30 Ağustos 2009 Pazar


"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR,
SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

BİR ASIR SONRA RESİMLERE BAKINCA BUNU GÖRMEK ÇOK KOLAY.
PEKİ BU GÜN, BUNUN NERESİNDEYİZ?
EMPERYALİST HIRSLAR SON BULDUMU SİZCE?
ASIRLARCA BERABER YAŞAMIŞ HALKLAR BİR BİRİNİ SIRTINDAN VURUYORSABU SORUYA VERİLECEK CEVAP:
KOCAMAN BİR HAYIR DIR.


COĞRAFYAYI KORUYAMAZSAN
Cezmi YURTSEVER
Türkiye son zamanlarda Kürt açılımı konusunda çözüm yolları arıyor.
-Türkiye’nin tarihi misyonunu göz ardı ederek kimlikler konusunda yapılacak yeni düzenlemeler bölgesel özerklik(Federasyon) ve arkasından da parçalanmaya yol açabilir.
-Osmanlı’nın enkazından parçalanmış ülkeler projesini sonuçlandıran İngiliz Gertrude Bell’in çalışmalarını tanıtıyoruz
Başını çevirdi ve duvarda asılı duran Alman Kiepert’in Osmanlı ülkesi haritasına dikkatlice baktı. Batılı ülkelerin “Orient” ismini verdiği Osmanlı’ya bağlı Ortadoğu ülkelerinin ayrıntılarını gösteriyordu. Balkanlardan başlayarak kuzeyde Karadeniz , Kafkaslar, Anadolu ve Güneyde Arabistan toprakları…Biraz daha aşağıda uzayıp giden Afrika toprakları. 19.yy sonlarında bile Osmanlı toprakları üç kıtaya yayılmıştı. Milyonlarca insan yönetiliyordu, İstanbul’dan. Farklı etnik topluklar, inançlar bir arada idi. Ve bu duruma batılı ülkeler kısaca “Pax Ottkomana” diyorlardı ki, diplomasi dilinde ve de Türkçe anlamı “Osmanlı barışı” anlamına geliyordu. Osmanlı coğrafyasında yaşanan yüzyılların tarihinin kısa açıklaması “Barış ve adalet” sözcükleriyle de açıklanabilirdi.
Ama şimdi (1900’lü yıların başlarında) Osmanlı ülkesi “Hasta adam” olarak ömrünün son günlerini yaşıyordu. İç isyanlar, savaşlar, ağır borçlar ve halkının içinde bulunduğu derin sefalet, cehalet ve fakirlik ortamı içinde bile kendini koruyamaz hale gelmişti. Bu duygu ve düşünceleri taşıyan ve karşısındaki dikkatlice bakan kişi genç ve güzel olduğu kadar hayalleri ve misyonu (amacı) ile Osmanlı’yı yakından tanıyan birisi idi. Ülkesi İngiltere’nin zengin bir ailesine mensuptu. Dedesi İsaac Lowtian Bell’in Çelik fabrikaları vardı. Ürettiği mamulleri dünyanın her yerine satıyordu. İngiltere kraliyet ailesi nezdinde de saygın bir yeri vardı.
Adı geçen kişi hayatının baharında sahnede gösteri yaparak kendini beğendirmek, evlenmek, çoluk çocuğa kavuşmak, şan ve şöhret içinde bir hayat sürmek “asilzade” olmak isteyen birisi değildi. 1868 yılında İngiltere’de doğan ve 1900’lü yıların başlarında Osmanlı ülkesini dolaşan bu genç ve güzel hanım efendi’nin adı Gertrude Bell idi. Oksford Üniversitesi Tarih bölümünde Doğu dilleri, tarih ve kültürü üzerine eğitim yapmıştı. Ve ülkesi İngiltere onu “misyoner” olarak özel bir görevle Osmanlı ülkesine gönderiyordu, 1890’lı yılların başlarında. İlk durak yeri İstanbul idi. Osmanlı başkentinde Beyoğlu-Tepebaşında bulunan İngiltere Büyükelçiliğine yakın ilgi ve destek gördü. Ve Anadolu’ya geçti. Truva’da süren kazıları yerinde inceledi. Sonra bir gemi ile Osmanlı’nın Doğu Akdeniz’deki liman kenti Beyrut’a geldi. Kutsal kent Kudüs’e geldiğinde onun için bir otel odası kiralandı. Ve çalışmalara başladı. Yine elinin altında Almanların ünlü Kiepert haritası vardı. Odasının duvarına asmış ve haritanın ayrıntılarında yer almayan yerlerini görmek daha ayrıntılı haritalar çizmek için hazırlıklara başladı. Bu arada halkın konuştuğu Arapça’yı belleğinde canlandırmak için özel hoca tuttu. Çoğu kez Kudüs sokaklarını dolaştı. Ve insanlarla kendi dilinden dolaşmaya başladı. Sonraki bir gün yanında aşçısı, koruması, yük taşıyan hizmetkârları olduğu halde Filistin coğrafyasında Lüt gölü sahillerinde dolaştı. Arap kabile reisleri ile tanışmaya, konuşmaya can atıyordu. Arapların çöl ortamında yaşantılarını yerinde görmek için çadırlarına misafir kalıyor, kahvelerini içiyor ve gülümseyerek fotoğraflarını çekiyordu. Özellikle de “Benden ne istiyorsunuz! Sizlere nasıl yardımcı olabilirim” sorularını soruyordu. Dürzi bölgesini –Osmanlı yöneticilerinin uyarmalarına rağmen- dolaşırken bu insanların geleneklerine ve silah sahibi olmaya olan meraklarını öğrendi. Şam, Halep şehirlerini dolaştı. Sonra Mezepotomya’ya ulaşmak için çöl topraklarında yol aldı. Kerbala, Basra, Fırat ve Dicle nehirleri sahilleri, buralarda yaşayan insanların özellikleri, tarih ve kültürleri onun ilgisini çekiyordu. Tarihi Avasım kentine uğradığında heyecanlandı.
Sürekli fotoğraflar çekiyor ve elindeki defterin yapraklarına not alıyor, şekiller çiziyordu. Sadece tarih meraklısı bir gezgin olmadığı her halinden belli idi. Gördüklerinin ayrıntılı fotoğraflarını çeken, elde ettiği bilgileri yazıya aktaran özelikleri vardı. Kerkük yakınlarında yerden fışkıran hava gazının sonra ateş olup yandığını görünce heyecanlandı. Yer altından çıkan petrol pınarlarını gördüğünde ayrıntılı fotoğraflar çekti. Ve defterine not aldı.
Sonra biraz daha kuzeye Kürt bölgesine geçti. Nuh’un gemisinin yanaştığı bilgilerini aldığı Cudi dağı yöresinde dolaştı. Kürt beyleri ile tanıştı. Musul’a döndü.
