adana-Mersin dolaylarında Ermeniler vasıtasıyla yaptıkları katliamlar bazı Fransızları bile incitmiş nitekim Pierre Loti bile kayıtsız kalamamış kitap ve makalelerinde bu olaylardan yakınmıştır   ..    
? 5.Madagaskar Adası başta olmak üzere Hint Okyanusu'ndaki adalarla, Cezayir'de Ruanda'da, Fransız Batı Afrikası'nda, Ekvator Afrikası'nda, Çin Hindi'nde, Yeni Kaledonya'da, Haiti'de, Martinigue'de, Guaduolup'da, Fransız Guyanası ve Komorda'ki Fransız sömürgeleştirme hareketlerinde yerli halklara karşı işlenen cinayetler sadece vahşet olarak adlandırılabilir. Bu vahşetler insanlık vicdanı ve onurundaki onarılmaz yaralardır. Fransız işgal bölgelerinde; mevcut din, dil, ekonomi, kültür ve medeniyet adına ne varsa yok 

"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."
 SİVİL İHANET
NEVAL KAVCAR
2. bölüm:
“ÇEKÜL VAKFI'NIN DESTEĞİ ILE HAZIRLANAN KÜLTÜR VE KİMLİK PROGRAMININ YAYININA 12 OCAK'TA BAŞLANDI
NTV'de her pazar günü saat 11:00/13:00 arasında yayınlanmaya başlanan "Kültür ve Kimlik" programının ilki Aya İrini'de gerçekleştirildi. Esra Sert'in sunduğu programa Prof. Dr. Emre Kongar, İKSV Başkanı Şakir Eczacıbaşı ve Mimarlar Odası Genel Başkanı Oktay Ekinci katıldılar. Program, NTV'nin 2003 yılında kültürel ve tarihsel çevrenin korunması ve tanıtılması yönünde yapacağı programların ilki olma özelliği taşıyor.”                                                     .                                                                (ÇEKÜL  Haberler-2003)
   Konuşmacılar , Fener ve Balat projesi , geniş kapsamı ile anlatarak, projenin önemi üzerinde durdular. Balat’ta Yahudilerin yaygın olarak oturduklarını, 8 sinegoglarının olduğunu öğrenip, Tuhafiyeci, Leon Brude ile sohbet edilerek, nostalji yapıldığını görüyoruz.
    Balat’taki 400 evin 200 ü bu sene restore kapsamına alındığını öğreniyoruz. Bu arada, Safranbolu’da devam eden “ Tarihi Kentler Toplantısına” bağlanıldı, Mimarlar Odası Başkanı Oktay Ekinci(  Tarih Vakfı Üyesi) , devam eden toplantı ile ilgili bilgiler verdi. (...., Faruk Eczacıbaşı, Oktay Ekinci, Dr. Tarık Ziya Ekinci....)(Tarih Vakfı Üyeleri)
   Toplantıya, Tarihi Kentler Projesi kapsamında ki belediye başkanları, ÇEKÜL, Hükümet yetkilileri, Cumhurbaşkanı’nın katıldığını öğreniyoruz. Planı  yurt dışı ve yurt içindeki organizasyonlarla bağlayıp öyle hale getiriyorlar ki, yaptıracakları faaliyetler bir müddet sonra devletin faaliyet alanına girmiş oluyor.
  Oktay Ekinci bilgi verirken şunları açıklıyordu:
“ Şu an hükümetin gündeminde görüştükleri   iki madde var.
1- Yerel Yönetim Reformu
2- Hazine Arazisi satışı”
  Bu iki gündem maddesini biraz açıkladıktan sonra, yapılacak olanları anlatmaya devam etti Oktay Ekinci:
• Yerel yönetimlerce, kentlerin yerel yapısı korunacak. ( O kentin belediye başkanı, tarih ve kültürel dokusu ağır bir evde oturarak örnek teşkil edecek..)
• Hazine arazileri öncelikle, tarihi kentler projesi kapsamında ki çalışmalara ayrılacak.( Bu konuda hükümetle görüş birliğine varıldı.)                                                                                                 .       (Kültür ve Kimlik- NTV- 3 Şubat 2003-Oktay Ekinci)
  Safranbolu’da yapılan Çekül toplantısını görünce, birkaç Türk eserine de el attılar diye bir fikre kapıldım. Fakat öyle olmadığını 6 Nisan 2003 tarihinde , NTV’de yapılan yeni bir Kültür-Kimlik programında seyrederek öğrendim.Kastamonu, Safranbolu ve çevresine Paflagonya dendiğini ve bu kapsamda çalışmaların sürdürülmesinde fayda olduğu  belirtiliyordu anlatımda. Çekül Vakfı başkanı Metin Sözen, Şakir Eczacıbaşı ve Emre Kongar , bu konuda hem fikirdi.                                                  ( , Johann Strauss, Prof. Dr. Metin Sözen, Prof. Dr. Nurettin Sözen............ Dr. Orhan Koloğlu, Prof. Dr. Emre Kongar, Dr. Murat Koraltürk...... Mehmet Ecevit, Faruk Eczacıbaşı, Oktay Ekinci .....Tarih Vakfı üyeleri)
 Ayni programda, 16 Nisan 2002 tarihinde Kastamonu’da 100 Belediye başkanı, STK ve Çekül yetkililerinin toplanacağını öğreniyoruz.
  3 Şubat 2003 tarih ve 426 sayılı Aksiyon Dergisi’nde Haliç  ile ilgili yazdığı bölümü bir inceleyelim. “ N’olacak Bu Haliç’in Hali” başlıklı yazıyı, Cemal A. Kalyoncu hazırlamış. Öyle anlaşılıyor ki Türkiye üzerine belirli bir merkezden gönderilen  mesajlar, ilgili bölümlerde yankı buluyor , akabinde destek programları başlıyor.
  Aksiyon Dergisinde bakın neler yazıyor:
“ Osmanlı İmparatorluğu zamanındaki kimliği ile Yahudi, Rum, Ermeni ve Müslüman gibi farklı kültürlerin hep beraber yaşayabildiği, yaşamayı başarabildiği bir medeniyetinde şehri. Ve Haliç de: Balat’ı, Hasköy’ü,Fener’i, Ayvansaray’ı, Eyüp’üyle. Ayrıca kilise, cami ve sinagoguyla bu şehrin en güzel panaromik yerlerinden biri.”                            .                   (Aksiyon Dergisi 3 Şubat 2003- Cemal A. Kalyoncu)
   Adı geçen yerler, ÇEKÜL’ünde ilgi alanında. Aksiyon Dergisinde ki bu şiirsel yaklaşımı Tarih Vakfı’nın yayınladığı bir çok kitabında da rastlıyorum ve hayret ediyorum. Gerek “Aksiyon Dergisinde ki satırlar” gerek “Tarih Vakfının yayınlarında ki anlatım üslûbu” ve gerekse “ÇEKÜL” ...vb.gibi vakıfların faaliyet anlatımları, adeta ayni beyin, yürek ve fikirden çıkmışta, değişik kaynaklara gönderilmiş gibi duruyor. Net ve gerçek olanda bu mu acaba?
    Ayni satırlar içinde, Kadir Has Üniversitesi öğretim görevlilerinden Süleyman Faruk Göncüoğlu’nun bu konuda ki bilgilerine rastlıyoruz. Batıda Yahudilere kötü davranıldığı, diğerlerinden ayırt edilmek için sarı yaldızlı elbiseler giydirildiğini, Osmanlı topraklarına geldikten sonra rahat ettiklerini , Yahudilerin sarı yaldızlı elbiseler giymediklerini öğreniyoruz. Eğer, Anadolu üzerinde ki proje  neticelenirse , hangi renk olur bilmem ama yaldızlı elbiseler Türklere giydirilecektir  ne yazık ki.
  Karaim, Eskenazi ve Safarad Yahudileri kendi içinde bile anlaşamıyorken, birlikte yaşadıkları tek noktanın İstanbul olduğunu söylüyor sayın profesör. Yahudilerin İstanbul’da anlaşıyor olmasının bilgisinin , hangi sebepten dolayı verildiğini pek anlayamadan! Ve buna ne den gerek duyulduğunu tam çözemeden öğrenmeye devam ediyoruz.
  Haliç’in  bu sosyal yapısıyla, Osmanlıda en yüksek teknolojinin kullanıldığı, önemli ekonomik faaliyetlerin olduğu bir yer olduğunu anlatıyor Göncüoğlu.Sebebi ise her zaman duyduğumuz cinsten.Haliç’in yoğun dokusunun azınlıklardan teşekkül etmesi! (Azınlıkların yoğun dokusu varsa, orada ticaretin de var olduğunu, gelişme !, ilerme! ve diğer her bir şeyin onlar tarafından !! topluma yayıldığını artık biliyoruz!!)
  Haliç’in bu elit  ve teknolojik görüntüsünün bozulması! ile birlikte sosyo kültürel dengede bozulmuş   Göncüoğlu’na göre , neden mi? (Türkiye genelinde insanlara bu empoze ediliyor. Daha önce bir yerde meskun halde bulunan azınlıkların her hangi bir sebeple bulundukları yerlerden ayrılması ile kültürel denge bozulmuştur ! Sanki böyle bir kural ve kaide var.’Azınlıklar yerleşim halinde ki yerlerinden ayrılırlarsa kültürel denge bozulur.’ Ayrıca bu sadece azınlıklara has bir kuraldır. Türkler ve diğer kültürler bulundukları yerlerden ayrılırsa denge bozulmaz , hatta daha dengeli durumlar çıkar ortaya!!!)
“ Çünkü Yahudi, Rum , Ermeni ve diğer kültürlere sahip kimliklerin Haliç ve civarında ki sayısal oranı artık yok denecek seviyeye inmiş. Mesela çok eski bir Yahudi yerleşim yeri olan Balat’ta bugün ancak üç Yahudi esnafı yaşıyor. Birkaç da Rum aile.” Diyor Göncüoğlu. (Aksiyon Dergisi Şubat 2003)
 Devlet hemen “İskan politikası projesi “ile, küresel dünyanın değişik yerlerinden, Rum ve Yahudi getirerek buraları eski dokusuna kavuşturmalıdır ,diyesim geliyor!!. İnsanın bazen aklı durur ya, benimde öyle oluyor yukarıda ki benzeri satırları okuyunca.. Güzel ülkem benim, sana yeteri kadar sahip çıkamadığımız için bizi affet demek geliyor içimden,“bizi-affet.”                                                                                    Aksiyon Dergisini okumaya devam edelim.
“ Peki bugün gelinen noktada Haliç kimliğini yitirdi mi? Haliç tarihi misyonunu tamamladı mı? Ve dokusundan neler kaybetti? Bundan sonra ne olacak?
 Bölgede iyi gelişmelerde oluyor. UNESCO da Haliç’in bu önemini tespit ettiğinden olacak, öncelikle Balat ve Fener’de ki Yahudihane ve Rum evlerinin onarımı için 2002 yılında 12,5 milyon Euro’yu gerekli yerlere aktarmış durumda. Bu  yıl içinde 50 milyon Euro daha ulaştıracak.
  Öncelikle gayrimüslim evlerinin restorasyonundan başlanmasının sebebi UNESCO’nun  da bölgedeki bu kimliği yeniden canlandırmak istemesi. Bölgeye daha fazla para aktarılması için belki daha iyi tanıtım yapmak gerekiyor. UNESCO Türkiye temsilcisi de, bu amaçla önceki hafta Türkiye’ye geldi zaten.” (Aksiyon Dergisi- 3 Şubat 2003)
“Haliç tarihi misyonunu tamamladı mı” Aksiyon Dergisine göre Haliç’in tarih misyonu acaba nedir? “ Öncelikle gayrimüslim evlerinin restorasyonundan başlanmasının sebebi UNESCO’nun  da bölgedeki bu kimliği yeniden canlandırmak istemesi..”  UNESCO ,Balat ve Fener’de ki kültürel kimliği yeniden nasıl canlandıracak acaba? Yahudihane ve Rum evlerinin onarımı, kültürel kimlik denen şeyin canlanmasına yetecek midir? Yoksa restorenin ardından, başka projeler mi gelecektir? Türkiye Cumhuriyeti üzerinde ki belirli bölgelerde ki “kimliklerin yeniden canlandırılması” ne demektir? UNESCO hangi kimlikleri , nerede, neden canlandırmak istemektedir?
   UNESCO’nun öncelikleri konusunda tartışılacak bir mevzu zaten yok. Burada önemli olan, UNESCO’yu tarafsız ve bağımsız zanneden , milletlerin yanılgısı. Dünya Milletlerini tek elden sevk ve idare etmek ve onlara isteklerini, “Uluslar arası” kuraldır aldatmacası  için kurulan , örgütler oldukları ortada.  2003 Irak savaşında, ‘Birleşmiş Milletler’in ne ifade ettiği , kimlerce sevk  ve idare edildiği , yada ele geçirildiği ortaya çıkmıştır. Uluslar arası denilen bu örgütün, bağımsız ve tarafsız görünümüne düşen gölgeden bir an önce kurtulması gerekir, bu dünya barışı için de önem arzeder bir duruma gelmiştir.
  Haliç’in bir an önce imar edilmesi için, iyi bir reklam ve tanıtıma ihtiyaç var gibi, Türk Milletini de bu davranışın içine çeker bir görüntü çizilmesini görünce, “Aksiyon Dergisi”nin “Dinler Arası Diyalog”taki adımları için  söylenecek söz kalmıyor. Küresel dünya düzenine uyarlanan ,“İslam ve Modernite” kavramıyla birlikte, “Dinler Arası Diyalog”’u!! çok iyi götürdükleri ortada.
 Satırların devamından öğreniyoruz ki Kadir Has üniversitesi, Haliç’le ilgili bir sempozyum düzenleyecekmiş. 22-23 Mayıs 2003 tarihinde. Bu sempozyumda Haliç’in dünü ve bugününün masaya yatırılacağını öğreniyoruz.Sempozyumun düzenleme kuruluna yabancı değiliz:
İlber Ortaylı, Şevket Pamuk, Nurhan Atasoy, Murat Belge, Edhem Eldem, Kenan Gürsoy, Tarcan Yılmaz gibi profösörler.( Tarih Vakfı üyeleri- Tarih Vakfı ile ilgisi olanlar)) 2000 yılında  yine Haliç konusunda sempozyum düzenleyen, Faruk Göncüoğlu’nun  bu sempozyum da sekreterlik yapacak.
   Kadir Has ve benzeri vakıf Üniversitelerinin bu faaliyetlerini görünce, Atilla İlhan’ın bu konuda ki görüşlerine katılmamak mümkün değil diye düşünüyorum:
   “Vakıf üniversiteleri Türkiye’de beşinci koldur. Vakıf üniversitelerinin bu millete hiçbir yararı yoktur. Bunlar doğrudan doğruya batılı ülkelerin çıkarlarını savunan ve Türkiye'de etnik ayrılıkları kışkırtmak isteyen kuruluşlardır. Bunlar fikir hürriyetini savunduklarını söylüyorlar. Fikir hürriyetini savunuyorlarsa niye Atatürk'ün cumhuriyetini savunmuyorlar.            .............................
    Benim düşüncem; şu veya bu şekilde yabancı sermayenin Türkiye'de vakıf, üniversite, lise ve benzeri düzenlerle iyice memlekete girip gençleri yönlendirmesini önleyecek tedbirler almak gerektiği. Eğer bu yapılmazsa vaktiyle Mustafa Kemal Paşa'nın Lozan'da kıyameti kopardığı misyoner mekteplerini neticede yeniden kurmuş oluyorsunuz. Üstelik bu defa devlet katkısıyla kurmuş oluyorsunuz. 
 (Atilla İlhan- Gençler Müdafai Hukuk’ta Birleşmeli)
Sempozyumun amacını öğreniyoruz:
“ Haliç’in kültür tarihine ve coğrafyasına sahip çıkmak”
   Haliç’in kültür tarihine ve coğrafyasına sahip çıkmak ne demektir? Geçmişte burada yaşamış azınlıklara ait üç beş yapının restoresi midir mesele?  Bu binaların restoresi ile “Haliç’in kültür tarihine ve coğrafyasına sahip mi çıkılmış olacaktır.? Sahip çıkma cümlesinin manası , Haliç’in tekrar Yahudi ve Hıristiyan unsurlarca meskunu ve buraların sahiplenilmesi mi demektir? “Aksiyon Dergisi” de anlaşılan “Dinler Arası diyalog- Hoşgörü” projesi kapsamında , azınlıkların projelerine destek vermektedir. Veya projeler tek merkezden çıkmakta, her kesim üzerine düşen  adımları mı atmaktadır acaba? Burası Türkiye Cumhuriyeti? Asyanın , Orta Doğunun , Avrupa’nın giriş kapıları bizde..Stratejik öneme haiz bir yerde bulunuyoruz. İşte bu sebeptendir ki, her sorunun cevabını alamayabiliriz.
  Yurt genelinde yapılan bu ve benzeri faaliyetler ortada iken, Haliç’i , Fener’i bu çalışmaların dışında tutamayacağımız aşikârdır.
   Azınlıkların kendi istekleri dahilinde, daha zengin semtlere taşınmasının ardından, terk ettikleri semtleri bile,Tarihi eserlerin restoresi şeklinde gösterilip canlandırıp, kültür tarihine ve coğrafyasına sahip çıkıldığı , 2003 yılı Türkiyesini yarınlarda daha neler bekliyor  düşünmek bile istemiyorum.
 Aksiyon Dergisinin misyonu ve vizyonu , Hıristiyan – Yahudi kültür tarih ve coğrafyasına sahip mi çıkmaktır? “Dinler arası Hoşgörü” adı altında yapılan etkinliklerin hedefi nedir? Bu sorunun cevabı, “Dinler Arası Diyalog-Hoşgörü” ile açıklanamayacak kadar vahim görünmektedir. (Verilen emirleri yerine getirirken , bu emirleri beyinlerinde sorgulamayanların “robot gibi”Türk insanını götürmeyi hedefleri nokta ortadadır.)
  Haliç’in tarih ve coğrafyasına sahip çıkma faaliyetlerine katılan Sempozyum “ Haliç”le ilgili olmasına rağmen, başka tebliğlerinde verileceği belirtiliyor dergide. Verilecek başka tebliğlerin konusuna bakıyoruz:
“Beyoğlu, Galata ve Piyer Loti ve Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi gibi semt ve kurumlarda tebliğe dahil edildi.”
 Faruk Göncüoğlu’nun tebliğ konusu ise , “ Haliç Sinegogları”
  Anlaşılan o ki, Aksiyon Dergisi de “ Kültür ve Tabiat Varlıklarının”!! önemini çoktan kavramış! Ülke genelinde “ Kültür ve Tabiat Varlıklarını” koruyan diğer STK ları ile  birlikte hareket ediyor. “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma” ile “Dinler Arası Diyalog” ayni kapıya mı çıkıyor acaba?  “Dinler arası Hoşgörü”yü başlatanlar “İnanç Turizmi”ni bu ülkenin başına bela edenler , “ Tarihi Dokudan” bahsedenleri duyunca anlayacaksınız ki, bunlar, “Türkiye’nin kimlik dokusunu, genlerinden başlayarak , değiştirme çabasında olanlardır.” Buna aracılık edenlerinde Müslüman bir kimlik taşımaları mümkün müdür acaba?
   “ Dinler arası diyalog ve Hoşgörü” de böyle olur . Doğrusu da o zaten. “ Kültür ve tabiat varlıklarını” ile şehirlerimizdeki kültürel dokunun korunması ve kimliğinin değişmesi gerekiyor! Kültürel dengeyi tekrardan bozmak, ekolojik dengesizliği de beraberinde getirebilir , gerçeğini düşünmedikleri-ortada.   
   Yahudilerin İsrail Devleti kurulduktan sonra İsrail’e göç etmeleri yada azınlık nüfusun ticari bağlantıları ve zenginlikleri ile orantılı olarak yer değiştirmelerinin ardından , geride bıraktıkları yapıların da tarihi kültür varlığı olarak düşünülmesi ve restore edilmesi gerçeğini öğrenmiş olduk.
 “     Fener'de yan yana dört eski evden oluşan Hotel Daphne, Haliç kıyılarının ilk oteli.....................
    İki yıl öncesine kadar birer harabeyi andıran dört Rum evindeki değişim çevre sakinlerini şaşırttı. Bundan 12 yıl önce Keskin ailesi tarafından satın alınan herbiri 110 yaşındaki binalar Defne Keskin tarafından orijinaline uygun olarak restore edildi.
   Hem sahil yolundan, hem de Patrikhane'nin sokağından ulaşılabilen evlerin yeni adı Hotel Daphnis. Mitolojide epik şiiirin yaratıcısı olarak geçiyor bu isim.........
...... İTÜ Mimarlık Fakültesi mezunu olan Defne Keskin, mimarlık ve restorasyon işleri yapıyor. Bir süre ÇEKÜL Vakfı'nda genel sekreterlik yapmış. Şu anda da vakfın restorasyon projelerini üstleniyor ve proje danışmanlığı yapıyor.........”(Figen Nalan Özkan- İstanbul’da ki Yalnızlığım; Balat- Mayıs 2003)
   Netice olarak;Tarafsız uluslararası UNESCO’nun bir görevinin de, Yahudi, Ermeni ve Rum nüfusunun azalıp, kimliğinin silindiği! Haliç gibi yerleşimlerde  bu dokuyu yeniden  canlandırmak olduğunu öğreniyoruz.
  Bu arada tesadüfen!! Bu projeye dahil olanları da öğreniyoruz. Şöyle ki:
“Akademi İstanbul Genel Müdürü Oya Aşlak, Tokludede Mahallesi'nde, Fener ve Balat'da 100'e yakın bina aldıklarını söylüyor ve Balat'a ilişkin projelerini şöyle anlatıyor:
    “'UNESCO'nun projesini tesadüfen öğrendim.... . Öğrenciye üretim alanı yaratmak istedik. Buranın rölevesini çıkarttılar. Hayal gücümüz güçlü. Ütopyalarımız var. Ütopyaların gerçekleşeceğine inanıyoruz. Fener-Balat'ın kendisine özgü bir büyüsü var.....................”      ( Figen Nalan Özkan- İstanbul’da ki Yalnızlığım; Balat- Mayıs 2003-İst.Üni.İl.Fk)
  Balat ve Fener’de ki kültürel mirası koruma çalışmalarına başka kaynaklardan da bakalım:
“Balat ve Fener’de kültürel mirasın korunması
   Kültürel ve tarihsel çevrenin korunmasına öncülük eden NTV, Türkiye’nin değişik yörelerinden tarihsel, kültürel, kentsel mirası özel programlarla topluma aktarırken koruma çabalarını ekrana getiriyor. Bu çerçevede yayınlanan “Zaman İçinde Yolculuk’ta bu akşam....
  . Avrupa Birliği ve UNESCO’nun Fener Balat’ın korunmasına yönelik projesi üzerinde durulacak. 100 yıl önce İstanbul’un hatta Avrupa’nın en seçkin semti olan Balat, bugün ise bir köşede hatırlanmayı bekliyor. Fener’e gönül verenlerden biri olan Mimar Defne Keskin rehberliğinde gezeceğimiz programda...
   AB finansörlüğünde UNESCO’nun yürüttüğü Fatih Belediyesi’nin Balat ve Fener bölgesinin Rehabilitasyonu Projesi, programda ele alınırken....”                  (İnt.İlk Türk Gazetesi-Zaman-02.07.2003)
  AB ve UNESCO, Batı Trakya’da  dokusu bozulan, kültürel kimliğini kaybetmek üzere olan, Türk nüfusla da ilgilenir mi acaba? Batı Trakya’nın da kültür tarihine ve coğrafyasına sahip  çıkan bir başka bağımsız! uluslar arası örgüt bulabilir miyiz?
  Türkiye üzerinde hızla sürdürülen, “Kültür Envanteri Çalışmaları” “Yerel Tarih Grupları” “ Kent Konseyleri” “Kültürel doku-Kültürel Kimlik”,”Dinler Arası Diyalog-Hoşgörü”, “İnanç Turizmi”,”Kuzey Turizmi”,”Çevre ve Kültür Evleri”.....  ve benzeri söylemlerin acaba Papa 11. John Paul’un 2000 yılına girerken( 24 Aralık 1999) yayınladığı mesajla örtüştüğünü kabul edebilir miyiz?
“ Birinci bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştırıldı. İkinci bin yılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda ise Asya’yı Hıristiyanlaştıralım.”                                                                                             (Ergun Poyraz - Dünden Bugüne Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin Analizi: Misyonerler Arasında Altı Ay)
Tarihi Kentler Birliğinin Merkezi Bursa’da, başkanı da Bursa Belediye   Başkanı Erdoğan Bilenser.(İlk kuruluş )Şimdi bu birliğe üye olan, belediyelere bir bakalım: Bursa, Bergama, Kayseri, İzmir, Diyarbakır, Bartın, Eskişehir, Muğla, Antalya, Kars, ŞanlıUrfa, Talas, Antakya, Çanakkale ,Afyon, Akseki, Amasya, Bilecik, Cizre, Erzurum Büyükşehir, Göynük, Kale, Midyat, Sivrihisar, Trabzon ve Gümüşhane......
  Sıra , Tarihi Kentler Birliğinin tüzüğünü incelemeye geldi:
• Madde 1: Birliğin Adı ‘Tarihi Kentler Birliği’dir
• Madde 3: Birliğin Faaliyetleri, Birliğe üye belediyelerin yetki alanları ile sınırlı olup, çalışma süresi sınırsızdır.
• Birliğe bağlı tarihi kent belediyelerinin Avrupa Tarihi Kentler Birliği’ne üye belediyelerle ve İçişleri Bakanlığı’nca belirlenecek konular dahilinde diyalog ve işbirliği kurulmasını sağlar, bu ilişkileri kurar ve kolaylaştırır.                                                        
Birliğin Amacı:
• Madde 5: Avrupa Birliği Aday Üyesi olan Türkiye’nin de kurucusu olduğu Avrupa Konseyi’nin ‘Avrupa: Bir Ortak Miras’ kampanyasının 25. yılı kapsamında oluşturduğu Avrupa Tarihi Kentler Birliği’nde Türkiye’nin de temsilini güçlü ve etkin bir şekilde sağlamak üzere Tarihi kentleri bir araya getirmek ve bu Kentler arasında kentsel, kültürel ve doğal mirasın bir ‘Ortak Miras’ kavramıyla korunması ve yaşatılması için Tarihi Kentler Birliği-kurulmuştur.                                                                                   Birlik Meclisi’nin Tabii ve Gözlemci Üyeleri:
• Madde 8: TMMOB Mimarlar Odası, ÇEKÜL Vakfı, UNESCO Milli Komitesi Birlik Meclisinin tabii üyeleridir. Türkiye Mimarlar ve Mühendisler Odası Birliği’ne bağlı ilgili diğer meslek odaları temsilcileri ile Arkeoloji ve Arkeologlar Derneği temsilcisi, üniversitelerin mimarlık ve şehircilik bölümleri temsilcileri, yerel gündem 21’lerin temsilcileri, EUROPA NOSTRA, WTA, ICOMOS (Uluslar arası Anıtlar ve SİT’ler Konseyi) Türkiye Komiteleri gözlemci üye olarak katılabilirler.                                               .                  (ÇEKÜL-İnternet Sitesi-Tarihi Kentler Birliği)
 Tarihi Kentler Birliği toplantılarının çoğunun, İstanbul ÇEKÜL Vakfında yapılmasının ana sebebi, “Tarihi Kentler Birliği”nin ÇEKÜL’ün “Kültürel Çevre Projelerinden “ birisi olmasından kaynaklanmaktadır. Türkiye’de ki bazı STK ların amaçlarından sadece birisi, projelerinin içine devlet kurum ve kuruluşlarını da çekerek, Türk Devletinin belirli konularda daha kolay yönlendirilmesini sağlamaktır.(Devletin işlerini birinci elden  takip ve projelerin sanki halk eli ile yapılıyor izleniminin verilerek devletin köşeye sıkıştırılması hadisesi. “Tarihi Kentler Birliği, Kent Konseyleri, Yerel Tarih Grupları, TEMA’nın projeleri.........vb)
“KÜLTÜREL ÇEVRE PROJELERİ
• 7 Bölge 7 Kent Projesi(Başlangıç 1998)
• Kendini Koruyan Kentler Projesi
• Sinan’a Saygı Projesi
• Tarihi-Kentler-Birliği (Mayıs 2000)                                                                         .                                   (ÇEKÜL Sitesi)
  Birliğin kurulmasını sağlayan, ÇEKÜL Vakfı başkanı Metin Sözen’( Tarih Vakfı üyesi) dir.
  Tarihi Kentler Birliğine, ilk etapta oluşumun doğma sebebi  olan kentler üye edilmişse de,  hesapta olmayanlara da hayır denmemiştir. Birliğe iletilen projelerde bu açık ve net şekilde ortaya çıkmaktadır.
