9 Ocak 2010 Cumartesi

ŞİMDİ BUNUNLA ÖN HAZIRLIK YAPIN
Toryum denilince aklıma; ENGİN ARIK geliyor.
Engin ARIK deyince aklıma; Isparta uçağı geliyor.
Isparta uçağı deyince ise aklıma ATLAS JET geliyor.
Atlas Jet deyince de aklıma bundan sonra ne gelmesi gerekiyor?

28 Aralık 2009 tarihli son analaşma ile İsrail ve Türkiye “Tarifeli sefer noktaları arasında frekans ve kapasite kısıtlamasının kaldırıldığı anlaşma ile yolcu ve kargo seferleri yapma kararı alan iki ülkenin sivil havacılık otoriteleri de havayolu şirketlerinin herhangi bir hava aracı tipine yönelik sınırlamaların da kaldırılmasını kararlaştırdı.”

“İki ülke arasında varılan anlaşmanın ardından ATLASJET, İsrail havayolları EL-AL ile İstanbul-Tel Aviv-İstanbul hattında karşılıklı seferler düzenlenmesi amacıyla ortak uçuş (code-share) anlaşması imzaladığını açıkladı. İki şirket arasındaki ortak uçuşların 1 Mart 2010 tarihinden itibaren başlaması öngörülüyor.”
Ve ve ve….

Kasım ayında Amerikan Federal Soruşturma Bürosu (FBI) Başkanı Robert Mueller Türkiye’den liman ve havalimanlarını kullanan herkesin kişisel kimlik bilgilerini ‘biyometrik takip’ amacıyla toplayıp, ABD ile paylaşmasını istemişti.
Bunları da  göz önüne alırsak; ne gelmeli?
Bu yazı ısınma hareketleri olsun.
Sonra devam ederiz.

BİLİM SİYASETE KURBAN EDİLDİ
RÖPORTAJ /Zeynep ÖYMEZ


Dünyaca ünlü Türk Fizikçi Prof. Dr. Saleh Sultansoy, hiçbir hukukî dayanak olmadan üniversiteden kovuldu…

Üniversiteden kovulmamın hiçbir hukuki nedeni yok. Ulusal ve uluslararası çalışmalarım ortada. Belki de bundan dolayı… Esas problem, Türk Hızlandırıcı Kompleksi konusu, Avrupa Nükleer Araştırmalar Merkezi’ne üyelik konusu ve diğer merkezlerle işbirliği çalışmalarının kritik bir aşamada olmasıdır . Üniversiteden kovulmamın esas nedeni bence budur…

Hızlandırıcı sürümlü reaktörler sayesinde uranyum 235’in dışında uranyum 238 de kullanılabiliyor, ki uranyum 235 doğadaki uranyumun yüzde birinden azdır.
Yüzde 99’u uranyum 238’dir. Bu sistemlerde nükleer yakıt olarak toryum da kullanılabilir. Dünyada toryum rezervleri, uranyum rezervlerinin üç katıdır ve önemli bir kısmı da Türkiye’dedir. Böylece 10 bin yıllarla tüm insanlığın ve de Türkiye’nin enerji problemi çözülür.

Dünyanın yeniden nükleere dönmesinin sebebi
güvenlik probleminin kalmaması, atıklar probleminin çözülmesi ve küresel ısınmaya karşı tek alternatif enerjinin nükleer olmasıdır. Bu gelişmelerin sağlanmasındaki en önemli faktör hızlandırıcı teknolojidir.

Projemiz gerçekleşir ve Ulusal Hızlandırıcı Merkezi kurulursa diğer stratejik teknolojilerin gelişmesine katkısı olacak. Muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkılmış olacak. Çünkü bütün gelişmiş ülkelerde ve gelişmekte olanlarda böyle bir hızlandırıcı kompleksi vardır. Türkiye kendi teknolojisini üretebilir hale gelecek. Tıpta kullanımı artacak. Modası geçmiş, eskimiş sistemler değiştirilecek. Enerji açığı gibi bir problemi kalmayacak.

Temel meselemiz, Türkiye’nin bölgesel ve dünya çapında lider ülke olup olmamasıdır. Türkiye bunu yapamazsa uygarlığın sonu meçhul dur. Çünkü biz kültürel olarak ortalama 10 bin yıllık bir kültürün mirasçıyız. Ve dünyada bilime, uygarlığa çok büyük katkıları var bu kültürün. Bizim gibi büyük katkılarda bulunan millet sayısı azdır. Herkes biliyor ki biz yeniden o katkıları yapabilecek kudrete sahibiz, yeter ki doğru yola yönelelim.

