31 Temmuz 2009 Cuma


Cumhuriyet Gazetesinin üzerimizde ki güveninin yıllar içerisinde nasıl yitip gittiğini,hepiniz hissetmişsinizdir.İşte Yılmaz DİKBAŞ'ın bu yazısı bu yitişin nedenlerini gözler önüne serer nitelikte.Bu soruların hepsi cevaplandırılmalı.Özellikle Kalplerimizin tacı İlhan Selçuk bir kadının üzerinde (bence altında) çöküp kalmadan. Cevaplandırılmalı ki bu sapılan gaflet ve dalaletten acilen dönülmeli.Cumhuriyet gazetesi gibi köktü bir kurum hakettiği saygın yerini almalı.
Bu böyle gitmez.
Ama yinede söylüyorum.
Bunların hiç biri suç değil.Bu telefon konuşmalarından dolayı insanlar içeride tutulamaz.Konuşmaların deşifre olması biz okurlar için iyi ama suç değil.
BALBAY ÇIKACAK YİNE YAZACAK!
İddia edilen Ergenekon terör örgütü davasında 31’i tutuklu, toplam 86 sanık yargılanmaktadır. Bugünkü tarih itibariyle bu sanıkların tümü suçsuzdur. Haklarında türlü iddialar vardır, ancak bu iddiaların hiçbiri henüz kanıtlanmamış, mahkeme henüz hiçbir mahkûmiyet kararı vermemiştir.
Davayla ilgili üç ayrı iddianame hazırlanmıştır. Birincisi 2455, ikincisi 1972, üçüncüsü de 1454 sayfadır.
Ben, ikinci iddianamenin tamamını İnternetten indirerek okudum, notlar aldım.
İkinci iddianamede kanıt olarak başlıca iki tür kaynak bulunmaktadır. Birincisi, sanıkların telefon konuşmalarının çözümleridir. Hiçbir sanık, kendisiyle ilgili bu telefon konuşmalarının çözümlerini reddetmemiş, inkâr etmemiştir.
İkinci iddianamenin kanıt olarak ortaya koyduğu ikinci kaynak, Cumhuriyet gazetesi yazarı Mustafa Balbay’ın günlükleridir. Mustafa Balbay, bu günlüklerde yazılı olanların kendisine ait olmadığını söylememiştir. Mustafa Balbay’ın itirazı, bunlar ‘günlük’ değil, bir gazetecinin ‘notlarıdır’ bağlamında olmuştur.
İster ‘günlük’ deyin, isterseniz ‘notlar’, Mustafa Balbay’ın iddianamede yer alan yazılarının varlığını ve doğruluğunu kabul etmek durumundayız.
Her ne kadar Mustafa Balbay’ın yandaşları, tutuklama sonrası, ‘Balbay Çıkacak Yine Yazacak’ kampanyası yürütmüşlerse de, Balbay dışarı çıkmadan Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başlamış, iyi de yapmıştır.
Mustafa Balbay, kendisinin bir gazetecinin ‘notları’ dediği, ikinci iddianamedeki günlüklerinde yazılı notların bir bölümünü derleyerek, Cumhuriyet gazetesinde yirmi günü aşkın bir süre, ‘Gerilimli Yıllar’ başlığı altında yayınladı.
Şimdi ben de, Mustafa Balbay’ın ikinci iddianamede yer alan, kendisinin reddetmediği telefon konuşmalarının bir bölümünü ve yine ikinci iddianamede yer alan günlüklerinden bazı alıntıları sizlere aktaracağım. Bunlar, Mustafa Balbay’ın yirmi günü aşkın süren ‘Gerilimli Yıllar’ başlıklı yazı dizisinde değinmediği bölümler olacaktır.
Tape: 1832
Tarih: 14.02.2008 günü saat 12.59
İlhan Selçuk ile İbrahim Yıldız arasındaki telefon görüşmesi.
Bu görüşmede, düşünülen bir oluşumun başına İlhan Selçuk’un getirilmesini öneren bazı önemli kişilerin bulunduğu konuşuluyor.
İlhan Selçuk, medyadaki dört televizyon kanalının; Tuncay Özkan’ın Kanal Türk’ü, Türk Metal Sendikası’nın ART’si, Kanal B ve Doğu Perinçek’in Ulusal Kanal’ı bir araya getirebilme olasılığından söz eder, ama sonra şu kaygısını dile getirir.
