31 Ekim 2011 Pazartesi

RUM PAPAZI DEVLET İÇİNDE DEVLET KURMA DERDİNDE.AKP TAVİZKAR,EMPERYAL CÜRETKAR



BÖLÜNMENİN İLK ADIMI FENER PAPAZINDAN...
ABD, AB ve AKP’den aldığı cesaretle “Vatikan lideri” gibi davranan Bartholomeos, devlet başkanlığı sıfatını kazanma hazırlığında.

İstanbul Barosu Genel Sekreteri Hüseyin Özbek, ABD, AB ve AKP hükümetinin çabalarıyla Fener Rum Ortodoks Kilisesi’nin, Türkiye’nin denetimi ve egemenliği dışında bir devletçik haline getirilmek ve papaz Bartholomeos’un da devlet başkanı konumuna yükseltilmek istenmesiyle bölünmenin ilk adımının İstanbul’da atıldığını iddia etti. Vakıflar Yasası ile azınlık cemaatlerinin hem içeriden hem dışarıdan mal ve para edinmelerinin yolu açıldı. Trabzon’daki Sümela, Van’daki Akdamar gibi tarihi yerlerimiz, kilise olarak azınlık cemaatlerinin hizmetine sunuldu. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasına rağmen her sokakta “ev kilise” adı altında yasadışı “Hıristiyan tekkeleri” açıldı. Görüntülü, sözlü, yazılı medya da kullanılarak azınlık cemaatleri devşiriliyor. Beyan edecekleri kilise, okul, işhanı, apartman, mezarlık, bağ, bahçe ve çayırlar da tapusuyla verilmek suretiyle bu cemaatler, devlet eliyle daha da güçlendiriliyor. Bölge Kalkınma Ajansları, istinaf mahkemeleri kuruldu. İlki Diyarbakır’da olmak üzere 7 bölgede Dini Yüksek İhtisas Merkezleri kuruluyor. Başkanlık sisteminin altyapısı olan eyaletler oluşturuluyor.

Öte yandan ABD ve Avrupa’dan Türkiye’ye gelen devlet başkanları, bakanlar, önce Fener Rum Kilisesi Papazı Bartholomeos’u ziyaret edip el-etek öpüyor, resmi programlarını ise daha sonra uyguluyorlar. ABD Başkanı Barack Obama, Türkiye’yi ziyaretinde bu konuya son noktayı koydu. 7 Nisan 2009’da Türkiye’deki dini cemaat temsilcileri ile Conrad Hotel’de görüştü. Görüşmede İstanbul Müftüsü Mustafa Çağrıcı, Musevi Cemaati Hahambaşısı İshak Haleva, Süryani Ortodoks Patrik Vekili Metropolit Mor Filiksünos hazır bulunurken Bartholomeos katılmadı. Çünkü; Obama, Bartholomeos’la daha önce “devlet başkanı” gibi teke tek görüştü.


ABD, Avrupa Birliği ve AKP’den aldığı cesaretle “Vatikan lideri” gibi davranan Fener Rum Kilisesi papazı Bartholomeos’un Türkiye’de nasıl at oynattığı ise geçtiğimiz günlerde yayınlanan WikiLeaks belgeleri ile ortaya çıktı. Belge, Bartholomeos’un, 15 Ekim 2009’da dönemin ABD Büyükelçisi Jeffrey ile görüşmesiyle ilgili. Jeffrey, ülkesine gönderdiği Kiroptoda Bartholomeos’un Başbakanlık konusunda Tayyip Erdoğan’a referans olduğunu, dönemin CHP lideri Deniz Baykal ile ilgili ise her zamanki gibi olumsuz düşüncelerini ifade ettiğini bildiriyor. Onun yerine ise Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ü öneriyor. Görüşmeden bir kaç ay sonra 2 Mayıs 2010’da yayınlanan bir video görüntüsüyle Deniz Baykal CHP Genel Başkanlığı’ndan istifa ettirildi.

