22 Eylül 2009 Salı

Önce jetler, sonra özel kuvvetler...
Reuters, İsrail’in İran’a olası bir operasyonunda F-16’lar ile ilk etapta Arap ülkelerinin radarlarını ve savunma sistemlerini bozacağını sonra da kara, hava ve denizden topyekûn bir saldırı düzenleyeceğini yazdı Dünya, gelen büyük tepkilere rağmen, nükleer çalışmalarını durdurmayan İran’a İsrail veya Amerika’nın operasyonlarını tartışılıyor. İki ülke arasında gerilim yükselirken, İngiliz haber ajansı Reuters da, “İsrail’in İran’a olası saldırı senaryosunu” yayınladı. Reuters’a göre, İsrail, İran’a iki farklı yoldan saldırabilir: Gizli ve açık. Gizli savaşta, İsrail İran’ın nükleer tesislerine gizli operasyonlar düzenler, ayrıca telekomünikasyon ağlarına da saldırır. Böylece İran’ın altyapısı zarara uğrar. Açık savaşta ise, İsrail’in kara, hava ve deniz kuvvetleriyle, füze sistemleri devreye girer: Denizaltılar da katılacak HAVA: İsrail’in İran’ı vurmak için en az 500 F15 ve F16 tipi savaş jeti kullanması bekleniyor. İran ise, buna karşılık olarak sürekli hava tatbikatları yapıyor. İsrail uçaklarında bulunan elektronik sistemler, Arap ülkelerin üzerinden radara yakalanmadan uçmalarına olanak sağlayacak. Amerika’dan alınan sığınak delen bombalar da İran’ın yer altındaki nükleer tesislerini yok etme kapasitesine sahip. KARA: İsrail’in büyük bir kara operasyonuna girişmesi beklenmiyor. Onun yerine özel kuvvetlerin çeşitli bölgelere yapılacak indirmelerle sabotaj operasyonları yapması bekleniyor. DENİZ: İsrail geçtiğimiz haziran ayında Alman yapımı Dolphin denizaltılarını Süveyş Kanalı’ndan Kızıldeniz’e ulaştırmayı başardı. Bu da Körfez’e ulaşabileceği anlamına geliyor. İsrail deniz kuvvetlerinde 3 adet olan denizaltılar nükleer başlıklı güdümlü füzelerle donatılmış durumda. FÜZE SİSTEMLERİ: İsrail’in İran’ın füze misillemesine karşılık uzun menzilli hava savunma sistemi Arrow füzeleri bulunuyor. ABD’nin çok gelişmiş özelliklere sahip X-Band radarıyla birleştiğinde Arrow füze savunma sistemi İran’dan gönderilecek olan füzeleri havada imha etme kapasitesine sahip.
"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."
TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN BU DENLİ ZENGİN TOPRAKLAR ÜZERİNDE OLMASINA RAĞMENİÇİNDE BULUNDUĞUMUZ DURUMUN NEDENLERİNİ ANLAMADA BİR ADIM DA TARİHÇİ-YAZAR CEZMİ YURTSEVER'DEN GELDİ.BUDENLİ İÇİMİZE SIZMIŞ MASONLAR VARKEN TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN GELİŞMESİNİ BEKLEME SAFLIK OLMAZ MI?
SEVR HARİTASI ÜZERİNDEKİ MASON MÜHRÜ
-ABD Osmanlı’nın parçalanmasını ve paylaşılmasını esas alan Sevr anlaşması üzerinde Anadolu’nun doğusu, kuzey Irak ve Kafkasya’nın öneli bir kısmını “kontrol bölgesi” olarak gösteren haritayı hazırladı. -ABD, Osmanlı’nın önemli petrol kaynaklarını elde etmek istiyordu. -ABD Başkanı Wilson’un da onay verdiği harita üzerindeki kartal görünüşlü devlet mührü aynı zamanda “masonluğun”da simgesidir. abdnin_sevr_haritas.jpg
Yaz ayları geldiğinde İstanbul’da yaşayanları bir telaş alır. Yazlıklara,bağlara bahçelere gidenler ile birde İstanbul’un boğucu havasından uzaklaşarak Anadolu’nun ücra bir kasabasında veya köyünde veya yaylasında hayatın tadını çıkarmak isteyenlerin duygularını anlamak ve onlara hak verme gerekir.
Temmuz 1920 tarihi içinde ise İstanbul’da yaşayanların durumu bir başkaydı. Yıllar süren savaş, yenilgi,çöküş, parçalanma hatta yok oluş tehlikesini beraberinde getirmişti. Yunan askerlerinin İzmir üzerinden Anadolu’nun daha içlerine doğru ilerlemeleri… Boğazlar ve ona bitişik durumdaki Anadolu vilayetlerinin idaresinin de doğrudan “kontrol altına almak” için Osmanlı’dan ayrı tutulması… Daha da acısı savaş galiplerinin İstanbulu doğrudan işgal etmesi halinde Osmanlı Devleti’nin son bulacağı gerçeği vardı.
Padişah Vahdettin,gelişmeleri ve acı gerçekleri bilerek Hükümeti, Meclis üyelerini kumandanları ve önde gelen bilim adamlarını 22 Temmuz günü “olağanüstü toplantıya” çağırdı. Mevcut durum görüşülecek ve bir karar alınacaktı. Mevcut şartlar altında ne yapmak gerekirdi, açık açık konuşmak gerekiyordu. Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın da içinde bulunduğu Hükümet üyeleri görüşlerini bir tutanak belgesine yazdılar. Acı gerçekler yansıdı cümlelere…
“…Varlığımızın bütünlüğünü sağlayan, ulusal simgemiz ve tarihimizin özeti olan İstanbul kenti de bütün İslam halkı, binlerce cami ve minare ve milletimizin övünç baş tacı olan o ulu sultanların , çok eski zamanlarda yücelik gururunda ölçüyü aşırtmamak için yeryüzünde kendilerinden büyük yalnız Allah olduğunu atalarımızın uyardıkları Osman oğullarının saygı duyulan mezarlarını kendi atalarının mezarları ile birlikte henüz derinlemesine bakılıp görülemeyen bilinmez geleceğin karanlığına bırakarak göç yollarına düşmek zorunda olacaklardır.Bundan başka başkentte ve dolaylarında binlerce subay savaş tutsağı sayılarak, muhtemelen uzak adalara gönderilecek ve savaşın yeniden gelmesinden başlayarak sivil halkın beslenmesini beslemekle karşılaşacağı güçlükler yalnız İstanbul’da 650.000’den çok din kardeşimizin hayatını tehlikeye sokacak ve bu yıkımdan her tabakada bulunan halk etkilenecek ve acı çekeceği gibi, bunun Osmanlı hanedanına kadar yükselmesinin bile gerçekleşmesi kesin bulunacaktır. Böylece varlığı 700 yıla yaklaşan eski ve yüce Osmanlı saltanatı sonsuzluğa dek tarihin sayfalarını süsleyecek olan o parıldayan geçmişiyle birlikte-Allah göstermesin çökerek- yüreğimizin birlikte çarptığı bütün İslam dünyasının yüce çıkarları Osman oğullarının Saltanatı ve Halifeliği felaketli yıkıntılar altında, muhtemelen birçok zaman için yok olup gidecektir. Düş kurmalarla ve olmayacak şeyleri kafamızdan geçirmekle uğraşılacak zamanlar geçmiş ve gözümüz önünde bütün ağırlığı ile beliren şu olağanüstü yıkımın ciddiliği ile orantılı önlemler alınması anı gelmiştir. Hakkın sonunda kuvvete üstün gelmesi konusunda inancımız sarsılmaz olmakla birlikte, şu çok ağır ve acılı anda başlangıç bildirisinde açıklanmış olduğu üzere Osmanlı devleti iki yoldan birini seçmek zorundadır. Ya İstanbul’da ve milli beşiğimiz olan Anadolu’da egemen kalarak küçük ve fakat yine bir devlet durumunda bulunmak, ya da yapılmış önerileri reddederek , Osmanlı devletine son vermektir”…(1)
Konuşma sırası kendisine gelen Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın konuşması ise düşündürücü idi: “1700 yıl önce Roma İmparatorluğunun dağılışından beri tarih ikinci olay karşısında bulunuyor.Önceleri güçlü ve görkemli ve ünü dünyayı sarmış olan koskoca Osmanlı devleti, on yıllık korkunç yanlışlarla bugünkü acıklı duruma düşmüştür…
Eğer yok oluşu var oluşa üstün tutan varsa, söz aldıktan sonra düşüncesini sözlü yada yazılı olarak kısaca bildirerek tutanağı imza etmesini dilerim”…
Senato üyelerinden Hadi PAŞA’nın konuşması duygusal olduğu kadar düşündürücü idi.
“Osmanlı saltanatının koskoca Osmanlı milletinin bugün karşılaşmış bulunduğu bu çok büyük
“yok oluşa”karşı duygulara kapılmamak ve tam bir ağır başlılık ve durgunlukla durumu akla vurmak gerekir. Böyle olunca şairlik düşleri ya da özellikle kaba sözleri ileri sürmeğe kesinlikle izin verilemez.Çünkü bugün çevrili bulunduğumuz tehlike pek büyüktür. Bunların devletin manevi varlığına etkisi ikinci derecede kalır.Okunan resmi kağıtların içeriğinden ve Sadrazam Paşa hazretlerinin söylediklerinden anlaşılacağı üzere sorunun kendisi pek belli ve açıktır. Başka bir deyişle var olma ya da yok olma sorunudur. Yok olma ortadan kalkmalıdır. Bir saltanata ilişkin olarak, ortadan kalkıştan daha çirkin bir şey düşünülemez.Bu yüzden üzüntü duygularına ve kişisel kızgınlıklara kapılarak şiddetli şartlar ve sert hükümler altında varlığını sürdürmekten ise ölmek yeğdir demek doğru bir düşünce değildir. ORTADAN KALKMAK DEMEK İNTİHAR DEMEKTİR. Bir kişinin kendine kıyması Allah gözünde en büyük günahlardan sayıldığı halde 1300 yıllık bir İslam halifeliği ve 600 yıllık büyük Osmanlı Devleti’nin kendi hayatına son vermesinin ne ölçüde ağır bir durum olacağı her türlü açıklama dışı kalmaktadır.durum ne kadar acıklı olsa da üzgünlüğe yenik düşmeyelim.Göz önüne getirilsin ki bir ağacın dalları budanmakla onun kökünü kırıp atmak mı gerekir? Kökü yerde oldukça o ağaç elbette taze hayat bulur. Bunun gibi Sultan Osman Gazi’nin diktiği Osmanlı saltanatının o güzel kokulu ağacı bugün tümüyle budanmış olmakla birlikte umut kesmek karamsar olmak gerekmez. Buna iyi bakacak olursak bu ağacın kökünü çıkamazsak, ortadan kalkmasına engel olursak zamanın geçmesiyle gelişir,yaşar ve o vakit güzel kokulu ağaç” ortaya çıkar.Allah’tan umutsuzluğa kapılmamanızı dilemekle birlikte bu saltanata uzun ömürler vermesini ve kıyamet gününe kadar var olmasını Allaha yalvararak sözlerime son veririm” (2).
Yapılan konuşmalar ve tartışmalardan sonra Sevr anlaşmasının imzalanmasına karar verilir. Evet diyenlerin ayağa kalkması istendiğinde salonda bulunan yöneticilerin ekseriyeti bu teklife uyar.Sadece Topçu Generali Rıza Paşa çekimser kalarak ayağa kalkmadı.
Sonunda Osmanlı Hükümetini temsilen ayan meclisinden seçilen Hadi Paşa, Reşat Halis, Filozof Rıza Tevfik Fransa’nın yolunu tuttular. Ve 10 Ağustos 192O tarihinde önlerine konulan anlaşma metnine imza attılar.
Anlaşma metnine yerleştirilen “mason mührü”
Sevr anlaşmasına eklenen haritalar içinde Anadolu’nun paylaşılmasını esas alan ABD Cumhurbaşkanı Wilson’un da kendi devlet mührünü basarak onayladığı harita oldukça önemli olduğu kadar gizemlidir de… Anlaşmanın 88. - 91. maddeleri Ermenistan ile ilgili idi.
89. maddede yazılı olan sözler “ Öteki ilgili yüksek taraflar gibi Türkiye (Osmanlı devleti) ile Ermenistan’da Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis illerinde Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırın tespiti işini Amerika Birleşik Devletleri Başkanının hakemliğine sunmayı ve bu konudaki kararını olduğu kadar , Ermenistan’ın denize çıkışı ile sözü geçen sınıra bitişik Osmanlı topraklarının askerden arındırılmasına ilişkin ileri sürebileceği bütün hükümleri kabul etmeyi kararlaştırmışlardır” (3).
ABD başkanı Wilson’u hakemliğinde kurulan Ermenistan için hazırlanan haritanın belirgin özelliği ise Trabzon’dan güneye çizilen bir sınır çizgisi Fırat nehrine kavuşuyor ve buradan doğuda kalan topraklar Ermenistan ve Kürdistan adıyla kurulan devletlere bırakılıyordu. Trabzon, Erzurum, Erzincan, Bitlis, Van vilayetleri Ermenistan’ın birer parçası oluyordu.
Kürdistan ise Harput’tan Diyarbakır’a Urfa, Mardin ve Hakkari’ye kadar uzanıyordu. Hem Ermenistan ve hem de Kürdistan’ın kurulması, toprak bütünlüğü gibi konularda ABD’nin öncü rolünün olduğu anlaşma metninde yer aldı.
Buraya kadar yaptığımız açıklamalar çöken, parçalanan ve paylaşılan Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu ağır şartların uluslar arası bir anlaşma metnine yansımasıdır. Yaşanan tarihi sürecin doğal sonuçları olarak da görülebilir. Ancak ABD başkanı WİLSON’un Sevr anlaşmasına eklediği özel haritanın üzerinde özel şifreler vardı. Harita üzerinde Samsun’dan aşağıya Halep’e inen bir çizgi, doğuya yönelerek Musul-Kerkük’ü içine alarak İran sınırına yaklaşıyor… Kuzeyde Gürcistan içlerine kadar uzanıyor… çizgilerin birleşimi bir kareye dönüşüyor… Evet burası ABD’nin kontrol bölgesi oluyordu. Ortadoğu’nun kontrolü için önemli olan stratejik bir alan… İçinde Ermenistan, Kürdistan, Pontus, Gürcistan gibi ülkelerin bulunduğu bir bölge… Sadece Türklerin “hayat hakkının olmadığı” bir alan…
Haritanın altında yuvarlak bir daire içinde ABD devleti’nin şifreli bir mührü ve altında başkan
Woodrow WİLSON yazan imza vardı.
Görünüşte ABD arması olan mührün içinde kanatlarını ve ayaklarını açmış bir kartal görüntüsü yansıyordu. Bay X’in Şifreyi çözümleme çalışmaları sonuç verdiğinde Şifre içindeki kanatlı kuş bir kartal değil “Anka” kuşu idi. Gözleri açık ve her yeri gözetliyor…Soldaki kanadının üzerinde “e pluribus unim” yazısı görülüyor… Anlamı: “ çok’un teki”oluyor…kuyruğundaki tüy ayısı ise 9 olarak çizilmiş… “Cennet devletine dönüş” anlamına geliyor…Gövdesindeki boşlukta ise “zirvelerin en yükseğine “yazıları yer alıyor.
Başkanın bu mühründeki sembol aslında “Masonların dünyayı yönetmeyi” amaçlayan felsefesinden doğan görüşleri yansıtıyor. Özetle Osmanlı’nın parçalanıp paylaşıldığı ve yere serildiği Sevr anlaşma metnine ilave edilen ABD başkanının onay verdiği harita üzerinde “masonların dünya devleti” görüşleri yansıyor.
Sevr anlaşmasına imza atanların içinde adı geçen filozof Rıza Tevfik’in de bir “mason” olduğu dikkate alınırda… her şeye rağmen bahsi geçen anlaşmaya “onay imzası” vermeyen zamanın padişahı Vahdettin’in içinde bulunduğu durumu göz önüne getirirsek tarihin çelişkileri içindeki gerçekler daha iyi ortaya çıkar…
Kaynak:Cezmi Yurtsever, Şifre kitabı
“İÇİNİZDE HİÇ TÜRK YOK MU!”
-Osmanlı padişahı II. Abdülhamit, 31 mart 1909 olayından sonra gerçekleşen askeri darbe sonucu görevindren alındı ve Selanik’e sürgüne gönderildi. -Padişah Abdülhamit’in “Hal kararını” yüzüne karşı okuyanların lideri Yahudi asıllı Emanuel Karasu idi. -Abdülhamit, karşısındakilere “İçinizde Hiç Türk Yok mu” diyerek sessizce baktı!

-Padişahı görevden alanlar Yahudi asıllı “Masonlar” idi.
ab3.jpg
ab2.jpg 27 Nisan 1909… Bugün Osmanlı’nın başkenti İstanbul’da çok önemli bir olay yaşandı. OSMANLI Parlamentosu sayılan Meclisi Mebusan’da yapılan toplantının konusu 33 yıldan beri ülkeyi yöneten II. Abdülhamit’in yaşanan “31 Mart Olayı”ndan sonra görevden alınması ile ilgili idi. Parlamento, padişahın görevden uzaklaştırılması hakkındaki kararını –bir kısım üyelerinin sessiz kalmasına rağmen- büyük bir çoğunlukla almıştı. İttihat veTerakki Partisi’ne bağlı silahlı güçlerin tehditleri altında alınan karar bir bakıma “alınması gereken”bir padişahın kaderi gibi idi. Padişahın “tahttan indirilmesi” anlamına gelen “Hal kararını” kendisine bildirmek için seçilen komite çalışmalara başladı.
Aynı gün (27 Nisan 1909- Salı) öğleden sonra dört ayrı fayton arabası Yıldız sarayı kapısına yanaştı. Padişaha “kendisini ziyarete gelenler” olduğu haberi verildi. Heyete dahil olanlar merdivenleri yavaş adımlarla çıkarak padişahın bulunduğu muayede salonu kapısından içeri girdiler. Padişah ayağa kalktı. Karşısında kendisi ile görüşmeye gelenlerle yüz yüze geldi. Tanıdık isimlerdi bunlar: Arif Hikmet, Alber Karasu, Esat Paşa, Aram efendi…Esat Paşa, heyet sözcüsü olarak padişahın önüne geldi. Ve eliyle konuşmasını destekleyerek “ Millet seni istemiyor. Hal’e karar verildiğini tebliğe geldik”dedi. Padişah: “ – Hayatım emin midir?” sözleriyle karşılık verdi. Bir yerde boynu bükük ve emre itaat etmek zorunda kalan bir padişah ve diğer yanda onu görevden uzaklaştıranların hali ressamların tablolarına da yansıdı. Osmanlı sarayından Abdülmecit efendi’nin fırçasından çıkan tabloda yaşanan olayın görüntüsü canlı olarak yansıtıldı. Aynı görüntünün içinde yer alan bir başka konuşma da tarihin sayfaları arasında yer aldı: “Bir Türk padişahına ve İslam halifesine
“hal”kararını bildirmek için bir Yahudi, bir Ermeni, bir Arnavut ve bir nankör’den başkasını bulamadılar mı!...