Çok kritik bir noktadayız. Oralı, buralı meselesi değil… Sadece 70 milyonluk Türkiye değil, diğer Türk Cumhuriyetleri de toparlanıp hem insani, hem de bilimsel açıdan insanlığın kurtuluşuna bize layık katkılarda bulunmak zorundayız. Bu bağlamda üçüncü dünya değil, gelişmiş milletler arasında olmalıyız…
1952 Azerbaycan doğumlu olan Prof. Dr. Saleh Sultansoy, üniversite eğitiminin ardından 1974’te Azerbaycan Bilimler Akademisi Fizik Enstitüsü’nde çalışmaya başlamış. Ardından 1979- 1989 yılları arasında Doğu Bloğu’nun en büyük hızlandırıcı merkezinde görev almış . Sovyetler Birliği’nin dağılması akabinde Rusya’daki çalışmalarını bırakıp Azerbaycan’a dönmüş ve memleketinde önemli görevler üstlenmiş.

1993’te Türkiye’ye
gelerek 6 yıl Ankara Üniversitesi’nde görev yapan Prof. Dr. Sultansoy, ülkemizde henüz olmayan birçok alanda başlattığı çalışmalarla tanınan bir bilim adamı… 1999–2000 yıllarında Almanya’nın 16 ulusal araştırma merkezinden en büyüğü olan DESY Hızlandırıcı Merkezi’nde hem uygulamalı hem temel araştırmalarda önemli çalışmalarda bulunmuş.

2000 yılı sonundan itibaren Gazi Üniversitesi’nde görev yapan Saleh Sultansoy halen
üçüncü aşaması yürütülen “ Türk Hızlandırıcı Merkezi Projesi”nin fikir babasıdır. İşte böyle bir bilim adamı Gazi Üniversitesi tarafından sözleşmesi uzatılmayarak kapı dışarı edildi. Hem de insan onuru rencide edilerek, bilim ve etik değerler çiğnenerek…

Gelin, Prof. Dr. Saleh Sultansoy’u, çalışmalarını ve mücadelesini daha yakından tanıyalım…

***

Türkiye’deki nükleer profesörlerin yüzde 90’ı nükleer karşıtıdır

- Yüksek Enerji Fiziği dalında dünyaca tanınan bir bilim adamısınız. Fakat bu dal ülkemizde pek fazla bilinmiyor. Çalışmalarınız hakkında bize biraz bilgi verebilir misiniz?

- Yüksek Enerji Fiziği, maddenin temel yapıtaşlarını ve etkileşmelerini inceleyen ve gelişmiş ülkelerde öncelikli AR-GE alanları arasında yer alan bir bilim alanıdır. Günümüzde bu araştırmaların büyük çoğunluğu parçacık hızlandırıcıları kullanılarak yapılıyor. Parçacık hızlandırıcıları ve uygulamaları 21. yüzyılın stratejik 10 teknolojisinden biridir. Tıpkı biyo-teknoloji, nano-teknoloji, uzay teknolojisi, bilişim teknolojisi, nükleer teknoloji gibi... Parçacık hızlandırıcıları, stratejik teknolojilerin ve öncelikli AR-GE alanlarının çoğunun temel taşıdır. Diğer bir deyişle hızlandırıcılar olmasa bu bilim dalları da gelişemez.

Kısaca açıklamak gerekirse, yüklü parçacıkları (elektron, proton veya iyonlaştırılmış atomlar olabilir) önce üretip, belli bir enerjiye kadar hızlandırıp temel veya uygulamalı araştırmalarda kullanmaktır. Masa üstü hızlandırıcılardan tutun da, çevresi 28 kilometreyi bulan dev yapılara kadar (bu çaplı olanlar temel araştırmalara yöneliktir ve uluslararası destek ile kurulur) bu aygıtların tüm teknolojik gelişmelerin temelinde önemli yeri vardır.

- Mesela hangi buluşlarda hızlandırıcılar kullanıldı, biraz açabilir misiniz?

- 1930’larda gelişmeye başlayan bu alanın 300’den fazla uygulaması var. Genom projesinin içeriğinin yüzde 90’ından fazlası, benim de bir süre görev yaptığım DESY ve benzeri merkezlerde hızlandırıcılar kullanılarak çözülmüştür. Hızlandırıcılar olmasaydı, insanın genom şifresi çözülemezdi. Mikroelektroniğin en önemli kısımlarından biri, iyon hızlandırıcısıdır. İyonları belli sayıda belli enerjilere kadar hızlandırıp yarı iletken yapılar elde edebiliyoruz. Bilgisayar teknolojileri, mikroçipler bunun sayesinde gerçekleşmiştir. Son 20 yılda hadron terapi denilen bir yöntem ise hidrojen ve karbon çekirdekleri hızlandırarak kanser tedavisinde kullanılan en etkin yöntem haline gelmiştir. Toryum yakıtlı yeni nesil nükleer teknolojiden tutun da moleküler biyolojiye kadar uygulaması var.

