28 Temmuz 2012 Cumartesi

KUTSAL DAMACANA (FİNAL BÖLÜMÜ)

"KUTSAL DAMACANA" NIN İLK BÖLÜMLER (MERAKLISINA):
http://millici-ciddiadamlar.blogspot.com/search/label/SULARIMIZ

YER YERİNDEN OYNARKEN EMPERYAL UŞAKLARI BOŞ DURMUYOR:



"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR." MEHMET AKİF ERSOY

AKLIN YOLU BİRDİR.


ABD ve İngilizlerin yeni Orta Doğu planı tıkır tıkır işliyor


Türkiye’nin sınırlarına yeni komşular(!) yerleşiyor. Irak’ın kuzeyinden sonra Suriye’nin kuzeyi de Kürtlerin eline geçti. PKK’nın uzantısı olan PYD’nin eşbaşkanı Salih Müslim, bölgeye hakim olduklarını ilan etti.

Gelişmeye karşı hazırlanmıştık
Suriye’deki Kürt bölgelerinin yönetimi PKK’nın uzantısı PYD’nin (Demokratik Birlik Partisi) kontrolüne geçti. PYD Eş Başkanı Salih Müslim, bu gelişmeye hazırlıklı olduklarını anlatarak, “Tedbirlerimizi baştan aldık. Halkımızı örgütledik. Bu Afrin’le başladı, Kobani’ye yayıldı” dedi.

Bölgenin adı Batı Kürdistan
Bölgedeki Kürtlerin, devlete ait kurum ve kuruluşlara el koyduğunu ifade eden Müslim şunları söyledi: Halk güvenlik güçlerini dışarıya çıkarttı ve kendi kendini yönetiyor. Aynı durum sonra Derik’te de çıktı. Biz bölgeye Batı Kürdistan diyoruz. Bizim isteğimiz demokratik özerklik..

Kürdistan için deniz göründü!
ABD ve İngiltere’nin planladığı dört parçalı Büyük Kürdistan için deniz göründü! Suriye güçlerinin çekilmesiyle birlikte, ucu Akdeniz’e dayanan Türkiye’nin güney sınırı Kürtlerin kontrolüne geçti.

Batı Kürdistan
haritalara girdi
BOP kapsamında “Kürdistan”ın Suriye ayağı da tamamlanıyor. Ülkenin 877 kilometrelik Türkiye sınırı artık Kürtlerin ve terör örgütünün kontrolü altında.

Haber: Bilun ÇELİK
Bölgede oynanan oyunun gerçek amacı sonunda ortaya çıktı. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında çizilen harita, Kürtlerin ve PKK’nn Suriye’nin kuzeyine yerleştirilmesiyle hayat buluyor. Kürtler, Türkiye sınırına yakın Kobani, Afrin, Derik, Amude ve El Ayna’da tüm devlet kurumlarını ele geçirerek “Kürt bayrağı”, Abdullah Öcalan posterleri astı. Ele geçirdikleri bölgelerde giriş çıkışları denetim altına alan Kürtler, özerk bir yönetim talep ediyor. Böylece PKK ile mücadelede, Irak’la olan 331 km’lik sınıra, Suriye ile 877 km’lik bir sınırın daha eklendiği belirtiliyor. Toplamda 1208 kilometreye çıkan sınırın Türkiye’nin başını ağrıtacağı bildiriliyor. PKK’nın Suriye’deki kolu olarak tanınan Demokratik Birlik Partisi’nin  (PYD) eş başkanı Salih Müslim, son gelişmeleri BBC Türkçe’ye değerlendirdi.
Müslim planı açıkladı
Müslim, “Bizim Kürt toplumu olarak durumu bir okumamız vardı. Bu yüzden daha baştan beri tedbirlerimizi aldık. Halkımızı örgütledik, yerli komiteler oluşturduk. Bu da daha önceki çabamızın bir devamıydı. Bu süreçleri karşılamak içindi” dedi. Salih Müslim şöyle devam etti: “Örgütlü halk, örgütlü insanlar hangi durumlarla karşılaşırsa daha etkili olabilir. Çatışmalar yayılıyor, bütün Suriye’ye yayılıyor, neredeyse Kürt bölgelerine de ulaştı, çatışmalar kapıya dayandı. Bu çatışmaların bizim bölgelere sıçramaması için bu yerel komiteler devreye girdi. Halk kalktı, oradaki rejimin kurum ve kuruluşlarını dışarıya çıkardı. ’Biz kendi kendimizi yönetebiliriz, o güçteyiz’diyerek dışarıya çıkardı. Bu Afrin’le başladı, Kobani’ye yayıldı. Oradaki halk rejimin kurum ve kuruluşlarına el koydu, güvenlik güçlerini dışarıya çıkarttı ve kendi kendini yönetiyor. Aynı durum sonra Derik’te de çıktı. Şimdi halk artık bütün kurum ve kuruluşlara el koymuş durumda, kendini yönetiyor.” Müslim, “Biz bölgeye Batı Kürdistan diyoruz. Bizim isteklerimiz önceden belliydi. Biz demokratik çerçeve içinde, yani Suriye’nin bütünlüğü içinde, Kürt halkının anayasal olarak tanınması ve oradaki ulusal hakların (okuma, yazma, anadil gibi) verilmesini kapsayacak bir proje üzerinde dört yıldır çalışıyoruz. Buna da demokratik özerklik diyoruz. Bu sadece Kürtler için değil eğer onlar isterse diğer bölgeler için de geçerli olabilir tabii” diye konuştu.
İşi Barzani ayarlamış
PYD eş başkanı Salih Müslim, Irak Kürt Yönetimi’yle ilişkileri konusunda, “Mesud Barzani’nin davetiyle bölgemizdeki İki meclis oturdu, anlaştı. Bu çabayı harcadığı için teşekkür ediyoruz. Ama o hiçbir zaman bizim iç işimize girmedi” dedi.  Müslim, “ Bizce felsefi olarak, ideolojik olarak PKK ile bir yakınlaşma vardır. Bunu biz de zaten açıkça söylüyoruz. Ama herhangi bir organik bağımız hiçbir kimseyle yok. Bir de birçok söylenti var. PKK’lılar dışarıdan geldi deniyor. Tek bir kişi bile dışarıdan gelmedi. Hepsi asılsızdır. Bizim kendi gücümüzle, kendi halkımızın gücüyle komiteler işi idare ediyor. Bu zaten son günlerde ilan edildi. Halk Savuna Birlikleri adı altında bazı birlikler oluşturuluyor.” Müslüm ayrıca, “Ben kimya mühendisiyim. İTÜ’den mezun oldum. Benim Türkçem o yüzden İstanbul Türkçesidir, Urfa Türkçesi değildir” ifadelerini kullandı.





"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR." MEHMET AKİF ERSOY

23 Temmuz 2012 Pazartesi

22 Temmuz 2012 Pazar

HIZLI LİBOŞ BALIK

"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR." MEHMET AKİF ERSOY

CAMİDE V.İ.P'Lİ SİYASET


"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR." MEHMET AKİF ERSOY

21 Temmuz 2012 Cumartesi

BAŞLIK BULAMADIM






"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR." MEHMET AKİF ERSOY

TÜRKİYE'DE SİYASET


"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR." MEHMET AKİF ERSOY

EMPERYAL ZOR DURUMDA


"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR." MEHMET AKİF ERSOY

20 Temmuz 2012 Cuma




"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR." MEHMET AKİF ERSOY

REZALET


"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR." MEHMET AKİF ERSOY

18 Temmuz 2012 Çarşamba

SON AŞAMA :EKONOMİK KRİZ


AYRILIKÇI TOHUMLAR İKTİDAR TARAFINDAN  EKİLDİ,SULAN,MÜCADELE EDECEK UNSURLAR SUSTURULDU.HALK TÜKETİME ALIŞTIRILDI ,BORÇLANDIRILDI VE APOLİTİZE  EDİLDİ.VE SON AŞAMA ;CİDDİ BİR EKONOMİK KRİZ.
BİRBİRİNİN GIRTLAĞINI NE İÇİN SIKTIĞINI BİLMEYEN KIZGIN HALK KİTLELERİ.VE BUNLARA SERT MÜDAHALE EDEN KOLLUK KUVVETLERİ.BU GÖRÜNTÜLERE HAZIR OLUN.BİR HALK İÇERİDEN BU ŞEKİLDE BÖLÜNÜR.BİR ÇOK ÜLKEDE YAPILDI SIRA BİZDE.
BU AŞAMADAYIZ:



"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR." MEHMET AKİF ERSOY

14 Temmuz 2012 Cumartesi

YENİ OSMANLICILIK YUTTURMASI



Hillary'den Emir Alanlar, KORKUN ! / Banu AVAR

Hillary vasıl oldu, onlarca katil yüzlü araba ve yerli yabancı istihbarat elemanı şehri kapladı... Eli kanlı çeteler kâbus gibi Türkiye’nin Suriye’nin İran’ın Irak’ın üzerindeler.

