2 Ağustos 2009 Pazar


Sebahattin ÖNKİBAR’ın 2/8/2009 Yeniçağ'daki yazısından alınmıştır.

İlhan KESİCİ'nin sitesi:http://www.ilhankesici.org/
Öyle ki hiç unutmam Sayın Kesici, “2009’un ilk üç ayında ekonomik küçülme yüzde 10’u aşar” dediğinde televoleci iktisatçılar güruhu topyekün hücuma geçmişti. İşte böyle bir isim olan İlhan Kesici, önceki akşam SKY-TV “de Serdar Akinan’ın programında dehşet bir tablo ortaya koyuyor. Türkiye’nin kör bir uçuş seyrinde olduğunu belirtip başlıklar halinde şu mesajları veriyor: * Krizin üs merkezi ABD 2009’un ilk üç ayında yüzde 2.5 küçülür iken Türkiye’de küçülme yüzde 13.8 olmuştur. Buna mukabil Yunanistan yüzde 0.3, Arjantin yüzde 2, Endonezya yüzde 4.4, Hindistan yüzde 5.8 ve Çin yüzde 6.1 büyümüştür... Bütün dünya ortalaması yüzde 2 küçülme iken Türkiye’nin rekor küçülmesi yaşanan buhranın göstergesidir. * Krizin anavatanı ABD yani Azrail orada ama ölüler (mevtalar)Türkiye’dedir. * Dramatik olan, bu tabloya rağmen Türkiye’de krizin daha da derinleşeceğidir. Evet, Türkiye’de ahali krizin sonuçlarını tam olarak henüz yaşamadı. Tablo birkaç aya kadar çok daha ağırlaşacaktır. * İkinci çeyrekte küçülme yine eksi 10’lar civarında olacaktır. * İşsizlik yüzde 15’leri geçerken eğitimli gençlerden üçte biri işsiz geziyor. Bu sosyal bir buhranı tetikleyebilir. * Üretim stop ettirilmiş, bir yılda bir buçuk milyon sigortalı çalışan kapıya konmuştur. Buna paralel olarak onbinlerce işyeri, atölye ve fabrikanın kapısına kilit vurulmuştur. 950 bin eve haciz gelmiş,1 milyon çek geri dönmüştür. Ülkede piyasa ve güven diye bir şey kalmamıştır. Keza tarım tasfiye edilmiştir. Ürüne girdi maliyeti ölçüsünde bile fiyat verilmemiştir. * Devletin iç borçlanması 15 milyar dolardan 75 milyar dolara çıkarılmış yani borçlanma yine temel politika yapılmıştır. * Türkiye rotasız, yani kör bir uçuştadır. IMF ile ilişkilerdeki belirsizlik kör uçuşun göstergesidir. Yaşanan onca şeye rağmen Başbakan ile ekonomi yönetiminin ayakları yerden kesik. Maalesef Tayyip Bey’in bu hali gaflet halidir ve ülke mukadderatı için bundan korkmak lazımdır. * Herkes tası kadar su çeker, yani bunların muktesabatı budur ve deryadan ancak tasları kadar su alabiliyorlar. Bunlarla varılacak yer ise uçurumdur. * Türkiye Cumhuriyeti devleti artık piyasa devleti haline getirilmiştir. * Ekonomide yeni evrensel olgu artık devletin kontrolüdür. Devlet başıboş piyasaları denetlemelidir ve denetleyecektir.

"1700 metre yükseklikte yaşıyoruz. Kardan yararlanamıyoruz. Böyle şey olur mu, bu durumu değiştirmek lâzım." Bu sözler Van Valisi Münir Karaloğlu'na ait. Kendisinden bu sözleri işittiğim vakit, Van'ın 25 günlük valisi idi, birkaç gün sonunda ilk ayını doldurmuş olacak. Karaloğlu, görevinin ilk 25 günü içinde Van'ın 11 ilçesinden Çatak hariç 10'una, bazıları birden fazla olmak üzere ayağını basmıştı. Bu satırların yayımlanacağı gün, muhtemelen Çatak'a da ayağı değmiştir.