Diyarbakır üzerinden Antakya ve oradan da 1905 yılı Nisan ayı içinde Payas, Toprakkale üzerinden Çukurova’ya adım attı. Ceyhan nehri kıyısındaki tarihi Bodrum antik kenti ve sonra Kars kasabası (Kadirli), Anavarza harabelerini dolaşırken yağmurlara aldırmadı. Her gittiği yerde bir dağın eteğinde veya ırmak kıyısında çadırını kuruyor, banyo ve yemek ihtiyacını gideriyordu. Nisan 1905 sonlarında Ceyhan nehri sahillerinden giden kervan yolunu izleyerek Adana’ya geldi. Taşköprü’den Seyhan nehrine baktı. O günlerde nehir yağan yağmurlardan dolayı taşmıştı. Kalıcı bir hatıra olarak bol bol fotoğraflar çekti. Adana Valisi ile görüştü ve sonra tarihi Kilikya’nın hatırası Tarsus ve Mersin’e yol aldı. .
1907 yılı içinde yönünü Karaman’a çevirdi Konya’ya geldiğinde İngiltere’nin Askeri Ataşesi Doughty Wylie’nin evinde misafir kaldı. Wylie, genç yakışıklı olduğu kadar duygusal bir insandı. Gertrude Bell ile Wylie arasında süren tarih ve arkeoloji sohbetleri sonrası yakınlardaki tarihi yerlere gezi ve arkasından duygusal yakınlık “aşk” canlandı. Wylie evli idi. Ama gönül ferman dinlemez misali, Bell ile Wylie’nin kaçak aşkı kısa süreli de olsa hayal dünyasında derin izler bıraktı. Ülkesi İngiltere’ye dönerken gönlünü Konya’daki sevgilisine bırakmıştı.
Gertrude Bell, Orient (Şark/Osmanlı ülkesi) gezilerinden sonra ülkesi İngiltere’ye dönüyor, orada çalışmalarını değerlendiriyor, Kraliyet Akademisi veya hükümet nezdinde raporlar hazırlayarak bilgilendirme çalışmalarında bulunuyordu.
Bell, 1909 yılı içinde de Osmanlı ülkesinde idi. Suriye, Arabistan, Irak topraklarını dolaştı. Kayseri’ye geldi. Toros dağlarında yaylaya çıkan Avşar Yörükleri ile tanıştı. Sonra İstanbul’a döndü. 31 Mart (1909) olayından kısa süre sonra gelmişti İstanbul’a. Şehirde sıkıyönetim ilan edilmiş, askerler Galata köprüsünde ve ana caddelerde yürüyüş yapıyordu. İstanbul olayları ile birlikte Adana’da da Türkler ve Ermeniler arasında iç savaş çıkmıştı. Sevgilisi şimdi Tarsus’ta idi. Ve İngiltere adına Askeri yönetici olarak olaylara müdahale etmiş, kendisini savaşan tarafların arasında bulmuştu. Ama görevi savaşan tarafları uzlaştırmak ve barış ortamı sağlamaktı. Fakat Adana savaşı 14-27 Nisan 1909 tarihlerinde 13 gün sürmüş, tarihi kent harabeye dönmüştü. Savaş sonrası Adana caddelerinden, sokak aralarından binlerce insanın cesedi toplandı, arabalarla taşındı. İç savaşı yaşayanlar bilir, o dehşet sahnelerinde insanların nasıl birbirini öldürmek için canavar kesildiğini… Osmanlı ülkesi kaynıyor, Ermeniler, Araplar, Kürtler ile Balkanlarda de isyanlar vardı. Osmanlı ülkesinin bu kadar sancılı olmasında yabancıların da destekleri tahrikleri, hesapları vardı.
Bel’in yolu 1912 yılında gerçekleşen yeniden Osmanlı ülkesi gezisi sırasında Antep yakınlarında Fırat nehri kıyısında Birecik kasabasına düştü. Burada bulunan Karkamış tepesi üzerinde İngilizler arkeolojik kazı yapıyordu. İçlerinde bulunan Lawrence adındaki delikanlı ile tanıştı. Onun yöre tarih ve arkeolojisi üzerinde tartışmalar yaptı. Karkamış’ta yaşananlar aslında bilim aşkı uğruna arkeolog adı verilen gönüllü insanların burada insanlık idealleri uğruna kendilerini feda etmesi gibi hayli ütopik bir düşüncenin erçekleştirilmesi değildi.
Aslında Karkamış’ta arkeolojik kazı yapan İngilizler, Osmanlı’nın Almanlar ile ortaklaşa yapımını gerçekleştirdiği Bağdat demiryolu yapım çalışmalarının sürdürüldüğü coğrafyada gelişmeleri izlemek için uygun bir istasyon idi.
Bell, 1914 yılı içinde Suriye’de Şam’a geldiğinde elinde bulunan Kiepert’in haritasında “İncognita” olarak isimlendirilen ve Türkçede “Bilinmeyen yerler” anlamına gelen Arabistan içlerindeki toprakları gezmeye karar vermişti. Bu durum onun için hem heyecan verici olacaktı hem de kendisini bekleyen tehlikelere karşı ne yapacağı hususunda deneyim sahibi olmasını sağlayacaktı. Günlerce süren çöl yolculuğundan sonra Arabistan’ın Necid bölgesine geldi. Burada Osmanlı yanlısı İbnürreşid kabilesinin yaşadığı Hail kentine uğradı. Ancak hareketleri kuşkuyla karşılanmıştı. Bu genç ve güzel İngiliz hatun’u gözetim altında tutulmuş, sonra da kendi başının çaresine bakması için salıverilmişti. Bell, kendisine karşı yapılanların farkında idi. Ancak bu şartlarda bile çöl kumlarının arazsında devesine binmiş bir maceracı olarak kendisine verilen hedeflere ulaşmak için yol aldı. Ve Suudi kabilesinin kontrol ettiği topraklara girdi. Ülkesi İngiltere’ye döndüğünde 1. Dünya Savaşı patlak vermişti. Ve şimdi Osmanlı ülkesi Çanakkale boğazı kıyılarında saldırganlara karşı koymak için ölüm kalım savaşıveriyordu.
1915 yılı Ağustos ayı geldiğinde
Osmanlı Devleti, İngiltere’ye karşı savaş açtı. 1915 yılı mart ve nisan aylarında Çanakkale boğazı ve Gelibolu sahillerinde İNGİLTERE- Fransız ittifak orduları ile Türkler arasında kıyasıya bir “ölüm-kalım savaşı” sürüyordu. 25 Nisan 1915 günü, İngiliz albay DOUĞHTY WYLİE ‘nin Seddülbahir saldırısında öldüğü haberi ulaştı Gertrude BELL’e… İngiliz ordusu tarihinin en büyük yenilgisi ile karşı karşıya idi. Olaylar yeni savaş planlarının uygulamaya konulmasını gerektirdi. Osmanlı en zayıf yerinden vurulmalıydı. Gertrude BELL, Kahire’ye İngiltere İstihbarat Servisi emrine çağrıldı. Bell, Kahire’ye geldiğinde mesai arkadaşları olarak bir zamanlar Osmanlı ülkesini dolaşan arkeologları buldu. Lawrence’nin de içinde bulunduğu arkadaşları ile Osmanlı’yı yumuşak karnından vuracak savaş planları yapılmaya başlandı. Bir zamanlar Arap çöllerinde yapılan geziler esnasında Dürzi şeyhi, Hicaz bölgesinden Şerif Hüseyin, Suudiler, Irak’taki Kürtler,Asuriler ve çok sayıda aşiret parayla elde edilmişti. Şimdi İngiliz yanlısı olan bu kişi ve topluluklara silah ve para dağıtarak ödüllendirmenin Osmanlı ordularını Süveyş, Yemen, Hicaz, Filistin, Basra-Bağdat’ta, mümkün olursa Anadolu içlerinde “vurmanın” zamanı idi.