Küresel merkezlerin tüm ajansları bu bölge üzerine dönen oyundan söz ediyor... Batının ‘derin’ adamları ‘plan’ı açıkça ortaya koyuyorlar...

PLAN 100 sene öncekiyle aynı!

Hedef Osmanlı pardon Türkiye… Ama öncelik Suriye’de!

Hesaba göre bu Suriye ‘ilmeği’, Türkiye ve İran’ı savaşa çekecek.. Sünni, Şii, Alevi, Hristiyan unsurlar, Arap, Dürzi, Kürt, Türk birbirini yiyecek… Bölge insanı ölecek!

BBC’de Jonathan Marcus alıntılıyor: ‘Batıya sadakatini ispatlamış ve dini radikalizmden uzak olan Kürt gruplar bu işten kazançlı çıkacak’! (http://www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-19197169)

Kürtler değil! ‘Batıya sadık Kürt gruplar’… Sahibinin sesi, eli kolu olanlar…Irak’da Talabani ve Barzani dışında onlarca aşiret vardı.. Batıya sadakatle bağlı olan bu ikisi, ‘ortamı’ temizledi, yalnız kendileri kaldı…

Plan değişmedi!

Sevr’den, parçalanmaktan sözedince ‘komplo teorisi’ diyenler şimdi göz ve kulaklarını iyi açsınlar.. Çünkü ‘Yeni Osmanlı’ diye şişirilen Türkiye’yi bekleyen ‘yeni Sevr’ yani Osmanlı’nın akibeti!.. Biz söylemiyoruz, pek bayıldıkları Batının akıl hocaları, batılı uzmanlar, batının ‘derin’ adamları söylüyor…

London School of Economics’den Prof. Fawaz Gerges, BBC’ye, Sevr’in yıldönümünde konuşuyor:

"1918’de Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanmasının ardından hayata geçirilen ve günümüz sınırlarını belirleyen Sykes-Picot sınırlarının yeniden çizilme ihtimali var." diyor !

Haritaya göz atın...

Sykes-Picot

Geçen yüzyılda aynı yol haritası izlenerek petrol coğrafyasına bir İsrail oturtulmuştu

21. yüzyılda birebir aynı yol izlenerek, İsrail’in yanına bir Kürdistan oturtulacak.. Bu hemen olmayacak, süreç 20-30 yıla yayılacak..

Sykes-Picot anlaşması 1916’da yapılmıştı, Sevr’den bir önceki gizli anlaşmaydı ve İngiliz ve Fransız imzacıların adını taşıyordu. Rus Çarlığı da anlaşmadan nemalanacaktı. Sovyet devriminde Çarlık Rusyası kasalarında bulunan gizli anlaşmalar Bolşeviklerin eline geçti ve belgeler Türkiye’ye sunuldu.

Anlaşma, Osmanlı topraklarından, kopartılacak parçaları belirliyordu. Gizli anlaşmaya göre;

İskenderun Filistin arası Fransa’nın, Filistin’le İran arasındaki bölge İngiltere’nin etki alanında olacaktı. İskenderun serbest bölge olacak, Filistin uluslar arası yönetime bırakılacaktı.

Sykes-Picot gizli anlaşmasında bölgede hangi aşirete nasıl bir destek sağlanacağı belirlenmişti. Bu süreç bugün izlenen emperyal yol haritasının aynısı gibi !

Osmanlı parçalandı, içinden Irak ve Ürdün çıktı

İngilizler Emir Hüseyin’e para ve silah desteği verecekti. (Bugün de Clinton, küresel teröristlere Esad’ı devirmek için 82 milyon dolar yardım yapıldığı açıkladı.)Destek verildi ve Haziran 1916’da Arap ayaklanması başladı. 4 ay sonra 2 kasım 1916’da Emir Hüseyin kendini Arap ülkeleri kralı ilan etti.

İngiltere ve Amerika 1 yıl sonra Filistin’de bir yahudi yurdu kurulmasını ve bunun Arap krallığının bir parçası olmasını karara bağladılar. Yüzyıl sürecek bir fitne tohumunu bu coğrafyaya oturttular...

Bu arada dünya paylaşım savaşı tüm vahşetiyle devam ediyordu. Emir Hüseyin İngiliz askerleriyle beraber Hicaz ve Filistin cephesinde Osmanlı askerlerini arkadan vurdu. Aynı bayrak altında yüzyıllar boyu yaşamış olanlar, emperyalizme biat eden hainler yüzünden düşman oldu.

Savaşın sonunda İngiltere Osmanlı’dan koparılan yeni ülkeleri ve krallarını dünyaya ilan etti.. Haritadaki yeni ülke Irak'dı, Faysal, kral olarak başa geçecekti. Bir başka yeni ülke Ürdün’dü. Bu kez kral Hüseyin’in oğlu 1. Abdullah tahta oturdu...

Hedef bir Sion devleti kurmaktı. 30 yıl sonra bu hayal gerçekleşti... İsrail’i ilk tanıyan devlet o yıllarda Batıya tamamen biat etmiş olan Türkiye oldu... Artık Ortadoğu düşmanlar yatağıydı!

100 yıllık ‘Plan’: ‘Kürdistan’

1920’deki Sevr Anlaşması bu anlaşmanın devamıdır. Anlaşmaya göre ‘uluslararası bir komisyon’ denetiminde ‘Kürt bölgeleri’ özerkleştirilecek, daha sonra Suriye, Irak, Türkiye sınırlarındaki Kürt aşiretler, Milletler Cemiyeti’ne özerklik için başvuruda bulunacaklardı... Başvuru derhal kabul edilecek, Türkiye ve diğer ülkeler sözkonusu bölgeler üzerindeki tüm hak ve sıfatlarını kaybedeceklerdi. Sonraki aşamada parçalar birleşecek ve büyük Kürdistan ‘uluslararası camia’ himayesinde petrol coğrafyasına oturtulacaktı.

Bugün yaşadıklarımız 100 yıllık bir plandır...

Bu emperyal hedefi, İsrail Moşe Dayan Kürt Araştırma Merkezi Başkanı Prof. Ofra Bengio BBC’ye şöyle özetlemiştir:

‘Bölgede dengeleri Kürt faktörü belirleyecektir... Kürtler, yıllardır batı ve ABD desteğini almış, onlara sadakatle bağlı olduklarını da ispatlamışlardır. Kürtlerin yaşadıkları ülkeler, birbirleriyle Kürt sorununun halledilmesi konusunda işbirliği içinde değillerdir ve Kürt unsurlar içinde bulundukları ülkeleri derin zaafa sürüklemektedir.’

Batıya sadık ‘bölücü unsurlar’

‘Kürt unsurlar’dan kasıt, ‘batıya sadık olan’ etnik memurlardır... Onlardan biri geçen gün konuştu ve batının kendisine verdiği 100 yıllık görevi tüm açıklığıyla dile getirdi: BDP milletvekili Adil Kurt, 'Türkiye'de bir iç savaşın ayak sesleri bu coğrafyadan duyulmaya başlandı... Ey başbakan senden önce bizle kimler kimler uğraştı bize gücü yetmedi Senin çapın ne, gramın ne!’ anlamına gelen laflar etti...

‘Ey Erdoğan, 28 yıldır Kürdistan dağlarında süren bu savaş, eğer aklını başına almazsan Kürdistan sokaklarına, Türkiye ’nin metropollerine taşınmak üzeredir. Bunu bir tek tanımı vardır, bu bir iç savaştır.’ diye meydan okudu…

Her şeye efelenen Erdoğan, bu meydan okumaya karşı pek sessiz kaldı. ‘Seviyesiz generallere’ verip veriştirdiği gibi yapmadı, hiç sesini çıkarmadı.. O da biliyordu ki BDP/PKK’nın arkası sağlamdı... Washington, AKP, Barzani ve BDP’yi aynı anda ama değişik şekillerde destekliyordu...

BDP'li milletvekili başka şeyler de söyledi... ‘Arap Baharı ’ aktivistlerine verilen metni okuyor gibiydi...