Aslında padişah Abdülhamit’i hal kararını bildirmek üzere gelenlerin reisi Yahudi asıllı Emanul Karasu idi. Kendisi Selanikli idi. Yıllar önce Selanik’te genç subaylar ve yöneticilerin de dahil olduğu “İttihat ve Terakki cemiye” ve aynı topluluğun silahlı eylemler yapan “komitacılık” hareketlerini desteklemişti. 24 Temmuz 1908 tarihinde ilan edilen II. Meşrutiyetin de planlayıcısı idi. Ama onun asıl özelliği ise Selanik’te “dönme ve Yahudilerin ve aynı düşünceyi paylaşan işbirlikçilerinin yer aldığı “Mason locasını” kurmuş olmasıydı. Karasu bahsi geçen mason locasının da reisi idi. Mason locasına Osmanlı ordusundan ve yönetimden önemli sayıda katılımcı olmuştu. İttihatçıların liderlerinden Talat, Cemal paşalar ile Rıza Tevfik, Mehmet Arif, Galip Paşa,Mişel Noradungyan gibi isimler de vardı. Selanik’te padişah Abdülhamit’in gözetiminden uzak kurulan “Mason locası” ve onun yönlendirici reisi Karasu, kısa zamanda Selanik milletvekili oldu. Arkasından da bir tertip olan 31 mart olayı sonrası padişahın “ipini çeken” kişi olarak tarih sahnesinde rolünü oynadı. Osmanlı için “sigorta” olan padişah Abdülhamit’in tahttan indirilmesinden sonra yeni yönetimler/ hükümetler silahların gölgesinde kendisine “emri vaki yapılan” konuları hızla uygulamaya koydu. Dış borç alımları hızlandırıldı. Yahudilerin Filistin’e göç ve yerleşimi önündeki engeller kalktı. Çukurova’da padişah tarafından ordu adına kurulan “Mercimek Devlet çiftliği” Fransa’dan alınan borç para karşılığı 75 yıl süreyle ipotek verildi. Musul- Kerkük petrollerini çıkarma imtiyazı Ermeni Gülbenkyan’ın simsarlığını yaptığı İngiliz-Fransız çok uluslu şirketlere bırakıldı. Ve Osmanlı devleti apar topar Trablus, Balkan ve Dünya savaşının içinde buldu kendini.
Bu olaylarda asıl düşündürücü olan husus ise padişahın görevden uzaklaştırılması ile ilgili parlamento kararının doğruluğunu onaylıyacak dini bir karar yani “fetvanın” nasıl verilmiş olduğudur. Fetvanın metnini aynı zamanda milletvekili olan Elmalılı Hamdi Yazır hoca yazdı. Fetva Emini Hacı Nuri Efendi onayladı ve Şeyhulislam Ziyaeddin Efendi’de “olur” imzasını attı. Siyasi amaçların yerine getirilmesi için Kuran’ı Kerime dayalı (!) bir karar alınmış oluyordu. Hal fetvasında yazılmış olanlar:
Müslümanların imamı olan kimse bazı mühim şer’i meseleleri şeriat kitaplarından çıkarsa ve bu kitapları yaksa ve devlet hazinesini israf edip şeriata aykırı şekilde harcasa ve idare ettiği kimseleri şer’i sebep olmadan öldürse, haps etse veya sürse ve başka türlü zulümleri de adet edindikten sonra doğru yola dönmek üzere ahdedip yemin etmiş iken yemininden dönerek Müslümanların hallerini ve işlerini tamamen bozacak büyük fitne çıkarmakta ısrar edip onların birbirlerini öldürmelerine sebep olsa. Buna engel olacak durumda bulunan Müslümanlar onun bu zora dayanan durumunu ortadan kaldırınca İslam memleketlerinin pek çok yerlerinden onu hal edilmiş tanıdıklarına dair durmadan haberler gelip yerinde kalmasında muhakkak zarar ve ayrılışında iyilik düşünülürse kendisine imamlık ve sultanlıktan vazgeçme teklif etmek ve sultanlıktan vazgeçme teklif etmek veya hal’etmek hangisi meseleleri çözen ve bağlayan ve işlerin sahibi olanlar tarafından daha iyi görülürse yapılması vacip olur mu? Cevap: En doğrusunu Allah bilir amma, olur…
Müslümanların kutsal kitabı Kuranı Kerim’deki surelerde yer alan “Sırat-ı müstakim” sözleri “-Dosdoğru olunuz” anlamını da ifade eder. Abdülhamit’in din adına alınan “Hal fetvası” din adına bir doğru düşüncenin onaylanması değil sadece silahların gölgesinde istenileni yerine getirme anlayışının bir sonucudur. Osmanlı’nın son zamanlarında şeyhulislamlardan Musa Kazım Efendi,İzzettin Efendi, Hayri Efendi’nin de “mason locasına üye olmaları”nın uygun bir açıklamasını yapmak gerekir. Merkeze bağlılık (obediyanslık) üzerine kurulan mason locasında bir İslam din önderinin yer alması olayı Osmanlı devleti’nin içinde bulunduğu acı gerçekleri gösterir.
ab1.jpg
Filozof Rıza Tevfik
ab2.jpg
Sadrazam Talat Paşa
Ayrıntılar Cezmi Yurtsever ŞİFRE kitabındadır
Görüntüleme sayısı: 178
"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."
İSRAİL'İN" MASON ADALETİ"!
İsrail’in tarihi başkent olarak kabul ettiği Kudüs şehrinde Parlamento binasının yanında “Yüksek Mahkeme” binası bulunur. İsrail’in en önemli hukuk ve yargı kuruluşudur, İsrail Cumhurbaşkanı, Hükümet ve Parlamento ve baronun seçtiği 9 üye yönetim kurulunu oluşturur. Suç ve ceza sisteminin düzenlendiği “Anayasa mahkemesi” özelliğini de taşır. Yüksek mahkemenin dayandığı adaletin temeli de Tevrat’a dayanır.
yksek_mahkeme_1.jpg
Mason tapınağı şeklinde yapılan İsrail Yüksek Mahkeme binası
yksek_mahkeme_26.jpg
İsrail Dışişleri bakanı Livni
yksek_mahkeme_25.jpg
Ehud olmert, İsrail Başbakanı
yksek_mahkeme-27.jpg
İsrail'in Gazze saldırısında başından yaralanan kız çocuğu
1980’li yıllarda dünyaca tanınmış Yahudi asıllı Rotschild ailesinden Dorothy “Yüksek mahkeme binasını yaptırarak hükümete hediye etme” teklifinde bulundu. Zamanın Başbakanı Şimon Peres bu isteği kabul etti. Ve binanın yapımı 1992 yılında tamamlandı. Modern bir tasarım içinde Yahudi tarihinden simgelerin yer aldığı binada ince bir ayrıntı vardır: Binanın orta yerinde piramit şekli yükselir. Piramit’in tepesinde de dünyayı gören göz simgesi vardır. Yine binanın avlusunda Mısır’daki dikilitaş sütun şekli vardır. Yüksek mahkemenin iç kısmındaki salonlarda da Yine Yahudi tarihinden simgelerin yerleştirildiği bölümler vardır. Yüksek Mahkeme binasındaki simgeler burasının bir Mason tapınağı şeklinde tasarlandığını da gösterir. İki sütun ve Süleyman mabedi/tapınağı şeklinin yansımalarıdır bunlar. İsrail’in Eliat şehrinde de benzer şekilde Mason localarının yaptırdığı anıt vardır. Üzerinde pergel ve üçgen şekilleri bulunan. İsrail Devleti’nin izlemiş olduğu politikanın hukuka ve adalete uygunluğu hakkında görüş bildirir yüksek mahkeme… 2006 yılı içinde Şimon Peres’in görev aldığı İsrail kabinesi veya hükümeti Güney Lübnandaki Hizbullah kamplarına saldırıya geçti. Tanklar binaları vurdu. Küçük çocukların cesetleri çıktı binaların altından. Benzer şekilde Ehud Olmert’in Başbakanlık yaptığı İsrail Hükümeti Aralık 2008 içinde Gazze’ye saldırdı. Gelişmiş uçakların, tankların, topların ve bombaların ölüm kustuğu Gazze’de tam bir insanlık dramı yaşandı. Çocukların ve bebeklerin bulunduğu binalar enkaz yığını haline geldi. Camiler, hastaneler saldırıdan nasibini aldı. İsrail’in gerçekleştirdiği “Teröre karşı mücadele2 değil doğrudan zulüm ve vahşet idi. Ve İsrail hükümetinin başbakanı Olmert, Dışişleri Bakanı Livni yapılanlardan dolayı “savaş suçu” işleyen kimselerdi. Bu süreç içinde İsrail’de evrensel hukuku savunduğu ileri sürülen Yüksek Mahkeme’den en ufak bir uyarı ve vicdanları sızlatan zulme karşı soruşturma yargılama gündeme gelmedi. Özetle Yüksek Mahkeme, İsrail’in yaptıklarını onaylıyordu. Medeni dünyanın tek süper gücü ABD’de yapılanları onaylayan açıklamalar yaptı. Dünya medyasında etkin olan Yahudi lobisinin ve yine son üç yüz yılda İngiltere-Fransa ve ABD’de yönetimleri perde arkasından yönlendiren Mason kuruluşları da “Yahudi ütopyası/hayalleri” üzerine çalışmalarını sürdürüyordu. MASONLARIN YAZDIRDIĞI DÜNYA TARİHİ Masonlar, 1789 Fransız devriminden sonra Evrensel İnsan Hakları Bildirisini kendilerinin hazırladığını ve Yeni çağı açan en önemli olayın bu olduğunu öğünerek anlatırlar. ABD’nin ilk kurucu başkanı George Washington’un da aynı zamanda bir Mason önder olduğu düşüncesini yansır tarihi belgelere…Bu bilgilerin ışığında Masonların yön verdiği “Dünyayı aydınlatma…Özgürlük, eşitlik, adalet” kavramlarının sadece çıkarları örten bir sis perdesi olduğu gerçeği ortaya çıkar. TÜRKİYE’DEKİ MASONLARIN KILI BİLE KIPIRDAMADI
Osmanlı’nın son döneminde kurulan mason locaları, 1909 yılından itibaren yönetimde söz sahibi olmuştu. Mithat Paşa, Talat Paşa bilinen ünlü masonlar arasında idi. Günümüzde Türkiye’de iki farklı mason locası var: Üye sayısı 14 bini bulan Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar ile Fransız ekolünün temsilcisi Özgür Masonlar Büyük Doğu locası… Birincisi İstanbul, İzmir, Ankara, Eskişehir va Adana’da sanat,bilim, üniversite, iş dünyasında etkin insanlardan meydana gelmektedir. Ve bunlar medyada İsrail aleyhinde çıkan haberlerden bile rahatsızdırlar. Ruhlarını Yahudilere teslim eden masonların İsrail’in saldırıları karşında viski içerek tebessüm etmeleri ile…İsrail’de yönetimin Gazze müdahalesinde çok sayıda masum insanın vahşice kanının dökülmesine onay veren Yüksek mahkeme arasında bir bağlantı vardır.
yksek_mahkeme_2.jpg
Eliat şehri ana caddesindeki Mason tapınağı
yksek_mahkeme_3.jpg
Tapınak üzerindeki mason simgeler, Eliat
yksek_mahkeme_4.jpg
Mason anıtı üzerinde "B" şifreli sütun
yksek_mahkeme_5.jpg
MASON ANITINDAKİ "J" ŞİFRELİ BÜTUN
yksek_mahkeme_6.jpg
ANIT ÜZERİNDKİ MASON PİRAMİTİ VE GÖZ ŞEKLİ
yksek_mahkeme_7.jpg
MASON PİRAMİDİ ŞEKLİNDEKİ YAPI, İSRAİL
yksek_mahkeme_9.jpg
MASON TAPINAĞI ŞEKLİNDE YAPILAN İSRAİL YÜKSEK MAHKEME BİNASI
yksek_mahkeme_10.jpg
YÜKSEK MAHKEME İÇİNDEKİ MASON DİKİLİTAŞI
yksek_mahkeme_17.jpg
YÜKSEK MAHKEME İÇİNDEKİ İSRAİL TARİHİNDEN ESİNLENEN LEVHA
yksek_mahkeme_18.jpg
YÜKSEK MAHKEME ÜYELERİ
yksek_mahkeme_21.jpg
YÜKSEK MAHKEMEDE MASON GİZEMLİ SEMBOLLER
yksek_mahkeme_23.jpg
YÜKSEK MAHKEMEDEN BİR GÖRÜNÜŞ
yksek_mahkeme_27.jpg
YÜKSEK MAHKEMEDE MASONİK ŞEKİLLİ EŞYA
Bütün bu olanların bilinmesi dileğiyle.. Görüntüleme sayısı: 333
OSMANLI ŞEYHULİSLAMLARI DA MASONLUĞA GEÇTİ!
Osmanlı’nın çöküş döneminde ve 1. Dünya Harbi yıllarında Şeyhulislam olan Musa Kazım ve İzzettin Efendi mason idi.
- 1918 yılında mason şifreli paralar bastırıldı. eyh-1.jpg
Şeyhulislam Musa Kazım Efendi
HKEMBL”nin (kısaltılmış şifresi FM) kendi tarihsel geçmişini kamuoyuna tanıtma çalışmaları çerçevesinde Osmanlı’nın son zamanlarında “Mason” Şeyhulislamların da isimleri açıklandı. Hayri Efendi,İzzettin Efendi Ve Musa Kazım Efendi’nin mason oldukları bilgisine yer veriliyordu.
Osmanlı’da Şeyhulislamın görevi, din adına devlet kararlarını onaylamaktı. Kuran’ı kerim’i, Hz Peygamberin mücadelesi ve düşüncesini en iyi şekilde bilir, devlet yönetiminde alınana kararların dine uygunluğu hakkında hüküm verirdi. Doğru ve dürüst olması öncelikli görevi idi,Şeyhulislamların… 16.yüzyılda işbaşına getirilen şeyhulislamlar yeri geldiğinde Padişaha bile karşı gelir, hükümlerini din adına dosdoğru vermek için çaba harcarlardı. Adaletin hakim olduğu yönetimde zulüm ve keyfiliğe yer olamazdı. Osmanlı’nın yönetimi altında yaşayan toplumların yüzyıllar süren tarihi geçmişlerinde barış ve huzurun sürmesinin de önemli bir sebebi de Şeyhulislamlar’ın verdiği kararların doğruları yansıtması idi.
1874 yılı 11 Haziran günü Şeyhulislam görevine getirilmişti, Hayrullah Efendi. Din bilgisi kıt olan sadece güzel sesiyle kuranı okumakta yetenekli idi. Başarılı bir tahsil hayatından da geçmemişti. Her nasılsı makam atlayarak Saray’a Padişaha yakın olmuş. Görevi ise Padişahı güldürmek, ona dalkavukluk yapmaktı. Ki onun hakkında bilgi veren kaynaklarda dalkavukluğu, maskaralığı ve taklit yapması ile tanınıyordu. Ve onun için “Ham yobaz” tanımlaması bile yapılmıştı. Birinci Şeyhulislamlık görevi 1 ay 8 gün sürdü.19 Temmuz günü Padişah Abdülaziz tarafından görevinden alındı. Bu olay Hayri Efendi’nin Padişah Abdülaziz’e kin tutmasına sebep oldu.
Aradan geçen zaman içinde Mayıs 1876 tarihinde Abdülaziz’e karşı darbe yapılmış, padişah görevinden alınmıştı. İşte o günlerde Padişah Abdülaziz’in suçlu olduğu hakkında meclis kararının olması, Şeyhulislam tarafından da onaylanması lazımdı. Görevden alınma (Hal etme) kararı yazıldı. Ve Hayri Efendi tarafından da onaylandı. Darbeciler tarafından padişahın yüzüne karşı da okundu. Hal kararında yazılı olan bilgiler:
“Emirül müminin olan zeyd (Müslümanların lideri olan kişi) muhtell-üş-şuur ve umuru siyasiyeden bi behre mesarifi nefsaniyesine sarf edip ve umuru diniye ve dünyeviyyeyi ihlal ü teşviş ve mülki milleti tahrip edip bekaası mülki millet hakkında muzır olsa hali lazım olur mu? -“Beyan buyurula, el cevap Alahu Teala alem, “olur”!...
Yukardaki sözlerin anlamı açıktır. Padişah Abdülaziz’in siyasi işleri yürütecek akıldan noksan olduğu, kendi zevk ve eğlencesine düşkün olduğu milletin yaşamasını gerektiren hakları haklara zarar verdiği için görevden alınması gerekli midir? Diye soruyor ve kendi kendine “Allah en iyisini bilir amma açıklıyorum ki olur!” diyordu.
Bundan sonra Abdülaziz’in görevden alınması ve Feriye Sarayında öldürülmesine kadar uzanan olaylar birbirini izledi. FM’nin gizli arşiv kayıtlarında Osmanlı’nın resmi belgelerinde Şeyhulislam Hayrullah Efendi’nin adı “Hayri Efendi” olarak kayda alınmıştı ve onun örnek bir din adamı ve mason olduğu açıklamaları vardı. Mason düşüncesine bağlılık gösteren üstat bir kişinin Müslüman olması mümkün müydü? Belki masonluk piramidinin alt kademelerinde kişilerin din tercihi İslam olsa bile ilerleyen yıllarda Şeyulislamlık görevine kadar yükselen bir kişinin islamiyetle ilgisi olamazdı. Çünkü masonluğun temeli Tevrat ve Yahudi tarihine dayanan gizemli sırlara dayanıyordu ki bu durumu en iyi bilenler de tevratın Batıni yorumlarını yapan “Kabbalist felsefesi uzmanları” yapabilirdi! Şeyhulislam Hayri Efendi’nin “Mıhribi” hocalar gibi Kuranı Kerim’in üzerine oturarak veya tuvalet yolunda tepeleyerek gözü kapalı Padişah Abdülaziz’in görevden alınması kararını vermesi sonrası yaşananlar ve onun için tarih düşenler “Fesat imam” notunu düştüler.
Aradan yıllar geçti. 14 Şubat 1909 Pazar günü Osmanlı’nın Şeyhulislamlık görevinde Mehmet Ziyaüddin Efendi bulunuyordu. O’nun ilk görev süresi 1 ay 27 gün sürdü. Padişah II. Abdülhamit onu 13 Nisan 1909 tarihinde görevden aldığında İstanbul’da devletin güvenliğini sarsacak olaylar yaşanıyordu. Tarihlerde “31 Mart 1909 irtica vakası” olarak tanımlanan ve miladi 13 Nisan 1909 denk düşen olalar sonrası İstanbul’da görünüşte “ Şeriat isteriz” diyen Medrese öğrencileri gösteri yapıyor, gazeteciler öldürülüyor,askere kurşun sıkılıyordu. Ve aynı gün olayları bastırmak üzere Selanik’ten Hareket Ordusu trenle İstanbul’a hareket ediyordu. Hareket ordusu İttihat ve Terakki’nin kontrolünde idi. Selanik’te ordunun İstanbul’a gitmesi emrini veren de ünlü mason veYahudi asıllı avukat ve de milletvekili Emanuel Karasu idi. Abdülhamit, kendisini de aşan isyan olayları esnasında ani bir kararla Şeyhulislam Mehmet Ziyaüddin Efendi’yi görevinden aldı. Sanki olaylar yıldırım hızıyla seyir değiştiriyordu. İttihat Ve Terakki’nin planlaması ile II. Abdülhamit yaşanan 11 günlük iç savaş ve sonrasında 27 Nisan 1909 günü öğle üzeri görevinden alındı. Ziyaüddin Efendi, 14 Nisan günü yeniden Şeyhulislamlık görevine iade edilmişti. 27 Nisan 1909 günü Şeyhulislam veya Müftülük görevinde bulunan Ziyaüddin Efendi’nin imzası ile yazılı metin haline getirilen II. Abdülhamit’i görevden alma (Hal etme) kararında “ Kütüb-i şeriyenin men-ü ihrakı, Tebeanın katli, Beytülmalin israfı” görüşleri dile getiriliyordu. Bu sözler ile II. Aldülhamit, Kuranı Kerim ve din kitaplarına aykırı hareket etmiş, Halkın öldürülmesine yol açmış, devlet hazinesini de israf etmişti!... Fetva metninde imzası bulunan Şeyhulislam’nın adı Mehmet yani İslam peygamberi Hz. Muhammed’in isminin kısaltılmışı idi ama isminin hemen arkasında bir ünvanı daha vardı “Ziyaüddin”… Yani “dinin yansıyan ışığı” anlamına geliyordu. Burada hangi din sorusunu sormak gerekiyor. Çünkü FM’nin gizli dosyaları arasındaki şifreli belgelerde onun ünlü bir mason olduğu açıklaması vardı. “Ziyaüddin” tanımlaması Allah ile çatışan “Lucifer” veya şeytanın bir enerji- ışık şeklinde yeryüzüne gelmesi akıl ve bilimi mutlak hakim kılacak kendi düzenini kurması düşüncesinin bir yansıması idi. Müslümanların inandığı “Allah” kavramı ile masonluk piramidinde ana unsun olan “G” şifresi ile gösterilen “Evrenin Ulu mimarı” birbirine zıt kavramlar idi.
Aynı gün Padişahın hal kararını yüzüne karşı okumak ve görevden alınmasını sağlamak üzere kurulan Meclisi Mebusan heyeti içinde Emanuel Karasu (Yahudi asıllı ve Selanik Mebusu), Esad Toptani, Arif Hikmet, Aram (Ermeni), Arif Hikmet efendi vardı. Padişahın yüzüne karşı “hal kararını” okuma töreni uzun sürmedi. Bir yanda padişahın karşısında Emanuel Karasu adındaki bir koro şefinin işareti ile hareket eden Mebuslar heyeti, diğer yanda ise padişahın hüzünlü telaşlı görüntüsü. Bu sahnede açıklanması gereken bir “şifre” vardı. Padişahın karşısındaki zevatın hepsi masondu.
Talat Paşa, Mason locası kurucu başkanı
eyh-3.jpg
Padişah II. Abdülhamit ve ailesi arabalar ile önce Sirkeci’ye sonra trenle Selanik’e sürgün ve gözetim yeri Selanik’e gönderildiler. Padişahın sürgün hayatını yaşadığı yer ise Alatini köşkü idi. Mülkiyeti Emanuel Karasu’ya aitti. Padişah bu haliyle “kafesteki kuş” gibiydi.
Hikayenin sonrası burada bitecek gibi değildi. 12 Temmuz 1910 tarihinde Osmanlı’nın Şeyhulislamlık makamına Musa Kazım Efendi getirildi. O’nun birinci şeyulislamlık görevi 1 sene 2 ay 18 gün sürdü. Sonra aralıklarla yine Şeyhulislamlık görevini sürdürdü. Osmanlı ordularının Arabistan diyarında (Suriye, Filistin, Hicaz, Basra-Bağdat) ağır yenilgiler aldığı sırada Osmanlı’nın en büyük dini makamı FM örgütünün adamının elinde idi. Padişah V. Mehmet Reşat bile Musa Kazım Efendi’nin “Farmason” olduğunu biliyordu. Ama yapabileceği bir şey yoktu. Çünkü emir komuta zinciri İttihat ve Terakki’nin emrinde gibi görülmesine rağmen perde arkasında “FM”nin şifresi ile işler yürüyordu.
Cezmi Yurtsever,Şifre kitabından
Üzerinde mason yıldızı bulunan osmanlı parası
eyh-4.jpg
OSMANLI PADİŞAHI V. MURAT I BİLE MASON YAPTILAR
Osmanlı Padişahı V. Murat 1872 yılında İstanbul’da Mason locasına kaydı yapıldı.-Murat’ın mason olmasında İngiltere Sarayında Prens Edward’ın etkisi vardı.-Mason locaları Murat’ı geleceğin Osmanlı Padişahı yapmak için çalışmalara başladılar.-Murat 1876 yılında Osmanlı tahtına çıktı. Olaylar karşısında sinir krizleri geçirdi.
-Murat’ın mason olmasıyla Osmanlı’nın üst yönetimi İngiltere’ye bağımlı masonların eline geçmişti.
mur-1.jpg
Murat, Osmanlı tarihinde bir dönüm noktasının da ismiydi. 1876 yılında ilan edilen I. Meşrutiyet’e giden yolda o ve onun fikir arkadaşlarının önemli yeri vardı. Padişah Abdülmecit’in oğluydu. Ve kardeşi de Abdülhamit idi. Murat çocukluğunda ve gençliğinde hem doğu ve hemde batı kültürüne aşina bir eğitim aldı. Sarayda onun Fransızca öğretmeni Profesör M. Gadret idi. Piyano derslerini ise Maestro Guatelli Paşa veriyordu. Türkçe derslerine Ferit Efendi, Arapça’yı da Şeyh Hafız Efendi’den öğrendi. .
Murat’ın eğitiminde ona batılı kültürü ve düşünceyi açıklayan hiç şüphesiz ki M. Gadret idi. Ve Gadret önde gelen bir “mason”idi.
mur-2.jpgİngiltere Prensi Edward,Murad'ın Mason olmasında rol oynadı.
Abdülaziz’in 1861 yılında padişah olması ve sonrasında gelişen olaylar içinde Avrupa’ya Osmanlı’nın güncünü hanedan ailesinin ihtişamını zenginliğini göstermek için 1868 yılında bir gezi yapıldı. Abdülaziz, Osmanlı’nın üst düzey yöneticileri bu arada Murat ve kardeşi Abdülhamit de geziye katıldılar. Paris’te iken Fransız İmparatoru III. Napolyon ile görüşüldü. Fransa’nın lüks saraylarında parlak avizelerin altında ve müzik eşliğinde genç ve güzel Fransız güzellerinin kolları arasında -geleceğin padişahı- Murat’ın dans edişi görenlerin dikkatinden kaçmadı. Fransızcayı, Fransız kültürünü bir Fransız gibi biliyor ve sanki yaşıyordu. Gezi heyeti sonra Berlin’e , kraliçe Victorya’nın daveti üzerine de Londra’ya gitti.
Londra gezisinde kraliçe Victorya, Murat’ı ileride kendi saflarına çekmek “itaatkar olması” için beğendiği bir İngiliz prensesi ile evlenmesini dahi teklif etti. Murat’ın bir İngiliz kraliçesi ile evlenmesi mümkün olmadı ama Londra’da iken geleceğin İngiliz karalı olacak prens Edward ile yakın arkadaşlık kurdu. Edward, İngiliz tarihinde ünlü bir mason üstad olarak da biliniyordu.
Osmanlı Şehzadesi Murad, Kadıköy’deki Fikirtepesinde bulunan köşkünde geçirdiği zaman içinde Batı yanlısı, meşruti idareyi savunan Genç Osmanlılar ile yakın temas içinde idi. Toplantılarda ona “Masonluk medeniyettir” görüşleri yansıtıldı. Anayasa, seçimler, parlamento, padişahın yetki ve görevlerinin sınırlanması ve halkın güvenliği, bu arada Osmanlı yurttaşı olanlar arasında din ve ırk ayırımı yapmaksızın eşitlik ilkesinin uygulanması ve hemen herkesin birbirini “kardeş” görmesi düşüncelerinin önemi anlatıldı.
İstanbul’da Mason 1868yılında Proodos Locası kurulmuştu. Ritüel ve konuşmalar hatta tüzük Rumca yazılmıştı. Rumca Proodos locası Beyoğlunda Hacopulos çarşısında dernek odasında gizlilik içinde sürdürdü çalışmalarını. Proodos, Rumca bir kelimeydi. Türkçesi “İlerleme” anlamına geliyordu. Proodos’un ilk başkanı da Alexandre İsmyrides adındaki bir Rum idi. Ancak Proodos’un başına 1870 yılında Murat’ın yakın bir arkadaşı Cleanti Scaliyeri geçti. Scaliyeri’nin mesleği Avukatlık idi. Fransız Union d’ Orient ( UD) locasına 1865 yılında mason olarak girmişti. O zaman “UD” nin başında Louis Amiable vardı. Aman içinde Scalieri, yeni kurulan Proodos hocasının üstadı muhteremliği görevine getirilmişti. Proodos locasına Rumların yanı sıra Türklerin de üye olması ile locanın ritüel (ayin) dili hem Rumca ve hem de Rumca olarak tespit edilmişti.
Tarih 20 Ekim 1872. Yer İstanbul Boğazı’nın Anadolu kıyısındaki Kadıköy. O gün istanbul’da yaşayanlar çok önemli ve gizli bir toplantının farkında olamazlardı. Herkes işinde gücünde idi. Boğazın serin sularında yol alanların izlediği martıların çığlıkları veya Haliç kıyısındaki limanlara mal boşaltan tekneler, Sirkeci’de sırtına aldığı yüz kiloyu aşkın çzuvalı kaldıran Kart, Arnavut veya Türk hamallar nereden bilsinler Kadıkay’de Louis Amiable’nin evinde gece bir yarısı yapılan gizli toplantıyı.
Murat, gözleri bağlı olarak salona alındı. Josef Makaryos adındaki Rum asıllı üstad’ın önünde, Louis Amiable hatip olarak konuşmaya başladı:
-“Kendi istek ve inancınızla, hiçbir tesir altında kalmaksızın Masonluğu kabul ediyor musunuz?”. Murad’ın sesi yükseldi:
-“Evet ediyorum”. Ve tekrar kendisine soruldu:
-“Gördüklerimi ve duyduklarımı hiç kimseye söylemeyeceğime, biri sır gibi saklayacağına namus ve şeref sözü verir misin?”. Murat, hiç çekinmeden
“-Evet” dedi.
Üstad Makaryos’un konuşması izledi: “Bu andan itibaren Murat’ı kardeşimiz olarak kabul ve ilan ediyorum.”. Elinde tuttuğu kılıcı Murat’ın göğsüne dayayarak “ Şu andan itibaren seni Proodos Locasının üyesi ve kardeşimiz olduğunu ilan ve kabul ediyorum” dedi.
Murat’ı, Masonluğa kabul eden tekris (tören) esnasında Ragıp Efendi I. Nazır, Hilmi Efendi II. Nazır, Ahmet Bey sekreter, Sait Bey soruşturucu olarak görev almışlardı. Murat, Kadıköy’deki tören ile Masonluğa çırak derecesinde kabul edilmişti.
8 Aralık 1872. Yer: Çemberlitaş yakınlarında Ağa Hamamı sokaktaki 12 numaralı bina. Burada Proodos Locası çalışmalarını sürdürmektedir. Proodos’un locasına üye olanların huzurunda Murat Masonlukta derece atlayarak “kalfalık ve üstadlık” derecelerini aldı.
Ve kısa zamanda 1873 tarihinde Murat “PL” tarafından 18 derece ile masonluktaki “Gül Haç şövalyesi” yapıldı.
Bu olayı izleyen zaman içinde Murat’ın kardeşi Nurettin Efendi, 24 Ağustos 1875 tarihinde, Şehzade Kemalettin Efendi de 24 Ağustos 1875 tarihinde masonluğa kabul edildiler. Murat ve kardeşlerinin Rumların kurucusu olduğu locada masonluğa geçmesinde Namık Kemal, Ziya Paşa, Mithat Paşa yardımcı oldular.
Osmanlı’nın başkenti İstanbul’da işbaşındaki Padişah Abdülaziz’den sonra yönetimin başına getirilecek olan kişi PL ve UO örgütleri tarafından belirlenmişti. Adı geçen örgütler özellikle Fransa ve daha sonrada İngiltere’yi kontrol eden Uluslar arası bir güçtü. Öncelikle İngilizlerin Uluslar arası çıkarlarını koruyacak özellikle de kaynağı eski Tevrat’a Yahudi ideallerine dayanacak bir düşünceyi yeryüzünde hakim kılacaktı.
Mason locasının verdiği diploma örneği
mur-4.jpg
Bay X, bütün bu gelişmeleri öğrendikten sonra gece uykusunda Osmanlı’nın kurucusu Osman Bey ve kayınpederi Ahi Şeyhi Edebali’nin tarihi konuşmasının rüyasını gördü. Şeyh Edebali, damadı ve geleceğin “Devleti Aliye-i Osmani”nin kurucusu olan Osman’a öğütler veriyordu:
EY OĞUL İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar akşam ezanında ölürler. Avun oğlum avun. Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın. Ama; Bunları nerede, nasıl kullanacağını bilmezsen, sabah rüzgarlarında savrulur gidersin. Öfken ve nefsin bir olup aklını yener. Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın. Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilememiş gizemler, bilinmeyenler, görülmeyenler ancak senin fazilet ve erdemlerinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı, Atanı say, bereket büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol. Her sözü üstüne alma. Gördün söyleme, bildin bilme sevildiğin yere sık gidip gelme, kalkar muhabbetin itibar olmaz. Üç kişiye acı: Cahiller arasındaki alime, Zenginken fakir düşene, Hatırlı iken itibarını kaybedene,
YAHUDİ LOBİSİ ERMENİ SOYKIRIMI SİLAHINI NEDEN DESTEK VERMEK İSTEDİ!
ABD’nin önde gelen Yahudi kuruluşu ADL’nin “Ermeni Soykırımı” görüşlerine destek vermesi, Türkiye ile İran arasında imzalanan enerji işbirliği anlaşmasını iptal ettirmek düşüncesine dayanır.-ADL’nin başkanı Abraham Foxman’ın tarihi dayanak olarak kabul ettiği Morgenthau’nun Hikayeleri anı kitabının deşifre edilerek tarihi çarpıtmaların kamu oyuna açıklanması gerekir, fox-1.jpg
f0x-2.jpgİsrail'in Suriyeye fırlattığı füze
ABD’nin önde gelen Yahudi örgütlerinden ADL (Anti Defamation League- Soykırımı inkarla mücadele birliği) başkana Abraham Foxman, 21Ağustos 2007 tarihli basın açıklaması ile “1915 olayları - o zaman tanımlaması yapılsaydı- Soykırım özelliği taşır. ABD Elçisi Morgenthau’nun kitabı ve kullandığı belgelere inanmak durumundayız” sözlerini sarf etti. Adı geçen ADL örgütü, 2004 yılı ocak ayında Türkiye Başbakanı Tayip Erdoğan’ı ağırlamış ve bizzat Foxman tarafından üstün cesaret ödülüne layık görülmüştü. ADL’nin adına yapılan açıklama kısa sürede Türkiye’de tesirini göstermiş olacak ki, sayın Başbakan Erdoğan “Ödülü geri ederim” cevabını vermekle kalmamış İsrailli devlet yöneticilerini de arayarak ABD’deki Yahudi kuruluşlarının Türkiye’den yana olan geleneksel tavırlarını korumalarını istedi.
Ne oldu da birdenbire ADL ÖRGÜTÜ “Ermeni Soykırımı” konusunda geleneksel politikasını bırakarak Türkiyeye karşı açıklamalarda bulundu. Gelişmelerin tarihi seyrini ve perde arkasında yaşananları burada açıklamakta fayda olacağı görüşündeyim.
ADL örgütü merkezi Newyork7ta 1913 yılında kuruldu. Yeni dünrya kıtasına gelen Yahudi asıllı göçmenlerin öncelikle içinde bulunduğu toplumda asimile olmaması, kültürel ve moral/dini değerlerini korumaları, sağlık eğitim alanlarında Yahudi asıllı gençlerin desteklenmesini amaç edinmişti. ABD’nin I. Dünya Harbine girmesi ile birlikte Yahudi asıllı yurttaşlarda Almanlara karşı yürütülen Avrupa savaşlarına katıldılar. Savaşın sonlarına doğru ABD’nin galip geleceğinin anlaşılması üzerine ABD’de etkinlik sağlayarak Osmanlı’dan ele geçirilen Filistin topraklarında İsrail Devleti’nin kurulması için çalışmalarını yoğunlaştırdılar.
İngiltere Hükümeti nezdinde girişimde bulundular. Özellikle Kıta Avrupası ve İngiltere’de önde gelen finans kuruluşunun sahibi Rotschild ailesi ile ABD’nin küresel petrol zengini John. ROCKEFELLER’nin işbirliği yapmaları sonucu 1948 yılında İsrail Devleti kurulmuş oldu. Bu arada II. Dünya Savaşı esnasında Hitler idaresinin Yahudilere karşı sürdürdüğü politika ve yaşanan toplu katliamlar savaş sonrasında “Jenoside” Türkçesi “Soykırım” olarak tanımlandı. Almanya, Yahudilere karşı yapılan soykırımından dolayı özür diledi ve Yahudi asıllı mağdurlara tazminat bile ödedi.
Aslında Yahudilerin ABD’de güçlenmelerinin evveliyatı da vardı: 1870’li yıllarda kurulan B’nai B’rith kuruluşu Yahudi göçmenlerin hear türlü eğitim ve sağlık ihtiyaçlarını karşılamak için çalışmalar başlattı. Kısa zamanda dünyanın en çok üyesi bulunan yardım kuruluşu haline geldi. ABD yönetiminde etkin olan Mason localarına üye Yahudiler de adı geçen örgüte destek çıktılar. ADL örgütü, kendisinden önce kurulan B’nai B’rith’in devamı gibi idi.
Ermenilerin başvuru kaynağı Morgenthau'nun kitabı
f0x-4.jpg
Şimdi gelelim asıl sorumuzun cevabını aramaya: Dünya genelinde Yahudi soykırımı konusunu bsasın yayın ve bilim çevrelerinde işleyen Yahudiler, ABD’nin geleneksel Ortadoğu politikasında İsrail’in öncelikli olarak desteklenmesi stratejisini kabul ettirdiler. Ancak ADL başta olmak üzere Avrupa ve ABD’de bulunan Yahudi kuruluşları Ermeni Diasporasının soykırım görüşlerinden kendilerini ayrı tutmuşlardı. 2007 yılı içinde ADL öncülüğünde yapılan “Ermeni Soykırımı” tanımlamaları Türkiye- İsrail-ABD Stratejik ittifak blokunun kendi içinden sarsılmasını sağladı. ADL adına Abraham Foxman’ın “Ermeni Soykırımına” destek vermesi geçtiğimiz aylarda tarihinde ilk kez ABD’nin onayı alınmadan Türkiye ile İran arasında doğal gaz ve petrol anlaşmasının yapılmasıdır. Anlaşma sonrasında ABD’nin Ankara elçisinden, İsrail’den Türkiye7ye karşı sert uyarılar geldi. Türkiye’nin İran ile olan ilişkilerini gözden geçirmesi hatta kesmesi istendi. Türkiye’nin köşeye sıkıştırılması, Ermeni Soykırımı konusunda ABD Kongresini de etkileyerek aleyhte karar çıkarılması özetle tehdid ve şantaj politikasının sonucu olarak ADL ve Yahudilerin “Ermeni yanlısı” tutumları gündeme geldi. Ve son günlerde Türkiye hava sahasını Hatay bölgesinde ihlal ederek Suriye’deki enerji tesislerinin bombalanması olayı da bu tehdid politikasının sonucudur.
ABD'deki Yahudi Örgütü
f0x-3.jpg
Türkiye bu durumda olayları seyr eden ve yumruk yiyen olmak yerine Abraham Foxman’ın Ermeni Soykırımına dayanak gösterdiği 1913-16 yıllarında İstanbul’da Büyükelçilik yapmış H. Morgenthau’nun kitabının dayandığı fiyaskoları çözümlemeleri dünya kamuoyuna sunmalı, kendi tarihi onurunu korumalıdır.
TÜRK ORDUSUNA ARMEGEDDON DARBESİ
Türk ordusu, 1917 yılı sonlarında Kudüs’ün doğusunda Armageddon’da İngiliz ve işbirlikçisi Arap-Siyonist güçler tarafından ağır bir yenilgiye uğratıldı. -Savaş sonrasında onbinlerce Türk askeri Arap isyancılar tarafından karınları hançerle deşilerek öldürüldü.
-Armageddon Savaşı ile İslam ve Türk hakimiyeti kutsal topraklar bölgesinde sona erdi.
arma-1.jpg
Eylül ayı ortaları geldiğinde hazırlıklar tamamlanmıştı. Kudüs’ün biraz kuzeyinde başlayan Türk savunma hatlarındaki askerler siperlerini bile yerleşemeden öldürücü darbeyi vurmaya hazırlananlar bütün planlarını hazırlamışlardı. İngiliz general önündeki masa üzerindeki haritaya bakarak Megiddo yazısı bulunan vadinin üzerine kırmıza kalemle çarpı işareti koydu.
Osmanlı’nınyeni kurulan Yıldırım ORDULARI Grup kumandanı Alman asıllı Liman von Sanders, düşmanın muhtemel saldırısı karşısında gerekli tedbirleri almakla meşguldü. Akdeniz kıyılarından başlayarak Kudüs’ün kuzeyi ve oradan doğuya ilerleyerek “ölü deniz” olarak isimlendirilen Lüt gölü yakınlarına kadar uzanan cephenin tutulması gerekiyordu. Askerin her türlü yiyecek ve silah ihtiyacının karşılanması işi önemli ölçüde Anadolu’dan Arabistan çöllerine uzanan demiryolu ile olacaktı. İngiliz ordusunun saldırısı 19 Eylül 1918 günü başladı. Uçakların keşif uçuşları, Akdeniz sahillerinde bekleyen savaş gemilerinin her türlü askeri malzemeyi getirmiş olması en büyük avantajdı.
Siyonist Haim Weizman ve Arap İsyancı Emir Faysal arma-2.jpg
Saldırı başladığında Türklerin beklenmediği gelişmeler oldu. Ürdün vadisinin en büyük şehri Amman ile Şam’ı birbirine bağlayan tren yolu boyunca Arap aşiretlerinin saldırıları, patlamalar birbirini izledi. Osmanlı’nın Medine’ye kadar uzanan Hicaz ve Yemen cephesi ile bağlantı sağlayan tren yolu önemli ölçüde tahrip edildi. Köprüler havaya uçuruldu. İstasyonlara saldırılar oldu. Yakalanan Türk askerleri vahşice öldürüldü. Kerak şehri ve civarında yaşananlar kıyamet manzaraları idi. Cesetleri öteye beriye saçılmış Türk askerleri başında zafer çığlıkları atan bedevi Arapların gösterileri insan neslinin ne kadar vahşileşeceğini gösteriyordu. İntikam duygularını tatmin etmek isteyenler askerlerin karınlarını deşerek midesinde ve barsaklarında para arıyorlardı. 24 Eylül 1918 tarihi itibariyle Galile gölü yakınlarında bulunan Türk askeri karargahına ulaşan haberler cephenin bozulduğunu on binlerce askerin kanının çöl kumlarına serildiği yönünde idi. Bir yandan İngiliz ordusunda bulunan Anzak (Avusturya, Yeni Zelanda), Hintli, İskoç asıllı askerlerin askerlerin sergilediği vahşet diğer yandan benzer şekilde Türk askerinin kanını dökmeye hazır Arap bedevilerinin gösterileri karşısında Türk kumandanlar hızlı bir şekilde Şam’a ve oradan da daha kuzeye Halep’e çekilme hazırlıklarına başladılar. Geride binlerce askerin cesedini bırakarak… Osmanlı 7. Ordusuna kumanda eden Mustafa Kemal da içinde bulunduğu şartlarda geri çekilmeye karar verdi. Anadolu’ya yakın Halep’in kuzeyindeki Katma istasyonuna yakın yere kadar geldi.
Uzak diyarlarda İngiltere’nin başkenti Londra’da bulunan Yahudi, Siyonist, Mason organizasyonun liderleri ellerini ovuşturarak birbirlerini tebrik ediyor, zaferlerini kutluyorlardı. Tarihi hayalleri gerçekleşiyordu. Yahudi topraklarındaki “Gentile çağı”nın sona erdiğine inandılar. “Gentile çağı” onlara göre M.S. 639 yılında Yahova’ya adanmış kutsal toprakların Kudüs ve yöresinin Müslümanların elinden alınması anlamına geliyordu. Tevrat ve benzer şekilde olayları açıklayan İncil’de yer alan “Armageddon” savaşının gerçekleştiğini Yahova’nın zafer kazandığını kabul ediyorlardı. Onlara göre “megiddo savaşı” kıyamet öncesi yeryüzünden şeytan’ın tüm kötülüklerin ortadan kaldırılması demekti.
Hilal’i bayraklarında kutsal bir simge olarak bulunduran Osmanlı/Türk askerleri onlara göre “şeytanı” temsil ediyordu. Kerubi yani şeytan insana benzer, iki boynuzu olan keçi başlı, iki kanatlı, alnında yıldız işareti bulunan ve her zaman Yahova’ya karşı gelen bütün kötülüklerin kaynağı olan varlıktı. Kutsal Tevrat’ta onların yok olacakları hakkındaki bölümü de buldular. Tevrat’ın “Hezekial” duasının 12.-18. ayetleri tanrı Yahova ile şeytanın mücadelesini açıklıyordu: “Adem oğlu, rab Yahova şöyle diyor: Kemalin mührü, hikmetle dolu, güzellikte tam olan sendin. Sen Aden’de Allah’ın bahçesinde idin. Sarı yakut, kırmızı akik, yeşim, safir,kızıl yakut,zümrüt taşları ile bütün değerli taşlarla ve altınla kaplanmıştın. Teflerinin ve zurnalarının işciliği sende idi. Yaratıldığın gün hazırlanmıştılar. Sen meshedilmiş gölge olan kerubi (şeytan) idin. Ve seni ben diktim. Allah’ın mukaddes dağında idin. Ateşten taşlar arasında gezdin. Sende kötülük olduğu bulununcaya kadar yaratıldığın günden beri yollarında kamildin. Ticaretinin çokluğundan ötürü senin içini zorbalıkla doldurdular. Ve suç işledin. Ve seni murdar şey gibi Allah’ın dağından attım. Ve seni gölge salan kerubi (şeytan) ateşten taşlar arasından atıp yok ettim. Senin yüreğin güzelliğinden ötürü yükseldi. Parlaklığından ötürü hikmetini bozdun.Seni yere çaldım. Görsünler diye seni krallarının gözü önünde seni attım. Kendi makdislerini fesatlarının çokluğu ile ticaretinin kötülüğü ile bozdun. Ve senin içinden ateş çıkardım. Seni o yiyip bitirdi. Bütün seni görenlerin gözü önünde seni yeryüzünde kül ettim. Kavimler arasında seni tanıyanların hepsi sana şaşacaklar. Sen bir dehşet oldun. Ve ebede kadar yok olacaksın”.
Tevrat’ta anlatılanlar, “Gentile” olarak isimlendirilen “Musa ve İsa tanımayan kerubi” yani şeytanın kendisi idi. 1917 ve 18 yılı içinde Filistin topraklarındaki işgalleri sona eren Türk ordusu bir bakıma kutsal kitaptaki “Megiddo savaşını” kaybeden kıyamet günü felaketini yaşayan yok olması gereken(!) kerubiler/ şeytanlar idi.
arma-3.jpgarma-4.jpg
Yahudi Göçmenler Filistin topraklarına geliyor
Tevrat’ta yer alan Hezekiyal suresinin ayetlerindeki açıklamalar kıyamet günü savaşını hakkında bilgiler veren “Armageddon” olayını hatırlatsa da Osmanlı/ Türk askerlerinin Filistin’den ayrılışları bambaşka gerçekleri gözler önüne seriyordu. Bir yandan din kardeşi olarak bilinen Araplardan Hicaz Emiri Şerif Hüseyin’e, Hicaz’ın geniş bir bölümünü elinde bulunduran Suudiler ve onlarla aynı görüşleri paylaşan Arap bedevileri Arabistan çöllerinde oluk oluk Türk askerinin kanını akıtmaktan çekinmediler. Megiddo savaşını kazanan İngiliz general Allenbi, savaş raporlarında, cephe kurarak savaşı başlattığı 1917 yılı eylül ayından itibaren Lawrence aracılığı ile her ay 200.000 İngiliz poundu altın dağıtımının 500.000 pound altına çıkarıldığını… Savaşın kazanılmasında askeri üstünlükten ziyade “diplomasi ve altının” daha önemli olduğunu açıklıyordu. Türklerin siyon dağında atılması ve İsrail’in kurulmasına giden yolda İngiliz ordusunun askeri harekatı ile ilgili belgelerde İngiltere’deki Rotschild ailesinin bütün masrafları karşılama vaadinde bulunduğu da açıklanıyordu.
DEMİREL'İN MASONLUĞU NEDEN GİZLENİR
Süleyman Demirel’in “Mason olmadığı” mektubu 1964 yılında hazırlandı. -Demirel ile ilgili “yalan mektup” hazırlanması Masonlar arası çatışmaya dönüştü. Ve Masonlar parçalandı. -İnternet’in “Wikipedia ansiklopedisi” Demirel’in ana tarafından atalarının sülale ismini “Dolakçıyan” olarak yazdı. -Türk dil Kurumu sözlüğünde “Dolakçıyan” kelimesine rastlanmadı. Aynı kelimenin Ermeni kültüründen geldiği görüşleri de var. demir-3.jpg