  Gerek Tarih Vakfı ve gerekse ,  ÇEKÜL  kutlamalarında yada ödüllendirmelerinde, dikkat ettikleri  kıstasları artık biliyoruz. Örneklersek:
1-“Sokollu'yu Kutladık:
    Temmuz 2001'de Tarih Vakfı Yurt Yayınları ve İş Bankası Kültür Yayınları'nın işbirliği ile Ahmet Refik Altınay'ın Sokollu kitabı yayımlandı.“TARİHİ KENTLER BİRLİĞİ’NİN 2002 YILI KORUMA ÖDÜLLERİ BELİRLENDİ Kültürel mirası korumayı amaçlayan proje ve uygulamalarıyla yarışan 16 belediyemiz arasından:
AĞIRNAS (Kayseri), DİYARBAKIR ve İZMİR Tarihi Kentler Birliği “BAŞARI ÖDÜLÜ” alırken, BARTIN, ESKİŞEHİR ve MUĞLA’ya da Tarihi Kentler Birliği “ÖZENDİRME ÖDÜLÜ” verildi…”( Tarihi Kentler Birliği Haberler)
   Kayseri- Ağırnas Belediyesi, ‘ Tarihi Kentler Birliği’nden başarı ödülünü hangi faaliyetinin karşılığı olarak almış bir bakalım:
2-”AĞIRNAS’TA-SİNAN-EVİ:
   Mimar Sinan’ın çocukluğunun geçtiği mekanları da içerdiği varsayıldığı için “Mimar Sinan Evi” olarak kabul edilen tarihi yapı ile çevresindeki ek yapılar ve bunların altındaki eski dönemden kalma yeraltı mekanlarının restorasyonu, Kültür Bakanlığı tarafından ve Ağırnas Belediyesi’nin ev sahipliği katkılarıyla ve Erciyes Üniversitesi’nin mimarlık hizmetleri desteğiyle yapılıyor…”                                         .                                        ( Tarihi Kentler Birliği Sitesi-Haberler)
  Görüyoruz ki, Osmanlı İmparatorluğunun yükselmesi için çalışan insanların içinden  seçip aldıkları , gündeme getirdikleri kişiler bile mesaj içermektedir.Mimar Sinan’ın, yaşadığı sürece Türk toplumuna , Türklük ve İslamiyet’in kaynaşmasından oluşan eserlerini sunmasını göz ardı ederek , “adı geçen bu şahsiyetler, Osmanlı Toplumu içinde ki azınlıklardandır” mesajını vermeyi amaçladıkları görülmektedir.
  Gerek eserleri ve gerekse Mimar Sinan Türk Tarihine aittir. Kendisi de  bunu bizzat ispatlamıştır. Mimar Sinan’ın yaptığı bütün eserler, kıyamete kadar duracak ve Türk-İslâm  imzası taşıyacaktır.Yapılmak istenen şeyin farkında olarak diyorum ki yapılanlar, boşa uğraştır. Mimar Sinan, yaptığı eserlere attığı imza ile daha sonra yapılacak kendisini Türk Tarihinden ayırmaya yönelik çalışmalara , yüzyıllar öncesinden   cevap vermiştir.
  Ayasofya’nın kubbesinden daha büyük yaptığı Selimiye Camii’nin kubbesi ve semalara yükselen minareleri ile, Dünya durdukça Mimar Sinan Türk Tarihine ait olarak kalacağını ilan etmiştir.
   Mimar Sinan Hakkında çeşitli kaynaklarda ve bizzat kendisinin dilinden, Sâi Mustafa Çelebi tarafından kaleme alınan otobiyografik eser,  ‘Tezkiretü’l–Bünyan’ ve ‘Tezkiretü’l–Ebniye’ “Yapılar Eseri” adı altında tek kitap olarak yayınlanarak günümüze ulaştırılmıştır. Mimar Sinan bu kitapta, hayatı ve eserleri ile ilgili bilgiler vermektedir.
Süleymaniye Camii’nin açılışı sırasında Kanuni sorar:
-“Caminin kapısını açmayı en çok hak eden kişi kimdir?”
Etrafındakiler:
“Koca-Mimar”-cevabını-verir.
Padişah da “Allah’ın rahmeti ve rızası üstüne olsun.” diyerek anahtarı mimara uzatır.
    Dünyayı titreten güç Osmanlı İmparatorluğunun padişahı Kanuni Sultan Süleyman Han’ın, büyük Mimar Sinan’a gösterdiği ,  sevgiyi ve ona verdiği değer ile Süleymaniye caminin kapısını açan Koca Sinan sahnesini anlatmaya , hayalim ne yazık ki yetmiyor. Bu büyüklük karşısında, kalemim ve hayalimin aciz kaldığını ifade etmeliyim.
“ Osmanlı İmparotorluğu beş kıtada at koşturup ‘Nizam-ı alem’ derdindeyken sanatı, kültürü ve en önemlisi şu ana kadar dimdik ayakta olan mimarisini de ihmal etmedi. Mimari bir deha olan Mimar Sinan’ın Avrupa ve Asya’da Osmanlı imparatorluğunun mührünü her bölgeye bastı. Alınan topraklara Türk sanatının ruhu kazındı. Ölümünün 414. yılında  büyük ustayı rahmetle anıyor ve yaşamının kesitlerini gözler önüne sunuyoruz . “     (Ayşe Sevim-Koca Sinan 414 Yaşında- www.Netpano.com)
Eserleri hakkında ise şu bilgilere rastlıyoruz:(gözler önüne sunuyoruz . AYŞE SEVİM. Mimar Sinan 1489 yılında Kayseri’nin Ağırnas Köyün’de doğdu. Ağırnas Köyü ...www.netpano.com/mimarsinan.html - 59k - Önbellek - Benzer sayfalar)
“Mimar’ın ustalık eseri  Edirne’de ki Selimiye Camidir. Kanuni’nin oğlu Sultan Selim adına yapılan bu camii de mimarın tüm maharetleri ortaya dökülür. Selimiye’yi yaparken Hıristiyan mimarların “Dünyada Ayasofya’nın kubbesinden daha büyüğünün yapılamayacağı hele hele de bunu Müslümanların hiç yapamayacağını” söylemesi Sinan’ı asıl şevklendiren unsurlardır. Ve Selimiye ile Mimar Sinan Ayasofyayı geride bırakır. En büyük kubbe artık Selimiye’dedir.”   .                 .        (Ayşe Sevim-Koca Sinan 414 Yaşında- www.Netpano.com)
  Ayasofya’nın kubbesinden daha büyük bir kubbe yaparak, Selimiye Camiini inşaa eden Mimar Sinan, asırlar sonrasından  eserleri ile cevabını veriyor. Bu bir kültür meselesidir. Mimar Sinan Türk-İslâm Kültürü ile özdeşleşmiş ve Türk medeniyetine olan hizmetini , mimarlık dehasını ortaya koyarak göstermiştir. O bizimdir yani Türk Milletine ait bir mimardır. Kendisi de bunu , böyle kabul ettiğini eserleri ile ispat etmiştir.
 Yaptıkları faaliyetlerde, Mimar Sinan ve Sokollu’yu asıllarına döndürmek istemelerini değil, Türk insanının içine şüphe düşürerek , anılan isimleri tarafımızdan bir kenara bırakılmasını hedeflediklerini seziyorum. Aslında bir taşla  sayısız kuş vurmayı hedefledikleri ortada. İlki Türk Tarihi ve kültür hayatına hizmet etmiş ,büyük devlet adamlarını yok etmiş olacaklar ve Türklerle birlikte hareket edenlere de mesaj vermiş olacaklardır.
Bu konu ile ilgili , Mimar Sinan’ın bir başka hizmetini yazarak, kendisine çağlar ilersinden teşekkür ediyor, saygı ve sevgilerimi sunarak, Allah’ın rahmeti üzerine olsun diyorum:
“ .............Mescidu’l Haram’da bu yenileme faaliyetleri M.1572 yılında başlayıp 1576 yılına kadar sürmüştür. Mescid’in avlusu Mimar Sinan’ın planına göre büyütülmüş  ve binanın ahşap örtü sistemi ile revakları tümüyle yıkılarak mermer ve taş malzemeyle yenilenmiştir .................
  .Ortasında Kâbe’nin yer aldığı geniş avlu(tavaf yapılan saha) dörtgen formda  tutulmuştur. Daha evvel olduğu gibi, dört cephe revaklarla-kuşatılmıştır...............”                                                                  (Dr. Sadık Eraslan-Osmanlıların Haremeyn’i Şerifeyn Hizmetleri-Diyanet Dergisi-Ocak Şubat Mart 1999-Özel Sayı)
   Bergama Belediyesinin de, “Tarihi ve Kültürel Dokuyu !”korumaya yönelik çalışmalarıyla “ Kuzey Turizmi Projesi “ ne başladığını görüyoruz. İnanç Turizminin bir benzeri ve onu tamamlayan projeler zincirinin halkalarından birisi de bu olsa gerek diyorum.
  Şehirlerde, turizmi canlandırıp, ekonomik katkıların olacağı  söylemleri ile asıl gaye gizlenmektedir. Yüzyılın en şeytanca plan ve projeleri ile karşı karşıyadır Türk insanı.
 Türk  ekonomisini kıskaca alan merkezler, karşı taarruza geçmelerinin adını, “ Türkiye’de Turizmin” canlandırılma çalışmaları koymuşlardır. Bu kapsamda yapılanlar ise;
“ İnanç Turizmi” Kuzey Turizmi Projesi” “ Dinler Arası Diyalog” “ Şehirlerde ki Yerel Tarih Grubu Çalışmaları” “ Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması” “ Güneydoğuda ki Kültür ve Tabiat varlıklarının Korunması””Tarihi ve Kültürel Dokunun korunması” ...  ve benzeri faaliyetlerin hepsi ayni kapsamdadır.  İçi boş bütün STK’ların ortak faaliyet alanı ağırlıklı olarak, Hıristiyan ve Yahudi eserlerinin restoresi ile birlikte Güney Doğudur.
  Peki STKnın çalışmaları ile  yapılmak istenen nedir? “
Bu faaliyetlerle “Anadolu’da Türk Mührü silinmektedir. “
    Burada anlaşılması gereken şudur.Evet , Anadolu’dan Türk Mührü Silinme çalışmaları bütün hızıyla sürmektedir, doğru. Fakat bu silme gayretlerinin altında ki sebep sadece kültürel ve dini boyut değildir. Bunlara ek olarak ekonomik boyutu da vardır bu faaliyetlerin. Petrol, bor, altın ve benzeri madenler, vadedilmiş topraklar,.....vb gibi bir dizi daha sebep bu projelerle birebir örtüşmektedir. Türkiye Cumhuriyetine ait olan topraklar ayni zamanda, Ortadoğu ve Asya’ya geçiş noktasında bulunmaktadır.
Bergama Belediye Başkanı, “ Kuzey Turizm Projesi” ile ilgili ne söylüyor bakalım:
  “Bergama Belediyesi, Türkiye'nin dört bir yanında tarihi ve kültürel değerleri korumak için yaptığı yoğun çalışmalarla tanınan Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL) Başkanı Prof. Dr. Metin Sözen ile vakıf üyelerini ağırladı..............................................
   Proje kapsamında devam eden sokak sağlıklaştırma çalışmalarına değinen Ersezgin, "Belediyemiz bünyesinde Rölöve ve Restorasyon Bürosu'nun 16 Mart 2001 tarihinde kurularak çalışmalarımıza başladık. Çok kısa bir zaman diliminde 21 evin röleve restorasyon projelerini hazırlayarak cephe ve sokak sağlıklaştırma çalışmalarını tamamladık.... Kıyı turizmi yerini artık kültür ve tarih turizmi almaktadır. Tarihi Bergama evlerini küçük pansiyon, motel, restoran ve eğlence yerlerine dönüştürerek turistleri ağırlayacağız.................................................
   Öte yandan Almanya'nın Baden-Würtemberg eyaletinden 19 belediye başkanı ve akademisyenlerden oluşan 30 kişilik heyet Bergama'ya gelerek; Kuzey Turizm Projesi kapsamında restorasyonu süren tarihi Bergama evlerini dolaştı. .................... ....................  ........
   İzmirliler Derneği'nin davetlisi olarak gelen Alman Belediye Başkanları Heyeti'ni Akropol'de karşılayan Bergama Belediye Başkanı Akif Ersezgin, Alman meslektaşlarına Bergama'nın sembolü Zafer Tanrıçası Nike heykeli ve tıp dünyasının sembolü yılanlı sütunun minyatürlerinin bulunduğu hediye paketleri verdi................ ...”                     .                                                                          ( Çekül Haberler)
    Bergama’da Türk Kültürüne hediye edilecek 21 ev kime aittir? İstiklal savaşı sırasında  işgal kuvvetleri ile işbirliği yaptıkları için , şehri terk etmek zorunda kalan azınlıklara , Rumlara mı aittir? O dönemde burada bulunan ve çevrede ki madenleri çıkaran İngilizlere ait yapılaşma bulunmakta mıdır?
   Bergama’da restore edilen evler, Rumlara aittir. Çekül Vakfının çalışmalarını sürdüreceği , ÇEKÜL vakfına ait  restore edilen evde Rum evidir. Bu ülke, mimarları , tarihi eser diye sadece Rum eserlerini görüyorsa, üniversitelerde ki eğitim sisteminin yeniden gözden geçirilmesi gerekir. Yok hepsi öyle değilse, Türk Milletinin varlığını araştıran diğer mimar, profösör ...vb. gibi kıymetlerimiz nerededir?  Türkiye önce ekonomik buhrana sokuluyor, ardından Türk Kültürüne yabancı yetişmiş beyinlere çengel atılıyor mudur bunun tercümesi?
   Ayrıca, İl ve ilçelerde,”Çevre Kültür Evi” adı altında restore edilen evlerin , ÇEKÜL Vakfına verilme veya kullanılma noktasında ki prosedür nasıl işlemektedir? Bu evlerin mülkiyeti , kullanımı , tasarrufu kime aittir?
    ÇEKÜL , Tarih Vakfı,  TEMA , TESEV, Heinrich Böll Vakfı, Mimarlar Odası, Rockefeller Vakfı, Akdeniz Çevre Platformu, Frederich Ebert Vakfı, Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü, TÜBA ,...vb benzer dernek ve vakıfların birlikte  Türkiye’deki “ Çevre ve Kültür değerleri” nin!! korunup, tanıtılması yolunda yoğun çaba harcıyorlar! Neden?
   “ İzmirliler Derneği'nin davetlisi olarak gelen Alman Belediye Başkanları Heyeti'ni Akropol'de karşılayan Bergama Belediye Başkanı Akif Ersezgin, Alman meslektaşlarına Bergama'nın sembolü Zafer Tanrıçası Nike heykeli ve tıp......” (ÇEKÜL Haber)
  İç içe geçmiş ilişkiler yumağı, demek sanırım en doğrusu.ÇEKÜL Haberde bahsi geçen İzmirliler Derneği örneği:                                                          
 “..haberle ilgili olarak İzmirliler Derneği genel başkanı Gündüz Kapancıoğlu’nun
şikayetini değerlendiren Yüksek Kurul, aşağıdaki gerekçelerle ...
www.basinkonseyi.org.tr/kararlar/yk-kararlari205.htm - 11k - Önbellek - Benzer sayfalar        
YÜKSEK KURUL, AYDINLIK DERGİSİNİ UYARDI
“ 5 Mayıs 2002 tarihli Aydınlık dergisinde yayınlanan “İzmir’de 40 korsan kilise ” başlıklı haberle ilgili olarak İzmirliler Derneği genel başkanı Gündüz Kapancıoğlu’nun şikayetini değerlendiren Yüksek Kurul, aşağıdaki gerekçelerle Aydınlık dergisinin “uyarılmasına” karar verdi.
  Şikayet konusu haberde “Korsan kiliselerde, İsrail’in Filistin’e karşı başarıya ulaşması için dua törenleri, ayinler düzenleniyor. Gençler, para verilerek aldatılıyor... Misyonerlik faaliyetinin başında İzmirliler Derneği var. Yasal olanlar da yasadışı faaliyet içinde. İbadetle ilgisi olmayan film gösterileri, konferanslar ve tartışma toplantıları yapılıyor” altbaşlığı ve şikayetle ilgili şu ifadeler yer almaktadır: “İzmir’deki misyoner faaliyetlerinin başında İzmirliler Derneği yer alıyor. Derneğin Başkanı Gündüz Kapancıoğlu. Kapancıoğlu, 1969 yılında İzmir’de ‘Nasyonal Aktivite ve Zinde İnkişaf” (NAZİ) adlı derneği kurucusu. Selanik’ten İzmir’e göç eden Kapaniler-ailesinden...
   Derneğin Başkan yardımcısı Ertan Çevik de Karen Fogg’la ilişkide. Çevik, Karen Fogg’un kendisi aracılığıyla, ‘Kemeraltı Projesi’ne milyonlarca euro para yardımı yapacağını’ proje mimarlarına anlattı. Para, İzmir’deki tarihi kiliselerin proje kapsamına alınması karşılığı verilecekti. .
   ..Buca Kilisesi’nin Kültür Bakanlığı tarafından ibadete açılmasını sağlayan da, Ertan Çevik. Hıristiyan cemaatin bulunmadığı Buca’daki kilise, ‘Dinler arası diyalog gereği’ ibadete..............
Basın Konseyi Yüksek Kurulu, yaptığı incelemede, şikayet konusu haberde ......... yer verilemez.” içerikli 4. maddelerinin ihlal edildiği sonucuna vararak, Aydınlık dergisinin “uyarılmasına” oy birliği ile karar vermiştir. (BKYK/2002/061....)                                                             (19 Temmuz 2002- www.basinkonseyi.org.tr/kararlar/yk-kararlari205.htm - 11k - Önbellek )
  ÇEKÜL’ün İzmir’de Kordon Derneğinden sonra, İzmirliler Derneği ile olan birlikteliği , hangi tarihi eserler, Çevre Kültür Evleri ve diğer projeler sorusunu akla getiriyor?
   STK’larının tamamına yakınının 1990 sonrası kurulması yada kurdurulması, ortak hareket etmelerinin sebebi konusunda bilgi sahibi olmamızı sağlıyor. Alman Heinrich Böll Vakfının sponsorluğu ve Tarih Vakfının sekretaryasında haziran 2003 de 13. sü yapılan Sivil toplum Kuruluşları Sempezyumu ve diğerlerine bakarak, STK lara ne kadar önem! ve destek verdiklerini görüyoruz. Rockefeller Vakfı da bunlardan biri, şöyle ki:
1. “Projenin Tanımı ve Amacı
Yerel Tarih Grupları Projesi, 2002 yılı başına kadar, Rockefeller Vakfı'nın sivil toplum kuruluşlarını geliştirmek için verdiği fondan mali destek alarak yürütülmüştür..........................                                               ( Yerel Tarih Grupları Projesi- Tarih Vakfı Sitesi- Funda Çelebi Çetintaş)
  Heinrich  Böll  Vakfı, Rockefeller Vakfı ve diğerleri , Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşlarını geliştirmek için  fon ayırıyor.Yada STK ların projelerini fonluyor... Ülkemizde ki veya başka coğrafyalarda ki STK lara destek veriyorlar . Neden?  Bunun cevabı her halde, “Türkiye’nin ilerlemesi için sivil halkın yönetime katkısını arttırmak” olamaz. (Burada bahsi geçen Sivil Toplum Kuruluşlarının bir kısmının adı verilmiştir. Diğer STK lar konumuz dışındadır.)
   ÇEKÜL Vakfı’nın İzmir’deki ayağı, “ Kordon Derneği”. İzmir’de Korunması gereken Kültür ve Tabiat varlıklarının koruyuculuğunu bu dernek üstlenmiş. Şöyle anlatıyor Kordon Derneği:
“Kordon Gurubu, ÇEKÜL Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı’nın şemsiyesi altında kent uzmanlarından oluşan bir çalışma gurubu olarak İzmir ve çevresindeki zengin doğal ve kültürel varlıkların korunması ve yaşatılması projelerine katkı koymuştur ve katkı koymaya devam edecektir..” (Kordon Derneği Sitesi)
 Kordon Grubunun projelerine bir bakalım şimdi de:
• İzmir Sümer Holding Arsalarının Kültür Bakanlığına  devredilerek, burada sanayi müzesi kurulması
• Kemeraltı Koruma Yaşatma Projesi: Vakıflardan bu mahalledeki bir binanın tahsisi ile bir “Çevre Kültür - okuma yazma Evi” projesini
• İzmir Basmane’de terk edilmiş durumda ve çatısı yıkılmakta olan, tarihi AYA VUKLA Kilisesi'nin Kültür Bakanlığından kullanım tahsisinin alınarak, kültür ağırlıklı aktivite merkezi oluşturma projesi
• Halkapınar gölü kurtarma ve koruma çalışmaları: Antik "DİANA Hamamları"nın bulunduğu bu yerdeki mevcut arkeolojik eserlerle, 150 yıllık olduğunu sandığımız su fabrikasının tescil edilmesi için Kültür bakanlığına başvurumuz yapıldı.
Eski Rum Kilisesi:Yeşildere çevre yolu üzerinde askeri bölge içinde kalan bugün virane durumda olan “Eski Rum Kilisesi” binasının kültür amaçlı olarak restore edilmesi ve kentimize kazandırılması. (Kordon Derneği-Projeler)
    ÇEKÜL kontrolündeki Kordon Derneğinin koruma amaçlı çalışmalarının içinde, bir tane bile Türk eseri görünmüyor. Ne kendi sitelerinde, ne de ÇEKÜL Haberde böyle bir şeye rastlamadım. Ağızlarından düşürmedikleri “ Çevre Kültür –Okuma Yazma Evi” “ Kültür Ağırlıklı aktivite Merkezi” “Kurtarma ve koruma çalışmaları” “ Kültür amaçlı restore” sözleri ile sadece azınlıklara ve Türklerden önceki Anadoluda yaşayan halklara ait ait yapılar kast ediliyor.
Kordon Grubu, sivil ve resmi otoriteleri , ne zaman nerede kullanacağını çok iyi bilmektedir, bazı  STK lar gibi. :
“İzmir Valimizin Yönetim Kurulumuzu kabulü:  İzmir Valimiz Sayın Alaattin YÜKSEL, 25.Ekim.2001 tarihinde KORDON Derneği yönetim kurulumuzu kabul etmiş, bu kabulde Valimizin İzmir kent gündemine ilişkin “İzmir gibi İzmir” başlığı altında önemli görüşleri teyid edilmiştir. Kamu - yerel - sivil - özel işbirliği ile ortak projeler geliştirilmesi konusunda Sayın Valimizin talimat ve önerileri öncelikli olarak değerlendirilecektir.”                                                                             .                                                                (Kordon Derneği Sitesi)
    Kordon Grubu, İzmir Valisinin talimat ve önerilerini öncelikle değerlendireceklerini!! vıcık vıcık bir yağ içinde aktarırken, “ bir çok Türk’ün kanını akıtan kararların alındığı, “Aya Vukla Kilisesinin” restoresini gündeme taşıyarak, makamları nasıl kullandıklarına açıklık getirmektedirler. Bu konuda İzmir Valisinin hangi talimat ve önerisi olacaktır? Konu hakkında hangi Türk bürokratı ne gibi bilgiye sahiptir? Bunun bir örneği görülmüş müdür?
   Kordon Derneğinin koruma, restore çalışmalarını sürdüreceği yerler ana hatları ile ortadadır.Çünkü, çalışmaların ÇEKÜL’ün şemsiyesi(kontrolü) altında süreceğini, Kordon Derneği açıklıyor. Biraz ek bilgi ile, başlıklarını açalım.
Halkapınar Su fabrikası: Halkapınar’da bulunan ve Su Fabrikası olarak bilinen binada, İzmir’in korunması gerekli kültür varlığı olarak tescilli Elektrik ve Havagazı Fabrikası gibi döneminin yabancı yatırımlarını yansıtmaktadır. Kral II.Leopold’un tahta çıkmasıyla dünya çapında yayılma siyaseti izleyen Belçika, İzmir’de Elektrik Şirketi, Göztepe Tramvayları, Körfez Vapurları İşletmesi ile Su Fabrikası ile etkin ve kârlı yatırımlara girişmiştir.
     “İzmir Osmanlı Su Şirketi”nin 11 Mayıs 1310 tarihinde kurulması, İzmir’in su sorununu çözmeye yönelik önemli bir adımdır. Bir Belçika ortaklığı olan Su Şirketi, Belçika’nın gecikmiş pazar arayışlarının sonucudur aynı zamanda.................
 Bugün halâ kentin eski dokusuna sahip yerleşim bölgelerinde, Belçika Firmasının “EAUX DE SMYRNA” ibaresi bulunan su dağıtımına ilişkin şebeke izleri görülmektedir.” (Kordon Derneği Sitesi)
  AYA VUKLA KİLİSESİ:
   Devlet tarafından çeşitli  şekillerde kullanıldıktan sonra, bugün kullanılmamaktadır. AYA VUKLA'nın koruma altına alınıp restore edilerek, "AYA VUKLA Kültür ve Sanat Merkezi" olarak halka açılması amacıyla KORDON Derneği ile ÇEKÜL Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı, İzmir İl Kültür Müdürlüğü vasıtası ile Kültür Bakanlığı'na tahsis işleminin başlatılması başvurusunda bulundular.
     Başvuruların kısa zamanda sonuçlandırılması, İzmir'in Tarihi bir Kültür ve Sanat Merkezi'ne kavuşmasının önemine değinen grup, her koldan faaliyetlerini sürdürmektedirler.
     Yunanlıların İzmir'i işgali sırasında Rum çetecilerin örgütlenme yeri ve silah deposu olarak kullanılan bu kilise ve çevresinde, bir çok Türk  burada alınan kararlarla katledilmiştir. İşgal altında ki İzmir’de yaşanan bütün kanlı hadiseler de Aya Vukla Kilisesinde yapılan toplantıların payı vardır. Bu kilisenin restore edilerek kültür  yada dini hayata tekrardan dönüştürülmesi, İzmir’de katledilen Türk insanının dökülen kanını hiçe saymak olacaktır bir. Türk Devletine baş kaldırı niteliği taşımaktadır iki.
Kilisenin bu özelliği, Kordon Derneğince şöyle ifade edilmektedir:
“ Yunanlıların İzmir'i işgali sırasında Rum çetecilerin örgütlenme yeri ve silah deposu olarak kullandıkları yönünde iddialar da bulunmaktadır. Bu tarihi olaylara da sahne olmuş olan kilise binası, belgesel niteliğe de sahip olması yönünden önem taşımaktadır. ..  “(Kordon Derneği)
   Acaba hangi  tarihi olaylara sahne olmuştur ki, bizim için belgesel nitelik taşıyacaktır. Rum Çetecilerin örgütlenme  ve İzmir’deki katliamlarda parmağı olduğu bilinen bir yerin, Türk Kültüründe ki belgesel niteliği nasıl bir yer bulacaktır kendine?  Aya Vukla Kilisesinin hayata geçirilmesi , nasıl bir belgesel nitelik taşıyacaktır? Türk Toplumunun onuru ile oynanması demek olan bu davranışı Türk Kamuoyunun kabulü mümkün müdür?
 Türkiye’de neler oluyor ve ne yöne doğru gidiyor? İnsanlar niye halâ uykuda?
    Aya Vukla Kilisesi bir müze haline getirilmelidir. İşgal altında ki İzmir’de yaşanan vahşet resim ve objelerle belgelenerek, insanların görüşüne sunulmalıdır. ÇEKÜL’ün uzantısı Kordon Derneği Türk Tarihinde acı sayfalardan birine imza atmış olan, Aya Vukla(Aya Fotini) kilisesinden başka restore edecek mekan bulamamış mıdır?
    Gaye sadece, Hıristiyan ve Yahudi kültürlerin ve diğer azınlıkların eserlerini bulup çıkarmak mıdır? Kültürel değer sözcüğü demek, azınlık eseri mi demektir? Türk insanının eserleri, kültürel değere haiz değil midir? Bu ülkede yaşayan her Türk vatandaşı, yaptığı kültürel çalışmalarda Rum yada Türk eseri diye ayırmamıştır. Son yıllarda bazı dernek ve vakıflar ,dillerinden düşürmedikleri kültür sözcükleri ile, Türk toplumunu “Öteki” olarak görmekte ve onu”Ötekileştirmek” için uğraşmaktadır. Sonra dönüp, “Türk tarihini ötekileştirici ve şovenist olmaktan çıkarılması gerek” deyip bu konuda faaliyetler yapmaktadırlar. Türkleri öteleyen, ayrım yapan , altlarını  oyan kendileri , Uluslar arası desteklerle basbas bağıran  kendileri. Sanırım bu da projenin bir parçası olsa gerek.
   Tarihi Aya Vukla Kilisesinin belgesel niteliğinin olduğu! , 1919 tarihine bir uzanalım. Tarih 15 Mayıs 1919 , Yunan İzmir’e ayak basmış ve ilerliyor:
“Punta mıntıkasına çıkarılan alaylardan birisi şehrin merkezine ilerledi. Diğeri arkadan Kadifekale’ye doğru gidiyordu. Yerli Rumların heyecanlı sevinçleri bundandı. Aslında bütün gece sevinçten uyuyamamışlardı.
   Çünkü bir gün önce İzmir Metropoliti Hrisostomos*, kavasları, papazları, Rum eşrafını Aya Fotini kilisesinde toplamış, onlara İzmir’in İşgal edileceğini müjdelemişti. (* Hrisosomos: Aslen domuz kasabı bir yerli Rum’un oğluydu. Atina’da hususi olarak yetiştirilerek İzmir’e  Baş Metropolit olarak gönderilmişti. İstanbul Patrikhanesinde planlanan ihtilal ve katliam planlarının , Ege Bölgesi baş idarecisiydi. İşgalden önce yıllarca Osmanlı dostu görünmüş, Osmanlı’nın ekmeğini yemiş, himayesine sığınmıştı.)
   Yunan heyeti reisi Mavrudis de Metropolithane’ye gelerek Venezilos’un beyannamesini okumuş ; salondakiler de ; “ Zito Venizelos “ diye bağırmışlardı.
    Aya Fotini silah deposuydu. Teşkilat merkeziydi. Yüzlerce Rum genci Metropolithanenin bulunduğu kiliseye giderek Yunan askeri üniformasını giyiyor, çıkarken de silahlanmış bir Yunan askeri haline geliyorlardı. Üniforma ve silahlar mütarekeden sonra “ Kızılhaç” adı altında yardım malzemesi olarak Yunanistan’dan İzmir’e gönderilmiş, Metropolithane’de depo edilmişti.