‘Böyle devam ederse açık ve net söylüyorum bir iç savaş durumunda Türkiye ’deki ordu ikiye bölünecektir.Türk ordusu içerisinde silah taşıyan hiçbir Kürt genci o durumda kendi halkına karşı silah doğrultmayacaktır. Nasıl ki Mısır ’da, Libya’da, Kuzey Afrika ’da diktatörler gittiyse, orduları bölündüyse siz aynı akıbeti Mezopotamya’da Anadolu’da yaşayacaksınız. Kaybeden Kürtler değil, Türkiye olacaktır!’

Bunları söylerken ölen bir teröristin evinde taziyedeydi. Bu milletin sinir tellerini laçka etme taktiklerini psikolojik savaş ustası Vamık Volkan’dan almış olmalıydı. Sözleri, 6 Ağustos’da Charlie Rose’a mülakat veren ‘derin Amerikalı Henry Kissinger’ın, İngiliz bakanların, küresel çetenin merkezi CFR ‘uzmanları’nın diplomatik dilin kıvrılan patikaları arasında söyleyiverdikleriyle aynıydı...

Suriye’de sona yaklaşılmıştı.. Esad ya gidecek ya da Lazkiye civarında bir Alevi bölgesinde kendi krallığını kuracaktı… Türkiye sınırı Kürt ve Sünni grupların denetiminde olacaktı… Bu kaos sınırları aşacaktı…

Türkiye’yi karıştıracak unsur ‘Batıya sadık Kürtçüler’ olacaktı... Mezhep ayrışması tuz biber olacaktı...

Peki ya tüm bu planlar alt üst olursa!

BBC diplomasi muhabiri Marcus ayrıntıya giriyor: ‘Davutoğlu Suriye’yi PKKyı desteklemekle suçluyor ama durum çok daha karmaşık..Çünkü Suriye’deki Kürt oluşum, Türkiye’nin desteklediği ‘Suriye muhalefetinden’ de, Türkiye’deki iktidardan da nefret ediyor!’

bkz: Esad’ın Ortadoğu Satrancı! ‘Hiçbir şey göründüğü gibi değildir!’(http://www.guncelmeydan.com/pano/esad-in-ortadogu-satranci-hicbir-sey-gorundugu-gibi-degildir-banu-avar-t32189.html)

Esad’ın satranç hamlesini kastediyordu.... Türkiye sınırını, Kürt Ulusal Birliği denetimine bıraktı... CIA denetimindeki El kaide ve İslami Cihad’a bağlı terör gruplarını halletsinler diye geri adım atmıştı...

London School of Economics’den Prof Gerges: ‘ Esad’ın aklında Kürt gruplara destek vermenin, Sünni Arap’ları zafiyete sürükleyeceği fikri olduğu kuvvetle muhtemel.’ değerlendirmesini yaptı.

Mülteci akınları tampon bölgeler oluşturur!

Şimdi Esad, İran ile işbirliği içinde emperyal saldırının öncü gücü olan Türkiye iktidarına ‘gel gel’ yapıyor... Bu tuzağa düşen Türkiye kendini korkunç bir çatışmanın tarafı olarak bulacak... Sadece Suriye topraklarında değil Türkiye sınırları içinde de saflar ayrışacak.. Bu kaosta, sivil halk oradan oraya savrulacak.. Mülteci kamplarına bol miktarda paralı asker ve istihbaratçı sızdı, onlar ellerindeki silahları efendilerinin istediği hedeflere doğrultacak...Tıpkı 100 yıl önce olduğu gibi, sınırlar belirsizleşecek, gri bölgeler, emperyal saldırı üslerini barındıracak, bölge ülkeleri arasına kamalar sokacak ve komşular arasındaki uçurumun ve acının simgesi olarak kalacak. Ürdün’de, Irak’da, Suriye’de Lübnan’da olduğu gibi…

Gri bölgeler süreç içinde ‘petrol haritasına göre’ ‘düzenlenecek’. O bölgeler içinde yaşayan Kürt, Türk, Suriyeli, Iraklı unsurlar Batının düzeneği dışına çıkarsa hangi etnik kökenden olursa olsun onlar yaşatılmayacak.. Irak’ın kuzeyinde olduğu gibi yeni bir sınır belirlenecek… Libya’da olduğu gibi ülke ortadan 3’e kesilecek..

Petrol şirketleri, uyuşturucu baronları ve silah tüccarları kendi denetimlerinde küçük derebeylikler için aralarında anlaşacaklar..Tüm bunlar bayat hikayeler... Bunlar 1948’de İsrail kurulurken Filistinlilere yapıldı, Filistinli mülteciler zulümden kaçtı, çevre ülkelere aktı.

O ülkelerde gri bölgeler oluştu.. Sınırlar belirsizleşti.. Filistin’de yüzde 7 olan İsrail nüfusu hızla yüzde 50’ye çıktı.. İsrail devleti, Filistin’i silmiş Ortadoğu’ya kurulmuştu...

Toprağın asıl sahipleri, bugün gördüğünüz baskı ve zulüm altında ve duvarlarla çevrili alanlarda, toplama kamplarına tıkılan Kızılderililer gibi hapis kaldı! Yavaş yavaş yok olacaklar, kalanlar da ‘yaşamak’ için ‘İsrailli’ ya da ‘gibi’ olacaklardı...

Bugün ‘yeni dünya düzeni’, ‘bahar’ martavalıyla kapıya dayandı.. Bu ‘bahar’ şimdilik değilse bile, ‘az sonra’ Tayyip Erdoğan ve Davutoğlu’nun da başını yiyecektir... Emperyalizm pis işlerine alet olanları bir süre sonra devreden çıkarır. Yerlerine taze kan kullanır. 40 yıl kullanılan Mübarek kafese atılmış, milyarlarca dolarına el konmuş, yerine Müslüman birader Mursi getirilmiştir. O da bir müddet kullanılacak sonra halkı daha iyi ‘oyalayacak’ başka bir aktör bulunacaktır. Eğer bir ülke emperyal odakların deli gömleğindeyse, durum budur!

Geçenlerde Ürdün Kralı'nın Amerikan televizyonuna verdiği mülakatı izlerken, gözlerindeki korkuyu yakaladım.. Amerikalı muhabirin karşısında sınavdaki çocuk gibi kelimeleri tartmasına, durmadan gözlerini kaçırmasına, Amerika’ya yaranacak mesajlar vermek için çırpınmasına baktım.… ‘Bahar’ her an kafasına inebilir, biliyordu.. Her şeyiyle Amerika’ya biat etmişti ama yetmiyordu.. Mültecileri nasıl buyur ettiğini, Suriye ordusuna ‘Ürdün ordusunun’ nasıl ateş açtığını ballandırarak anlattı.. Biraz da mali destek istedi, dilendi...

Ama geçen yüzyıl başının dünya hakimi, ‘İngiliz artıkları’ artık gidiciydi… Sıra ona da gelecekti. Suudlara da, Katar’a da... Ve küresel çete mensupları yeni kuklalara sahte gülücükler atacaklardı. Hillary’nin Erdoğan’a, Gül’e, Davutoğlu’na attığı o gülücükler köprüyü geçene, Suriye ‘pis’ işini halledene kadar geçerli… O ‘pis’ iş halledilirken tufan kopacak! Pis işe bulaşan herkesi de önüne katacak…

Bakın Prof. Gerges ne diyor:

‘Kürt sorunu daha uzun zaman bu coğrafyada hakim olacak. Ulusal sınırları aşacak ve 1918’de olduğu gibi yeni bir Sykes Picot haritasına yolaçacak..’

Emperyal odakların, ‘Surlar ülkesi’ Suriye’ye bu kadar zorlukla ve temkinli yaklaşmalarındaki en büyük neden, 100 yıllık planlarının, Türkiye- Irak- İran -Suriye dörtgeninde bir daha çıkamayacakları bir batağa saplanma olasılığından duydukları korkudur.. Bu coğrafya binlerce yıldır hain öğütmektedir.. Ve bazı eblehler tersini söylese de bu coğrafya sakinlerinin genetik hafızası ‘nisyan ile malul’ değildir! Gün geldiğinde yapacağını bilir!

Banu AVAR
banuavar@superonline.com

http://www.guncelmeydan.com/anasayfa/index.php?option=com_content&view=article&id=4309%3Ahillaryden-emir-alanlar-korkun--banu-avar&catid=34%3Abanu-avar&Itemid=277






"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR." MEHMET AKİF ERSOY

12 Temmuz 2012 Perşembe

UTANMA YOK Kİ..