dem-1.jpgDEMİREL'İN MASONLUĞU HAKKINDA YALAN BELGEDEN DOLAYI MASONLARIN PARÇALANDIĞĞINI AÇIKLAYAN ÖZEL MEKTUP
Türkiye Cumhuriyet tarihinde 12 yıl Başbakanlık ve 7 yıl Cumhurbaşkanlığı yapmasıyla tanınıyordu. Askeri darbeler ve seçimler sonucu 6 kez gitmiş, 7 kez de kısa aralıklarla Başbakan olmuştur.Elinde tutuğu şapkasını sallamasıyla, bir de sık sık kullandığı “Binaenaleyh” sözcüğü ile kulakları çınlatıyordu. Nerede ise Türkiye’nin 1965-2000 yılları arasında yönetimine söz sahibi olmuştu.Buraya kadar yapılan açıklamalar onun görünen yüzü idi.
Kimliği hakkında bilgilerde ise
“1 Kasım 1924 tarihinde İsparta’nın Atabey ilçesi İslamköy’de doğdu. İlkokulu kendi köyünde, Ortaokul ve Liseyi İsparta’da bitirdi. 1949 yılında ise İstanbul Teknik Üniversitesi’ne girdi. İnşaat Mühendisi olarak okulunu bitirdi. Aynı yıl Elektrik Etüd İdaresinde göreve başladı. 1954 yılında Barajlar iaresi Başkanı, ertesi 55 yılında da Devlet Su İşleri Genel Müdürü oldu. Ve aynı yıl ABD Başkanı Eisenhower adını taşıyan burs ile ihtisas için Amerika’ya gitti.
1962-64 yıllarında serbest müşavir olarak çalıştı. Ve1962 yılı içinde politikaya atılarak Adalet Partisi Genel İdare Kurulu üyesi seçildi. 1964 yılı içinde de Adalet Partisi Genel Başkanlığına adaylığını koydu”(Bak. Süleyman Demirel, Wikipedia İnternet Ansiklopedisi,14 mart 2007).Ve arkasından yapılan seçimlerde %-53 oy alarak Hükümeti kurdu. Başbakan oldu.
1964 yılı içinde Adalet Partisi Başkanlık seçimleri esnasında rakipleri onun “Mason olduğu” açıklamasını yaparak önünü kesmek istediler. Ve o günlerde Süleyman Demirel, Mason olmadığını açıklayan Ankara’daki Mason Büyük Ünite Locasına başvurmuş metni aşağıda verilen belgeyi alarak kamuoyuna sunmuştu:
14.11.1964 Sayın Süleyman Demirel İsteğinize uyarak yapılan incelemelere göre derneğimizde kaydınız bulunmadığı anlaşılmıştır. Saygılarımla İkinci Başkanı Necdet Egeran İmza
Buraya kadar yapılan açıklamalar sadece olayların görünen yüzü idi. Süleyman Demirel, gerçekte 15.02.1956 tarihinde Ankara’daki Bilgi Locasına tekris edilerek (ışığa kavuşarak) Mason olmuş, 1957 yılında da kalfalık derecesine yükseltilmişti.
Demirel, mason olduğu halde kendisine neden böyle bir belge verilmişti. Onun durumunu yatkından tanıyan mason biraderler bu duruma itiraz ettiler. Masonlar Derneğinin tüzüğünde üyelerin “Siyasete karışmamaları” ilkesi bulunduğu halde Demirel’e karşı böylesi bir uygulama gerçekleşmişti.
Demirel'e karşı çıkan Mason üstad
dem-2.jpg
Durum Masonlar’ın İstanbul’daki Türkiye Büyük Locasında gündeme getirildi. Büyük üstad Ekrem Tok, toplantıda yapılan itiraz ve eleştiriler karşısında üç kişilik bir araştırma ekibi kurarak soruşturma için Ankara’ya gönderdi. Hazırlanan soruşturma raporu 14.03.1965 tarihinde İstanbul’da gizli bir oturumda ele alındı. Raporda açıklanan görüşlerde dikkati çeken hususlar şöyleydi:
“Söz konusu olan Siyasi Parti Genel Başkan adayı 15.02.1956 gününde Ankara bölgesindeki Bilgi Locasında tekris edilerek Masonluğa kabul edilmiş, 27.03.1967 gününde de kalfa derecesine yükseltilmiştir”…
Süleyman Demirel’in masonluğu kesinde. Ama kamuoyu düzenlenen bir belge ile yanıltılmıştı. Demirel’e belgeyi Ankara’daki locanın ikinci başkanı Necdet Egeran vermişti. İlginçtir ki Egeran, 1965 yılı içinde yapılan Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Seçiminde Genel Başkan olarak seçilmişti. Demirel’e verilen belgenin Masonlar derneğinin gelen-giden evrak defterinde kaydı bile yoktu.
Demirel ile ilgili farklı görüşler, Masonlar arasında tartışma konusu oldu. Ve aynı yıl -1965 içinde- kısaca “Farmasonlar” olarak bilinen 1909 Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar arasında süren sert tartışmalar sonucu muhalif olanlar istifa ederek “Özgür Masonlar Büyük Locasını” kurdular. Masonlar arasındaki derin ayırım/ parçalanmanın temel sebebi “Demirel’in masonluğu” konusunda bilim dünyası ve kamuoyunun yanıltılması idi.
Aradan geçen yıllar sonra Mason arşivlerinde yapılan gizli bir araştırma sonrasında Demirel’in mason olduğu yönündeki kayıt belgesine de ulaşıldı. Adı geçen belge bay X’e de ulaştırıldı. Demirel, 43 sıra no ile Masonlar üye kayıt defterinde görülüyordu. Türkiye’nin kaderinde söz sahibi olan Demirel ailesinin geçmişi ile ilgili olarak yapılan araştırmalarda dünyaca ünlü İnternet Ansiklopedisi Wikipedia’da şu sözlerle yayınlandı:
dem-4.jpg
Dolaksızoğlu (Dolaksızyan ya da Dolakçıyan diye de anılır), önce dayılarının soyadı Gündoğdu diye anılıp sonra Demirel soy adını aldığı söylenir”… Demirel’in soyu hakkındaki bilgilerde yer alan “Dolaksızoğlu/ Dolaksızyan/Dolakçıyan” ne anlama geliyordu!
Bir sır olarak saklandı yıllardır…
Kaynak: Cezmi Yurtsever, Şifre kitabı
SEVR HARİTASI ÜZERİNDEKİ MASON MÜHRÜ
-Osmanlı Devleti’nin çöküşü ve parçalanması/paylaşılması Sevr anlaşması ile dünyanın gündemine geldi. -ABD, Sevr anlaşması ile ilgili olarak hazırladığı haritada Türkiye7nin doğusunu kare içine aldı. Ve Burada Pontus, Ermenistan, Kürdistan bölgelerine destek vereceği gerçeğini ortaya koydu.