- Nükleer enerji hususunda Türkiye’de bir önyargı var, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Küresel ısınmanın sonuçları son bir yıldır daha da göz önünde… Enerji üretimi için fosil yakıtların kullanımı, insanlığın sonunu getirecek durumdadır. Alternatif lazım… Güneş enerjisi, rüzgâr enerjisi vs. hem çok pahalı , hem sürekli değil, hem de yeterince enerji üretilemediği son birkaç yılda daha iyi anlaşıldı. Mesela Almanya çok büyük yatırımlar yapmasına rağmen enerji üretiminin ancak yüzde 10’unu 2010 yılında alternatif enerji kaynaklarından karşılayabilecek. Bu açıdan nükleerin alternatifi maalesef bugün görülmüyor. Bu gerçeği ABD bundan 5 yıl önce cumhurbaşkanlığı düzeyinde beyan etti, Avrupa da üç yıl önce bu gerçeği açıkladı . 10 Ocak’ta AB zirve toplantısında bu konu gündeme geldi ve belli kararlar alındı. Bütün dünya medyası bunu yazarken, Türkiye’de kimse bu kararları yazmadı . AB’nin her şeyine bakılıyor ama bilim teknolojiyle ilgili, nükleer ile ilgili kararlara, geliş melere bakılmıyor.

Nükleer teknolojiden ilk önce silah amaçlı yararlanıldı . Yapılan uluslararası nükleer silahsızlanma anlaşmalarıyla bu silahlar kısmen kontrol altına alındı. Doğrudan enerji üretimine yönelik nükleer teknolojik gelişmeler son 10-15 yılda hızlandı. Türkiye’de nükleer karşıtlarının en büyük dayanağı ise, Çernobil kazasıdır.

İddia ediyorum, çevre ülkelerden en az Türkiye etkilendi, Çernobil kazasının ülkemize etkisi yok denecek kadardır . Kanser vakalarında artış varsa nedeni başkadır, bu araştırılmalıdır… Türkiye’deki nükleer ve tıp profesörlerine, teşhisi yanlış koyarsanız tedavi edemezsiniz, diyorum. Anlamak mümkün değil! Türkiye’deki nükleer profesörlerinin yüzde
90’ ı nükleer karşıtıdır. Bunun nedenin anlayamıyorum. Artık üçüncü nesil nükleer santrallerde, yani bugünün teknolojisini kullanan nükleer reaktörlerde Çernobil kazası türünden bir kaza mümkün değil. Güvenilirlik problemi kesin olarak hızlandırıcılar yardımıyla çözülebilecektir. Nasıl mı? Uranyum 235 kullanan normal nükleer santrallerde enerji zincirvari reaksiyon sayesinde elde edilir. Hızlandırıcı sürümlü reaktörlerde ise nötronlar dışardan elde ediliyor. Kontrolden çıkamaz. Çünkü zincirvari reaksiyon yok.

Diğer bir çekince ise, atıklar ve çevre kirliliği problemidir. Bu problem de dördüncü nesil nükleer teknoloji ile çözülecektir. Bunlar da 2010’dan itibaren faaliyete geçecektir. Dördüncü nesil nükleer teknolojinin en önemli kısmı da hızlandırıcı sürümlü nükleer reaktörlerdir. Bu sayede nükleer atıkların zararlı kısmı bin defa daha az oluyor. Dahası, bilinen reaktörlerden elde edilen atıklar, hızlandırıcı sürümlü sistem kullanılarak zararsız hale getirilebiliyor. Hızlandırıcı sistemin geliştirilmesinin esas amacı budur. Fransa 2010’dan itibaren her 8 nükleer reaktöre bir hızlandırıcı sürümlü reaktör kuracak, ki hem atıklar zararsız hale getirilsin, hem de enerji üretilsin.

- Türkiye’nin enerji darboğazına girmemesinin yolu nükleerden mi geçiyor?

- Bakın, Türkiye’nin önemli bir şansı ve avantajı var. Hızlandırıcı sürümlü reaktörler sayesinde uranyum 235’in dışında uranyum 238 de kullanılabiliyor ki uranyum 235 doğadaki uranyumun yüzde birinden azdır. Yüzde 99’u uranyum 238’dir. Bu sistemlerde nükleer yakıt olarak toryum da kullanılabilir. Dünyada toryum rezervleri, uranyum rezervlerinin üç katıdır ve önemli bir kısmı Türkiye’dedir. Böylece 10 bin yıllarla tüm insanlığın ve de Türkiye’nin enerji problemi çözülür. Dünyan ı n yeniden nükleere dönmesinin sebebi, güvenlik probleminin kalmamas ı , at ı klar probleminin çözülmesi ve küresel ısınmaya karşı tek alternatif enerjinin nükleer olmas ı d ı r. Bu geli ş melerin sağlanmasındaki en önemli faktör, h ı zland ı r ı c ı teknolojidir.

Ulusal Hızlandırıcı Merkezi Türkiye’nin kurtuluşudur

- H ı zland ırıcı teknolojisine hangi ülkeler sahip?