"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR." MEHMET AKİF ERSOY

10 Temmuz 2012 Salı

9 Temmuz 2012 Pazartesi

HİLLARY'NİN TİPİ KAYDI


"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR." MEHMET AKİF ERSOY

FBI-GÜLEN DEŞİFRESİ




Houston, like each of the FBI’s local field offices, has a community outreach program that complements and strengthens our many efforts to protect you, your businesses, and your families in concrete ways through a range of activities and initiatives.
The Houston office is a strong contributor to community partnerships because, as a federal agency with national and international reach, we bring our own special resources, intelligence, and expertise to the table. For example:
  • Our investigations into terrorism, cyber crime, gangs, drug trafficking, civil rights violations, fugitives, and other crimes—often worked in tandem with local police, sheriffs, and other law enforcement partners—keep us on the leading edge of knowing the dangers that threaten your community.
  • Our partnerships with area companies and institutions protect locally against economic espionage and acts of terrorism.
  • Our assistance to crime victims in the Houston Division area provides a lifeline to those who have been harmed by violence and crime.
  • Our research of crime statistics spotlights crime trends and incidents in your geographical location.
  • Our research and expertise in special areas helps defend against specific community issues like missing and exploited children, school shootings, and violence in the workplace.
In the end, it’s all about people-to-people contacts.
The Houston Community Outreach Program works to put a human face on the FBI and to further strengthen relationships, including by:
  • Meeting with local educators, minority groups, and organizations to talk about what the FBI can do with them and for them;
  • Participating in “Red Ribbon Week,” which educates kids and adults alike on the dangers of drugs and alcohol and encourages them to wear red ribbons as a sign of their commitment to stay drug free;
  • Participating in “National Night Out”;
  • Presenting information about current frauds affecting our community at the Houston “Scam Jam”’;
  • Distributing Child ID fingerprint kits at community events in coordination with the National Child Identification program; and
  • For the last two years, joining with Ameri-Corp volunteers to provide staffing to operate summer camps for children of parents who have been deployed to Iraq and Afghanistan. The program is normally two weeks long, with classes on leadership, ethics, problem solving, and physical fitness.
Among our other ongoing efforts:
jr_agents.jpg
Adopt a School Program
Every school year, Houston Division employees participate in a collaborative community outreach initiative with I Have A Dream® - Houston. Volunteer FBI employees participate in various after-school mentoring activities with an assigned “Dream Partner,” serve as chaperones on field trips, and give presentations on topics such as anger management, Internet safety, and career choices. In addition, special agents and support employees teach a four-week course for 5th grade students, who then have the privilege of becoming “Junior Special Agents.”
FBI Houston Citizens’ Academy
One method to engage the community pioneered by the FBI and adopted by law enforcement agencies around the country is called the Citizens’ Academy. Held once a year in Houston, the Citizens’ Academy gives community leaders, business professional, religious partners, and other citizens an inside look at the FBI and its operations. The program is approximately 10 weeks long, with mandatory attendance of one night a week for three hours. Participants meet the men and women of the FBI, gain an appreciation for the job they do, and often become lifelong friends of the Bureau. They are also invited to attend the FBI range and qualify with a weapon.
alumni.jpg
The list of those who wish to attend the Citizen’s Academy is long, and the selection process is highly competitive. The Houston special agent in charge chooses participants from a list of individuals nominated by FBI supervisors and Citizens’ Academy alumni. After being selected, candidates must pass a thorough background check. Then, they receive an invitation letter from special agent in charge and are asked to sign a pledge to complete the course. It is important to note that the Citizens’ Academy is not a special agent’s training class.
miller.jpg
After completing the Citizens’ Academy program, participants are invited to join the Houston Citizen’s Academy Alumni, currently some 550 strong. These alumni are active in community-related projects such as hosting a 100-Year Anniversary celebration for all FBI employees, providing support for victims of Hurricane Ike, and sponsoring many other projects to improve the quality of life for our employees. This year, the alumni launched a new program called Quarterly Special Topic Night, working with the community outreach specialist to bring in subject matter expects on current events such as human trafficking, pirating on the high seas, and other topics to share with alumni members.
Graduates of Citizens’ Academies are also given the opportunity to stay informed on law enforcement issues; to meet with incoming Citizens’ Academy classes; to schedule FBI Houston Speakers’ Bureau presentations for their organizations, civic clubs, or associations; and to attend specialized seminars on current issues.
Community Relations Executive Seminar Training (CREST)
Another opportunity for citizens to learn about the work of the FBI is the CREST (Community Relations Executive Seminar Training) program. While the Citizen’s Academy is spread over 10 weeks, CREST is a more focused, in-depth perspective on the mission of the FBI. It is a one-day or 8-to-10 hour discussion by subject matter expects on a specific topic. The program can be tailored to particular interests such as cyber crime, identity theft, public corruption, terrorism, human trafficking, and violent crime. For example, if you are a member of the banking industry, you may want us to talk about money laundering, bank robberies, and the security of your facility.
What makes CREST unique is that we come to you—you provide the facility and we provide the instructors. Background checks are not needed; while some information may be sensitive, it is not classified and on a “need to know” basis.
In Houston, we usually offer two CREST programs each year. To request the training, please send a request to the Houston special agent in charge.
Community Outreach to Ethnic and Minority Groups
firearms.jpg
The FBI has always been a defender of civil rights, and in Houston we are proud of our partnerships with ethnic and cultural groups in the area. The special agent in charge has an “open door” policy with any ethnic or cultural group that would like to come and discuss issues that cannot be resolved local and state level. These are just a few organizations that we have built partnerships with:
  • The Anti-Defamation League
  • The NAACP;
  • The League of United Latin American Citizens (LULAC);
  • The Gulen Institute;
  • The Raindrop Turkish House;
  • The South Asian Chamber of Commerce; and
  • The Islamic Society of Greater Houston
Director’s Community Leadership Award
Our most recent recipient was Stephen Gartrell. Mr. Gartrell designs and hosts websites that educate the public about crime and terrorism.
Visit our national In Your Community website for more information about our overall outreach efforts and our work in other local FBI offices.
HABERİ FACEBOOK TA YAYINLAYAN:https://www.facebook.com/photo.php?fbid=446820072006224&set=a.191962137492020.45995.183876901633877&type=1&theater

"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR." MEHMET AKİF ERSOY

8 Temmuz 2012 Pazar

RAKAMLARLA İHANET

UYAN ARTIK TÜRKİYE!









"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR." MEHMET AKİF ERSOY

7 Temmuz 2012 Cumartesi

İKİ YÜZLÜLER


"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR." MEHMET AKİF ERSOY

6 Temmuz 2012 Cuma

HIYANET İŞLERİ




DİYANET İŞLERİ Mİ, HIYANET İŞLERİ Mİ???

DİYANET İŞLERİ BAŞKANI MISIN, DİNLER ARASI DİYALOG BAKANI MI??
SEN KİMSİN DE RUHBAN OKULUNA VAAD VEREBİLİYORSUN??

( Lütfen görüşme yapmayı seçtikleri salona dikkat edin.. Neyin altında konuşuyorlar)


Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, son zamanlarda haddini aşarak, önüne gelen her konuda, sözüm ona ''FETVA'' verme alışkanlığından sonra, Mustafa Kemal Atatürk'ün ''Fitne, Fesat Yuvası'' olarak tarif ettiği, Fener Rum Patrikanesi'ni de ziyaret ederek bir ilki (!) gerçekleştirdi..

Bu ilkeleri de bizlere yaşayatan nedense hep Akp hükümeti ve onun özenle seçtiği(!) kadrolar..Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Akp hükümetinin izni ve icazeti olmadan, resen böyle bir görüşme yapamaz!
Maşallah mütareke basını da bu ihanet görüşmesinden oldukça haz almış olacak ki bu müptezellliği ''TARİHTE BİR İLK!'' olarak gururla servis ettiler..

Bu verimli (!) ziyaretin en fazla haz alanı ise Rum patriği Bartholomeos..

Bakın Patrik Bartholomeos neler demiş , “Büyük sevinç büyük onur veriyorsunuz. Jestiniz için zatı alinize çok teşekkür ederiz. Bu nezaketiniz ve jestiniz için hepimiz patrikhanede çok çok memnunuz. Sizi uzaktan da olsa takip ediyoruz. İcraatınızı yaptığınız güzel işleri söylediğiniz güzel sözleri takdirle takip ediyoruz. Bu arada ruhban okulumuzun da tekrar açılması doğrultusunda yaptığınız açıklamaları memnuniyetle izliyoruz ve size şükranlarımızı arz ediyoruz!” dedi...