İlhan Selçuk- Yav bide şey var, bilemiyorsun ki yani, Doğu yarın öbür gün ne yapar, bilebiliyor musun?
İbrahim Yıldız- Evet, Doğu’ya güvenilmez ama…
Sonra başka konuya girerler.
İbrahim Yıldız- Balbay şimdi Büyükelçinin masasında şarap içiyor abi, bakalım oradan ne çıkacak, dar bir toplantı.
İlhan Selçuk- Bu Balbay gemi azıya aldı, buna bir şey düşünmek lazım, yok efendim konaklar alıyor, otomobiller alıyor, şarap içiyor…
Önce bir soru soralım.
İlhan Selçuk ve İbrahim Yıldız, neden Doğu Perinçek’e güvenmiyorlar?
Doğu Perinçek Cumhuriyet Devrimleri tamamlansın diye direttiği, ABD-AB Emperyalizmine karşı çıktığı, NATO’ya hayır deyip İncirlik’teki ABD üssünün hemen kapatılmasını dayattığı, özelleştirmeye ve gümrük birliğine son verilmesini istediği, eline bayrağımızı alıp Hıristiyan AB’nin göbeğinde kurulu mahkemede Ermeni soykırım yalanlarını yabancı ülkelerin arşivlerinden bulup çıkardığı belgelerle çürüttüğü ve Atatürk’ün Bütün Eserleri’ni bilimsel bir kurula hazırlatıp 21 cilt halinde yayımlattığı için mi güvenilir bulmuyorlar?
İlhan Selçuk ve İbrahim Yıldız bu sorumuza tez elden yanıt vermek zorundadırlar. Onların vereceği yanıtı, Cumhuriyet okurlarına duyurmak da Mustafa Balbay’ın görevi olmalıdır.
Mustafa Balbay’ın içtiği şarapla ilgili değilim.
Ama, İlhan Abi’sini bile rahatsız ettiği belli olan, bu alınan konaklar ve otomobiller sorununa Mustafa Balbay’ın bir açıklık getirmesi gerekmiyor mu?
Tape: 7728
Tarih: 25.06.2008 günü saat 20.45
Tuncay Özkan, telefonda Yaşar Okuyan ile konuşuyor. Cumhuriyet gazetesinin Ankara bürosunun açılışına davet edilmeyen Tuncay Özkan’ın öfkeli olduğu anlaşılıyor.
Tuncay Özkan- Ben de açtım İbrahim Yıldız’a, dedim ki, biz dedim o yeri biliyorsun ben unuttum…Dedim ayıp mı ettik İlhan Selçuk dedim bize haber gönderince orda 7,5 milyar para şeye, o mimar arkadaşa verip, 7,5 milyar paramızı hibe ettik hemen çıktık, onun için mi bizi çağırmadınız…
Yaşar Okuyan- (Mustafa Balbay’ı kastederek) Mustafa’nın bok yemeleri abi…
Tuncay Özkan- Tabi aynen o da Vallahi billahi dedi, çok büyük terbiyesizlik yaptık, böyle bir şey olur mu dedim, karısı dedim AKP’ye hizmet vermeye devam etsin kendisi de dolarların hakkını vesin Özbeğe (Mustafa Özbek’e) dedim…Ona bir şey demiyorum dedim, bizi çağırmadı puşt ya, o….u çocuğu ya…
Küfürleri dikkate almıyorum.
Ama şu soruların yanıtlarını Mustafa Balbay’ın okuyucularına açıklaması gerektiğine inanıyorum:
· Karısının AKP’ye hizmet ettiği doğru mudur?
· Mustafa Özbek’ten ne kadar dolar almıştır, hangi hizmetler karşılığı almıştır, aldığı dolarların hakkını vermemiş midir?
· Tuncay Özkan’ın verdiğini söylediği 7,5 milyar lira, hangi amaçla hibe edilmiştir?
Mustafa Balbay’ın 2005 tarihli siyah ajandasından:
Tarih: 11 Mart 2005 Cuma
“Emre tasmayı geçirmiş İlhan Selçuk’a dolaştırıyor fino köpeği gibi.”
Adı geçen Emre, Cumhuriyet gazetesi yazarı ve Yayın Kurulu Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Emre Kongar’dır.
Yalnız Mustafa Balbay değil, tüm Cumhuriyet gazetesi yazarları İlhan Selçuk’a, ‘İlhan Abi’ der, saygı gösterirler.