  İzmir’i işgal eden Yunan askerlerine, Rum delikanlıları;
“ Hoş geldiniz! Ey Anadolu’nun mukaddes fatihleri ve bizim kurtarıcılarımız!” diye bağırıp onları selamlıyorlardı.
    İzmir’in Rum Metropoliti Hrisostomos , arkasında bir alay papazla sökün etti. Öndeki Yarbay Stavriani’nin karşısına diz çöktü. Çizmelerini ve Yunan bayrağını hürmetle öptü. Tuz serpti. Osmanlı Devletine olan kinini nankörce kusmakta engel görmedi.
“ Hoş geldiniz! Ey Anadolu’nun Fatihleri! Yunan Milletinin 3000 yıllık hasreti, aziz çizmeleriniz İzmir’e basmakla son buluyor.
    Bu tarihi topraklara tekrar kavuştuk. Daha da önemlisi İzmir’e gelişinizle Anadolu’daki mazlum Rum ırkdaşlarınızı barbar Osmanlı’nın zulmünden ve esaretinden kurtardınız! Bu yüzden Tanrıya şükranlarımı sunuyorum. Siz, fetih ordusunu da ruhani bir muhabbetle ve Ortodoks dini üzere takdis ediyorum!
 Tanrı ve bütün Yunan Milleti, Anadolu topraklarında yaşayan bütün-Rumlar-sizlerle-beraberdirler!”                                                                   .                                             (Yörük Ali Efe- Sabahattin Burhan)                                   
Aya Fotini kilisesinde gerçekleşen toplantıyı bir başka kaynaktan doğrulayalım:                                                                                                         “13 Mayıs'ta İzmir'e, çıkacak  olan Birinci Yunan Tümeni gemilerle Yunanistan'dan yola çıkar, bu arada İtilaf devletlerinin donanmalarına mensup bir çok savaş gemisi daha İzmir Limanı'na gelir; yine aynı gün, İzmir'deki Aya Fotini Kilisesi'nde Venizelos'un "İzmir'in Yunanistan tarafından işgal edileceğine "dair beyannamesi Yunan Albayı Mavrudis tarafından yerli Rumlara duyurulur. 14 Mayıs'ta, Foça, Karaburun .” MİLLİ MÜCADELENİN DOĞUŞU VE HEYET-İ TEMSİLİYE'DEN BÜYÜK MİLLET MECLİSİ'NE ( I )-Bilge ORHONLU
    İzmir işgal edilişinin ardından, katliamlar başlamıştı. Kan, gözyaşı birbirine karışıyor, feryatlar yeri göğü tutuyordu.
   İzmir görülmemiş bir katliama sahne oluyordu. Yıllarca birlikte yaşadıkları Türk komşularına İzmirli ve çevre ilçelerden gelen Rumlar saldırıyor, ev ve işyerlerini yağmalıyorlardı. İzmir’li Rumlar ve Yunanlılar önlerine çıkan, kadın erkek çocuk ayırmadan büyük bir öfke ile saldırıyor, tecavüz ediyor, öldürüyor, yol ortasında can çekişen bedenini bırakıp yeni avlarının peşine düşüyorlardı. Tam bir can pazarı yaşanıyordu İzmir’de. Aya Fotini Kilisesi, yaşanan katliam, yangın , soygun, tecavüz ve benzeri yıkım faaliyetlerinin ana üssü durumundaydı. Günler öncesinden, Kızılhaç yardım gemisiyle getirilen silahlar burada depolanmış ve Rum halka dağıtılmıştı.
  “  Şehre dağılan Yunan askerleri de  katliama  başladılar. Sokak ve caddeler boşalmıştı. Ziraat Bankası önüne gelen bir grup efzun burada rastladıkları sanat mektebi talebesi İhsan Efendiyi Bankanın önüne yatırdılar. Birisi kasaturayla başını gövdesinden ayırdı.
   Polis santral memurlarından Avni, Rıfkı, Hüseyin, Bahri Efendiler vazifeleri başında vahşi suretle şehit edildiler.
   İhsan efendiden sonra Ziraat Bankası önüne tesadüfen gelen, Urla Polis memuru Hüseyin Efendiyi tekmelerle yıkan efzunlar başına üşüştüler. Birisi sağ kolunu dirseğinden keserken, diğeri sol ayağını eklem yerinden ikiye ayırıyordu. Kolları ve ayakları kesildikten sonra burnu  ve kulakları budandı. Gözleri kasaturayla çıkarıldı. Öylece bırakıldı. Çırpına çırpına ruhunu teslim ettikten sonra başını gövdesinden ayırıp-tekmelediler.                                                               .....................................                                                                       Pasoport kayıtçılarından kırk beş Müslüman’ın boğazlarına zincir  bağlayarak denize attılar.......
............İzmir, taşıyla, toprağıyla, deniziyle kan ağlıyordu................... .Patris  gemisine hapsedilen subaylardan.............evine o gece yerli Rumlar öncülüğünde altı efzun basmış, subayın babası emekli polis memuru...........Efendinin ellerini bağlamışlar. Gözleri önünde gelini....... hanımı .......ve iki torunu 16 yaşındaki..........., 13 yaşındaki................ ’nın  ırzlarına tecavüz etmişlerdir. Torunları ve gelininin uğradığı alçakça tecavüzü gören polis memuru çıldırmıştır............
  Bütün subayların evleri basılmış, çoğunun kızları, kızkardeşleri, hanımları maalesef ayni akıbete uğramaktan  kurtulamamışlardır. Pek çoğu da teessüründen intihar etmiştir.”                                                        .                                               (Yörük Ali Efe- Sabahattin Burhan)
  Peki şimdi, Aya Vukla kilisesini onarıp hangi  belgesel niteliğini öne çıkaracak , sonra da kültür ve sanat aktivitesinde kullanacağız. Hafızamızı ve şerefimizi mi kaybettik ki böyle bir şeye müsaade ediyoruz?
    Bu kiliseyi açma girişimi başlatanın Fener Rum Patriği, Barthololemeos olduğunu biliyoruz. O bunu istese bile böyle bir açılışa izin vermek, kanlı elleri unuttuk manasına mı gelecek? Fener Rum Patrikhanesi, isyana katılan dini liderinin asıldığı kapıyı ,  bir Türk büyüğünü  orada asmadan , açmayacaklarını söylemişlerdir.Ve  o kapı halâ kapalıdır! Ve onlar yine dışarıdan destek bularak, ne yazık ki” Yine ayni şeyi yapmaya başladılar.”
  Onlar ayni şeyi yaparken, bir kısım aydınlarda proje bedeli karşılığında onlara yardım eder konuma düştüler. Batı yada emperyalizm, adı ister proje bedeli olsun ister bir başka şey.... karşılığı olmadan euro, dolar harcar mı? Bir adım sonrasını hesap etmeden, yola düşmenin vebalini kim ödeyecektir?                                                                                                “Patrik-kapısı                                                   .....Ben özellikle kütüphaneye gitmek istediğimden, solda ki kapıdan içeri giriyorum.Çünkü, ortada ki kapı 132 yıldan beri kapalı duruyor.
  Bu durum, sadrazam Benderli Ali Paşa’nın Patrik Gregorios’u öldürtmesinin geleneksel yas ve protesto göstergesidir  .......”
(Mart 1994- toplumsal tarih  “ 1950 li yılların istanbul üçlemesi- ilhan pınar)
  16 Mayıs 1919 tarihli  , İzmir Gazetelerinden İstiklal harbi gazetesi , o tarihte İzmir’de yapılan katliamın tanığıdır: 
 “İzmir Ortadoks papazı Hrisostomos.
Hrisostomos, 1860 yılında Ermeniler tarafından yapılan Aya Vukla kilisesinin papazıydı. Hatta bu papaz, İzmir'deki katliama bizzat katıldı. Kilise, Rum çetelerinin örgütlenme ve silah deposu olarak kullanıldı.
  Hikmet Sami Coşar tarafından, o tarihlerde İzmir'de yayımlanan İstiklal Harbi Gazetesi'nin 16 Mayıs 1919 tarihli sayısı buna en iyi kanıt. Gazete, Metropolit Hrisostomos'un, Türklerin katli için sağa sola koşturup tahriklerde bulunduğunu yazıyor.”
“.....işgali eylemli bir şekilde destekleyen İzmir Ortodoks papazı Hrisostomos, kurtuluş sonrası halk tarafından linç edildi.
  İzmir'in işgalinde önemli rol oynayan Aya Vukla kilisesi ise Atatürk tarafından 1924 yılında kapatıldı ve Arkeoloji Müzesi haline getirildi.”       (İstiklal Harbi Gazetesi-İzmir- 16 Mayıs 1919)
     Evet açılmak istenen kilise, Atatürk tarafından kapatılmıştır. Bu kiliseyi açtırmak isteyenlerde, açılmasına müsaade edecek olanlarda ayni şekilde suç işlemiş olacaklar ve Türk Milletince lanetleneceklerdir.
  Şimdi bu kilisenin açılması için kimler gayret ediyor bir bakalım.        

“KORDON DERNEĞİ VE ÇEKÜL VAKFI TARİHİ AYA VUKLA KİLİSESİNE TALİP OLDU.
   Kilise hakkında, Yunanlıların İzmir'i işgali sırasında Rum çetecilerin örgütlenme yeri ve silah deposu olarak kullandıkları yönünde iddialar da bulunmaktadır. Bu tarihi olaylara da sahne olmuş olan kilise binası, belgesel niteliğe de sahip olması yönünden önem taşımaktadır.                                   
    AYA VUKLA'nın koruma altına alınıp restore edilerek, "AYA VUKLA Kültür ve Sanat Merkezi" olarak halka açılması amacıyla KORDON Derneği ile ÇEKÜL Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı, İzmir İl Kültür Müdürlüğü vasıtası ile Kültür Bakanlığı'na TAHSİS işleminin başlatılması başvurusunda bulundular.
    Başvuruların kısa zamanda sonuçlandırılması, İzmir'in Tarihi bir Kültür ve Sanat Merkezi'ne kavuşması için önem kazanmaktadır. Binanın çatısındaki çöküntülerden kaynaklanan su baskınları nedeniyle bina yağmurdan ve iklim şartlarından olduğu kadar, sahipsiz görünümü ile kötü amaçlı kişiler tarafından da zarar görmektedir. KORDON Derneği, büyük bir değere sahip olan Tarihi AYA VUKLA'nın kente ve kentliye kazandırılması için çalışmalarını sürdürmektedir ..” (Kordon Derneği)
  Kordon Derneği , “Aya Vukla kilisesi hakkında ayrıca şunları da söylemektedir:
“ TARİHİ TALAN DURDURULDU
      Basmane'de kaderine terk edilen Aya Vukla Kilisesi'nde yağmaya, Kordon Derneği yöneticileri "dur" dedi. Derneğin Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Turan ile Üye Ahmet Gürel, dün öğle saatlerinde kapısı kırılan kiliseyi gezdi. İçerdeki paha biçilmez tarihi eserlerin yağmalandığını, bir kısmının tahrip olduğunu gören Turan ve Gürel, polise ve İzmir Müze Müdürlüğü yetkililerine başvurdu.” (Kordon.org)
Aya Vukla kilisesi ve benzerlerini  kültür hayatımıza kazandırma çalışmalarını sevk ve idare eden ÇEKÜL Vakfı başkanı Metin Sözen, dostlarına yazdığı 2003 yılbaşı kutlamasında bakın neler diyor:    “Geçen her yıl, “yeniden düşünmeye” gündem oluştursa da, geçmişin geleceğe aktardığı yükler-sorumluluklar, mutlu-sağlıklı sonuçlara ulaşmamıza yetmiyor. 21. yüzyıla girerken, 20. yüzyılın tümüyle gözden geçirilmesi bile, doğruları egemen kılmadı.. .....................
Sağlığım nedeniyle bir süreliğine Anadolu gezilerine ara verdiğim bu günlerde daha açık olarak gördüm ki, ülkenin her köşesinde diri güçler, ülkeyi geleceğe taşıyacak iradeye sahiptir...
  Dayanışmanın, yeniden örgütlenmenin, ülke gerçeklerine dayalı yeni yollar aramanın kaçınılmazlığını kanıtlamayı geleneğe dönüştürüyorlar.                                                          
.................
    İşte umut burada, çözüm burada, köklü değişim ve olumluya dönüşümün ipuçları burada. ÇEKÜL gönüllüleri, Tarihi Kentler Birliği’nin yerel yöneticileri, ülkenin gerçek gücünü daraltanlara bu yeni yılda doğrularla cevap verecek düzeye ulaştığında, her yeni yıl kutlamamız farklı bir anlam taşıyacak...
Sevgiyle-kucaklarım.--Prof.Dr. Metin SÖZEN   (Çekül Vakfı Sitesi)
  Metin Sözen’in bahsettiği diri güçlerin ne olduğu 14 Haziran 2003 günü açıklık kazandı. NTV de sabah 8.15 te yayınlanan ,”Kültür ve Kimlik” programında, Mardin’de ki koruma amaçlı çalışmaların anlatılması sırasında, Vali, Belediye başkanı ve benzeri  görevlilerin ,”Kültür ve Tabiat Varlıklarını” korumada gösterdiği kararlık sebebiyle, “Anadolu’da ki bu diri güçler oldukça...” şeklinde başlayan konuşmasını yaptı. Tek yönlü olarak azınlık eserini restore ettiğinin farkında olmayan idareciler ve Türk İnsanı, onların diri gücü oluyordu anlaşılan.
   ÇEKÜL Vakfı’nın İzmir’de organik bağ içinde olduğu, derneklerden birisi de Kordon Derneği’dir. Kordon Derneğinin tüzüğüne bakıldığında bu hemen anlaşılmaktadır. Kordon Derneğine ait tüzüğün bazı maddelerine bir bakalım:                                                           “Madde 1.Derneğin adı, "Kordon Derneği" olup, bundan sonraki maddelerde "Dernek" kısa adıyla anılacaktır. Derneğin Merkezi İzmir'dir. Şubesi yoktur. Yönetim kurulu temsilcilikler verebilir veya açabilir.
DERNEĞİN FESHİ
Madde 21.Dernek Genel Kurulu her zaman derneğin feshine karar verebilir......................................................................................... Genel Kurulca fesih kararı verilmesi halinde derneğin mal varlığı merkezi İstanbul Ekrem Tur sokak no. 8 Beyoğlu'nda bulunan ÇEKÜL Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı'na bırakılır. Genel kurulca fesih halinde üç kişilik tasfiye kurulu bu iş için görevlendirilir.(Kordon Derneği Tüzüğü)
   Tarih Vakfı üyesi olduğunu söylediğimiz, Çekül Vakfı başkanı Metin Sözen, Çekül çalışmalarını Türkiye’nin her köşesinde , ayni Tarih Vakfı faaliyetlerinde olduğu gibi devlet yetkililerine arkalarını dayayaraktan sürdürüyor.
  Çekül’ün ,bu konuda ki diğer faaliyetlerini kısaca değerlendirelim:
• Tarihi Kentler Birliği'nin ve ÇEKÜL Tokat Temsilcisi Adnan Şahin'in, Tokat Kent Senatosu Başkan ve üyeleri ile işbirliği içinde düzenlediği, Tokat Belediyesi ve Tokat Valiliği evsahipliğinde 22 ve 24 Mart 2002 tarihlerinde yapılan "Tokat Buluşması"nın tüm ayrıntıları.........
• ÇEKÜL Vakfı’nın “7 Bölge 7 Kent” projesi kapsamına girmesiydi. Güneydoğu Anadolu’yu simgelemek üzere, Midyat Kaymakamı ve ÇEKÜL Vakfı Yüksek Danışma Kurulu üyesi Feyzullah Özcan’ın, ÇEKÜL Vakfı Bölge Koordinatörü Nevin Soyukaya’yla birlikte yaptıkları öneri, Vakıf Yönetim Kurulu tarafından olumlu karşılanmıştı. Daha önce, “TBMM Kültür-Sanat ve Yayın Kurulu” da, Diyarbakır-Şanlıurfa-Mardin-Midyat’ta, geleneksel niteliklerini koruyan evlerden birinin, kimliklerine uygun onarılarak işlevlendirilmesi kararını almıştı.
• Bu arada değişik kentlerde yaşayan Midyatlı’lar, kurdukları örgütlerle, kentin kimliğinin korunması yolunda hemşehrilerini desteğe çağırdılar. Deyrul-Umur Manastırı Vakfı da, her aşamada ilgisini sürdürdü. O yıllarda İzmir Valisi olan, daha sonra Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri görevini yükümlenen Kemal Nehrozoğlu ise, kente kesintisiz katkı sağlayan kişilerin başında yer aldı.
• Bu gelişmelere koşut olarak, Kastamonu’ya vali yardımcısı olarak atanan eski kaymakam Feyzullah Özcan, birbirini izleyen bir dizi çalışmayla, “7 Bölge 7 Kent” projesi kapsamında yapılması gerekenleri yaşama geçirmeyi başladı. Bunların başında, Midyat “Çevre Kültür Evi” gelmektedir
• Kayseri’nin güneydoğusunda, Ali Dağı eteklerinde kurulan, “Aşağı”- “Yukarı ”olmak üzere birbirinden falezlerle ayrılan ve ilginç iki bölümden oluşan Talas’da yaşam, 1998 yılında itibaren ağır ağır değişmeye başladı. Türkiye’nin doğal-kültürel varlıklarını geleceğe çok yönlü taşımak amacıyla başlatılan “7 Bölge 7 Kent” projesinde, Orta Anadolu Bölgesi’ni simgelemek  üzere Talas’ın seçilmesi, kentin kültürel kimliğinin farklı boyutlarda ele alınmasını sağladı.( ÇEKÜL Vakfı Sitesi)
   Çekül Vakfı yurt genelinde, “kamu-yerel-özel-sivil kesimlerin işbirliğine dayalı olarak, kentsel kimliklerinin niteliklerini ortaya çıkarmaya çalışıyorlar.”
  Demek ki kentlerimizin kimliği henüz belli değil. Ya da Türk Kimliği olan kentlerimizi el birliği ile, Türk Kimliğinden kurtararak, “Kentsel Kimliğini” kazandıracağız. Çünkü Çekül Vakfının çalışmaları bu kapsamda götürüyor.  Gaye Türk kimliğe sahip yerleşimlerin, azınlıklara ait olduğunu ispatlamak. İspatlama işi bitince kentlerimizin, “Kentsel Kimlik Nitelikleri” de ortaya çıkmış olacak. Çalışmalar bu istikamette ilerlemektedir.
  Tarih Vakfı , yerel tarih grupları ile şehirlerde ki Türk olmayan unsurları bulup parlatıyor, Çekül Vakfı bunlar üzerinde yeni projeler geliştirerek, Çevre-Kültür Evi yada daha başka adlar altında  onarımını  devlete yaptırıyor . Bütün bunlar yapılırken orada bulunan , payanda dernekler, bazı mimar Odaları, devletin resmi görevlileri(Diri Güçler) ............vb...destek veriyorlar.
  Kısacası el birliği ile, “ Anadolu’dan Türk Mührü Siliniyor”.                       Örneğin Nusaybin: “Büyük suların aktığı topraklarda oluşan kültürlerin ve inançların mirasıyla yüklü Nusaybin’in, bölge bütünü içinde ağırlıklı yeri olması nedeniyle.............tarihsel-kültürel varlıkların korunması yolunda somut adımlar atılmış, kısacası Nusaybin’de yeni bir süreç böyle başlamış................
  Bilimsel çalışmalar belirli noktalara yöneltilmiş. Öncelikle döneminin ünlü yapısı Aziz Mar Yakup Kilisesi, ÇEKÜL Vakfı Tasarım-Uygulama Birimi Sorumlusu Dr. Mehmet Alper-Doç. Dr. Berrin Alper’in başkanlığında ilgili uzmanlarca ele alınıp, ayrıntılı olarak rölöve-restorasyon projeleri üretilmiş.....................
   Anıtın çevresinde bulunan yapı kalıntıları, Anadolu’nun erken Hıristiyan dönemi mimarlık ortamı konusunda yeni ipuçlarına ulaşılması olasılıklarını büyütmüş.......                                                Milattan sonra 338 yılında ölen, bu kısa öyküye konu olan “Nusaybin Okulu”nun kurucusu Aziz Mar Yakup’un mezarı, kilisenin bodrum katında yer almakta....... bu yapılar topluluğu, “inanç turizmi” açısından da büyük bir olanağı sergiliyor. Nusaybin Belediyesi-ÇEKÜL Vakfı-Deyrul Zafaran Vakfı işbirliğiyle sürdürülen..............”                                   .                                                      (20 Şubat 2002-Çekül Haber)
  Evet görüldüğü üzere, bütün yurtta olduğu gibi %99,9 oranında  Hıristiyan veya Türk olmayan eserlerin onarımında ki sihirli kelimeler..     .” Kültür ve Tabiat Varlıkları- İnanç Turizmi, Tarihi ve Kültürel Doku- Dinler Arası Diyalog...” Bu eserlerin devlete restore ettirilmesi için bu kelimelerin arkasına saklanılıyor yada Türk Vatandaşının bu konuda  rahatsız olmasını engellemek için böyle projeler uyduruldu, yorum okuyucunun.
   Tarihi ve Kültürel eserler...vb..gibi kelimeler kullanılarak, “ Uykulu gözlere ışık ağır ağır veriliyor.” Türk insanı da , kurulan komplodan habersiz bu araştırmaların içinde yer alıyor.
   Anlaşıldığı üzere Batı Emperyalizmi;  ne 434 yılı bahar aylarında Atilla’nın Roma kapısına dayanmasını, ne 25 Ağustos 1071 Sultan Alparslan’ı, ne 29 Mayıs 1453 Fatih Sultan Mehmet’i, ne de 29 Ekim 1923 Mustafa Kemal Atatürk isim ve  tarihlerini  kesinlikle unutmamıştır. Ve bugün bunun öcünü almaktadır  Türk Devletinden. Hele ,Hıristiyan ve Yahudi dünyasının, Vatikan’da barışması ile , İslamiyet’e dolayısıyla Türk Milletine saldırı daha sistematik bir hale gelmiştir.                                                                                                          ÇEKÜL Vakfının Kültürel çevre programlarından “7 Bölge 7 Kent” projesinde pilot bölge olarak seçilen yerler şuralarıdır:
• Doğu Anadolu'da: Kemaliye
• Güneydoğu Anadolu'da: Midyat
• Orta Anadolu'da: Talas
• Kuzey Anadolu'da: Kastamonu
• Güneybatı Anadolu'da: Akseki
• Batı Anadolu'da: Birgi
.                                                                   (ÇEKÜL Haber)
  ÇEKÜL Vakfınca örnek  olarak seçilen yerler ve  restoresine başlanılan yapıların kimliği! Projenin niteliğini ortaya çıkarmaktadır. Anadolu üzerinde uygulamasına geçilen yüzlerce proje ve kapsamı  çakışmaktadır. Bütün projelerin aynı hedefe yönlenmesi ise tesadüf değil, organize olmuş bir bütünün parçaları olarak kabul edilmesini gerektirir.
   Gerçek olan şudur ki , ülkemizde ki azınlıklar her dönemde ayni davranışları dış destek ve projelerle sürekli sergilemişlerdir. Örneğin Rumları göz önüne alacak olursak:
“Mondros Mütarekesinin imzalanmasını müteakip Anadolu’nun muhtelif yerlerinde işgaller başladı. İngiltere ve diğer batılı devletlerin desteği ile Yunanlılar da İzmir’i işgal ettiler. Yunanlıların İzmir’i işgaliyle başlayan ilerleyişleri iç kısımlara doğru devam edecektir. Yunan askerlerinin Anadolu’ya ayak basmasıyla birlikte yıllarca içimizde yaşayan Osmanlı Devleti’nin tebaası olan Rumlar da Yunan askerleriyle birlikte, Türklere karşı katliamlara başladılar.
  Çünkü Rumları teşkilatlandıran ve Müslüman-Türk düşmanlığını onlara aşılayan başta Fener Patrikhanesi olmak üzere birçok Yunan-Rum cemiyetleri vardı..................
Yunanlı ilim adamlarından Prof. Dr. Luvaris kilisenin faaliyetini şu sözlerle açıklamaktadır: “Kilise muayyen ölçüde çöken ülkenin haklarının mirasçısı halinde yükseltildi. Patrik, Hristiyanlar için Bizans İmparatorluğunun yerini aldı ve bununla imparatorun kıyafetini ve Bizans devlet alametlerini bu arada iki başlı kartalı da aldı........................
Ayasofya’yı kiliseye çevirmek isteyen Rumlar, caminin çevresindeki müslümanlara ait ev ve arsaları yüksek fiyatla satın almaya başlayınca, duruma Evkaf Nezaretince el konularak, emlakini satmak isteyenlerin ev ve arsaları alındı. Bir Türk askerî birliği de cami avlusuna-yerleştirildi............”                                                            .          .                 SUZEP(Selçuk Üniversitesi Uzaktan eğitim Programı)
   Çekül’ün devlete millete hizmetleri saymakla bitmiyor. Çekül Gençlik Biriminin faaliyetleri bunlardan sadece birisi. “Azınlıklar” konulu seminerler dizisi faaliyetlerine başlayan Çekül’ün ilgi alanı neden sadece “Azınlıklar” diye sormak gerekiyor? Türkiye’de ki kültürel değerleri korumaktan bahseden Çekül, kültürel değer kelimelerinin içini neden sadece azınlıklarla dolduruyor? Yoksa ana gayesi bu, diğer söyledikleri sadece paravan mıdır?
• ÇEKÜL Gençlik Birimi tarafından düzenlenen “Azınlıklar” seminerleri, 8 Şubat Salı akşamı İTÜ Taşkışla binasında, Mıgırdiç Margosyan’ın “Diyarbakır Ermenileri” konulu semineriyle başladı.
• ÇEKÜL Gençlik Birimi’nin “Azınlıklar” konulu seminerleri 15 Şubat Salı akşamı Hrant Dink’in “Anadolu Ermenileri” başlıklı semineriyle sürdü.
• ÇEKÜL Gençlik Birimi’nin düzenlediği seminerlerin üçüncüsü 22 Şubat Salı günü gazeteci yazar Rıdvan Akar’ın katılımıyla gerçekleşti. Akar seminerde “Cumhuriyet dönemi azınlık politikaları”nın azınlıklar üzerindeki etkisini anlattı
(ÇEKÜL Gençlik Birimi’nin düzenlediği seminerlerin üçüncüsü 22 Şubat
Salı günü gazeteci yazar Rıdvan Akar’ın katılımıyla gerçekleşti. ...
www.oia.net/news/plyd/articles/ 2000_03_05_PLYD_09_26_53.html - 9k - Önbellek - Benzer sayfalar)

  Cumhuriyet farklılıkları yok saymamakla birlikte, onların kurumsallaşmaya yönelik faaliyetlerini kabul etmediği bir gerçektir. Çekül’ün amaçları ve yaptıklarını tekrar gözden geçirelim:
• Doğa ile kültürün kesişme noktası olan ve gücünü yurttaşların gönüllü katılımlarından alan Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı ÇEKÜL'ün, kültürel koruma amaçlı “7 Bölge 7 Kent” ve “Kendini Koruyan Kentler” projeleri tüm hızıyla sürüyor..................
• Kastamonu Akmescit Mahallesi’nde kente egemen bir tepe üzerinde geleneksel dokunun yoğun şekilde varlığını duyurduğu bir noktada bulunan 1881 yılında “Papaz Okulu” olarak yaptırılan Kırkodalı Konak Kastamonu Valiliği tarafından ÇEKÜL Vakfı’nın destekleriyle “Çevre Kültür Evi” olarak yeniden ele alınmış bulunmaktadır
• Marmara Bölgesi’nde “örnek kent” olarak seçilen Mudanya’daki yangın geçiren eski İlçe Jandarma Karakol Binasının rölöve, restorasyon ve restitüsyon projeleri ÇEKÜL Vakfı tarafından tamamlanmış, Bursa Valiliği onarımını bitirmek üzeredir.
•  Proje kapsamında ilk olarak Salyazı Beldesi’nde “Klonal Ceviz Bahçesi” kuruldu. Gönüllü üreticilere...
• Tarihi Diyarbakır surları; Diyarbakır Valiliği, Büyükşehir Belediyesi ve ÇEKÜL Vakfı girişimleri sonucunda imzalanan “Surları Koruma Protokolü” çerçevesinde yeni imajına kavuşuyor.............
• Tokat’ta yaklaşık bir yıldır kuruluş faaliyeti sürdüren ÇEKÜL Vakfı Kent Senatosu, ilk toplantısını, “26 Haziran Atatürk Kültür Sarayı Toplantı Salonu” nda gerçekleştirdi. Senato Tokat’ın sorunlarıyla birebir ilgilenerek, çözüm üretmeye çalışacak.........
• Kemaliye’de kültürel eylemlere elverişli ortam hazırlayacak biçimde tasarlanan Tarihi Ortaokul binasının onarımı tamamlandı.................
• Birgi’de Cumhuriyet Meydanı düzenlemesi ile birlikte ÇEKÜL Vakfı’nın girişimleriyle yaşama döndürülen tarihi yapı Çevre Kültür Evi olarak...
• Midyat’ta Çevre Kültür Evi restorasyon çalışmaları, TBMM İçişleri Bakanlığı’nın katkıları ve ÇEKÜL Vakfı’nın projelerini bitirmesiyle..
• Malatya’da kerpiç ağırlıklı geleneksel konutların en güzel örneklerinden biri olan ve projesi ÇEKÜL Vakfı tarafından tamamlanan Karakaş Konağı’nın onarımı...........