&
*Cengiz; Van mülki amirine ince bir gaz ayarı vererek başladığı yazısında yine inciler döktürmüş. Yabancı ajanların eteğinde yılların hizmeti böyle ince ayarları öğretmiş Cengiz’e. Böyle bir ayar yarın Van’da alan çalışmasında çok işe yarayacak, birçok kapıyı açacaktır. Bunu bilen Cengiz, yıkama-yağlama tekniğiyle girmiş konuya.
&
Kar'ı, Doğu bölgemizin alışageldiği bir "yaşam engeli" olarak değil, "Allah'ın lütfu" olarak gören bir zihniyet, son derece çarpıcı bir "değişim habercisi"dir.
Hafta başında Van il merkeziyle yılın sekiz ayı kar ve çığın yolu kapaması nedeniyle bağlantısı kesik ve tüm Vanlıların deyişiyle "yılın sekiz ayı Allah'a bağlı" kalan Bahçesaray'dan başdöndürücü virajlar ve yükseklikteki yol yapımı çalışmaları arasından Van'a dönerken, şoför yeni valiyi öve öve bitiremiyordu. Çatak'lı şoförün ölçüleri pek basitti: "Bundan önceki valinin ayağının yere bastığını görmedik. En az 30 korumayla birlikte dolaşır, halktan kimseyle temas etmezdi. Yeni vali öyle değil. Her gün Van sokaklarında halkın arasında dolaşıyor. Üçten fazla koruması da yok. Bir yerde göreve gittiğinizde, oranın insanlarıyla bir tanışacaksınız. Oranın insanları arasında da sözü dinlenmesi gerekenler vardır. Bu vali öyle yapıyor. Çok iyi..."
Bu anlatımı dinlerken Vali Karaloğlu'nun epey bir süredir Van'da görev yaptığını sandım. Kendisiyle ertesi gün bir araya geldiğimizde Van'a geleli topu topu 25 gün olduğunu hayretle öğrendim. Bu kadar kısa zaman içinde çizdiği profil ve çalışkanlık, halkın gönlünü çabucak kazanmasına vesile oluyor.
Van'ın yapısı ve geçmişi hakkında öylesine ayrıntılı bilgi veriyor ki, 25 gün için bu kadar birikim fazla diyecek oluyorum; gülüyor "Gelmeden önce internetten 20 gün Van çalıştım" diyor.
Bir ay önce günler boyu tanımak fırsatını bulduğum Mardin Valisi'nin hareketliliğinden ve en önemlisi vizyonundan etkilenmiştim. Mardin'i "Yukarı Mezopotamya'nın cazibe merkezi" yapmayı kafasına takmış ve misyon edinmişti. Bir açık hava müzesi değerindeki il merkezinde "görsel estetiğe aykırı ne varsa yıkılacak" şiarıyla kolları sıvamış ve bir şantiye şefi gibi gece-gündüz şehrin çehresini birkaç ay içinde değiştirmeye başlamıştı. Mardin'deki sempozyumda konuşurken, Mardin'in geleceğine güvenimi "Burada deli bir vali var" diyerek ifade etmiş ve ardından eklemiştim, "Pir Sultan Abdal'ın ‘Usludan Yeğdir Delimiz' dizesi misali deli…"
Van'ın Çayeli'li Valisi Münir Karaloğlu, Mardin'deki Yozgat'lı meslektaşından farklı kişilik özelliklerine sahip bir tip ama "vizyon" ve "çalışkanlık", aynı zamanda halka yakınlık bakımından Doğu ve Güneydoğu'nun tam da bu dönemde ihtiyacı olan "kamu otoritesi"tipini ifade ediyor.