1907 yılındaki Konya gezisi sırasında İngiltere’nin askeri ataşesi ve konsolosu olan Wylie ile tanışmıştı. Başlangıçta, tarihi ve arkeolojik konularla başlayan sohbetler, daha sonra sıcak ilişkilere, ortak aşk hayatı yaşamaya dönüşmüştü. Wylie, evli olmasına rağmen ruh dünyasına hitap eden genç ve güzel Gertrude’ye olan aşkını gizlemedi. Aşıklar, bazen Londra’da buluşuyor veya bazen da Osmanlı’nın herhangi bir Şehrinde. Ama şimdi 25 Nisan 1915 tarihinde Gertrude’ye ulaşan kötü haber onun ruh dünyasında fırtınalar kopardı. İngiliz Albay Wylie, elinde silahı olduğu halde askerlerin en önünde Türk mevzilerine doğru hücuma kalkmıştı. Türklerin attığı kurşunla vurulmuş yere düşmüş ve ölmüştü. Wylie’nin Çanakkale savaşı Seddülbahir cephesinde öldüğü haberi kısa sürede İngiltere’de sevgilisi Getrude Bell’e ulaştı. Duydukları karşısında adeta yıkılan Bell, sevdiği insanın intikamını düşman durumundaki Türklerden alması gerekiyordu.
1916 yılı içinde İngiliz ordusunun istihbarat işlerini yürütmek amacıyla Basra’ya geldi.
Ve aynı yıl içinde Şerif Hüseyin’e bağlı “Arap isyancılar” Osmanlı’nın Hicaz demiryoluna, karakollara saldırılara başladılar. Arap isyancıların göbekleri üzerindeki kuşakta bulunan “Cembiye” adı verilen hançerler yerinden çıkarıldı. İsyancılar en yakında bulunan Türk askerlerine cembiyeleri saplamaya başladılar. Medine- Şam arasındaki istasyonlarda devrilen trenler, karakollarda öldürülen Türk askerlerinin durumu içler acısı idi.
1917 yılı Aralık ayı başlarında Kudüs’ü savunan Osmanlı askeri mevzilerini terk ederek daha kuzeye çekildi. Ve 1918 yılı Eylül ayı içinde Şam ve arkasından da Halep İngilizlerin eline düştü.
1918 yılı içinde Gertrude’nin öğrencisi olan casus Lawrence, Osmanlı’ya bağlı Arap ülkelerinin haritasını çizdi. Lawrence iki konunun harita üzerinde aktif hale gelmesini sağlıyordu. Birincisi Adana bölgesi “Kilikya Ermeni Devletine” verilmeli. Urfa’dan, Kerkük’e kadar uzanan bölgeye soru işareti konularak buradaki Kürtlerin Türk boyunduruğundan kurtarılması isteniyordu. Açıkça istenen şey Osmanlı coğrafyasında etnik topluluklara uygun küçük devletlerin kurulması idi.
VE HARİTALAR ÇİZİLİYOR
1919 yılı İlkbahar aylarında Avrupa’nın önemli kentlerinden Paris’te savaş galibi ülkelerin liderleri dünyanın kaderini belirleyecek kararlar almak üzere bir araya geldiler. ABD Başkanı Wilson, İngiltere adına Başbakan Lloyd George, Fransız Başbakanı Clemencau, İtalya’dan Vittorio Orlando “Galipler adına” kendi çıkarlarına uygun yenidünya düzeninin temellerini atıyorlardı. Savaş sonrası barış ortamında yeni dünya düzenini kuracaklardı. Öncelikle de enkaz haline gelen Osmanlı topraklarının paylaşılması hususunda kendi aralarındaki planları masaya yatırdılar.
İngiltere adına çalışan komisyonların en önde gelen politika belirleyici aktörü olarak Gertrude Bell seçilmişti. Bell, özelikle Osmanlı’dan geriyle kalan topraklarda kurulacak yeni ülkelerin şekillenmesine katkıda bulunmak istiyordu. Öncelikle petrol bakımından zengin topraklar ile Türklerin ilgisi kesilecek, Suriye, Ürdün, Küveyt, Arabistan ve Irak ile Araplar ve Yahudilerin beraber yaşadığı Filistin devletleri kurulacaktı. Yıllardır süren Orient gezilerinde çektiği fotoğraflar, çizdiği haritalar, elde ettiği bilgiler ve siyasi ve etnik yapılanmaları da dikkate alarak taslak halinde çizmişti yeni ülkelerin haritalarını. Ama Gertrude Bell’in önerileri ile Anadolu derinliklerinde iki parçaya ayrılacaktı. Kuzey sınırı Trabzon vilayeti olmak üzere, Sivas’ın doğusu ve Fırat nehrinin doğu kısmı Osmanlı Türkiyesinden ayrı tutulacaktı. Bu bölgede Van şehri havzası ile Trabzon vilayetini içine alacak şekilde “Büyük Ermenistan” kurulması, daha güneyde kalan Fırat nehrinden doğu’da kalan Urfa’dan, Diyarbakır’a ve oradan da Musul-Kerkük kuzeyine kadar olan arazi Kürt kontrol bölgesi olacaktı.
Gertrude Bel, tarihçi ve propoganda bürosu çalışanlarından tarihçi Arnold Toynbee ve İngiltere’nin strateji uzmanları Osmanlı’nın parçalanması ve paylaşılmasında yeni kurulacak devletleri ve kendi çıkarlarına göre şekillenen “Kontrol alanlarını” tespit etmişlerdi. Bu çalışmalar sonucu ertesi 1920 yılında hazırlandı SEVR anlaşması. Sevr’in arka planında da Gertrude Bell’in hazırladığı plan ve projeler üzerindeki imzası vardı. Sevr haritasında Anadolu’nun doğusunda kurulması planlanan Büyük Ermenistan devleti her ne kadar Trabzon vilayetini içine alsa da küçük bir ayrıntı vardı: Rize bölgesi “Lazistan” olarak tanımlanmış ve burada Gürcülerin kontrol hakları olduğu görüşleri benimsenmişti. Bu gelişmeler ışığında Gertrude BEL, Osmanlı’nın parçalanması ve paylaşılmasında “son darbeyi vuran” aktörler arasında tarihteki yerini almıştı. Hiç bitmeyen ve günümüze kadar süren tarihi sancılar bırakarak. Ve de “Coğrafyaya hakim olamayanların sınırlarını başkaları çizer” görüşlerini doğrularcasına…
Not: Gertrude Bell hakkındaki bilgiler, Oksford Üniversitesi GERTRUDE BELL PROJECT arşivinden elde edilmiştir. Bahsi geçen arşiv belgeleri internet ortamında da yayınlanmıştır.
