31 Mart 2011 Perşembe

LİBYA SAVAŞI MI?




"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

30 Mart 2011 Çarşamba

TÜRK SİLAH SANAYİ YABANCIYA SATILIYOR
26 Mart 2011-Aydınlık Gazetesi


"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."
B.O.P'UN SOL AYAĞI C.H.P


TÜRKİYE TEK KURŞUN ATILMADAN İŞGAL EDİLİYOR

28/3/2011 - UZUN SOLUKLU MÜCADELEYE HAZIR OLUN

UZUN SOLUKLU MÜCADELEYE HAZIR OLUN
Bu yazımda sizlere artık çok netleşen düşüncemi açıklayacağım.
Dün bir arkadaşım “Annem 60 yaşında, ilkokul mezunu ama olan bitene o kadar üzülüyor ve o kadar çok okuyor ki… İzmir’de düzenlenen her yürüyüşe katılıyor. Ben 35 yaşındayım tansiyon hastası oldum. Ne olacak bu gidişat. Kime oy vereceğiz abi” dedi.
Ben verdiğim cevabı yazmayacağım ama yazacağım çok şey var.
Bu anlatılanda; Türkiye Cumhuriyetinin üniter, laik,sosyal, hukuk devleti olduğunu benimsemiş, kısacası kurucu lider Mustafa Kemal Atatürk’ün,dolayısıyla da Türkiye Cumhuriyetinin sahiplerinin çektiği ızdırap var.
Birileri bu süreçten çok memnun.
Birleri de bu süreci engelleyecek bir parti adı söyleye biliyor.
Memnun olanlara baktığımızda:
Onların sırasıyla:
Fetullahçılar;
Ayrılıkçı Kürt faşistleri;
Türkiye’nin kaymağını yiyen sermaye kesimi;
Azınlıklar ve
Sağdan soldan dönmüş liboşlar olduğu çok net görülüyor.

Bir partiye AKP alternatifi olarak sarılan kesim ise CHP’liler.
Sırf AKP alternatifi olacak umuduyla, AKP’den daha beter söylemlere ses çıkarmadan körü körüne CHP’yi savunanlar.
Bu kesim ne yazık ki karşılarındaki düşmanın emperyalizm olduğunu göremiyorlar. CHP’nin önüne konulan “yeni” ekinin anlamının ne olduğunu göremiyorlar.
Belli bir süre bende sessiz kalmayı, iyi analiz etmeyi yeğledim.
Artık gelinen şu noktada içimden bağırmak geliyor.
“CHP B.O.P’NUN SOL AYAĞI OLMUŞTUR!”
Kimse kendini kandırmasın.
Deniz Baykal’ın uzun kollu oturup kısa kollu kalktığı cinsel içerikli montajına sahip çıkmayan yeni CHP’ciler, bir anda “Ben aday olmayacağım” diyen Kılıçtaroğlu’nu şaşalı bir kurultayla başa getirdirler.
Arkasından Önder Sav gibi çizgisi çok net olan kişiler liste falan derken CHP’den koparıldı.
Yetmedi; AKP’yi bile şaşırtan TSK ya ülkenin rejimini koruma kollama görevi veren 35. Maddenin kaldırılması teklifi geldi. Üstelik genel başkan Kılıçtaroğlundan.
Aşiret reisleriyle yenilen ballı börekli yemekler, diz dize sohbetlerle “Kürt açılımını AKP yapamaz ama ben yaparın” imajı çizildi.
Bunlar emperyalist ABD’nin gözüne girmek için bir şeydi ama yeterli değildi.BOP devam edecekse TSK yıpratılmalı çünkü.Bunun içinde ayrılıkçı unsurların parti içerisinde yetkili yerlere getirilmesi ve bol bol TSK ya vurulması gerekmekteydi.Fettullahçı oldukları çok net bilinen,hatta apo’nun avukatı kimliğine sahip kişiler en yetkili mevkilere getirildi.
Zaten bir tanesi “türbanla TBMM ne girmesi hiç sorun değildir” diyerek yeni CHP’nin kimliğini açıkladı.
Eee seçimlere günler kaldı ve Kılıçtaroğlu’ndan (tam da ABD ziyaretine gidilecekken)
Askerlik düşürülecek,
Paralı yapılacak,
Yaz mevsimlerinde okurken de askerlik yapacaklar.
“askerli düşürülür mü? diyenler gitsinler Avrupa’ya sorsunlar”
gibi tam da Tayyip ağzı söylemlere başladı.
“Askerlik adam öldürme sanatıdır” da dedi.
“Askerlik vatanı savunma, buna canını koyabilmektir, kahramanlıktır” diyemedi.
Ve “AKP ;Türk halkını ABD’ye karşı kışkırtıyor” tipi bir şey de dedi.
Kısacası yeni-CHP B.O.P’un SOL ayağı olmayı hak etti.
Şimdi bu yazıyı yazış sebebime geleyim.
Türkiye Cumhuriyetinin Atatürk İlkelerine bağlı,üniter,sosyal,laik,hukuk devleti olduğunu savuna gerçek sahipleri artık şunu çok iyi görmeliler.
AKP’nin iktidardan inmesi ile ülke kurtulmayacaktır. Emperyalizmin her zaman bir B,C,D planları vardır.
Hiç yılgınlığa ve küskünlüğe düşmemelidirler.
Uzun soluklu bir mücadele için enerjilerini toplamalılar ve diri kalmalıdırlar. İşte Atatürkçü olmak budur. Ülke çoktan işgal edildi. Üstelik tek kurşun atmadan. Kurşunu olmadığından değil, atacak yüreği olmayanların belirli yerlerde olduğundan. Emperyalizm 100. yılını doldurmamış ülkemizin başına yine çöreklendi. Ama bu kez daha sinsi daha bizim gibi.
Uzun soluklu bir mücadeleye hazırlanın çünkü ismi Türkiye Cumhuriyeti olsa da bu ülke artık bizim değil.TEKRAR ALANA KADAR.
28 Mart 2011
Levent Kalem


Yazımdan bir gün sonra:29 Mart 2011 aydınlık gazetesinden bir haber.
30 mart 2011 hürriyet ten bir haber:



ve çok önceleri bir derleme haber:

"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."
LİBYA'DA ABD VE İNGİLTERE PARMAĞI


"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."
ERGENEKON TERTİBİNİN BAŞLANGICI.
-DOLMABAHÇE GÖRÜŞMELERİ-
29Mart 2011 Aydınlık gazetesi
30 Mart 2011-Aydınlık Gazetesi


"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

14 Mart 2011 Pazartesi

İKLİM BAYRAKTAR OLAYINI ANLAMAK-ODATV'NİN VE CHP'NİN YANLIŞLARI- FATMA SİBEL YÜKSEK


Blogtan Not: Bence bu yazı son noktadır. Kendini birazcık basın-yayının içinde gören zat-ı muhteremler utanır da susar.Ama sanmam; mahalle ağzı dedikoduculuğu,spotların altında cilalanmış yüzleri,kırılmış,yayılmış konuşmalarıyla kendini medyatik sanan yanaşmalar olduğu sürece.


Bu olaydan anlaşılıyor ki Kemal Kılıçdaroğlu'nun "dosya merakı" kendisi için bir zaaf haline gelmeye başlamış. "Elimde dosya var", "görüntü var", "kayıt var" diyen kapıdan destursuz girebiliyor.
Hâsılı, işin içinde haddini bilmez bir muhterisin şımartılması var, daha kendi kapısının önünü süpüremezken muhalefe partisine "medya stratejisi" sunmaya kalkışma var. Sarışın hatun görünce yamulan Türk erkeği var, yamulan Türk erkeğini görünce büyük yerlere geleceğini zanneden sarışın var, cin olmadan adam çarpmaya kalkışma var, basiretsizlik var, kötü yönetim var, "sen benim sırtımı kaşı, ben senin sırtını kaşıyayım" var.
Peki ne yok?
İklim Bayraktar olayının ne CHP ve muhalif kesimlerin öne sürdüğü gibi bir "Cemaat-AKP komplosu", ne de iktidar çevrelerinin empoze etmeye çalıştığı gibi "Ergenekon kumpası" olduğuna inanmıyorum. Her iki taraf da ezberlerden hareket ediyor ve seçim öncesi herkes bu olaydan kendince bir biçimde post çıkarmaya çalışıyor.
Karşımızdaki olay keşke "organize bir komplo" olsaydı. En azından doğru ipuçları yakalamaya çalışır ve bu vesileyle zekâlarımız belki biraz daha gelişirdi. Bu ülkede ne yazık ki olaylar, büyük filmlere, romanlara konu olacak boyutta yaşanmıyor. Çapsız insanlar, ucuz senaryolar, dedikodu, cahillik, belden aşağı vuruşlar ortasında hepimiz her geçen gün biraz daha kirleniyoruz.
İklim Bayraktar olayı, iktidarından muhalefetine, ordusundan medyasına bütün kurumların nasıl çürüdüğünün, kaliteli insanların nasıl tasfiye edildiğinin ve ortalığın nasıl beş para etmez şahıslara kaldığının resmidir.
38 yaşına kadar gazetecilikte dikiş tutturamamış, on beş yaşında çocuk annesi bir kadın, afili bir CV yazıp sanki gazetecilikte iş böyle aranırmış gibi Ankara'da o gazete senin, bu televizyon ben dolaşıp duruyor. İletişim Fakültesi'ni yeni bitirmiş bir genç, CV yazarak stajyerlik talebinde bulunabilir ama 38 yaşına kadar gazetecilikte kendisini gösterememiş birinin CV ile anlatacak neyi olabilir ki? Ankara'da bütün gazeteciler uzaktan veya yakından birbirini tanır, herkesin yaptığı işler ,yazdığı haberler bilinir. Diyelim bir kuruma CHP muhabiri mi alınacak; bu işi yapan gazeteciler zaten bellidir, hepsi yılların muhabiridir. Ya mevcut kurumlarda çalışanlardan biri transfer edilir, ya da o anda işsiz olanlardan biri seçilir.
Siyasi parti muhabirliği öyle kolay bir  değildir. Bir kere Meclis ayağını izleyemezseniz alanınıza hakim olamazsınız. Sadece Genel Merkez'den gazetecilik yapılamaz. Meclis'i izleyebilmek için ise katı kurallar mevcuttur. En az 5 yıldır basın kartı taşıyor olmanız gerekir, o da yetmez çalıştığınız kurumun sizin için parlamento muhabiri kartı çıkarttırması gerekir. Kurumun ve gazetecinin beyanına da bakılmaz, mesleki kıdem durumu Basın Enformasyon Genel Müdürlüğü'nden düzenli olarak sorgulanır. Aynı şartlar Başbakanlık, Genelkurmay, Yargı muhabirleri için de gereklidir. Ankara'da gazetecilik en alt basamaktan başlayan bir kıdem ve ihtisas anlayışına dayalı olduğu için öyle istediğiniz zaman ortaya çıkıp "Ben CHP muhabiriyim", "Ben Başbakanlık muhabiriyim" diyemezsiniz.
CHP'yi Ankara'da yıllardır izleyen Türey Köse (Cumhuriyet), Sema Bingöl Ecer (CNN-Türk), Sibel Erdem (NTV), Okan Konuralp (Hürriyet), Zihni Erdem (Radikal),Abdürrezak Oral (Akşam), Hale Gönültaş (Vatan), Hülya Karabağlı (Sabah), Süleyman Kurt (Zaman) gibi muhabirler vardır.
Hepsi de mesleklerini etik kurallara uygun biçimde yıllardır sürdüren gazetecilerdir. Düşünün, bu deneyimli muhabirlerin hiç birisi CHP'de kafasına göre at koşturamıyor- koşturmuyor ama kim olduğu belirsiz, basın kartı bile olmayan bir şahıs, son derece lâubali ve cıvık bir tarz içinde o kat senin,bu oda benim gezip duruyor. Hem eski Genel Başkan Deniz Baykal ile, hem de Kemal Kılıçdaroğlu ile odalarında görüşüp abuk subuk konular açıyor, gazetecilik sınırlarını tamamen ortadan kaldırıp bayağılığın dibine vuruyor.