- Tüm gelişmiş ülkelerde bu teknolojiye büyük önem veriliyor. ABD’nin Enerji Bakanlığı’na bağlı 17 ulusal araştırma merkezinden 7’si doğrudan hızlandırıcı merkezidir. Almanya’nın 16 ulusal araştırma merkezinden 2’si doğrudan hızlandırıcı merkezidir. Bunun dışında ABD’de ve Almanya’da çok sayıda daha küçük çaplı hızlandırıcı merkezi mevcuttur. Benzer durum diğer ülkeler için de geçerlidir. Komşularımıza bakarsak, Rusya’da bu çal ışmaların yapıldığı birçok hızlandırıcı merkezi var, Ermenistan Erivan’da elektron hızlandırıcı 1967’de faaliyete başlamıştır. Acından ölüyor, dağıldı, dağılacak denilen Erivan’da yeni bir h ı zland ı r ı c ı kuruyorlar.

- Peki Türkiye?...

- Maalesef Türkiye bu i şlerin dışında kaldı. Türkiye’de 30 civar ı nda t ı pta kullan ı lan elektron h ı zland ı r ı cı var. Kanser tedavisinde kullan ı lmaktad ı r. Eski, demode olmu ş, hibe edilmi ş h ı zland ı r ı c ı lar var. Genel olarak bu teknolojinin kendisi yok. Her ş ey yolunda gider ve engellenmezse biz bu teknoloji ile doğrudan tanışmaya 2010’da ba ş layaca ğı z. Bu çok ac ı bir durumdur…

Hızlandırıcı teknolojisi alanında 10 yıla yakındır bir proje yürütüyoruz. Bizim projemiz, bu teknolojinin Türkiye’de üretimine yönelik ilk projedir. 1991’de Japonya’da kat ıldığım bir toplantıda Türk hızlandırıcı kompleksi kurmamız gerektiği fikri uyandı bende. Çünkü birçok ülkeden gelen katılımcılar kendi ulusal merkezlerinde yapılan çalışmaları anlatırken, ben yeni nesil elektron-proton çarpıştırıcıları konusunu sunuyordum.

Bu konuda ilk makalem 1993’te yayınlandı. 1997’de DPT desteği ile projeyi yürütmeye başladık. Birinci aşama 1997-2000 arasında fizibilite mahiyetinde gerçekleşti. “Parçacık hızland ı rıcıları ile ilgili Türkiye’de neler yapılmalıdır?” sorusuna cevap arand ı .

2002-2005 arasında ikinci aşamayı gerçekleştirdik. Türk Hızlandırıcı Kompleksi’nin genel tasarımı aşamasıydı. Birinci aşamada 8 kişiydik. İkinci aşamada 20 kişi olduk.

Üçüncü aşama da 2006’da başladı ve 2010’da son bulacak. Bu aşama Türk Hızlandırıcı Kompleksi’nin teknik tasarımını ve test laboratuarının kurulmasını kapsamaktadır. İlk aşama Ankara Üniversitesi’nin öncülüğünde gerçekleşti. İkinci Aşama Gazi Üniversitesi’nin koordinatörlüğünde yapıldı. Üçüncü aşama ise yine Ankara Üniversitesi’nin koordinatörlüğünde 9 üniversitenin katılımı ile yürütülüyor. Bunlar ın içinde Gazi, Boğaziçi, Niğde, Erciyes gibi üniversiteler var. Bu sefer 80 kişilik bir ekiple çal ışmalar başladı. Bu aşama da bittikten sonra asıl iş başlayacak. Test laboratuarı kurulmuş olacak ve devlete Türk Hızlandırıcı Kompleksi’nin 4 ana elemanı ile ilgili çalışmaların sonuçlarını sunacağız. Devletin vereceği kararla hangisine öncelik verileceği ortaya çıkacak ve “Ulusal Hızlandırıcı Merkezi” kurulacak. Üniversitelere bağımlı değil ama tüm üniversitelerden bilim adamlarımızın katkılarıyla sanayicilere açık bir ulusal kompleksin kurulma çalışmaları 2010’dan itibaren başlayacak.

Türkiye toryum şansını bu sayede kullanabilir

- Türkiye ne kazanacak?

- Bu projeyle Türkiye ile geli şmiş ülkeler arasındaki aç ığı kapatmak istiyoruz. Bizim ulusal projemizin önemli bir k ısmı da h ı zland ı r ı c ı sürümlü nükleer enerji üretilmesine dairdir. Türkiye toryum ş ans ı n ı bu sayede kullanabilir. Toryum yakıtlı h ı zland ı r ı c ı sürümlü sistemler hakk ı nda bilgiyi ve dokümanları 1997’de CERN’de (Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi) karşılaştığım Prof. Dr. C. Rubbia’dan edindim. 98’de TAEK’e bilgi notu ilettik.

Bu proje gerçekle ş irse Türkiye’nin enerji darbo ğ az ı a şı lacak. Di ğ er stratejik teknolojilerin geli ş mesine katkıs ı olacak. Muas ı r medeniyet seviyesinin üzerine ç ı k ı lm ış olacak. Çünkü bütün geli ş mi ş ülkelerde ve geli ş mekte olanlarda böyle bir h ı zland ı rıc ı kompleksi vard ı r. Türkiye kendi teknolojisini üretebilir hale gelecek. T ı pta kullan ı m ı artacak. Modas ı geçmi ş, eskimi ş sistemler de ğ i ş tirilecek. Bu proje, bilim ve teknolojinin tüm alanlar ı n ı etkileyecek bir projedir.