Nasıl oluyor da Mustafa Balbay, abisi İlhan Selçuk’u fino köpeğine benzetiyor?
Her Cumhuriyet gazetesi okuru çok iyi bilir ki, gazetede ipler İlhan Selçuk’un elindedir.
Peki, nasıl oluyor da Emre Kongar, tutup İlhan Selçuk’a tasma geçirebiliyor?
Cumhuriyet okurlarının bilmediği, gazete içinde başka tür ilişkiler mi var?
Bunları Mustafa Balbay’ın okuyucularına açıklaması gerekmiyor mu?
Tape No: 7679
Tarih: 25.05.2008 günü saat 22.10
Telefon konuşması Tuncay Özkan ile Ayla Y… arasında geçiyor.
Kanal Türk televizyonunun sahibiyken, türban-irtica-laiklik ekseninde AKP’ye ve dinci kesime sürekli saldıran Tuncay Özkan, en sadık yandaşlarını bile şaşırtan bir girişimle, kanalını bir dinci gruba satmış, BİZ TV’de yeni yayın hayatına başlamıştır.
Tuncay Özkan, işte bu konuyla ilgili Ayla Y… ile konuşmaktadır.
Tuncay Özkan- O Mustafa Balbay’ın da zamanı gelince ağzının ortasına sıçacam da. Şimdi bi şey yapmıyorum, eşşeoğlu eşek. Mustafa Özbek’ten paraları alıp taymak kolay, it oğlu it. İt oğlu it, hadi sok bakalım elini taşın altına da göreyim seni.
Ayla- Ha, Konya Selçuk Üniversitesi’nde neler ettiği her şey ortadaydı, çamur atmak kolay, böyle bir tercihle sıkıştırınca kim ne yapacak dedim ben de.
Tuncay Özkan- Cumhuriyet gazetesi 2 kez iflas etti, 2 kez. İflas masasında maaşlarımızı bıraktık. Cumhuriyet gazetesi hisselerinin yüzde 60’ını 3 tane adama sattı. Adamlardan bi tanesi Mafya. Benimle dalga mı geçiyorlar. Efendim Turgay Ciner’e niye satmamışım. Çok güzel, lan Bugün gazetesini…satan Turgay Ciner değil mi? Ya şimdi bana küfür ettirecekler, ya hepsinin aklı çok iyi çalışıyor ya tek biz geri zekâlıyız.
Yine küfürleri bir yana bırakalım.
Ama şu soruların yanıtlarını Mustafa Balbay’dan bekleyelim.
· Mustafa Özbek’ten ne kadar para aldınız ve neden ‘taydınız’?
· Konya Selçuk Üniversitesi’nde neler yaptınız, niçin birilerine çamur attığınız iddia ediliyor?
· Cumhuriyet gazetesinin hisselerinin yüzde altmışının, bir tarihte, üç kişiye satıldığı, bunlardan birinin Mafya olduğu doğru mu? Mafya olarak nitelenen kişi kim? Sizler, Cumhuriyet okurlarına sürekli olarak ‘Cumhuriyet gazetesi okurlarının gazetesidir, medyada bir eşi benzeri yoktur, çünkü patronu yoktur’ deyip durmadınız mı? İflasları ve gazetenin hisselerinin kimlere satılmış olduğunu okuyucularınızdan niçin sakladınız?
Mustafa Balbay’ın 9 Ocak 2004 tarihli notu.
“9 Ocak Cuma günü Genelkurmay İkinci Başkanı Org. İlker Başbuğ’la görüşme”.
Mustafa Balbay- Efendim konu Kıbrıs, ulusal güvenliğimiz açısından da önemli bir konu. İç politikayla ilgili bir yasa çalışmasında sizin görüşlerinizi alıp manşet yapsak? Haklısınız, biz bu konularda öne çıkmak istemiyoruz diyebilirsiniz. Ama Kıbrıs konusunda öne çıkmayacaksınız da hangi konuda öne çıkacaksınız?
İlker Başbuğ- Mustafa, sen biliyor musun biz aylardır Kıbrıs’la yatıp Kıbrıs’la kalkıyoruz. Bu konuda kesinlikle kabul edemeyeceğimiz şeyler var. Elbette bizim çok hassas olduğumuz bir konu. Ama biz bunu öne çıkarmadan, kamuoyu önünde tartışmalı hale getirmeden çözmek istiyoruz. Yoksa Kıbrıs’ta bizim kesin çizgilerimiz dışında bir şey yapılmasına izin vermeyiz. Bu konuda bize güvenin yav.