"Kürt açılımı" sürecinin başladığı anlaşılan böyle bir dönemde, "bölge"de bu tür "kamu otoritesi"nin "merkez-çevre bağı" açısından belirleyici önemi, Ankara siyasetçileri ve İstanbul'daki uzantıları arasındaki biteviye "üniter devlet" söylevlerinden çok daha işlevsel!
"Üniter devlet"in "etnik kimliği"ni kafalara vurmayı öngören ve bölge insanının "Kürt kimliği"nin reddini vurgulayan semboller, Van ve çevresinde de göze çarpmaya devam ediyor. Ta 1992 yılında Turgut Özal, Van'ın yaslandığı Erek Dağı'nın yamaçlarına koca ve beyaza boyanmış taşlarla yazılı "Ne Mutlu Türküm" yazısını işaret ederek, devletin bölge insanını yabancılaştırıcı efektine dikkatimi çekmişti. Bugün de benzer semboller her dağ başında mevcut. Gevaş'ın yaslandığı Artos Dağı'nın yamaçlarında da, Akhtamar Adası'nın tam karşısında koca bir ayyıldız ve "Önce Vatan" yazısı. Orada burada, dağ yamaçlarında "Komando" yazıları.
"Komando"dan "Jandarma"yı anlayacaksınız. Jandarma dediğiniz, Doğu ve Güneydoğu'da JİTEM. Son Ergenekon soruşturmaları sayesinde yıllardır bölgede ne olduğunu, ne yaptığını gayet iyi bildiğimizin JİTEM'i ülkenin diğer köşelerinde de öğrenmeyen pek kalmadı. 1990'lı yıllarda bölgede işlenmiş "faili meçhul cinayetler"in parmak izlerinin yol aldığı adres gibi gözüküyor.
&
*Cengiz burada kurnazlığının başka bir dalını gösteriyor. Sözüm ona demokrasi havarisi görüntünün altında; hiç çaktırmadan devam eden davanın hükmünü veriyor; damardan halka. Güzel birde bağlantı kuruyor. Komando=Jandarma,
Jandarma =JİTEM
JİTEM=Ergenekon,
Ergenekon=Terör örgütü.
Kısaca hepsi TSK
Cengiz davayı çoktan tamamlamış.
Bunu da çaktırmadan veriyor. Demokrat ve çağdaş aydın kimliğine toz kondurmadan üstelik. Nasıl amaJ
Helal sana be Cengiz. CİA da geçen yıllar çok şey öğretmiş. Bu saçları değirmende ağartmamışsın. Anladık.
&
Bu semboller ve bu sembollerin arkasındaki kafa yapısı ve zihniyet kalıpları ile bugüne geldik. Birkaç gündür üzerinde "doğaya karşı" karayolları şebekesiyle verilen muazzam "savaş"ın öneminin işte bunun için üzerinde duruyorum. "Üniter devlet", "Vatan bölünmez", "Önce Vatan" tutkunlarının, bunları taşlarla dağlara yazanlar, Bahçesaray'ı "vatanın geri kalan bölümü"nden bunca yıldır kopuk tutanlar. O dağları aşılmaz hale getirip, insanlarını ülkenin geri kalan bölümüne fiziki olarak bağlamaya kalkışmadan, sağlık ve eğitim hizmeti götürmeden "Vatan bölünmez", "Önce Vatan" sloganlarıyla "potansiyel bölücü" muamelesi göstererek, böylece en önemlisi ülkeden "ruhen" kopartarak, "şiddet coğrafyası"na çanak tutmuş oldular.
&
*Cengiz burada ekonomik bozukluğa dem vurarak, sözüm ona ekonomik yatırım yapılmamış ama dağa taşa “Ne Mutlu Türküm Diyene” yazılmış diyor. Teröristler tarafından yakılan sağlık ocaklarında, öldürülen öğretmenlerden haberi yok mu? Bal gibi var. Çanakkale’de de “ne mutlu Türküm” diyene yazıyor. Tarlada yalın ayak çalışan çocukların ayağına diken batmıyor. Sağlık ocağı yakılmamış, çünkü hiç gitmemiş. Sorunun ekonomik olmadığını bile bile şimdi kendi gelip dayıyor ki, asıl dokunduracağı konuya basamak olsun. Vay kurnaz Cengiz vay.