ABD Enerji Bakanl ığı’ n ı n bir beyanat ı vard ı. “Millet İçin Hızlandırıcı Teknolojisi” başlı kl ı üç sayfal ı k beyanatta çok net bir ş ekilde, h ı zland ı r ı c ı teknolojisi olmadan di ğ er teknolojilerin geli ş mesinin mümkün olmad ığı açıklanmıştı. Çünkü h ı zland ı r ı c ı lar muasır AR-GE sisteminin temel taşlarından biridir . Bu süreci 2010’lu yıllarda 50 yıl gecikmeyle Türkiye de yakalayacak. Bunu yapmayla her ş ey düzelecek mi? Hay ı r… Di ğ er dokuz stratejik teknolojide de geli ş me sa ğ lanmas ı gerekir. Onlarda da ulusal merkezler kurulmal ı ki, sistem tamamlans ı n ve sa ğ l ı kl ı i ş lesin.

TÜBİTAK bize destek vermiyor

- Ulusal H ızlandırıcı Merkezi Projesi’ne yeterince destek alabiliyor musunuz?

- Bak ın, ABD’de AR-GE harcamalarının büyük bir kısmı Enerji Bakanlığı’na bağlı olan Bilim Ofisi’ne ayrılır ve ABD’nin stratejik konulardaki ulusal araştırma merkezleri Enerji Bakanlığ ı’ na bağlı bir sistemdir. ABD’nin 17 ulusal araştırma merkezinin 7’si doğrudan hızlandırıcı merkezidir. Benzer durum Rusya’da, Almanya’da, Japonya’da… hepsinde böyledir.

Bu zamana kadar çok büyük paralarla değil, ama asgari düzeyde destek olan 1997 yılından beri DPT’dir. Maalesef TÜB İTAK’tan destek alamadık. Son iki yıld ır TAEK de bu konulara destek veriyor.

Dertlerinin ne olduğunu onlara sormak lazım

- TÜBİTAK Türkiye’deki bilimsel gelişmelere destek olması için kurulmuş bir kurum. Neden size destek vermiyor?

- Projeyi asıl sahiplenmesi gereken onlar olmasına rağmen neden desteklemediklerini anlayabilmiş değilim . Önceki TÜBİTAK başkanlığı Fransız modelini esas aldıklarını söylüyordu. Fransız AR-GE modelinin en önemli ayağı, ulusal hızlandır ı cı merkezleridir… “Şimdi ABD modelini kullanacağız” dediler. Bu modelde de hızlandırıcılar istisnai yer tutuyor. Türkiye’de ise halen bir ulusal hızlandırıcı merkezi yoktur.

Yetmezmiş gibi projemizin bütün aşamalarında ‘0’ puan verdiler, yani “desteklenmesin” dediler. TÜBİTAK’a rağmen DPT uzmanları bizi anladılar ve destek verdiler. Benim bildiğimi muhakkak onlar da biliyorlar, ama ne olup bitiyor, anlamıyorum…

AB 6 çerçeve programı öncesinde bize de soruldu, “Muhakkak girilmeli, ama ulusal AR-GE alt yapısı tam olarak gelişmeden biz bundan tam olarak yararlanamayız” dedik. EURATOM 6. Çerçeve Programı’nın ayrılmaz bir parçasıdır. Nükleer teknolojiler, parçacık fiziği vs. bu EURATOM içinde yer alıyor. 6. Çerçeve Programı’na girdik ama en önemli kısımlarından biri EURATOM’a girmedik. 7. Çerçeve Programı’nda içeriden bir engelleme olmazsa, büyük olasılıkla EURATOM’a girilecek. Peki, bize ne sağlayacak? 4. nesil nükleer sistemlere doğrudan katılabileceğiz böylece…

Avrupa Nükleer Araştırmalar Merkezi’ne (CERN) gelirsek… Bu merkez, 1954’te yani AB’den önce kurulmuş. Demir-çelik birliğine paralel olarak ilk bilimsel ortaklık bu merkezdir. Kurucu olan 12 ülkenin içinde maalesef Türkiye yok. Üye ülke say ısı 20’ye çıkmış. Son giren Bulgaristan’dı ve AB’ye girmeden önce bu merkeze girdi. Bugünlerde Romanya girecek. Türkiye haricinde tüm büyük ve orta çaplı Avrupa ülkeleri orada… Türkiye hâlâ gözlemci statüsünde... Gözlemci statüsünü de son iki yıla kadar doğru düzgün yürütemiyordu. Türkiye’deki yüksek enerji fizikçilerinin yüzde 70’i bu merkeze karşı çıkıyor. Avrupa’da böyle bir şey mümkün değil. Bunun nedenini defalarca sordum, ama doğru dürüst cevap alamadım. “Büyük para laz ım!” diyorlar. Bu İ spanya için de büyük paradır. Büyük para yıllık 10 milyon dolardır. Aslında dünya standartlarına göre Türkiye’nin bugünkü AR-GE bütçesinden bu alana ayrılması gereken miktarın onda biridir, ama ayrılmıyor. Bazıları da “Yeterince kritik kütlemiz yok” diyor. CERN gibi merkezlerle etkin işbirliği yapmadan kritik kütleni nasıl tespit edersin? Hızlandırıcın yok, detektörün yok, hiçbir şeyin yok… Gereken sonuca nasıl ulaşabilirsin? İspanya AB’ye girmeden önce CERN’e katıldı. Böyle bir sürü örnek var. Kritik kütle aslında Türkiye’de var. Artık 100 kişiye yakın doğrudan bu alanla ilgilenen kişi var. Bu sayı yeterli mi? Erivan Fizik Enstitüsü’nde bu alanda çalışan sadece doktora düzeyindeki eleman sayısı 400’den fazladır. Yüksek Enerji Fiziği’nde de bir takım var, bütün girişimleri bloke ediyor. “Dertlerinin” ne olduğunu onlara sormak lazım...

