18 Mart 2009 Çarşamba

ALTTAKİ SU OYUNLARI BANA YILMAZ DİKBAŞIN BURNU UZUNLAR YAZISINI ÇAĞRIŞTIRDI. BİZDEDE OYUN KÜRTLER-TÜRKLER,ŞEŞLER-BEŞLER,ALEVİLER-SUNNİLER..VB OYNANIYOR. BUYURUN OKUYUN: Ruanda, küçük bir Afrika ülkesidir. Uganda, Tanzanya ve Burundi ile sınır komşusudur. Nüfusu: 9,907,509 Okur-yazar oranı: % 70,4 Din: Halkın % 82,5’u Hıristiyan, % 5’i Müslüman. Resmi diller: Kinyaruandaca, Fransızca ve İngilizce. Doğal kaynaklar: Altın, kalay cevheri, tungsten cevheri, metan gazı. Kişi başına yıllık gelir: 1000 dolar. Halkın % 60’ı yoksulluk sınırı altında. Ruanda, 1860 yılında Almanya’nın sömürgesi oldu. Almanlar Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkınca, Ruanda 1916 yılında Belçika’nın boyunduruğu altına girdi. Belçikalı egemenler, Ruanda’yı kolayca yönetebilmek için, sömürgecilerin o çok iyi bilinen ‘Böl ve Yönet’ yöntemini hemen uygulamak istediler. Ama önce, Ruandalıları bölüp parçalıyacak bir gerekçe bulmalıydılar. Belçikalı egemenler Ruandalıları dini inançlarına göre bölemiyorlardı, çünkü halkın büyük çoğunluğu Hıristiyan misyonerlerin onlarca yıl süren yoğun çabaları sonucu Hıristiyan olmuştu. Öyleyse, dini inanca dayalı bir ayrımcılık söz konusu olamazdı. Ruandalıları etnik kökene göre ayrıştırmak da olanaksız görülüyordu. Gerçi Ruandalıların bir kısmı çiftçilik bir kısmı da hayvancılık yapıyordu ama, bu farklılık derin bir ayrımcılık yaratmaya elverişli değildi. Belçikalı egemenler en sonunda Ruandalıları bölecek şeytanca bir formül buldular. Ruandalıları ‘burnu uzun olanlar’ ve ‘burnu kısa ve basık olanlar’ diye ikiye ayırdılar. Bu anlattığım, şaka değil! Belki kara mizah olarak görülebilir, ama hiç şaka değil! Belçikalı sömürgeciler, burnu uzun olanlara ‘Tutsi’, burnu kısa ve basık olanlara ‘Hutu’ dediler. Elbette sadece böyle demekle kalmadılar. Tutsilerin, soylu, kültürlü ve daha akıllı olduğunu duyurup, kendilerine hizmet edecek yöneticileri Tutsilerden seçtiler. Aslında, burnu uzun Tutsiler azınlıktaydı. Ruandalıların çoğunluğu kısa ve basık burunlu Hutulardı. Peki, Belçikalı sömürgeciler, kendilerinin yaratıp ortaya çıkardığı ayrımcılıkta neden çoğunluktaki Hutuları değil de azınlıkta olan Tutsileri kendilerine yakın kişiler olarak seçmişlerdi? Sömürgeciler, ‘Böl ve Yönet’ yöntemini uygularken hep şu ilkeye bağlı davranırlar. Bölünme sonucu ortaya çıkan sınıflardan azınlık olanını kendilerine uşak olarak seçerler. Azınlıkta olan uşaklar aracılığıyla çoğunluk üzerinde baskı kurup denetimi sağlarlar. Azınlıkta olanlar, konumları nedeniyle, çoğunlukla baş edemeyeceklerini bildiklerinden sürekli olarak efendilerine bağlı kalırlar. Belçikalı sömürgecilerin yarattığı yapay bölünmenin hiçbir bilimsel yanı bulunmamaktaydı. Tutsilerle Hutular arasında kan, soy ve kültür farkı yoktu. Tutsilerle Hutuların genetikleri de aynıydı. Yani, etnik kökene dayalı bir ayrımın aslı astarı yoktu! Belçikalı sömürgeciler, Tutsi seçkinlerini kullanarak halktan vergi toplamayı ve Belçika’nın politikalarını dayatmayı başardılar. Yerel yönetimlere Tutsileri getirerek egemenliklerini pekiştirdiler. Ancak 1950’lerde ortaya çıkan ve 1960’larda süren Afrika Milliyetçiliği rüzgarı Orta Afrika’da esmeye başlamıştı. Afrikalılar, sömürgecilere karşı başkaldırıyordu. Eylemin öncüleri, Birleşik Afrika ve tüm Afrikalılara eşitlik istiyordu. İşte bu rüzgardan cesaretlenen Ruanda’nın Hutuları, Tutsilere başkaldırdılar. Kasım 1959’da Tutsilerle Hutular arasında silahlı çatışma çıktı. Binlerce Tutsi öldürüldü, binlercesi de komşu Uganda’ya kaçtı. Belçikalı sömürgecilerin başlattığı ayrımcılık sonucu Ruanda’da bir iç savaş çıkmıştı. 