-Haritanın altında Mason Anka kuşu simgeli ABD Devlet Başkanı mührü vardı.

z ayları geldiğinde İstanbul’da yaşayanları bir telaş alır. Yazlıklara,bağlara bahçelere gidenler ile birde İstanbul’un boğucu havasından uzaklaşarak Anadolu’nun ücra bir kasabasında veya köyünde veya yaylasında hayatın tadını çıkarmak isteyenlerin duygularını anlamak ve onlara hak verme gerekir.
Temmuz 1920 tarihi içinde ise İstanbul’da yaşayanların durumu bir başkaydı. Yıllar süren savaş, yenilgi,çöküş, parçalanma hatta yok oluş tehlikesini beraberinde getirmişti. Yunan askerlerinin İzmir üzerinden Anadolu’nun daha içlerine doğru ilerlemeleri… Boğazlar ve ona bitişik durumdaki Anadolu vilayetlerinin idaresinin de doğrudan “kontrol altına almak” için Osmanlı’dan ayrı tutulması… Daha da acısı savaş galiplerinin İstanbulu doğrudan işgal etmesi halinde Osmanlı Devleti’nin son bulacağı gerçeği vardı.
Padişah Vahdettin,gelişmeleri ve acı gerçekleri bilerek Hükümeti, Meclis üyelerini kumandanları ve önde gelen bilim adamlarını 22 Temmuz günü “olağanüstü toplantıya” çağırdı. Mevcut durum görüşülecek ve bir karar alınacaktı. Mevcut şartlar altında ne yapmak gerekirdi, açık açık konuşmak gerekiyordu. Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın da içinde bulunduğu Hükümet üyeleri görüşlerini bir tutanak belgesine yazdılar. Acı gerçekler yansıdı cümlelere…
“…Varlığımızın bütünlüğünü sağlayan, ulusal simgemiz ve tarihimizin özeti olan İstanbul kenti de bütün İslam halkı, binlerce cami ve minare ve milletimizin övünç baş tacı olan o ulu sultanların , çok eski zamanlarda yücelik gururunda ölçüyü aşırtmamak için yeryüzünde kendilerinden büyük yalnız Allah olduğunu atalarımızın uyardıkları Osman oğullarının saygı duyulan mezarlarını kendi atalarının mezarları ile birlikte henüz derinlemesine bakılıp görülemeyen bilinmez geleceğin karanlığına bırakarak göç yollarına düşmek zorunda olacaklardır.Bundan başka başkentte ve dolaylarında binlerce subay savaş tutsağı sayılarak, muhtemelen uzak adalara gönderilecek ve savaşın yeniden gelmesinden başlayarak sivil halkın beslenmesini beslemekle karşılaşacağı güçlükler yalnız İstanbul’da 650.000’den çok din kardeşimizin hayatını tehlikeye sokacak ve bu yıkımdan her tabakada bulunan halk etkilenecek ve acı çekeceği gibi, bunun Osmanlı hanedanına kadar yükselmesinin bile gerçekleşmesi kesin bulunacaktır. Böylece varlığı 700 yıla yaklaşan eski ve yüce Osmanlı saltanatı sonsuzluğa dek tarihin sayfalarını süsleyecek olan o parıldayan geçmişiyle birlikte-Allah göstermesin çökerek- yüreğimizin birlikte çarptığı bütün İslam dünyasının yüce çıkarları Osman oğullarının Saltanatı ve Halifeliği felaketli yıkıntılar altında, muhtemelen birçok zaman için yok olup gidecektir. Düş kurmalarla ve olmayacak şeyleri kafamızdan geçirmekle uğraşılacak zamanlar geçmiş ve gözümüz önünde bütün ağırlığı ile beliren şu olağanüstü yıkımın ciddiliği ile orantılı önlemler alınması anı gelmiştir. Hakkın sonunda kuvvete üstün gelmesi konusunda inancımız sarsılmaz olmakla birlikte, şu çok ağır ve acılı anda başlangıç bildirisinde açıklanmış olduğu üzere Osmanlı devleti iki yoldan birini seçmek zorundadır. Ya İstanbul’da ve milli beşiğimiz olan Anadolu’da egemen kalarak küçük ve fakat yine bir devlet durumunda bulunmak, ya da yapılmış önerileri reddederek , Osmanlı devletine son vermektir”…(1)
Konuşma sırası kendisine gelen Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın konuşması ise düşündürücü idi: “1700 yıl önce Roma İmparatorluğunun dağılışından beri tarih ikinci olay karşısında bulunuyor.Önceleri güçlü ve görkemli ve ünü dünyayı sarmış olan koskoca Osmanlı devleti, on yıllık korkunç yanlışlarla bugünkü acıklı duruma düşmüştür…
Eğer yok oluşu var oluşa üstün tutan varsa, söz aldıktan sonra düşüncesini sözlü yada yazılı olarak kısaca bildirerek tutanağı imza etmesini dilerim”…
Senato üyelerinden Hadi PAŞA’nın konuşması duygusal olduğu kadar düşündürücü idi.
“Osmanlı saltanatının koskoca Osmanlı milletinin bugün karşılaşmış bulunduğu bu çok büyük
“yok oluşa”karşı duygulara kapılmamak ve tam bir ağır başlılık ve durgunlukla durumu akla vurmak gerekir. Böyle olunca şairlik düşleri ya da özellikle kaba sözleri ileri sürmeğe kesinlikle izin verilemez.Çünkü bugün çevrili bulunduğumuz tehlike pek büyüktür. Bunların devletin manevi varlığına etkisi ikinci derecede kalır.Okunan resmi kağıtların içeriğinden ve Sadrazam Paşa hazretlerinin söylediklerinden anlaşılacağı üzere sorunun kendisi pek belli ve açıktır. Başka bir deyişle var olma ya da yok olma sorunudur. Yok olma ortadan kalkmalıdır. Bir saltanata ilişkin olarak, ortadan kalkıştan daha çirkin bir şey düşünülemez.Bu yüzden üzüntü duygularına ve kişisel kızgınlıklara kapılarak şiddetli şartlar ve sert hükümler altında varlığını sürdürmekten ise ölmek yeğdir demek doğru bir düşünce değildir. ORTADAN KALKMAK DEMEK İNTİHAR DEMEKTİR. Bir kişinin kendine kıyması Allah gözünde en büyük günahlardan sayıldığı halde 1300 yıllık bir İslam halifeliği ve 600 yıllık büyük Osmanlı Devleti’nin kendi hayatına son vermesinin ne ölçüde ağır bir durum olacağı her türlü açıklama dışı kalmaktadır.durum ne kadar acıklı olsa da üzgünlüğe yenik düşmeyelim.Göz önüne getirilsin ki bir ağacın dalları budanmakla onun kökünü kırıp atmak mı gerekir? Kökü yerde oldukça o ağaç elbette taze hayat bulur. Bunun gibi Sultan Osman Gazi’nin diktiği Osmanlı saltanatının o güzel kokulu ağacı bugün tümüyle budanmış olmakla birlikte umut kesmek karamsar olmak gerekmez. Buna iyi bakacak olursak bu ağacın kökünü çıkamazsak, ortadan kalkmasına engel olursak zamanın geçmesiyle gelişir,yaşar ve o vakit güzel kokulu ağaç” ortaya çıkar.Allah’tan umutsuzluğa kapılmamanızı dilemekle birlikte bu saltanata uzun ömürler vermesini ve kıyamet gününe kadar var olmasını Allaha yalvararak sözlerime son veririm” (2).
Yapılan konuşmalar ve tartışmalardan sonra Sevr anlaşmasının imzalanmasına karar verilir. Evet diyenlerin ayağa kalkması istendiğinde salonda bulunan yöneticilerin ekseriyeti bu teklife uyar.Sadece Topçu Generali Rıza Paşa çekimser kalarak ayağa kalkmadı.
Sonunda Osmanlı Hükümetini temsilen ayan meclisinden seçilen Hadi Paşa, Reşat Halis, Filozof Rıza Tevfik Fransa’nın yolunu tuttular. Ve 10 Ağustos 192O tarihinde önlerine konulan anlaşma metnine imza attılar.
Anlaşma metnine yerleştirilen “mason mührü”
Sevr anlaşmasına eklenen haritalar içinde Anadolu’nun paylaşılmasını esas alan ABD Cumhurbaşkanı Wilson’un da kendi devlet mührünü basarak onayladığı harita oldukça önemli olduğu kadar gizemlidir de… Anlaşmanın 88. - 91. maddeleri Ermenistan ile ilgili idi.
89. maddede yazılı olan sözler “ Öteki ilgili yüksek taraflar gibi Türkiye (Osmanlı devleti) ile Ermenistan’da Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis illerinde Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırın tespiti işini Amerika Birleşik Devletleri Başkanının hakemliğine sunmayı ve bu konudaki kararını olduğu kadar , Ermenistan’ın denize çıkışı ile sözü geçen sınıra bitişik Osmanlı topraklarının askerden arındırılmasına ilişkin ileri sürebileceği bütün hükümleri kabul etmeyi kararlaştırmışlardır” (3).
sevr-3.jpg
ABD başkanı Wilson’u hakemliğinde kurulan Ermenistan için hazırlanan haritanın belirgin özelliği ise Trabzon’dan güneye çizilen bir sınır çizgisi Fırat nehrine kavuşuyor ve buradan doğuda kalan topraklar Ermenistan ve Kürdistan adıyla kurulan devletlere bırakılıyordu. Trabzon, Erzurum, Erzincan, Bitlis, Van vilayetleri Ermenistan’ın birer parçası oluyordu.
Kürdistan ise Harput’tan Diyarbakır’a Urfa, Mardin ve Hakkari’ye kadar uzanıyordu. Hem Ermenistan ve hem de Kürdistan’ın kurulması, toprak bütünlüğü gibi konularda ABD’nin öncü rolünün olduğu anlaşma metninde yer aldı.
Buraya kadar yaptığımız açıklamalar çöken, parçalanan ve paylaşılan Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu ağır şartların uluslar arası bir anlaşma metnine yansımasıdır. Yaşanan tarihi sürecin doğal sonuçları olarak da görülebilir. Ancak ABD başkanı WİLSON’un Sevr anlaşmasına eklediği özel haritanın üzerinde özel şifreler vardı. Harita üzerinde Samsun’dan aşağıya Halep’e inen bir çizgi, doğuya yönelerek Musul-Kerkük’ü içine alarak İran sınırına yaklaşıyor… Kuzeyde Gürcistan içlerine kadar uzanıyor… çizgilerin birleşimi bir kareye dönüşüyor… Evet burası ABD’nin kontrol bölgesi oluyordu. Ortadoğu’nun kontrolü için önemli olan stratejik bir alan… İçinde Ermenistan, Kürdistan, Pontus, Gürcistan gibi ülkelerin bulunduğu bir bölge… Sadece Türklerin “hayat hakkının olmadığı” bir alan…
Haritanın altında yuvarlak bir daire içinde ABD devleti’nin şifreli bir mührü ve altında başkan
Woodrow WİLSON yazan imza vardı.
sevr-4.jpg
Görünüşte ABD arması olan mührün içinde kanatlarını ve ayaklarını açmış bir kartal görüntüsü yansıyordu. Bay X’in Şifreyi çözümleme çalışmaları sonuç verdiğinde Şifre içindeki kanatlı kuş bir kartal değil “Anka” kuşu idi. Gözleri açık ve her yeri gözetliyor…Soldaki kanadının üzerinde “e pluribus unim” yazısı görülüyor… Anlamı: “ çok’un teki”oluyor…kuyruğundaki tüy ayısı ise 9 olarak çizilmiş… “Cennet devletine dönüş” anlamına geliyor…Gövdesindeki boşlukta ise “zirvelerin en yükseğine “yazıları yer alıyor.
Başkanın bu mühründeki sembol aslında “Masonların dünyayı yönetmeyi” amaçlayan felsefesinden doğan görüşleri yansıtıyor. Özetle Osmanlı’nın parçalanıp paylaşıldığı ve yere serildiği Sevr anlaşma metnine ilave edilen ABD başkanının onay verdiği harita üzerinde “masonların dünya devleti” görüşleri yansıyor.
Sevr anlaşmasına imza atanların içinde adı geçen filozof Rıza Tevfik’in de bir “mason” olduğu dikkate alınırda… her şeye rağmen bahsi geçen anlaşmaya “onay imzası” vermeyen zamanın padişahı Vahdettin’in içinde bulunduğu durumu göz önüne getirirsek tarihin çelişkileri içindeki gerçekler daha iyi ortaya çıkar…