Neden mi?
Cengiz “Vatan bölünmez” yazılarını eyalet, derebeylik sistemine geçişte çok ciddi bir sorun olduğunu görüyor ve haklıda.80 gazetede yazsa, sabahlara kadar TV kanallarında konuşsa, kıvırtsa, gerdan kırsa da her sabah okuluna giden çocukların uykulu gözlerle okuduğu “Vatan bölünmez”,”Ne Mutlu Türküm Diyene” yazıları kadar onlara ulaşamaz ve etkili olamaz. Buna ne nefesi yeter nede enerjisi. Bu yüzden demokrasi havaları estirerek toptan kaldırmak için çaba harcamak daha az yorucu olacaktır. Mantık bu.
&
Karayolları şebekesi ve hava ulaşımı ve telekomünikasyon teknolojisi tam da bu nedenlerden Türkiye'nin "toprak bütünlüğü"ne katkı yapmak için gerçekten önemli. Zira,"bölge"nin pazara açılması ve dünyanın "bölge"ye girmesi, "asimilasyon" ya da "yabancılaştırma" politikasının terk edilerek Türkiye Kürtlerinin "entegrasyonu" açısından önemli.
Van ve geniş çevresi, dünyanın en güzel köşelerinden biri olması ve Allah vergisi doğası sayesinde büyük bir gelecek potansiyeline işaret ediyor. Önce ulaşılabilir ve kendisi de ulaşabilir olmak zorunda. Karayolları şebekesi ve Van'ın uluslararası havaalanına kavuşması bu bakımdan "olmazsa olmaz" şart.
Bunların olması halinde, çok geniş bir alan "inanç turizmi" açısından eşsiz bir merkez haline dönüşecek. Akhtmar Kilisesi ve Ararat, bu bölgede. Tabii, bunun için iki"zorunluluk" söz konusu:
1. Ermenistan sınırının açılması;
2. Demokratikleşme.
İlki, Ermenistan bu yöne doğru büyük bir insan akınını tetiklemeyle kalmayacak, dünyanın her köşesinden Amerika'dan, Latin Amerika'dan, Avrupa'dan insanların buraya akmasına vesile olacak. O "sınır açılması" Türkiye'de "zihniyet iklimi"nin değişikliğini yansıtacağı ve Van ve çevresinde her yıl on binlerce insanı dünyanın dört bir köşesinden çekecek zemini oluşturacağı için çok önemli.
İkincisi, "Kürt sorunu"nun "çözüm süreci"nden Akhtamar Kilisesi'nin tepesine haç konulması ve hiç değilse haftada bir ibadete açılmasına kadar uzanan yelpaze ile ilgili olduğu için bir "temel şart."
Van Valisi, eleştirel tonu gizlenemez bir vurguyla, "Haçı olmayan kilisenin, üzerinde hilal olmayan camiden farkı olmaz. Almanya'da camilerimizle övünüyoruz. Burada yüzlerce yıllık kilisenin üzerinden restorasyon yapılırken haçı esirgiyoruz. Üzerine haç konulsa burası Ermenistan'ın eline mi geçecek? Bundan mı korkuyoruz? İstanbul'daki kiliseler öyle mi oluyor ki…" diyor.