1 Temmuz 1962’de Ruanda, bağımsızlığına kavuştu. Ancak Belçikalı sömürgecilerin neden olduğu iç savaş durmadı. Hutularla Tutsiler arasındaki katliamlar aralıklarla sürdü. Ruanda’da iç savaş 1994 yılında soykırım boyutlarına ulaştı. Çoğunluğu Tutsi olan 800 bin Ruandalı öldürüldü. Şimdi gelelim ülkemize. Uzun bir süredir Türkiye’yi ve Türk halkını bölüp parçalamak isteyen ABD ve AB Sömürgecileri de ‘Böl ve Yönet’ yöntemini uygulamaya koydular. Türk-Kürt ayrımı yaratıp bir iç savaşın çıkmasını beklediler, olmadı. Gerçi besleyip ortalığa saldıkları PKK teröristleri on binlerce insanımızın canına kıydı, ama asıl hedefe varamadılar. Bu kez sömürgeciler, Alevi-Sünni kutuplaşmasını denediler, o da tutmadı. Gerçi Çorum, Kahramanmaraş ve Sivas’ta canavarca katliamlar gerçekleştirdiler, ama yine istedikleri olmamıştı. Son olarak sömürgeciler, türban yanlıları-türban karşıtları ayrımcılığını ortaya sürüp körüklediler. Bu kez ABD-AB sömürgecileri, iktidarı da yanlarına çekip TBMM’de de çoğunluğu ele geçirdiklerinden, bu son oyunlarında sanki hedeflerine varmaya, bir iç savaş çıkaramaya yaklaşmış gibi görünmektedirler. Peki, Türk milleti, ABD-AB sömürgecilerinin bu son oyununu da boşa çıkarırsa ne olacak? Nasıl Belçikalı sömürgeciler Ruandalıları bölmek için halkın burun farkını öne çıkardılarsa, herhalde ABD-AB sömürgecileri de Türk halkının başka bir organını dillerine dolayıp ayrımcılık yaratmaya çalışacaklardır! Sömürgecilerde oyun çoktur, bitmez! Tek yol, Türk milletinin siviliyle, askeriyle hep birlikte, ‘Ne ABD ne AB Tam Bağımsız Türkiye’ diyerek ayaklanmasıdır! Yılmaz Dikbaş 10 Şubat 2008, Antalya dikbas@kalinka.com.tr www.kalinka.com.tr

ANGELİA'YA EVLATLIK




Resimlerden anlamayanlar için sadece şunu söyleye bilirim. Tüm bu işaretli ülkeler NİL HAVZASINDA BULUNUYOR. Ayrıca KIZIL DENİZ ve ADEN KÖRFEZİ’NE SINIRI VAR. YANİ DÜNYA PETROL SEVKİYATININ ANA YOLU. Bu ülkelerin durumu ortada. Detayını araştırınız ama ben size bir ipucu vereyim. Nil Nehrinin doğduğu bu ülkeler çeşitli sebeplerden dolayı, küresel sermayenin güdümünde tarım yapmayı bıraktılar. Tarlaları silah çöplüğüne dönmüş vaziyette. Bütçelerinin çoğunu yine küresel sermayenin elinde olan silah üreticilerine yatırıp bir birlerini boğazlıyorlar. Sudan’da 1km uzaktaki B.M’in yemek dağıtım bölgesine giden bu bebe tarihe geçti. Fotoğrafı çeken kişi çekimden sonra terk ettiği için vicdan azabından depresyona girerek intihar etti.Bu Sudan’lı çocukta muhtemelen akbaba tarafından yendi. Nil Havzasında durum bu. Peki: Dicle-Fırat Nehirlerinin havzası yani namı değer Mezopotamya’da durum ne? 16-22 Mart 2009 tarihleri arasında 5. Dünya Su Forumu İstanbul’da yapılmakta.


Sarmaş dolaş olunulan konuklar çok renkli. Ayrıca hatırlatırım:


2007 yılı Mayıs başında BİLDERBERG’te İstanbul’da toplanmıştı.
Küresel sermayenin katil patronları bir yerde toplandıysa  dikkat edilmelidir. Benden hatırlatması, Brad ve Angelia’nın çocuklarımızı evlatlık edinmesini beklemeyelim sonra.
