18 Eylül 2010 Cumartesi

AVRUPA BİRLİĞİNİN DEMOKRASİ ANLAYIŞI
BUNUN ADI;HERKES FİŞLENECEKTİR

ALMANYA'DA YABANCILARA PARMAK İZLİ İKAMET KARTI 

Alman hükümetinin, ülkede yaşayan, AB vatandaşı olmayan yabancılar için üzerinde parmak izi ve fotoğrafın bulunduğu elektronik ''ikamet kartı'' çıkarmayı planladığı bildirildi.

Die Welt gazetesinin haberinde, hükümetin, ABD, Türkiye veya İsviçre gibi AB ülkesi olmayan ülkelerden gelen yabancılar için öngörülen ve kredi kartı boyutunda olması düşünülen elektronik ''ikamet kartının'' üzerinde bulunan çipin içinde, kart sahibinin parmak izinin ve fotoğrafının yer alacağı ifade edildi.
     Kartın geçerlilik süresinin 10 yıl olacağı belirtildi.
     Hükümet ortağı Hristiyan Sosyal Birlik Partisi'nin (CSU) iç politika uzmanı Hans-Peter Pohl, söz konusu uygulama ile Almanya'da yaşayan 4,3 milyon üçüncü ülke vatandaşının parmak izi vermek zorunda kalacağını ifade etti.
     Elektronik ''ikamet kartı'' fikrinin Brüksel'de alınan karar çerçevesinde AB yönetmeliği olduğu ve 1 Mayıs 2011'e kadar uygulamaya geçmesinin istenildiği belirtilen haberde, böylelikle AB ülkelerinde yaşayan yabancıların ikamet durumlarının kayıt altına alınmak istenildiği kaydedildi.
     Haberde, Almanya İçişleri Bakanlığının da kartı uygulamaya geçirmek için çalışmalara hız verdiği ve kartın Almanya genelinde 19 Yabancı Dairesi'nde bu yıl içinde deneneceği belirtildi.
     İçişleri Bakanlığının kart ile yasa dışı göçü engellemek ve bununla daha iyi mücadele etmeyi ümit ettiği ifade edilen haberde, polisin de daha hızlı bir şekilde kimlik kontrolü yapabileceği kaydedildi.
     Yeni ''ikamet kartı'' için yabancıların ne kadar para ödeyeceğinin ise henüz belli olmadığı bildirildi.
YORUMSUZ


"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

KANLA YIKANMAK 

Bu sabah erkenden kalktım. Yüreğimde Hakkâri saldırısının acısıyla. Bu rezil pkk saldırısının deşifre olduğu bu gün acaba Taraf ne yazacak diye ilk onu açtım. Köşesinden çıtı-pıtı ,sarı saçlarıyla gülümseyen Yasemin Çongar’a baktım. Polis tarafından takip edilen KCK üyesi bazı BDP'liler olay bölgesindeki milisleri arayarak provokasyon talimatı verdiğinin ve teknik takibe takılan telefon görüşmesinde "BIRAKILAN ASKER ÇANTASINI ÖN PLANA ÇIKARIN, PROVOKASYONU SAHİPLENİN!" dediğinin deşifre olduğu bu gün herhalde bu konuyu es geçer, yazamaz diye düşündüm. Ama yazmıştı.
“Yeni bir gün, yeni bir gün gibi başlamaz bazen; daha ilk saatlerinde eskir. Bazı sabahlar ölüm, güneşin her doğuşta yenilediği hayat vaadini hissetmemize fırsat vermeden gelip yerleşir içimize. Bu duyguyu, en iyi, savaşın hükmettiği toprakların insanı bilir.”  diye şiirsel bir üslupla başlıyor güzeller güzeli Yasemin yazısına. Bu kez insanlık onurunu öne çıkaracak, terör örgütünü kınayacak diye düşünürken satırlar akıp gidiyor gözlerimden.
Maalesef yine yok.
Maalesef  yok.
Maalesef insan olmanın onuru, şerefi hizmet edilen çıkarlar uğruna güzel yüzler, şiirsel cümleler arkasına saklanmış kin kusmakta,hedef saptırmakta.
Şiir yazar gibi ihanet bu olsa gerek.
Mayını koyanlar 9 can aldı belki, ama bu yazı ben dahil bir çok canın yarısını aldı. Genç cıvıl cıvıl beyinlerin içerisinde yumurtalarını bırakan bir kurt gibi.Bu kurdun yediği beyinler kim bilir kaç dokuz can alacak ileride.
Hani gerilim yüklü filmlerin ana temasıdır. Genelde bir bayan günün yorgunluğunu atmak için ılık bir duş almak ister. Duşunu açar, gözlerini yumar. Ilık suyun yüzünden ,saçlarından vücuduna süzülüp ayaklarından akışını gösterir kamera.Sonra o an gelir ve eldeki kayganlığı hisseder güzel bayan gözlerini açar.Kıpkırmızı akan sıvının dehşetiyle kendini atar dışarıya.Bunlar kurgulanmış,insanların adrenalin seviyesini yükselmek için yapılmış ucuz filmlerdir.Film bitiminde “ohh iyiki filmdi” der kapatırız geceyi.
Ama bu yazı aynı sahnede zevk alan bir bayan canlandırdı.
Bu ilkinden çok daha korkunç. Maalesef ama maalesef tamamen gerçek.
Sevgiyle kalın ve siz su ile yıkanın.
Kelimesine dokunmadan veriyorum:

YETER Kİ KONUŞULMASIN!
Yasemin Çongar

Yeni bir gün, yeni bir gün gibi başlamaz bazen; daha ilk saatlerinde eskir. Bazı sabahlar ölüm, güneşin her doğuşta yenilediği hayat vaadini hissetmemize fırsat vermeden gelip yerleşir içimize. Bu duyguyu, en iyi, savaşın hükmettiği toprakların insanı bilir
Dün böyle bir gündü. Hakkâri’de, Geçitli Köyü’ne giden yolda, sabahleyin, bir minibüsün geçişi sırasında meydana gelen patlamada dokuz yolcu öldü, dört de yaralı var. Ölenlerden bazıları kadın. Yaralılardan biri üç yaşındaki Sudenaz, diğeri henüz on bir aylık bir bebek olan Zeynep.

DERİN ACI VE ACUL AÇIKLAMALAR

Dün sabah, Hakkâri’deki katliamın kör hedefi olan herkes masum. Dün sabahtan kalan duygu ise, derin bir acı, şiddetli bir öfke ve en iyi kirli bir savaşın hükmettiği toprakların insanının bildiği bir soru: Bu alçaklığı kim yaptı? Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan’ın ilk açıklamaları, saldırıyı PKK’ya malettiklerini, bunun örgütün sivillere yönelik bir eylemi olduğundan kuşku duymadıklarını gösteriyordu."Terör şüphesiz ki belli bir bedel ödettiriyor ama bu bedel de karşılıksız kalmayacak" diyordu Erdoğan... "Türk ve dünya kamuoyu önünde terör örgütünün amacının ne olduğunu, terör örgütünün hangi unusurları nasıl kullandığını göstermesi açısından acı olaylardan biri olarak görüyorum" diyordu Gül. Oysa gün içindeki gelişmeler, bu resmî açıklamaların biraz fazla “aceleci” olduğunu düşündürtüyor insana.

İYİ ÇOCUKLARIN İŞİ OLABİLİR

Nitekim örgüt cephesinden farklı bilgiler geldi. Yakın geçmişte, sorumluluğunu üstlenmeye pek de heveskâr olmadığı saldırılar sonrasında günlerce sustuktan sonra hakikati yarım ağızla söyleyen, Ramazan’da sahur vakti bir imamı katlettiğinde ise sessizliğini hiç bozmayan "Saldırıyla hiçbir ilgimiz yok. Bu saldırı, kontra eylemidir, alçaklıktır" dedi. Hakkâri’deki gazeteciler de, bölgeye hâkim olan şüpheyi, "Saldırının arkasında devlet var" diye aktardılar bize. Üstelik bu kez, sadece karanlık yılların acı tecrübeleri beslemiyordu bu şüpheyi... Mayının patlatıldığı alanın yüz metre ötesinde bulunan çantadaki MKE yapımı mühimmat ve diğer askerî malzeme, minibüsü havaya uçuran bir “devlet görevlisi”ne ait olabilirdi. Patlamanın tanıkları, oradan kaçan adamlar görmüşlerdi; askeriyenin bölgeye hemen gelmesine rağmen operasyon yapmamasına şaşırmışlardı...
BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da, eski Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın, devletin suçüstü yakalandığı Şemdinli baskınını yapan askerler için kullandığı “iyi çocuklar” sözüyle yorumladı saldırıyı: "Orada ciddi deliller bırakılmış, bunların incelenmesi lazım. Şemdinli'ye benziyor mu, ardında iyi çocuklar var mı? Bu olay aydınlatılırsa Ergenekon'un hâlâ canlı olduğu, faaliyette olduğu görülecektir"