• Ülkemiz kentlerindeki kültürel mirasın ve tarihi dokuların korunmasında yerel yönetimlerin etkinliğini arttırmak ve bu amaçla kentler  arasında işbirliğiyle birlikte ilgili kuruluşlarla ortak çalışmalar yapmak üzere..............
• Tarihi Kentler Birliği'nin Bartın'da yapılacak olağan toplantısı öncesinde, birlik üyeleri ve ÇEKÜL gönüllüleri Dünya Gününü kutlamak amacıyla Kastamonu'ya gidiyor..........
• Doğubayazıt Kaymakamlığı’nın bu sempozyuma ev sahipliğiyle ve öncülüğüyle başlatmış olduğu; “yöresel tarih ve kültür değerlerine dayalı kalkınma ve kimlikli gelişme” hareketine, tüm kamu, sivil, yerel ve özel kesimlerin etkin ve sürekli destek ve katkılarını geliştirmeleri......
• 7 Bölge 7 Kent" Pilot Uygulamaları; Doğu Anadolu'da: Kemaliye, Güneydoğu Anadolu'da: Midyat, Orta Anadolu'da: Talas, Kuzey Anadolu'da: Kastamonu, Güneybatı Anadolu'da: Akseki, Batı Anadolu'da: Birgi , Marmara bölgesinde: Mudanya.......
• ÇEKÜL Gençlik Birimi tarafından düzenlenen “Azınlıklar” seminerleri, 8 Şubat Salı akşamı İTÜ Taşkışla binasında, Mıgırdiç Margosyan’ın “Diyarbakır Ermenileri” konulu semineriyle başladı........
• 7 Bölge 7 Kent Projesi -Kendini Koruyan Kentler Projesi-Sinan'a Saygı Projesi-Tarihi Kentler Birliği...
• İzmir’de Aya Vukla kilisesinin restore başvurusu.....
• ...................................vb...                                     
 (Çekül Sitesi- www.oia.net - Kordon Derneği Sitesi)
Dün ve bugün arasında fark var mıdır?..... Değişen sadece zaman dilimidir. Dün Mondoros’un 7. maddesini ön gördüler bugün, AB uyum yasalarını ve Uluslar arası yaptırımları .........
  Toplumsal Tarih Dergisinin, Mart 2003 sayısında, “20. Yüzyıl Tarihi nasıl Öğretilmeli?” başlığı altında, Robert Stradling , Avrupa düşüncesinin paylaşılmış bir kültürel miras üzerine yerleştirildiğini söylerken:
“Avrupa Tarihi Eski Yunan-Roma İmparatorluğu, Yahudi Hıristiyan geleneği ile birlikte belirli bir mimari, sanatsal geleneği; feodalizm, Rönesans ve Reform, aydınlanma gibi dönemleri içermektedir. Batı Avrupa çıkarlarını ve kaygılarını yansıtan bu yaklaşımın daha çok Batı Avrupa’da gelişmesi şaşırtıcı değildir.”                         
(Robert Stradling-Toplumsal Tarih Dergisi- Mart 2003)
   “Yahudi ve Hıristiyan Geleneği” , Avrupa Birliğinin ana temasını oluşturmaktadır. Peki, bu birliğin içinde, Türk-İslâm kimliği ne olacaktır? Avrupa’nın böyle bir düşüncesi, kaygısı yoktur. Onlara göre, belirtilen “Yahudi ve Hıristiyan Geleneği” merkezdir. Bunun dışında ki din ve kültürler, belirtilen temayı kabul ederek, bunun içinde erimek durumundadırlar. AB inin ana teması, sürekli gözümüzün önündedir ve 12 yıldızlı (12 Havari)bayrağında görülmektedir.
   AB sadece ekonomik değil, siyasi , Yahudi- Hıristiyan merkezli bir Avrupa Devletine doğru yol almaktadır. Türk insanına bu durum  açıklanmalı ve kabul edip etmeyeceği sorulmalıdır.
  Yahudi ve Hıristiyan merkezli Avrupa Birliği  söylemi, Hıristiyan ve Yahudi Dünyasının barışının simgesi olarak karşımızda durmaktadır. Tek bayrak, tek devlet ( Başarabilirlerse) içinde Hıristiyan ve Yahudi geleneklerini merkez kılacak birliğe doğru gittikleri apaçık ortada iken, Türk Milletinin yeri Avrupa Birliğinde neresi olacaktır. Üstelik belirli bir tarihten sonra AB’ye girenlerin, idari mekanizmada yer almayacakları gibi bir gerçekte karşımızda duruyorken.
    Ülkemizde, Avrupa Birliği muhipleri işi o kadar ileri götürmüşlerdir ki, “Avrupa Birliğine girme konusunda tereddüdü olanlar, çağdışı düşünen, Türk toplumunun önünü tıkayan kişi ve kuruluşlar olarak “ gösterilerek, STK ve basın yolu ile saldırıya uğramaktadırlar.
  Bu sebepten dolayıdır ki, bu ülkenin  düzgün duran aydını, öğretmeni, bakanı, iş adamı, askeri  ...vb gibi unsurlarının çıkıp net olarak konuşmadıklarını düşünüyorum..
“ Bizi AB’ye karşı gibi gösteriyorlar..Biz AB’ye karşı değiliz , şunlara karşıyız.”
  Bu söylemlere  karşı çıkıyorum. “Şunların” içinde yer alan madde yada kriterler  , AB ye girmememiz için yeter sebeplerdir. Türkiye Cumhuriyetinin tek hedefi, “Kopenhag Kriterleri”ni gerçekleştirme  olmamalıdır. Her gün eklenen yeni maddelerle , bizden istenenler net ve açık ortada iken tek merkeze kilitlenip kalmak çağdaşlık değil çağ dışılıktır.
  AB ine girmek istemek kadar, girmek istememekte demokratik bir anlayışın ürünüdür. Hangi şartlarda olursa olsun AB ye girmede diretenlerin ağırlığı diğerlerinin üzerine korkunç bir şekilde çökmüş görünmektedir. Bu ağırlıktan kurtulup, yeni hedefler tespit etmek zorunda olduğumuz gerçeği artık görülmelidir.
    Dış güçler kontrolünde ki bir bölüm basın, AB nin çeşitli organları, bazı devlet ve iş adamları adamları , Stratejik!! ortağımız ABD, Uluslar arası! Örgütlerin hepsi Türkiye’yi AB ye yönlendirmiştir. Cılız bir şekilde de olsa, “Yanlışlardan” bahsedenlere, Türkiye’nin önünü tıkamakla suçlamaktadırlar.. Böyle demokratiklik olur mu?
   Gülhane Hattı Hümayünü, 1. , 2.  Meşrutiyet ve benzeri yenilik! Hareketleri ile doğrudan Batı menfaatini ön plana çıkmıştır.O dönemde  Osmanlıyı çökertmek için çıkarılan , “Haklar Manzumesini” tehlikeli bulanlara da benzeri saldırılar yapılmıştı. İşte dün, işte bugün..Ve yarın neler olacak? Niye bunlar tartışmaya açılmıyor? Veya tartışmaya açılsa da devleti sevk ve idare edenler bunu niye görmezden geliyor.  Kabul edilen her bir kanun, yönetmelik ve uygulamalar ile nereye gidiyoruz? Türkiye Cumhuriyetini yöneten devletin her kurum ve kuruluş, parti....vb., AB yolculuğu sırasında atılan imzalardan vebal altında kalacaktır.
  Türk Toplumu aydınından, kendini sevk ve idare edenlerden, önce “Bağımsız Millî bir Türkiye Cumhuriyeti” istemektedir. IMF, Dünya Bankası, Kopenhag Kriterleri, Tahkim Yasası ve Küreselleşme masalından uzak, yarınlara hasrettir.
   Kısacası, Türk Toplumu yeniden doğmak istemektedir. Bu ülkenin tarihçisi, doktoru, işçisi, öğretmeni, profesörü, askeri, ................. artık net ve açık konuşmalıdır. Türk Milleti de net ve açık konuşanların yanında yer alarak, onlara destek verdiğini bütün dünyaya gösterecektir. Kurtuluşun reçetesi , sınırlarımızın içinden çıkmalı ve tarafımızdan uygulanmalıdır.
   Atatürk’ün işaret ettiği hedefi AB diye gösterme gayretlerinin , gerçeği yansıtmadığı açık ve net söylenmelidir. Atatürk’ün tek hedefinin AB olduğunu söyleyenler, toplumu yanıltmaktadırlar.
• Hakimiyet kayıtsız şartsız Milletindir.
• Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden  mahrum bir millet, medeni insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye liyakat kazanamaz.(Nutuk)
• Bilim ve fen nerede ise oradan alacağız ve milletin her ferdinin kafasına koyacağız.
• Türk Milletinin istidadı ve kati kararı medeniyet yolunda, durmadan, yılmadan ilerlemektir.( 1924)
• ..................................................                                                                    (Atatürk –Türk Gencinin el Kitabı-Başbakanlık Basın-Yayın Genel Md)
    Atatürk’ün bu ve benzeri sözleriyle hedefinin AB olduğunu söylemek, gerçeğin gözlerden uzaklaştırılma çabalarıdır. Bu ülke aydınlarının görevi(Hepsini kastetmiyorum.), belirli bir yöne angaje olmak değil, çeşitli alternatifler içinden Türk insanı için en uygununu seçmek olmalıdır.
   Üstelik devletimizin bir yönetim problemi yoktur. Bu sebepten , AB inin ekonomik olmaktan çıkıp, artık siyasi birlikteliğe doğru gittiğini gördükten ve ”Egemenliğin Devri” konusu gündeme getirildiğinde “Bağımsızlıktan yana” tavır konulmalıdır.
  Adım adım geriletilen Türk Devleti için, artık atılacak geri adım kalmamıştır. İşte bu sebepten dolayıdır ki, Türk aydını kendinden bekleneni artık ortaya koymalıdır.
  Aydın! Olmanın sorumluluğu budur, üstelik beklenen gün de bu gündür!“



“ Hattâ ben olsaydım : Kürt, Arap, Çerkes
  İlk gayem olurdu Türk milliyeti!
  Çünkü Türk kuvvetli olursa mutlak
  Kurtarır her İslâm olan milleti...”

                                                      Ziya  GÖKALP                                        


Kürt Kadınları Teâli Cemiyeti
   Tarih Vakfının aylık yayın organlarından, Toplumsal Tarih Dergisi 2003 Mart ayının  konularından birisi de, “ Kürt Kadınları Teâli Cemiyeti” başlığını taşıyor. Yazıyı hazırlayan vakıf üyesi, Yavuz Selim Karakışla.                 (........, Ercan Karakaş, Dr. Yavuz Selim Karakışla, Yılmaz Karakoyunlu...)( Tarih Vakfı Üyeleri)
 Tarih Vakfı’nın  Kürt konusuna özel ilgi gösterdiğini ve her fırsatta deştiğini biliyoruz. Tarih Vakfı, Türkiye’de ki etnik ayırımcılık konusunda epey mesafe kat etmiş bir kuruluştur. Vakıf üyesi aydınlarla! , “Kopenhag Kriterleri” çemberinde , Sevr’in kapsama alanı içinde , AB nin yol haritaları güzergahında  , Alman ve ABD vakıflarının desteğinde, “İnsan Haklarına Yönelik” büyük çalışmalar yapmaktadırlar.. Vakfın Yurt yayınlarından yayınladığı kitaplardan örnek verelim:
Şeyh Bedreddin / Tasavvuf ve İsyan; Michel Balivet; Tercüme: Ela Güntekin
Tarih Vakfı Yurt Yayınları; Dünya Tarihi, Tarih, İslam-Tasavvuf, Genel Tarih, Din;
Türkçe (Orijinal Dili Fransızca) 155 s. 15 x 21 cm. İstanbul, Nisan 2000 ISBN: 9753331258, 1. Baskı 
Kürt Sorunu / Kökeni ve Gelişimi:       Gareth M. Winrow, Kemal Kirişçi;    Yayına Hazırlayan: Hamdi Can Tuncer; Tercüme: Ahmet Fethi
Tarih Vakfı Yurt Yayınları;
Türkçe (Orijinal Dili İngilizce) 24 s. 15 x 21 cm. İstanbul, Mart 2000 ISBN: 9753330634, 1. Baskı Nisan 1997, 3. Baskı            Boğaziçi Üniversitesi'nden iki bilim adamının gerçekleştirdiği bu çalışma, tarafsızca değerlendirilmesi gereken Kürt sorununa birçok yönüyle büyüteç tutuyor; sorunun kökenini ve olası çözümlerini geçmişten geleceğe uzanan bir zaman yelpazesinde irdeliyor. Kitap, 'etnisite', 'ulus', 'azınlık', 'halk', 'azınlık hakları' gibi can alıcı terimlerdeki karışıklıkları giderirken, okura Türk ve Kürt milliyetçiliklerinin gelişme çizgilerini de izleme fırsatı veriyor. Kürt sorunu üzerine akademik çalışmalar şimdiye kadar çoğunlukla yabancılar tarafından büyük oranda ikincil ve yabancı kaynak temelinde yapıldı. Bu kitap, uluslararası akademik literatüre Türkiye'den bir katkı niteliği taşıyor.

                                                                ( Tarih Vakfı - Yurt Yayınları)
    Anadolu toprakları üzerinde yaratılan çıban başlarının temeli batı kaynaklıdır.” Kürt sorunu üzerine akademik çalışmalar şimdiye kadar çoğunlukla yabancılar tarafından büyük oranda ikincil ve yabancı kaynak temelinde yapıldı.”(Tarih Vakfı Yurt Yayınları) İşte bu gerçek Anadolu’da yıllardır akan kardeş kanının sorumlusudur. Batı yüzlerce yıldır, Anadolu toprakları üzerinde ki emellerini, zamanın şartlarına göre şekillendirip projelendirmekten hiç vaz geçmemiştir. Osmanlı’da ,yine  bir Batılaşma!! arefesinde olanlar buna örnektir:
“1830’lu yılların sonuna doğru Osmanlı Darphanesi’nin tümüyle yenilenmesi için karar alındı. Darphane-i Amire’de yeni ek binalar inşa edildi....... Londra Darphanesi’nden Makina Mühendisi Mr. Mountain, terazi dirhem mühendisi Mr.Warren ve sikke kalıpları ustabaşısı Mr. Taylor ayda otuz ingiliz lirası, makinist William yirmi ve Paris Darphanesi çeşnici başı muavini kimyager Mösyö Mareau elli ingiliz lirası aylıkla Darphane-i Amire hizmetine alınarak..........
  Bu yeni darphane için hakkak ve modelci olarak 1813’de Middlesex’de doğan ve 1833-1840 yılları arasında Londra’da darphane ressamı olarak çalışan James Robertson seçildi. Aylık kırk ingiliz lirası maaşla çalışmak üzere 1840 yılında İstanbul’a geldi. İlk işi, Osmanlı Darphane kayıtlarından anlaşıldığına göre aynı yıl Kürdistan için çizdiği-madalya-oldu..........   Robertson’un İngiltere’de kazandığı fotoğraf birikimi ve bilgisi İstanbul’un ilginç yerlerini fotoğraflarken çok işine yaradı.... 1851’de ise, İstanbul’da pek çok mimari belgesel fotoğraflar çekti.....    1853’de Robertson’un 20 fotoğrafından “Photographic Views of Constantinople” albümü hazırlandı “                                                                (GezginFotoğrafçılar -JAMES ROBERTSON- Engin Özendes (ESFIAP) http://www.enginozendes.com )
Tarih Vakfının, emperyalizmin Anadolu üzerinde yıllardan beri sallandırdığı kılıçlardan birisini daha da keskinleştirici  bir yazı hazırladığına bakarak, ileri karakol vazifesini hakkıyla yaptığını söyleyebiliriz. Bana göre “Emperyalist Oyunu” onlara göre” Kürt Sorunu” ile ilgili kitapların tamamı , dış kaynaklı. Ya Fransızlar ya da İngilizler yazmış, Tarih Vakfı da “Uluslar arası Akademik Literatüre” katkı Mukabilinden  yayınlamış. Kitabın yazarı İngiliz +Türk görünüyor.Boğaziçi Üniversitesinden iki bilim adamı! Kitabı tercüme yapıyor, bakın Tarih Vakfı ne yazıyor:
“Kürt sorunu üzerine akademik çalışmalar şimdiye kadar çoğunlukla yabancılar tarafından büyük oranda ikincil ve yabancı kaynak temelinde yapıldı. Bu kitap, uluslararası akademik literatüre Türkiye'den bir katkı niteliği taşıyor.”
   Evet, son birkaç yıldır Türkiye’de  yayınlanan(AB ve ABD destekli) magazin niteliğinde ki “Kürt Sorunu” konulu kitaplar da yine ayni kaynaklar kullanılmıştır ve  yine ayni merkeze hitap etmektedir.Yaklaşık 150 yıllık bir projenin destekçileri çoğalmış, saldırılar toplu olarak yapılmaya başlamıştır.
  Tarih Vakfı üyesi, öğretim görevlisi Dr. Y.Selim Karakışla’da  Batının dayattığı manada  bir Kürt  kartında ki ayrıntılar üzerinde durmuştur. Bu konuda yazılan eserlerin tamamının erkekler hakkında yazılmış olmasından dolayı çok üzülen  Yavuz Selim Karakışla, Kürt kadınları ile ilgili yazdığını belirtmiş.. Şimdiye kadarki incelemelere bakarak, Kürt Toplumunu erkeklerden ibaret zannedilmemesi için, “Kürt Kadınları Teali Cemiyeti” adlı yazıyı hazırladığını söylüyor.(!)
(NOT: “Batıdan” kastım sadece AB değildir. AB’ni sevk ve idare eden İngiltere, Almanya ve Fransa  ile birlikte, ABD ve İsrail’de bu kelimenin anlam bütünlüğü içindedir.)
   Yavuz Selim Karakışla, Anadolu’nun doğu ve güneydoğusunda yaşanan çatışmalara rağmen, başka bölgelerde çatışılmamasını , karşılıklı olgunluğa ve sağduyuya bağlıyor. Türkiye’nin Doğu yada Güneydoğusunda, normal Kürt vatandaşının devletine saldırmadığı, çatışmaların Batı destekli PKK(KADEK) le yapıldığı bilinmesine rağmen, grupları ve Türk insanını adeta kışkırtmaya yönelik bu cümleler karşısında söyleyecek kelime bulamıyorum. Anadolu’nun Doğu ve Güneydoğu’sunda çatışma değil, emperyalizm destekli terör örgütü PKK/Kadek’in programlı bir şekilde terör saldırıları mevcuttur.
 Peki , kendi halkına, askere ve karşısına kim çıkarsa saldıran eski adıyla PKK yeni adıyla KADEK’i batı devletlerinin örgütlediğini ve bölgede istikrarsız bir Türkiye yaratma gayretinde olduğunu bilmiyor mu bu öğretim görevlisi? ...............
   Türkiye sınırları içinde kardeşten öte sevgi bağıyla yaşayan insanların arasını açmaya yönelik bu tarz yaklaşımlarla , aydın! Bir görünüm sergilediğini mi sanıyor acaba? Böyle bir görünümden ziyade, Türk toprakları üzerinde emelleri olanların faaliyet alanını genişletici bir çalışma gibi göründü bana .
  “Kürt Kadınları Teali Cemiyeti” adlı yazının iyice anlaşılması için, birkaç bölümünü  aynen almakta fayda olduğu kanaatindeyim:
“ Son yirmi yılda,  özellikle Avrupa Birliği’nin telkinleri ve ülkemizde giderek artan demokratikleşme akımlarının da etkisiyle, Kürt tarihi ve Kürt kültürü konusunda bir aydınlanma dönemi yaşandı. ..........................
    Daha da ilginci, Sina Akşin’in  ünlü İstanbul Hükümetleri  ve Millî Mücadele kitabı da dahil olmak üzere, işgal İstanbul’unda  genelde Kürt milliyetçilerinin, özel olarak da Kürt Teali Cemiyeti’ne bağlı olarak kurulmuş olan Kürt Kadınları Teali Cemiyeti’nin faaliyetlerinden hemen hiç bahsedilmemektedir..................................”(Y.Selim Karakışla- Toplumsal Tarih Dergisi-Mart 2003- Sayı: 111)
  Yazının ilerleyen bölümlerinde şu görüş öne  çıkıyor:
“Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmaya başlamasıyla birlikte, çeşitli farklı etnik grupları bir arada tutan İslâmiyet’in birleştirici unsur olarak yeterli olmadığını  ve artık Kürtlerin kendilerine Türklerden ayrı bir yol çizmeleri gerektiğini savunan Kürt Teali Cemiyeti’nin de ayrılıkçı öğeler içerdiği ilk toplantısında dile getirilmiştir.” ..................................”(Y.Selim Karakışla- Toplumsal Tarih Dergisi-Mart 2003- Sayı: 111)
 Kürt Teali  Cemiyeti’ne bağlı olarak kurulan bu cemiyetin üç aylık faaliyetinin ardından kapatıldığını öğreniyoruz. Şimdi İstiklal Savaşı sırasında, kurulan cemiyetleri kısaca hatırlayalım:
 Selçuk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Programının ( SUZEP)’in hazırladığı  ders notlarına  bu konuyu anlamak için göz gezdirelim. İnkılap Tarihi kitaplarımızda , “ Zararlı Cemiyetler” içindeki yerini alan  Kürt Teali Cemiyetini bir tanıyalım.
“Bedirhani, Baban ve Şemdinan aşiretlerinden İstanbul’da oturan Kürt aileler ve entellektüel aydınlardan kurucuları arasında; “Ayan azasından cemiyet başkanı Seyit Abdülkadir, Başkan vekilleri Babanzade Mustafa Zihni Paşa, Bedirhani Emin Ali, Molla Said, Bediüzzaman (Said-i Nursi), Katipler: Babanzade Abdülaziz, Seyit Abdullah ve Şefik Beylerden oluşmaktadır.–SUZEP-(Kürtçülük Gerçeği-Dr.İ.Etem Gürsel)
  Cemiyetin 6 Kasım 1917 de kurulduğunu görüyoruz.. Kurulduğu yer İstanbul , batılı emperyalistlerin kışkırtma ve desteği ile kurulan bir çok dernekten sadece biri. Kaynağı emperyalizm olan hangi hareketin doğruluğundan söz edilebilir ki?
“Başta kendisini; “1908 yılında kurulan Osmanlılık idealine bağlı bir hayır cemiyeti görünümünde olan Kürt Teavün ve Terakki Cemiyetinin devamı gibi gösterdiyse de asıl amacı: mütarekenin yarattığı elverişli koşullardan yararlanarak bağımsız bir Kürt Devleti kurmaktı”    .                   .                         SUZEP (Selçuk Üniversitesi Uzak.Eğt.Programı)
Merkezi İstanbul’da olan cemiyet,  Diyarbakır, Mardin, Erzurum, Elazığ ve Van’da etkili olmuştur.
“Türk milletinin aleyhinde çalışıp, Türk toprakları üzerinde İtilaf Devletlerinin menfaatleri doğrultusunda propaganda yaparak Osmanlıyı içten yıkmak için ellerinden gelen gayreti göstererek Millî Mücadele’yi aksatma çalışmalarıyla zararlı hale geldiler... 
Seyit Abdülkadir ve ekibinin, Kürtleri Türkler’den ayrı bir kavim sayarak birbirlerine düşman ilân etmeye çalışması Wilson ilkelerinden faydalanarak bağımsız bir Kürdistan kurmayı amaçlaması; bütün Türkler ve en çok Doğu Anadolu vilayetleri halkı tarafından şiddetle reddedildi.”         .                                                         .                                                  .                       (SUZEP-Selçuk Üniversitesi Uzak.Eğt.Programı)
“Kendilerini Kürt davasının tek temsilcisi sayan cemiyet üyeleri, İstanbul’da bulunan İngiliz, Fransız, Amerikan komisyon üyelerini ziyaretle isteklerde bulundular. 4 Ağustos 1919’da Amerikan heyetiyle İstanbul’da Seyit Abdülkadir başkanlığında görüşen cemiyet üyeleri; “Kürdistan hudutlarının gösterildiği bir haritayı vererek denize de bir çıkışlarının bulunmasını istediler.
Amerikan Komiserinin Kürdistanın büyük bir kısmını içine alan Ermenistan Devleti’nin kurulmasına karar verildiğini söylemesi üzerine kızan Bediüzzaman Said Nursi cevaben; “Kürdistan eğer deniz sahilinde olsaydı harp gemilerinizle belki bu kararı tatbik edebilirdiniz. Fakat Kürdistan dağlarına gemileriniz çıkamaz bu kararınız da uygulanamaz.” dedi. Amerika’dan Kürt milli haklarına yardımcı olmaları yönündeki isteklerine Amerikan Komiseri; “Sen kendin yardımcı ol, Allah da sana yardım eder” diyerek toplantıyı sona erdirdi.                                                    .                (SUZEP-Selçuk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Programı)
    Paris Barış konferansının devam ettiği sırada (Ocak 1919) , cemiyet başkanı  Seyid Abdülkadir’in bir gazeteciye şöyle dediği görüldü:
“Şerif Paşa’nın cemiyetlerinin delegesi olduğunu, Kürtleri temsil edebileceği ve altı doğu vilayetinde Kürtlerin çoğunlukta bulunması nedeniyle bu iller için özerklik istendiğini, ancak Ermenilerin mi yoksa Kürtlerin mi çoğunlukta bulunduğunu İtilaf Devletlerince oluşturulacak bir kurulun yerinde araştıracağını, bunun için Ermeni temsilci ile andlaşma yapıldığını söylemesi tepkilere neden oldu.”
Toplantı sonunda, İtilaf devletleri, Kürtleri Türklerden ayrı görmeyip, doğu vilayetlerini Ermenilere vermek istemesi üzerine,  Seyid Abdülkadir, bağımsızlıktan vazgeçip Kürt otonomisine razı oldu. Üst üste gelen gelişmeler, Kürt Teali Cemiyeti arasında ki fikir ayrılıklarını arttırdığı görüldü.
  Osmanlı Hükümetinin haziran  1920 den itibaren cemiyetin şubelerini kapatması ve takibende Cumhuriyetle birlikte cemiyetin destek verdiği diğer Kürt derneklerinin de kapatılması ile faaliyetler , Türkiye üzerinde emelleri olanlar bir daha el atana kadar  duraladı.
Kürt Teali cemiyeti ile ilgili olarak, Atatürk’ün dönemin Harput Valiliğine gönderdiği  telgraf ilgi çekicidir:
“Harput Vali Vekili Servet Beyefendi'ye                                                   Sivas, 9 Kasım 1919
... Kürtleri Osmanlı camiasından ayırmak, İngiliz boyunduruğuna sevk etmek, neticede Doğu Anadolu'muzu Ermenilere çiğnetmeye yol açacak olan Kürdistan Teali Cemiyeti gibi zararlı bir teşkilatın vicdan yerine yabancı parası taşıyan birkaç serserinin memleketimize ekmek istedikleri fesat tohumunun Dersim'de revaç bulmuş olması üzüntü vericidir.
... Meselenin layık olduğu ehemmiyetle nazarı dikkate alınarak ayrılıkçı cereyanlara meydan verilmemesi, herkesçe bilinen vatanperver gayretlerinizden  beklenmektedir.
Heyeti-Temsiliye-Namına
        MustafaKemal..                                                                 
(Atatürk'ün Özel Arşivinden Seçmeler IV, s. 151-153)
Cumhuriyetin kurulması ile Kürt teali Cemiyeti ve benzeri dernekler fiilen sona ermiş görünse de  bu dernek üyelerini, Şeyh Sait isyanında tekrar karşımızda görüyoruz.
“I. Dünya Savaşı'nın sonucu Osmanlı İmparatorluğunun dağılması ile, Kürtler de bağımsızlık peşine düştüler. Bu amaçla kurulan, Kürt Teali Cemiyeti, İngiltere'nin mandası altında bağımsız bir Kürt Devleti kurmayı öngörüyordu. Bu cemiyet, Cumhuriyet'in ilanından sonra resmen dağıldı ise de, Kürt İstiklal Komitesi adı altında faaliyetine devam ediyordu. İsyan başladıktan sonra, Seyyit Abdülkadir, İstanbul'daki Kürtleri, silahlı bir irtica hareketine sevke teşebbüs etmiş, bu yolda planlar hazırlamıştır.
Şeyh Sait olayının ayrıca İngilizlerle de ilgisi vardı. Lozan'da halledilmeyen Musul sorununun 1924 yılında İstanbul'da toplanan İngiliz Konferansının sonuç vermemesi üzerine, Milletler Cemiyeti'ne götürülmesi gerekliydi. İngiltere bir taraftan Musul halkının Türkiye ile birleşmek isteğini önlerken, diğer taraftan da Türkiye dahilinde, isyan ve kargaşalık çıkararak Türkiye'nin siyasal istikrarını sarsmaya çalışıyordu....
Yapılan planlı askeri harekat sonucunda isyancılar mağlup edildi ve ele başları hemen yakalandı. Suçluların, İstiklal Mahkemesinde yapılan muhakemeleri esnasında, asilerin sözde dini ve şeriatı kurtarmak perdesi arkasında, memleketi parçalayıp bir Kürt devleti kurmak amacıyla..........”
1919 dan itibaren  faaliyete geçen, Kürt Teali Cemiyetinin , İngiliz Muhibler Cemiyeti ile de yakın ilişkiye girdiğini görüyoruz. İngiliz Muhipler Cemiyetinin başkanı Sait Molla’nın, Mister Frew adlı rahibe yolladığı mektuplara bir bakalım:
“Aziz dostum,
Verilen iki bin lirayı Adapazarı'nda Hikmet Bey'e gönderdim. Oradaki işlerimiz pek yolunda gidiyor. Birkaç gün sonra verimli sonuçlarını elde edeceğiz.................................................................