İnternek üzerinde çok büyük bir kontur dolandırıcılığı gerçekleşiyor. En güvendiğiniz arkadaşlarınız sizden kontur talebinde buluna bilir. Lütfen dikkatli olun. Bu kişi bu siteden arkadaşta görüle bilir. Anlamanın en kolay yolu,ileti geçmişini kaydetmeyi aktif yapsanızda görüşmeler kaydedilmiyor. LÜTFEN DİKKAT. BEN BİLE SİZDEN KONTUR İSTEYEBİLİRİM. SAKIN İNANMAYIN. TÜM ARKADAŞLARA SAYGIYLA DUYURULUR. NOT: E-MAİLİ KULLANILAN ARKADAŞLAR BURAYA BİR UYARI MESAJI YAZARSA SEVİNİRİM.

Hayrullah Mahmud ÖZGÜR
Hero?!
Ergenekon'da son dalga bağlamında birkaç satır…
Öncelikle…
ABD Başkanlık seçimleri öncesinde; Rusya, Gürcistan'a girdi!
Arka planı:
Rusya & İran işbirliği…
BOP'un post modern dönüşüme tabii tutulmuş devleti Gürcistan'ın yanında ise ABD, AB yer alıyordu!
Fakat, ABD de AB de Gürcistan'a beklenen desteği vermedi.
Başbakanı olan yakışıklı da stresten "kravat"ını yemek zorunda bırakıldı.
İsrail'deki seçimler öncesinde…
İsrail, Gazze'yi vurdu!
İsrail'in yanında ABD, AB var!
Uluslararası hiçbir kuruluş İsrail'e dur diyemiyor, AKP hariç!:))
Hamas'ın yanında ise İran, Rusya ve BM'de sözcülüğüne soyunan Erdoğan var!
Tam bu noktada Türkiye'de günlerdir kıyamet kopuyor.
"İsrail'in saldırısından AKP'nin haberi var mıydı, yok muydu" diye…
Ben diyorum ki var!
Nitekim…
Hürriyet'ten Mehmet Yılmaz "Rüzgarın önünde savrulan adam" başlıklı yazısında iddia ediyor ki, var!
Aynı gazetede, usta gazeteci Yalçın Doğan diyor ki, var!
Yine aynı gazetede, Cüneyt Ülsever'in İsrail'in son operasyonu analiz dört dörtlük yazısından da anlaşılıyor ki, AKP İsrail ile kazan & kazan'a dayalı kan üzerinden siyaset yapıyor.
İsrail genel seçimlere, AKP ise yerel seçimlere oynuyor!
AKP'nin girdiği bataklığı işaret eden Güneri Cıvaoğlu'nun yazısı:
Bir de bunun üzerine Yunanistan'da başlayan terör olayları ve akabinde Atina'nın Rus uçak gemisinin Ege'de tatbikat yapmasına izin vermesini ekleyin…
Bu anlamda birçok kareyi sıralamak mümkün!
Sözün özü, bu bir dünya savaşı!
İsrail ve İran üzerinden, devletler saflaşıyor. (ALTINI BEN ÇİZDİM)

AKP ise her iki tarafı da idare etmeye çalışıyor.
Ne var ki, kesilen doğalgaz üzerinden Rusya aynı anda iki safta yer alamazsın mesajını çok açık olarak veriyor.

İsrail de IMF üzerinden…
İşte Ergenekon'da son dalga, AKP'nin başından düşen kippası üzerine yapılıyor.
Gündemi değiştirmek için yine, gözaltılar…
Oysa ki, sözde Ergenekon operasyonu bağlamında cevabı acilen verilmesi gerekli soru ortada duruyor:
"Eğer bu yapılan operasyon, Susurluk operasyonu ise AKP neden iktidara gelir gelmez, bu operasyonu yapmadı?!
Eğer operasyon, AKP iktidara gelir gelmez yapılsa idi, AKP Özel Örgütü'nün işlediği ve polisin de 24 saat ile 48 saat arasında faiillerini yakaladığı cinayetler, o zaman kimin üzerine yıkılacaktı?!

Ki…
Kürede, I. Dünya Savaşı'nın rövanşı yapılıyor.
Türkiye'nin "kaptan köşkü"nde ise "amatör" olarak dahi kabul edilemeyecek bir kadro var!
Tüccar siyaset yapan, aklınca kapalı kapılar ardında gizli planlar, danışıklı dövüşler yapan AKP'li aklı evveller grubu bu!
Gazi'nin II'ci Dünya Savaşı öncesindeki Hatay tercihi ve tıbbi suikasta kurban gidişi!.. (SONUNDA BİRKAÇ KİŞİ YAZABİLDİ)

Özal'ın yine sağlık nedenleri ile aramızdan ayrılışı…
Bilinen o ki, Gülen'in de Gül'ün de, Erdoğan'ın da sağlıkları bozuk!
Onları da yaşanan stresin ağırlığı aramızdan alıp götürebilir.
Açık yazıyorum, İsrail / İran makasına girdiler, her an tıbbi suikaste kurban gidebilirler.
Oysa ki ben onların Yüce Divan'da hesap verme ihtimallerini sevmiştim.
Bunun için de, buradan açık açık uyarıyorum:
"Attığınız adıma dikkat edin!"