ABD KONGRE BİNASINDAKİ MASON SİMGELER

-ABD’nin yönetim merkezi olan Kongre sarayının temelleri 1793 yılında mason geleneklerine göre atıldı.

-ABD “Mason felsefesine göre” Yeni Dünya Düzeninin”lideri olması için kuruldu.
kap-1.jpg


kap-2.jpg
kAPİTOL BİNASININ KUBBESİNDEKİ SİMGELER
İngiltere’nin Amerika kıtasındaki en büyük sömürgesi olan eyaletler birliği’nin isyanı, yaşanan savaşlar ve bağımsızlık hareketinin üzerinden yıllar geçti. 18 Eylül 1793 tarihinde Potomak nehri kıyısında uzayıp giden yeşil çimenlik arazi üzerinde ABD yönetim merkezi binası olan temel atma töreni vardı. Üç ayaklı sehpa üzerine yerleştirilen bir kendire bağlı “köşe taşı” Mason duaları, selamlamalar ve semboller eşliğinde çukura yerleştirildi. ABD’nin ilk kurucu başkanı George Washington, töreni yönetti.
Aradan yılar geçti Kapitol binasının bulunduğu yerde yeni şekliyle görkemli bir yapının yapılmasına karar verildi. Bina hem bir saray ve hem de bir tapınak özelliğindeydi. ABD iç savaşı sürerken Kapitol binasının yapımı sürüyordu. Ve 1865 yılında binanın yapımı sona erdi. Amerika’yı yönetecek olan Kongre, Temsilciler Meclisi, Senato ve Yüksek mahkeme aynı binanın içindeki bölümlerde yerini aldı.
Kapitol binasının yapımı sürerken ABD’nin hayat felsefesi ve tarihini yansıtan görsel bir tablonun fresk tarzında hazırlanması düşünüldü. İtalyan asıllı fresk ustası ressam Konstantino Brumudi’ye görev verildi. Adı geçen fresk ustası, titiz bir çalışma sonrası Kapitol’un ana kubbesi üzerinde görsel çizimini sonuçlandırdı. Bilim ve sanat dilinde “Apotheosis” düşüncesinden hareket etmişti.Bu düşünceye göre “Kişinin öldükten sonra tanrılaştırılması” esas alınıyordu. George Washington, yanında bulunan özgürlüğü temsil eden meleklerle birlikte bulutlar üzerinde uçarak cennete gidiyordu. “A Pluribus Unim” yazısını elinde tutan melekler ufukta dolaşıyordu. Latince yazılan “A pluribus Unim” yazısı çoklukta teklik anlamına geliyordu. Ki mason düşüncesine göre dünya karanlığını aydınlatan ışık demekti.
Kapitol binasının dışardan görünüşü de muhteşemdi. Yasalar burada hazırlanıyor, uygulama merkezi de buradan sağlanıyordu. ABD, kuruluşunda özgür masonluk düşüncesine göre şekillendiriliyordu. Veya öyle olduğu düşüncesi canlandırılıyordu, görsel sembollerde.
Kapitol binasının kubbesi üzerinde de özgürlüğü temsil eden genç ve kahraman bir kadın heykeli vardı.
Kapitol binasının önünde uzayıp giden park alanının Potomak nehrine yakın yerinde ihtişamı, gökyüzüne yükselmeyi simgeleyen “Washington Anıtı”nın yapılmasına karar verildi. Anıt, dikilitaş tarzında yapılacaktı. 1848 yılı 4 Temmuz günü toplanan kalabalığın önünde Masonların 33 derece üstadı Benjamin French, mason önlüğünü giyerek anıtın köşe taşını yerleştirdi.
ABD’nin merkezi Washington şehri adeta masonik semboller ile inşa ediliyordu.
Aradan yüzyıllar geçti. ABD dünyanın tek süper gücü haline gelmişti. Yine bir 18 Eylül günü 1993 tarihinde Kongre üyesi ve 33 derece mason olan Strom Thurmond sembolik de olsa üç ayaklı sehpaya takılı ipe bağlanan mason şifreli köşe taşının inşaat temeline yerleştirilmesi törenini tekrarladı. Washington, şehrinin kent mimarisine dikkatlice bakanlar, piramide benzer çizgiler ile bağlanan üst tarafta Kapitole açılan ama taban kısmında “Washington Anıtının” bulunduğu bölgenin varlığını görebilirler. Yine uydu fotoğraflarından dikkatlice bakıldığında Kapitol binasının “Mason piramidinin üs kısmında dünyanın aydınlatıldığı merkez” olduğu görüşlerinin kanıtlarını bulabilir. Kapitol’un etrafındaki park alanının şekillendirilirken iki kulağı ve gözü ile bir baykuşu andırdığını görebilirler. Burada sözü edilen Baykuş şekli “Farklı bakış ve göz” anlamlarına da gelebilir.
kap-3.jpg
Ve ABD, kendine göre “Yeni dünya düzeni” düşüncesinin uygulamasını Ortadoğu coğrafyasında şekillendirme kararı aldı. 1990’lı yıllarda öncelikle Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in ordusu Küveyt’e saldırdı. ABD batılı müttefiklerinin desteği ile Irak ordusu yenildi. Sonraki yıllarda Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak devleti yıpratıldı, zayıf düşürüldü. ABD’nin yönlendirdiği yeni dünya düzeni, kan ve ateş ortamı yaratılarak üstün gücün tahakkümüne dönüştü. Ve şimdi “Yeni dünya düzeninin” aktörleri Konsey’de bir araya gelerek “Demokrasinin restorasyonu” adı altında yumruk vurulacak ülkeler aramaya başladılar.
BAHAİLER İSLAM DÜNYASININ MASONLARI
Bahailik, 19.yy ortalarında İran’da ortaya çıktı, Osmanlı coğrafyasında yaşanan olaylar sonrası gelişti. -Bahai din önderlerini 1860’lı yıllarda izleyen ABD’nin Beyrut Konsolosları onları “İslam dünyasının masonları” olarak tanımladı. -Bahai Din önderlerinin kutsal mezarı İsrail’in Hayfa şehrindedir. -Bahai topluluğu, Osmanlı’nın çöküş yıllarında İngiliz istihbaratının emrinde çalıştı.
-Bahai Din önderlerinin gizemli dünyası, “ŞİFRE” kitabında yayınlandı.
ba-1.gif
ba-2.jpg
Bahailerin Hayfa kentinde inşa ettikleri türbe/tapınak
19. yüzyıl başlarında İran’da ortaya çıkan Bahailer’in serüveni ve günümüze yansımaları inanç ile modernizmin “yeni bir din” olarak görülebilir. İran sarayında yüksek görevde bulunan Mirza Hüseyin Ali, “Kıyamet öncesi insanlığı kurtaracak bir mehdi” olduğunu ileri sürerek ortaya çıktı. Tanrıdan “vahiyler” aldığını ve kendisinin insanlar ile tanrı arasında iletişimi sağlayan bir “kapı” olduğuna inanıyordu. Kapı sözcüğünün Arapça karşılığı “Bab”dır. “Babi” veya Farsça karşılığı ile “Bahai” yeni bir din önderini de ifade eder.Şii mezhebinin yaşandığı İran coğrafyasında ortaya çıkan Mirza Hüseyin ali’nin “Babilik/ Bahailik” anancı i-slam uleması tarafından “dinden ayrılma” olarak görüldü. Ve Mirza Hüseyin 1850 yılında Tebriz’de kurşuna dizildi. Ölmeden önce oğlu Mirza Hüseyin Ali’yi “Bahaullah” ilan etmişti. Bahaullah Mirza Hüseyin Ali, Osmanlı toprakları olan Bağdat’a yerleşti. Dini çalışmalarını sürdürdü. 1864 yılında Edirne’ye sürüldü. Ve orada 5 yıl kaldı.
Bahaullah’ın taraftarları mart 1867 tarihinde ABD’nin Beyrut konsolosluğuna bir dilekçe vererek “lidelerinin serbest bırakılması” için yardımcı olmasını istediler. 53 imza ile verilen dilekçede Edirne’de cezaevinde bulunan Bahaullah’ın serbest bırakılması isteniyordu. Bahai liderinin dilekçesinin bir örneği ABD Devlet Arşivi’nde koruma altına alındı. Bahai lideri ile ilgili dilekçede “Masonik bir mühür” bulunduğu kaydı düşüldü( Bak. National Archives Microfilm Publication T 367, roll 5). Bahailerin “Masonlukla ne ilgileri olabilirdi. Bahailer’in kendi arşivlerinde bulunan belgeler üzerinden yapılan araştırmalar sonucu “Bahaullah” diyebilinen Mirza Hüseyin Ali’nin dua metinlerini “Mason yıldızı” tarzında yazdığı ortaya çıktı. Mason yıldızı “Büyüye karşı korunma” özelliği taşıdığı gibi iki ayağı duran insanın “En Yüce varlık” olduğu görüşlerini yansıtır. 1840’lı yıllarda Bağdat civarında 40.000 taraftarının bulunduğu hakkında istihbari bilgiler elde eden ABD konsolosluğu ve diğer batılı ülkeler diplomatik misyonları Bahai liderinin sürgün yerinin Akka kalesi olarak değiştirilmesini sağladılar.
Padişah Abdülaziz, Mirza Hüseyin Ali’nin çalışmalarını kontrol ve susturmak amacıyla Akka’ya sürgün etti. Mirza, Akka kalesinde sürgünde iken Hayfa’da serbest dolaşma haklarına kavuştu. Kuranı Kerim surelerinin “hükmünü kaybettiği” görüşünden hareketle tanrıdan aldığı ayetlerle “Kitabı Akdes”i 1871-74 yılları arasında yazdı . Taraftarlarının sayısı hızla arttı.1880’li yıllarda dünyanın önde gelen Yahudi asıllı Rotschild ailesi ve “masonlar” ile ilişkilere geçti. Yahudilerin Filistin topraklarına yerleşmesine yardımcı olduğu OSMANLI Arşiv belgelerine bile yansıdı. 1890 yılında öldü. Ölmeden önce de Abbas Efendi’yi “Bahaullah” tayin etmişti. Abbas Efendi, II. Abdülhamit’in gücünün kıldığı II. Meşrutiyetten sonra “Bahailik” inancının serbestçe yayılması çalışmalarını hızlandırdı. I. Dünya Savaşı devam ederken “İngilizler ve Yahudiler ile işbirliği” yaptı. İngiltere1920 yılında “şövalye madalyası” ile ödüllendirildi. 1921 yılında öldüğünde babasının Karmil dağındaki mezarının yanına gömüldü. Bundan sonrası… Bahailer Şevki Efendi yönetiminde çalıştılar. Dünya genelinde ırkçılığın zararları karşısında insan sevgisi ve kardeşliğin esas olduğu “kadın haklarının” öne çıktığı görüşleri savundular. Hindistan’ın Bombay, İsrail’in Hayfa, ABD, Kenya başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde Bahai tapınakları inşa ettiler.Günümüzde (2000’li yılların başları) dünyadaki Bahailer’in sayısının 6-8 milyon civarında olduğu açıklanıyor. Kökleri “Peygamber Hz. Muhammed’e dayandırılan,ancak zamanla yeni bir din inancının öncüsü olarak tarih sahnesine çıkan Bahailer’in bugünkü görünüşleri “İslam dünyasının masonları” olarak da görülebilir. Bahailer’in dünyaya kendilerini tanıttıkları internet sitelerinde Yahudi ve Masonluğun ortak simgesi olan Davut yıldızını kullanmaları onların geldikleri yeri göstermesi bakımından önemlidir.
Tarih sahnesinde yaşananları öğrendikten sonra “Ağla! Ey Ülkemin insanları Ağla” sözlerini yazdı not defterine X…
ba-3.jpg

Hindistandaki Bahai tapınağı
ba-4.jpg
Günümüzde İsrail'in Hayfa kentinde bulunan Bahai türbe/tapınağı
ba-5.jpg
ABD-Şikago'daki Bahai tapınağı, dikkatle bakılırsa cami mimarisi şeklinde yapılmıştır, Ama minaresi yoktur.
ba-7.jpg


OSMANLI'YI VE TÜRKİYE'Yİ MASONLAR YÖNETİRSE
İngiltere ve ABD’nin çıkarlarını korumak ve geliştirmek için kurulan ve yayılan Masonluk, 19.yy ortalarından sonra Osmanlı ülkesinde de örgütlendi.-Kısa sürede Osmanlı Hükümetinde söz sahibi olanların büyük çoğunluğu Masonluğa geçtiler. -Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni “Halk egemenliği” değerleri üzerine kurmasına rağmen 1930-50 yılları arasından yönetim “Masonların eline” geçmişti.-Türkiye’de katı laiklik ve ateizmden kaynaklanan sözde “Atatürkcülük” söylemlerinin arkasında “Mason çevreleri”nin rolü vardır.
-Osmanlı’dan Türkiye’ye ünlü masonların listesi aşağıdadır.
m-0.jpg