&
*İşte baklalar yavaş yavaş dökülüyor. Yazının bu aşamasından sonra Kürtler devreden çıkıyor ve asıl patronlara hizmete geliyor sıra. Ama buraya kadar Türk Halkının bir parçası olan Kürtler arkasında sözüm ona demokratik haklarla işlenmiş yazıda bu yol ayrımını her okurun görmesi çok zor. Ahdamar kilisesinin haçı giriyor konuya, bir Ermeni tarafından çalınıp sevgilisine hediye edildiği gerçeği saklanıyor tabi. Ahdamar’ın (yöre halkı bu kiliseye AHDAMAR’der, Ermeni tecavüzlerinin, katliamlarının yapıldığı yer olduğu için. Onlarca kadın burada tecavüz yüzünden intihar ettiği için. Bende bunu kullanmayı yöre halkının acılarını paylaştığımı ve yanlarında olduğumu göstermek için uygun buluyorum)
Haçını takın diyor Cengiz. Bilmez ayağına yatıyor. Senden kaçar mı? Çalan getirsin haçı, kiliseyi devlet bütçelerinden, tüyü bitmemiş yetimin hakkından çalarak onartanlar, hacı takmaktan mı korkacak? Ermenilerle aran iyi, git orijinal hacı getirt. Rusya’daymış en son duyduğuma göre. Sen ara, bulursun. Bağlantıların iyidir senin. Hadi Cengiz; bir işe yara.
&
Akhtamar'ın haçı ile ilgili öyküyü, restorasyon projesiyle ilgili bir inşaat mühendisinden dinledim. "Erivan'da işi haç kaidesi yapmak olan ustalarla temas kurduk. Haç yapıldı. Öyle çok büyük de değildi. Fakat sınırdan içeri giremedi bir türlü. Konu bizi aşıyordu" dedi.
Kapalı sınırlar, sınırları aşamamak, konunun "bizi" aşması gibi bir durum varsa, o, mutlaka Ankara'dan kaynaklanır. Sorun, "zihniyet sorunu" boyutuyla elbette ki Van'dan, bölgeden kaynaklanmaz. Türkiye'deki her sorunun "ana"sından kaynaklanır.
"Kürt açılımı", Ankara'nın bile değişmekte olduğu "umutlarını" bugüne dek olmadığı biçimde uyandırdığı için, bölgede hem ihtiyatlı hem de heyecanlı bir bekleyiş yaratıyor. Bu bölgede insanların ağzı sütten çok yandığı için, yeni bir hayal kırıklığıyla çökmemek için bastırılmış bir heyecan ve ihtiyatlı bir bekleyiş söz konusu olan. Ama heyecanlı.
Bu "iş" olursa, Türkiye bu "sorun" üzerinden ferahlarsa, insanların "kendi kimlikleri" ile "özgür bireyler" ve "saygın bir halk" olarak yaşamalarının önü açılırsa, başta Doğu ve Güneydoğu, Türkiye, kanatlanıp uçar.
&
*Son olarak ta Ankara’ya veriyor ayarı. Ankara yani hükümete. Yazısının inceliklerini anlamadan, altında ki sinsi emeli sezemeden yemiş siyasetçilerin olduğundan adı gibi emin. Bende eminim.
Onlara sesleniyor ve “Kürt açılımını yap” diyor. Yap ki emsal teşkil etsin, sıra patronların taleplerine gelsin. Bende cukkayı doldurayım. ABD’de prestijim artsın.
&
Benim günlerdir dolaştığım "efsaneler coğrafyası" kısa süre içinde dünyanın en önde gelen "kış sporları" merkezlerinden biri haline gelir. Bütün bunların gerçekleşmesinin sağlayacak ekonomik hareketliliği gözünüzün önüne getirebiliyor musunuz?
Yazın ortasında "kış sporları merkezi" hülyası kurmak, Van Valisi'nin "1700 metrede yaşayınca mutlaka kardan yararlanmayı" düşünmek, "Kürt açılımı" olmadan olamaz. Van'ı sevmeden vatanı sevemezsiniz. Kürtleri sevmeden vatandaşlarınızı sevemezsiniz
&
* Dönek militan solcu, CİA elamanı Cengiz buyurdular. Afiyet olsun.