Ve…
Son olarak…
Belki şimdi yazdıklarım tam olarak anlaşılmayacak, Back to the future…
Ama nasılsa ilerde anlaşılır.
"Hero" filminin kahramanı onca mücadeleden sonra, suikast yapmayı planladığı Çin hükümdarının karşısına yarışı kazanan kılıç ustası olarak çıkar.
Anlatır, 10 yıldır verdiği mücadele sırasında, 10 adımda suikast planını gerçekleştirmek için bunca ter akıttığını, yaptığı bazı gerçek ve/veya danışıklı dövüşler ile şimdi karşısında olduğunu…
Kılıç'ta en üst mertebeye ulaştığını ve o nedenle şimdi hayata daha farklı baktığını…
Bu nedenle de, Çin'in ancak bir zamanlar karşı çıktığı kendisinin birleştirebileceğini söyler.
Bu satırları niçin yazıyorum?!
2009'da hem dünya, hem bölge, hem de Türkiye daha çok karışacak!
Kimseyi paniğe sürüklemek istemem ama krizin, bir yıl değil, en iyimser tahminle 3 yıl sürmesi bekleniyor.
Devletin tepesinde bu yüzden "akil bir adam" Hilmi Özkök olmalı diyorum.
Kendisinin bazı yönlerini eğik bulsam da, düşüncem bu, muhakkak onun da kendince haklı sebepleri vardır…
Askeri alanlarda aynanın üzerinde yazar:
Asker kendine çeki düzen ver, duruşunu düzelt vb diye…
Neyse, Hilmi Paşa da "Pizza kulesi" gibi eğik duruşunu o an gelince nasılsa düzeltmek zorunda kalır!
Kendisini Eiffel Kulesi zannedenler de, kaos derinleştikçe hiçbir şeyden anlamadıklarını bir şekilde fark ederler.
Hülasa, AKP'nin birinci iktidar döneminde danışıklı dövüş yapan ve/veya ben işime bakarım, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyen işadamları, ulusalcı, ülkücü ağaları da AKP tek tek yiyor! Bugün Bedreddin Dalan'ın ofisi arandı ise yarın Aydın Doğan, Koç, Eczacıbaşı, Karamehmet vb isimlerin gözaltına alınmayacağını kim garanti edebilir?!
Ezcümle, AKP çırpındıkça batıyor! AKP ile danışıklı dövüş yapanlar da öyle!
Atatürk'ün Evi'ndeki hayalet?!
AKP Medyası'nda büyük heyecan yaratan Ergenekon 10'ncu dalga operasyonu bağlamında,
AKP'nin içinde yaşadığı "alacakaranlık kuşağı"na dair birkaç satır daha…
Filmin adı, "The Others"!..
"Öteki"…
Kısaca filmin öyküsünden bahsedecek olursak:
II. Dünya Savaşı'nda kocasını kaybetmiş olan Grace, güneş ışığına hassasiyeti olan iki çocuğuyla birlikte, New Jersey'de büyük bir konakta yaşamaktadır. Perdelerin hep sımsıkı kapalı tutulduğu eve, bir gün üç kişi uğrar: Yaşlı bir kadın ve adam, bir de dilsiz genç kız. Eve hizmetçiler aramakta olan Grace, bu kişileri işe alır ve onları çocuklarının sağlık durumu konusunda uyarır. Öte yandan, Grace'in kızı Anne, Victor adlı bir çocuğun kendileriyle birlikte evde yaşadığına, onu arada sırada evin çeşitli yerlerinde gördüğüne inanmaktadır. Bunu defalarca annesine söyle fakat annesi Grace buna pek önemsemez.
Evin çevresini saran yoğun sis yüzünden kasabayla irtibatları kesildiği sırada, Grace, kızının anlattığı hikâyelerin doğru olabileceği yolunda kanıtlarla karşılaşır. İşte bu noktada, eve hizmetçi olarak aldığı insanların garip hareketlerinden iyice şüphelenmeye başlar. Filmin finalinde ise gerçekten izleyenleri tam anlamıyla şoke edecek önemli olaylara sahne olacaktır.
Filmde özetle, evde hayalet olduğunu zannederken, filmin sonunda o hayaletin kendileri olduğunu "acı bir şekilde fark eden" ailenin öyküsü anlatılmakta…
Daha önce yazmıştım:
Öküz, trenin geçtiğini 16 saniye sonra fark edermiş.
Bu anlamda, AKP genel merkezinin önünden trenlerin biri gelip diğeri geçiyor!
Ama hala bir fark eden çıkmadı!
Ne acı!
Oysa ki, öküz'ün dahi algılama süresi 16 saniye…
AKP bu hali hali ile "Öteki" filmindeki ailenin durumunda!
Evde hayalet var zannederken, bir anda gerçek ile yüzyüze kalabilirler.
Çünkü filmin sonuna yaklaştık!