Gazetecilik hareketli, gözönünde olunan, kişinin sosyal etkisini güçlendiren bir meslektir. Dolayısıyla, taliplisi çoktur, aklı hırsının yüz fersah gerisinde bazı tipler bu mesleğe sık sık musallat olurlar. Gazeteciliği böyle tiplerden koruyacak olan öncelikle kurumların başındaki yöneticilerdir. Tecrübeli gazete ve televizyon yöneticileri her "gazeteciyim" diyene kapıları açmazlar. Eğer gençse potansiyeline bakarlar ve staj imkânı tanırlar, İklim hanım gibi yaşı geçkin olanların da daha önce nerelerde çalıştığına, hangi haberleri yaptığına, basın kartı olup olmadığına, varsa kaç yıldır taşıdığına vs. bakılır.
Odatv'de yayımlanan "yarı resmi açıklamadan" anlaşıldığına göre bu hanım , bütün gazeteleri dolaşırken bir CV de ANKA Ajansı'na bırakmış. Ben bilmiyordum ama aynı zamanda Odatv'nin Ankara Temsilcisi olan Mümtaz İdil, anlaşılan şu anda o ajansın yöneticilerinden birisi. Mümtaz İdil, CV'ye bakmış ve "Seni ANKA'da değil ama istersen Odatv'de çalıştırabiliriz" demiş.
Mümtaz İdil'e Allah acil şifalar versin, kendisi Ankara'da sevilip sayılan bir entellektüeldir. "Entellektüeldir" diyoruz çünkü aslında gazeteci değil edebiyat eleştirmenidir. Özellikle Rusça klasik eserler üzerine yazılmış değerli makaleleri mevcuttur. Ankara'da, İstanbul'da olduğu gibi "edebiyat eleştirmenliği" diye bir meslekten ekmek yemek pek mümkün olmadığı için bu alanlarda uzmanlaşmış insanlar da gazetecilik potası içinde eritilirler.
Basında yöneticilik tecrübesi olmayan İdil, sadece cafcaflı yazılmış bir CV'ye bakarak karar verirken eminiz CHP'nin ve Odatv'nin başına gelecekleri düşünemezdi. Keşke, Anka Ajansı'nın deneyimli Genel Müdürü Veli Özdemir'in fikrini sorsaydı.
Çalışılacak yerin bir internet sitesi olması, maaş falan verilmeyecek olması gibi durumlar da kararı kolaylaştırmış olabilir. Velhasıl İklim Bayraktar, Odatv'ye bu şekilde dalış yaptıktan sonra 5 ay gibi çok kısa bir sürede sitenin kendi deyimiyle "uçuşa geçmiş". Laubalilikte, densizlikte sınır tanımaz bir noktaya gelmiş. Bazı kadınlarda "Tacize uğradım, kadın olduğum için engelleniyorum" şeklinde bu işin gerçek mağdurlarının gözden kaçmasına neden olan klişe bir davranış vardır. Böyle bir sansasyon üzerinden meslek kollarında "kadın sorunu" yaratarak var olmaya çalışırlar.
Basında taciz yok mudur? Kuşkusuz vardır, ancak 38 yaşına gelmiş bir kadın bununla nasıl başedeceğini bilir. Ne insanları haksız töhmet alında bırkmadan, ne de kendisini rezil etmeden sorunu uzaklaştırır. Böyle aklı başında bir insana tacizde bulunmaya kimse de cüret edemez zaten.
Ama bu hanım her nasılsa, gittiği her yerde sürekli taciz ediliyor. Anlaşılan bunu da "güzel ve başarı potansiyeli yüksek" bir kadın olmasına bağlıyor. Tarzının kendisini ne kadar itici ve çirkin gösterdiğini bilmeden konuşuyor da konuşuyor. www.gazetecier.com'dan Hacer Alkan'ın da yazdığı gibi sanki Türk basını hayatında ilk kez güzel kadın görüyor!. Zannedersiniz ki millet girmiş sıraya, "İklim Bayraktar gelse de taciz etsek" diye birbirini eziyor...Burası Pakistan mı kardeşim?
Kendini bilmezlik, cahillik, meslek kültüründen yoksunluk had safhada. Bütün bu kepazeliğin üstüne bir de Fatih Altaylı'nın programına çıkıp "Ben aslına buraya 8 Mart vesilesiyle basını, medyada kadın sorunun konuşmaya geldim" diyor. Sen kimsin? Medyada kadın sorunun konuşmak sana mı kalmış?
Bunu söylerken de "Yemek" diye bir dergiyi çıkarıp gösteriyor. Daha önce bu dergide çalışmış...Güler misin, ağlar mısın...
Peki bu insan, kendisine "gazeteciyim" diyerek bu kadar pespaye bir biçimde ortalıkta dolaşırken Odatv'nin yetkilileri ne yapıyor?
Onlar büyük işlerle uğraşıyorlar.. "Büyük balıklar" kovalıyorlar... CHP'nin elindeki televizyon kanalını kelepire kapatıp sözüm ona "muhalif medya" yaratacaklar!
Soner Yalçın'ın yanında gezdirdiği "beyin takımına" bakar mısınız:
Hakan Aygün, Murat Ongun, Oray Eğin...
Oray Eğin, New York'un lüks barlarından çıkacak da "muhalif medya" diye kıvranan halkımızın yarasına merhem çalacak öyle mi?
Hakan Aygün'ün magazincilikten, ağzını yaya yaya haber sunmaktan, Ufuk Güldemir'den öğrenilmiş megalomanlıktan, abartıdan, şımarıklıktan başka nesi var?
Murat Ongun kimdir? Ülke paramparça edilirken, Cumhuriyet'in bütün mirası ayaklar altına alınırken "gazeteci" olarak hangi tavrı almış, hangi bedeli ödemiş de Odatv'den medet umacak hale gelmiş iyiniyetli, yurtsever kitle adına kapalı kapılar ardında pazarlık masalarına oturuyor?
Bu arada yazık edilen Odatv'nin fedâkar okuyucuları, yorumcularıdır. Orada "milli" bir nabız atıyor, bir feryat yükseliyor, ülkenin gün be gün elden gittiğini gören halk tabanı sarılacak yer arıyor. İsyanlar, kaygılar yorumlara dökülüyor ama gelin görün ki sadece istatistik değer olarak ve "şu kadar tekil kişi girişimiz var" adına pazarlık masalarına sürülmekten başka bir işe yaramıyorlar.
Odatv'nin dinamik yorumcularına baktığımızda, amigoluk yapan bir kaç kişi dışında çoğunun olup bitenleri doğru okuyan, bilinçli insanlar olduğunu görüyoruz. Gördükleri bütün yanlışlara rağmen, sırf böyle bir potansiyel hebâ olup gitmesin diye Odatv'yi desteklemekten vazgeçmiyorlar..