m-5_kemalbey.jpg
m-2_cemalpasa.jpgNamık Kemal
Cemal Paşa
Devlet Adamları ve Politikacılar
33.Osmanlı Padişahı V.Murad, Şehzade Kemalettin Efendi, Şehzade Nurettin Efendi, 5.Murad’ın Başmabeyincisi Ahmet Seyid,
Sadrazam Koca Mustafa Reşit Paşa, Sadrazam Âli Paşa, Sadrazam Keçecizade Fuat Paşa, Sadrazam Tunuslu Ethem Paşa, Sadrazam Hayrettin Paşa, Sadrazam Mithat Paşa, Sadrazam Ahmet Vefik Paşa, Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa, Sadrazam Talat Paşa, Maliye, Maarif ve Evkaf Nazırı M.Raşit Arer, Bahriye Nazırı Cemal Paşa, Maliye Nazırı Cavit Bey, Maliye Nazırı Tevfik Bey, Hariciye Nazırı Ahmet Nesimi Sayman, Nafia Nazırı Ali Münif, Posta Nazırı Kirkor Agaton, Devlet Adamı ve Yazar Ethem Pertev Paşa, Devlet Adamı ve Musikişinas Prens Mehmet Abdülhalim Paşa, Prens Aziz Hasan Paşa, Devlet Adamı ve Şair Süleyman Asaf, Şam Valisi ve Abdülhamid’in Damadı olan Damat Ahmet Nami Bey, Ankara Valisi Reşit Paşa, İttihat ve Terakki Fırkası Umumi Katibi Mithat Şükrü Bleda, Maliye Müsteşarı Faik Süleyman, Hürriyet Kahramanı Resneli Niyazi, Büyük Millet Meclisi Reisi Kazım Özalp, Başbakan Hasan Saka, Başbakan Suat Hayri Ürgüplü, Adalet Bakanı Mümtaz Ökmen, Başbakan Yardımcısı Akif İyidoğan, Dışişleri Bakanı Bekir Sami Daça, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, Dışişleri Bakanı Selim Sarper, İçişleri Bakanı Mehmet Cemil Uybadın, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Adalet Bakanı Hasan Menemencioğlu, Milli Eğitim Bakanı Vasıf Çınar, Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, Milli Savunma Bakanı Münir Birsel, Milli Savunma Bakanı Hulusi Köymen, Tarım Bakanı Reşat Muhlis Erkmen, Çalışma Bakanı Mümtaz Tarhan, Ticaret Bakanı Zühtü Velibeşe, Ticaret Bakanı Ahmet Dallı, Bakan, Milli Emniyet Başkanı Celal Tevfik Karasapan, Atatürk'ün Yaveri, Bolu Milletvekili Cevat Abbas Gürer,
Mithat Paşa m-6_mithat_paa.jpg
Askerler
Humbaracı Ahmet Paşa (Comte de Bonneval), İngiliz Amirali ve Türk Müşiri olan Hobart Paşa, Abdülaziz’in Başmabeyincisi Namık Paşazade Hüseyin Cemil Paşa, Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa, Müşir Fuat Paşa, Cihan Harbi'nde Kafkas Cephesi'nde şehit olan Hüseyin Hüsnü Paşa, Birinci Ordu Komutanı Ali İhsan Sabis Paşa, Jandarma Genel Komutanı Ali Remzi Yiğitgüder Paşa, Hava Kuvvetleri Komutanı Zeki Doğan Paşa, Münakalat Vekili Yümni Üresin Paşa, Yüksek Şura Üyesi Eşref Manas Paşa,
m-7_talat_pasha.jpg
Talat Paşa
m-1_ziyapaa.jpg
Ziya Paşa
Bilim Adamları
Bilgin ve Devlet Adamı Mehmet Tahir Münif Paşa, Tıp Doktoru Dr.Antranik Gırcikyan Paşa, Ülkemizde yeni eğitim yöntemlerini getiren Selim Sabit Efendi, Kızılay ve Çocuk Esirgeme Kurumu'nun kurucularından Mehmet Ali Baba, Sözlükçü, Yazar Hüseyin Kazım Kadri, TTK Başkanlığı yapmış olan Hasan Cemil Çambel, İktisat Profesörü Mustafa Zühtü İnhan, Tıp Profesörü Neşet Ömer İrdelp, Coğrafya Profesörü Faik Sabri Duran, Psikoloji Profesörü Mustafa Şekip Tunç, İTÜ Rektörü Mustafa İnan, Tıp Profesörü M.Kemal Öke, Eğitimci, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Hayrullah Örs, Hukuk Profesörü Vasfi Raşit Sevig, Tıp Profesörü, Rektör ve daha sonra milletvekilliği de yapmış olan Besim Ömer Akalın, Tıp Profesörü Niyazi İsmet Gözcü, Fen Fakültesi Dekanı Hüseyin Hamit, Rektörlük de yapmış olan Profesör Mustafa Hulki Erem, Y.Müh., Rektör Suphi Kamil, Ord.Prof.Dr. Burhanettin Toker, Fizik Profesörü Salih Murat Uzdilek, Ord.Prof.Dr. Fahri Arel, Prof.Dr.Muzaffer Şevki, Matematik Profesörü, Dekan Kerim Erim, Müzikolog Cevad Memduh Altar, Tıp Profesörü ve Rektör Kazım İsmail Gürkan, İktisat Profesörü Mehmet Ali Özeken, Tarih Profesörü ve TTK Başkanı Enver Ziya Karal
m-8_ziya_gkalp.jpg
Ziya Gökalp'in mezarı
Şairler & Yazarlar
Gazeteci ve Yazar Şinasi, Şair ve Devlet Adamı Ziya Paşa, Gazeteci ve Yazar Teodor Kasap, Büyük Vatan Şairi Namık Kemal, Tiyatrocu ve Yazar Güllü Agop, Yazar Mehmet Emin Bey, Yazar ve Gazeteci Ahmet Rasim, Lügatçı ve Yazar Diran Kelekyan, Milli Şair Mehmet Emin Yurdakul, Yazar ve Filozof Rıza Tevfik, Yazar ve Gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın, Yazar ve Sosyolog Ziya Gökalp, Şair ve Noter Mithat Cemal Kuntay, Yazar ve Gazeteci Ahmet Emin Yalman, Yazar ve Öğretmen Reşad Nuri Güntekin, Yazar ve Gazeteci Agah Sırrı Levent,
Sanatçılar
Müzisyen Şükrü Şenozan, Ressam Ali Sami Boyar, Ressam Nazmi Ziya Güran, Ressam, GSA Müdürü Namık İsmail, Sahne Sanatçısı Behzat Butak, İ.Galip Arcan, Karikatürist Ramiz Gökçe, Opera Sanatçısı Nurullah Şevket Taşkıran, Müzisyen Mesut Cemil Tel, Piyanist Mithat Fenmen, Sinema Sanatçısı Ayhan Işık, Orkestra Şefi Orhan Tanrıkulu, Heykeltraş Haluk Tezonar,
Mason Din Adamları
Şeyhülislam Musa Kazım Efendi, Şeyhülislam İzzettin Efendi, Şeyhülislam Hayri Efendi, Berlin Sefareti Baş İmamı Mustafa Hafız Şükrü, Sefaret İmamı Haşim Veli, Müderris Mahmut Esad Efendi,
Eğitimci Masonlar
Muvaffak Benderli, Yontov Garti, Hikmet Gürtav, Mehmet Ali Kırca, Celal Öget, Halit Sarıkaya, Ali Teoman
m-3-_reit_paa.jpgm-6_mithat_paa.jpg

Anıtkabir Mason Tapınağı Örnek Alınarak mı Yapıldı
- Atatürk için yaptırılan Anıtkabir’e model olarak ABD-Washington’daki Mason tapınağı neden örnek alındı!-Atatürk’ün cenaze namazına katılımı gösteren bir kare fotoğraf veya filmin olmaması nasıl açıklanabilir!-Anıtkabir’de Mısır firavunlar tapınaklarında görülen kabartma rölyef anlayışı neden yerleştirildi!-Anıtkabir’deki Arslanlı yol heykelleri masonlardaki “Lions” felsefesinin ürünü değil midir!
-Özetle:Atatürk, Müsmlüman inancında bir liderdir, Anıtkabir’de dini ibadet ve dua kuralının uygulandığı yeni bir düzenlemenin yapılması gerekir.
anitkabir-b.jpg
antkabirden.jpg
Öncelikle Anıtkabirin yapımı hakkında kamuoyuna sunulan resmi bilgileri hatırlayalım:
Yapımının Tarihçesi

Rasattepe (Anıttepe)

Anıtkabir yapılmadan önce rasat istasyonu bulunması dolayısıyla Anıttepe'nin ismi Rasattepe idi. 906 rakımlı bu tepede, MÖ. 12. yüzyılda Anadolu'da devlet kuran Frig uygarlığına ait tümülüsler (mezar yapıları) bulunmaktaydı. Anıtkabir'in Rasattepe'de yapılmasına karar verildikten sonra bu tümülüslerin kaldırılması için arkeolojik kazılar yapıldı. Bu tümülüslerden çıkarılan eserler, Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenmektedir.
antkabirin.jpg
WASHİNGTON'DAKİ MASON TAPINAĞI

antkabir-2.jpg
Arslanlı yol

Proje ve İnşaat Anıtkabir'in yerinin seçilmesi için görevlendirilen komisyon 1 Mart 1941 tarihinde uluslararası bir yarışma açtı. Yarışmaya, Türkiye, Almanya, İtalya, Avusturya, İsviçre, Fransa ve Çekoslovakya'dan toplam 47 proje katıldı. Bu projelerden 3 tanesi komisyon tarafından ödüle layık görüldü. Milli konuyu daha başarılı ifade etmesi ve projenin araziye uygunluğu nedeniyle, Prof. Dr. Emin Onat ve Doç. Dr. Ahmet Orhan Arda'nın projesinin uygulanmasına karar verildi.Anıtkabir projesinin belirlenmesinden sonra, ilk aşamada kamulaştırılma çalışmaları yapıldı ve 9 Ekim 1944 tarihinde yapıma başlandı. Anıtkabir'in inşası 9 yıllık bir sürede 4 aşamalı olarak 1953 yılında tamamlandı.Birinci Kısım İnşaat: 1944-1945Toprak seviyesi ve aslanlı yolun istinat duvarının yapılmasını kapsayan birinci kısım inşaata 9 Ekim 1944 tarihinde başlanmış ve inşaat 1945 yılında tamamlanmıştır.İkinci Kısım İnşaat: 1945-1950Mozole ve tören meydanını çevreleyen yardımcı binaların yapılmasını kapsayan ikinci kısım inşaat 29 Eylül 1945 tarihinde başlamış, 8 Ağustos 1950 tarihinde tamamlanmıştır. Bu aşamada inşaatın kâgir ve betonarme yapı sistemine göre, temel basıncının azaltılması göz önünde tutularak, anıt kütlesinin 'temel projesinin' hazırlanması kararlaştırılmıştır. 1947 yılı sonuna kadar mozolenin temel kazısı ve izolasyonu tamamlanmış ve her türlü çöküntüleri engelleyecek olan 11 metre yüksekliğinde betonarme temel sisteminin demir montajı bitirilme aşamasına gelmiştir.Giriş kuleleri ile yol düzeninin önemli bir kısmı, fidanlık tesisi, ağaçlandırma çalışmaları ve arazinin sulama sisteminin büyük bir bölümü tamamlanmıştır.Üçüncü Kısım İnşaat: 1950Anıtkabir üçüncü kısım inşaatı, anıta çıkan yollar, aslanlı yol, tören meydanı ve mozole üst döşemesinin taş kaplaması, merdiven basamaklarının yapılması, lâhit taşının yerine konması ve tesisat işlerinden oluşmuştur.Dördüncü Kısım İnşaat: 1950-1953 Anıtkabir'in 4. kısım inşaatı ise şeref holü döşemesi, tonozlar alt döşemeleri ve şeref holü çevresi taş profilleri ile saçak süslemelerinin yapılmasını kapsıyordu. Dördüncü kısım inşaat 20 Kasım 1950 tarihinde başlamış ve 1 Eylül 1953 tarihinde bitirilmiştir.10 Kasım1953 tarihinde, Atatürk'ün naaşı 1938 yılından beri, 15 yıl süre ile muhafaza edildiği geçici kabri olan Ankara Etnografya Müzesi'nden alınarak büyük bir tören ile Anıtkabir'e defnedildi.

Mimari Özellikleri

Anıtkabir Projesi'nde mozolenin kolonat üstünde yükselen tonoz bir bölüm bulunmaktaydı. 4 Aralık 1951 tarihinde hükümet, projenin mimarlarına Şeref Holü'nün 28 metrelik yüksekliğinin azaltılması ile yapının daha çabuk bitirilmesinin mümkün olup olmadığını sordu. Mimarlar yaptıkları çalışmalar sonucu Şeref Holü'nü taş bir tonoz yerine, betonarme bir tavan ile örtmenin mümkün olduğunu bildirdiler. Böylece tonoz yapının zemine vereceği ağırlık ve bunun doğuracağı teknik sıkıntılar da ortadan kalkıyordu.Anıtkabir'in yapımında, beton üzerine dış kaplama malzemesi olarak kolay işlenebilen gözenekli, çeşitli renklerde traverten, mozole içi kaplamalarında ise mermer kullanılmıştır.Heykel grupları, aslan heykelleri ve mozole kolonlarında kullanılan beyaz travertenler Kayseri Pınarbaşı ilçesi'nden, kulenin iç duvarlarında kullanılan beyaz travertenler ise Polatlı ve Malıköy'den getirilmiştir. Kayseri Boğazköprü mevkiinden getirilen siyah ve kırmızı travertenler tören meydanı ve kulelerin zemin döşemelerinde, Çankırı Eskipazar'dan getirilen sarı travertenler zafer kabartmaları, şeref holü dış, duvarları ve tören meydanını çevreleyen kolonların yapımında kullanılmıştır.Heykel grupları, aslan heykelleri ve mozole kolonlarında kullanılan beyaz travertenler Kayseri Pınarbaşı ilçesi'nden, kulenin iç duvarlarında kullanılan beyaz travertenler ise Polatlı ve Malıköy'den getirilmiştir. Kayseri Boğazköprü mevkiinden getirilen siyah ve kırmızı travertenler tören meydanı ve kulelerin zemin döşemelerinde, Çankırı Eskipazar'dan getirilen sarı travertenler zafer kabartmaları, şeref holü dış, duvarları ve tören meydanını çevreleyen kolonların yapımında kullanılmıştır. Şeref holünün zemininde kullanılan krem, kırmızı ve siyah mermerler Çanakkale, Hatay ve Adana'dan, şeref holü iç yan duvarlarında kullanılan kaplan postu Afyon'dan, yeşil renk mermer Bilecik'ten getirilmiştir. 40 ton ağırlığındaki yekpare lâhit taşı Osmaniye'den, lahitin yan duvarlarını kaplayan beyaz mermer ise Afyon'dan getirilmiştir.Anıtkabir'in genel mimarisi Türk mimarlığında 1940-1950 yılları arasındaki "II. Ulusal Mimarlık Dönemi" olarak adlandırılan dönemin özelliklerini yansıtır. Bu dönemde daha çok anıtsal yönü ağır basan, simetriye önem veren, kesme taş malzemenin kullanıldığı binalar yapılmıştır, Anıtkabir de bu özelliklere uymaktadır. İlk projede mozole iki katlı olara tasarlanmış, ancak ekonomik nedenlerle ikinci katın yapımından vazgeçilmiştir.Bu dönem özellikleri ile birlikte Anıtkabir'de Selçuklu ve Osmanlı mimari özelliklerine ve süsleme öğelerine sıkça rastlanır, örneğin dış cephelerde, duvarların çatı ile birleştiği yerde kuleleri dört yandan saran Selçuklu taş işçiliğinde testere dişi olarak adlandırılan bordür bulunmaktadır. Ayrıca Anıtkabir'in bazı yerlerinde (Mehmetçik Kulesi, Müze Müdürlüğü) kullanılan çarkıfelek ve rozet denilen taş süslemeler Selçuklu ve Osmanlı sanatında da göze çarpmaktadır.”BUNDAN SONRASI…Anıtkabir ile ilgili Wikipedia Ansiklopedisinde yer alan bilgiler böyle olsa da Anıtkabir’in görüntüsüne dikkatle bakanlar, farklılıkları, yapılış amaçlarını kısa sürede görebilirler. -Atatürk’ün ölümünü 10 Kasım 1930’i izleyen günlerde örneğin 11 Kasım 1938 günü henüz cenazesi Dolmabahçe Sarayı salonundaki katafalkta iken “darbe sonucu” İsmet İnönü cumhurbaşkanı seçildi. -18 kasım 1938 günü giz bir el’in talimatı ile Dolmabahce Sarayındaki Atatürk heykelinin vidaları söküldü, yerinden alındı ve heykel bir hurdacının deposunda parçalandı. -19 kasım günü cenaze namazının kılınması olayı perde arkasında yaşanan sert tartışmalardan sonra yerine getirimldi. Cenaze yerinden alındı, bir odaya götürüldü. Kapılar kapatıldı. Şemsettin Günaltay tarafından türkçe dualar okunarak kılınmış oldu. Gizli bir el “Cenaze namazının fotoğrafının fotoğrafının ve filminin çekilmesine” yasak koymuştu. Namazı kılanların kimler olduğunun bilinmesi istenmiyordu. En azından cenaze namazında Cumhurbaşkanı İnönü ve Başbakan Celal Bayar yoktu. Aslında Atatürk’ün cenaze namazının kılınması istenmiyordu. Gerekçesi ise hazırdı: Atatürk’ü laiklik anlayışı gereği dini törenin yapılmasını istemeyenler hükümette görev yapıyordu. -Cenaze namazı, İstanbul’daki camilerden birisinde neden kılınmamıştı? Çünkü bırakınız camide namaz kılınmasını, 1935 yılında çıkarılan Vakıflar yasası çerçevesinde Anadolu’nun her yerinde camiler satılıyor, yıkılıyor yok ediliyordu.-En basit uygulamayla Türklerin 1000 yılı aşkın İslam inancı gereği tabutun üzerine ya Türk bayrağı örtülür veya kurandan alınma ölümle ilgili “Külli nefsin zaikatül mevt” (Her nefis ölümü tadacaktır ve devamında da toprak olacaktır) sözleri yazan ayet metni bulunurdu. Daha açık konuşmak gerekirse Atatürk öldüğünde Celal Bayar ve daha İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde Başbakanlar ve Hükümet üyelerinin büyük kısmı mason locasına kayıtlı idi. Ünlü Dr. Refik Saydam (Başbakanlık da yaptı), Milli Eğitim Bakanı Hasan ali Yücel gibi. Anıtkabir için örnek alınan mimari yapı Bodrum’daki eski Yunanlılar zamanında inşa edilen kral MOUSELES’in mezarı idi, ki kısaca “Mozole” olarak da isimlendiriliyordu. WASHİNGTON’DAKİ MASON ANITI ÖRNEK ALINDIŞimdi bu açıklamalardan sonra isterseniz Anıtkabir’in mimari özelliği için örnek alınan yapıyı açıklayalım. ABD’nin başkenti Washington’da bulunan Mason tapınağı örnek alınmıştır. Aşağıdaki adı geçen mason tapınağının görüntüsüne dikkatle bakın: Hayatı, yer aldığı olaylar, yazdığı belgeler tarihin özgür ortamında değerlendirildiğinde dini inançlar ile barışık, hattı yeri geldiğinde camide hutbe bile okuyan, Kuranı Kerim’in anlaşılması için Türkçe Meal ve Tefsirinin bile yapılmasını destekleyen Atatürk’ü “dinsiz” veya “Laik-tanrı” göstermenin ne mantığı olabilirdi! O’nun ölümünden yıllar sonra yapılan Anıtkabir için ABD’deki Mason tapınağını örnek almanın açıklamasını Türk milletine nasıl yapabilirlerdi! Özetle kurgulanan ve Türk milletine dayatılan “Atatürkcülük” tarihin gerçeklerinden saptırılmış “dayatmacı” bir düşüncenin ürünü olarak Atatürk’ün ardından onu tabulaştırmak isteyenlerin sunduğu paradigma (çerçevelenmiş ve gizli eller/derin devlet tarafından kontrol edilen)düşüncedir.

GOOGLE MASON ŞİFRESİ MİDİR!
Dünyadaki internet dünyasının en aktif arama motoru Google, insanoğlunun ürettiği bilgi kaynaklarını denetim altına almak ve yönlendirmek amacıyla kurulmuştur. -Google’nin “G Mail” simgesi Mason önlüklerinden esinlenerek şekillendirilmiştir.
google.jpg
gmail.jpg

İnternet ortamında bilgiye ulaşmak isteyenlerin parmakları harflere ve kelimelere giderken kendilerine köprü olacak “Google” arama motoru ile karşılaşırlar. Ve sonra istedikleri her ne ise onu yazıp “Giriş” (enter) tuşuna basmaları ile sanal ortamındaki bilgi kaynakları web sayfaları veya fotoğraflar önlerine gelir. Özetle “Google” 2000’li yılların başlarında dünyanın en hızlı arama motorudur.
Google’nin de kendine özgü bir hikayesi vardır. 1998 yılında ABD’nin Kaliforniya kentinde Google’yi kuran Stanford Üniversitesi Matematik mühendisliğinde doktora öğrencisi iki genç insan Larry Page ve Sergey Brin’in çalışmaları bilgisayar dünyasına yansıdı. Kuruluşunda 25 milyon dolar sermaye orta konmuştu. Google, kısa zamanda gelişti. 2007 yılı içinde çalıştırdığı insan sayısı 10 bin sayısına ulaştı. Ve yıllık geliri de 7.14 milyar dolara ulaştı. Bilanço net karı ise 1.69 milyon dolar idi.

Google’nin kısa zamanda dünya internet iletişim alanında zirveye ulaşmasının arka planında belirlenen hedefler hep gizlendi. Google’nin kendi açıklaması ile kuruluş amaçları şu sözlerle açıklanıyor: “Google, "googol" sözcüğünün üzerinde oynanmasıyla ortaya çıkmıştır. Edward Kasner adındaki Amerikalı matematikçinin yeğeni Milton Sorotta tarafından üretilmiş olan "googol" sözcüğü 1 ve onun ardından 100 sıfırın gelmesiyle oluşan rakamı belirten matematiksel bir terimdir. Google'ın bu terimi kullanması, şirketin dünyadaki tüm bilgiyi organize etme misyonunu yansıtır.”…

Google’nin kendi açıklamaları çerçevesinde kelime analizini yapacak olursak baştaki “G” harfinin “1 (bir)” olduğu ve onu izleyen “oo” sayıları ve daha sonra gelen yine 1” ve oo sayıları…Google bu haliyle matematiksel bir denklem ve gizemli bir şifredir. “G” harfinin “l” sayısına karşılık gelmesi tesadüfi olamazdı. Masonluktaki “her şeyi yaratan evrenin ulu mimarı” da “G” harfi ile ifade ediliyordu. “Google” kelimesi veya şifresi bulunurken “Masonluğun” kurucu ögesi “G” özellikle yerleştirilmişti. Bu bilgilerin ışığında Google’nin kuruluşu amacı olarak belirlenen “Dünyadaki tüm bilgiyi organize etme misyonu” bambaşka amaçların/ hedeflerin olduğunu gösterir. X bütün bunları düşünürken perdeyi biraz daha aralamaya karar verdi.
Google’nin internet iletişiminde hazırlamış olduğu hızlı posta veya mesaj servisinin kod ismi de “Gmail” olarak benimsendi. Kelimenin başında bulunan “G”harfi, Google’nin tanımlanmasıydı. “Gmail”e sembol tasarlayanlar “Mail” ile M harfinin yerleştirildiği bir kutu veya torba şeklinde olmasını istediler. M’nin hazırlanmış haline biraz dikkatlice bakan X karşısındaki şeklin Masonların takındığı ön kısma yerleştirilen torba şekli olduğunu çözümledi. Masonlar arasında “dul kadının kesesi” şifresi ile açıklanan torba, efsanevi Mason önderi Hiram usta ile de ilgiliydi. Torba’nın “M” harfi şeklinde tasarlanması “Mason” kelimesinin de bir yansıması idi. Bütün bu haliyle Google ve onun mesaj servisi olan Gmail birer mason şifresi idi. Misyonda açıklanan “Dünyadaki tüm bilgiyi organize etme misyonu”nu sağlamanın farklı bir yönü idi.