Sözün özü, bulanık suda balık avlamak için suyun daha da bulandırıldığı bir dönemde steril analiz yapmak her babayiğidin harcı olmasa gerek…
(…)
Nitekim…
AKP, Ergenekon 10'ncu dalga operasyonu üzerinden yine bir yandan "gündem değiştirme" operasyonu yapıyor.
Diğer yandan da, Genelkurmay'ı tahrik edip açıklama yapmaya zorluyor.
Neden?!
Niçin?!
Niye?!
Çünkü, önümüzde zorlu şubat ayı var.
Ötelenmesi gerekli işdünyasının borçları var!
Acil para bulmak lazım!
Bu konjonktürde acil para bulmak, Mars'ta su bulmakla eşdeğer!
29 Mart'ta yerel seçim var!
Onun için yine seçmenin karşısında mağduru oynayacak yeni bir karta ihtiyacı var!
Ama nasıl?!
O yüzden AKP, "2008'de her şey iyi giderken kapatma davası açıldı, o yüzden Türkiye'de ekonomi kötü gitmeye başladı" mavalı gibi maval okuyabileceği yeni bir bahane arıyor.
O bahaneyi kimse satın almamıştı, ki şu saatten sonra AKP'nin tüm oyunları, numaraları biliniyor!
Bu yüzden AKP istediği kadar şiddetli operasyon yapsın, TSK basınç altında sakin duruşunu bozmuyor!
(…)
Genelkurmay'da dün gece yapılan ve içeri hakkında bilgi verilmeyen toplantıya gelince…
Düşüncem odur ki:
Komutanlar, karargahta oturmuş çaylarını içmiş, kendi aralarında sohbet etmişlerdir.
Çünkü yapılan bu operasyondan, AKP'nin kirli tezgahından herkes haberdar!
Sadece kamuoyuna, ışıkları açık kalan odalar üzerinden "nostaljik bir mesaj" geçmek istemiş olabilirler:
"Oynanan kirli oyunun farkındayız, izliyoruz, gözlüyoruz, doğru zamanı bekliyoruz" gibisine!
Neden?!
Çünkü, Erdoğan 2006 YAŞ'ında, içinde 22 yolsuzluk iddiası olan dosyayı Hilmi Özkök'ün önüne fırlatıp, "Bunlardan hesap sormadan hiç kimse AKP'den yolsuzluk hesabı sormaya kalkmasın" demişti.
Bilindiği üzere, Özkök döneminde TSK o günden sonra "tepeden tırnağa "soruşturmadan geçirildi!
AK'landı! Bir oramiral yargılandı, mahkum oldu, rütbeleri söküldü!
Büyükanıt döneminde de, Ergenekon soruşturması için hiçbir kompleks duyulmadan, koruma yapılmadan hakkında iddia olan her kim ise onun için soruşturma izni verildi.
Soruşturma izni verilmesi o kişinin suçlu olduğu anlamına gelmez, buna rağmen AKP Medyası'nda TSK'yı yıpratma anlamında büyük bir kampanya yürütüldü.
Başbuğ döneminde ise…
"Buz savaşçısı"nın talimatı ile iki komutan ziyaret edildi, siyasi iktidar tarafından "siyasi linç"e tabii tutulmak istenmeleri demokratik yollar kullanılarak kınandı.
Dünkü operasyonda da, yine emekli komutanlar vardı, iddialar yine ortada yoktu, suçlamalar belli değildi ama buna rağmen yine bol bol gözaltı yapıldı.
TSK, yine susarak konuştu!
Çünkü TSK; AKP iktidarına çok açık olarak, "Benim senin yönelteceğin hiçbir iddia, iftira ile ilgili kompleksim, korkum yok, adaletten kaçmıyorum, Anayasa'ya da bağlıyım, her ortamda hesap vermeye de hazırım! Peki ya sen, neden hesap vermekten kaçıyorsun" mesajı geçmiş olabilir.
Nitekim, hesap soranların da hesap vermekten kaçınmaması gerekmez mi?!
Ankara'dan öğrendiğim, gördüğüm bir şey var:
Generaller gaza gelmez!
İstihbaratçılar şaşırmaz!
Gazeteciler bu tür dönemlerde çok heyecanlanır.
Sadece ortam müsaitse kitleler gaza gelir!
Sözün özü; TSK'nın komuta kademesinin deneyimi itibariyle AKP istediği kadar gaza getirmek istesin, provokatif eylemler yapsın, sakin duruşunu "şu ortamda" bozacağını sanmıyorum.
(…)
Bu ortamda iki nedenle fikrini merak ettiğim bir isim var.
Eski dostum İshak Alaton, İsrail'in yaptığı son operasyonla ilgili ne düşünüyor, AKP ile ilgili değerlendirmeleri nelerdir?!
Bir de AKP'li muhalifleri hedef alan (Ergenekon) operasyonunun insan hakları, demokrasi, hukuk boyutu hakkında ne düşünüyor?!