Şimdi burada, yalnız Mustafa Balbay’ı değil, Org. İlker Başbuğ’u da sorgulama hakkım var, kullanıyorum.
Bakın, yukarıdaki konuşmadan on ay sonra neler olmaya başladı.
· Avrupa Birliği (AB), 6 Ekim 2004 tarihinde Türkiye ile ilgili üç belge yayınladı. Bunlardan ‘İlerleme Raporu’nda, Türk limanlarının Kıbrıs Rum gemilerine açılmasının zorunlu olduğundan söz ediliyordu. AKP Hükümeti, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök ve Genelkurmay 2. Başkanı İlker Başbuğ’dan tek bir itiraz sesi yükselmedi. Tam tersi, bu kişiler ateşli AB yanlısı demeçler verdiler.[1]
· 29 Ekim 2004 tarihinde Roma’da, AB Anayasası 25 üye devletin başkanı tarafından imzalandı. 25 imzacıdan biri, ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Rum başkanıydı. Törene katılan Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül de, bu anayasayı kabul ettiklerini gösterir bir belgeyi imzaladılar. Yukarıda adları geçen üst düzey sivil-asker yöneticilerden yine karşıt bir söz yükselmedi. Tam tersine, AB’yi öven demeçlerini sürdürdüler.
· 03.12.2004 tarihinde Avrupa Parlamentosu, Türkiye’ye verdiği raporda şöyle diyordu: “Kıbrıs Cumhuriyeti, AB üye devletlerinden biridir. Türkiye ile müzakerelere başlamak, doğal olarak Kıbrıs’ın Türkiye tarafından tanınması demektir.” Yukarıda adları yazılı muhterem zevattan yine bir karşı ses yükselmedi. AB yanlılığını sürdürdüler.
· 17 Aralık 2004 tarihinde Brüksel’de yapılan toplantıda Recep Tayyip Erdoğan, ileri sürülen tüm ağır koşulları kabul etti. Bunlar arasında, Kıbrıs’ın Rumlara teslim edilişi de vardı. Yukarıda adları yazılı sivil-asker ekselanslardan yine itiraz eden olmadı. Tam tersi, AB’yi çok daha ateşli bir dille övüp savunmaya başladılar.
Şimdi, Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’a soruyorum:
Hani, nerede kaldı sizin o ‘kesin çizgileriniz’?
Hani, Kıbrıs’la yatıp Kıbrıs’la kalkıyordunuz ve bu konuda kesinlikle kabul edemeyeceğiniz şeyler vardı?
Siz, hem AB yanlısı olup hem de Kıbrıs’ın Rumlara verilmesine karşı çıkılamayacağını çok iyi biliyordunuz!
Size güvenilmesini isteyerek, neden Türk halkını bu konuda aldatıp, kandırdınız?
Ve şimdi, müthiş ulusalcı ve çok deneyimli bir gazeteci olduğu söylenen Mustafa Balbay’a soruyorum:
Yukarıda sıraladığım gelişmeler olurken, neden sık sık görüşme olanağınız bulunan Org. İlker Başbuğ’a, “Efendim, Kıbrıs elden gidiyor! AB’nin hiçbir belgesinde artık KKTC (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti) diye bir varlık yok! Sadece Rumların yönetiminde Kıbrıs Cumhuriyeti var! Nerede sizin kesin çizgileriniz?” diye sormadınız? Generallerle buluşmalarınızda, soğuk balık, bol yeşillik, bulgur pilavı yiyip rakı içerken bu sorular aklınız mı gelmedi, yoksa siz de AB yanlısı olduğunuzdan artık bu tür soruları sormanın yersiz olduğuna mı inandınız?
16 Ocak 2004 tarihli Mustafa Balbay’ın notlarından.
İlhan Selçuk, Jandarma Genel Komutanı Org. Şener Eruygur ve Mustafa Balbay konuşuyorlar.
Saat: Sabah 9.30-10.40
Genelde AKP iktidarının eylemleri değerlendiriliyor, AKP iktidarından kurtulmanın yolları görüşülüyor.
İlhan Selçuk- Tabii biz sizinleyiz. Siz bir bütün olarak hassassınız…Ama sizi bölünmüş göstermek isteyenler var. Bu çok önemli.
Şener Eruygur- Ne dediğinizi çok iyi anlıyorum. Ona dikkat ediyoruz.