Ya bu arkadaşlar ne yapıyor? Onlar büyük oynuyor, büyük planlar yapıp büyük stratejiler üretiyorlar... Yalçın Küçük'ün Akşam gazetesine anlattığına göre "Teşvikiye'nin lüks lokantalarında buluşuyorlar. Aralarına kimi zaman Saba Tümer de şen kahkahalarıyla katılıyor"...
Elitleştikçe elitleşiyorlar, koptukça kopuyorlar. Toplumun feryadı arşa çıkıyor, Odatv'nin haberleri, ücretsiz çalışan amatör editörlere teslim ediliyor, hüküm-hükümet İklim Bayraktar gibi ne olduğu belirsiz insanların eline geçiyor. Kadın meydanı o kadar boş buluyor ki 88 yıllık partinin Genel Başkanı'na çat kapı çıkıp "Bana kayıt cihazı ver, belden aşağı görüntü çekeceğim" diyebiliyor...
Bu arada, ayyuka çıkan kepazelikler, ucundan kıyısından Soner Yalçın'ın kulağına gidiyor. O da telefonlarının dinlendiğini bile bile kadını arayıp "Nedir şu taciz olayı bi anlat bakiim" diyor. Kadın ballandıra ballandıra bir daha anlatıyor. Soner Yalçın daha sonra, "Doğan Yurdakul'la oturuyorduk, yanımıza geldi olayı anlattı. Hatta kendi aramızda espri yaptık" diyor. Esprisi yapılacak konu mudur bu? Senin kurumunun kimliğini kullanarak ortalıkta dolaşan bir kadın 50 yıllık siyasetçi hakkında olmadık iddialarda bulunuyor, duruma hemen el koysana. Bu kadın kimdir ki eşitinmiş gibi muhatap oluyorsun?
Düşünün, Ceyhun Bozkurt gibi başarılı bir muhabirin, Müyesser Yıldız gibi birikimli bir gazetecinin, Kıymet Nadir Bindebir gibi keyifli bir kalemin, Banu Avar gibi bir itibar abidesinin barınamadığı Odatv'de, İklim Bayraktar gibi bir çapsız cirit atıyor. Altı ayda siyasilerle ve kurum yöneticileri ile "sen" diye konuşacak noktaya geliyor. Uyduruk uyduruk yazıları "İklim Bayraktar yazıyor" anonsu ile ve de artistik pozlar eşliğinde çarşaf gibi sergileniyor.
Odatv yolgeçen hanına dönmüş, bırakalım İklim Bayraktar'ı Rafael Sadi bile orada kendisine bir köşe kapıp yazılar yazmaya, açık açık İsrail politikalarının propagandasını yapmaya başlıyor, yayınlanan haberleri yönlendiriyor. Rafael Sadi kimdir? Gazeteci görünümlü bir İsrail devleti görevlisi...
Ya CHP'nin haline ne demeli?
"Ben Odatv'den geliyorum" diyen birine sırf bacakları uzun ve saçları sarı diye bütün kapılar açılıyor. 25 yıllık parti muhabirlerinin girmediği kapılara girip çıkmaya başlıyor. Baki Özilhan gibi eski bir kurtla bilgisayarının başına oturup mail atacak kadar yakınlaşabiliyor. Muharrem İnce gibi kendisinden siyasi tecrübe ve feraset beklenecek bir parti yöneticisi bile bu kadına bir AKP'linin "uygunsuz halleri" konusunda haber yaptırmaya kalkışıyor. Evine kadar gidip otomobiliyle alıyor. Sonra ikisi de ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar, haberi yapamadıkları gibi kamuoyu nezdinde kendileri perişan oluyorlar...
Kemal Kılıçdaroğlu'nun durumu derseniz iyice utanç verici. Ne idüğü belirsiz bir internet muhabiri ile muhatap olup, onun anlattığı seviyesiz şeyleri dinleyebiliyor. Konu ister Deniz Baykal, ister "üst düzey bir AKP'li" olsun, Kılıçdaroğlu bir parti başkanı olarak ağırlığını bilip bu kadınla muhatap olmamalıydı. "AKP'li hakkında malzeme getireceğim" dese bile ilgilenmemeli, ensesinden tuttuğu gibi dışarı atmalıydı. Sonra da "Bu kadın bir daha bu partiden içeri girmeyecek" diye talimat verip parti içinde o kadar rahat hareket edebilmesine fırsat verenlerden hesap sormalıydı. Böyle bir kadınla, hem de böyle çirkin konularda muhatap olarak CHP'yi, iktidar partisini zor duruma sokmak için olmadık insanlarla belden aşağı konularda işbirliği yapan bir parti konumuna düşürdü.
Ayrıca bu olaydan anlaşılıyor ki Kemal Kılıçdaroğlu'nun "dosya merakı" kendisi için bir zaaf haline gelmeye başlamış. "Elimde dosya var", "görüntü var", "kayıt var" diyen kapıdan destursuz girebiliyor. Böyle giderse, CHP liderini çakma bir dosyayla tuzağa düşürürler. "Büyük balık" yakalayacağım derken, elinde oltanın ipiyle kalıverir..
Bu olaydan şunu da anlıyoruz ki CHP ile Odatv arasındaki ilişkiler fazla girift hale gelmiş, mesafeler ortadan kalkmış. CHP, Odatv'yi istediği haberi pompalayabileceği bir mecra olarak görmeye başlarken, Odatv de "fırsat bu fırsat" deyip CHP'nin etinden, sütünden yararlanmaya kalkışmış. Eldeki televizyonu ucuza kapatıp voltranı oluşturmaya çalışmışlar...
Hâsılı, işin içinde haddini bilmez bir muhterisin şımartılması var, daha kendi kapısının önünü süpüremezken muhalefe partisine "medya stratejisi" sunmaya kalkışma var. Sarışın hatun görünce yamulan Türk erkeği var, yamulan Türk erkeğini görünce büyük yerlere geleceğini zanneden sarışın var, cin olmadan adam çarpmaya kalkışma var, basiretsizlik var, kötü yönetim var, "sen benim sırtımı kaşı, ben senin sırtını kaşıyayım" var.
Peki ne yok?
Akıl yok, izan yok, karakter yok, kamuoyuna karşı sorumluluk yok..
CHP, ses yalıtımlı odalarda toplantı yapıp "İşin içinde uluslararası boyutlar var" diye iri laflar edeceğine kendi içinde bulunduğu duruma bir baksın.
Odatv de öyle...
Son sözüm:
Örtün ki ölem...
Fatma Sibel Yüksel
Açık link: http://www.acikistihbarat.com/Yazilar.asp?yazi=930