(…)
Alternatif 28 Şubat süreci operasyonunun "en" arka planına gelince…
AKP nasıl geldi ise öyle gidiyor!
28 Şubat süreci kaotik bir süreçti.
"Hangi taşı kaldırsan altından irticacı çıkacak" sanılan bir hava yaratıldı.
Bir anda medya üzerinden büyük bir fırtına, tsunami yaratıldı.
O dönem o yayınları yapanlar kimlerdi…
Geçiniz bir kalem…
Şimdi Alternatif 28 Şubat süreci'nin içinden geçiyoruz.
Yine benzeri bir operasyon yapılıyor!
Yine medya üzerinden…
Yine aynı ve benzer isimler…
Yine büyük bir psikolojik harekat yürütülmekte!..
Yalnız AKP'li gözüdönmüş fanilerin atladıkları bir boyut var.
28 Şubat'çıların da kendileri gibi küresel aksta bir arka planları vardı.
Yarım kalan, özellikle yarım bıraktırılmış bir süreçtir o!
28 Şubat süreci aynı zamanda, tersten AKP'nin önünü açan sürecin adıdır.

Yani yarım kalmış, talimatla ilerletilmemiş bir süreçtir.
Çünkü, 28 Şubat mağduriyeti ve ekonomik yıkım tablosu üzerine AKP iktidarı inşa edildi.
Şimdi 28 Şubatçılar mağdur!
AKP de mağdur eden!
Peki ya, Ergenekon operasyonuna izin veren küresel güçler, "bu kadar yeter" deyip bir anda plağını tersine çevirecek olursa, gerçekten ne yapacağınızı merak ediyorum.
Çünkü AKP mağduru oynayarak iktidar oldu ve iktidarda çok zengin, çok zalim, çok yalancı, çok üçkağıtçı oldu.
Kimsenin bunlar tüyü bitmemiş yetimin hakkına göz dikmez dediğini sanmıyorum!
Şimdi gözaltına alınanlar, bu listeye bende dahilim, AKP iktidarında ağır mağdur edildiler!
Her şey bir anda tersine dönüp de hesap sorulduğunda bu durumu nasıl açılayacaklar!
Sözün özü, o gün geldiğinde, AKP iktidarında üç maymunu oynayan başta Fehmi Koru olmak üzere tüm sahte İslamcı, sahte demokrat, sahte liberal, sahte Atatürkçülere soracağım:
"Sen bu işin sonunu hiç düşünmedin mi?!" diye…
Filvaki en başta yazmıştım.
Bu iyiler ile kötülerin kavgası değil!
Her şey suyun kaldırma kuvveti ile alakalı!
Karıncalar mı balıkları yer yoksa balıklar mı karıncaları!?
Görünen o ki, kürsel aksta suyun kaldırma kuvveti değişiyor.
Med-cezir Türkiye bağlamında yeni manzaralar ortaya koymakta!
(…)
AKP'nin yeni resmi?!
AKP, perde arkasında İsrail ile danışıklı dövüş yapıyor olabilir!
Bu ilişkiyi açıklaması mümkün değil!
Açıklasa daha beter batar!
Neyse…
Biz perde önündeki resme bakalım:
Uluslararası terörist Yasin El Kadı'ya kefil!
Hamas'ın BM'deki Sözcüsü!
Yahudi düşmanı!
Sudan devlet başkanı Omer El Beşir'in kankası!
ABD, AB, İsrail'den uzaklaşmış, Üçüncü dünyaya yaklaşmış, Ramallah'ta yarım saat bekletilen bir başbakan!
AKP'nin tepe kadrosu diyebilir ki:
"Biz İsrail, ABD, AB ile danışıklı dövüş yapıyoruz, bize truva atı olarak onları arasına sızma görevi verildi!"
Bende diyorum ki, ya gerçek öyle değilse…
Ya, AKP'nin ipi AKP'nin eli ile AKP'ye çektiriliyorsa…
Ya siz dünyanın en aç gözlü ahmakları iseniz!
Sözün özü, küresel aksta AKP'nin yeni vitrini yukarıdaki gibidir.
Yeni ev adresi de, yeni komşuları da, yeni mahallesi de Omer El Beşir'in evinin dibidir.
Ne demiştik daha önce:
Çıraklığını yapmadığın hiçbir işin ustalığına soyunmayacaksın!
Madem istihbaratçı değilsin, ne diye istihbaratçılık oynuyorsun değil mi?!
Sızıp da ne yapacaksın?!:)))
Vs vs vs
(…)
Ve…
Son olarak…
Tarihte yaşayan tüm Atatürk'lerin Evi'nde bir hayalet var!
O hayaletin adı, AKP!
Hülasa, Atatürk Türkiyesi'nde hayalet olan onlar, gerçek olan biziz!
Ezcümle, filmin sonunda AKP acı bir şekilde fark edecek ki, hayalet sandıkları bu anlatıcı doğruları söylüyormuş, kendileri ise hayalet gibi başka bir alemde dolaşıyormuş!