- Peki ya TAEK?

- TAEK son iki y ıldır bize destek veriyor. Son olarak bünyesinde Avrupa Nükleer Ara ş t ı rmalar Merkezi ile ilgili CERN Bilim Komitesi kuruldu. Bu da do ğ rudan Ba ş bakan’ ı n i ş e müdahil olmas ı yla gerçekle ş ti. Ba ş bakana bir yaz ı yazarak konunun önemini anlatt ı k. Bunun üzerine konuyla sorumlu olarak TAEK görevlendirildi. Bundan sonra belli geli ş meler kaydettik. Kas ı m’da kurulan bu komite 11 ki ş iden olu ş uyor. Bunun 7’si bizim projemizin yönetim kurulunda bulunuyor. Buna sevinmeli miyim, bilmiyorum.. . Say ı m ı z çok az. Ben isterdim ki bütün üniversitelerden, hatta özel sektörden insanlar bu komitede yer als ı n.

Gazi Üniversitesi’nden hukuka ve ahlaka aykırı bir şekilde kopartıldım

- Kendinizi bilimsel çal ışmalara adamış önemli bir bilim adamısınız. Fakat Gazi Üniversitesi sözleşmenizi yenilemedi. Bunun nedeni ne olabilir?

- Hukuki hiçbir neden yok. Uluslararası ve ulusal çalışmalarım ortada. Belki de bundan dolayı… Bilimsel verimlilik açısından diğer sözleşmeli, hatta kadrolu arkadaşlardan geride olmadığıma inanıyorum. Esas problem, Türk Hızlandırıcı Kompleksi konusu, Avrupa Nükleer Araştırmalar Merkezi’ne üyelik konusu ve diğer merkezlerle işbirliği çalışmalarının kritik bir aşamada olmas ıdır . Üniversiteden kovulmamın esas nedeni bence budur. Açıkça söylemiyorlar, ama başka bir gerekçe de gösteremiyorlar.

Ben Türkiye vatandaşlığına geçmedim. Çünkü benim için Türkiye, Azerbaycan, Türkistan aynıdır. Ben böyle büyüdüm. Bunu savunmak Sovyetler Birliği’nde zordu. Çektiklerimi bir ben bilirim, bir de Allah biliyor.

Burada her yıl sözleşmemiz uzatılıyor. 2006 Kasım ayında bir yıllık çalışma raporumuzu hazırladık. Bölüm Başkanı’na verdik, o da üst yazı ile Dekanlığa iletti. Yasaya göre böyledir… Fakülte Yönetim Kurulu’nun önerisiyle, Üniversite Yönetim Kurulu’nun onayıyla Rektör atıyor. Diğer yabancı uyruklu öğretim üyelerinin sözleşmesinin uzatılması, Fakülte Yönetim Kurulu’nun gündemine alınırken, benimki hukuka aykırı bir şekilde bloke edildi. 27 Kasım’da bana Dekan’dan bir yazı geldi: “Sözleşmeniz 31.12. 2006 da bitmektedir. 2007 yılı için sözleşmenizin uzatılması imkânı bulunmamaktadır.”

Gerekçe yok, hiçbir şey yok… Böyle bir yaz ıyı bana Dekanlık yazamaz, ancak Rektörlük yazabilir. Hukuken böyledir. Rektör’le görüşmek istedim, ama görüştürmediler. İşin ilginç yanı, Dekan, 28 Kasım tarihli Fakülte Y önetim Kurulu toplantısında benim sözleşmemin uzatılması konusunu gündeme dahi aldırtmadı. Yönetim kurulu üyelerinin birinin yazılı dilekçesine, diğer yönetim kurulu üyelerinin sözlü taleplerine rağmen gündeme getirilmesi konusu bile oylamaya alınmad ı . Bu durum resmen hukuka aykırıdır. Eğer bir yönetim kurulu üyesi istiyorsa, en azından oylanmak zorundadır. Gündeme getirilirse, diğer yedi kişiden beşi, hatta altısı bilimsel objektifliğinden dolay ı, beni çok sevdiklerinden değil, benden yana oy kullanacaklardı. Bunu bildiklerinden getirmediler.