Tüm bu olup bitenleri göre göre hala bu ihanete suskun kalıp, hala Müslüman (!) Akp'ye oy verenler ; Enaz sizler de bu hainler gibi ihanete ortaksınız!!



https://www.facebook.com/photo.php?fbid=384605351592979&set=a.218192721567577.70348.154305224622994&type=1&theater
"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR." MEHMET AKİF ERSOY


Atatürk'ün Tabiriyle
“Bir Fesat ve İhanet Odağı” Olan Fener Rum Patrikhanesi ve Faaliyetleri

I. Ortodoksluk ve Fener Rum Patrikhanesi


Hıristiyanlığın resmi devlet dini haline gelişi İmparator Konstantin’le başlar. Konstantin 330 yılında İstanbul’da bugün patrikhane denilen dini kurumu kurar.

Başlangıçta ruhani bir kurum olarak kurulan Patrikhane İ.S. 451 yılında Kadıköy semtinde toplanmış olan konseyinde aldığı karar çerçevesinde statüsü Roma’ya eşit sayılmış ve konseyin kabul ettiği 20 numaralı kanun ile Patrikhane sadece ruhani öderlik değil aynı zamanda hükümet etme yetkisini de almıştır. O gün bugün Patrikhane her zaman bölge siyasetinde etkin bir kurum olmuş ve Osmanlı’dan bu yana 5. kol faaliyetinin en etkin oyuncularından biri olmuştur. (Beşinci kol faaliyeti bir ülkenin içinde o ülkenin bazı seçilmiş ve özel amaçlarla yetiştirilmiş yurttaşları tarafından yönlendirilen bozgunculuk faaliyetleridir)

Patrikhane Doğu (Yeni Roma) Kilisesinin temsilcisidir. 1054 yılında Batı (Roma) kilisesi ile İsa’nın Hıristiyanlıktaki statüsü üzerine dönen ve 585 Toledo konseyinden bu yana devam eden tartışmalar neticesinde birbirlerine girerler ve Roma Piskoposu ( PAPA) “Konstantinopolis” Patriği’ni aforoz eder. Kendilerini Katolik (Evrensel) gören Roma ile kendilerini tek ve gerçek Hıristiyan gören Ortodoks Doğu Kiliseleri birbirinden koparlar.

İstanbul’da Rumlar arasında bütün kuvvet, Fener Rum Patrikhanesi ve kendilerini “Bizans’ın varisi” olarak gören fenerlilerin elinde idi.

19. yy ‘ın başında Birer Türk düşmanlığı müessesi olan Rum okulları sadece İstanbul’un değil Küçük Asya’nın bütün illerine yayılmıştı. Tümüyle Rum din adamlarının elinde olan bu eğitim kurumlarında gençlere eski Yunan medeniyeti , hayat ve kültürü öğretilir. Denetimden uzak bu okullarda Rumlar ve diğer Hıristiyanlar özgürlük ve istiklal için bilenirlerdi.


Çok erken Avrupa ile temas kuran ve çocuklarının eğitimlerini Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde – özellikle Fransa- almasını sağlayan fenerli Rumlar çok çeşitli alanlarda kendilerini eğiterek divan içine kendilerini yavaş yavaş soktular ve sonunda memleketin dolaylı yöneticisi oldular. Divan-ı hümayun, Derya tercümanlıkları , Başkatiplik ve Kapı Kethüdalığı , Eflak ve Boğdan voyvodalıkları onlara verilmeye başlandı , öyle bir zaman geldi ki Osmanlı Dışişleri tamamen fenerli Rumların eline geçti.


Bir yandan Rumlar bağımsızlık mücadelesinde Avrupa ve Hıristiyan dünyasını arkalarına almak isterken diğer yandan Hıristiyan Dünyası ve özellikle Rusya, Fransa ve İngiltere Rumları bir dayanak noktası olarak kullanarak Osmanlı üzerindeki emellerini gerçekleştirmek istiyorlardı. Nitekim 1774 Kaynarca anlaşmasında Rusların talep ettiği ve aldığı haklardan bir tanesi Osmanlı Devleti’nin Hıristiyan tebaasını himaye hakkıdır.

Günümüzde halen Rusya Ermenistan, Ukrayna, Moldavya, Romanya, Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan, Makedonya, Yunanistan ve Kıbrıs’ı da içine alan Ortodoks devletleri kuşağının liderliğine oynamaktadır.

Aynı şekilde Napolyon doğu Akdeniz’e yerleşerek Mısır üzerinden Hindistan’a ulaşmak için Osmanlı imparatorluğunun yıkılmasını istiyordu.

Napolyon’un Avrupa’da krallık rejimine karşı giriştiği faaliyetleri İngiltere, Avusturya ve Rusya’nın menfaatlerine ters düştüğü için bu devletler hür türlü ihtilal ve isyan girişimlerine karşı çıkmışlar bu sebeple 25 sene kadar Rum isyanları sekteye uğramıştır. Bu dönemde Rumlar gemiciliğe , ticarete ve okullar açmaya daha fazla önem vererek bunlar aracılığı ile Etniki Eterya ve onun etkili mücadelesini doğuracak ortamı hazırlayacaklardır.

Fener Rum Patrikhanesi’nin açtığı okullardan birisi olan İkonomos akademisinin 1884 yılı ders müfredatında olan Ada belediye başkanı tarafından ele geçirilen ders müfredatında şunlar yer alıyordu ;

1) Türkler ezeli bir düşman olarak Rumlara tanıtılacak.

2) Türklerin en küçük hataları büyütülerek Avrupa’ya duyurulacak ve uygar dünya Türklere düşman edilecek.

3) Türkler ekonomik bakımdan çökertilecek. Bu amaçla zengin Türkler sakat ticaret yollarına götürülecek, bol fazili krediler açılacak, ağır şartlarla rehin kabul edilecek.

4) Türklerin ahlak, milliyet, din ve gelenekleri dejenere edilecek. Bu amaçla küfürler öğretilecek ve bu küfürlerin Türkler arasında yayılmasına çalışılacak. Türkler ziyana ve diğer ahlaksızlıklara teşvik edilecek. Türk gençleri arasında kabadayılık ruhu aşılanarak sevgi ve saygı bağlılıkları kırılacak. Aralarına ikilik sokulacak. Argoya benzer bir küfür dili Türkler arasında yayılarak milli dil ve duyguları bozulacak. Zengin Rum tüccar ve esnafı Türk hocalara bol hediye ve veresiye vererek onları elde edecek. Hocalar içkiye alıştırılacak. Her türlü uydurma inanışlarla dini inançları saptırılacak. Onlara yalan yanlış olaylar anlatılıp , Türk halkı ile hocaların arası açılacak.

5) Türk hükümranlığı baltalanacak. Bu iş yavaş yavaş geliştirilip, Bizans yeniden kurulacak.

6) Türk halkı arasında sürekli olarak anlaşmazlık tohumları ekilecek. Ayaklanmalar düzenlenip zamanında aradan çekilerek Türkler arasında kardeş kanı akıtılacak. Komiteler kurulup Türk köyleri basılacak.

7) Bir savaş sırasında Türk halkını sefalete götürecek her yola başvurulacak. Türk topraklarındaki en önemli gıda maddeleri , halkın elinden hızla ve gizlice toplanıp adalara gönderilecek.Buradan komşu ülkelere satılacak.Rum tüccarların uğradığı zarar milli bankalar tarafından para olarak ödenecek.

8) Doktor ve eczacı Rumlar, hastaları özellikle kimsesiz hastaları gizlice zehirleyip öldürecek. Kör , sağır, sakat edecek. Saf dışı bırakmaya çalışacak.

9) Tarım politikasında Türk çiftçisi ağır faizlerle toprağından mahrum edilecek . Borçların kolayca çoğalması sağlanacak. Böylece Türkler ellerindeki toprakları Rum tüccarlara satmak zorunda kalacaklar.

10) Yüksek rütbeli devlet memurları rüşvet, ziyafet ve hatta kadın ikramları ile Etniki Eterya’nın emrine alınacak. Ancak bu işler tamamen okuldan yetişmiş papazların talimatına ve okulun tayin edeceği kişilerle bunların vereceği direktiflere göre uygulanacak.

11) Fırsat çıktıkça özellikle resmi binalarda yangın çıkarılacak., ölümlü kazalar yaratılacak, savaş gemilerine yangın ve yaralar açılacak.

12) Bir ileri karakol ve gözetleme yeri olan manastırlardaki istekleri hemen yapılacak., verecekleri mektuplar kendi işlerinden önce yerine götürülüp teslim edilecek.

13) Bütün Rum ustaları kesinlikle Türk çırakları kullanmayacaktır. Politik düşüncelerle bir Türk çırak almak gerekirse Rum usta, Türk çırağı bir hizmetçi gibi kullanacaktır.