Hepsi ve daha ötesi budur!..
NOT 1: Hürriyet'in yönetmen yazarı Ertuğrul Özkök, bugünkü yazısında "bana bu ortamda hiçbir şeyler olmaz" havasında yazmış. Oysa ki, operasyon başladığında böyle düşünen birçok isim şu anda içerde tutuklu ve neyle suçlandıklarından bihaber! Gazetenin başyazarı Oktay Ekşi ise şaşkın! Ekşi, köşesinde AKP'li Burhan Kuzu'nun görüşlerine yer vermiş ama şu basit soruyu sormayı ihmal etmiş: "Belki haklısınız sayın Kuzu ama her nedense, AKP'li hiç kimseye dokunulamıyor, Cumhurbaşkanı, Başbakan hepsi yargıdan kaçıyor, dokunulmazlık zırhının ardından milletin zekası ile alay etmeye devam ediyor. Neden?!"
NOT 2: Bedrettin Dalan, bir kısım medyada, Ergenekon'un sivil kanadını 1 numarası olarak gösterilmiş. Olabilir! İddia iddiadır. O vakit şu basit soruyu sormak farz oldu: Zanlılar hakkında, savcılık izni ile Emniyet ortalama 3 ay izleme, dinleme faaliyeti yürütüyor! Dalan da bu bağlamda izlendiğine göre, Emniyet, AKP, Savcılık neden yurtdışına yasal yollardan çıkış yapmasına izin verdi?! Eğer yurtdışına çıkmasında bir sakınca yok ise şimdi neden kaçtı yorumları yapılıyor?! Ki, Dalan'ın İstek Vakfı'nın yönetim kurulu üyeleri arasında herkesin yakında tanıdığı büyük, önemli isimler var. Aydın Doğan, İnan Kıraç, Bension Pinto vb… Yani İstek Vakfı'nı basmak, sadece Dalan'a mesaj gibi algılanacak türden değil! Ki, Dalan gibi gözaltına alınacağı ayen beyan ortada dolaşan isimlerin ofislerinde saatlerce ne aranır, onu da anlamak mümkün değil! PKK bile TSK operasyon yapacağı vakit yer değiştirdiğine göre, bu nasıl terör örgütüdür ki, tüm özel belgelerini (!) Emniyet'in bulması için orta yerde bırakıyor! Sözün özü, her yönü ile tiraj-i komik bir arama, yakalama, sorgulama düzeni!
NOT 3: Bir kısım medyada, operasyon 28 Şubatçı paşalara dayandı diye iddialar var. Acaba öyle mi?! Çevik Bir olmadan 28 Şubat olur mu, ya da Erol Özkasnak olmadan! Ve/veya 28 Şubat'ın sivil paşaları Ertuğrul Özkök, Fatih Çekirge vb isimler olmadan bu tanımlamayı kullanmak güç! Ki, Fatih Çekirge nereye giderse, orası muhakkak operasyona uğrar! Bu kuralın Doğan Grubu bağlamında da değişeceğini sanmıyorum. Görünen o ki, ne kadar iyi geçinmeye çalışırsa çalışsın sırada Aydın Doğan var! Birileri Aydın Doğan'ın kapısını tıklatıyor!
NOT 4: AKP'liler her defasında "en büyük Fener" diyorlar neden?! Çünkü Kanarya Locası, AKP'yi destekliyor! Aynı zamanda 28 Şubatçı bunlar! Peki şu anda da aynı şeyi söylemek mümkün mü?! Sanmam! Kerhen! Filmin tamamını görmeden geneli hakkında yorum yapmak doğru değil! Fener bugünlerde büyük transferler peşinde! Kaldı ki, AKP de o adrese şu anda operasyon yapıyor! Büyük yol ayrımı!:))
NOT 5: TSK, terörle mücadele ediyor. Bunun için de askeri yöntemler kullanıyor. Buna karşılık AKP, genel yerel seçimlerde Kürt seçmen oylarını almak için sıkı bir PR çalışması içinde! Bir yanda TRT çıkışlı Kürtçe Tv, Ahmet Kaya'ya selam, bir kısım solcu avanak aydınlara Nazım Hikmet üzerinden havuç sarkıtıp, Ergenekon operasyonu üzerinden de PKK ile mücadele etmiş ne kadar asker, polis var ise içeri atıp Kandil'e yaranmaya çalışıyor. Plan bu! Ne demişti Türüt: Plan yapmayın plan!:)))))
NOT 6: 1 numara kim sorusuna, cevap veren verene! AKP medyasına tavsiyem; 28 Şubat günlerini önce bir hatırlayın, ondan sonra geyiğe devam edersiniz! Çünkü, yol arkadaşlığınız sona eriyor, sizler için genel yerel seçimlerden sonra yeni bir dönem (nostaljik) başlıyor.