İstanbul Barosu Genel Sekreteri Hüseyin Özbek “Bu görüşme notlarının irdelenmesinden önce Fener Rum Kilisesi ile Bartho’nun hukuki statüsünün ele alınması gerektiğini” kaydetti.

Özbek, şunları söyledi: “Osmanlı devleti, tebaası olan Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerle olan ilişkilerini millet sistemine göre düzenlemişti. Buradaki millet tanımı ulus olmaktan ziyade belli bir dine bağlı topluluk anlamında kullanılmaktadır. Bunlar kendi iç hiyerarşilerinde dini önderlerinin yönetiminde, fakat Osmanlı Devleti’nin tebaası durumundadırlar. Prof. Dr. Sibel Özel bunu kompartıman olarak tanımlamaktadır. Yani belli bir dini gruba ait olan kompartımanlara farklı hukuk sisteminin uygulanması, millet sistemini oluşturuyordu. Dolayısıyla Osmanlı devleti bu tebaasıyla -Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler; bunların hepsi birer cemaat - bu cemaatteki bireylerle tek tek ilişkiye geçmek yerine her bir cemaatin dini liderini muhatap alıyordu ve her biri bu kompartımanları oluşturan cemaatlerin liderleri devletle direkt temas halindeydiler. Patrik de Osmanlı’daki Rum cemaatinin lideri konumundaydı ve bu yüzden de ona Bizans’ta sahip olmadığı bazı yetkiler verilmişti. Bunlar idari yetkilerdi, çünkü Osmanlı’nın hukuk ve siyasal yönetimi bunu gerektiriyordu.  
“ Osmanlı’nın kudretli dönemlerinde soruna yol açmadan uygulanan ve yararı görülen bu sistem, Hıristiyan Batı dünyasının yükselişi, emperyalist yayılma aşamasına geçişiyle birlikte dışarıyla işbirliğinin ve ayrışmanın dinamiğine dönüştü. Patrikhane, Ortodoks tebaanın dinsel merkezi hüviyetinden daha baskın bir siyasal merkez işlevi görmeye başladı. Osmanlı’nın çöküş dönemindeki örtülü etkinlikleri, Mora isyanındaki kışkırtıcı tutumu, Yunanistan’ın bağımsızlığıyla sonuçlanacak batı destekli ayaklanma sürecindeki dinsel, ideolojik ve örgütsel katkıları tarihsel gerçekler olarak ortadadır. Yunan bağımsızlığına giden yolun açılmasında Emperyalist devletlerle işbirliğinin yanında, Osmanlı tebaası Rumlar arasında ayrılıkçı düşüncelerin gelişmesinde de sonuçta bir Osmanlı kurumu olan patrikhanenin yadsınamaz katkıları ortadadır. Osmanlı’nın yükseliş döneminin denetimli imtiyazlı kurumu patrikhane, çöküş döneminin denetimsiz imtiyazlı kurumu olma özelliğini sonuna kadar kullanmıştır.

Kurtuluş Savaşı sonrasında Türkiye, zaaf dönemlerinin huzursuzluk kaynağı olan ve ülkenin Ortodoks yurttaşlarını uyruğu oldukları devlete karşı kışkırtan bu kurumu ülke dışına çıkarmayı ciddi olarak düşündüğünü belirterek, şöyle dedi: “Lozan görüşmeleri başlarken Türk kamuoyu patrikhanenin yurt dışına çıkarılacağı beklentisi içindeydi. Delegasyona da bu yönde talimat verilmiştir. Lozan’da Türk tarafının patrikhanenin yurt dışına çıkarılması istemi büyük bir dirençle karşılaşır. ABD temsilci heyeti başkanı, onca uzaklığına karşın Amerika’nın bu soruna çok büyük önem verdiğini, patrikhanenin İstanbul’da kalması için çaba harcayacağını belirtir. Yunan heyeti, patrikhaneyi İstanbul dışına çıkaracak hiçbir anlaşmaya taraf olmayacağını ve imzalamayacağını, patrikhanenin Yunan değil bir Türk kurumu olduğunu öne sürer.
Fransız temsilci uzlaştırıcı bir yaklaşımla patrikhanenin Osmanlı’nın millet sisteminden kaynaklanan siyasal ayrıcalıklarından arındırılarak, yalnızca dini yetkilerle sınırlandırılıp Türk hukukuna bağlı olarak İstanbul’da kalması ve patriğin Türk hukukuna göre seçilmesi konusunda uzlaştırıcı bir seçenek geliştirir. İngiliz Baş Delegesi Lord Gurzon patrikin siyasal ve yönetim alanındaki yetkilerinin tümüyle kaldırılarak yalnızca dini bir kurum olarak kalması teklifinde bulunur. Lozan’da Türk heyeti karşısında gösterilen şiddetli tepki ve tüm ülke temsilcilerinin ortak direnci kırılamaz. TBMM ve Türk kamuoyunun patrikhanenin yurt dışına çıkarılması konusundaki beklentisi bu nedenle gerçekleşemedi.