Dün sabah Adil Bey'le birlikte Damat Ferit Paşa Hazretleri'ni ziyaret ettim. Biraz daha sabretmeleri ve beklemeleri gereğini tarafınızdan kendilerine bildirdim. Paşa Hazretleri, cevap olarak size teşekkür etmekle birlikte, Kuva-yı Milliye'nin Anadolu'da tamamen kök saldığını, buna karşı bir hareketle başındaki mel'unlar tepelendirilmedikçe, kendilerinîn iktidar mevkiine gelemeyeceklerini Zâtışâhâne'nin de tasvibine sunulan anlaşma hükümlerinin konferansta, savunulmasına imkân olmadığını, Kuva-yı Milliye'nin dağıtılması için şanlı İngiliz Hükûmeti nezdinde hemen teşebbüse geçilerek, Bâbıâli'ye, milletvekili seçiminden önce ortak bir notanın verilmesini, Adapazarı, Karacabey ve Şile'de Rumlara karşı girişecekleri saldırılan esas alarak ve Kuva-yı Millî'yenin güvenliği bozduğunu ileri sürerek, işin çabuklaştırılmasına çalışmamızı ve İngiliz basınının Kuva-yı Milliye aleyhinde yayın yapmasının sağlanmasını torpido ile özel olarak gönderilen "E.B.K. 19/2"'ye telsiz telgrafla dün görüştüğümüz konular üzerinde talimat verilmesini rica ediyor.......................11.10.1919
Hikmet Bey paraları almış. Biraz daha para istiyor. Önceki gün sizi ziyarete geldiğimde takip edildiğimi söylememiştim.............................. Muhipler (İngiliz Muhipler Cemiyeti üyeleri) arasında Franmason örgütü itirazlara sebep oluyor, İttihatçıların tuttuğu yoldan gidilmesinden çekiniliyor. Bu programı, örgütün idaresine tam bir imanla yetiştirilmiş gençlerin alınmasıyla uygulayabileceğiz. Benim kıyafetimin engel olması yüzünden, eski dostunuz "K.B. V.4/35" kararlaştırılmış alan esaslar çerçevesinde işe başlayacaktır...........................................................
Talimatın onaylı bir suretini de Galip Bey'e gönderdiğini bildiriyor. Önceki ödenek sarf edildiği için yeniden ödenek istiyor. Gizli örgütün yayıldığını, başındaki bozgunculardan yakasını kurtaran Muhiplerimizin, şimdilik köylerde kalmak şartıyla, el altından işe başladıklarını müjdeliyor ve zatıâlilerinin son plânlarının iyi sonuç vereceğini bildiriyor. "M.K.B." düzgün Türkçesi sayesinde önemli roller çeviriyormuş..........................
. Millî Mücadele taraftarlarının, bu hükûmetin siyasî memurları üzerinde yaptıkları etkinin sonucu olarak, hayatımın korunması size emanet edilmiştir. Ben kendi kendime bu ümitle cesaret veriyorum.Hikmet ile bizzat görüştüm. Bu sefer kendisini kaypakça gördüm. Bununla birlikte kesin olarak söz verdi. "Ben merdim.Sözümden dönmem" dedi. Sivas olayını nasıl buldunuz? Biraz düzensiz ancak yavaş yavaş düzelecek............................................................................
N.B.S. 495/1" Konya'ya önem verilmesini tavsiye ediyor. Size kendisinin ağızdan anlattığı konu üzerinde dikkatini çekmemi rica ediyor. Ali Kemal Bey'in son felâketi üzerine üzüntülerinizi bildirdiğinizi söyledim. Bu zatı elde bulundurmak gerekir. Bu fırsatı kaçırmayalım. Bir hediye sunmak için en uygun zamandır.........................................................
9.R" kurye geldi. Keskin'deki teşkilat bitmiştir. Arkadaşlara propaganda için talimat verdim. Başarılarımızın ilk meyvelerini yakında toplayacağımızdan eminim üstâdım. 27/28.10.19l9 ...................  Sarayda, yeni kabine kurulması ile ilgili hazırlık ve plânların yer aldığı haberi etrafa yayılmıştır. Bu işin hızlandırılması kaçınılmazdır. Anadolu'daki örgütümüzün bazı plânları Kuva-ı Milliye'ce anlaşılmış. Özellikle Ankara ve Kayseri de aleyhimizde çalışmalar başlamıştır.
   Kürt Cemiyeti söz verdiği halde bir varlık gösteremedi. Çetelerimizden bir kısmı yok ediliyor. Ne olursa olsun tasarlanan kabine mutlaka iktidara getirilmelidir...........
   Kürt Teali Cemiyeti'ndeki yakın dostlarımızla görüştüm. Yeni geldiklerinden, birkaç gün sonra verilen talimat çerçevesinde hazırlık yapacaklarını, yalnız Kürt aşiretlerinin bulunduğu Doğu illerine gönderilecek arkadaşlar için büyük bir ödeneğe ihtiyaç olduğunu söylediler.
  "D.B.R. 3/141" den gelen mektupta gösterdiler. Urfa, Antep, Maraş ta Fransızlar aleyhine gereğinden fazla kışkırtmalar yaptıkları ve kolordu komutanının takip ettiği yumuşak politikaya rağmen, halkı kandırdıkları yazılıdır. Kabinenin başkanlığına Zeki Paşa' nın getirilmemesi ile ilgili görüş doğru değildir. Bu zat Kürtler üzerinde hâkimdir. Eski Ermeni meselesi unutulmuştur. Sizin ileri sürdüğünüz görüş, herhalde bugün için mevsimsizdir. Bunu, gereğinde başka türlü göstermek mümkündür. Üstâtça yardımlarını her dakika beklemekteyiz. Karşıdaki olayı diğerlerine de yaymaya çalışıyoruz, Bendeniz, saygılarımı sunarım. 4.11.1919 ......................................................................
   İleri sürdüğüm bu görüşle, ilmî değerinize karşı bir saygısızlıkta bulunduğum yargısına varmayınız. Çünkü, Türkiye üzerinde, sizden başka bir kuvvetin nüfuz ve egemenliğini devam ettirmesi, siyasî gayemize aykırıdır.
   Fransa, İtalya ve özellikle Amerika'nın, gerek devlet adamları ve gerek basınıyla bu kuvvete karşı gösterdikleri çeşitli eğilimler, siyasi ve askeri üstünlüğünüzle rekabete girişildiğinin açık bir delilidir................ .
Balıkesir yakınlarındaki kuvvetlerimiz bozularak kaçmış ve "A.R." de gizlenmiştir. Yeni kuvvetler hazırlanıyor. Beş bin liradan aşağı olmamak üzere ödenek istiyor. Karaman'dan "D.B.S.40/5" ten gelen mektupta, şimdilik beklemek zorunda olduklarını ve Kayseri'den "K.B.R.87/4" ten gelen mektupta da, yakında harekete geçeceklerini bildiriyor.
  Ziya Efendide "H.K.", "C.H." bölgesinde örgütlenme tamamlanmış olduğundan yalnız ödenekle oraya hareket etmek mecburiyetinde olduğunu-söylüyor                                                                                     Sait Molla- İngiliz Muhipler Cemiyeti Başkanı
                                                            ( Mart 2003-Kemalist org)
   Mondoros Mütarekesinin ardından, vatan topraklarının işgali ile birlikte, azınlıklar ve işgal kuvvetlerince kurulan bazı dernek mensupları , ülke toprakları üzerinde ki emellerini gerçekleştirme çalışmalarına ve işbirliğine giriştikleri görülüyor.
 Kürt Teali Cemiyetinin tüzüğünde bu hüküm kayıt altına alınmıştır:    “KÜRDİSTAN TEÂLİ CEMİYETİ NİZAMNAMESİ
Madde 1 - Kürtlerin menati-i umumiyesinin temin ve teshili inkişafi maksadıyle "Kürdistan Teali Cemiyeti" nâmı ile bir cemiyet teşekkül etmiştir. Merkezi İstanbul'dadır. Kürdistan'da ve indelhace sair yerlerde şubeler küşad edecektir. Aynı maksada çalışacak cemiyet ve akvam-ı saire ile teşrik-i mesai eder.
Madde 2 - Cemiyet maksadına vüsül için, her lisanda yevmi ve mevkut gazete, risale ve kitaplar neşir ve mütalâahaneler, mektepler ve matbaalar tesis edecek ve gece dersleri, konferanslar verecek ve münasip yerlere heyet-i irşadiyeler gönderecek ve her nevi müsesat-ı hayriye ve içtimaiye vücude getirecektir.
Madde 3 - Sui ahlâkla müştehir olmayan her Kürt ve Kürt olmayan ve cemiyetin maksadına hizmet etmesi memul bulunan herkes cemiyete aza olabilir.........................
Kürdistan, 1. Sene, Aded 7, 8 Şaban 1335 (8 Mayıs 1335)
İsmail Göldaş, Kürdistan Teâli Cemiyeti, İstanbul, 1991, s. 249-251 (Tunaya Çevirisi, c. II, s. 205-212).”
“1917 Ekim Komünist İhtilalinden sonra Avrupa’nın muhtelif yerlerinde (LONDRA – PARİS) Türkler aleyhine faaliyet gösteren ajanlar, aldıkları talimatlara göre, TÜRKİYE, IRAK ve İRAN’daki Kurmançları isyana teşvik için geniş çaplı bir propaganda faaliyetlerine girişmişler ve bu maksat için de bazı teşkilatlar kurmuşlardı. Bunlardan en önemlisi “Kürt Teavün (Yükselme ve yardımlaşma) Cemiyeti’dir.
    Bu cemiyetin kurulmasında özellikle SİYONİST emperyalizmin büyük çabası-olmuştur.”                                                                                                            (BÖLÜCÜ DAVRANIŞLAR VE TÜRK DEVLETİ- Em. Tümg. Aptullah KULOĞLU)                                                                                                  . Bitlis, Elazığ, Diyarbakır başta olma üzere şubeler açan bu cemiyete, bilhassa bu bölgelerde yaşayan vatanperver halkın karşı çıktığını görüyoruz.
 “ Şeyh  Sait ayaklanmasının bastırılmasına ve ona bağlı olarak Musul Sorunun çözümlenmesine rağmen, içte huzur tümüyle sağlanabilmiş değildi.”  Dr. Oğuz Aytepe-Hacettepe Üniversitesi  Atatürk İlkeleri ve-İnkılap-Tarihi-Enstitüsü)                                                                       .                                 (Toplumsal Tarih Dergisi- 1998- sayı:58)
   Musul, Kerkük Şeyh Sait isyanına kadar , Türk toprağıydı. İngiltere’nin kışkırtmasıyla başlayan Şeyh Sait isyanı ile bizden çıkan, Musul  için, Türkiye Cumhuriyetinin bir öğretim görevlisi ne diyor?
“ Musul sorununun çözümlenmesine rağmen...”  Musul’un Türk toprağı olmaktan çıkması, Oğuz Aytepe’ye göre sorunun çözülmesi manasına geliyor .
  Oğuz Aytepe’nin , “ Yeni Belgelerin Işığında Hoybun Cemiyeti” adlı yazısından bir bölümü alıyorum buraya:
“ Taşnak Partisi, Ermeni- Kürt ilişkilerinde bir anlaşma sağlanabilmesi için uzun süredir çaba harcamaktaydı. Ülke içinde ve dışında birçok Kürt önderleriyle ilişki içindeydi. 1924’de, Sevr Antlaşmasında belirlenen sınırlar ve ilkeler dahilinde Taşnak Partisi ve Kürt Milli Komitesi arasında bir antlaşma yapıldı.İskender Bey’in Ermenilerle yaptığı bu anlaşmaya göre, anlaşmazlık nedeniyle uzun zamandan beri Ermenilerin Kürtler aleyhinde yaptıkları propagandalara son vermesi kararlaştırıldı.
    Ermeniler sahip oldukları yayınlar aracılığıyla hangi memlekette olursa olsun Kürt davasını savunacaklar ve Kürtlerin birbiri ile ilişkilerine Kürt örgütü kuruluncaya kadar aracı olacaklardı. Ayrıca, “ Büyük Ermenistan” davasından da vazgeçmeyeceklerdi.” (Dr. Oğuz Aytepe Toplumsal Tarih Dergisi –1998)
    Toplumsal Tarih Dergisinin bir sonraki sayısında, Hoybun –Taşnak Antlaşmasının maddeler döküldüğünü görüyoruz. Şimdi bu maddelerin bazılarını görelim:
“Madde 1. Her iki taraf bağımsız bir Kürdistan ve birleşik bir Ermenistan’ın kurulma hakkını karşılıklı olarak tanıyarak........
Madde 2. Her iki taraf hangi toprakların Ermenistan’a, hangilerinin Kürdistan’a ait olduğuna bakmaksızın ve sadece iki ülkenin kurtuluşunu temel amaç edinmiş olarak , ortak düşmana karşı...........
  İki ulus arasında ki sınırlar aşağıda ki prensiplere göre belirlenecektir:
A- Yerli Kürt ve Ermeni nüfusunun 1914 önceki sayısı bu belirleme de temel esas olarak alınacaktır.
B- Sevres Anlaşması tarafından kabul edilen etnik ve hukuksal prensiplerini kabul etmekle birlikte bu anlaşmanın, Van, Bitlis ve Erzurum vilayetlerini Ermenistan’a bırakan 89. maddesini geçersiz saydığını, ama bununla birlikte iki tarafta söz konusu vilayetler üzerinde karşılıklı hak sahiplerine saygı göstereceklerini taahhüt ederler........
  Madde 3. Mevcut antlaşma imza sahibi taraflar arasında, ortak düşman Turani- Türk öğesine karşı savunma ve saldırma işbirliği paktı olduğundan.............
Madde 9. Taşnaksutyun Partisi ve Kürt Ulusal Cephesi Hoybun, Ermenistan ve Kürdistan’ın kendilerine ait toprakları üzerinde bağımsızlıklarının tanınmaması nedeniyle , kendilerinin Türkiye ile savaş içinde olduklarını kabul ederler..
Madde10. İki tarafın hazırladığı rapor gereğince Taşnaksutyun Partisi  askeri gücünü eylem halindeki Kürt güçlerine katacak ve söz konusu eylemler için gerekli olan silah ve mühimmatı sağlamaya çalışacaktır ............................
Madde 14. Taraflar kendilerine verilecek  toprak miktarına göre, paylarına düşecek kamu borç miktarını ödemeyi kabul edeceklerini taahhüt etmektedirler. Ayni şekilde taraflar, yabancıların madenler ve demiryolu üzerindeki daha önce kabul edilmiş tüm imtiyazlarını tanıyacaklarını kabul etmektedirler...............                    
Madde 19. Bu anlaşma Fransızca yazılmış olup iki nüshadan oluşmaktadır.                                                                                          .                                  (Toplumsal Tarih Dergisi 1998 Sayı: 59)
    Batının, Anadolu üzerinde ki emellerinin gerçekleşmesi için, bu coğrafyada kuvvetli bir Türk Devletinin kurulmuş olması, hiçbir zaman arzu edilen bir durum olmamıştır . İngiliz gizli servisinin  Ortadoğu’da ki  bir üssüne yapılan baskında aşağıda ki evraklar bulunmuştu, 1919 tarihinde. Bu evraklarda ki raporlara şu kayıtların düştüğünü görüyoruz:
“...Mezopotamya şimdi bizim olacağına göre Albay Noel’e bir Kürt Devleti kurdurup, kuzey dağlarını İngiliz kanı akıtmadan koruyabiliriz...” .                   (21 Temmuz 1919 tarihli )
...................................................
            “...Kürtlerin ve Ermenilerin diğer meseleleri beni ilgilendirmez. Bizim Kürt Meselesine verdiğimiz önem, Mezopotamya’da ki kaynaklarımız-içindir...”                                                                                                                                                                                                 .               (27 Ağustos 1919 daki Rapor)         ..........................................................................
“....KÜRTLERE HER NE KADAR İNANMASAK DA, ONLARI KULLANMAMIZ MENFAATİMİZ GEREĞİDİR. Doğu Anadolu’yu ancak savaş çıkartarak Ermenistan ve Kürdistan diye BÖLEBİLİRİZ...”                                                                                    (28Kasım1919-Tarihli-Rapor)                                                                                             
( Bölücü Davranışlar ve Türk Devleti- Em.Tümg. Aptullah Kuloğlu
  1919 yılında bölge halkını Kürtçülük etrafında toplama faaliyetlerinde bulunan, hatta konuyu Birleşmiş milletlere kadar taşıma girişiminde bulunan, Diyarbakır Ergani doğumlu( 1881) Dr. Şükrü Mehmet Sekban, daha sonra yaptığı incelemeler sonucunda gerçeği görerek, 1933 yılında Paris’te , “ Kürt Sorunu” adlı bir kitap yazdığını görüyoruz. Dr. Sekban şöyle diyordu kitabını tanıtıcı ifadelerde:
“.Gerçekte Türk ve Kürt arasında hiçbir ayrılık yoktur. Bizim aile adımız Turani’dir.Ayni ırktan olma hissi ve Turanilik gururu, onları kendi canlılıkları içinde , geçmiştekinden çok daha parlak bir hayata, mukadderata götürecektir.”     (Em.Tümg. Aptullah Kuloğlu)
  Toplumsal Tarih Dergileri için, azınlık bilgilerinin birinci ağızdan anlatıldığı  konular kadar, Türkiye üzerinde emelleri olanların son 100 yıldır dayattıkları Kürt Tezleri de büyük önem arz ediyor.
  Tarih Vakfı’nın ,” Kürtçülük” faaliyetlerine olan ilgisinin somut bir örneği de, Tarih Vakfı üyesi Hasan Cemal’in, ABD ve İngiltere’nin , akıllarında bir dizi proje ile işgal etmek üzere Irak’a saldırdıkları bir dönemde basılan, “ Kürtler” kitabı. Hasan Cemal’e göre, “Türkiye’yi çağdaşlaştıracak” “ Avrupa Projesi” kapsamında epey bir yol alınmış. Olaylara iki yönden de baktığını söylüyor.Yani hem devlet yönünden, hem de PKK yönünden. Ve devletin de bu konuda yanlışları olduğunu belirtiyor.                                           (07.04.2003-NTV –Saat 17.10)
  “........., İsmail Cem, Hasan Cemal, Nazife Cemgil, Eser Ceyhan, Prof. Dr. Yavuz Cezar...Tarih Vakfı Üyeleri-Tarih Vakfı Sitesi)
 ( Hasan Cemal  ve diğerleri!, Diyarbakır-Ergani doğumlu, Dr. Şükrü Mehmet Sekban’ın kitabını okumuşlar mıdır acaba? Kürtçülük meselesinin, uluslar arası boyut kazanmasının gerisinde yatan , emperyalizmin ekonomik kaygı ve diğer sebepleri belirgin olarak ortada iken, tek kaygı proje bedelinin ödenmiş olmasından mı kaynaklanmaktadır?)
    Hasan Cemal  kendisi gibi bazı , Tarih Vakfı üyelerinin yer aldığı 20 Nisan 2003 tarihli Milliyet Gazetesinde, “Kürtler” kitabının basımının ardından yaşadıklarını anlatmış olduğu, “Kitaplı Düşünmek” adlı yazısında:
“ Virüs gibi! Bir kere girdi mi, durmuyor. Biri biterken, öbürünün taslakları gelmeye başlıyor. Belki de hastalık. İyi mi, kötü mü? Bilmem. Siz ne diyorsunuz?” diyor. (Hasan Cemal-Kitaplı Düşünmek-20.04.2003-Milliyet)
  Hasan Cemal doğrusu , çok iyi tanımlamış ilham kaynağını. Aynen virüs gibi! Fikir yapısına yerleşmiş bulunan, emperyalist virüsler, kendisini sürekli uyarırınca, ortaya  böyle virüs gibi toplumu biçmeye yönelik eserler çıkıyor demek ki.  Emperyalist devletlerin paralelinde , onların projelerini uygulamaya yönelik bu  tür  kitap, toplantı, müzik çalışmaları ..vb. faaliyetler hep oldu, olacak.
  Aradan birkaç yüz yıl geçtiğinde, bu ve benzeri kişiler, içinde yaşadıkları milletin gerisinde kalan , işbirlikçi  nitelenecek  kişiler olarak tarihte yerini alacaktır.
   Halbuki 1800 lü yıllardan beri , batı destekli bu tür ayrımcılık hareketlerinde , tek yön var. O da Türk devletinin mümkün olduğunca bölünerek, rahat bir şekilde sömürülmesine fırsat tanınması. Kürtçülük meselesinde tek bakış vardır. O da Türk topraklarının bölünerek, zenginliklerinin ele geçirilmesi , Hıristiyan  ve Yahudi tarihi merkezlerine  ulaşmadır mesele. Bunun içinde, Türk’ün can damarını kesmede en küçük bir tereddüt göstermeyecekleri anlaşılmaktadır.
  Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı’nın aylık yayın organı , Toplumsal Tarih Dergisi şubat 2000 sayısında, “Rohat Alakom’un Kürtler ve Vikingler” başlıklı yazısında  şu konu işlenmiştir:
“ İsveç’te bulunan Kürt sikkelerinden de yararlanarak, Bizans döneminde Anadolu’ya gelen Vikinglerin Kürt beylikleri ile ilişkilerini inceliyor.”(Toplumsal Tarih Dergisi- Şubat 2000- Kürtler ve Vikingler-Rohat Alakom)
   İsveç’te ki Türk Büyükelçiliğinin(Stockholm)  gün aşırı uğradığı PKK baskınlarını önleyemeyen, bu sebeple elçiliğin çerçevelerinin tel örgü ile kapatıldığını gördüğüm için, PKK(Yeni adı KADEK temsilcilerinin, çoğunun devlet konukevlerinde kaldıklarını, arkalandıkları anlatıldığından dolayıdır ki)) soyguncu dedeleri Vikinglerin Kürtlerle ilişkileri olduğunu ispatlamaya çalışan araştırmaya pek şaşırmadım.
 “....KÜRTLERE HER NE KADAR İNANMASAK DA, ONLARI KULLANMAMIZ MENFAATİMİZ GEREĞİDİR. Doğu Anadolu’yu ancak savaş çıkartarak Ermenistan ve Kürdistan diye BÖLEBİLİRİZ.   İşte her şeyin özü bu cümlelerde saklıdır. Gerisi boş laftır. Batının Anadolu toprakları üzerinde ki yaklaşımlarında ki düşünceleri budur. Dün böyleydi, bugün böyledir, yarın da yine böyle olacaktır.
   Tarih Vakfı yayın organı,  Toplumsal Tarih dergisi Mart 2003 sayısında, Türk topraklarına göz diken emperyalist menşeli Kürt Teali Cemiyetinin kadın versiyonu ile ilgili bir dernek hakkında bilgi vermektedir.  Yazıda Kürt kadınlarının da erkeklerinden geri kalmayan, davalarına!! Hizmet eden, kahraman bir konumda gösterilmekte adeta onları kışkırtmaktadır.Bu konuda “ Kürt Kadınları Teali Cemiyeti” yazısının yazarı AB’nin Kürt konusuna bakışını şöyle anlattığını görüyoruz:                                                                         “Son yirmi yılda, özellikle Avrupa Birliği'nin telkinleri ve ülkemizde giderek artan demokratikleşme akımının da etkisiyle, Kürt tarihi ve Kürt kültürü konusunda bir "aydınlanma" dönemi yaşandı.                                                                                                   .                                                                         Yavuz Selim Karakışla     
   Yine Avrupa’dan bu sefer başka bir yazarın, Kürt konusuna bakış açısını gözden geçirelim:
“Bu kaynakların 270'i Rus, 182'si İngiliz, 157'si Fransız yazar ve kurumu tarafından yazılmış.
yunus.hacettepe.edu.tr/~dogan/8.html - 7k - Önbellek - Benzer sayfalar”
“Yeni Bir Kitap "KÜRTLER" Bir Halkın Tarihi ve Kaderi
1995 yılında Avusturyalı Profesör Erich Feigl tarafından yazılan "Die KURDEN" adlı kitap Münih'teki Üniversitats Verlag tarafından yayınlandı. Son 6 yılda 6 tarihi kitabı yayınlanan, bir çok belgesel filmin yönetmenliğini yapan Prof. Feigl'in bu Almanca kitabının tüm Almanca bilen vatandaşlarımızın özellikle Kürt vatandaşlarının okumalarını salık verirken..............
132 orijinal belge, fotoğraf ve harita içeren, 220 kaynaktan yararlanılan 286 sayfalık kitap belki de benzerleri arasında en gerçekçi, ciddi araştırma ürünü........................
   Yazar ayrıca 1000 yıl bir arada yaşayan, aynı kaderi paylaşan, ortak düşmanlara karşı birlikte savaşan, karşılıklı evlenen ve karma aileler oluşturan Anadolu ve Kürt Türkleri'nin birbirlerinden ayrılamayacağı, bağımsız bir Kürt devletinin olamayacağı sonucuna varıyor. En iyi çözümün karşılıklı anlayışla bir arada yaşamaya dayanması gerektiğini söylüyor. Kürt probleminin de İngiltere'nin ve Rusya'nın zorlaması ile ortaya çıktığını ifade ediyor..
Mehmet-Doğan-Hacettepe-Üniversitesi”                                                                    
(Atatürk Tarih, Dil, Kültür Yüksek Kurulu Bilge Dergisi Güz Sayı 10 s.80 1996)
KARDEŞ!   KURULUŞLAR
    Tarih Vakfı,  tüzüğündeki amaçları doğrultusunda  vakıf, dernek  ve benzeri kuruluşlarla işbirliğine gitmektedir. Kuruluşunun 10. yılına, yeni  projeler ve yeni  kampanyalar ile girdiği görülüyor. Tarih Vakfına 2002 ocağından itibaren yeni üye alınamayacağı için(Yeni Medeni Kanuna göre), “Tarih Dostları” adı altında yeni bir üyelik sistemi başlatıldığını belirtmiştim.
  Diğer bir projesi ise, “ Kardeş Kuruluşlar”. Bunu şöyle açıklıyor Tarih Vakfı:                                                                                                                “Vakıf, sivil toplum kuruluşu olmanın gerekliliklerini yerine getirme çerçevesinde, ortak ilkeleri paylaştığı bazı kuruluşlarla "Kardeş Kuruluş Protokolleri" imzalamak için geçtiğimiz aylarda harekete geçti. Tarih Vakıfı, bu protokollerle kardeş kuruluşların yalnızca yöneticileri değil, üyeleri arasında da bir iletişim kurulmasını ve ortak amaçların ortak çabalara-dönüştürülmesini-planlıyor.”                                                                 .                                                    (Tarih Vakfından Haberler – 110)
   Tarih Vakfıyla kardeş kuruluş protokolü imzalayanlar; Tarih Vakfının kendi üyelerine tanıdığı indirimlerden faydalandıklarını öğreniyoruz.
   Tarih Vakfı’nın, CNNTürk le de işbirliği  yaptığını görüyoruz. Bu işbirliği çerçevesinde, Tarih Vakfının yaptığı gezilere, “ Gezgin” adlı programın ekiplerini yollayacağını, çekimlerin daha  sonra yayınlanacağını öğreniyorum. Tarih Vakfı ve CNNTürk işbirliklerini daha geniş alanlarda da sürdürmeyi planladıkları belirtiliyor. CNN Türk’ün bazı görevlilerinin, Tarih Vakfına üye olmasının bu işbirliğini daha manalı kıldığını söylemek olası.                          (Tarih Vakfı Sitesi- Aylık Haber Bülteni 110)
  Tarih Vakfının, Tepe Akfen Vie( TAV)  ve İKON işbirliği ile, Atatürk Havaalanı dış hatlar terminalinde, “ Dünya Kenti İstanbul” etkinliğini gerçekleştireceğini öğreniyoruz. Daha önce yapılan İstanbul sergisinde, İstanbul’un kimliği konusunda şüpheye düşüldüğünü  sanırım hatırlıyorsunuzdur. Sergiyi gezenler İstanbul’un Türk kenti olmadığı izlenimini edindiklerini belirtmişlerdi. Kısacası bu sergi., İstanbul’un Türk olmadığı tezinden hareketle hazırlandığı için, bu tür duyguları çok normal buluyorum.
   Sürekli “Ötekileştirici Türk Tarihinden !” şikayet eden Tarih Vakfı , “Dünya Kenti İstanbul Sergisinde” 1453 ten beri Türk kenti olan İstanbul’da “Türkleri Öteleyerek” , “Ötekileştirici”nin kimler olduğunu ortaya çıkarmıştır.
   Dünya Kenti İstanbul sergisi için ,”Beyoğlu Pera kültürüydü zihinlerde kalan” diyordu Mümtaz Soysal. . “Sanırsınız ki İstanbul’da , Türk hariç herkes yaşamış.” Diye de devam ediyordu.
 Açılmış ve açılacak olan bu tür sergilerin muhtevası ile, kültür hayatımız zehirlenirken, yabancılara verilen mesajda netleşiyor.” Biz alt yapıyı hazırlıyoruz, sizler de çabuk olun.”Tarih Vakfı, Atlas Dergisi ile de bir dizi işbirliği çalışmalarına girdiğini görüyoruz. Cumhuriyetin 75. yıl kutlamaları esnasında liseler arasında yapılan ,” Yerel Tarih araştırmaları” yarışmasının, 2001 eylülünde yeniden yapılması kararını alıyorlar.
  Atlas Dergisi ve Tarih Vakfı arasında, tarih ve coğrafya konularında çakışan alanlarda,  panel, konferans gibi etkinlikler düzenlemek konularında anlaştıklarını görüyoruz.
  Tarih Vakfınca geliştirilen, “ Anadolu Halk Kültürleri Araştırma Merkezine”, Atlas Dergisince destek verilmesi ve ortak bir “ Hasankeyf” projesi gerçekleştirme konusunda çalışıp, hayata geçireceklerini öğreniyoruz.İstanbul Bilgi Üniversitesi ile de olumlu diyalog kurduklarını belirtiyor, Tarih Vakfı.