"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

13 Mart 2011 Pazar


ILIMLI İSLAM ADI ALTINDA İSLAMİYET'İN HIRİSTİYANLAŞTIRILMASININ
DOLAYISIYLA FETTULLAH'IN OLUŞ VE DESTEKLENİŞ SEBEBİ


"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."
KİMSE KENDİNİ KANDIRMASIN:
BU BİR YARGILAMA DEĞİL.BİRİLERİNİN KAN DAVASI

PROF.DR. HABERAL'IN İKİ YILDIR YAŞADIKLARI

Başkent Üniversitesi Kurucu Rektörü Profesör Doktor Mehmet Haberal, sağlık durumunun hayati risk taşıdığı raporlarla defalarca ortaya konmasına karşın tedavi gördüğü hastaneden Silivri Cezaevi'ne nakledildi. Peki bu noktaya gelene kadar neler yaşandı. İşte dünyaca ünlü bir bilim adamının Türkiye'de son iki yıldır yaşadıkları...
Tarih 13 Nisan 2009

Başkent Üniversitesi kurucu rektörü Prof.Dr.Mehmet Haberal gözaltına
alındı.

Tarih 17 Nisan 2009

Haberal, tutuklandı. Hem tutukluluk kararını öğrendiğinde hem de metris
cezaevinde kalp spazmı geçirmesi üzerinde Cerrahpaşa Tıp Fakültesine
sevk edildi. Yoğun bakımda bir süre kaldıktan sonra kardiyoloji servisine
çıkarıldı.

Haberal'ın tutukluluğuna yapılan ilk itirazdan sonraki tüm tahliye talepleri
14.Ağır Ceza Mahkemesinin başkanı Erkan Canak, mahkemenin savcısı ve 12.Ağır
Ceza Mahkemesinin üye hakimi Nejat Ede tarafından kabul edilmesine rağmen oy
çokluğuyla tutukluluk halinin devamına karar verildi. Nejat Ede, tahliye
yönünde oy kullandıktan sonra "kurumsal baskı altındayım" diyerek heyetten
çekilmişti. Ede, dilekçesinde "objektif karar verdiğime ve tarafsızlığıma
eminim. Ancak kamuoyunda tarafsızlığımdan şüphe uyandıracak haberler yer
alması bile rahatsız edici. Ben çekiliyorum"
ifadelerini kullanmıştı. Canak
da yaklaşık 2 yıl sonra görevinden alındı. Onun yerine "Yargıtay 4.Hukuk dairesinin Haberalla ilgili, hukuka aykırı tutuklama kararı verdiği gerekçesiyle tazminata mahkûm ettiği ve heyetteki en kıdemsiz üye olan Rüstem Eryılmaz getirildi. Eryılmaz, Haberal'ı tutuklayan hakimdi.

Haberal'ın avukatları, tahliye taleplerinin somut olmayan gerekçelerle
reddedilmesi üzerine Haberal'ı tutuklama kararı veren, tahliye taleplerini gerekçesiz
reddeden 9 hakim hakkında tazminat davası açtı.

Tarih 31 Ağustos 2009

Prof. Dr. Mehmet Haberal'ın sağlık durumunun incelenmesi için Adli Tıp
Kurumuna sevki istendi.

Tarih 1 Eylül 2009

Haberal ambulansla Adli Tıp Kurumuna getirildi. İncelemelerin ardından
tedavi gördüğü İstanbul Kardiyoloji Enstitüsü'ne geri götürüldü. Adli Tıp Kurumundan çıkan raporda ise Haberal'ın hayati riskinin devam ettiği, Kardiyoloji
Enstitüsünde yapılan tedavi ve teşhisin doğru olduğu vurgulandı. Ancak bu
açıklamayla çelişerek,"hastanın yatarak tedavi görmesine gerek yoktur"
denildi.

Tarih 5 Nisan 2010

Haberal savunmasını yaptı. Tutuklandıktan 1 yıl sonra Hastanede tedavi
gördüğü ve hayati riski devam ettiği için video konferans yöntemiyle alındı
Haberal'ın savunması. İlk kez hakkındaki iddiaları yanıtladı ve suçlamaları
reddetti. Kendisine isnat edilen tüm iddiaları çürüttü. Haberal'ın
avukatları savunması alındıktan sonra da tahliye talebinde bulundu. Talepler
bu kez de 13. Ağır ceza mahkemesi başkanının muhalefet şerhiyle 2 ye 1 oyla
tüm sanıklarla aynı şekilde atılı suçun katalog suçlardan olması gerekçe
gösterilerek reddedildi.

Tarih 8 Haziran 2010

Yargıtay 4.Hukuk dairesinden beklenen karar çıktı ve davaya, ilk derece
mahkemesi olarak bakan Daire, hakimlerin her birinin Prof. Dr. Mehmet
Haberal'a bin 500 TL manevi tazminat ödemesine hükmetti.