İlhan Selçuk- Ben çok şey yaşadım. 9-11 yaşadık. (İlhan Selçuk, 12 Mart 1971 öncesi yaşadıklarına gönderme yapıyor-Y.D). Yani öyle bir şey olmasın isterim. Bir kez daha biz yenilen tarafta olursak, hiç istemiyorum. Bundan korkuyorum.
Şener Eruygur- Korkunuzu anlıyorum, endişeniz olmasın. Ona dikkat ediyoruz.
İlhan Selçuk- Burada uluslararası dengeler çok öneli. Çok önemli… ABD ne yapar? Bunlara destek veriyor.
Şener Eruygur- Anlıyorum. Biz de ona dikkat ediyoruz. Bakıyoruz, şu aşamada öyle görünüyorlar ama, onlar düzeni kim sağlayacak ona bakar. Bizim onlara, bunların o kadar güçlü olmadığını anlatmamız lazım.
Ülkemizin en dürüst uzman hukukçularından öğrendiğime dayanarak yazıyorum. Darbe düşünmek, darbe istemek, darbe arzu etmek ve hatta darbe tasarlamak yasaların önünde suç oluşturmuyor. Darbenin suç sayılabilmesi için, silahlı teşebbüsün bulunması şart koşuluyor.
Bu nedenle, yukarıda geçen söyleşinin suç oluşturabileceğini kabul etmiyorum.
Ancak yukarıdaki söyleşide, darbe tasarlamaktan çok daha ciddi, çok daha sarsıcı bir tablo ortaya çıkıyor.
AKP iktidarını devirmeyi tasarlayan, toplumun geniş kesiminde ulusalcı olarak bilinen İlhan Selçuk ve Şener Eruygur’un en büyük kaygıları, böyle bir girişimde ABD’nin ne diyeceği!
Açıkça anlaşılmıyor mu, darbeyi gerçekleştirseler, onların da patronu yine ABD olacak!
Patron aynı kalacak, hizmetçiler değişecek!
ABD’nin güdümünden çıkmayı akıllarının ucundan bile geçirmeyenlere Ulusalcı, Kemalist denilebilir mi?
Kemalist olmanın, Cumhuriyet Devrimlerini savunmanın hiç tartışmasız ön koşulu, anti-emperyalist olmaktır.
Emperyalizmin en büyük odağı ABD’nin patronluğunu kabul edenler, nasıl utanmadan Atatürkçü, Kemalist, Ulusalcı olduklarını söyleyebiliyor?
Yukarıdaki görüşmede bulunan Mustafa Balbay, söylenenlere tanık oluyor ama sadece konuşulanları not etmekle yetiniyor. Tek bir söz söylememesi, onun da aynı yolun yolcusu olduğunu göstermiyor mu?
Mustafa Balbay’ın ILSEL.TXT. adlı dosyada yazdıkları.
İlhan Selçuk 14 Eylül Pazar akşamı Ankara’ya geldi…Akşam Kent Otel’e gittim. Baş başa görüştük. ‘Yüzündeki şiş gitmiş’ dedi. İçkiyi azalttığımı söyledim. Sevindi.
İlhan Selçuk- Diyelim ki ben bir gün bir karının üzerinde çöküp kaldım, öldüm. O gün ne olacak? Karar verin. O gün gazetede herkes bir tarafa gidecektir. Kimi Koç’a, Sabancı’ya gidecektir. Kimi, Çapan’a, zaten gazete içinde adamları var. Benim yaşadıklarım, tecrübem, en güvenilir olarak Turgay’ı (Turgay Ciner-Y.D) gösteriyor. Hiç beni aldatmadı. Ne dediysem yaptı. Gözü kara, dediğini yapıyor. Bana Sabah’ın bilançolarını gösterdi, hep kârda.
Dilerim, İlhan Selçuk hiç kimsenin üstünde ya da altında çöküp ölmez, sağlıklı ve çok uzun bir süre yaşar.
Ama burada, İlhan Selçuk’un dile getirdiği, göz ardı edemeyeceğimiz bir kaygısı var. Ölümünden sonra Cumhuriyet gazetesinde olacaklardan kaygılı. Gazetenin Koç, Sabancı ve Çapan arasında yalpalayacağını söylüyor.
Peki, yıllarca okuyucularına Cumhuriyet gazetesi okurların gazetesidir diye yazıp durmadı mı, İlhan Selçuk?