    115 nolu Haber Bülteninden, Tarih Vakfı’nın, binaya ihtiyacı olduğunu öğreniyoruz.Çalışmalarını, İstanbul’da, Nişantaşı, Beşiktaş, Eminönü ve Sultanahmet'te sürdüren vakfın, bir de deposu olduğunu biliyoruz. Tamamının bir araya toplanması için, 1000 metrekarelik bir yer aradıklarını öğreniyoruz. Türk Kültür hayatına böylesine büyük hizmet veren!!, Tarih vakfına aslında , Darphane-i Amire yetmez,Topkapı Sarayını da vermek gerekir.
    Tarih Vakfı, TÜSİAD’la birlikte işbirliğine giderek , “Türkiye’de Coğrafya Eğitimi” konulu bir atölye yaptıklarını ve takiben de alternatif bir coğrafya kitabı yayınladıklarını biliyoruz. Bu projenin danışmanı  Prof. Dr. Füsun Üstel, TÜSİAD Yönetim Kurulu Üyesi Nuri Çolakoğlu, Atlas Dergisi Yayın Yönetmeni Özcan Yüksek, Eyüboğlu Lisesi Coğrafya Öğretmeği Figen Alp ve Tarih Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. İlhan Tekeli . (Proje danışmanı olarak adı geçen Füsun Üstel’de Tarih Vakfı Üyesidir)( 6 Ekim 2001)
  Tarih Vakfı onlarca işbirliğinin ardından ilk kardeş kuruluşu bulduğu anlaşılıyor. “ Türk Tabipler Birliği” (22 Ağustos 2001)
  Yeni bir kardeş kuruluş olarak, İstanbul Rehberler Odasını görüyor ve bu anlamlı beraberliğin , Tarih Vakfının amaçlarına göstermeye uygun olduğu kanaatine varıyorum.
    Vakfın araştırmalarının, rehberler odasınca da tasdiklenmesi ile, İstanbul’daki tarihi eserler  vakfın belirlediği kıstaslar çerçevesinde ele alınacağı hemen anlaşılıyor. 21 Ocak 2002’de imzalanan protokol ile işbirliği resmen başlamış oluyor.
  Tarih Vakfının, kardeşi midir yoksa hedefleri doğrultusunda birleştiği bir dernek midir bilinmez, “ Helsinki Yurttaşlar Derneği” 2002 temmuz başında bir toplantı düzenlediğini, konusunun “ Türkiye Ermenistan Diyalogu İçin Sivil Yaklaşımlar” olduğunu öğreniyoruz. Gayesi ise, “Ermenistan ve Türkiye arasında ki resmi gerginliğin , sivil halka yansıması ve olumsuz etkilerinin araştırılması. “
 Toplantı süresince, “ Ermeni Soykırımı” ve “ Ermenistanlı Terör Örgütleri” konusuna değinildiğini söylüyor haber ajansı.
Toplantının ana başlıkları:
• Mevcut Durum Tespiti
• Bugünkü Gerginliğin Tarihsel Arka Planı
• İlişkilerde Medya ve Entelektüellerin Rolü
•  Gelecek İçin Çözüm Önerileri,  şeklinde idi.
  Toplantıyı düzenleyenler, resmi kulvarın dışında sivil diyaloğu geliştirmek, için bu toplantıyı düzenlediklerini söylediler. Toplantı , Taksim Divan Otelinde , cumartesi günü yapılmıştır..
 Şimdi konuşmacılar ve konularına bakalım:                                                   “Prof. Dr. Halil Berktay, "Entelektüellerin Rolü: Bilimsel Ahlak ve Milliyetçilik" başlıklı konuşmasında, "1915 yılında yüz binlerce insanın sadece Ermeni olduğu için katledildiğini ve zorunlu göçe maruz-kaldığını"-söyledi.

Berktay, yazar Kamuran Gürün'ün "Ermeni Dosyası" kitabında katledilen insan sayısını 400 bin olarak açıkladığını fakat Ermeni Diasporasının kayıtlarında bu rakamın daha da arttığını belirtti:
"Devlet, ölümlerin kazara olduğunu savunuyor ama 400 bin insan kazara ölmez. Hiçbir dürüst tarihçi bunun aksini iddia edemez.-Prof.Dr.Halil Berktay"
                        (BİA Haber Merkezi -01.07.2002    Hamza AKTAN)
   Halil Berktay, sözde Ermeni Soykırımı hakkında ki görüşlerine devam ettiğini görüyoruz(Halil Berktay, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfi ile Helsinki Yurttaşlar Derneği kurucu üyesidir. Toplumsal Tarih dergisinin yazı kurulunda, Journal of Peasant Studies'in yayın danışma kurulunda yer almaktadır.).
“* Yüksek Öğrenim Kurumu (YÖK), Ermeni soykırımı tezinin çürütülmesi için "sonucu önceden belli tezler" hazırlatıyor.
* Halk, Ermeni Soykırımı hakkında bilgisi olmadığı için doğruları da fark edemiyor. Benim için iki devlet arasında müzakereler ile anlaşmalara varılmasının bir önemi yok. Önemli olan, bu konunun iki halk arasında tartışılmasıdır.

* Devlet bile soykırım hakkında "Bunlar, savaş koşullarında oldu, ölümler bizim dışımızda gelişti" diyerek olayı kabul ederken bunu bile kabul etmeyen bir entelektüel kesim var. Bu kesim resmi tezin hareket alanının da geniş olmasına olanak sağlıyor .”                          (Prof.Dr.Halil Berktay- BİA Haber Merkezi -01.07.2002    Hamza AKTAN
   Toplantıya katılan, Agos Gazetesi genel yayın yönetmeni, Hrant Dink’in , düzenlenen toplantının resmi kurumlar dışında düzenlenen bir organizasyon olduğunu söylediğini görüyoruz. Ayni Hrant Dink, Tarih Vakfının düzenlediği, “ Tabularımız ve Tarihçiliğimiz” , Diyarbakır’da             “ İnsan Hakları Semineri” ve benzeri toplantılarda karşımıza çıkmıştı.
  Hrant Dink , katıldığı toplantıda:
“Tarihi göz ardı etmeden ama tarihin önümüzü kapatmasına da izin vermeden ilişkilerin eksik olduğu her alanda yapıcı projeler üretmeye çalışacağız. Her iki halkın böyle bir diyaloga hazır olmaması için ciddi nedenler var gibi gözüküyor. Ama bence hazır olmamaları için bir gerekçe de yok.
 Maalesef, Türk medyasının Ermenilere dair iyi şeyleri yansıtma alışkanlığı yok ama biz bu alışkanlığı da kazandırmaya çalışacağız.” Demiştir.
  İki halk arasındaki  yanlış anlaşılmada Medyanın rolünün önemine değinen gazeteci Rıdvan Akar, Ermeniler hakkında olumsuz şeyler yazılmasından bahsetti. Verdiği örneğe bir bakalım:                                                    
“Medya, 'terörist' kabul ettiği örgütlere genellikle 'Ermeni' deyimini uygun görüyor. Özellikle Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu (ASALA) örgütünün eylemlerinden sonra basın, gözle görülür bir biçimde Ermenileri düşman kabul etti."
  Şimdi toplantıya kimlerin katıldığını bir görelim:
    Toplantıya katılan Türkiyeli! yazar ve gazetecilerden bazıları şunlar:
Murat Belge, Halil Berktay, Mete Tunçay, Füsun Üstel, Mensur Akgün, Ferhat Kentel, Yıldırım Türker Ece Temelkuran, Murat Çelikkan, Nilgün Uysal, Rıdvan Akar, Sinan Gökçen, Ali Bayramoğlu, Murat İnceoğlu. (HA/BB/NK)
  Katılanların çoğunun Tarih Vakfı üyesi olduğunu görüyoruz. Bu tür faaliyetler için sadece üye olacak diye bir mevzu tabi ki kısır bir döngü olur. Çünkü 2002 ocağından sonra vakıflara üye kaydı yapılamadığı için, her  STK bir başka usül buldu.(Örneğin Tarih Vakfı yapılanması Tarih Dostları adı ile devam ettirdi.) Helsinki Yurttaşlar Derneğinin kurucu üyelerinin , tamamına yakını Tarih Vakfı üyesidir.(Kim tavuk kim yumurta yada kümes sahibi kim, iyi düşünmek gerekiyor.) Helsinki Yurttaşlar Derneğinin Kurucu üyelerinden bazıları:( Adalet Ağaoğlu, Ercan Karakaş, Halil Berktay, İlhan Tekeli, Mete Tunçay, Murat Belge, Orhan Pamuk, Osman Kavala, T.Ziya Ekinci, Murtaza Çelikel vb.)  “Helsinki Yurttaşlar Derneği Başkanı, Murat Belge”, Mehmet Ali Birand, Ali Bulaç, Murat Karayalçın, Şerafettin Elçi, Bülent Tanör, Emil Galip Sandalcı, İştar Bedriye Gözaydın, Süleyman Çelebi, Ümit Kıvanç............)(Helsinki Yurttaşlar Derneği Kurucu Üyeleri)
    Yapılan toplantının, Türk  Devletinin Milli amaç ve hedefleri ile hiçbir ilgisi yoktur. Yapılmak istenen, Türk Devletinin kabul etmediği, “ Sözde Ermeni Soykırımı”nın sivil inisiyatifçe kabul edildiği gerçeğini sunarak, Türk Devletini  köşeye sıkıştırma eylemidir.
   Ermeni ve Türk Halkı arasında yakınlaştırma sağlanacaksa, “ Sözde Ermeni Soykırımı” vardır tezi niye kabul ediliyor? Bunun kabulü ile iki halk nasıl birbirine yakınlaşacaktır? Bunun kabulü , bir çok devletçe kabul edilen, “ Ermeni Soy kırımı Tasarısının” bir sonraki evresi,  Ermenilerin   Türkiye’den toprak tazmin etme noktasına uzanmakta olduğu, Helsinki Yurttaşlar Derneği üyelerince, görülememekte midir?
 Bu nasıl olacaktır? Sevr anlaşmasını reddeden Türk toplumunu, yine bu anlaşmanın maddelerine hapsederek  Ermenilerin Doğu üzerinde hak iddia etmesine yönelik olacaktır.
 Helsinki Yurttaşlar Derneğinin dış bağlantılarını araştırdığımızda, karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor:                                                                          “Böll Vakfı, Türkiye’de uzmanlaştığı başlıca üç konuda faaliyet göstermektedir: Birincisi, “insan hakları” konusu ki, en yoğun işbirliği yaptıkları Türk sivil toplum kuruluşları arasında İstanbul Barosu, İnsan Hakları Derneği, Helsinki Yurttaşlar Derneği, KOMKAR, Düşünce Suçuna Karşı Girişim, Alternatif Toplum Merkezi, Mazlum-Der, Türkiye İnsan Hakları Vakfı vd. bulunmaktadır. Bu kuruluşlarla müşterek panel, sempozyum, atölye çalışmaları ve benzeri etkinliklerde,.........”               (Dr. Necip Hablemitoğlu- Türkiye’de ki Alman Vakıfları  Raporu 4)
   ABD ve AB’e mensup devletler” Ermeni Soykırımı” ile ilgili mevzuyu kanunlaştırırken bizde ki bazı proje bedelleri ödenmiş Sivil Toplum Kuruluşları da “ Sözde Ermeni Soykırımı” nı , sivil insiyatif olarak tanımakta “ Böyle bir soy kırım “ olmuştur diyerek, emperyalizme yardım etmektedirler. Bu arada İngiltere arşivlerinden de ,” Ermenilere ait Belgeler” çalınmakta olduğunu duyuyoruz:
“ERMENİ BELGELERİ ÇALINIYOR
(Arkadaşımız Faruk Zabcı  Prof. Selahi Sonyel ile görüştü)
   İNGİLİZ arşivlerindeki gizli belgeleri 30 yıldır inceleyen Profesör Selahi Sonyel, Hürriyet’e, İngiliz Gizli Devlet Arşivleri’ndeki sözde Ermeni soykırımı iddialarını çürüten birçok belgenin çalındığını ve eldeki belgelerin bir kısmının sahte olduğunu açıkladı.
      İngiliz gizli belgelerinden derleyerek İngilizce, ’Güçlü Devletlerin Kurbanı Osmanlı Ermenileri’ adlı bir kitap yayınlayan Sonyel, sözde soykırımın kanıtı olmadığından sahte belge üretildiğine dikkat çekti. 19’uncu yüzyılın başından 1967 yılına kadar tüm belgeleri tek tek inceleyen Kıbrıslı Türk tarihçi, ortaya çıkardığı gerçeği şöyle anlattı.

  On yıl öncesine kadar belgeler arasında olan, Ermeniler aleyhine olan bazı belgelerin çalındığını söyleyen ünlü araştırmacı, ’Bu belgeler çalındığı gibi, sözde Ermeni soykırımı iddialarını kuvvetlendirmek için sahte belgeler de üretildiğini saptadım. Sahte olduğunu İngilizler de biliyor ama onlar her şeyi saklarlar.
                                             (Hürriyet- 11.06.1998- Faruk Zabcı)

   Belirli vakıf yada dernek mensubu kişilerin  son yıllarda yaptıkları bütün etkinliklerin hedefinin tek yönü vardır, o da azınlıklara ait yapıların ortaya çıkarılması, yapının mimarı yabancı ise bunun belirtilmesi, Türk unsuru dışında ki eserlerin envarterinin tespiti, Milli politika karşıtı politika üretilip devletin köşeye sıkıştırılması, çeşitli Sivil Toplum Kuruluşları ile devletin görev alanlarına girmek, STK lar yolu ile Türk Halkını devletinin karşısına çıkacak politikaların içine çekerek bu konuda eğitmek............vb.
   Tarih Vakfı, Helsinki Yurttaşlar Derneğinin bütün etkinliklerinde boy gösteren Prof. Dr. Murat Belge son olarak , “T Vitamini Şirketi” nin düzenlediği Boğaziçi turlarında katılımcılara Tarih! Bilgisi veriyor.
   “ Şirketin kurucu ortağı Erhan Eren, T Vitamini ismini çok özel seçtiklerini söylüyor: Üç yıllık bir şirketiz. Bu şirketi tarihimize giren virüsleri temizlemek için kurduk. Her sabah alınan bir T vitamini tableti, tarih bilincimizi kazanmamızı sağlayacak......”                                                   
( Bayhan Gülerhan-28 Haziran 2003—Çilingir Sofrası Tadında Tarih- AKŞAM)
   Millet   kavramını reddeten eski marksist yeni küreselleşmeci Murat Belge’nin bahsettiği virüs nedir? Kazanılacak tarih bilinci ile ne demek istemektedir? Boşlukta asılı bu “Tarih” kelimesinin önünde ki gizli kelime nedir? Türk Toplumu , hangi topluma yada toplumlara ait tarih bilgileri öğrenerek, tarih bilincine kavuşacaktır?
  “ Murat Belge, son zamanlarda kültürel turlara ilginin arttığını, tarih bilincinin oluşmaya başladığını anlatıyor. İstanbul’da yaşanmış hikayeleri adeta bir çilingir sofrası tadında misafirlere anlatırken kendisi de çok keyifleniyor. Zaten Anadoluhisarı’nda verilen yemek molası için rakısını da yanında getirmiş. Bir elinde mikrofon, bir elinde kadeh, başlıyor anlatmaya.
  Her semte önce isminin hikayesiyle giriyoruz. Mesela Üsküdar ismi Romalılar’ın  Skutaryan askeri birliğinden geliyormuş, Arnavutköy ise aslında Rumlar’ın çoğunlukta olduğu bir yermiş. Nazım Hikmet ve sosyalist örgüt liderlerinin yaşadığı Kuzguncuk’u  60’larda Türk solunun çıktığı yer olarak ilan eden Belge, Ortaköy Camii dahil birçok görkemli yapıyı inşaa eden Balyan ailesine hepimiz adına teşekkür ediyor...” ..          
 (Bayhan Gülerhan-28 Haziran 2003—Çilingir Sofrası Tadında Tarih- AKŞAM)
  Murat Belge’nin çilingir sofrası tadında sunduğu tarihle verdiği bilgilerle, “Türk solunun ilk adresini, Rumların çoğunlukla yaşadığı yeri  ve Ortaköy Camii’ni inşa eden Ermeni Balyan ailesini öğreniyoruz. Evet , rakı eşliğinde Murat Belge’nin yukarıda örneği görülen bilgileriyle tarih bilincine kavuşabilir miyiz dersiniz?
  Anlaşılan Murat Belge’nin tarih kavramına sığdırabildikleri bunlar. Anlattıklarının dışındaki Türk Tarihinin ana taşları olaylar ise virüs! Hedef Anadolu’da ki Türk hakimiyetini önce kültürel olarak kırmak. Bu sebeple seçilen kitlelere Anadolu’nun Türkler öncesi milletlerinin ve bugünlere kalmış eserlerinin çıkarılarak tanıtılması bu sebeptendir.
  Tarih Vakfı yada yandaş dernek ve vakıflarının dillerinden düşürmedikleri soyut bir “ Tarih” kavramının aslını, Türk insanından saklamakta bütün etkinliklerini de “ Tarih” adı altında yapmaktadırlar. Şu ana kadar görülen o dur ki  bu “Tarih” içinde , “Türk Tarihi” kesinlikle yoktur. Türk Tarihini şovenist bulup, Türk insanını geçmişinden koparma faaliyetleri yapan Tarih Vakfı ve yandaşları ,Türk Tarihini değiştirip yerine başka medeniyetlere ait tarihi öğretme çalışmalarını , Avrupa Birliği, UNESCO ve başka Uluslar arası!! Kuruluşların telkin ve direktifleri ile yaparken, Türkiye Cumhuriyetinin Mili Eğitim Bakanlığı da bu çalışmaların içinde yer almaktadır.Ustaca hazırlanmış bir proje ile, yapılanlar Türk insanının gözünden kaçırılmakta, hedefe yürürkende onların desteği alınmaktadır. Türkiye Devletinin, kendini koruma mekanizması nerededir? Yoksa bu mekanizma, rahmetli Hablemitoğlu’nun dediği gibi çökertilmiş midir?
  Tarih Vakfının yaptığı ve sunduğu bir çok etkinlikte görülüyor ki bu ülke insanı   1919 daki olumsuzlukları yaşamamış, toprakları da  işgal edilmemiştir. Sanki ülke toprakları üzerinde yaşayan azınlıklarda , ellerine geçirdikleri  her fırsatta , altımızı oymamıştır. Hatta bu konu sulandırılmakta, azınlıkları göklere çıkaran projeler yapılarak, geçmişi tamamen unutmuş yeni bir nesil yetiştirilmek istenmektedir. Geçmişi unutan bu insanları yönetmek ve belirli hedeflere yönlendirmek ise çok kolay olacaktır.
   Tarih Vakfı , Türk Milletinin zihninde ki  acı hatıraları yok edip, onu köle haline getirmeye yönelik  faaliyetleri içinde olmasına  , daha önce değinilmişti “ Tarih Kitaplarının Değişimi” projeleri için, öğünerek diyorlardı ki:
“ Tarih Vakfı şovenist  ve ötekileştirici olmayan bir tarih anlayışını...”
  Türk Milleti, tarihinin her evresinde ne yazık ki hep bu ötekiler yüzünden sırtından vurulmuştur. Fakat bundan ders almadığı  ve onları öteki kabul etmediği içindir ki tekrar sırtından vurulmaktadır. Türk insanı da ne şovenist ne de ötekileştirici olmadığı için  şu anda içinde bulunduğu duruma düşürülmüştür.  Peki istenen şey nedir?
  İstenen, Türk Milletinin son savunma mekanizmasının da kırılarak, bulunduğu topraklar üzerinde , geçmişi ve geleceği olmayan milenyum  köleleri halinde yaşamasına  müsaade edileceği gerçeğidir. Ülkemizin yer altı ve yer üstü zenginliklerinin , dış güçlerce hoyratça kullanılması  ve ekonomik açıdan esir alınmamız , siyasi yönden teslim olmamız yetmemiştir.
  Sınır , Türklüğe gelip dayanmıştır. “ Geçmişimiz ve geleceğimizden, Türklüğümüzden vazgeçmemiz “sık sık  AB ce dayatılmaktadır. Bölge üzerinde ki hesapları Türkiye’nin bu rolü kabullenmesinden geçen, dost , müttefik ve stratejik ortak ABD!! tarafından ise AB’ye doğru  sürekli itildiğimize şahit olmaktayız.
    Tarih Vakfı’nın, birlikte faaliyet yaptığı sivil toplum kuruluşlarından birisi de, TÜSİAD.  Birlikte coğrafya Kitabını değiştirmeye karar vermişler, alternatif bir de kitap hazırlamışlardı. Bu ülkenin teknolojik ve sosyolojik açıdan geri kalmasına galiba tek sebep, ders kitaplarımız.
  Bu konuda bize bilgi veren İbrahim Kiras’ın yazdıklarına bir bakalım:      “Tarih Vakfı, Türkiye’nin Avrupa Birliği sistemine “uyumu” yolunda çaba harcayan kurumlardan biri.
    Tarih üzerine yapılan çalışmaların veya tarih üzerine araştırmalar yapan bir kuruluşun AB’ne uyum konusuyla ne ilgisi olabilir, diye düşünebilirsiniz.
   Zamanında sosyal demokrat yerel iktidarın desteğini arkasına alarak temeli atılan Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, benzeri başka sivil toplum kuruluşları (NGO) gibi Türkiye’nin kültür yapısının Avrupa ölçülerine uygun olması için çalışma yürütüyor. İlhan Tekeli’nin önderliği altında çalışan Tarih Vakfı’nın temel konusu tarih, ama, bundan bir süre önce Türkiye’deki coğrafya eğitiminin “çağdaşlaştırılması” amacına yönelik bir çalışma (TÜSİAD’la birlikte) yürütmüş ve hatta bir alternatif coğrafya ders kitabı yayımlamıştı.
    Kendilerini pek de ilgilendirmemesi beklenen “coğrafya eğitimi” alanında bir çalışma yürütmek fikri Tarih Vakfı’nın veya TÜSİAD’ın yöneticilerinin aklına birden bire gelmiş olamaz. Bu gibi konular genellikle Avrupa merkezli kurumlarca gündeme getiriliyor ve yine bu kurumların finansal desteğiyle Türkiye’de de bu konularda-çalışma-yapılıyor.”                                                                                                .                             (İbrahim Kiras- Gerçek Hayat, 12 Nisan 2002)
Vakfın en çok önem verdiği bilgi, belge ve arşivcilik konularını içeren Bilgi Belge Merkezinin hazırlık çalışmalarının 1991 eylülünde başladığını, haziran 1992 de de kurulduğunu biliyoruz.( Tarih Vakfı Sitesi- Etkinlikler) Bu bilgi ve belgeler nerede kullanılır? Bunun cevabının “tarih alanı “ olması gerekir. Peki öyle mi?
Tarih Vakfı’nın “Uluslar arası işbirliği “çerçevesinde FID ‘e üye olduğunu öğreniyoruz. (1 Ocak 1994- Toplumsal Tarih Dergisi ) Bu şöyle açıklanmış,                                                                                                                  “ BBM(Bilgi Belge Merkezi), Uluslar arası Enformasyon ve Dokümantasyon Üyesi”
    BBM yani Bilgi Belge Merkezi, Tarih Vakfının bir parçası. Niye direk olarak Tarih Vakfı değil de, onun Bilgi Belge Merkezi anlaşılır değil. Bu ve benzeri vakıfların diğer kelime oyunları gibi bir şey mi, yoksa hakikaten öyle mi? “Hani Tarih Araştırmak” cümlesinde ki “Tarih”in ustaca kullanılması gibi. Yarın her hangi bir durum olursa; “ Biz FID’a üye değiliz, bizim Bilgi Belge Merkezimiz üye” gibi bir şey olabilir mi? Olur mu olur.
   Vakfın bir bölümü(beyni), Uluslararası bir arşiv kuruluşuna üye olmuş oluyor Türkçe’si. 1895 yılında ABD’de kurulmuş FID. Adına uluslar arası denilen bu örgütte hangi uluslar görev almıştır!? Resmi yada özel  bir kuruluş mudur?  Yoksa ABD de faaliyet gösteren bütün kuruluşlar Uluslar arası !! nitelik mi kazanmaktadır? Uluslar arası Arşiv Örgütünün faaliyetlerini yedi program etrafında örgütlediğini öğreniyoruz, bunlar :
“ Mesleki Gelişme, ticarî, malî, sınaî bilgi, enformasyon politikası, enformasyon bilimi, enformasyon ve komünikasyon teknolojisi, bilgi işleme ve ürün, bilgi yönetimi” olduğunu öğreniyoruz. Kısacası hayatın her safhasında ki bilgi belge niteliğinde ki bütün dokümanlar demektir tercümesi. FID’a üyelik beş kategoride  oluyor:
• Ulusal Üyelik ( Her ülke için bir temsilci kurum)
• Uluslar arası üyelik
• Kurumsal Üyelik
• Bireysel Üyelik
• Sponsor Üyelik
  Tarih Vakfının , kurumsal olarak üye olduğu FID adlı federasyonun amacı nedir? Dünya çapında toplanan bu belge, bilgi kısacası arşiv, kim yada kimlere hizmet etmektedir?  Tarih Vakfının  büyük çalışmalarla topladığı, Türk devletinin resmi özel arşiv ve bilgilerinin bir nüshası da FID’e gitmekte midir? Gidiyorsa ne için gitmektedir? Örneğin, “ Tarişbank’ın arşivi ile FID’ın ne ilgisi vardır?” Arşivlerde ki bu bilgiler ışığında milletlerin hareket tarzları, olaylar karşısında ki refleksleri ve benzeri şeyler belirlenip ona göre projeler mi geliştiriliyor? Ülkede ki devlete ait kurum ve kuruluşların özelleştirme adı altında, yabancı şirketlere satılması gibi küçük bir amaca hizmet olarak göremiyorum hadiseyi.. Bilim kuruluna, teknolojik çalışmalara üyeliği anlayabilirim de, “ FID” a üyeliği hakikaten anlayamıyorum. Tarih Vakfı’nın ocak 1994 de ki bu bilgisinden başka, FID hakkında hiçbir açıklama artık yer almıyor. FID (Uluslar arası Enformasyon ve Dokümantasyon Merkezi) Türkiye’ye ve Türk insanına faydalı bir merkezse, niye bir daha bahsi geçmiyor? Yok tamamen tersi bir yer ise, bu buraya üye olmanın esprisi nedir? FID’ın çalışmaları hakkında bilgi var mıdır?
  Türkiye’den FID’a bilgi belge aktarımının karşılığı geriye ne olarak dönecektir? Buraya giden bilgi, belge yada her ne ise Türk Devletinin bilgisi dahilinde midir?
  Tarih Vakfı , yerli yabancı bir çok kurum ve kuruluşla işbirliğine gidip, desteğini sağladığı halde, sadece bir kaçının adını vermektedirler sitelerinde.
• Kurumsal Destekçi: Türk Hava Yolları
• Ayni Destekçi: Esselte-Mikrosoft-LBS-Aygaz
• Kardeş Kuruluşlar: TUREB( Turist Rehberleri Birliği) Türk Tabipleri Birliği
Şimdi TÜSİAD ve Tarih Vakfınca hazırlanan coğrafya kitabını inceleyelim:
“Yeni bir anlayışla küreselleşen dünya coğrafyasını anlatmayı amaçlayan kitapta, son ve güncel bilgilerin yanı sıra uluslararası kabul görmüş coğrafya ve ansiklopedik kaynaklardan yararlanılarak Anadolu'da kurulan devletler ve bu devletlerin coğrafyası ele alınıyor.
   Başkanlığını Nuri Çolakoğlu'nun yaptığı Sosyal İşler Komisyonu tarafından hazırlanan ve ‘‘Coğrafya 2001’’ adını taşıyan kitapta, Anadolu'da müslüman, gayrimüslim ve köle toplulukların göç hareketleri, Urfa kontluğu, Kilikya Ermeni prensliği gibi pek çok tarihi oluşum haritalarla anlatılıyor. Örneğin 1550-1650 yılları arasında yaşanan göçleri gösteren haritaya göre, Kafkasya'dan köleler Karadeniz bölgesine, Yahudiler de İzmir'den Yunanistan'a göç etmiş.  “ (......Turgut Çeviker, Yavuz Çizmeci, Nuri Çolakoğlu, ....Tarih Vakfı Üyeleri)    

                                     .                                                          (6 Temmuz 2001, hürriyet)
  TÜSİAD Başkanı Tuncay Özilhan, hazırladıkları kitabın içeriği için, ülke insanının bu konuları tartışmaya açmalarını amaçladıklarını söylüyor. Son yirmi yıldır, topluma “Kabul Ettirilmesi Düşünülen Fikirler”in tartışmaya açılması “gibi bir cümle ile karşılaşıyoruz. Bu ve benzeri terimlerle kültürel bombardıman altında bulunduğıumuz ve bunun önümüzü kapattığı doğrusu ile karşı karşıya kaldığımız ise bir gerçek.
  TÜSİAD gibi  işadamlarının oluşturduğu bir STK’nun ders kitapları ile ilgilenmesinin nedenini kavradıktan sonra TÜSİAD başkanı Tuncay Özilhan’ın bu konuda ki görüşünü almaya devam edelim:
“ Bu düşüncelerin bizi getirdiği nokta, bir ders kitabının nasıl olması gerektiği üzerine düşünmek olduğu. Sonuçta bugün elimizde olan coğrafya kitabı güncel bilgileri içeren sorgulamaya ve bilgiyi geliştirmeye yönelik, yurttaşlık bilincinin yanı sıra dünyadaki güç dengelerinden, kültürel mirasın önemine, çevre bilincinden, küreselleşme kavramının incelenmesine kadar modern bir bireyin tüm temel algı noktalarına hitap etmeye çalışan bir kitap olarak ortaya çıktı.