Tarih 20 Ağustos 2010

Bu gelişmelerden hemen sonra duruşma savcısı Mehmet Ali Pekgüzel, Haberal'ın saglık durumuyla ilgili bir yıldan fazla bir süre önce yani 16 Ekim 2009 tarihinde düzenlendiği ileri sürülen işleme konmamış taslak raporu istedi. Pekgüzel, rapor taslağının daha önce herhangi bir adli makama gönderilip gönderilmediğini, gönderilmedi ise nedeninin açıklanmasını talep etti. İşin ilginç yanı bu rapor taslağı bazı basın yayın organlarında
yayınlandığında savcının hiçbir işlem yapmamasıydı.

Tarih 30 Eylül 2010


İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji enstitüsü mahkemeye gönderdiği yazıda Haberal'ın hastane dışında da tedavi edilebileceğine dair bir rapor taslağının düzenlenmesinin ardından hastanın çekilen monitör kayıtları, holter ve hormon testleri sonunda kullandığı ilaçların yan etkisinin tespit edildiğini vurguladı. Bunun üzerine rapor taslağının Haberal'ın sağlık durumundaki olumsuz gelişmeler üzerine tıbben geçersiz hale geldiği
belirtildi. Yani bu taslak raporlaştırılmadı.


Tarih 2 Kasım 2010

Mahkemede ilginç bir gelişme daha yaşandı. Haberal'ın tahliyesini isteyen
Mahkeme başkanı Köksal Şengün'ün izinli olması nedeniyle, Hasan Hüseyin
Özese'nin mahkemeye başkanlık ettiği bir günde savcı söz istedi. Taslak
raporun mahkemeden gizlendiği gerekçesiyle ilgililer hakkında suç
duyurusunda bulunulmasıydı savcının talebi. Bu talebi karara bağlayacak
heyetin Haberal'ın dava açtığı hakimlerden oluşması,heyete başkanlık eden
Özese'nin talep günü dışında savcıya söz vermesi soru işaretlerini arttırdı.

Tarih 5 Kasım 2010

Savcının suç duyurusu talebinin karara bağlanacağı tarih önemliydi. Aynı
gün Yargıtay Hukuk Genel Kurulundan Haberal'ın tazminat davası açtığı
hakimler ile ilgili karar çıkacaktı. Avukatlar,suç duyurusu talebiyle ilgili
nihai kararın Hukuk genel kurulunun kararını açıklayacağı haftaya denk
gelmesini Haberal'ın doktorlarının sindirilmesi ve Hukuk genel kurulunun
baskı altına alınma çabası olarak yorumladı. Ancak Kurul, temyiz isteminin
ikinci görüşmesinde dairenin kararını onadı ve hakimler tazminata mahkum
edildi.

Tarih 10 Kasım 2010

İstanbul üniversitesi Kardiyoloji enstitüsünün mahkemeye gönderdiği yazıya
rağmen hekimler hakkında soruşturma başlatıldı.


Tarih 3 Aralık 2010

Doktorlar adliyede... Soruşturma çerçevesinde İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp
Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Zerrin Yiğit,
Kardiyoloji Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Erhan Kansız, Prof. Dr. Cengiz
Çeliker ve Prof. Dr. Sezer Karcıer adliyeye gelerek ifade verdi. Doktorların
avukatı Fesih Delidere yaptığı açıklamada müvekkillerinin şüpheli sıfatıyla
ifade verdiğini söyledi.

Doktorların sorguda Haberal'ın taburcu olabileceğine ilişkin taslak metnin
zaten taburcu olması için yeterli olmadığını söyledikleri öğrenildi. Sonraki
raporda ise sağlık durumunun elverişli olmadığı yönünde görüş vurgulandığı
ve bunun da basında yer aldığını ifade eden doktorların, Prof. Dr. Mehmet
Haberal'ın taburcu olabilmesi için kendi hazırladıkları raporun değil,
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ndeki kurul raporunun gerektiğini söyledikleri
belirtildi.

Tarih 4 Aralık 2010

Haberal'ın avukatları bir basın açıklaması yaptı. Avukat Dilek Helvacı ve
Serdar Özersin, Yargıtayın 4. hukuku Dairesi'nin, Prof. Dr. Haberal'ın
tazminat davası açtığı 9 hakim hakkında verdiği karardan sonra raporun
gündeme gelmesinin düşündürücü olduğunu söyledi.

Tarih 20 Aralık 2010

Sabah erken saatlerde Profesör Doktor Mehmet Haberal'ın tedavi gördüğü
İstanbul Kardiyoloji Enstitüsü'ne gelen jandarma ekipleri, Haberal'ı Adli
Tıp Kurumu'na götürmek istedi. Ancak Mehmet Haberal'ın sağlık durumu hareket
etmesini engelleyecek kadar ciddiydi. Sağlık raporları da bu bilgiyi
doğruluyordu. Profesör Doktor Mehmet Haberal'ın avukatı Dilek Helvacı, 13.
Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen Adli Tıp Kurumu'na sevk kararına,
mahkeme başkanının itiraz ettiğini söyledi. Ancak bu karar Mahkeme başkanı
Köksal Şengün'ün muhalefet şerhi ve Haberal'ın sağlık durumunu ortaya koyan
sağlık raporlarına rağmen verildi. Avukatlara göre,Mahkeme kararı insan
hakları açısından da sorunluydu.


Tarih 28 Aralık 2010

Prof.Dr. Mehmet Haberal'ın hastanede tedavi gördüğü günden bu yana 15'i
aşkın rapor hazırlandı. Bu raporlarla hayati riskinin devam ettiği sabitlendi. 28 Aralık tarihinde çıkan son raporda da "ani ölüm riski vardır " tespiti yer aldı.

Tarih:11 ocak 2011

Prof.Dr.Mehmet Haberal'ın sağlık durumuyla ilgili işleme konmayan taslak rapor hakkında başlatılan soruşturmada ilginç bir gelişme yaşandı. Haberal'ın tedavi gördüğü hastanenin müdürü Prof.Dr.Erhan Kansız tutuklandı. Kansızın, soruşturmada dinlenilen tanıkların beyanı kapsamında, "örgüte yardım ve yataklık etmek" iddiasıyla tutuklandığı belirtildi. Profesör kansız daha önce de aynı soruşturma kapsamında 3 doktorla birlikte
"şüpheli" sıfatıyla ifadesi alınarak serbest bırakılmıştı.