Ayrıntılı bilgiler Cezmi Yurtsever, Şifre kitabıdır

DEMİREL'İN MASONLUĞU NEDEN GİZLENİR!
Süleyman Demirel’in “Mason olmadığı” mektubu 1964 yılında hazırlandı. -Demirel ile ilgili “yalan mektup” hazırlanması Masonlar arası çatışmaya dönüştü. Ve Masonlar parçalandı. -İnternet’in “Wikipedia ansiklopedisi” Demirel’in ana tarafından atalarının sülale ismini “Dolakçıyan” olarak yazdı.
-Türk dil Kurumu sözlüğünde “Dolakçıyan” kelimesine rastlanmadı. Aynı kelimenin Ermeni kültüründen geldiği görüşleri de var.
-Demirel hakkında kamuoyuna sunulan "kökenlerini Ermeni olduğunu" yansıtan bilgilere karşı açıklama yapmalı, toplumu aydınlatmalı, hatta bu haberleri yazanlar hakkında hukuki işlem bile yapmalıdır.
demirel.jpg


Türkiye Cumhuriyet tarihinde 12 yıl Başbakanlık ve 7 yıl Cumhurbaşkanlığı yapmasıyla tanınıyordu. Askeri darbeler ve seçimler sonucu 6 kez gitmiş, 7 kez de kısa aralıklarla Başbakan olmuştur.Elinde tutuğu şapkasını sallamasıyla, bir de sık sık kullandığı “Binaenaleyh” sözcüğü ile kulakları çınlatıyordu. Nerede ise Türkiye’nin 1965-2000 yılları arasında yönetimine söz sahibi olmuştu.Buraya kadar yapılan açıklamalar onun görünen yüzü idi.
Kimliği hakkında bilgilerde ise
“1 Kasım 1924 tarihinde İsparta’nın Atabey ilçesi İslamköy’de doğdu. İlkokulu kendi köyünde, Ortaokul ve Liseyi İsparta’da bitirdi. 1949 yılında ise İstanbul Teknik Üniversitesi’ne girdi. İnşaat Mühendisi olarak okulunu bitirdi. Aynı yıl Elektrik Etüd İdaresinde göreve başladı. 1954 yılında Barajlar iaresi Başkanı, ertesi 55 yılında da Devlet Su İşleri Genel Müdürü oldu. Ve aynı yıl ABD Başkanı Eisenhower adını taşıyan burs ile ihtisas için Amerika’ya gitti.
1962-64 yıllarında serbest müşavir olarak çalıştı. Ve1962 yılı içinde politikaya atılarak Adalet Partisi Genel İdare Kurulu üyesi seçildi. 1964 yılı içinde de Adalet Partisi Genel Başkanlığına adaylığını koydu”(Bak. Süleyman Demirel, Wikipedia İnternet Ansiklopedisi,14 mart 2007).Ve arkasından yapılan seçimlerde %-53 oy alarak Hükümeti kurdu. Başbakan oldu.
1964 yılı içinde Adalet Partisi Başkanlık seçimleri esnasında rakipleri onun “Mason olduğu” açıklamasını yaparak önünü kesmek istediler. Ve o günlerde Süleyman Demirel, Mason olmadığını açıklayan Ankara’daki Mason Büyük Ünite Locasına başvurmuş metni aşağıda verilen belgeyi alarak kamuoyuna sunmuştu:

14.11.1964 Sayın Süleyman Demirel İsteğinize uyarak yapılan incelemelere göre derneğimizde kaydınız bulunmadığı anlaşılmıştır. Saygılarımla İkinci Başkanı Necdet Egeran İmza

Buraya kadar yapılan açıklamalar sadece olayların görünen yüzü idi. Süleyman Demirel, gerçekte 15.02.1956 tarihinde Ankara’daki Bilgi Locasına tekris edilerek (ışığa kavuşarak) Mason olmuş, 1957 yılında da kalfalık derecesine yükseltilmişti.
Demirel, mason olduğu halde kendisine neden böyle bir belge verilmişti. Onun durumunu yatkından tanıyan mason biraderler bu duruma itiraz ettiler. Masonlar Derneğinin tüzüğünde üyelerin “Siyasete karışmamaları” ilkesi bulunduğu halde Demirel’e karşı böylesi bir uygulama gerçekleşmişti.
Durum Masonlar’ın İstanbul’daki Türkiye Büyük Locasında gündeme getirildi. Büyük üstad Ekrem Tok, toplantıda yapılan itiraz ve eleştiriler karşısında üç kişilik bir araştırma ekibi kurarak soruşturma için Ankara’ya gönderdi. Hazırlanan soruşturma raporu 14.03.1965 tarihinde İstanbul’da gizli bir oturumda ele alındı. Raporda açıklanan görüşlerde dikkati çeken hususlar şöyleydi:

“Söz konusu olan Siyasi Parti Genel Başkan adayı 15.02.1956 gününde Ankara bölgesindeki Bilgi Locasında tekris edilerek Masonluğa kabul edilmiş, 27.03.1967 gününde de kalfa derecesine yükseltilmiştir”…

Süleyman Demirel’in masonluğu kesinde. Ama kamuoyu düzenlenen bir belge ile yanıltılmıştı. Demirel’e belgeyi Ankara’daki locanın ikinci başkanı Necdet Egeran vermişti. İlginçtir ki Egeran, 1965 yılı içinde yapılan Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Seçiminde Genel Başkan olarak seçilmişti. Demirel’e verilen belgenin Masonlar derneğinin gelen-giden evrak defterinde kaydı bile yoktu.
Demirel ile ilgili farklı görüşler, Masonlar arasında tartışma konusu oldu. Ve aynı yıl -1965 içinde- kısaca “Farmasonlar” olarak bilinen 1909 Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar arasında süren sert tartışmalar sonucu muhalif olanlar istifa ederek “Özgür Masonlar Büyük Locasını” kurdular. Masonlar arasındaki derin ayırım/ parçalanmanın temel sebebi “Demirel’in masonluğu” konusunda bilim dünyası ve kamuoyunun yanıltılması idi.
Aradan geçen yıllar sonra Mason arşivlerinde yapılan gizli bir araştırma sonrasında Demirel’in mason olduğu yönündeki kayıt belgesine de ulaşıldı. Adı geçen belge bay X’e de ulaştırıldı. Demirel, 43 sıra no ile Masonlar üye kayıt defterinde görülüyordu. Türkiye’nin kaderinde söz sahibi olan Demirel ailesinin geçmişi ile ilgili olarak yapılan araştırmalarda dünyaca ünlü İnternet Ansiklopedisi Wikipedia’da şu sözlerle yayınlandı:
Dolaksızoğlu (Dolaksızyan ya da Dolakçıyan diye de anılır), önce dayılarının soyadı Gündoğdu diye anılıp sonra Demirel soy adını aldığı söylenir”… Demirel’in soyu hakkındaki bilgilerde yer alan “Dolaksızoğlu/ Dolaksızyan/Dolakçıyan” ne anlama geliyordu!
Bir sır olarak saklandı yıllardır…
Kaynak: Cezmi Yurtsever, Şifre kitabı
ŞEYHULİSLAMLAR DA MASON OLURSA
-Osmanlı Devletinin 1915 yılında Şeyhulislamı Musa Kazım Efendi Masonluğıu kabul etmişti. -Osmanlı’nın çöküş döneminde Masonlar devlet yönetiminin en üstünde bulunanları kendilerine üye yapmışlardı.

-Talat Paşa’da 1909 yılında Mason Localarının başkanlığına getirilmişti.
eyhulislam_musa_kazm_efendi.jpg
Osmanlı’nın çöküş döneminde ve 1. Dünya Harbi yıllarında Şeyhulislam olan Musa Kazım ve İzzettin Efendi mason idi. - 1918 yılında mason şifreli paralar bastırıldı. - “HKEMBL”nin (kısaltılmış şifresi FM) kendi tarihsel geçmişini kamuoyuna tanıtma çalışmaları çerçevesinde Osmanlı’nın son zamanlarında “Mason” Şeyhulislamların da isimleri açıklandı. Hayri Efendi,İzzettin Efendi Ve Musa Kazım Efendi’nin mason oldukları bilgisine yer veriliyordu. Osmanlı’da Şeyhulislamın görevi, din adına devlet kararlarını onaylamaktı. Kuran’ı kerim’i, Hz Peygamberin mücadelesi ve düşüncesini en iyi şekilde bilir, devlet yönetiminde alınan kararların dine uygunluğu hakkında hüküm verirdi. Doğru ve dürüst olması öncelikli görevi idi,Şeyhulislamların… 16.yüzyılda işbaşına getirilen şeyhulislamlar yeri geldiğinde Padişaha bile karşı gelir, hükümlerini din adına dosdoğru vermek için çaba harcarlardı. Adaletin hakim olduğu yönetimde zulüm ve keyfiliğe yer olamazdı. Osmanlı’nın yönetimi altında yaşayan toplumların yüzyıllar süren tarihi geçmişlerinde barış ve huzurun sürmesinin de önemli bir sebebi de Şeyhulislamlar’ın verdiği kararların doğruları yansıtması idi. 1874 yılı 11 Haziran günü Şeyhulislam görevine getirilmişti, Hayrullah Efendi. Din bilgisi kıt olan sadece güzel sesiyle kuranı okumakta yetenekli idi. Başarılı bir tahsil hayatından da geçmemişti. Her nasılsı makam atlayarak Saray’a Padişaha yakın olmuş. Görevi ise Padişahı güldürmek, ona dalkavukluk yapmaktı. Ki onun hakkında bilgi veren kaynaklarda dalkavukluğu, maskaralığı ve taklit yapması ile tanınıyordu. Ve onun için “Ham yobaz” tanımlaması bile yapılmıştı. Birinci Şeyhulislamlık görevi 1 ay 8 gün sürdü.19 Temmuz günü Padişah Abdülaziz tarafından görevinden alındı. Bu olay Hayri Efendi’nin Padişah Abdülaziz’e kin tutmasına sebep oldu. Aradan geçen zaman içinde Mayıs 1876 tarihinde Abdülaziz’e karşı darbe yapılmış, padişah görevinden alınmıştı. İşte o günlerde Padişah Abdülaziz’in suçlu olduğu hakkında meclis kararının olması, Şeyhulislam tarafından da onaylanması lazımdı. Görevden alınma (Hal etme) kararı yazıldı. Ve Hayri Efendi tarafından da onaylandı. Darbeciler tarafından padişahın yüzüne karşı da okundu. Hal kararında yazılı olan bilgiler:

“Emirül müminin olan zeyd (Müslümanların lideri olan kişi) muhtell-üş-şuur ve umuru siyasiyeden bi behre mesarifi nefsaniyesine sarf edip ve umuru diniye ve dünyeviyyeyi ihlal ü teşviş ve mülki milleti tahrip edip bekaası mülki millet hakkında muzır olsa hali lazım olur mu? -“Beyan buyurula, el cevap Alahu Teala alem, “olur”!...

Yukardaki sözlerin anlamı açıktır. Padişah Abdülaziz’in siyasi işleri yürütecek akıldan noksan olduğu, kendi zevk ve eğlencesine düşkün olduğu milletin yaşamasını gerektiren hakları haklara zarar verdiği için görevden alınması gerekli midir? Diye soruyor ve kendi kendine “Allah en iyisini bilir amma açıklıyorum ki olur!” diyordu. Bundan sonra Abdülaziz’in görevden alınması ve Feriye Sarayında öldürülmesine kadar uzanan olaylar birbirini izledi. Masonların nin gizli arşiv kayıtlarında Osmanlı’nın resmi belgelerinde Şeyhulislam Hayrullah Efendi’nin adı “Hayri Efendi” olarak kayda alınmıştı ve onun örnek bir din adamı ve mason olduğu açıklamaları vardı. Mason düşüncesine bağlılık gösteren üstat bir kişinin Müslüman olması mümkün müydü? Belki masonluk piramidinin alt kademelerinde kişilerin din tercihi İslam olsa bile ilerleyen yıllarda Şeyulislamlık görevine kadar yükselen bir kişinin islamiyetle ilgisi olamazdı. Çünkü masonluğun temeli Tevrat ve Yahudi tarihine dayanan gizemli sırlara dayanıyordu ki bu durumu en iyi bilenler de tevratın Batıni yorumlarını yapan “Kabbalist felsefesi uzmanları” yapabilirdi! Şeyhulislam Hayri Efendi’nin kendi çıkarlarını koruma uğruna Kuranı Kerim’in hükümlerini bir yana bırakarak gözü kapalı Padişah Abdülaziz’in görevden alınması kararını vermesi sonrası yaşananlar ve onun için tarih düşenler “Fesat imam” notunu düştüler.
Aradan yıllar geçti. 14 Şubat 1909 Pazar günü Osmanlı’nın Şeyhulislamlık görevinde Mehmet Ziyaüddin Efendi bulunuyordu. O’nun ilk görev süresi 1 ay 27 gün sürdü. Padişah II. Abdülhamit onu 13 Nisan 1909 tarihinde görevden aldığında İstanbul’da devletin güvenliğini sarsacak olaylar yaşanıyordu. Tarihlerde “31 Mart 1909 irtica vakası” olarak tanımlanan ve miladi 13 Nisan 1909 denk düşen olaylar sonrası İstanbul’da görünüşte “ Şeriat isteriz” diyen Medrese öğrencileri gösteri yapıyor, gazeteciler öldürülüyor,askere kurşun sıkılıyordu. Ve aynı gün olayları bastırmak üzere Selanik’ten Hareket Ordusu trenle İstanbul’a hareket ediyordu. Hareket ordusu İttihat ve Terakki’nin kontrolünde idi. Selanik’te ordunun İstanbul’a gitmesi emrini veren de ünlü mason veYahudi asıllı avukat ve de milletvekili Emanuel Karasu idi. Abdülhamit, kendisini de aşan isyan olayları esnasında ani bir kararla Şeyhulislam Mehmet Ziyaüddin Efendi’yi görevinden aldı. Sanki olaylar yıldırım hızıyla seyir değiştiriyordu. İttihat Ve Terakki’nin planlaması ile II. Abdülhamit yaşanan 11 günlük iç savaş ve sonrasında 27 Nisan 1909 günü öğle üzeri görevinden alındı. Ziyaüddin Efendi, 14 Nisan günü yeniden Şeyhulislamlık görevine iade edilmişti. 27 Nisan 1909 günü Şeyhulislam veya Müftülük görevinde bulunan Ziyaüddin Efendi’nin imzası ile yazılı metin haline getirilen II. Abdülhamit’i görevden alma (Hal etme) kararında