Lozan Konferansı’nın 10 Ocak 1923 günlü tutanağına göre; İsmet Paşa, Patrikliğin siyasal ya da yönetime ilişkin işlerle bundan böyle hiç uğraşmayacağı, yalnız din alanına giren işlerle yetineceği konusunda, konferans önünde müttefik temsilci heyetinin yapmış olduğu resmi konuşmaları ve verdikleri garantileri senet saydığını belirtmiştir. Sonuç olarak varılan noktada Lozan Antlaşması metninde ve konvansiyon eklerinde İngiliz ve Yunan temsilcilerinin bütün çabalarına rağmen - Türk heyetinin kesin tavrı nedeniyle - Fener Rum Patrikhanesi bir kurum olarak yer almamıştır. Bu durum patrikhanenin tamamen Türkiye’nin iç hukukuna bağlı bir kurum olması anlamına gelmektedir. Lozan’ın çizdiği çerçeveye göre Fener Rum Kilisesi papazı ve memurları iç hukuka tabi olarak tayin edilmekte ve denetlenmektedir. Patrik ve patrikhanenin 1453’den 1923’e kadar sahip olduğu siyasi ve idari imtiyazları kaldırılmış olup patrikhane ancak dini işlerle ilgilenebilecektir.


Özbek, Lozan’la birlikte patrikhane vasfını kaybeden kilise ve papazının artık İstanbul’daki Rum cemaatinin temsilcisi olmadığı için bu cemaatle Türk resmi makamları arasındaki ilişkilerde aracılık yapamaz. hale geldiğinin altını çizerek, şöyle dedi: “Patrik ve patrikhane görevlileri, sıfatlarına ilişkin Türk kanunlarına tabidir. Yapmış oldukları faaliyetler Türk kanunlarına göre suç teşkil ettiği takdirde Türk Ceza Kanunu’na göre yaptırımla karşılaşacaktır. Patriğin diğer yurttaşlarımıza göre bir ayrıcalığı veya onların üzerinde imtiyazlı bir hukuki konumu da söz konusu değildir. Prof. Dr. Sibel Özel, Lozan Antlaşması’nda patrikhanenin tabi olacağı hukuki rejim bir konvansiyon hükmü ile belirlenmediği için patrikhanenin kilise niteliğinde olduğuna işaret etmektedir. Bu nedenle de Antlaşmanın Azınlıkların Korunması başlıklı 37-45 maddeleri hükümleri çerçevesinde mütalaa edilmesi gerektiğini düşünmektedir.”

Obama, Türkiye’yi ziyaretinde 7 Nisan 2009’da Fener Papazı Bartholomeos ile özel bir görüşme yapmıştı. Görüşmede Bartholomeos, “Çok mütevazı ve dostane bir şahsiyet” olarak nitelendirdiği Obama’ya, Heybeliada Ruhban Okulu konusunda TBMM kürsüsünden verdiği destek için teşekkür etmişti. Bartho, aynı  görüşmede, “Okulun açılması bizim için ihtiyaçtır. Patrikhanemizin dini vazifelerini yerine getirebilmesi için, okulun yeniden açılması elzemdir” ifadelerini kullanmıştı.
 