Gertrude Bell'in çektiği fotolar için bakınız:

AYRICA BAKINIZ:

Prof. Dr. Abdurrahman Aksoy / MİDYAT'TA BİR AJANIN ANILARI
Gertrude Bell, 1868-1926 yılları arasında yaşamış olan İngiliz arkeolog, yazar, şair, seyyah, dağcı ve de hepsinden önemlisi İngiliz İstihbarat Örgütü görevlisi olarak bir çok önemli rol üstlenmiş olan bir karakter. 14 Haziran 1868 tarihinde Durham County (İngiltere)'de dünyaya geldi. Ailesi ,sanayici bir aileydi. Eğitiminin ilk bölümünü evde aldıktan sonra Londra'daki okullarda eğitimini tamamladı. Bir bayan için alışıldık olmayan bir şeyi yaptı ( O yıllarda günümüzün çağdaş Avrupasında bayanlar üniversiteye kabul edilmiyordu). Oxford Üniversitesinde tarih eğitimi alan ilk bayan olmayı başardı. Yirmi yaşındayken, Oxford Üniversitesindeki eğitimini, ilk iki yılı okuyarak yarıda kesti ve ön lisans diploması aldı. İzleyen yıllarda Londra ve Yorkshire şehrinde kendini sosyal içerikli konulara adadı. 1897-1904 yılları arasında, yoğun bir şekilde Avrupa ve dünyanın farklı ülkelerine seyahatler yaptı. 1899-1904 yılları arasında İsviçre Alplerinin buzlu zirvesine tırmanarak dağcılık ününe kavuştu. 1899-1914 yılları arasında Ortadoğu'ya ( Türkiye, Mısır, Suriye, Irak, Filistin, İran gibi ülkelere) bir çokarkeolojik geziler düzenledi. Bunlara ilaveten Arapça ve Farsça konuşmayı öğrendi ve seyahatlerine ilişkin kitaplar yazdı. Yazdığı kitaplar arasında seyahat anılarını yazdığı Safar Nameh (1894), İranlı meşhur şair Hafız'ın şiirlerini İngilizce'ye çevirdiğiPoems from the Divan of Hafiz (1897), Suriye gezilerine ait hatıralarını yazdığı The Desert and the Swon (1907), Türkiye'de bulunan Bizans dönemine ait arkeolojik eserleri derlediği The Thousand and One Churches (1909), Türkiye'ye yaptığı gezilere ait notlarını aktardığı Amurath to Amurath (1911), Ukhaidir cami ve sarayını anlattığı, The Palace and the Mosque of Ukhaidir (1914) isimli kitaplar gezileri boyunca edindiği izlenimlere dayanarak yazdığı kitaplardır. Gertrude Bell, deneyimlerinden faydalanmak isteyen İngiliz İstihbarat Teşkilatı’nın çalışma teklifini I. Dünya savaşı sırasında kabul ederek Arap Bürosu'nun merkezi olan Kahire şubesine atandı. Bu şubede Arapların Osmanlı İmparatorluğu’na baş kaldırması ve isyan etmesinde önemli bilgileri İngiltere'ye yolladı. Ayrıca I. Dünya Savaşı boyunca İngiliz hükümetine, Ortadoğu'yu karış karış gezdiğinden dolayı bölgedeki sosyolojik yapı, su kaynakları ve demiryolu güzergahları hakkında sürekli bilgi verdi. Bağdat ve Basra'da, Mezopotamya Seferberlik Güçlerine katılarak Osmanlı İmportorluğu’na karşı mücadele verdi. 1920 yılında İngiliz Yüksek Komisyonu'nun Ortadoğu Sekreterliği'ne atandı. İngiliz başbakanı Winston Churchil’in, 1921 yılında Irak sınırlarının çizilmesi ve yönetici seçiminin yapılması için çağırdığı 40 kişilik komisyonda tek bayan Gertrude Bell'di. Osmanlının bir parçası olan Irak'ta Haşimi krallığının kurulmasını ve Kral I.Faysal'ın 1921'de Irak Kralı olmasında büyük roller üstlendi. Üstlendiği rollerin büyüklüğünden dolayı 'Irak'ın Taçsız Kraliçesi' veya ‘’Çöl Kraliçesi ‘’olarak anılmaktaydı. Aynı yıl Mezopotamya'da Sivil Yönetimin İncelenmesi (Review of the Civil Administration in Mesopotamia) isimli kitabını yayınladı. 1923-1926 yılları arasında Bağdad Arkeoloji Müzesini kurarak, Irak Eski Eserler Başkanlığı yapar. Tüm parasını Irakta İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’nün kurulması için bağışlar. Fakat 1923'ten sonra yalnızlığın acısını yakıcı biçimde hissetmeye başlar. İngiltere'de seveni olmayan Bell, İngilizlerin Arap Bürosu'ndaki Yüksek Komiseri ve koruyucusu Sir Percy Cox'un İran’a atanmasıyla iyice yalnız kalır. Bağdat'ta yalnızlığını ‘‘etrafta sadece ölülerin kemikleri var’’ sözleriyle anlatmaktadır. Avunmak için ilk aşkı olan arkeolojiye döner. Bağdat Müzesi'ni kurar ve Irak Eski Eserler Onursal Başkanı unvanını alır. 1926'da kardeşini yitirdiğinde son büyük darbeyi de yemiş olur. Üvey annesine yazdığı mektupta ‘‘Burada çok yalnızım. Ve bu yalnızlıkla çok fazla devam edemem’’ demektedir. Babasına yazdığı son mektupta ise ‘‘Sevgili baba, artık durmalıyım. Daha fazla yürüyemeyeceğimi hissediyorum’’ diyerek belki de intiharının ilk ipucunu verir. 12 Temmuz 1926 fazla miktarda uyku hapı içerek yaşamına son verir.