   Aynı yaklaşımla bir tarih ve bir ve bir de felsefe kitabı hazırlamak da TÜSİAD'ın gündemindedir.”      (12 Temmuz 2001- Özgür Politika
  TÜSİAD’ın hazırladığı Coğrafya kitabını, “Türk Eğitim-Sen “ Gazi Üniversitesine incelemek üzere götürdüğünü, 5 kişilik bir bilim kurulu oluşturulduğunu öğreniyoruz. Kitabın her satırının mercek altına alınmasının ardından şu konulara dikkat çekildiğini görüyoruz::
“İşte, Gazi Üniversitesi hocalarının tespitleri:
•  Kitabın adı Coğrafya. Ama, hazırlayanların sadece biri lise seviyesinde coğrafya öğretmeni.
•  Kitabın büyük bölümü, Fransızca'dan tercüme.
•  Avrupa mantalitesi ve Avrupalı kaygıları ile yazılmış.
•  Türkçe’si son derece bozuk.
•  Hazırlanışı, bilimsel etiğe uymuyor.
•  Türkiye ile ilgili bölüm, coğrafya olmaktan çok, kültür turizmi rehberi niteliğinde.
•  Kitapta, çok sayıda coğrafi hata bulunuyor.
•  Yayınlanan haritaların çoğu yanlış, eksik ve anlaşılamaz durumda ”             .                     
(Emin Pazarcı-BAKIŞ-26 Ağustos 2001- Akşam)
  Tüsiad’ın yazdığı , alternatif coğrafya  kitabı!, Türk Devletine aleyhine yazılmış , onur kırıcı  satırlarla dolu :
“•  Sayfa 96'da Kıbrıs Adası, tek bir devlet olarak (Kıbrıs) adıyla AB'ye katılmayı bekleyen ülke olarak gösterilmektedir.
•  164, 166 ve 168. sayfaların başında İstanbul'un önüne Konstantinopolis yazılması, Türk ve Türkiye aleyhine bir tutumdur. Bilerek yapılmışsa Türkiye'ye düşmanca bir tavır, bilmeden yapılmışsa bir cahillik örneğidir.
•  Sayfa 187'nin son paragrafında Türkiye için kullanılan 'Batı Blokunun Savaştaki Militan Üyesi' ifadesi, ülkemiz açısından onur kırıcıdır.
•  Sayfa 194'deki 'su sorununa' ait karikatür ve alt yazıdaki ifade, Türkiye'yi su sorunu yaratan ülkelerden birisi gibi göstermektedir. Türkiye'yi suçlayıcı ve Ortadoğu ülkelerini Türkiye aleyhine kışkırtıcı bir mesaj verilmektedir.
•  Sayfa 19'daki haritada (Belge 2) Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi 'Ayrılıkçı Ayaklanmaların' olduğu yer olarak gösterilmiştir. Bölücü terör örgütünün katliamları, burada bilinçli olarak 'Ayrılıkçı Ayaklanmalar' şeklinde gösterilmiştir.
•  Sayfa 35'teki haritada (Belge 4) Irak'ın ülkemize sınır olan bir kısım toprakları, 'Kuzey Irak Kürt Özerk Bölgesi' olarak gösterilmiştir. Kitapta böyle bir ifadenin kullanılması, Kuzey Irak'ta bir Kürt Devleti kurulmasını bilinçli olarak destekleyen Türkiye aleyhtarı politikaların ürünüdür.
•  Sayfa 24, 25 ve 33'te Ermeniler'le ilgili çelişkili bilgiler vardır. Bu çelişki bilerek yapılmışsa, nedeni 'Ermeni' sözcüğünü ön plana çıkarmaktır. Bilinmeden yapılmışsa, bilgisizlik örneklerinden biridir.
 (Emin Pazarcı-BAKIŞ-26 Ağustos 2001- Akşam
 Türk-Eğitim-Sen’in Gazi Üniversitesine incelettiği, TÜSİAD’ın coğrafya kitabının sınıfta kaldığı belirtiliyor ve raporda şu çarpıcı netice göze çarpıyor:                                                                                                          “'Orijinal kitabın Fransa'da yayınlandığı dikkate alınırsa, yadırganacak bir durum yok. Ama, kitabın mevcut haliyle Türkiye'de okutulması, hem gerçeklere, hem de ülkemizin dış politikasına ve çıkarlarına uygun düşmemektedir.'
'İstanbul'un adı, 1453 yılından beri Konstantinopolis değildir. Konstantinopolis özlemi içinde olanların yazdığı bu kitap, Türkiye'de okutulmamalıdır.
'Kitap, bütünüyle etnik kimliklerin ön plana çıkarılmasını empoze eden bir yaklaşımla, Türkiye'nin ulusal çıkarlarına, coğrafya bilimine, harita tekniğine ve bilimsel etiğe aykırı bir tarzda hazırlanmıştır. Yanlış ve zararlı ögelerden bir an önce arındırılmalıdır. Bu haliyle Türk kamuoyuna sunulması-sakıncalıdır.’Türk-Eğitim-Sen-Raporu“                                                                                       (Emin Pazarcı-BAKIŞ-26 Ağustos 2001- Akşam)
 TÜSİAD , ‘Alternatif Coğrafya’ kitabını hazırlatırken, tarih kitabından da bahsetmişti. Coğrafya kitabının Fransızca’dan  kötü bir tercüme, bilimsel etiğe aykırı, hazırlayanların sadece birisinin branşının coğrafya olduğu, onunda lise öğretmeni olduğu gibi tenkitler üzerine, TÜSİAD Tarih Kitabını, Tarih Vakfı üyesi yardımcı doçent ve profesörlere hazırlattığı görülüyor.2003 yılı itibariyle Türk Tarihine alternatif, karşı tarih görünümünde, kimlik yönünden zengin, ötekileştirici! Olmayan bir şekilde yazıldığını öğreniyoruz. Tarih Vakfı üyesi, Helsinki Yurttaşlar Derneği Başkanı ve eski marksist Murat Belge, Galatasaray Üniversitesinden Yrd.Doç.Dr. Ahmet Kuyaş’ın yönetiminde hazırlandığını öğrendiğimiz bu kitapta, anlıyoruz ki ‘Alternatif Coğrafya’ kitabından hiç farklı değil. Kıbrıs Barış Harekatı mensubu Türk Ordusundan “İşgalci”, Filistin’lilere saldıran İsrail Ordusu askerlerini” Fırtına gibi estiler” tabiri ile tanımlayan tarih kitabının içeriğinin belli olduğu Ulusal Kanal sipikerince ifade edilmiştir. (13 Mayıs 2003- Ulusal Kanal Haberler)
  Yeni yayınlanan tarih kitabı hakkında ayrıca şu bilgi verilmiş:
“TARİH-2002
       Tarih 2002 ise Hachette Yayınevi’nin, Hachette Education dizisi içinde yer alan, Jean-Michel Lambin yönetimindeki lise son sınıflara yönelik Histoire-Terminales adlı kitaptan yola çıkılarak hazırlandı.
 Kitapta “İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye” bölümü hariç, 2. Dünya Savaşı ve 2. Dünya Savaşı’ndan günümüze kadar gelen dönemde genel olarak dünyaya ve özel olarak dünya düzenini, kendi çıkarları doğrultusunda etkileme gayreti içinde olan, nüfus ve gelir açısından büyük ölçekli ülkelere ilişkin bölümler Türkçe’ye çevrildi.
Fransa’nın tarihine ilişkin bölümler ise çıkarılarak yerlerine Türkiye tarihi bölümleri konuldu.  (İst-AA)
   TÜSİAD’ın(Türk Sanayici ve İşadamları Derneği) hazırladığı felsefe ve tarih kitabıyla ilgili Hürriyet gazetesinde ki bilgiler ise şöyle:“Felsefe kitabı Prof. Dr. Tülin Bumin, Tarih kitabı ise Yar. Doç. Dr. Ahmet Kuyaş ve Yard. Doç. Dr. Asım Karaömerlioğlu tarafından tanıtıldı. İki ayrı bölümden oluşan Felsefe 2002 kitabında ‘‘Batı Felsefe Geleneği.... bölüm Andre Verges ve Denis Huisman'ın Cours de Philosophie adlı kitabından çevrilirken, ‘‘Osmanlı ve Türk Felsefe Geleneği: Dönemsel Yaklaşım’’ başlığını taşıyan bölüm telif karşılığı hazırlatıldı.
  Tarih 2002 ise Hachette Yayınevi'nin Hachette Educaiton dizisi içinde yer alan Jean-Michel Lambin yönetimindeki lise son sınıflara yönelik Historie-Terminales adlı kitaptan yola çıkarak hazırlandı. ‘‘İkinci Dünya Savaşı'nda Türkiye’’ bölümü hariç Türkçe'ye çevrilen bu kitapta Fransa'nın siyasal tarihine ilişkin bölümler çıkarılarak yerlerine Türkiye tarihi bölümü konuldu... Yrd. Doç. Dr. Karaömerlioğlu da bu kitabın sadece ‘‘Batı merkezli bir tarihi’’ anlatmadığını vurguladı.
  Katılımcılardan gelen ‘‘Felsefe kitabı görsel olarak zayıf’’ eleştirisine Prof. Dr. Bumin konu itibariyle fazla malzemeleri olmadığını söylemekle birlikte Felsefe 2002 kitabında Briget Bardot'un resminin bile bulunduğunu belirtti.
  TÜSİAD'ın hazırlattığı ve İkinci Dünya Savaşı ile başlayan Tarih 2002 kitabında ‘‘1945'ten Günümüze Türkiye’’ konusu da ele alınıyor. Ekonomik, toplumsal ve kültürel yaşam açısından da Türkiye incelenirken, popüler sanat dünyasına da değinmeden geçilmiyor. Burada yer alan ‘‘Alemin kralı arabesk’’ bölümünde, Orhan Gencabay, Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses, İbrahim Tatlıses'in isimleri anılırken, arabeskin ticari başarısının Zeki Müren ve Bülent Ersoy'u tarz değişikliğine sürüklediği, TRT'yi de başlangıçta uyguladığı sansürden vazgeçmeye zorladığı değerlendirmesi-yapılıyor.”                                                                .                  .                                                                              (8.5.2003-hürriyet)
  Fransa’nın kullandığı Tarih, Coğrafya kitabının Türkçe tercümesini , Türk gençlerine okutmakla , Türkiye çağdaş medeniyetler seviyesine mi
çıkacaktır. Tarih vakfı, Tusiad ve yandaşlarına göre: Evet!
    Türk Devleti resmi ideolojisine alternatif olarak hazırlatılıp, devletin Milli Eğitim Bakanına ve cumhurbaşkanına kadar sunulan kitaplarla ilgili bir başka görüş ise şöyle:                                                                                 “Yalçındağ, TÜSİAD?ın ders kitabı olarak hazırlattığı Coğrafya,
Felsefe ve Tarih kitapları ile Mesleki ve Teknik Eğitimin Yeniden ...
www.amatorce.de/postakutusu/ kitaplarbakanda23062003.htm - 14k - Önbellek - Benzer sayfalar
• Türklüğü Batılı oryantalistlerin ben merkezli gözüyle gören bir anlayış sergileniyor. Türk milliyetçiliğinin doğuşu ile ilgili olarak ifadelerin yeraldığı 335. sayfada, “Türk Milliyetçiliği’nin özellikle 2. Meşrutiyet sonrası ve Fransız ihtilalinden etkilenen Balkan milletlerine tepki olarak Türkler arasında düşünce alanında doğduğu” iddasına yer veriliyor
• Kitabın 407. sayfasında, “Ulus devletin etnik alanları daraltılarak küresel ve bölgesel bütünleşmenin amaçlanması hedeflenmektedir” denilerek AB Türk gençliğine tek çare olarak tavsiye ediliyor.
• TÜSİAD’ın ders kitabı olarak sunduğu “Felsefe 2002”nin temel noktası Yunan’da çok tanrılı dinler olduğu için, kitabın mantık kurgusu da bu noktada oluşturulmuş.
• Kitabın 185. sayfasında ise “yurt belli bir değerdir. Ancak bu ölçüde kıymetli başka değerleri feda etmemek gerekir. Gerçek yurtseverliğin bir karikatürü olan ulusalcılıktan kaçınalım. Ulasalseverlik adına ülkemizin başka ulusların haklarına tecavüz etmesini istemeyelim” deniliyor. Burada açıkça Türk milliyetçiliği kötüleniyor. Bundan vazgeçmemiz isteniyor.
• Yine TÜSİAD tarafından Türk gençliğine okutulmak istenen, Fransa’daki aslından tercüme edilen tarih kitabında Atatürk yok, Türk modeli yok, Sovyetler’in dağıtılmasıyla ortaya çıkan Türk Cumhuriyetleri yok...”
    TÜSİAD’ın alternatif ders kitapları ile ilgili olarak Milliyet yazarı Abbas Güçlü’nün tepkileri ise çok olumlu!:                                               “Tüsiadın-coğrafya-kitabı                                                                                  Kitap, baskı ve içerik açısından harika. Bilgiler son derece güncel ve hayati. Detayları incelenebilir! 18 kişilik akademisyen grubu tarafından liselere yönelik yardımcı ders kitabı olarak hazırlansa da, yetişkenlerin de fazlasıyla yararlabileceği bir içeriğe sahip. Sanki tarih / coğrafya karışımı.
     Talim ve Terbiye Kurulu'ndan dönerse hiç şaşmam. Ayrıca devlet de, öğrencinin hoşuna gidebilecek albeniye sahip böylesi kitaplar neden hazırlatmaz ki!..(Diyalog-Abbas Güçlü-Milliyet Gazetesi-15.7.2001)
  17.05.2003 tarihinde CNNTürk’de 22.05 de “Söz sizde” isimli programın konusu,”Tarih Kitapları”nın değişmesi gerektiği ve TÜSİAD’ın hazırlattığı “Alternatif Tarih” kitabının tanıtımı üzerineydi. Proğrama, Prof.Dr. Büşra Ersanlı(Marmara Üniversitesi), Yrd.Doç.Dr.Ahmet Kuyaş(Galatasaray Üniversitesi), Mutlu Öztürk( Saint Benoit Lisesi Tarih Öğretmeni). Hayrettin Kaya (Notre Dame Desion Lisesi), Yrd.Doç Dr. Yücel Kabapınar( 9 Eylül Üniversitesi) ,telefonla da 9 Eylül Üniversitesinden, Prof.Dr. Salih Özbaran katıldılar.
  Hepsinin de ortak görüşü, Türkiye Cumhuriyetinde okutulan Tarih Ders kitaplarının, çağa uygun hale getirilmesi, çok seslilik taşımasının gerektiği idi. Yrd.Doç.Dr. Ahmet Kuyaş, TÜSİAD’ın bastırdığı , kendisinin de bu kitabın hazırlayıcıları arasında olduğu alternatif tarih kitabını ve çağa ne kadar uygun olduğunu anlattı.
  “Söz Sizde” programının sunucusu, Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiyeden de yetkililerin programa çağrıldığını , fakat onlardan neden kimsenin gelmediğini bilmediğini söyledi. Bu arada ortada konuşan grubun arkasında oturan, sözde! Vatandaşlara soruldu. Eski tarih kitaplarını istiyorsanız bir nolu butona, tarih kitaplarının değişmesini istiyorsanız iki nolu butona basın dendi. Ortada danışıklı döğüş konuşan grubun etrafında oturan10-15 kişilik grup gayet demokratik bir şekilde düğmelere bastılar, yüzde yetmiş oranında, tarih kitaplarının değişmesini istediler!
  Danışıklı döğüş sözünün sebebini açıklayayım. CNNTürk’ün programına katılan  kişilerin çoğu tarih Vakfı üyesi. TÜSİAD’ın alternatif  coğrafya ve tarih kitabını hazırlayanlar, Tarih Vakfı üyesi. Tarih Vakfının “Tarih Ders Kitaplarının Değiştirilmesi”  yönünde çalışmaları var. TÜSİAD ve Tarih Vakfının yolları, işte bu noktada kesişiyor, birlikte Türkiye Cumhuriyetinin milli menfaatlerine ters ders kitapları hazırlıyorlar. Televizyon programları yapıyorlar. Türk vatandaşı seyredince diyecek ki:
“Doçentler, tarih öğretmenler, profesörler ,tarih kitapları değişsin diyorlar. Bunların  bizleri düşünmekten başka ne menfaati olacak ki?. Kitapların bir eksiği var ki düzelsin yönünde fikir beyan ediyorlar.”
  Halbuki kitapların bu tarzda ki değişimin isteyenlerin niyeti başka. Türk Tarihini yozlaştırarak, Türk insanını millî, manevi duygulardan uzaklaştıracaklar. Ülke bağımsızlığına kaybederse, çeşitli gruplarca millet gerçeğinden cemaatleşmeye doğru yönlendirilmeye çalışan toplumumuz bundan etkilenmeyecek. “Karnım doysun, iki rekat namazımı kılayım , başımızda kim olursa olsun diyecek.” Türk toplumu böyle bir yöne doğru, emperyalistlerce yönlendirilmeye çalışılmaktadır.
Şimdi CNNTürk’de ki programa katılan Tarih Vakfı üyelerini tanıyalım:           “, .... , Kenan Öztürk, Mutlu Öztürk, Dr. Arzu Öztürkmen,......... , Osman Kavala, Dr. Gül Kaya, Hayrettin Kaya........... Prof. Dr. Salih Özbaran, Prof. Dr. Ferhunde Özbay, Bülent Özden............. Didem Erpulat, Prof. Dr. Büşra Ersanlı, Hasan Ersel.......)  Yardımcı Doç.Dr. Ahmet Kuyaş’ın adı  değil fakat, başka Kuyaş’ların üyeliği gözüküyor, Tarih Vakfında.”... Nilüfer Kuyaş, Salih Kuyaş, Ary Kuyumcuyan....”
   Tarih Vakfı ve TÜSİAD işbirliği içinde gerçekleştirilen, tarih ve coğrafya kitaplarının yazılmasının ana gayesi nedir? Türkiye Cumhuriyetinin, Tarih ve Coğrafya dalında bir çok üniversitesi, profesörü varken, bu dallarda ki alternatif! Kitapların yazılması niye  adı geçen kurumlarca görev edinilmiştir?
  Türk Milletinin tarih ve coğrafyasının, yaşanması kadar yazımı da kendilerine aittir. Türkler kendilerine ait coğrafyalarda, tarihlerini yine kendileri yazmaya devam edeceklerdir.
  Merak Ettiğim konulardan birisi de şu? ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi devletlere ait iş adamları da, bir vakıf yardımıyla alternatif ders kitapları hazırlatıp , devleti idare edenlere bunu sunuyor mu? Soruyu baştan soralım. AB Devletlerinde, ABD’de de iş adamları, devlet politikalarına ters, alanları olmayan bir konuda  , devleti sıkıştırmaya  ve elini zayıflatmaya yönelik ,”Alternatif Kitap”lar yazdırabiliyorlar mı? Hiç böyle bir örnek var mıdır? Varsa nerede olmuştur?
  O devletlerde de STK ların böyle devletlerinin milli politikalarının dışına çıkma özgürlükleri var mıdır?  Gayri millî politika oluşturmak, sadece Türkiye’de ki STK lara özgü bir yaklaşım mıdır?
“TÜSİAD heyetinin geçtiğimiz günlerde Ankara'da yaptığı temaslar sırasında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Başbakan Bülent Ecevit'e sunulan kitaba ilişkin çalışmaların bu ay sonunda tamamlanması planlanıyor. Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'na da sunulan kitap için, Talim ve Terbiye Kurulu'na da başvuru yapıldı. “                                   .                                                        (  6 Temmuz 2001-Hürriyet)
 “Partilerin Partisi TÜSİAD” başlıklı yazısında Fatih Polat şöyle yazmış:  “TÜSİAD, son beş yıl içinde yayınladığı raporlarda kendi misyonunu tanımlarken, “TÜSİAD demokratik sivil toplumun yerleşmesine yardımcı olur” ifadelerini kullanmıştır. TÜSİAD’ın internetteki sitesine bakıldığında da bu görülecektir.
Sivil’ maske çabuk düştü:Ancak, IMF ve Dünya Bankası politikalarının hayata geçirilmesi söz konusu olduğunda, onun bu iddiasının tamamen bir manipülasyondan ibaret olduğunu görüyoruz.  Prof. Dr. Bülent Tanör’e hazırlattırılan “Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri” başlıklı raporu ile 1997 yılının ocak ayında “sivil bir Anayasa” çağrısı yapan, “MGK’nın insiyatifinin daraltılması” gerektiğinden söz eden TÜSİAD’çılar, askerden gelen tepkilerden sonra ağız değiştirdiler.
    1990’ların sonlarına gelindiğinde ise, üye sayısı 300’ü aşan ve etkin bir lobi örgütü gibi çalışan bir TÜSİAD vardır karşımızda. Ve örgütlenmesi, “Mason” örgütlenme felsefesini çağrıştırır bir biçimde, ya büyük sermayedarlara ya da bulunduğu alanda etkin pozisyona sahip, güç dengeleri bakımından etkili olacak isimlere yöneliyor.                                                                                         (Partilerin-Partisi-TÜSİAD-Fatih-Polat-E-mail: posta@evrensel.net )
  Tarih Vakfı 5. Genel Kurulunda Türk Devletinin Tarih ders kitaplarının değişimi konusunda yapılan çalışmalarla ilgili şunları söylüyor:
“  Son üç yılda üye ve destekçilerimizin istekleri doğrultusunda büyük ağırlık verilen ikinci çalışma grubu, Türkiye'de tarih eğitiminin iyileştirilmesi alanında gerçekleştirildi.
   UNESCO'nun desteğiyle beş ülkeden tarihçi ve tarih öğretmenlerinin katılımıyla yürütülen Balkan Ülkelerinde Tarih Eğitiminin İyileştirilmesi Pilot Projesi ve 10 Avrupalı uzmanla 200 yakın öğretmenimizin katıldığı Avrupalı-Türkiyeli Tarih Eğitimcileri Buluşmaları bu çalışmanın en önemli unsurları oldu.
   Büyük bir bölümü Milli Eğitim Bakanlığı ve bu işkolunun en büyük sendikası Eğitim-Sen ile işbirliği içinde örgütlenen sempozyumların ve tarih öğretmenlerine yönelik meslek içi eğitim seminerlerinin hepsi yayına dönüştürüldü.) (Tarih Vakfından Haberler Aylık Bülten Sayı:137- Haziran 2003)
  Tarih Vakfının, Milli Eğitim Bakanlığı tedarikçi ayağının Eğitim-Sen olması, İlköğretim ve Lise çağında ki çocukların da bu propagandaların etkisinde kalması ihtimalini kuvvetlendirmektedir.
   Tarih ve coğrafya kitaplarını değiştirerek, coğrafyamız parçalanmak , tarihimiz ise ötekilerce ele geçirilmek istendiği net olarak ortadadır.Bu duruma empati ile yaklaşmak, genlerimizdeki kültürel yapıyı reddetmek manasında olur ki bunun manası ruhi - biyolojik yapımızı kısaca insanlığımızı reddetmek demektir.
   Tarih Vakfı yaptığı etkinliklerinde, Türkiye’nin içinde bulunduğu büyük kriz ortamın rağmen sürdürebilmelerinin altında ki gerçeği şöyle açıklıyor: “Tarih Vakfı, Nisan 2000 - Mayıs 2003 döneminde çapı ve yansımaları bakımından ancak Habitat sergileri ve 75. Yıl Kutlamaları ile karşılaştırılabilecek, bir dizi projeyi de gündemine aldı ve Türkiye'deki büyük kriz koşullarında, bunlar için çoğu yurtdışı kaynaklı fonlar bulmayı başardı............
    Vakıf üç yılda 12 projeyi tamamladı ve halen sürmekte olan, bütçesi 2 milyon euro'yu aşan 11 başka proje için de (proje giderlerinin bir bölümünü ya da bütününü kapsayan) mali destekler buldu. Bu projeler arasında Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) ile ortaklaşa yürütülen "İlk ve Orta Eğitim Ders Kitaplarında İnsan Hakları Projesi", 20 ilde dolaşacak olan "Türkiye'de Sivil Toplum ve İnsan Haklarının Gelişim Tarihi Sergisi Projesi" ile "Avrupa ve Avrupalılığa İlişkin Yayınlar Üretimi Projesi", "Sivil Toplum Kuruluşları Bilgi Bankası ve Rehberi Projesi" ve "Tarihe 1000 Canlı Tanık Sözlü Tarih Projesi" en önde gelenleri oldu.”                              . (Tarih Vakfından Haberler Aylık Bülten Sayı:137- Haziran 2003)
  Avrupa Birliği şimdiye kadar  üye olmak isteyen devletler üzerinde bu tür projeler yürütüp, onları AB’ ye hazırladı mı acaba? Avrupa Birliğinin tarihinde böyle bir örnek var mıdır? Türkiye’de bu kadar çok proje uygulanması ve bunlara ait milyonlarca liralık euro yada dolarların ortaya saçılmasının tek sebebi, Türkiye’yi AB’ye hazırlamak olarak açıklanabilir mi?  Herşey bu kadar basit olarak mı algılanmalıdır?
  Mesela; İsveç AB üyesi olmakla birlikte, İsveç halkı euroya geçmek istememektedir, onlar için de “euroya geçmenin faydaları” diye projeler üretildi, İsveç’li aydın,işadamı yada basın mensupları ile işbirliğine gidildi mi?  Mesela; İngiltere tarih yada coğrafya ders kitaplarının içine,”İRA’nın ayrılıkçı hareketleri” diye tabirler konmuş mudur? İngiliz iş adamları da içinde bu ve benzeri tabirlerin geçtiği ders kitapları hazırlatmış mıdır? Çünkü biliyoruz ki “Sözlü Tarihin duayeni!! Paul Thompson” ingilizdir. Paul Thompson, İrlandalılarla sözlü tarih çalışması yapmış mıdır? Fransızlar toprakları üzerinde yaşayan Katolon yada diğer azınlıklarla ilgili , kendi dillere ile eğitim dahil olmak üzere bir dizi insan haklarını uygulamış mıdır? Almanya , ülkelerinde yaşayan 1,5 milyon civarında ki Türk vatandaşını niye Alman Müslümanı sınıfına sokmak istemektedir? Bu sorular uzayıp gitse de cevabını almak en tabii hakkımızdır.
Tarih Vakfının Eğitim-Sen’in desteği ile yaptığı diğer faaliyet ise:
“Her branştan 200'e yakın ilköğrenim ve lise ders kitabının, bir uzmanlar grubunun oluşturduğu uluslararası standartlardaki tarama kılavuzu yardımıyla, Eğitim-Sen ve İnsan Hakları Vakfı'nın desteğiyle yüzlerce öğretmen ve gönüllü araştırmacının katılımıyla, insan hakları açısından en geniş kapsamıyla taranması işlemi tamamlandı.  Binlerce sistematik tarama fişine dayanarak 10'dan fazla rapor hazırlandı. Bu raporların öğretim üyeleri, öğretmenler, araştırmacılar, veliler ve öğrencilerin katılımıyla ilk değerlendirmesi Nisan ayı içinde yapıldı. Türkiye'nin dört bin yanında 2500 öğrenci ve 120 öğretmene verilecek anketin, ders kitabı yazarlarıyla, ilköğretim ve lise öğretmenlerine yönelik kılavuz kitapların ve uluslararası bir sempozyumun hazırlıkları ise sürüyor.”                                                      (Tarih Vakfından Haberler Aylık Bülten Sayı:137- Haziran 2003)
    Tarih Vakfı 5. Genel Kurulunun ardından kendisine destek sağlayan yada birlikte faaliyete girdiği kuruluşlara şöyle teşekkür ediyor:
“. Başta Avrupa Komisyonu, Rockefeller Vakfı, Açık Toplum Enstitüsü, Heinrich Böll Vakfı, Friedrich Ebert Vakfı, Kültür Bakanlığı, İş Bankası, Pamukbank, Kent Gıda, Dünya Bankası, Türk Hava Yolları, UNESCO, Astra Zeneca, UNDP, J.P. Morgan Bankası, Hollanda Matrakap Fonu, Axa-Oyak Sigorta, LBS Logo, TÜYAP, Başaran-Nas, Ajans Ultra, BEK Tasarım, Açık Radyo, Bilgi Eğitim, Dimage, Atölye MD, Esselte Leitz, Garanti Bankası, Ray Sigorta, Başkent Ofset, Stampa, Goethe Ensititüsü, Ağa Han, Vakfı, Four Seasons Hotel, Armada Otel, Green Park Hotel, Lafarge Türkiye, Aktif Dağıtım, Aygaz, Vestel, Microsoft Türkiye, TEPUM, Melen Şarapçılık, Doluca, Efes Pilsen, Nizam Nakliyat, Moda-Roteks Tekstil, M&T Displays, And Hotel, Filmtet, Oğlak Yayınları, Tekel Genel Müdürlüğü … olmak üzere geçen üç yılda Tarih Vakfı'na bağışlarıyla destek olan tüm kuruluşlara, ayrıca sağladıkları olanaklar dolayısıyla TBMM Başkanlığına, TÜBA'ya, Orta Doğu Teknik Üniversitesi'ne, Bilgi Üniversitesi'ne, İstanbul Teknik Üniversitesine, Mersin Üniversitesi'ne, Boğaziçi Üniversitesi'ne, İbrani Üniversitesi'ne, Kayseri Ticaret Odası'na, Türk Tabipler Birliğine, İnşaat Mühendisleri Odasına, teşekkür ediyoruz. (Tarih Vakfından Haberler Aylık Bülten Sayı:137- Haziran 2003)
  Türkiye Cumhuriyetinde  tarih ve kültür adına yapıldığı söylenen faaliyetlerin, hangi tarih? ve hangi kültür? Adına yapıldığı noktasında ki tereddütlerin ardından , şunu sormak gerektiğini düşünüyorum:

“  Küresel çetelerin yandaşları STK ları yolu ile yaptığı saldırılara teslim mi olacağız, yoksa onlara ayni şekilde karşılık verip , Anadolu’nun ezelden ebede Türk Yurdu olarak kalacağını anlamalarını mı sağlayacağız ? “Bu sorunun cevabı tez elden verilmek zorundadır.