Tarih:19 ocak2011

Hastaneye baskın. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu müfettişleri ve
beraberindeki terörle mücadele polislerinden oluşan yaklaşık 30 kişilik ekip
Haberal'ın tedavi gördüğü hastanede arama yaptı. Haberal'ın tedavi gördüğü 4
metrekarelik odaya bir anda silahlı 15 polis girdi. Bu arada, Profesör
Haberal'ın odası ve kalp rahatsızlığı nedeniyle tedavi gören birçok hastanın
bulunduğu enstitünün koridorlarından polis sesleri yükseldi.
Polis Mehmet Haberal'ın odasının bulunduğu katı da tamamıyla ablukaya
aldı.Ani ölüm riski taşıyan Profesör Doktor Mehmet Haberal'ın sağlık durumu
kötüleşti. Haberal'ın doktorları hastaneye çağrılmak zorunda kalındı. Mehmet
Haberal'ın iki doktoru hastaneye ulaştı. Profesör Doktor Mehmet Haberal sağlık
durumunun ağırlaşması nedeniyle monitöre bağlandı.Haberal'ın tedavi gördüğü
odanın yanında bulunan oda, refakatçi odası, hekimlerin kullandığı oda ile
diğer odalar ve koridorun tamamı arandı. Amaç diğer odalar arasında bir
bağlantı bulunup bulunmadığını kontrol etmek. 6 buçuk saat süren arama gece yarısı
son buldu. Prof. Doktor Mehmet Haberal'ın avukatı Köksal Bayraktar arama ve
Haberal'ın sağlık durumuyla ilgili açıklama yaptı.


Tarih:26 ocak 2011

Adli Tıp uzmanları hastanede. Haberal’ın sağlık durumunu incelemek üzere Adli
Tıp kurumu uzmanları İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü'ne gitti.
Haberal'ı muayene eden uzmanlar yaklaşık 1 saat odada kaldı..Görevliler
1 saat kadar da idari birimde Haberal'ın tedavisini yapan hekimlerle
görüştü..

Avukatlar , Haberal'ın son
günlerde yaşadığı stres,baskı ve depresyonun tetiklemesiyle kalp ritminin
giderek bozulduğu ve tansiyonunun da sürekli yükseldiğini ifade etti..
Bu gelişmelerin ardından Profesör Doktor Mehmet Haberal, Adli Tıp Kurumu'nun tetkiklerin başka bir hastanede tekrarlanması istemiyle Mehmet Akif Ersoy Göğüs, Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesine sevk edildi.

Burada yapılan tetkikler sonucunda da Profesör Doktor Mehmet Haberal'ın hayati risk taşıdığı yönündeki bulgular bir kez daha doğrulandı.

Tarih 11 Mart 2011
Profesör Doktor Mehmet Haberal, Adli Tıp Kurumundan çıkan rapor çerçevesinde Silivri Cezaevine nakledildi.


"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

PROF.DR. MEHMET HABERAL
1944 Rize'nin Pazar ilçesi Subaşı Köyü'nde doğdu.

1967 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni bitirdi.

1971 Ekim'de Genel Cerrahi alanında uzman oldu.

1973 ABD Galveston, Texas'da Shriner's Yanık Enstitüsü (Shriner's Burns Institute) ve John Seally Hastanesi'nde yanık tedavisi üst ihtisası yaptı.

1974-75 1 Ocak 1974 - 30 Haziran 1975 yılında Colorado Üniversitesi Tıp Fakültesi, Transplantasyon Merkezi'nde transplantasyon üst ihtisası yaptı.

1975 Temmuz'da Hacettepe Üniversite Hastanesi, Genel Cerrahi Bölümü'nde Yanık ve Organ Nakli Ünitelerini kurdu.

3 Kasım'da Hacettepe Üniversitesi Hastanesi'nde Türkiye'de ilk kez canlı donörden böbrek naklini gerçekleştirdi.

Dünya Yanık Derneği ulusal temsilcisi seçildi.

1976 Genel Cerrahi alanında Doçent oldu.

1978 10 Ekim'de Avrupa Organ Nakli Vakfı'ndan (Eurotransplant) temin edilen organla Türkiye'de ilk kez kadavradan böbrek naklini gerçekleştirdi.

1979 3 Haziran'da yasalaşan 2238 sayılı kanun ile Organ ve doku nakli yasasının çıkmasını sağladı.

27 Temmuz'da Türkiye'de ilk kez yerli kaynaklı kadavradan böbrek naklini gerçekleştirdi.

26-27 Mayıs 1. Ulusal Yanık Kongresini Ankara'da düzenledi.

1980 4 Eylül'de Türkiye Organ Nakli ve Yanık Tedavi Vakfı'nı kurdu.

1982 12 Mart, Türkiye Organ Nakli ve Yanık Tedavi Vakfı'na bağlı Ankara'da ilk Hemodiyaliz Merkezi'ni kurdu.

Genel Cerrahi Profesörü oldu.

Dünya Yanık Derneği Yürütme Kurulu üyesi ve aynı derneğin Doğu Akdeniz Bölge temsilcisi seçildi.

1983 Ankara'da ilk organ nakli kongresini düzenledi.

O zamana değin tüm dünyada en fazla 36 saat saklanabilen kadavra böbreklerin soğuk iskemi sürelerini 111 saate kadar uzatılmasını sağlayan çalışmasını yaptı.

Tıbbi alandaki başarılı katkılarından dolayı Sedat Simavi Vakfı, Sağlık Bilimleri Ödülü'nü aldı.

1984 Akdeniz Yanık Kulübü kurucu üyesi seçildi.

Orta Doğu'da organ paylaşımı ve teminini kolaylaştırmak için Orta Doğu Diyaliz ve Organ Nakli Vakfı'nı kurdu.