Ölümünden bir yıl sonra, 1927 yılında mektupları (Letters of Gertrude Bell) iki cilt halinde yayınlanır. Ölümünden hemen sonra vasiyeti üzerine Irak’ta Bağdat İngiliz Arkeoloji Enstitüsü kurulur. Arşiv, günlük, mektup ve fotoğrafları Newcastle Üniversitesi’ne bağışlanır ve yine vasiyeti üzerine herkesin kullanımına açılır. Gertrude Bell’in sakladığı fotoğraflar 1982 yılına kadar bulunamamıştı. Bulunan fotoğraflar bir albümde toplanarak Londra’da bir müzede korundu. 24 yıl müzede koruma altına alınan Ortadoğu ülkelerinin yaşam kesitlerinin bulunduğu binlerce fotoğrafinternet sitesinde yayınlandı. Gerturde Bell 'in Newcastle Upon Tyne Üniversitesi’ndeki arşivinde; 1600 adet detaylı mektup, 16 adet günlük defteri ve 1900-1918 yıllarında çekilmiş 7000'in üzerinde fotoğraf bulunmaktadır. Oldukça önemli sayılabilecek bu arşiv elektronik ortamda araştırmacıların hizmetindedir. Arşiv içinde Diyarbakır ,Mardin,Hasankeyf ,Silvan ,Harran,Urfa, Ergani , Midyat gibi Güneydoğu ve Ortadoğuseyahatinde gezdiği yerlerdeki Süryani, Nasturi köyleri ile ilgili notları ve bu bölgelerde çektiği fotoğraflar günümüzde şimdi yok olmuş veya erozyona uğramış kimi yapılar veya geleneklere , sosyal ilişkilere dairipuçlarını barındırsa da yorumlarını oryantalist bakış açısıyla aktardığını da unutmamak gerekir. Can Yayınları’ndan2004 yılında çıkan Janet Wallach’in 539 sayfalık ‘’ Çöl Kraliçesi’’ isimli kitabı, Bell’in olağanüstü serüvenini merak edenler için önerilebilir. *Gertrude Bell Projesi İnternet Sitesi : http://www.gerty.ncl.ac.uk/ ( Mektup,günlük ve fotoğrafların ayrı klasörler halinde tasnif edildiği sitede , dokümanları taramak için hazırlanmış arama motoru (search archive)'ndan da faydalanabilirsiniz.)
*Aşağıda www.midyat.net sitesinin kurucusu sayın Prof. Dr. Abdurrahman Aksoy’un çevirisiyle aktarılan bir Midyat gezisi anısını , kendisinden alınan izinle yayımlıyoruz.
O zamanlar Mizizah'ta Kalan Çelebi AğaBell , Midyat ve çevresine ilk gezisini 20-30 Mayıs 1909 tarihleri arasında, ikinci gezisini ise 15-22 Nisan 1911 tarihlerinde gerçekleştirmiştir. Yöredeki tarihi eserlerin fotoğraflarını çok detaylı bir şekilde çekmiş, ayrıca bölgedeki yaşam şekli ve kendi hatırlarını yazdığı mektup ve günlüğünden oluşan yazıları bulunmaktadır.
Gertrude Bell, Midyat ve köylerine yaptığı ilk gezinin üçüncü gününde, Midyat'a 30 km uzaklıkta Dargeçit yolu üzerinde bulunan ve bir süryani köyü olan Hah'a (Anıtlı) gider. Hah'taki ikinci gününde ( 24 Mayıs 1909, Pazartesi), zifiri karanlık gecenin yarısında gürültüyle uyanır. Köyün içinde kamp kurduğu yerdeki çadırının içinde bir adam olduğunu fark eder. Yatağından doğruluncaya kadar adam çadırdan çıkarak, karanlıkta kaybolur. Kendisine eşlik eden ve korumakla görevli iki askerden biri uyuyup diğeri nöbet tutması gerekirken ikisi de uyumuştur. Rehberi Fetuh ve hizmetçileri de birer ölü gibi derin uykuya dalmışlardır. Gertrude'un tam bir dakika boyunca bağırmasından sonra ancak uyanabilmişlerdir. İlk şaşkınlıktan sonra etrafı kontrol ederek, eksik olan bir malzemenin olup olmadığını bakar. Kendi çadırında yere serdikleri her şeyin çalındığını fark eder. Elbiseler, yük taşımada kullanılan içleri eşya dolu heybeler, çizmeler, katırlara yüklenen tahta sandukaların da yarısının olmadığını fark eder. Sandukaların içinde gezisinin başlangıç noktası olan Bağdat'tan Midyat'a kadar olan kısmına ait detayların yer aldığı defterleri, planları ve dolu fotoğraf filmleri de vardır. Artık yolculuğuna devam edemeyecek olduğunu düşündükçe, boğulacak gibi olur.
Fettuh ve Gertrude BellHizmetçilerinin karanlığı delen bağrışmalarını duyan köyün papazı da yanlarına gelmişti. Herkes kendine göre bir şeyler söyleyip, çeşitli tavsiyelerde bulunuyordu. Bir iki saatlik bir düşünmeden sonra, rehberi Fetuh'u bir askerle (Abdurrahman isminde) beraber Çelebi ağayagöndermenin ve yardım istemenin en iyi yol olacağına karar verir. Çelebi ağa (İsmail oğlu Çelebi) Hah köyüne 7 saat uzaklıktaki bir köyde (Mizizah ) oturmaktadır ve bölgede büyük bir otoritesinin olduğu söylenmektedir.Cizre'den Mardin'e kadar olan bölgede yaşayanların büyük bir kısmı ona bağlıydı ve devletin koyduğu kurallarından çok Çelebi ağanın kurallarıyla yönetilmekteydi. Yörede yaşayan müslumanların yanı sıra , Süryaniler tarafından da sevilmekte ve saygı görmektedir. Kendisini ziyarete gelen Dargeçit piskopsu ağadan övgüyle söz etmiştir. Gertrude, askerlerden önce Çelebi ağaya başvurmasının sebebini, suçsuz olduklarına inandığı Hah sakinlerinin askerler tarafından sıkıştırılıp suçlanmasını önüne geçmek olarak açıklamaktadır. Fetuh ve askeri Çelebi ağayı alıp getirmek üzere gönderdikten sonra, oturup dönmelerini beklemekten başka çaresi kalmamıştır. Tüm gün boyunca kendisine daha önceki bir gezisinde hediye edilen İspanyolca İncil'i okuyarak geçirir ve bunun kendisini rahatlattığına ve sıkıntılarından kurtardığına inanır. Akşama doğru, köyün taşlı yolunda bir kısrak üzerinde, beyaz bir fistan ve üzerine altın sırma işlemeli abiyesiyle Çelebi ağa tüm heybetiyle, yanında Fetuh ve arkasında adamlarıyla belirir. Çelebi ağanın gerisinde beyaz fistan giymiş ve silahlarla kuşanmış 20 adamı vardır. Büyük bir saygı ve ihtimamla ağayı Gertrude'un çadırına getirirler. Gertrude anılarında ağadan söz ederken uzun boyu ve yakışıklılığından da söz etmektedir. Çelebi ağa kahvesini içerken, bir yandan da olayı dinler ve yardım istenme sebebini ilk ağızdan öğrenir. Çelebi ağa çok az arapça bildiğinden dolayı, tercümanlığını köyün papazı yapar. Bu arada Gertrude Bell Çelebi ağaya: "Eğer ki eşyalarım bulunmazsa tüm dünyayı başlarına yıkarım" der. Papaz da bunu gerçekten yapabilecek güçte olduğunu onaylar bir şekilde aktarır. Çelebi ağa adamlarıyla beraber papazın evinin damına çıkarak ne yapmaları gerektiğini konuşarak, mahkemeyi köyün manastırının damına kurulmasının uygun olacağına karar verirler. Gece boyunca bir sonuca varılamaz. 