Bir de, öldüğünde ortaya çıkma ihtimali olan kargaşayı önlemek için yaptığı öneriye bakınız: Turgay Ciner’e güveniniz, diyor. Cumhuriyet okurlarına güvenin, onlar ne yapar eder gazeteyi yaşatacak yol ve yöntemi bulur, demiyor, diyemiyor!
Mustafa Balbay da, büyük sermayenin kucağına düşmekten başka bir seçeneğimiz yok mu, diye sormuyor!
Ve tüm bu kaygılar, olasılıklar okurlardan gizleniyor. Gerçeklerle bağdaşmayan görüntüler verilerek okurlar aldatılıp uyutuluyor…
Mustafa Balbay’ın, GUNMAR05.TXT adlı dosyasının içinde, “İS’nin 21-25 Mart Ankara Ziyareti” başlığı altında yazdıkları.
İlhan Selçuk 21 Mart gecesi saat 23.00 sıralarında Ankara’ya karayoluyla geldi. Telefonla yolda konuştuk, haberler iyi, otelde konuşalım dedi. 23.30 sıralarında odadan konuştuk.
KOÇ iki temsilcisini göndermiş, Hakan Görür, Bülent Özaydınlı ve bir kişi daha.
“İlhan Abi, biz görevli geldik…her türlü desteği veriyoruz. İki milyon dolarlık destek…Bunu reklam avansı olarak veriyoruz…İşbirliğini sürdürmek istiyoruz.”
İlhan Selçuk çok sevinçli, “Yırttık Balbay, bu iş tamam, haydi hayırlısı” dedi.
Okurları tarafından Devrimci, Atatürkçü, Aydınlanmacı olarak bilinen İlhan Selçuk, Türkiye’de sermayenin en önde gelen temsilcisi Rahmi Koç’tan, reklam avansı olarak iki milyon dolar destek alınca, ‘Yırttık Balbay!’ diye sevinç çığlıkları atıyor.
İlhan Selçuk’un destek aldığı Rahmi Koç, yalnız bizdeki sermayenin önde gelen temsilcisi değil, başka unvanları da var.
Bakın, Rahmi Koç gerçekten kim.
Küresel emperyalizmin ana örgütü olan CFR’nin üyesi.[2]
Rahmi Koç, dünyayı yönetmek için kurulmuş üç gizli örgütten biri olan Bilderberg Grubu’nun da üyesi.
Hemen söyleyeyim, CFR ve Bilderberg’in üst düzey yöneticilerinin tamamına yakını Siyonist’tir.
İlhan Selçuk’a iki milyon dolar destek vererek işbirliğini sürdürmek isteyen Rahmi Koç, İstanbul Heybeliada’da Rum Ruhban Okulu’nun açılmasını önermiş, şunları söylemiştir:[3]
“Biz ne dersek diyelim, Fener Rum Patriği Bartholmeus’u tüm dünya ekümenik olarak tanıyor. Ben de Patriği, Papa ile bir tutuyorum, Papa İtalya’ya ne getiriyorsa, Patrik de Türkiye’ye onu getirebilir.”
Rahmi Koç, açıkça, ekümenik unvanlı Fener Rum Patriği liderliğinde İstanbul’da bir Ortodoks Din Devleti kurulmasını öneriyor.
Peki, bütün bunları İlhan Selçuk bilmiyor olabilir mi?
CFR ve Bilderberg üyesi, İstanbul’da bir Ortodoks din devleti kurulması yanlısı Rahmi Koç’tan, iki milyon dolar destek alınca sevinç çığlıkları atan İlhan Selçuk, anti-emperyalist olabilir mi? Atatürkçü olabilir mi? Ulusalcı olabilir mi?
Bu soruların yanıtlarını da Mustafa Balbay’dan talep etme hakkımız yok mu?
Yılmaz Dikbaş
28 Temmuz 2009
[1] Yılmaz Dikbaş, “Avrupa Birliği Tabuta Çakılan Son Çivi”, Asya Şafak Yayınları, İstanbul, Kasım 2006, 5. Baskı, sayfa: 643-653
[2] Erol Bilbilik, “Türk Bilderbegleri”, Umay Yayınları, Eylül 2006, İstanbul, sayfa: 22-29
[3] Yılmaz Dikbaş, “Avrupa Birliği Tabuta Çakılan Son Çivi”, Asya Şafak Yayınları, İstanbul, Kasım 2006, 5. Baskı, sayfa: 587-590