SEÇİM  AFİŞLERİ
  3 Kasım 2002 seçimlerine çeyrek kala, Tarih Vakfı Garanti Bankası işbirliğinde, “Türkiye'de Seçim Afişleri “Sergisi  açtığını görüyoruz. Bunun yapılmasını şöyle açıklıyorlar:
“Milyonlarca, onmilyonlarca kişinin katıldığı seçim süreçlerinin belirli bir süreklilik taşıyan çok az sayıdaki görsel kanıtları olarak önem taşırlar. İçerdikleri sloganlar, tasarımları, renkleri ve hatta kullandıkları harf tipi ve boyutları tarihçiler, politik bilimciler ve sosyologlar için olduğu kadar iletişimciler, görsel anlatım uzmanları, dilbilimciler bakımından da değerli-ipuçları-taşırlar.”                                                                          .                            (“Tarih Vakfı Sitesi    -129 Nolu Haber bülteni)
  Bu sergi gezenlerin zihninde küçük bir oyun oynamaktadır. Çünkü 3 Kasım 2002 seçimlerinde , seçime giren bütün partilerin siyasi bir geçmişi vardır, bir tanesi hariç.  Vatandaş  , afişlere bakarken onu geçmişin şartlarında değil, içinde bulunduğu ana göre değerlendirir. Ve öyle de yapmıştır. Sergide bir parti hariç, tamamı daha önce seçimlere katılmış ve vaatlerini yerine getirememiştir. Partilerin seçim afişlerini gören ve icraatlerini hatırlayan seçmene, zihin tazelemesi yaptırılmış, bir noktada yönlendirilmiştir.
  Tarih Vakfının benzeri bir sergiyi, 1999 seçimlerinde de açtığını görmekteyiz. Bu konuda, Tarih Vakfı girişim kurulu üyesi Ülkü Özen’in partilerin genel merkezlerini ziyaret ederek, gerekli afişleri temin ettiğini görüyoruz. Partilerin de katkı için, ucu kendilerine silah olarak dönecek afişleri verdiği apaçık ortada.
  Toplanan afişlerin üzerinde çalışıldıktan sonra 1946- 1999 arasında ki 14 seçim gözden geçirildi. Partilerin geçmişi  ve bilgilerinin yer aldığı soy kütükleri hazırlandı. Soy ağacını hazırlayan danışma kurulunun Artun Ünsal, Zafer Toprak ve Mete Tunçay olduğunu görüyoruz. Tarih Vakfının  üyeleri bu konu üzerinde imece ile çalışıp, kotarmaya çalıştıklarının ne olduğunu tabi ki fark edebiliyoruz.
 3 Ekim’de açılacak Serginin 27 Ekim 2002 ye kadar süreceğini, (yani seçimlere günler kala) görüyoruz. Son altı aydır yazılı ve görsel medyaca beyin yıkamaya yönelik çalışmalara, Tarih Vakfı da katkı vermiş oluyor.
  Tarih Vakfı, üyeleri arasında ki dayanışmayı arttırıp Anadolu üzerinde ki belirli noktalara dikkat çekerek gündeme taşıma faaliyetlerine 2002 sonbaharında da  devam etti. 2002 Ağustos’unda Bozcaada gezilerinin başarıyla tamamlandığını öğreniyoruz. Gezi ve başarı kelimelerinin arasında ki bağı oluşturmaya çalışarak,  bu konuda ki düşüncelerini alalım:                                                         “Ada halkından yerlilerle yapılan sohbetler, küçük şarap üreticilerinin ziyaret edilmesi, ev yapımı reçel ziyafetleri geziye renk katan diğer unsurlardı.”             (Aylık Haber Bülteni- 129)
  Tarih Vakfının Bozcaada’ya ve onun bir kısım yerli halkına olan ilgisini geçen sayfalarda görmüştük.
   Ekim 2002 de ise, Adapazarı- Kayalar köyüne gidildiğini günlük yaşama ait ritüellere tanık olduklarını öğreniyoruz. Tarih Vakfı’nın Yalova Güneyköy üzerinde yaptırdığı araştırmanın ardından, Kayalar Köyünü gündeme getirmesi ayni paraleldeki konular kapsamındadır.
   Kayalar-Reşitbey Köyü, Çarlık Rusya’sının 1864 de ülkemize sürdüğü Kafkas göçmenleridir. Kemal Tahir’in annesinin bu köyden olduğunu öğreniyoruz. Tarih Vakfı buraya gezi düzenleyerek, onların şuurunu diri tutma çalışmaları yapmaktadır..Neden?
      Ülke üzerinde oynanmak istenen Alevi –Sünni çatışması tutmamış, Kürt meselesinde ise mutlu sona gidilmekte olduğu farz edilmektedir.  Bu sebeple Anadolu toprakları üzerinde, “ Anadolu Halkları Kültürleri Araştırma Projesi” kapsamında yaşamış yada yaşamamış yeni halklar bularak, çatışma zeminine hazırlandığı  açıkça görülmektedir.
  Yalova-Güneyköy, Kayalar-Reşitbey Köyünden sonra, Tarih Vakfı’nın ayni niteliklere haiz başka bir köye el attığını görüyoruz. Hendek-Yeşilyayla Köyü.
“Tarih Dostları Gezide Buluşuyor
   22 Haziran 2003 Pazar günü Kafkas Abhazya Kültür Derneği’nin işbirliği ile Hendek - Yeşilyayla köyüne günü birlik bir gezi düzenliyoruz. Farklı kültürleri tanımak, yeni yerler görmek, Tarih Dostlarını yanyana getirmek ve yeni dostlar edinmek amacıyla düzenlenen bu gezide birlikte olmaktan mutluluk duyacağız.................
Gidiş: 22 Haziran Pazar saat: 08:00 Harbiye Açık Hava Tiyatrosu Önü / 08:30 Fenerbahçe Stadı Önü...................”(Tarih Vakfından Haberler Aylık Bülten-Sayı:137-Haziran 2003)
   1992 nisanında Yurt Yayınları’nın , sahipleri Özkan ve Sönmez Taner tarafından Kitap Stokuyla birlikte vakfa bağışlandığını, Mart 1993 te yeniden yayına başlama kararı ile  değişik bir cephe daha açıldığını öğreniyoruz.( Tarih Vakfı Sitesi- Etkinlikler)
 1991 yılında kendi deyimleriyle;
“Bu yoksul malvarlığını dengeleyen 264 kurucu ve çok sayıda destekçinin oluşturduğu beşeri sermayenin zenginliği oldu. Biz hep bu zenginliğe dayandık.”
 Demektedirler. Yoksul bir mal varlığı ile başladıklarını söyleyen Tarih Vakfı, kısa sürede süre de durumunu iyileştirmiştir.Hatta atağa kalkmıştır. Milyonlarca dolarlık projeler ile, tarih alanında harikalar yarattıkları!, yabancı vakıfların işbirliğinde  düzenledikleri STK sempozyumları ile de, devletin karşısında direnen taze güçlerin her an ayakta tutulmasını sağlamakta üstlerine yok gibi görünüyor.
  Bütün bunları, yoksul mal varlığı! ile gerçekleştiren Tarih Vakfı ve işbirliğine gittiği STK’lar bunun sırrının anlatıldığı  , üç günlük bir atölye düzenleyerek, Türk Milletine bilgi vermelidirler.  Atölyenin adı da “Yoksul Mal varlığından, milyonlarca dolarlara nasıl varılır?” olmalıdır.
  Tarih Vakfı, Yurt Yayınlarını şöyle anlatmaktadır:
“Tarih Vakfı kitapları, çağdaş bir tarihçilik anlayışı ile, yalnızca Türkiye'de değil, dünyada da geniş yankı uyandırıyor. Her kitap, hem uzmanlara hem de tarih meraklılarına zengin ve farklı bir dünya sunuyor. Osmanlı Araştırmaları, Türkiye Araştırmaları, Tarih Kuramı, Sözlü Tarih, Anı/Seyahat, Kentler, İktisat Tarihi, Eski Yazıdan Yeni Yazıya, Tarihe Yolculuk, Boratav Arşivi'nden dizileri altında yayımlanan kitap sayısı 200'e yaklaşmış bulunuyor.” (Tarih Vakfı Sitesi)
  Tarih Vakfının dünyada yankı uyandıran kitapları, azınlık , Kürt Milliyetçiliği hareketlerini anlatan kitapları olsa gerek. Onların bütün dünyası birlikte proje çalışmalarını yürüttükleri bazı vakıflar ve ardında ki devletler olsa gerek.
 Bu arada Tarih Vakfı’nın çıkardığı bazı kitaplar ödüle lâyık görüldü diyor, Vakıf:                                                                                                                          “Yurt Yayınları kitaplarından bazılarının Türkiye'de önemli ödüllere layık görülmeleri, Vakfın yayıncılık alanındaki başarısını yansıtıyor. Bu kapsamda, Sabri Yetkin'in Ege'de Eşkıyalar kitabının 1995 Afet İnan Ödülünü, Doğan Kuban'ın Sinan'ın Sanatı ve Selimiye kitabının 1998 Aydın Doğan Ödülünü, Şevket Pamuk'un Osmanlı İmparatorluğu'nda Paranın Tarihi kitabının 1999 ve Edhem Eldem'in Osmanlı Bankası Tarihi adlı kitabının da 2000 yılı Sedat Simavi Ödüllerini aldığını kaydetmekten-sevinç-duyuyoruz.                                                                   (Prof. Dr. Stephanos Yerasimos, Doç. Dr. Sabri Yetkin, Prof. Dr. Nuran Yıldırım .............Prof. Dr. Klaus Kreiser, Prof. Doğan Kuban, Prof. Dr. İoanna Kuçuradi................ Orhan Pamuk, Prof. Dr. Şevket Pamuk, Daniel Panzac,........Aykut Ekzen, Prof. Dr. Edhem Eldem, Güner Eliçin,..........Tarih-Vakfı-Üyeleri)                 (Tarih Vakfı Sitesi)                     
    Görüldüğü üzere ödül verenler ve alanlar incelenirse, ödüllerin sürekli kendi aralarında döndüğü neticesine varılır. Bazı ödülleri Tarih Vakfının kendisi, diğer ödülleri de yakın bağlantılarının olduğu gruplarca, Tarih Vakfı üyelerine(Yukarıda olduğu gibi)  verilmektedir. Topluma da :                    “Yurt Yayınları kitaplarından bazılarının Türkiye'de önemli ödüllere layık görülmesi, Vakfın yayıncılık alanındaki başarısını yansıtıyor.”
   Buna “Danışıklı döğüş” sözü  mü uygun düşer?, “Kendileri çalıp kendileri oynuyorlar mı” ? siz karar verin artık.
   Yurt Yayınlarının diğer bir özelliği de, tamamına yakınının kim olduğu belirsiz yabancılarca ya da Tarih Vakfı üyesi azınlıklarca yazıldığını ve Tarih  Vakfının diğer aydınlarınca! tercüme edildiğini görüyoruz:
İzmir ve Levanten Dünya / 1550-1650; Daniel Goffman;                                                                    Yayına Haz : Ayşen Anadol; Tercüme: Neyyir Kalaycıoğlu
Tarih Vakfı Yurt Yayınları; Genel Tarih, Sosyoloji, Sosyal Bilimler, Coğrafya, Tarih ..................................................................................................................                                                                                         Kadılar, Kullar, Kudüslü Köylüler; Amy Singer; Yayına Hazırlayan:                                                  Ayşen Anadol, Tansel Demirel; Tercüme: Sema Bulutsuz
Tarih Vakfı Yurt Yayınları; Tarih, Osmanlı Tarihi, Hukuk, Sosyal Bilimler
..........................................................................................................................                                                          Kalemiyeden Mülkiyeye / Osmanlı Memurlarının Toplumsal Tarihi; Carter Vaughn Findley; Yay Ayşen Anadol, Hamdi Can Tuncer; Tercüme: Gül Çağalı Güven
Tarih Vakfı Yurt Yayınları; Osmanlı Tarihi, Tarih, Genel Tarih, Osmanlı Öncesi Türk Tarihi    ......................................................................................................................................................................         Kudüs / 17. Yüzyılda Bir Osmanlı Sancağında Toplum ve Ekonomi; Dror Ze'evi; Tercüme: Serpil Çağlayan Tarih Vakfı Yurt Yayınları; Osmanlı Tarihi, Osmanlı Öncesi Türk Tarihi, Tarih, Genel Tarih;  Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Problemler, Araştırmalar, Tartışmalar; Herkül Millas; Önsöz: Şevket Pamuk; Yayına Hazırlayan: Hamdi Can Tuncer
Tarih Vakfı Yurt Yayınları; Osmanlı Öncesi Türk Tarihi, Genel Tarih, Modern Türkiye Tarihi, Tarih, Tarih Bilimi;
Türkçe; ISBN: 975-333-068-5; 15 x 21 cm; 422 s.; 1.Hamur; İstanbul Mayıs 1998         ........................................................................................................................................                   Osmanlılardan Önce Anadolu; Claude Cahen; Tercüme: Erol Üyepazarcı
Tarih Vakfı Yurt Yayınları; Osmanlı Tarihi, Tarih;
Türkçe (Orijinal Dili Fransızca) 379 s. 15 x 21.5 cm. İstanbul, Haziran 2000 ISBN: 9753331274, Tarih Vakfı Yurt Yayınları'ndan 1. Baskı .....................................................................................................................................Sözlü Tarih ve Yerel Tarihçi; Stephen Caunce; Sunuş: Alper Yalçınkaya, David Hey; Yayına Hazırlayan: Ayşe Ozil; Tercüme: Bilmez Bülent Can
Tarih Vakfı Yurt Yayınları; Tarih, Tarih Bilimi;
Türkçe (Orijinal Dili İngilizce) 235 s. 15 x 21 cm. İstanbul, Nisan 2001 ISBN: 9753331444 ...................................................................................................................................................................      Şeyh Bedreddin / Tasavvuf ve İsyan; Michel Balivet; Tercüme: Ela Güntekin
Tarih Vakfı Yurt Yayınları; Dünya Tarihi, Tarih, İslam-Tasavvuf, Genel Tarih, Din;
Türkçe (Orijinal Dili Fransızca) 155 s. 15 x 21 cm. İstanbul, Nisan 2000 ISBN: 9753331258, 1. Baskı ...................................................................................................................................................Tarih Ders Kitaplarında (1931-1993) Türk Tarih Tezinden Türk-İslam Sentezine; Etienne Copeaux; Yayına Hazırlayan: Tülin Altınova; Tercüme: Ali Berktay
Tarih Vakfı Yurt Yayınları; Genel, Tarih, Genel Tarih, Eğitim, Sosyal Bilimler, Referans Kitapları, Tarih Bilimi;
Türkçe (Orijinal Dili Fransızca) 341 s. 1. Hamur 15 x 21 cm. İstanbul, Haziran 1998 ISBN: 9753330782, 1. Baskı .....................................................................................................................................................................19. Yüzyıl İstanbul'unda Gayrimüslimler; Athanasia Anagnostopulu, Sempozyum, Stefo Benlisoy; Editör: Pinelopi Stathis; Tercüme: Foti Benlisoy
Tarih Vakfı Yurt Yayınları; Etnik Gruplar-Azınlıklar, Sosyal Bilimler, Tarih, Osmanlı Tarihi; ...............................................................................................................................................................................Alevi Kimliği; C. Raudvere, Elisabeth Özdalga, T. Olsson; Editör: Bilge Kurt Torun, Elisabeth Özdalga, T. Olsson; Tercüme: C. Raudvere, Hayati Torun
Tarih Vakfı Yurt Yayınları; İslam-Tasavvuf, Din, Dinler Tarihi;                                                                                ...... .............................................................................................................................           Bizans'ın Soylu Kadınları / On Portre, 1250-1500; Donald M. Nicol; Tercüme: Özden Arıkan
Tarih Vakfı Yurt Yayınları; Genel Tarih, Tarih, Dünya Tarihi;
.....................................................................................................................................................................
(.......Şen Sahir Sılan, Dr. Amy Sınger, İzzettin Silier........, Latife Fegan, Prof. Dr. Carter Findley, Dr. Caroline Finkel......, Ragıp Zarakolu, Dror Ze'evi, Yavuz Zeytinoğlu....... Ali Faik Cihan, Dr. Etienne Copeaux, Doç. Dr. Nevin Coşar........)(Tarih Vakfı Üyeleri)
  Tarih Vakfına ait Yurt Yayınlarında ki kitaplar, genel olarak vakfın etkinliklerinin kitaplaştırılması şekliyle karşımıza çıkıyor.
 Yurt Yayınlarında ki eserler, tema olarak, Tarih Vakfının amaçlarının yazılı olarak, Türk insanına dayatılmasından  ibarettir.Yukarıda isimleri yazılı kitaplardan “Alevi Kimliği” adlı kitabın üç yazarından biri olan Elisabeth Özdalga, İsveç Araştırma Enstitüsü proje müdürüdür. Türkiye adeta araştırma cenneti. Fransız Anadolu Araştırma Enstitüsü, İsveç Araştırma enstitüsü,....vb..... Bütün araştırma enstitüleri, Tarih Vakfı başta olmak üzere bazı STK larla içli dışlı. Hatta ortak üyeleri bile var.Peki neyi araştırıyorlar? Genel hatları ile, etnik azınlıklar, aleviler, başörtüsü problemi, yeni etnik azınlık yaratmaya yönelik çalışmalar, Kilikya, İnsan Hakları,Türk’ün dışında ki bütün araştırma konuları............
    Araştırma enstitüleri de Türkiye’de  problem olması planlanan konular hakkında araştırma, toplantı, sempozyumlar düzenliyorlar. Toplantıya katılanlar bilim adamı vasfıyla, fikir birliğinde oldukları konuları katılanlara empoze ediyorlar:
       “İsveç Araştırma Enstitüsü Müdürü Elizabeth Özdalga'nın düzenlediği 'Osmanlı Mirası' başlıklı toplantı 15-17 Mart tarihleri arasında olmak üzere üç gün sürdü. Selçuk Esenbel, Zafer Toprak, Şükrü Hanioğlu, İsmail Kara, Ahmet Kuyaş, Akşin Somel, Azmi Özcan, Mehmet Kalpaklı gibi bu alanda çalışanların çok iyi tanıdığı yerli ve son dönem Osmanlı tarihi üzerine çalışan ve aralarında Türkiye'de de iyi tanınan Erick Zücker'in de bulunduğu yabancı akademisyenlerin katıldığı üç günlük seri konferansların ana teması Osmanlı düşünce hayatıydı.”                                 .                   (20 Mart 2001- Nuray Mert-Osmanlı Mirası- Radikal)
  ( Adı geçen anlı şanlı yerli-yabancı bilim adamı, akademisyen...ler Türkiye için faydalı hangi icraate imza atmışlar acaba? Bunun  örnekleri mevcut mudur?)
   Osmanlı Mirası üzerinde konuşan yerli-yabancı akademisyenlerden Zafer Toprak, Akşin Somel, Erick Zücker Tarih Vakfı Üyesi, Elizabeth Özdalga Tarih Vakfı ile yakın ilişki içinde , Ahmet Kuyaş 2002 TÜSİAD tarih kitabını hazırlayan grubun başında ki kişi. Kısacası, Türkiye için hazırlanmış belirli projelere organize olmuş, belirli sayıda ki bu insanlar işbirliği içinde sürekli etkinlik düzenleyerek, öncelikle akademi çevresini ve üniversite öğrencilerini angaje etmeye çalışıyorlar.
 İnternette dolaşırken, tesadüfen önüme çıkan  fakat açılmadığı için tamamını okuma imkanı bulamadığım,Tarih  Vakfı ile ilgili bir adres ilgimi çekmişti, aynen alıyorum:                                                                                         
“... Alman vakıfları Doğu Karadeniz'de Pontus özlemini kışkırtıyor. ... Tarih Vakfı    İsrail tarafından destekleniyor ve gayri müslim uzantıları ön plana ...
www.metu-alumni.org.tr/calismagr/ yayin/bulten/104/soylesi.htm –
 Şimdi Tarih Vakfı’nca öne çıkarılan bazı kitapları inceleyelim. “ Geç Antik Çağda Roma ve Bizans Dünyası” Peter Brown yazmış, Turhan Kaçar çevirisini yapmış.Kitaptan bazı pasajlar alalım:
“Barbar" istilaları, Hıristiyanlığın doğuşu ve yayılışı, Doğuda İran kültürünün gelişmesi, ardından İslamiyet’in doğuşu ve yayılışı Akdeniz uygarlığını, Akdeniz insanını değiştirdi. Bu yüzyıllar, birçok eski köklü gelenek ve kurumun bir daha canlanmamacasına yok olduğu dönemlerdi. 476 yılında Batı Avrupa'da artık Roma İmparatorluğu mevcut değildi. Oysa Doğuda Bizans İmparatorluğu bütün görkemiyle ayaktaydı.... ............................................................ .          .   Hıristiyanlığın Avrupa'yı, İslamiyet’in Ortadoğu'yu etkilemesi dünyayı değiştirdi. MS 200 civarının türdeş Akdeniz dünyası, ortaçağın üç farklı, birbirine yabancı toplumuna bölündü: Katolik Batı Avrupa, Bizans ve İslam dünyası. Bugün hâlâ bu zıtlıkları yaşamaktayız. “                 . .         .                                         (Tarih Vakfı-106 nolu Haber Bülteni)
   Princeton Üniversitesi'nde tarih profesörü olan yazar, çağımızda yaşanan zıtlıkların sebebini kendine göre bulmuş ve deklere ediyor. Satırlarda Hıristiyan taassubu göze çarpıyor.Zıtlıkların yaşanmaması için, bütün dünya Hıristiyan mı olmak zorundadır ?
    Sıra da  Tarih Vakfı’nın  kurucu üyelerinden, Fransız Anadolu Araştırma Enstitüsü müdürü Stefanos Yerasimos’un yazdığı bir kitap var. ”İmparatorluklar Başkenti İstanbul “ Şimdi bu kitabı inceleyelim. Adından da anlaşılacağı üzere, konu İstanbul’un başşehir olması üzerine kurgulanmış.                                                                                            “Byzantion'la başlayan, Roma İmparatorluğu'nun doğudaki yeni kenti Konstantinopolis'in kurulmasıyla süren kitap, bu dönemin efsanelerle iç içe geçmiş muhteşem anıtlarını, Ayasofya Kilisesi'ne özel bir yer ayırarak tanıtıyor.
   Antik dünyanın çöküşünü ortaçağ Konstantinopolis'inin gelişimi izlerken, görkemli mozaiklerle süslü birçok kilise ve manastır, değerli tezhipli yazmalar ve bugün dünyanın çeşitli müzelerine dağılmış durumdaki değerli ikonalar yazarın anlatısına eşlik ediyor. Bizans sanatının son döneminde, aynı zamanda Rönesans'ın ilk ışıklarına da tanıklık eden Hora Kilisesi'nin (Kariye Camii) muhteşem mozaikleri çıkıveriyor karşımıza..............................” (Tarih Vakfı Sitesi)
    Stefanos eserini yazarken, amaç edindiği sözleriyle ön plana çıktığı ve fetih sonrası cami haline getirilen kiliseleri, gözler önüne seriyor. (Rum yada Yunanlılar , Bizanslılarla hiçbir ilgileri olmadığı halde, olmayan bir tez üzerine kumar oynayıp, Fener Patrikhanesi’nde Bizans’ın çift başlı kartalını kullanılıyorlar, çağdaş dünya!! Da buna göz yumuyor.) İstanbul’da ki kiliseleri  ve azınlık eserleri ön plana çıkararak, İstanbul’un kimliğinin belirlenmesi konusuna vurgu yaptığı eserinde, başka da bir şey yok.                                                                                                                               Stefanos, İstanbul’da ki cami olan kiliseleri gözler önüne çok güzel sermiş , peki 400 yıla yakın Yunanistan’da bulunan Osmanlıdan hiç mi camii kalmadı? Oralarda. Ortada hiç  camii yok. Stefanos Yerasimos, biraz da Yunanistan’a giderek, 400 sene zarfında hiç Türk eseri yapılmadı mı sorusuna cevap aramalıdır. Türkiye’dekileri zaten biliyoruz . İstanbul 1453 te feth edildi. Yıl 2004 .Bir çok eser yerli yerinde duruyor. Bu duruş Türk’ün “ötekileştirici” olmayan tavrından ve “insan Haklarına saygı”sından kaynaklanmaktadır.
 Şimdi bir başka esere geçelim. Tarih Vakfı Türk Tarihi içindeki Türk olmayan  unsurları büyük bir titizlikle seçip, okuyuculara sunuyor. Neden?  “Bizans'ın Soylu Kadınları -On Portre, 1250-1500 -Donald M. Nicol -(Çev. Özden Arıkan)-TARİH VAKFI YURT YAYINLARI
  Bizans sarayındaki kadınlar nasıl bir hayat sürdürüyorlardı? Erkek egemen bir toplumda hangi alanlarda nefes alabiliyorlardı? Ünlü Bizans tarihçisi Donald M. Nicol, on Bizanslı "hanımefendi"nin portresini çizerken, İmparatorluğun en azından son yüzyıllarında bu soylu kadınların toplumda etkin bir rol oynadıklarını gösteriyor .........
....rahibe ve bilgin Theodora Raulaina gibi kadınlar toplumun ve sarayın kısıtlayıcı geleneklerine rağmen, bilimde, dinde, edebiyatta ve siyasette yeteneklerini gösterme fırsatı bulmuşlardı. Hikâyeleri bize hem Bizans İmparatorluğu'nda, hem de tarihte kadınların rolüne dair yeni bakış açıları sunuyor. “
  Tarih Vakfı, aylık yayınlanan Tarih Vakfından haberler bülteninde, hemen  her sayısında  acitasyon yaparak, ya da ne koparılsa kârdır hesabıyla Vakfın ihtiyaçlarına ait liste yayınladıklarını artık biliyoruz. Gönlü zengin Türk insanın da , karınca kararınca katkıda bulunduğunu kendileri söylüyorlar.
  Tarih Vakfının 10. yıl kutlamalarında vakıf sekreteri Orhan Silier şöyle diyordu:                                                                                                              “Tarih Vakfı'nın başarısından söz ederken akla ilk önce bazı üretim rakamları gelir. 10 yılda 13-14 milyon dolarlık kaynak bulup bununla 200'e yakın kitap, 4 dergi, 2 ansiklopedi, 20 sergi, 100'e yakın bilimsel toplantı, 20-25 kurum ve kent tarihi araştırması ve neredeyse tümü bağışlarla sağlanan koca bir kütüphane-arşiv kurmuş olmak az iş değildir kuşkusuz.”
  Tarih Vakfı’nın nüfuzlu ve sözü geçen dostlarının bulduğu milyon dolarlık, “Proje Bedeli” kaynaklar mıdır doğru olan, yoksa hiçbir sınıf yada güce arkasını dayamadıkları mı? Buna artık siz karar verin.
Tarih Vakfı’nın  Yurt Yayınlarından çıkan kitaplarından bir başka örnek:              “Tarih Eğitimi ve Tarihte "Öteki" Sorunu                                               Tarih Vakfı'nın 8 - 10 Haziran 1995'te Boğaziçi Üniversitesi'nde aynı başlıkla düzenlediği 2. Uluslararası Tarih Kongresi'nde sunulan bildirilerin toplandığı kitap piyasaya çıktı. Yüzyılın son on yılında yaşanan etnik, dini ve siyasi parçalanmaların yarattığı dalgalanmalar dünya gündemine yepyeni sorunlar getirirken imparatorlukların parçalanmasıyla oluşan ulus - devletler de sorgulanmaya başladı......................
   Yüzyıllardır bir arada yaşayan halklar birbirine yabancılaştı. Kitapta milliyetçi tarih yazımının ortaya çıkardığı sorunlar .........................
  Türk tarih ders kitaplarındaki Yunanlı imgesinden Sırp ders kitaplarındaki Osmanlı eleştirilerine kadar ilginç ve çarpıcı konuları barındıran yirmi yedi bildiri yer alıyor.                                                                     .                                                                (3 Ekim 1998-milliyet)
     Bu konuda ki son örnek kitabımız,” FATİHLER, KORSANLAR, TÜCCARLAR"   Kitabı incelerken gördüm ki, İspanyol’lar ile ilgili satırlardı karşıma çıkan.İspanyol’ların Amerika kıtasında buldukları zengin gümüş madenlerini Avrupa’ya getirişi ,bundan para basılması ve bu paraların Osmanlıların kendi sikkeleri yerine, İspanyol Real’ini kullanmalarını anlatmış, kitabın yazarı Carlo Cipolla.
  Kitabın korsan ve tüccar başlığını anladım fakat eserde anlatılan ,Osmanlı’nın İspanyol Real’ini kullanmasında ki acizliğini göstermek için midir, Fatih göndermesi, onu anlayamadım. Projeleri ile, Türk Toplumun değer yargılarını yerin dibine sokarken, “ Şovenist Olmayan tarih bilincine” hizmet ettiklerini söylüyorlar. Takdir Türk Milletinin.


"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."