Bana yapılanlar onur kırıcı ve etiğe, bilime sığmayan insanlık dışı davranışlardır

- Öyleyse siyasi bir karar, diyebilir miyiz?

- Siyasi de olabilir. Çünkü ben Halk Cephesi’nden olan birisiyim. Maalesef işin içinde siyasi yönü de var, ama bundan daha önemlisi, yapılan çalışmaların baltalanmasıdır. Zira Türk Hızlandırıcı Kompleksi ile ilgili süreç iki yıl daha devam ederse, artık dönüşü olmayan bir noktaya gelecek.

YÖK’e başvurdum. YÖK’ten durumun Rektörlükçe incelenmesi istendi. 30 Ocak’ta bu yazı Rektörlü ğ e ula şıyor, 6 Ş ubat’ta bu yazı Dekanlığa geliyor. Buna tepki olarak Dekanlıktan Bölüm Başkanlığı’na yazı geliyor, yazıda, “12 Ş ubat mesai bitimine kadar Saleh Sultansoy’un odası boşaltılsın, boşaltılmazsa Dekanlık marifetiyle boşaltılacaktır” deniliyor.

Bu çok rencide edici, etiğe, bilime sığmayan insanlık dışı bir davranıştır. Projenin Gazi Gurubu’nun Başkanı benim. Ortada Rektörün imzasıyla yapılan bir protokol var. Bu protokolde benim projenin Gazi Grubu’nun başında olduğum belirtilmiş. Hadi beni gönderdiler, bir başkası başkan olabilirdi. Tüm ba şvurularıma rağmen bu güne kadar bunu da yapmadılar. Projenin çok önemli kısımları ile ilgili işler tamamen durdu. Projeyle ilgili çok sayıda teçhizat, doküman, bilgi, belge benim odamda idi. Dekanlık, bunlara istediği gibi el koyup istediği yere götüremez. Ayrıca protokole göre üniversitenin bütün olanakları, bu projenin hizmetine sunulmuştur. Projenin hizmetine odanın tahsis olunmasın ı hemen istedim, ama yapmadılar. Resmi yazıma cevap gelmedi. Bir şey yapmazlar diye düşündüm, çünkü bu bilim katliamıdır. 13 Şubat’ta 10 kişi çalışan, iki güvenlik görevlisi, Fakülte Sekreteri ve Bölüm Başkan Yardımcısı geldiler ve odayı boşalttılar. Bir bilim katliamı, büyük bir insanlık ayıbı yapıldı. 30 yıllık benim birikimim bir yana dursun, 10 yıllık proje birikimini 20 kutuya toplayıp karanlık odaya bıraktılar ve beni odadan çıkarttılar .

- Hukuki yollara başvurdunuz mu?

- Mahkemeye 18 Ocak’ta başvurdum. Belki de en büyük yanlışım buydu. Aralık ayının başlarında başvursaydım, belki de görevimin başına dönmüş ve şimdi çalışıyor olacaktım. Son durum ne, bilmiyorum, ama yakın zamanda sonuçlanmasını umuyorum.

Arkadaşlarım tehdit ediliyorlar

- Böyle bir hareketin bir gerekçesi olmalı, öyle değil mi?

- Yüksek Enerji Fiziği ve parçacık hızlandırıcıları alanlarında dünyada benim belli bir ağırlığım var. Bunu gençlerimizi yetiştirmek ve ülkemizde bu alanların gelişmesini sağlamak için kullanıyorum. Bana yapılanların asıl nedeni budur.

Gerekçe olarak tek söyleyebildikleri, benim az ders veriyor oluşumdur. Benim ders yüküm, azami gereken ders yükünün çok üzerindedir. Ama yüksek lisans dersleri sayılmıyor. Mastır ve doktora dersleri sayılmıyor. Sadece fiilen girdiğim lisans dersleri sayılıyor. Bu da 7 saattir. Diğer sözleşmesi uzatılanların bu kadar bile lisans dersi yoktur. Ek ders ücreti de almıyoruz. Bizim esas katkımız, bilimsel gelişmeleridir. Ama bu göz ardı edilmiştir. 53’ü uluslararası atıf indeksli dergiler olmak üzere 200’den fazla bilimsel yayınım var. Sadece geçen sene 4 mastır öğrencim ve bir doktora öğrencim tez savunmasını yaptı. Bunların hepsi sıfır, sadece fiilen girdiğim 7 saat dersi baz alıyorlar. Halbuki gerçek ders yüküm 30 saate yakındır. Ulusal ve uluslararası proje çalışmaları ve diğer bilimsel faaliyetler hiç dikkate alınmıyor. Bu ne biçim üniversite anlayışı?

Benimle çalışan insanlar zor durumda. Dekanlık benimle çalışanları birer birer yanına çağırıp tehdit etmiş. “Projeden ayrılmazsanız işiniz zor olacak” demişler. İki kişi tehditler yüzünden dayanamamış, projeden ayrılmış. Profesörlere baskı yapamıyorlar, bana sözleşmeli olduğum için bunu yapabildiler. Ama daha alt rütbeye sahip proje elemanları çok büyük stres altındalar. Öğrencilerimizin durumu ise daha da vahim.