FENER PAPAZI BARTHO DOKUNULMAZLIK PEŞİNDE
İstanbul Barosu Genel Sekreteri Hüseyin Özbek, Atatürk döneminde patrikhaneyi Lozan’da çizilen çerçevenin dışına taşırmaya, Osmanlı’nın çöküş sürecindeki imtiyazlı konumuna kavuşturmaya yönelik girişimlerin olduğunu belirterek, “Türkiye’nin duyarlılığı ve kararlılığının sınanması anlamına gelecek bu girişim karşısında en ufak bir taviz verilmemesi üzerine mevcut hukuki durum kabullenilmiştir” dedi. Cumhuriyet’in kuruluş döneminde kararlılıkla sürdürülen bağımsız, bağlantısız dış politikanın ve iç dinamiklerle kalkınma modelinin Atatürk’ten sonra terk edilip batıya yakınlaşma politikası, devlet yapısında ve politikasında köklü değişikliklere yol açtığını öne süren Özbek, şöyle dedi: “Tercihini batıdan yana kullanan, siyasal ve ekonomik anlamda batının etki alanına giren Türkiye, 2. Dünya Savaşı sonrası artık bağımsız bir politika izlemekte zorlanacak ve batı tarafından Kilise’ye verilmek istenen yeni misyonun kabulü için Türkiye sıkıştırılacaktı. Soğuk Savaş döneminin iki kutuplu dünyasında batı Patrikhane’nin dini-politik (teopolitik) pozisyonun güçlendirilmesi, Moskova Kilisesi’ne karşı evrensel Ortodoks merkezi haline getirilmesini gündeme getirdi. Türkiye’ye de bu konudaki geleneksel duyarlılığını ve Lozan eksenli duruşunu yumuşatması telkin edilmeye başlandı. 1948 yılında ABD yurttaşı Athinagoras’ın Türk uyruklu olmamasına karşın gıyabında patrik seçilerek alelacele Türkiye Cumhuriyeti nüfus cüzdanı çıkarılmasıyla başlayan sürecin sonunda gelinen noktanın iyi değerlendirilmesi gerekmektedir.”


Özbek, son dönemde patrik ve patrikhanenin hukuki konumunu Lozan’da belirlenen çerçeveden çıkarmaya, Başpapazı uluslararası bir aktör, Kilise’yi evrensel bir kurum haline getirmeye yönelik esaslı bir stratejinin uygulamaya sokulduğunun görülmekte olduğunu belirten Hüseyin Özbek, şunları kaydetti: “Strateji, Türkiye’nin kuruluş felsefesi ve kuruluş duyarlılığının belirlediği bir iç hukuk kurumunu uluslararası statüye kavuşturarak iç hukuk denetiminden kaçırmaya yöneliktir. Türkiye’nin siyasi coğrafyasının içinde, fakat hukuki ve siyasi denetiminin dışında dokunulmaz bir kurum yaratmaya yönelik girişimin içerde hararetli yandaşları, dışarıda nüfuzlu dostları olduğu görülmektedir. 1991’de başpapaz seçilmesinden günümüze kadar görevde olan Bartholomeos dönemi anlatılan süreç açısından üzerinde ayrıca durulacak özellikler göstermektedir.” Özbek, şöle devam etti:

Bartholomeos, 1994 yılında Avrupa Parlamentosu’nun açılışına katılıp ekümenik sıfatıyla konuştu. Türk Dışişleri’nin karşı çıkmasına rağmen Avrupa Birliği (AB) nezdinde büro açtı. Görevinin ilk 3.5 yılında 23 ülkeyi Yunan Olimpiya Hava Yollarının- Çift Başlı Bizans Kartallı- uçağıyla ziyaret etti. Yine yabancı konukları Türk yetkililerden izin almadan makamına davet etmektedir. 1997’de ABD’ye yaptığı ziyarette devlet töreniyle karşılandı, Başkan Clinton tarafından, ’Dünyadaki tüm Hıristiyan Ortodoksların lideri’olarak selamlandı. ABD Başkanı’nın selamı işaret fişeği olmalı ki, 4 Nisan 1996’da Fethullah Gülen’in Bartholomeos’la görüşmesinden sonra cemaatin yazılı ve görsel medyasında patrik ve patrikhaneye karşı dostane bir yayın politikası uygulamaya sokuldu.
Hüseyin Özbek, Kongre üyelerinin sürekli olarak ABD Başkanı’ndan patrikhaneyi önemsemesini istediklerine dikkat çekerek, şunları söyledi: “ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’ne Mart 2011’de sunulan 180 nolu karar tasarısında Türkiye’ye, Ekümenik Patrikhane’nin haklarına ve din özgürlüklerine saygı gösterilmesi çağrısında bulunulmuştur. ABD Uluslararası Dini Özgürlükler Raporu’nda Venedik Raporu’nda varılan ekümenik sıfatının kullanılmasının engellenmesinin haklı ve hukuki nedeni olmadığına ilişkin görüşün benimsendiği görülmektedir. Türkiye’ye ilişkin AB ilerleme raporlarında sürekli olarak patrikhanenin ekümenik sıfatını kullanmasının engellenmemesi ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması çağrısı yapılmaktadır. Yine 2008, 2009, 2010 ilerleme raporlarında sürekli gayrimüslim cemaatlerin tüzel kişiliklerinin olmaması eleştirilmiş, Rum Patrikhanesi’nin yanında Ermeni patrikhanesi ve Hahambaşı’na da tüzel kişilik verilmesi çağrısı yapılmıştır. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) kararı ve Venedik Komisyonu Raporu ile Türkiye’nin, ekümenikliği tanıması istenmektedir. Güçlü uluslararası desteklere sahip olmanın verdiği özgüven, papaz Bartholomeos’un beyanlarına uyruğu olduğu devletin hukuku ile kendisini bağlı saymamak şeklinde yansımaktadır. Türk Hukuku’na tabi bir kurumun başında bulunan ve dini görevi dışında hiçbir politik statüsü olmayan papazın beyanları, Türkiye ile vatandaşlık bağı olmayan bir yabancı devlet görevlisinin değerlendirmelerine benzemektedir.”
Özbek, değerlendirmesini şöyle sürdürdü: “Kilise ve başpapazı, uluslararası bir statüye tabi değil. Diplomatik bir konumu da yoktur. Patriklik makamı da politik bir makam değil. Türkiye Cumhuriyeti uyruğunda olan Rum vatandaşlarımız için dini bir makam olmanın ötesinde hukuk üstü, hukuk dokunulmazlığı olan bir konuma da asla sahip değil. Hal böyle iken Fener Rum Kilisesi papazının Türkiye’nin gerek iç politikasında gerekse uluslararası ilişkilerinde diplomatik dokunulmazlığa sahip evrensel konumda bir devlet başkanı ağzıyla yaptığı girişimler ve konuşmalar, hukuk mantığı ile izahtan uzaktır. Bu konuşmalar, siyasi konjonktür bağlamında değerlendirilmelidir.   
Başpapaz görev ve yetki alanı dışına taşarak Türk iç politikasını kendine göre tanzim etmeye ve bu konuda ulus ötesi güç merkezleriyle müştereken müdahalede bulunmaya soyunmaktadır. Patrik kendisinde Türkiye’nin ana muhalefet partisinin genel başkanlığı yarışında adaylar arasında tercih yapma ve bunu ABD’ye tavsiye etme cüreti görmektedir! Gerek ABD gerekse AB, Fener Ortodoks Kilisesi ve başpapazı, Lozan’da belirlenen statünün dışına çıkarmaya, Lozan’ın delinmesini gerçekleştirmeye yönelik girişimlerde bulunmakta, Türkiye’yi bu konuda sıkıştırmakta, Rum papazını da cesaretlendirmektedir. Yabancı diplomatik misyonların ülkemize geldiklerinde Rum Kilisesi’ne yapılan abartılı ziyaretler olsun, başpapazın yurt dışı gezilerindeki yüksek düzeyde karşılamalar olsun, belli bir stratejiye hizmet etmektedir. Başpapazın uluslararası fiili konumunu hukukileştirmek, dokunulmaz, erişilmez, adeta ’devlet içinde devlet’anlamına gelecek bir statüyü, iç hukuk açısından da geçerli hale getirmektir.