GİZLİ GÖRÜŞMEYİ ÖNLEMEK İÇİN

Demirtaş ayrıca, Hakkâri saldırısının, BDP yönetimi ile Başbakan Yardımcısı Çiçek ve Adalet Bakanı Ergin arasında dün yapılması planlanan görüşmeyi engelleme amacı taşıyabileceğini vurguladı. Ve tabii, amaç gerçekten buyduysa eğer, o amaca ulaşılmıştı. Saldırı üzerine, bakanlarla BDP arasındaki randevu iptal edildi. "Bu görüşmeden sadece bizim telefonlarımızı dinleyen haberdardı" demeyi de ihmal etmedi Demirtaş... Görüşme gerçekleşseydi, gündemdeki ana konu PKK ateşkesinin uzatılması olacaktı. Acaba bu görüşmenin gerçekleşmemesini, ateşkesin uzamamasını, şiddetin yeniden tırmanışa geçmesini isteyen birileri, çareyi, sabah vakti Hakkâri’nin yollarına mayın döşetip masum insanların canını almakta mı bulmuşlardı?

HÜKÜMET SORUMLUYU BULMALI

Ergenekon zihniyetinin uzantıları, devlet içinde de, örgüt içinde de var. Savaşın devamını sağlamak için şike karakol baskınlarından, kalleş pusulardan ve Hakkâri’dekine benzer katliamlardan medet umacak kadar vahşileşmiş bir güç, kâh devlet kâh örgüt adına hareket etse de, hep aynı amaca hizmet etti bu memlekette. Yeter ki silahlar susmasın, yeter ki konuşulmasın... İstedikleri hep bu oldu ve Güçlükonak’tan Şemdinli’ye, Dağlıca’dan Reşadiye’ye bu amaca hep ulaştılar.
Referandum, Ergenekon zihniyetinin devletten tasfiyesini kolaylaştıracak bir sonuç verdi. Referandum, ateşkesin devamını konuşmayı, barış için daha cesur adımlar atmayı mümkün kılacak bir güven yükledi hükümete. 12 Eylül 2010, Türkiye için “yeni bir gün” oldu, yeni bir hayat vaadi getirdi. Bu ortamda, üstelik tam da BDP ile hükümetin bakanları arasında, ardından Ahmet Türk ile Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasında görüşmeler planlanırken, savaşın karanlık eli de boş durmadı ama; ölümü getirip kalbimize, aklımıza yerleştirdiler yine.
Şimdi bölgede acının daha da derinleşip öfkenin yeniden kabarmasını mı seyredeceğiz? “Yeter ki konuşulmasın” diyenlere sessiz mi kalacağız? Hükümet buna izin vermemeli; Hakkâri soruşturmasını en üst düzeyde ciddiyetle yürütmeli; Erdoğan, bir yandan, bakanlarını bölgeye göndermeli, diğer yandan, kendisini Kürt siyasetçileriyle konuşma fikrinden vazgeçirmek isteyenlere inat, Ahmet Türk’le buluşmalı. "Delillere baksınlar" diyor Demirtaş, çok haklı. Katliam yerinde bulunan çantayı incelesinler, patlayan mayının izini sürsünler. Dün Yıldıray Oğur’un “balıkçı” dostunun ısrarla önerdiği üzere, patlama saatinde bölgeye giden araçları bir bir saptasınlar, hepsini incelesinler...
Başbakan Erdoğan, eğer gerçekten isterse, Geçitli Köyü katliamının ikinci bir Şemdinli utancına dönüşmemesini sağlayabilir bence. Bunu istememesi için bir neden olabilir mi? Bu isteğin gereğini yapacak cesareti yok mu? Yüzde 58’den sonra, o cesareti hâlâ bulamaması mümkün mü hakikaten?