1911 yılında Hah Köyü'nde Bulunan ManastırErtesi gün Çelebi ağa yanına Fetuh ve adamlarının alarak, araştırma yapmak üzere Zahuran köyüne gider. Zahuran, Hah köyüne 2 saat uzaklıkta bir müsluman köyüdür ve köy halkı Çelebi ağaya bağlıdır. Hırsızlıkla ilgili Gertrude'un elinde bazı ipuçları vardır. Olayın olduğu gecenin gündüz vaktinde Zahuran köyünden 3 adamı kamp kurdukları yerde, çadırların etrafında gezerken görmüştü. Bunun dışında bozuk para koyduğu küçük cüzdanı da Zahuran yolu üzerinde bulmuşlardı. Olayın ertesi günü bir çoban aynı yol üzerinde, bir saat uzaklıktaki mesafede Gertrude ait bir eldiveni getirmesiyle beraber şüpheler yoğunlaşmıştır. Çelebi ağa Zahuran köyüne gittikten sonra, Gertrude yakındakiDer Salib köyündeki kilise ve tarihi eserleri incelemeye gider. Akşama doğru Fetuh tek başına gelir ve hiçbir sonuç alamadıklarını anlatır. Bunları duyan Gertrude bir kez daha yıkılır. Fetuh'da gelişmelerden rahatsızlık duymakta ve bir daha asla böyle bir yolculuğa çıkmayacağını gözleriyle bile olsa ima eder. Akşam vakti Gertrude yanında bulunan askerlerden birini, Diyarbakır Valisi ve Diyarbakır İngiliz Konsolosuna gönderilmek üzere telgraf çekmek ve Midyat kaymakamından da kendisine yardımcı olmaları için asker göndermesini istemek için Midyat'a gönderir. Ertesi günün sabahında Çelebi ağa yanında 5 tutukluyla beraber Hah köyüne gelir. Geceye doğru Midyat'tan 10 zaptiye (Polis) gelir. Hemen arkasından da Midyat taburundan 3 subay eşliğinde 50 piyade daha gelir. Çelebi ağa ve zaptiyeler hep beraber tekrar araştırma yapmak üzere Zahuran köyüne giderler. Hiç kimse tam olarak bir şey bilmemesine rağmen, herkes birbirini suçlamaktadır. Aslında birileri bilgi sahibi olmasına rağmen, bildiklerini sır gibi saklıyordu. Bu arada Hah köyünün muhtarı da şüphelerden nasibini alır. Gertrude, yardımına gelen subayların nezaketi karşısında duygularını ifadelere dökecek kelime sıkıntısı çektiğini ifade eder. Gertrude Bell Hah Köyünden AyrılırkenAkşama doğru Zahuran köyünde yaşayan erkek, kadın ve çocukların yanlarına hayvanlarını da alarak tepelere doğru kaçtıkları haberi gelir. Subaylar, askerleri manastırın damına toplayarak neler yapmaları gerektiğini konuşurlar. Çelebi ağanın yanında getirdiği 5 tutuklu ile beraber Hah köyü muhtarını da alarak tekrar Zahuran köyüne giderler. Gelişmeler üzerine Gertrude'un canı çok sıkılmıştır. Yapılan işin diyetinin çok ağır olduğunu düşünmektedir. Gertrude ne yapması gerektiği üzerine uzun süre düşündükten sonra, Fetuh'u Çelebi ağanın yanına bırakarak ertesi gün Diyarbakır'a gitmeye karar verir. Eşyaları bulunursa Fetuh kendisine ulaştıracaktır. Diyarbakır'a gitmek üzere hazırlıklar yapılırken bir köylünün kendilerine doğru koşarak bir yandan da: 'Eşyalarınız geri geldi, eşyalarınız geri geldi.' Şeklinde seslendiğini duyarlar. Kampın karşısındaki kayalık tepelere doğru koşan hizmetçiler, bir kayanın üzerinde eşyaları üst üste yığılmış olarak bulurlar. Para dışında eşyaların hepsi bulunur. Hah köyü sakinleri eşyaların bulunmasına çok sevinerek Gertrude'u kutlarlar. Köyde tekrar barış ortamı sağlanır. Gertrude, Çelebi ağaya teşekkür etmek üzere Zahuran köyüne gitmeye karar verir. Kampı da Midyat'a gönderir. Zahuran köyüne geldiğinde gördükleri karşısında dehşete düşer. Köyde tavuk ve horozlardan başka hiçbir canlı kalmamıştır. Köy terk edilmiştir. Kendisini köyde bulunan subaylar karşılar. Çelebi ağa Zaptiyelerle beraber dağlara kaçan sığırları yakalamaya gitmiştir. Çelebi ağayı birkaç saat bekler ama gelmeyince kendisine teşekkür mektubu yazarak Midyat'a gider. Midyat'ta kaymakam tarafından karşılanır. Kendi tedbirsizliğinden utanmış bir halde, yol açtığı sıkıntı nedeniyle köy halkından özür dileyip ayrılır. En aşağılayıcısı da haberin memlekette (İngiltere) duyulması, The Times’ta ve öteki gazetelerde yayınlanmasıdır. Adının duyulması ve dillerde dolaşmasından hep çekinir; bunu kabalık, bayağılık olarak görür, olanca tanınma arzusuna karşın, ünün önemsediği, değer verdiği çevrelerden kendiliğinden gelmesi gerektiğine inanırdı. SONUÇ
Gertrude Bell’in internet ortamında yayınlanan arşivi ve yazdığı kitaplar, Ortadoğu tarihi ve arkeolojisi hakkında son derece önemli bilgiler içermektedir. Özellikle ülkemizde çektiği tarihi eserlerin fotoğrafları eşsiz bir hazine niteliği taşımaktadır. Gertrude Bell arşivi detaylı olarak araştırılmalıdır.

Prof. Dr. Abdurrahman Aksoy
Güncelleme Tarihi: 3 Aralık 2008
KAYNAKÇA 1- THE ARAB WAR: CONFIDENTIAL INFORMATION FOR GENERAL HEADQUARTERS FROM GERTRUDE BELL BEING DESPATCHES REPRINTED FROM THE SECRET “ARAB BULLETIN” (Originally printed in Great Britain in 1940 by the Golden Cockerel Press. Electronically reprinted in the United States by the Selwa Press, 2003).