TÜM FAALİYETLERİ HUKUK DIŞI
Başpapazın yeni statünün inşasına yönelik girişimleri ve Heybeliada Ruhban Okulu’na ilişkin hukuk dışı taleplerinin arkasındaki güçlü dış destek, papazı devlet başkanı konumuna yükseltmek ve bunu bir oldu bitti ile Türkiye’ye kabul ettirme stratejisinin kilometre taşları olarak görülmelidir. Türkiye’nin siyasi sınırları içinde fakat Türkiye’nin denetimi ve egemenliği dışında bir devletçikle, Türkiye’nin iznine gerek duyulmadan her türlü ilişkinin geliştirilebileceği bir ortama doğru hızlı, telaşlı adımlar atılmaktadır.”

YARGITAY: PATRİKHANE EKÜMENİK OLAMAZ
Yargıtay, patrikhanenin Türk topraklarında kalmasına izin verilen azınlık kilisesi statüsünde olduğuna, ekümenik iddiasının yasal dayanağı olmadığına hükmetti.Yargıtay  4. Ceza Dairesi, 2007 Haziran ayında, Fener Rum Patrikhanesi için “Türkiye topraklarında kalmasına izin verilen, tamamen Türk hukukuna tabi azınlık kilisesi” ifadesini kullandı, “egemen bir devletin, kendi topraklarında yaşayan azınlıklara kendi vatandaşlarından farklı bir hukuk uygulayarak çoğunluğa dahi tanımadığı birtakım ayrıcalıkları onlara tanımak suretiyle özel bir statü vermesinin, Anayasa’ya aykırı olduğunu” vurguladı. Yüksek Mahkeme, Patrikhane’nin “ekümenik” (evrensel) iddiasının da yasal dayanağı olmadığını kaydetti.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın gayrimüslim mülklerinin iade edileceğini açıklamasından sonra kabul edilen 5737 Sayılı Kanun’un Geçici 11. Maddesi’ndeki 1936’da beyan edilip buna rağmen el konulan mülklerin ilk sahiplerine geri verilmesini içeren düzenlemeyle Galata Rum İlkokulu Rumlara iade edilecek. Radikal’in haberine göre, 30 yıl önce tüm gelir kaynaklarına el konulan Galata Özel Rum İlköğretim Okulu Vakfı Başkanı Meri Komorosano, Rum ilkokulunun da bulunduğu mülklerin iadesi için 25 Ekim’de Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne (VGM) başvurdu. VGM’nin de sıcak baktığı başvuru kabul edilirse, Karaköy Kemeraltı Caddesi’nde bulunan Galata Özel Rum İlköğretim Okulu yeniden açılacak. Bu vakıf, azınlıkların mülklerinin iadesi için başvuran ilk vakıf oldu. 130 yıllık bir okul olan Galata Özel Rum İlköğretim Okulu, altındaki 4 dükkân ve Tophane’deki 3 dükkâna el konunca tüm gelirlerini yitirdi. İnşaatına 1853’te başlanıp tam 30 yıl süren okul, 1985-1995 yılları arasında öğrenci yokluğu nedeniyle kapatıldıysa da 1996’dan sonra yeniden açıldı. Ancak maddi imkânsızlıklara uzun süre direnen okulun kapısına 2007’de kilit vuruldu.
 
Salim Yavaşoğlu-Yeniçağ
Aktif link:

"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."