“ Kütüb-i şeriyenin men-ü ihrakı, Tebeanın katli, Beytülmalin israfı” görüşleri dile getiriliyordu. Bu sözler ile II. Aldülhamit, Kuranı Kerim ve din kitaplarına aykırı hareket etmiş, Halkın öldürülmesine yol açmış, devlet hazinesini de israf etmişti!... Fetva metninde imzası bulunan Şeyhulislam’nın adı Mehmet yani İslam peygamberi Hz. Muhammed’in isminin kısaltılmışı idi ama isminin hemen arkasında bir ünvanı daha vardı “Ziyaüddin”… Yani “dinin yansıyan ışığı” anlamına geliyordu. Burada hangi din sorusunu sormak gerekiyor. Çünkü Masonların gizli dosyaları arasındaki şifreli belgelerde onun ünlü bir mason olduğu açıklaması vardı. “Ziyaüddin” tanımlaması Allah ile çatışan “Lucifer” veya şeytanın bir enerji- ışık şeklinde yeryüzüne gelmesi akıl ve bilimi mutlak hakim kılacak kendi düzenini kurması düşüncesinin bir yansıması idi. Müslümanların inandığı “Allah” kavramı ile masonluk piramidinde ana unsun olan “G” şifresi ile gösterilen “Evrenin Ulu mimarı” birbirine zıt kavramlar idi. Aynı gün Padişahın hal kararını yüzüne karşı okumak ve görevden alınmasını sağlamak üzere kurulan Meclisi Mebusan heyeti içinde Emanuel Karasu (Yahudi asıllı ve Selanik Mebusu), Esad Toptani, Aram (Ermeni), Arif Hikmet efendi vardı. Padişahın yüzüne karşı “hal kararını” okuma töreni uzun sürmedi. Bir yanda padişahın karşısında Emanuel Karasu adındaki bir koro şefinin işareti ile hareket eden Mebuslar heyeti, diğer yanda ise padişahın hüzünlü telaşlı görüntüsü. Bu sahnede açıklanması gereken bir “şifre” vardı. Padişahın karşısındaki zevatın hepsi masondu. Padişah II. Abdülhamit ve ailesi arabalar ile önce Sirkeci’ye sonra trenle Selanik’e sürgün ve gözetim yeri Selanik’e gönderildiler. Padişahın sürgün hayatını yaşadığı yer ise Alatini köşkü idi. Mülkiyeti Emanuel Karasu’ya aitti. Padişah bu haliyle “kafesteki kuş” gibiydi. Hikayenin sonrası burada bitecek gibi değildi. 12 Temmuz 1910 tarihinde Osmanlı’nın Şeyhulislamlık makamına Musa Kazım Efendi getirildi. O’nun birinci şeyulislamlık görevi 1 sene 2 ay 18 gün sürdü. Sonra aralıklarla yine Şeyhulislamlık görevini sürdürdü. Osmanlı ordularının Arabistan diyarında (Suriye, Filistin, Hicaz, Basra-Bağdat) ağır yenilgiler aldığı sırada Osmanlı’nın en büyük dini makamı “1909 masonlar” örgütünün adamının elinde idi. Padişah V. Mehmet Reşat bile Musa Kazım Efendi’nin “Farmason” olduğunu biliyordu. Ama yapabileceği bir şey yoktu. Çünkü emir komuta zinciri İttihat veTerakki’nin emrinde gibi görülmesine rağmen perde arkasında “mason üstadıazamların ”nin şifresi ile işler yürüyordu.
ayrıntılar:Şifre kitabındadır
ATATÜRK'Ü DÜNYANIN ÜNLÜ MASONLAR LİSTESİNE ALDILAR!
Ve İsrailli Gazeteci Hilel Alkin Atatürk’ün “Yahudi Asıllı Olduğunu” açıklayan raporu dünya kamuoyuna servis yapıyor Heyecanlı bir koşturmaca var İsrail’in başkenti Telaviv’de… Bir gün sonra (24 cak 1994) İsrail Cumhurbaşkanı Weizman’ın Türkiye ziyareti başlayacak. Önce uçakla Ankara’ya ulaşılacak. Hava alanında karşılamalar ve arkasından da Anıtkabir’i ziyaret ve resmi görüşmelerin başlaması… Resmi proğram uzayıp gidiyor. Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi, geliştirilmesi amaçlanıyor.
İsrail Cumhurbaşkanlığı basın merkezine ulaşan bir telefon “Ben Hillel Alkin” diye başlayan sözlerine “ Acaba sayın Cumhurbaşkanı Weizmann, Atatürk’ün atalarının Yahudi asıllı olduğunu ve çocukluğunda İbranice dua ettiğini biliyor mu ? diyordu. Basın sözcüsü Beith Keinan,bu ses karşısında heyecanlandı.Bir an için telefon kesilir gibi oldu. Sonra tekrar görüşmeler devam etti. “Acaba Weizmann bendeki bilgileri görmek ister mi” diyordu. Açıklamasına şaşıran Keinan, bilgilerin ulaştırılması halinde “Weizman’ın bilgisine sunulacağı” açıklamasında bulundu. Hillel Aklin, elindeki bilgi ve belgeleri faks metni olarak Cumhurbaşkanlığı basın merkezindeki bayan Keinan’a ulaştırdı. Bundan sonrası bahsi geçen bilgilerin okunması ve dosyaya yerleştirilmesi belki de Weizman’a bu yönde bilgi ulaştırıldığı hakkında açıklama yapılmış olabilir.
ataturk-msonlar-listesinde.jpg
Halkin, “Atatürk’ün atalarının dönme ve Yahudi asıllı olduğu hakkındaki elinde bulunan bilgi ve belgeleri Forward gazetesinde yazı dizisi halinde yayınladı. Atatürk’ün 1911 yılı Sonbahar mevsiminde Trablusgarp savaşları esnasında Kudüs’e uğraması burada Kamanetz Otel’de misafir kalması ve bu esnada ünlü Yahudi gazeteci İtamar Ben Avi ile çok özel görüşmelerinden yansıyan bilgiler açıklanıyordu. İtamar bin Avi ile olan görüşmesi hakkında bilgileri aktaran Hillel Alkin’in açıklamasında Mustafa Kemal ile Kamanetz Otel’de günler süren konuşmalar yapmıştır. Yıldızı giderek parlayan bir kumandan olan Mustafa Kemal, kendi soyu hakkında çok özel sırlarını açıklamış, İtamar ben Avi’ye. Masa üzerinde bulunan rakıya su katıp içmesi esnasında verdiği bilgilerde: “Yahudi asıllı olduğum tam belli değil ama Sabetay bin Sevi’nin soyundan gelmeyim (dönmeyim) ve onun fikirlerine de hayranım. Bu ülkedeki bütün Yahudiler, onun görüşlerinde birleşmelidir”. Bu konuşmadan 10 gün sonra İtamar, yeniden otele gelerek Mustafa Kemal ile konuşmasına devam eder. Ve bu görüşmede Mustafa Kemal açıklamalarına devam eder: “ Evimizde Venedik’te basılmış İncil vardı. Eski ve az bulunan bir kitap. Hatırladığım kadarıyla babam bana okumayı öğreten Karaim öğretmen’den getirmişti. Birkaç kelimeyi hatırlıyorum o kitaptan: “Shema Yisrael, Adonai Elohenu, Adonai Ehad!”. Kaptan bu bizim çok önemli duamızdır. Ve benim de gizli duamdır”. Görüşme bu minval üzere devam eder,rakılar içilir!... Mustafa Kemal’e atfedilen duanın Türkçesi “dinle ey İsrail, rabbimiz olan Allah tektir” anlamına gelmektedir. Bu bilgilerin basına yansıması ve Atatürk’ün Selanik doğumlu “sarışın ve mavi gözlü olması” onun soyunun Türk olmadığı… Babasının küçük yaşlarda Yahudi dönmelerinden Şemsi Efendi okuluna oğlunu yazdırması gibi bilgileri özel anlam verenlerin Mustafa Kemal’e sabetaist “dönme”, “Yahudi asıllı” olduğu görüşleri kısa sürede ABD ve Avrupa’da basın yayın organlarında dile getirilir.
ataturk-masonlar-listesi-2.jpg
Masonlar listesinde Mustafa Kemal’in tarihe yön veren tarihi kişiliğinin öneminin farkına varan Uluslar arası mason kuruluşları onun ismini “meşhur masonlar” listesine aldılar. 2000’li yılların başlarında Kanada’nın “Sedir” (Cedar), ABD’nin Abbey, Ve İtalyan mason kuruluşları Meşhur Türk masonları arasında Atatürk’ü listenin başına aldılar. Osmanlı’nın enkazı üzerinde “kuvayı milliye” ruhunu canlandırarak bağımsız Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün “Dönme”, “Yahudi soyundan gelen” “dünyanın önde gelen masonları” listesine alarak tanıtılması karşısında Türkiye’de 13.000 üyesi bulunan Hür ve Kabul Edilmiş Mason Büyük Locası neden sessiz kalır! Anlaşılır değil. Bir başka açıdan olaya bakıldığında da Mustafa Kemal, İtalyanlar’ın Libya’ya saldırısı esnasında Osmanlı’ya bağlı Afrika’nın kuzeyinde bulunan toprakları savunmak üzere Tanin gazetesinden Ahmet Şerif’in gazeteci kimliği ile 5 Ekim 1911 tarihinde gemiye binmiş on gün süren yolculuktan sonra Mısır’ın Akdeniz sahillerindeki şehri İskenderiye’ye gelmiş ve oradan da gümrük kapılarını geçerek Libya topraklarına ulaşmıştır. Kendisi ile birlikte bölgeyi savunmak üzere gelen diğer arkadaşları ile birlikte yerli Arap aşiretler ile buluşarak savunma tedbirleri almıştır. Savaş ortamında kimlik değiştirerek İstanbul’dan Mısır’a gemi ile giden Mustafa Kemal’in Kudüs’e uğraması mümkün değildir. Dolayısiyle Hilel Alkin adındaki Yahudi asıllı Amerikalı gazetecinin Atatürk’ü “Dönme” gösteren açıklamaları kendi hayallerini yansıtır. Ve sunduğu bilgiler de “Yalandır”. Nasıl oluyor da “Yalan üzerine” kurgulanan görüşler, Uluslar arası mason kuruluşları tarafından değerlendirilip Atatürk Ünlü masonlar listesinde gösterilebiliyor. Atatürk ile görüştüğü ileri sürülen İtamar bin Avi, ünlü Yahudi dil bilimcisi ve tarih araştırmacısı Eliezer ben Yehuda’nın (1858-1922) oğludur. Rusya’da doğan Eliezer, 1880’li yıllarda Kudüs’e yerleşmiş, yöresel Yahudi dil ve kültürü ile ilgili araştırmalarda bulunmuş, “Siyonist”hareketin kurulup gelişmesinde öncülük rolünü oynamıştır( Bak. Wikipedia, Eliezer Ben- Yehuda) . İtamar Ben Yehuda’nın asıl mesleği gazeteciliktir. Ama onun adı kullanılarak 1990’lı yıllarda sadece tahmini bir hatıra dolayısiyle Atatürk’ün Kudüs’teki Kamanetz otele getirilmesi ve “Dönme”, “Yahudi asıllı” olduğunu itiraf etmesi(!) sadece masonik bir düşünce ve yalanın dünyaya yansıtılmasıdır. KAYNAK: Cezmi Yurtsever, Şifre kitabı

-İngiltere Prensi Edward’ın etkilemesi, İstanbul’daki Levantenlerin de etkilemesi sonucu şehzade Murat Masonluğa girmeyi kabul etti. -Amerikan-İngiliz eksenli küresel güçler 5. Murat’ı mason yaparak geleceğin padişahını kontrole aldılar. 5. Murat’ın masonluğa geçiş belgeleri 1909 Hür ve Bağımsız Masonlar Locası Arşiv kayıtlarında bulundu.
5._muratin_masonluk_belgesi.jpg
Murat, Osmanlı tarihinde bir dönüm noktasının da ismiydi. 1876 yılında ilan edilen I. Meşrutiyet’e giden yolda o ve onun fikir arkadaşlarının önemli yeri vardı. Padişah Abdülmecit’in oğluydu. Ve kardeşi de Abdülhamit idi. Murat çocukluğunda ve gençliğinde hem doğu ve hemde batı kültürüne aşina bir eğitim aldı. Sarayda onun Fransızca öğretmeni Profesör M. Gadret idi. Piyano derslerini ise Maestro Guatelli Paşa veriyordu. Türkçe derslerine Ferit Efendi, Arapça’yı da Şeyh Hafız Efendi’den öğrendi. . Murat’ın eğitiminde ona batılı kültürü ve düşünceyi açıklayan hiç şüphesiz ki M. Gadret idi. Ve Gadret önde gelen bir “mason”idi. Abdülaziz’in 1861 yılında padişah olması ve sonrasında gelişen olaylar içinde Avrupa’ya Osmanlı’nın güncünü hanedan ailesinin ihtişamını zenginliğini göstermek için 1868 yılında bir gezi yapıldı. Abdülaziz, Osmanlı’nın üst düzey yöneticileri bu arada Murat ve kardeşi Abdülhamit de geziye katıldılar. Paris’te iken Fransız İmparatoru III. Napolyon ile görüşüldü. Fransa’nın lüks saraylarında parlak avizelerin altında ve müzik eşliğinde genç ve güzel Fransız güzellerinin kolları arasında -geleceğin padişahı- Murat’ın dans edişi görenlerin dikkatinden kaçmadı. Fransızcayı, Fransız kültürünü bir Fransız gibi biliyor ve sanki yaşıyordu. Gezi heyeti sonra Berlin’e , kraliçe Victorya’nın daveti üzerine de Londra’ya gitti. Londra gezisinde kraliçe Victorya, Murat’ı ileride kendi saflarına çekmek “itaatkar olması” için beğendiği bir İngiliz prensesi ile evlenmesini dahi teklif etti. Murat’ın bir İngiliz kraliçesi ile evlenmesi mümkün olmadı ama Londra’da iken geleceğin İngiliz karalı olacak prens Edward ile yakın arkadaşlık kurdu. Edward, İngiliz tarihinde ünlü bir mason üstad olarak da biliniyordu. Osmanlı Şehzadesi Murad, Kadıköy’deki Fikirtepesinde bulunan köşkünde geçirdiği zaman içinde Batı yanlısı, meşruti idareyi savunan Genç Osmanlılar ile yakın temas içinde idi. Toplantılarda ona “Masonluk medeniyettir” görüşleri yansıtıldı. Anayasa, seçimler, parlamento, padişahın yetki ve görevlerinin sınırlanması ve halkın güvenliği, bu arada Osmanlı yurttaşı olanlar arasında din ve ırk ayırımı yapmaksızın eşitlik ilkesinin uygulanması ve hemen herkesin birbirini “kardeş” görmesi düşüncelerinin önemi anlatıldı. İstanbul’da Mason 1868yılında Proodos Locası kurulmuştu. Ritüel ve konuşmalar hatta tüzük Rumca yazılmıştı. Rumca Proodos locası Beyoğlunda Hacopulos çarşısında dernek odasında gizlilik içinde sürdürdü çalışmalarını. Proodos, Rumca bir kelimeydi. Türkçesi “İlerleme” anlamına geliyordu. Proodos’un ilk başkanı da Alexandre İsmyrides adındaki bir Rum idi. Ancak Proodos’un başına 1870 yılında Murat’ın yakın bir arkadaşı Cleanti Scaliyeri geçti. Scaliyeri’nin mesleği Avukatlık idi. Fransız Union d’ Orient ( UD) locasına 1865 yılında mason olarak girmişti. O zaman “UD” nin başında Louis Amiable vardı. Aman içinde Scalieri, yeni kurulan Proodos hocasının üstadı muhteremliği görevine getirilmişti. Proodos locasına Rumların yanı sıra Türklerin de üye olması ile locanın ritüel (ayin) dili hem Rumca ve hem de Rumca olarak tespit edilmişti. Tarih 20 Ekim 1872. Yer İstanbul Boğazı’nın Anadolu kıyısındaki Kadıköy. O gün istanbul’da yaşayanlar çok önemli ve gizli bir toplantının farkında olamazlardı. Herkes işinde gücünde idi. Boğazın serin sularında yol alanların izlediği martıların çığlıkları veya Haliç kıyısındaki limanlara mal boşaltan tekneler, Sirkeci’de sırtına aldığı yüz kiloyu aşkın çzuvalı kaldıran Kart, Arnavut veya Türk hamallar nereden bilsinler Kadıkay’de Louis Amiable’nin evinde gece bir yarısı yapılan gizli toplantıyı. Murat, gözleri bağlı olarak salona alındı. Josef Makaryos adındaki Rum asıllı üstad’ın önünde, Louis Amiable hatip olarak konuşmaya başladı: -“Kendi istek ve inancınızla, hiçbir tesir altında kalmaksızın Masonluğu kabul ediyor musunuz?”. Murad’ın sesi yükseldi: -“Evet ediyorum”. Ve tekrar kendisine soruldu: -“Gördüklerimi ve duyduklarımı hiç kimseye söylemeyeceğime, biri sır gibi saklayacağına namus ve şeref sözü verir misin?”. Murat, hiç çekinmeden “-Evet” dedi. Üstad Makaryos’un konuşması izledi: “Bu andan itibaren Murat’ı kardeşimiz olarak kabul ve ilan ediyorum.”. Elinde tuttuğu kılıcı Murat’ın göğsüne dayayarak “ Şu andan itibaren seni Proodos Locasının üyesi ve kardeşimiz olduğunu ilan ve kabul ediyorum” dedi. Murat’ı, Masonluğa kabul eden tekris (tören) esnasında Ragıp Efendi I. Nazır, Hilmi Efendi II. Nazır, Ahmet Bey sekreter, Sait Bey soruşturucu olarak görev almışlardı. Murat, Kadıköy’deki tören ile Masonluğa çırak derecesinde kabul edilmişti. 8 Aralık 1872. Yer: Çemberlitaş yakınlarında Ağa Hamamı sokaktaki 12 numaralı bina. Burada Proodos Locası çalışmalarını sürdürmektedir. Proodos’un locasına üye olanların huzurunda Murat Masonlukta derece atlayarak “kalfalık ve üstadlık” derecelerini aldı.

Ve kısa zamanda 1873 tarihinde Murat “PL” tarafından 18 derece ile masonluktaki “Gül Haç şövalyesi” yapıldı.

Bu olayı izleyen zaman içinde Murat’ın kardeşi Nurettin Efendi, 24 Ağustos 1875 tarihinde, Şehzade Kemalettin Efendi de 24 Ağustos 1875 tarihinde masonluğa kabul edildiler. Murat ve kardeşlerinin Rumların kurucusu olduğu locada masonluğa geçmesinde Namık Kemal, Ziya Paşa, Mithat Paşa yardımcı oldular. Osmanlı’nın başkenti İstanbul’da işbaşındaki Padişah Abdülaziz’den sonra yönetimin başına getirilecek olan kişi PL ve UO örgütleri tarafından belirlenmişti. Adı geçen örgütler özellikle Fransa ve daha sonrada İngiltere’yi kontrol eden Uluslar arası bir güçtü. Öncelikle İngilizlerin Uluslar arası çıkarlarını koruyacak özellikle de kaynağı eski Tevrat’a Yahudi ideallerine dayanacak bir düşünceyi yeryüzünde hakim kılacaktı. Bay X, bütün bu gelişmeleri öğrendikten sonra gece uykusunda Osmanlı’nın kurucusu Osman Bey ve kayınpederi Ahi Şeyhi Edebali’nin tarihi konuşmasının rüyasını gördü. Şeyh Edebali, damadı ve geleceğin “Devleti Aliye-i Osmani”nin kurucusu olan Osman’a öğütler veriyordu: EY OĞUL


İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar akşam ezanında ölürler.
Avun oğlum avun. Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın.
Ama; Bunları nerede, nasıl kullanacağını bilmezsen, sabah rüzgarlarında savrulur gidersin. Öfken ve nefsin bir olup aklını yener.
Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın. Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir.
Bütün fethedilememiş gizemler, bilinmeyenler, görülmeyenler ancak senin fazilet ve erdemlerinle gün ışığına çıkacaktır.
Ananı, Atanı say, bereket büyüklerle beraberdir.
Bu dünyada inancını kaybedersen yeşilken çorak olur, çöllere dönersin.
Açık sözlü ol. Her sözü üstüne alma. Gördün söyleme, bildin bilme
sevildiğin yere sık gidip gelme, kalkar muhabbetin itibar olmaz.
Üç kişiye acı:
Cahiller arasındaki alime,
Zenginken fakir düşene,
Hatırlı iken itibarını kaybedene,
Unutma ki! yüksekte yer tutanlar, Aşağıdakiler kadar emniyetli değildir.
Haklı olduğunda mücadeleden korkma. Bilesin ki! atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler... Bay X ertesi sabah kan ter içinde uyandı. Gözlerini oğuşturdu. Akşamki gördüğü rüya gerçek miydi? Yoksa kendisine hatırlatılan bir olayın belgeler arasında gizlenen sırları mı!


"SİNAN AYGÜN'S MASONİC İDENTİFİCATİON CARD FOUNDED"

-Yıllardır ATO Başkanlığı yapan Sinan Aygün’ün üzerinden Ankara’daki Mason Vadisinin bir parçası olan Hoşgörü locasının üyelik kartının çıkması onun geçmişinde masonluğa girişini belgeliyordu. -Kamuoyuna milliyetçi, muhafazakar, Atatürkçü görünen Sinan Aygün, perde arkasında “mason özelliği ile” İngiltere-ABD eksenli gizemli bir gücün kontrolüne girmişti. Ve kendisinden çalışmalarını da bu yönde belirlenen hedefe göre yapması istenmişti
sinan_aygn.jpgsinan_aygn_masonluk_simgesi.jpg
ss
Mayıs 2009 içinde basına yansıyan haberlerde: “ATO Başkanı Sinan Aygün’ün Ankara’da Hür ve Kabul Edilmiş masonlar Locası’na üye olduğu hakkındaki belgelere ulaşıldığı” bilgileri yer alıyordu. 1991 yılında Ankara’daki Hoşgörü locasına üye olma başvurusunda bulunan Sinan Aygün, aralıklarla toplantılara katılmış ve kendi ifadesi ile Masonluktan da ayrılmış. Ancak Sinan Aygün adına 1994 yılında düzenlenen kimlik belgesinin bulunmuş olması hakkındaki açıklamalar kamuoyunu tatmin etmekten de uzak bulunmuştur. Sinan Aygün’ün “Entered Apprentice” statüsünde Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locasının Ankara’daki Hoşgörü locasına üye olarak kabul edilmesinin bir süreci olsa gerek.


Öncelikle Ankara’da geleceği parlak ve yönetimi de etkileyecek olan bir kişi olduğu dikkate alınan Sinan Aygün, kendisini tanıyan ön planda bir kişinin referansı ile Masonluğa giriş yapması teklif edilmiştir. Sonra Sinan Aygün’an Masonluğa üyeliği Mason locasında düzenlenen bir ayin (ritüel) sonucu gerçekleşmiştir. Gözleri bir bez parçası ile bağlı olan Sinan Aygün’ün üzerine giydiği gömleğinin üst düğmeleri yarı açık vaziyette kendisine söylenenlere cevaplar veren bir konumu vardı. Üstad Mason’un
-“Hiçbir tesir altında kalmaksızın kendi istek ve iradenle masonluğu kabul ediyor musun?
-Mason kardeşliği ritüellerine tamamen bağlı kalacak ve masonluk sırlarını vicdanında hep koruyacak mısın? Soruları ile karşılaştı. Tören sonunda üstad masonun elinde tuttuğu kılıcı yeni giren (Apprentice) Mason üyenin göğsüne değdirmesi ile ayin veya tören sona eriyordu.
Yeni üyenin künye bilgilerinin deftere yazılması ve referans veren kişinin oluru ve üstad masonun da kabul imzası sonucu Masonluğa adım atılmış oluyordu. Bundan sonrakı belli aralıklarla Masonlar toplantısına katılma, telkinleri dinleme ve o doğrultuda hareket etme çalışmalarını sürdürme. Kıyafetleri, el hareketleri, bakışları ile mason olduğunu yansıtması gerekiyordu. Buraya kadar yapılan açıklamalar Sinan Aygün’ün Masonluğa geçiş sürecinde karşılaştıkları ve kendi vicdanında da bir sır gibi saklanan konulardır.

MASKESİ İNDİRİLDİĞİNDE…

Ankara ticaret Odasının başkanlığı görevine getirildiğinde kamuoyunu etkileyen çarpıcı açıklamaları ile dikkatleri üzerine çekti. O’nun için araştırma yapan, bilgi ve belge bulan basın mensupları vardı. İhracattaki gerileme, enflasyonun artması, işsizlik, büyük kentlere göç, fuhuşun artması gibi konularda yaptığı basın açıklamaları ile hep gündemin en önünde ismi geçen lider bir kişi oluvermişti. Ne de olsa perde arkasında basın desteği veren büyük bir güç vardı. Kamuoyuna milliyetçi muhafazakar ve de özellikle Atatürkçü görünürsen geniş bir kesimin de desteğini arkana alman mümkündü. Onunla ilgili gelişmeler bu yönde oldu. Ve sayın ATO Başkanı, aynı zamanda Ankara’daki Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar locasının da üyesi “Zatı Muhterem” rolünü oynamaya hazırdı: “Atatürkçülük adına darbe yaparak Hükümeti işbaşından düşürme eylemi!”. Ancak Sinan Aygün’ün eylemi Ergenekon radarına takıldı. Ve yakalandığında üzerindeki evraklar içinde Mason kimliği belgesi vardı.
Osmanlı’nın son zamanlarında etkisini gösteren ve Cumhuriyetin ilan edildiği yıllarda yönetimi bir ağ gibi saran gizemli bir gücün bir üyesi olarak deşifre edildi. Bundan sonrası tarihin gündeminde mason kimliği ile anılan bir kişi vardı tarih sahnesinde: Sinan AYGÜN
sinan-aygun.jpg
GERÇEKLER BAZAN ŞAŞIRTICI OLABİLİR