2- Gertrude Margaret Lowthian Bell.http://www.mnsu.edu/emuseum/information/ biography/abcde/bell_gertrude.html. Erişim Tarihi: 10.01.2006 3- http://www.ncl.ac.uk/library/specialcollections/exhibition_bell_1.php 4- Gertrude Bell Project: http://www.gerty.ncl.ac.uk/ 5- Desert Queen: The Extraordinary Life of Gertrude Bell, Adventurer, Advisor to Kings, Ally of Lawrence of Arabia, by Janet Wallach, Random House, 1996. 6-Olive Stonyer. Gertrude Bell. http://www.liveandlearn.com.au/Dawn/50/Gertrude%20Bell.html
7- Deniz BAYRAMOĞLU. Irak'ı yaratan kadın Gertrude Bell.http://www.hurriyetim.com.tr/haber/0,,sid~227@nvid~246147,00.asp 22. 03. 2003 8- http://www.gerty.ncl.ac.uk/diaries/d1700.htm 9- http://www.gerty.ncl.ac.uk/diaries/d1701.htm
10- http://www.gerty.ncl.ac.uk/diaries/d1702.htm 11- http://www.gerty.ncl.ac.uk/diaries/d1703.htm
12-http://www.gerty.ncl.ac.uk/diaries/d1704.htm
13-http://www.gerty.ncl.ac.uk/diaries/d1705.htm
14-http://www.gerty.ncl.ac.uk/diaries/d1706.htm
15-http://www.gerty.ncl.ac.uk/diaries/d1707.htm
16-http://www.gerty.ncl.ac.uk/diaries/d1708.htm
17-http://www.gerty.ncl.ac.uk/diaries/d1709.htm
18-http://www.gerty.ncl.ac.uk/letters/l889.htm
19-http://www.gerty.ncl.ac.uk/letters/l890.htm
20-http://www.gerty.ncl.ac.uk/letters/l891.htm
21-Gertrude Bell ,Mezopotamya’da 1915-1920 Sivil Yönetimi ,YABA Yayınları, 2004
"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR,
SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

20. Y.Y' IN BÜYÜK YALANI (HOLOKOST) ÖMRÜNÜN SONUNA YAKLAŞIYOR
Siyonistlerin Filistin’de yaptığı soy kırımı ve dünyada meydana gelen her önemli katliamın altından Siyonist parmağının çıkması bende “bu kadar berbat bir soykırıma maruz kalmış bir halk nasıl oluyor da şimdi kendisi bunu yapabiliyor?” sorusunu sormaya neden oldu. Dünyada (sadece Türkiye’de değil) ekonomiyi ve medyayı kuşatmış bu Siyonist katiller tüm dünya halklarını kandırmayı başardı. Gerek öldürerek, gerek medya sansürü ile gerekse ekonomik yaptırımlarla bunu başardılar. Ama artık yaptıkları rezillikler o kadar ayyuka çıktı ki saklayamıyorlar. Dünyanın her yerinden cesur, yürekli araştırmacılar tüm baskılara rağmen araştırmalarını yayınlamayı başardı. Ve karşımıza şeytani bir yalan, korkunç bir plan çıktı. Dünyayı kendi arzuları doğrultusunda şekillendirme hevesinde olan bu şeytan ırkı Siyonist katiller artık sınırlarımıza dayandı. Avrupa ve Amerika kıtasını çoktan hallettiler. Şimdi anakara Asya’ya, tabiî ki en başta Türkiye Cumhuriyetine yöneldiler. Alt kadrolarını, siyasetçilerini, medyalarını ve her kuruma kölelerini soktular. Etnik ayrılıkçılık, yalan dolanlarla hiziplerini soktular. Dünya nüfusu içerisinde kendilerine kölelik yapacak ırkı da buldular. Dünya halklarının tamamı çok ciddi bir tehdit altında. Bu sapkın, şeytan ırkı mayınlı tarlaların temizlenmesi gibi saçma sapan bir konu ile sınırlarımıza girmek üzere. Bunlar ne kadar kendini üstün ırk kabul ediyorsa etsinler, unutulmamalıdır ki Türklerde Güneş Irkıdır. İyi ile kötünün şimdilik gövde gösterisi yaşanıyor. Ama şeytan ırkı kendine vaat edilen toprakları ele geçirene kadar sinsi oyunlarına devam edecektir. Tarihte koymuşlar.2009dan başlayan,2012de yoğunlaşan ve 2014 de biten bir geçiş sürecine girdik. Sinsi saldırıların yoğunluğundan bu sürece girdiğimizin herkesin farkına varması gerekmektedir. Karşımızda mert bir düşman yok. Sinsi ve içimize sızmış bir yılan var. Çok dikkatli olmak ve çok iyi araştırmak gerek. Bu yılan bukalemundan beter. Her renk ve desene girebiliyor.
Holokstın meşhur eleştiricisi Prof. Robert Forison, son yazdığı araştırma yazısında, “İsrail’de Şaron nasıl ölüme doğru gidiyorsa, 20. yüz yılın büyük yalanı da ömrünün sonuna yaklaşıyor” diye kaydetti.
Prof. Robert Forison, “VHO. Org” İnternet Sitesinde yayınlanan son yazısında, son günlerde gündeme gelen Kilisenin holokast olayına yönelik bakış açısını incelerken, Aşovitz kampında gaz odalarının bulunmadığına dair ayrıntılı bilgi sundu.