14) Bütün bu kurallar gizli olarak yapılacak, kurallara uymayanlar hemen aforoz edilecek , kredileri kesilecek ve Rum toplumu arasından kovulacaktır.

19. asırdan itibaren Türkiye’ye yoğun olarak girmeye başlayan Avrupa sanayicileri Osmanlı İmparatorluğu’nda tabii olarak ilk etapta gayri Müslim tebaa ile ticari ilişkilere giriyordu. Avrupa burjuvazisinin sermayesi ile birlikte 1789 Fransız ihtilali sonrası Avrupa’da gelişen milliyetçilik duyguları bu tebaaya nüfuz etti. Bu ideoloji gayrı Müslimleri özelliklede imparatorluk bünyesinde Türklerden sonra ikinci kalabalık grup olan Rumları doğrudan etkilemiştir.

Ayasofya Kilisesi’ndeki resimler Fatih Sultan Mehmet (2. Mehmet) tarafından üzerine sürülen badanaların altında kendilerini nasıl muhafaza etmişse Hıristiyan gayrı Türk tebaa da Osmanlı Devleti’nin hakimiyeti altında öyle kalmıştı.

Nitekim yıllar süren isyanlardan sonra 1830 yılında gelindiğinde İngiltere, Fransa ve Rusya’nın desteğiyle Mora ve civarında bağısız bir Yunanistan devleti kuruluyordu.

Fener Rum Patrikhanesinin hayalini kurduğu Megali İdea dediğimiz Büyük Yunanistan hayali sınırlarını taa İskender’in dolaştığı toprakları içine alacak kadar büyüktür. Kaldı ki İskender Yunan asıllı olmak şöyle dursun Yunanistan’ı baştan başa çiğneyip geçmiş bir Makedonyalıdır ( aslen Arnavuttur) oysaki yunanlılar tarihte bir gün bile Makedonya’ya sahip olamamışlardır. Yine esasen Yunanlılarla hiçbir ilgisi olmayan doğu Roma demek olan Bizans’a gayrı meşru çocuk gibi bağlanmayı ifade eden “Megali İdea” Yunan şarlatanlığının eserinden başka bir şey değildir.


Gene aynı şekilde Rum Patrikhanesine doğrudan bağlı Trabzon Metropolitliğini gayretleri ile Karadeniz’de Pontus devleti ihya edilmeye çalışılıyordu.


Karadeniz’e “Pont Oksen” denilmesinden yola çıkılarak miladın 65 senesine kadar devam etmiş bir Pontus adında Rum devletinin olduğu öner sürülmektedir. Esasında bu devlet Yunanlılar tarafından değil İran Şehinşahı Birinci Dara tarafından kurulmuştu. En meşhur hükümdarı Mihridat olup “adalet güneşi” demek olan bu Farsça ad dahi bu devletin Rumlukla alakası olmadığını ispatıdır. Esasen Rum olsa bile unutmamak gerekir ki bu söz Roma’da bozmadır . Yani Rum Grek demek değildir. Doğu Roma yani Bizans halkını ifade eder.


II 1.Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı Esnasında Fener Rum Patrikhanesi:

İstanbul Fener Rum Patrikhanesi , Mondros mütarekesinden sonra İtilaf kuvvetlerine hitap eden bir beyanname neşrederek Türk Vatanın İşgal edilmesini istemişti.

1 Eylül 1918’de yayınladığı bir başka beyanname ile Yunan Ordusu’nun Türklere karşı muzafferiyetlerini överek yerli Rumların filen Yunan ordusuna katılmasını emretmiştir. Mütareke yıllarında Patrikhane kararıyla Türk topraklarındaki Rum okullarında Türkçe okutulması yasak edilmiştir.
VENİZELOS’UN SÖZLERİ

Bana verilen ve daha sonra da bazı tecelliyatı ile hakikate tamamen intibak ettiği de tespit edilmiş olan teminata göre , Memalik-i Osmaniye’de mevcut ve Rumların meskun bulunduğu bir cümle küçük, büyük şehirler ve kasabalardaki kiliseler ve Rum mektepleri , tamamen birer silah deposu haline getirilmişlerdir. Bu sonuç için o bölgede yaşayan Rumlar büyük bir cesaret ve basiret göstermişler ve Türkler’in mabetlerine olan hürmet ve mahalli mekteplere bahşettikleri dokunulmazlıktan istifade etmişlerdir. İzmir işgaline tekaddüm eden günlerde İstanbul’daki Fener Rum Patrikhanesin’den gelen bir heyet gelip beni gördü. Karadeniz sahillerinde müstakil bir Rum devleti kurmak için derhal faaliyete geçmek kararında bulunduklarını , milis alaylarını harekete geçirmek için sadece Yunan zabitlerini beklemekte olduklarını bana iblağ etti. Heyetin sahip oldukları serveti öğrenince miktarı beni hayrette bıraktı. Kendilerini sahip olduğu altının mevcudu o anda Yunan hükümetinin sahip olduğu altın yekunundan fazla idi.”


NUTUK

“Bundan başka , memleketin her tarafında , anasırı Hristiyaniye hafi, cel, hususi emel ve maksatlarının temini istihsaline , devletin bir an evvel , çökmesine sarfı mesai ediyorlar.

Bilahare elde edilen mevsuk malumat ve vesaik ile teeyüdettik ki , İstanbul Rum Patrikhanesinde teşekkül eden Mavri Mira Heyeti vilayetler dahilinde çeteler teşkil ve idare etmek , mitingler ve propagandalar yaptırmakla meşgul. Yunan Salibiahmeri , resmi muhacirin komisyonu ; Mavri Mira Heyeti’nin teshili mesaisine hadim. Mavri Mira Heyeti tarafından idare olunan Rum mekteplerinin izci teşkilatları , yirmi yaşını mütecaviz gençler de dahil olmak üzere her yerde ikmal olunuyor.” (Mustafa Kemal Atatürk , NUTUK , I , Ankara , s. 2)

Gene Nutuk’ta bu heyetin doğrudan Venizelos’tan talimat aldığı ve liderinin Patrik vekili Droteos olduğu ve İstanbul Patrikliğinin ve Yunan Konsolosluğu’nun silah deposu haline getirildiği anlatılmaktadır. (Mustafa Kemal Atatürk , NUTUK , III , (belgeler) 1.)


LOZAN

Lozan’da İnönü İngiliz diplomatı Lord Gürzon’un ısrar ve ricalarına boyun eğerek

“Ruhani alanda faaliyet göstermesi kaydıyla” İstanbul’da kaldı yoksa Fener Rum Patrikhanesi Aynoroz Adası’na nakledilecekti.



III Cumhuriyet Sonrası Fener Rum Patrikhanesi



Büyük Yunanistan , Megoli Edia – Enosis İstanbul, Kıbrıs ve Egeyi Kapsar.


(1982 Yunanistan Kültür Bakanı Melina Merküri’nin dağıttığı harita)


Yunanistan'ın Türkiye'ye yönelik politika ve stratejilerini özellikle 2000 yılından sonra çok yönlü olarak ele almak gerekir. Yunan devlet adamları ve basını, Megalo İdea'ya yeni bir yorum getirmiş Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile bir ortak savunma doktrini geliştirmişlerdir. Rusya, Bulgaristan Suriye, İran Ermenistan ve Arnavutluk ile askeri işbirliği antlaşmaları imzalamışlar ayrıca Balkanlarda Sırplar ve Rusya Ortodoks ittifakı oluşturmuşlardır. Özellikle bölücü PKK terörüne destek vermişler, bütün bunların yanında argüman olarak Fener Rum Patrikhanesi, Heybeli Ada Ruhban Okulu ve Pontus davalarını ön plana çıkarmışlardır

Günümüzdeki Heybeliada ruhban Okulu ve Bartelemeos’un Ekümenik olma isteği bu çerçevede yok olmak üzere olan Ortodoks nüfusuna rağmen Türkiye’nin egemenliğini tanınmama gayretinin sembolüdür.

Fener Patriği için istenen “Evrensel Ekümenik Patriği” ünvanı bir devletin başı yada başkanı anlamında olduğuna göre Fener Rum Patriği acaba kurulacak hangi devletin başına düşünülmektedir ?

Türkiye'yi "kuşatma"ya ve uluslararası sistemden soyutlamaya yönelik bu hareketin önemli bir unsuru olarak gündeme getirilen Fener Rum Patrikhanesi, 1990'dan itibaren şu dört önemli hedefi gerçekleştirmek için açıkça çalışmaktadır:

1. Ekümenik unvanını alarak, 1500-2000 kişilik bir cemaatin "Azınlık Kilisesi"nin dini makamı olmaktan çıkarak, Vatikan benzeri devlet içinde devlet niteliğinde bir makam haline gelmek.