NOT 7: Yeni Mahalle esnafı gazetede yazar gibi yazmıyorsun, bu yazıları gazeteler nasıl yayınlasın diye soruyor. Ben hiçbir zaman bu yazdıklarım gazetede yayınlanabilir düzeyde demedim. Bunlar yüksek matematik gibi yüksek siyaset, devletler oyunu ile ilgili satırlar. Naçizane, halkı yönlendirenleri yönlendiren, onlara açı veren yazılar! İş gazete boyutuna gelsin, geçmiş tecrübelerimize binaen, bizde iki satır üç nokta ile devam eden damıtılmış yazılar yazarız! Dert ettiğiniz şeye bakın!:)))
Sevgiler

NEHİRLERİMİZDE SATILIYOR Tarih: 9 Temmuz 2007 Kaynak: Hürriyet Yazan: Yalçın Bayer Telefonda bir ses; kendisini tanıttıktan sonra Petkim'in satılmasına kahroldum. Kazakistan'ın arkasında hangi Rus gücü vardır. Hele Kazakların, Türk işçilerini dövmesi aklıma gelince AKP iktidarı kime hizmet ediyor diye düşünüyorum" diyor. Soru sormaya fırsat vermeden şaşırtıcı bilgiler aktarıyor: "Bu iktidar, Türkiye'nin nehirlerini 3.1 milyar dolar karşılığında 29 yıllığına satıyor; buna devral-işlet demek gerekiyor. Yani en değerli varlığımız, sularımız da gidiyor." "Bir dakika" diyoruz; "Dehşet bir şey bu; nasıl olacak?" - Suların işletme hakkı devrediliyor. DSİ'nin hazırladığı bir taslak proje bu... Örneğin, Fırat'ın sularının üzerindeki Atatürk ve Keban gibi barajlara giden sular da, bu özelleştirme kapsamı içinde olacak. Barajlara giden su da bu kapsam içinde 'paralanacaktır'. Yani bunları alan yabancı konsorsiyum, barajlara dökülen suyun parasını da TEAŞ'tan alacak; TEAŞ da bunu satarken, su bedelini tüketiciye yansıtacaktır. Yani Fırat'a akan Palandöken'in eriyen karına da para vereceğiz. - Şimdilik garip bir durum... Biraz açar mısınız? - Petrol boru hattı olduğuna göre su hattı da olabilir. AKP'nin üzerine atladığı GOP çerçevesinde projelendirdiği anlaşılıyor. Bu sayede İsrail'in ve Ortadoğu'nun su sorunu çözülmek isteniyor. Irak'a ve Kürt bölgesine su lazım... Oraya büyük yatırımlar yapılıyor. Buna karşılık, Türkiye'nin ekonomik yönden tam bir çıkmaz içinde olduğunu düşünmek de gerekiyor. 360 milyar dolar dış borcumuz var. (DP adayı Tevfik Altınok, CNN'de dün dış borcumuzu 408 milyar; özel kesimin borcunu ise 126.4 milyar dolar olarak ifade etti.) İktidar, Türkiye'ye yabancı sermayenin girmesi için her şeyi yapmayı düşünüyor. Çünkü biz hizmet ve mal satamıyoruz. Cari açığımız 30-40 milyar dolar civarında. Sadece özelleştirmeden, Telekom'dan, Tüpraş'tan ve Petkim'den gelecek para ile Türkiye'nin kalkınamayacağını düşünüyorum. - Fırat ve Dicle'nin 'satılması'na gelelim... - Seçimlerden sonra gündeme gelecektir... Öğrenildiğine göre bir konsorsiyum oluşturulacak, yabancı sermayeyle... DSİ'de yapılan ön çalışmalara göre, Fırat'ın 29 yıllık satış değerinin 950 milyon dolar; Dicle'nin 650 milyon dolar olacağı söyleniyor. 12-13 nehrin akarsu gelirlerinden metreküp hesabıyla 3.1 milyar dolar bekleniyor. Yani Fırat ve Dicle bir 'fabrika' gibi düşünülüyor. 29 yıllık sürede enerji projeleri çerçevesinde satış ve gelirlerle birlikte 15 milyon dolar bir kaynak hesap ediliyor. - Türkiye'nin yarattığı kurumları satılıyor, peki doğal varlıklarının, eko-sisteminin satılmasına ne diyorsunuz? - Çevreyi kim düşünüyor ki... Orasını bilemem. Yarın Ağrı, Erciyes ve Uludağ da satılabilir, kaynak yaratmak için... Türkiye çaresiz; bir şey üreterek kalkınamıyor. İlle de yabancı sermaye gerekli. Bu nedenle iktidar, özelleştirme satışlarına yerli konsorsiyum oluşturan firmaların girmesini istemiyor; dışarıdan sermaye gelmesini istiyor. O yüzden Kuveyt, Lübnan, Kazak ve Rus sermayesine kapı açılıyor.