Bizim projelerimizi engellemeye çalışıyorlar

- Son olarak söylemek istedikleriniz?

- Kur’an-ı Kerim’de 700’den fazla ayet doğrudan ilim-irfan ile ilgilidir. Niye bu ayetler 16. yüzyıl sonlarından bu yana görmezden gelindi? Bu devletin kurucusu ve Allah’ın Türkiye’ye, Türk Dünyası’na, İslam Dünyası’na ve bütün insanlığa bir lütuf olarak görevlendirdiği Atatürk’ün “En hakiki mürşit ilimdir, fendir” sözü, ayetlerle örtüşmektedir. Yine Atatürk “Maksadımız Türk kültürünü muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkartmaktır” diyor. Artı 1933’te, Sovyetlerin yirminci yüzyılın son çeyreğinde dağılacağına ve yeni Türk devletlerinin ortaya çıkacağına dair öngörüsü var. Bunun için Türkiye’nin hazır olmasını istemiştir. Köprüler atılmasını istemiştir. Dil bir köprüdür, tarih bir köprüdür, din bir köprüdür. Bunlar Mustafa Kemal Paşa’nın sözleridir.

Doğu Bloku’nun dağılmasından 15 yıldan fazla süre geçti. Türkiye hazır mıydı? Hazır değildi… TAEK’te Türk Devletleri Araştırma Merkezi kurdular ama küçük ölçekte, gerektiği gibi değil. Rusya’nın kurduğu benzer yap ılara bakarsak yüzde biri bile olmadığını görürüz. TÜBİTAK’ ın web sayfasına bakınız. Onlarca devletle yapılmış anlaşmalar var. Arasında bir tek yeni Türk devleti var m ı? Halbuki 1992’de ben, Ebulfeyz Bey’in zamanında Azerbaycan Bilimler Akademisi ile TÜBİTAK arasında anlaşma imzalanmasını sağlamıştım, ama bu anlaşma sabote edildi. Kimler sabote etti, inceleyebilirsiniz… Kimin zamanında yapıldı, kimde durdu bu iş?!

1930’da dünyanın en iyi üç avcı uçağından birini Türkiye üretiyordu. 100 küsur uçak yurtdışına pazarlanmış, bunlardan yaklaşık 60’ı Avrupa’ya satılmış. Ne oldu bu uçak fabrikalarına , niye kapatıldı? Neden 42’de Kayseri’deki, 44’te İstanbul’daki kapatıldı? Bunları kapatan zihniyet 16 yüzyıl sonlarında dünyanın en büyük gözlem evini (İstanbul Rasathanesi) topa tutan zihniyettir. Medreselerden doğa bilimlerini ç ı karan zihniyettir. 30’lu yıllarda Avrupa’dan kaçarak ülkemize gelen bilim adamaların ı, Atatürk ebediyete intikal ettikten sonra postalayan zihniyettir. Bu zihniyet, ş imdi bizim projemizle uğraşıyor. Benim ve arkadaşlarımın uğraştığı bu zihniyettir. Temel mesele budur. Türkiye’nin bölgesel ve dünya çapında lider ülke olup olmamasıdır. Türkiye bunu yapamazsa uygarlığın sonu meçhuldür. Çünkü biz kültürel olarak ortalama 10 bin yıllık bir kültürün mirasçıyız. Ve dünyada bilime, uygarlığa çok büyük katkıları var bu kültürün. Bizim gibi büyük katkılarda bulunan millet sayısı azdır. Ve herkes biliyor ki biz yeniden o katkıları yapabilecek kudrete sahibiz, yeter ki doğru yola yönelelim.

Çok kritik bir noktadayız. Oralı buralı meselesi değil… Sadece 70 milyonluk Türkiye değil, diğer Türk Cumhuriyetleri de toparlanıp hem insani hem bilimsel cihetten insanlığın kurtuluşuna bize layık katkılarda bulunmak zorundayız. Bu bağlamda üçüncü dünya değil, gelişmiş milletler arasında olmalıyız…

"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."



DÜNYA TARİHİNİN 
EN BÜYÜK YÜZ KARASI
ABD'Yİ DOST TUTANLARA DUYURULUR.


Irak'ın 2003 yılının Mart ayında ABD önderliğindeki uluslararası güç tarafından işgal edilmesinden bu yana ülkede yaklaşık 100 bin sivilin öldüğü açıklandı.
Reuters haber ajansının derlediği rakamlara göre,
Irak'ta 94 bin 939 ila 103 bin 588 sivilin,
4 bin 900 ila 6 bin 375 Irak askerinin öldüğü belirtildi.
Savaşta 4 bin 372 Amerikan,
179 İngiliz
Ve
139 diğer ülke askerinin de hayatını kaybettiği bildirildi.


VE


ANLADIN SEN ONU.