2. 1971 yılında kapatılan Heybeliada Ruhban Okulu'nu açmak

1971'de okulun bir Türk üniversitesine bağlanmasına karşı çıkılarak kapatılmasının gerçek sebebi milli mücadele dönemindeki ataları gibi Patrik Athenegoras, Metropolit Emilyanos, ,Makarios gibi Türkiye alehinde faaliyet gösteren militan Papazların hep , Heybeliada ruhban okulundan mezun olmalarıyla açıklanabilir. .

3. Ayasofya'nın tekrar kilise haline getirilmesi ve Ortodoks ibadetine açılması.

4. Patrik seçimlerinde, T.C. vatandaşı olma zorunluluğunu kaldırtmak.

Yunanistan'da devlet başkanı statüsünde askeri törenlerle karşılanan ve gene Yunanistan’ın sağladığı Bizans sembolü olan çift başlı kartal amblemi taşıyan özel bir uçakla Vatikan'a giderek Papa 2. Jean Paul ile görüşen, , ABD Başkanı Clinton tarafından Devlet Başkanlarına düzenlenen bir protokolle ağırlanıp adı New York'ta sokaklara verilen ve Amerika'da, ilk kez George Washington'a verilmiş bulunan Amerikan Kongresi Onur Madalyası ile ödüllendirilen ,bütün bu gezilerde de Türkiye'yi dünyaya şikayet ederek , Türkiye’de ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyoruz” diye veryansın eden Fener Rum Patriği Bartholomeos'un 1500-2000 kişilik cemaati olan bir kilisenin başkanı olmadığı açıktır.


İngiltere Prensi Philip'in(Philip aslen Yunan'dır) başkanı olduğu Doğal Hayatı Koruma Vakfı'nın Patmos Adası'nda düzenlenen ve Bizans ikonaları konusunda araştırma ödülü alan “Vahiy ve Çevre Sempozyumu", çevrecilik maskesi altında Venizelos gemisiyle Karadeniz’de Pontus Devleti'ni ihya etmeye amacını güden "Din, Bilim ve Çevre Sempozyumu" , Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın düzenlediği "Hoşgörü" toplantıları gibi etkinlikler, Fener Rum Patriği Bartholomeos'un gizli niyetleri ve asıl görevi hakkında bize çok net bir portre çizmektedir. .



a) Vahiy ve Çevre Sempozyumu (23 Eylül 1995)

Tören günü Patmos Adası, Doğu Roma ve Yunanistan bayraklarıyla donatılmıştı. Patriği, Patmos Adası'na götüren Yunanistan'ın tahsis ettiği "Aleksandros" (İskender) adlı yat, Çanakkale Boğazı'ndan çıktıktan sonra iki adet Yunanistan muhribi tarafından karşılanmış ve törenin yapılacağı adaya kadar refakât edilmiştir .

Patrik, Devlet Başkanı protokolüyle karşılanmış, 21 pare top atılmış, Yunan marşı çalınmış ve bir Korgeneralin eşlik ettiği askeri kıtayı teftişi sırasında, askerleri selamlarken, elindeki haçı havaya kaldırarak onları takdis etmiştir .

Ertesi gün, 24 Eylül 1995 sabahı bir manastırda yapılan çok gizli toplantıya yalnızca Avustralya, Amerika, Kıbrıs Rum Kesimi, Sırbistan, Orta Doğu ve Afrika'daki Ortodoks kiliselerin Patrik ve Başpiskoposları katılmışlardı. Toplantının yapıldığı bina askeri kordon altına alınmış ve hiç kimse yaklaştırılmamıştı .

b) Din, Bilim ve Çevre Sempozyumu (20-28 Eylül 1997)

Sempozyum, Giritli bir armatöre ait olan Yunanistan bandıralı El. Venizelos Gemisi'nde gerçekleşmiş ve ilk durak olarak Trabzon Limanı seçilmiştir

Batum, Novorossisk, Yalta, Odessa, Köstence, Varna, İstanbul ve Selanik limanlarında da birer oturum gerçekleştirilmiştir. Sempozyum, Avrupa Birliği'nin yürütme organı olan Avrupa Komisyonu'nun Başkanı Jacques Santer ve Fener Rum Patriği Bartholomeos'nun himayesini sağlamıştır.

Yunanistan, 35 yıl aradan sonra ilk kez Selanik'e gelen bir Fener Rum Patriği'ni "devlet töreni" ile karşılayarak, Patrikhane'nin Ortodoks dünyasına yönelik projesine destek verdi. El. Venizelos, Adalar Denizi'nde Yunanistan karasularındayken, iki adet Yunanistan savaş gemisi de gece yarısı selam durarak gemiye bir süre eşlik etti. Yunanistan Cumhurbaşkanı Stefanopulos, Selanik'teki devlet töreninde : "Ortodoks Kilisesi'nin günümüzün dünyevi sorunları ile de ilgilendiğini ispat ediyorsunuz..." diye konuştu.

Sempozyuma katılanlar, 28 Eylül 1997 günü öğleden sonra saat:14.00'de Selanik'te Doğu Roma İmparatorluğu döneminde inşa edilmiş olan Ayios Dimitrios kilisesinde yapılan dini törene de katıldılar.

Patrik Bartholomeos'nun yönettiği dini ayinde Selanik Kilisesi'nin başpapazı Hz. İsa'nın esir İstanbul'u Türk işgalcilerin ellerinden kurtarması için dua etti ve Doğu Roma İmparatorluğu'nun merkezi olan İstanbul'daki Patrikhane'de gerçekleştirilemeyen bu ayinin Doğu Roma İmparatorluğu'nun ikinci payitahtı olan Selanik'te yapılmasının büyük anlam taşıdığını belirtti.
Bartholomeos; ayini, üzerinde çift başlı Doğu Roma kartalı bulunan altın kaplamalı bir tahttan yönetti. Patriğin ayakları altına serilen halılar ise çift başlı Doğu Roma kartalı ile bezenmişti. Patriğin tahtının iki yanında bulunan yine üzerinde Doğu Roma İmparatorluğu'nun sembolleri ile süslenmiş daha mütevazi tahtlarda ise Bulgaristan, Sırbistan ve diğer bazı Balkan ülkelerinin başpapazları oturmaktaydı. Kilisede yaratılan görüntü Ortodoks Doğu Roma İmparatorluğu ve ona bağlı Balkan ülkelerindeki eyaletlerinin başında bulunan kilise temsilcilerinin bir araya gelişleri şeklindeydi.

1991 yılında Boğaziçi Üniversitesi rektörlük salonunda bir seminer yapılıyor. Seminerin konularından birtanesi İstanbul’un Fatih’teki Zeyrek Camii’nin “Paramikariteros” haline getirilmesiydi. Seminerde görüşülen bir başka konu ise Bizans Hipodromunun ortaya çıkarılması için Sultanahmet Camii’nin yıkılmasını isteyen Harward Üniversitesi öğretim görevlisi Jhor Sevçenko’nun teklifiydi.


Adından aslen bir Rus Ortodoksu olduğu anlaşılan Jhor Sevçenkoyu anlıyorumda 1999’da belki Turizm’e katkısı olur diye Aziz Nektorios’un Silivri’de şu an boş bir arsadan ibaret olan evinin aslına uygun şekilde inşa etmeye çalışan yerel belediyeyi anlayamıyorum. Aziz Nektorios Yunan ayrılıkçı hareketini ilk planlayıcısı ve başlatıcısıdır.

2001 yılında Ayasofya’nın “Ortodoks” ibadetine açılması AB nezninde resmen istendi .

Merkezi İsviçre’de bulunan “Süryani” topluluğu Türkiye’den resmen toprak talebinde bulundu (Ekim 2001) benzer bir iddia da 1999 yılında Ermenistan’dan geldi.

Yahudileri İ.S. 66 yılında kaybettikleri İsraildeki topraklarını da alacaklarını kimse ümit etmiyordu. Yahudiler tam 1880 yıl topraksız, vatansız ve devletsiz yaşadılar. Ama 18. yy dan sonra İsrail kuruldu . Yahudiler tevratta belirtlien toprakların bir kısmını aldılar ve devlet kurdular . İşte Hristiyan aleminin Türkiye üzerindeki emellerini kışkırtan sebep budur. Son 50 yıldır komünizm ile savaş edildiği için bu talep gündemde yoktu. Bu gün vardır.