Forison söz konusu yazısının bir bölümünde şöyle yazdı: “Gerçekte, yerli Aşovitz kampında Yahudileri öldürmek için gaz odalarının bulunduğu bir yalandan ibaret. Fakat bundan daha büyük olan bir yalan daha var. O da şu ki, bu mekanda bulunan gaz odalarının dünya savaşından sonra onarıldıkları veya, bu binanın iyi yapılmamakla birlikte aslına benzer bir örnek olduğu söyleniyor. Bu gaz odalarının 2. dünya savaşından sonra yapıldığının söylenmesi, aslında tehlikeli bir yalan.” Forison’a göre, Aşovitz kampı Nazi hastanesine yakın bir yerdeydi ve Ağustos 1945 yılına kadar orası cesetleri saklama mekânı olarak kullanılıyordu. Bu mekân daha sonra 1944 yılından itibaren, Nazi hastanesi için, içinde bir ameliyat odasının da yapıldığı bir sığınağa dönüştü. Savaştan sonra Polonyalı Komünistler, söz konusu binayı bir gaz odasına benzetebilmek ve oranın insanların öldürüldüğüne has bir yer olduğu konusunda herkesi inandırabilmek için bir hayli gayret gösterdiler. Tabi onların yaptıkları asla, bir yeniden onarma işine benzemiyor. Yani daha çok, kendi hayal ürünlerinden kaynaklanan yeni bir inşaat girişimine benziyor. Prof. Forison daha sonra şöyle kaydetti: “Ben bu bilgileri, 19 Mart 1976 yılında Aşovitz kampı arşivlerinde bulduğum bir takım inşaat planlarıyla birlikte elde ettim. O planlar, hiçbir zaman yayımlanmamıştı. “Birkenau” kampında insan yakılmasına dair 4 fırın planı daha vardı. 2 ve 3 no.lu fırınlarda cesetlerin saklanması için özel yerler vardı. Bunların tavanında havalandırma deliği veya benzeri bir delik yoktu. Tabi bugün belki bazı uzmanlar, bu meseleyi incelemekle meşgullerdir. Nitekim ben bugüne kadar defalarca bunu söylemişimdir: Tavanlarda delik yoksa demek ki holokast diye de bir şey yok.” Bu yazının devamında yine şöyle okumaktayız: “4 ve 5 no.lu fırınların yapı ve konumlarını göz önünde bulundurduğumuz zaman, bunların hiçbirinin gaz odasına dönüştürülme kapasiteleri olmadığını fark ediyoruz. Ben, Aşovitz kampını inceledikten sonra, “Yeniden Gözden Geçirenlerin Zaferi” adı altında yazdığım 22 sayfalık bir raporu yayımlayabilmek için 1995 yılını beklemek zorunda kalmıştım. O yıl, Fransız tarihçi ve gazeteci “Erice Conan” da, Aşovitzle ilgili internet araştırmalarını bitirdikten sonra, tanınmış bir Fransız haftalık dergisinde uzun bir makale yayımladı. Conan, “Gaz Odaları” adı altında yayımladığı bu makalesinde, “Bu odaların her şeyi uydurma” diye vurguladı. Conan bu makalesinde ayrıca, “70’li yılların sonlarında, Robert Forison, bu uyduruk binaları tespit etmişti. Fakat o serginin sorumluları, Prof. Forison’un açıklamalarını resmen kabul etmekten kaçınıyorlardı. Eric Conan, Aşovitz Ulusal Müze sorumlusu Krystyna Oleksy’in sarsıntıya uğrayan güçsüz açıklamalarını basıp, yayımlamaya çalıştı. Kamuoyu için ikna edici bir cevabı olmayan Krystyna Oleksy, odalarla ilgili olarak şöyle bir açıklamada bulundu: “Mevcut şartlarda bu mekan, olduğu gibi kalacak ve müzeyi ziyaret edenlere bu konuda hiçbir ayrıntı verilmeyecek. Zira onunla ilgili meseleler çok karışık ve çetrefilli. Fakat daha sonralar, bu meseleyi bir çözüme kavuşturabilmek için bir şeyler düşüneceğiz.” ( Aşovits, Şeytan’dan Bir Hatıra- Say. 68) 1995 yılında, “Robert Jan Van Pelt” ile “Deborah Dwork” adlarında iki yazar ortak bir çalışmada bulunarak, “1270 Yılından Günümüze Kadar Aşovitz”(Auschwitz, 1270 to the present) adında “Yiil Üniversitesi Yayınları” aracılığıyla bir kitap yayımlarlarken, Gaz odalarıyla ilgili temelsiz iddiaları yalanlamaya çalıştılar. Bu iki yazar, Aşovitz’in gaz odalarından söz ederlerken, “savaş sonrası”, “mübhem”, “gazap”, “yalan söylemek” ve “uydurma haberler” gibi sözcüklerden yararlandılar. Bu arada en son bir televizyon kanalına verdiği demecinde holokast olayını yalanlayan keşiş Williamson bu konuda, “Aslında, Nazi gaz odaları diye bir yer yokmuş” şeklinde konuştu. Forison’a göre, onun sözünün aksini ispatlamak pek zor bir şey değil. “Yeter ki, ona öyle bir yeri gösterin. Ama mesele şu ki, günümüzde böyle bir oda yok. Ve geriye baktığımızda da, görüyoruz ki geçmişte de öyle odalar olmamış. Hem değil Aşovitz’de, hiçbir yerde yokmuş. Ben hiçbir zaman istediğim cevabı alamadım. “YA BANA BİR NAZİ GAZ ODASI GÖSTERİN, YAHUT DA RESMİNİ ÇİZİN” diyorum. Ben bekliyorum ve hala bir cevap yok. Şimdi bugün Williamson da bekliyor” diyor. Profesör Forison nihayet şöyle bir sonuca ulaşıyor : “Bugün İsrail’de Şaron ölüme doğru gidiyorsa, 20 yüz yılın bu büyük yalanı da ömrünün sonuna yaklaşmakta.” 1929 yılında Fransa’da dünyaya gelen Profesör Robert Forison, 1974 ila 1999 yılları arasında, Liven üniversitesinde öğretim üyesi olarak bulundu. Prof. Forison’a göre, GAZ ODALARI VE YAHUDİLERİN SOY KIRIMA UĞRADIKLARI KONUSU, SİYONİST YAHUDİ TEŞKİLATLARIN UYDURDUKLARI BİR MASAL. BU TEŞKİLATLAR, TAMAMEN SİYASİ-EKONOMİK OLAN BİR TAKIM GAREZLER UĞRUNA BU TÜR MASALLARI UYDURMAKTALAR. Prof. Forison daha sonra şöyle diyor: “BEN 1960 YILINA KADAR, GAZ ODALARINDA ADAM ÖLDÜRÜLDÜKLERİNE İNANIRDIM. FAKAT PAUL RACİNİE’NİN KONUYLA İLGİLİ KİTABINI OKUDUKTAN SONRA, BU MESELEYE KUŞKUYLA BAKMAYA BAŞLADIM. BÖYLECE 14 YILLIK BİR ŞAHSİ TEFEKKÜR VE 4 YILLIK DA GECELİ GÜNDÜZLÜ BİR TETKİK VE ARAŞTIRMALARIN ARDINDAN NİHAYET, TARİHİ BİR YALANLA KARŞI KARŞIYA KALDIĞIMDAN EMİN OLDUM… BEN YILLARCA SAVAŞ DÖNEMİNDEN KALMA VE GAZ ODALARINI KENDİ GÖZLERİYLE GÖRMÜŞ OLAN SADECE TEK KİŞİYİ BEKLEDİM. BU MESELE BAĞLAMINDA İLERİ SÜRÜLEN BİR SÜRÜ BELGEYE İTİNA GÖSTERMİYOR, SADECE TUTARLI OLACAK TEK BİR BELGE VE DELİLE RASTLAMAYA RAZIYDIM. FAKAT NE VAR Kİ, O TAK BELGE BİLE BULUNAMADI. BULDUKLARIM SAYISIZ MİKTARDA KUŞKU GÖTÜREN İDDİALARDI.” Prof. Forison ilk olarak 1978 yılında, “Le Monde” gazetesinde dizi halinde verilen makaleleriyle bu mesele hakkında ifşaata başladı. Forison bugün, bu hususla ilgili geçerli ve belgesel birçok kitap ve makaleye sahip. Onun bugün İngilizce ve Fransızca olarak yazdığı birçok eseri vardır. Prof. Forison’un dizi yazıları “Le Monde” gazetesinde çıktıktan sonra kendisi, tarihi kasıtlı olarak saptırma suçlamasıyla mahkemeye çağırıldı. Prof. Forison bugüne kadar, defalarca mahkemelere çağırılmış ve bir yandan da, Siyonist Yahudi teşkilatların fiziki veya ajit-prop saldırılarına maruz kalmıştır.
&
"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."