Kurulan ev kiliselerinin sayısı 400’ü geçmiştir. Birtakım kişiler bu topraklarda bir “pontus devleti” başkenti İstanbul olan bir “Marmara Devleti”nin kurulmasını istemektedirler.

Patrikhane İstanbul’da yaşayan yoksul Rumlara ayda adam başı 200 dolar yardım yapmakta ve bu yardımlardan yaklaşık 600 Rum yararlanmaktadır.


CLINTON’UN MEKTUBU

Bu mektubu yazmadan önce Clinton Kanada ve ABD Ortodoks Kilislerini başı ve Özal’ın yakın dostu Metropolit Yokavas ile görüşüyor. Mektupta bu tür yazışmalarda geleneksel olduğu üzere Fener Rum Patrikhanesi değil tam tersine “Church Of Greece” yani Yunanistan Kilisesi kullanılıyor.

“Coğrafi itibarla Türkiye uluslararası komşuluk açısından zır bir bölgededir ve ABD Türkiye ilişkilerini ikili olarak ve NATO aracılığı ile sürdürecektir… Bu bölgedeki gerilimi en aza indirmek için Yunanistan dahil , Türkiye’nin bütün komşularıyla birlikte çalışması Türkiye’nin yarına olacaktır. Yunanistan’la olan ilişkilerinizdeki en son gerilimi azaltmak üzere hükümetiniz tarafından bazı sembolik adımlar atılabilir. Bu konuda şu anda bazı gelişmeler kaydedilmesinin denenmesi kanaatindeyim. Bu sembolik adımlardan bir tanesi , İstanbul’daki Yunan Kilisesi ( Fener Rum Patrikhanesi’nden bahsediyor) olabilir ve bu kurumun işlerlik kazanması hususunda mevcut olan bazı zor koşulları kolaylaştırmanın yollarını göz önünde bulunduracağınız ümit ediyorum”

Rum İsyanı devam ederken Patrik Grigoryos’un Mora’da Etniki Eterya’nın ileri gelenlerinden Petro’ya gönderdiği mektubun ele geçirilmesiyle ihanetinin anlaşılması üzerine 22 Nisan1821’de Patrikhanenin orta kapısında idal edilmiştir. Bu kapı o günden bugüne yas işareti olarak hiç açılmamıştır ve bilenen adı “Kin Kapısı” dır.

Fener Patrikleri T.C. yasaları çerçevesinde mahalli idare açısından Fatih savcılığına ve İstanbul Valiliği’ne muhataptırlar. Çoğu cemaatsiz 18 metropolit tarafından seçilen patrik , bu makama getirildiğinin onayını validen alır.

Yunanistan kendi dini içindeki mezheplere dahi en ufak müsahama göstermezken nasıl olurda laik Türkiye cumhuriyeti içinde ikinci bir Vatikan’a izin veririz ? Nasıl olurda statüsü cami imamından yada müftüden ileri gitmeyen Rum patriği başka ülkelerde devlet töreni ile karşılanır ?

Yunanistan’da sadece Yunan- doğu Ortodoks kilisesinin yayınladığı İncil’in okunması ve okutulması serbest bırakılmıştır. Diğer İnciller , örneğin Katolik İncili’nin okutulması hatta bazı durumlarda bulundurulması dahi suçtur. Dinsel propaganda ve protesti (dinden çevirme) kanıtı olarak yorumlanabilir ve hapisle cezalandırılır.


IV. Türk Ortodoksları:


Türk Ortodoksları ellerindeki gayri menkulleri bir türlü değerlendirememekte ve Vakıflar Başmüdürlüğü ile bürokratik bir mücadeleyi sürdürmektedir. Geçmişte Türk Ortodoks Patrikhanesine ait olan bazı gayri menkuller Hazine ve Vakıflar arasında koruma amacıyla paylaştıkları için gelir kapısı onlara masraf kapısı da bu kiliseye ihale edilmiş durumdadır.


V. Heybeliada Ruhban Okulu


Heybeliada Ruhban Okulu'nun ve özellikle de bu okulun Teoloji Bölümü'nün tekrar açılmamasının hukuki dayanakları şunlardır:

- Türkiye'nin istiklal savaşı sonrasında 1924 yılında imzalanan Lozan Antlaşması'nın azınlıklara imtiyaz değil sadece Müslüman Türk halka tanınan müsavi (eşit) muamele görme hakkı tanıması ve bu durumun Anayasa'nın 12. Maddesi'ndeki eşitlik prensibine uygun olması,

- 403 Sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun Türkiye'de dini tedrisatı cemaatlerden ve özel kişilerden alıp, devlet görevi olarak Milli Eğitim Bakanlığına vermesi,

- T.C. Anayasası'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin laik bir devlet olarak nitelenmiş bulunması ve bunun gereği olarak dini öğretim yapan özel okul açmanın ve yönetmenin yasak olması, yine aynı kanunun 28. maddesine göre bir özel okula alınabilecek yabancı uyruklu öğrenci sayısının, okulda okuyan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı öğrencilerin yüzde 20'sini aşmamak kaydıyla Milli Eğitim Bakanlığınca tayin olunur hükmünün bulunması,

- 625 Sayılı Kanunun 3. maddesinin 3. paragrafında 'askeri okullar, dini eğitim ve öğretim yapan özel öğretim kurumları ile emniyet teşkilatına bağlı okulların aynı veya benzeri özel öğretim kurumu açılamaz' hükmünün mevcut olması,

- Anayasanın 132. maddesindeki 'kanunda gösterilen usul ve esaslara göre kazanç amacına yönelik olmak şartı ile vakıflar tarafından devletin gözetim ve denetimine tabi yüksek öğretim kurumları kurulabilir' hükmüne göre patrikhane bir vakıf hüviyetinde olmadığı için patrikhaneye bağlı bir özel yüksek öğretim kurumu da açmasının mümkün olmaması,

- Anayasa'nın 24. maddesinde 'din ve ahlak eğitim öğretimi devletin gözetim ve denetimi altında yapılır' hükmünün bulunması,

- Lozan Antlaşması'nda ve öteki uluslararası sözleşmelerde azınlıklar için imtiyazlar değil, vatandaşlarla eşit haklar tanınmıştır. Din görevlilerinin özel okullarda değil devlet okullarında yetiştirilmesi, Anayasa, Anayasa Mahkemesi kararı, Yüksek Öğretim Kurumları Kanunu ve Milli Eğitim Temel Kanunu ile düzenlenmiş devlet politikasıdır. Bu nedenle azınlıklara verilecek bir hak vatandaşlar arasında azınlıklar lehine bir eşitsizliğe neden olur.
T.C. Devleti, din görevlilerini bir devlet okulu olan İmam Hatip Okulları ve devlet üniversiteleri bünyesindeki İlahiyat Fakülteleri'nde yetiştirmektedir. Eğitim-öğretim faaliyetleri devletin denetimi ve gözetimi altında yapılmaktadır. Hiçbir cemaat veya zümreye bu konuda ayrıcalık tanınmamıştır.

Heybeliada Ruhban Okulu 1971 yılında 'Özel Yüksekokulları Kapatan Kanun'un yürürlüğe girmesiyle kapanmıştır. Bu kanun çıkartılırken ve Anayasa Mahkemesi'nin 625 Sayılı Özel Öğretim Kanunu'nun bazı maddeleri iptal edilirken hiçbir şekilde Heybeliada Ruhban Okulu'nun kapatılması amaçlanmamıştır.

Yapılan düzenlemelerle, özel üniversitelerin açılmasına 'devlet denetiminde olma' şartı ile izin verilmiştir. Ancak, Patrikhane bu şartı kabule yanaşmadığı için, Heybeliada'daki okul açılamamıştır. Patriğin 'kendi din adamlarımızı eğitme hakkından mahrumuz' iddiası doğru değildir. Patriğin, sadece dini eğitim vermesi gereken bir kurumun, devletin denetimi altında faaliyet göstermesine rıza göstermemesinin nedenlerini anlamak güçtür. Bununla beraber patriğin ve kendisine bağlı 12 metropolitin T.C. vatandaşı olma şartlarının da (ki bu şartlar Lozan Antlaşması'nın ilgili maddeleri gereğidir) kaldırılması isteği gözönüne alınırsa; yani ikisi birarada değerlendirilirse durum açıklığa kavuşacaktır.

Sonuç:

1) Fener'deki Patrikhane,kendisine yasaklandığı halde siyasi faaliyetlerde bulunmaya devam etmektedir.

2) Patrikhane, siyasi faaliyetleriyle Türkiye'ye yönelik şer çemberinin içerisinde olduğunu kanıtlamıştır.

3) Patrikhane Türkiye'den çıkartılmalıdır.