1985 17-20 Kasım, İstanbul'da Orta Doğu Diyaliz ve Organ Nakli Vakfı'nın ilk kongresini düzenledi.

16 Eylül, Ankara'da Türkiye Organ Nakli ve Yanık Tedavi Vakfı Hastanesi'ni kurdu.

Amerikan Yanık Derneği tarafından "EVERETT IDRIS EVANS ÖZEL ÖDÜLÜ" takdim edildi.

1986 Dünya Yanık Derneği Genel Sekreter Yardımcısı seçildi.

Eylül, Haberal Eğitim Vakfı'nı kurdu.

Haberal Eğitim Vakfı kurulduğu günden bugüne 5000 öğrenciye karşılıksız burs vermiştir. Ayrıca burs verdiği öğrencilere eğitim ile birlikte çalışma imkanı sunmuş, ulusal ve uluslararası alanda destek sağlamıştır.

Amerikan Cerrahi Derneği (Fellow of the American College of Surgeons - FACS) üyesi seçildi.

1987 Orta Doğu Organ Nakli Derneği Kurucusu ve Başkanı oldu.

1988 İstanbul'da, Türkiye'de ilk defa Bölgesel Doğu Akdeniz Yanık Kongresi'ni düzenledi.

2-4 Kasım, Ankara'da ilk Orta Doğu Organ Nakli Derneği Kongresi'ni düzenledi.

8 Aralık, Türkiye'de ve bölgede kadavradan ilk başarılı karaciğer naklini gerçekleştirdi.

1990 Ekim, Türkiye Organ Nakli Derneği Kurucusu ve Başkanı oldu.

15 Mart, Türkiye, Avrupa ve bölgede bir ilk olan, çocuklarda canlıdan kısmi karaciğer naklini gerçekleştirdi.

24 Nisan, Dünya'da ilk kez bir Türk ve Müslüman bilim adamı, erişkinde canlıdan kısmi karaciğer naklini gerçekleştirdi.

1992 16 Mayıs, Dünya'da ilk kez bir Türk ve Müslüman bilim adamı, aynı canlı donörden kısmi karaciğer ve böbrek naklini gerçekleştirdi.

New York Bilim Akademisi üyesi oldu.

1993 Türkiye Organ Nakli ve Yanık Tedavi Vakfı ve Haberal Eğitim Vakfı ile birlikte Başkent Üniversitesi'ni kurdu.

Üniversite, 11 fakülte (Fen-Edebiyat, Hukuk, İktisadi ve İdari Bilimler, Mühendislik, Tıp, Sağlık Bilimleri, İletişim, Diş Hekimliği, Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık ile Eğitim Fakülteleri), 7 enstitü (Organ Nakli ve Gen Bilimleri, Fen Bilimleri, Eğitim Bilimleri, Sağlık Bilimleri, Sosyal Bilimler, Yanık, Yangın ve Doğal Afetler, Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler) ve 5 Meslek Yüksek Okulu ile İngilizce Hazırlık Okulu'ndan oluşmaktadır.

Ankara'da Başkent Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi'ni açtı.

1994 3 Eylül, İzmir'de Başkent Üniversitesi Zübeyde Hanım Araştırma ve Uygulama Merkezi'ni açtı.

1995 Türkiye'de Yanık ve Yangın Afetleri Derneği'ni kurdu.

1998 Yalova'da, Türkiye'de kırsal kesimde hizmet veren ilk Diyaliz Merkezi'ni açtı.

Haziran, Adana Başkent Üniversitesi Hastanesi'ni açtı.

Orta Doğu Yanık ve Yangın Afetleri Derneği'ni kurdu.

1999 Ankara'da Başkent Üniversitesi Ayşeabla Okulları'nı açtı.

2000 Temmuz, Alanya Başkent Üniversitesi Hastanesi'ni açtı.

Ağustos , Dünya Transplantasyon Derneği'nin Roma'daki kongresinde kendisine Türkiye ve dünyada organ naklinin gelişimine yaptığı katkılardan dolayı ilk kez Türk ve Müslüman bir bilim adamı olarak "MİLENYUM MADALYASI" verildi.

20 Kasım, Ankara'da yeni Başkent Üniversitesi Hastanesi'ni açtı.

20 Nisan, Transplant Olimpiyatları Derneği etkinlikleri yapıldı.

2002 Başkent Üniversitesi Adana Seyhan Hastanesi'ni açtı.

14 Ocak Klinik ve Deneysel Araştırmalar Derneği'ni kurdu.

2003 Amerikan Cerrahi Birliği (American Surgical Association - ASA) Onursal Üyesi seçildi.

Başkent Üniversitesi Konya Hastanesi'ni açtı.

2004 Cerrahi Araştırmalar Akademisi (Academy of Surgical Research) Üyesi ve Türkiye Temsilcisi oldu.

"Kanal B", "Radyo Başkent", ve "Başkent Haber Ajansı" nı kurdu.

2004 yılı Ağustos ayında Japonya'da yapılan Dünya Yanık Derneği (International Society for Burn Injuries-ISBI) kongresinde 2006-2008 Dönem Başkanlığı'na seçildi.

2005 Eylül, Prag, Uluslar arası Cerrahlar Birliği (Fellow of the International College of Surgeons - FICS), üyesi seçildi.

2006 15-23 Mayıs, Massachusetts General Hospital ve Johns Hopkins Hospital'da ders vermek için davet edildi.

4 Mayıs, Dünya Organ Nakli Derneği'nin Orta Doğu ve Afrika bölge encümeni olarak seçildi.

15 Mayıs, Azerbaycan Tıp Üniversitesi'nde Fahri Doktora unvanı verildi.

15 Mayıs, Pakistan Karaçi'de Üniversitesi tarafından Bilimsel Doktora unvanı verildi.

Haziran, Orta Doğu Yanık ve Yangın Afetleri Derneği (the Middle East Burn and Fire Disaster Society-MEBFDS) Başkanlığı'na seçildi.

Eylül, Dünya Yanık Derneği (International Society for Burn Injuries-ISBI) 2006-2008 dönem başkanı oldu.

Eylül, Brezilya Yanık Derneği Yönetim Kurulu Onursal Üyesi seçildi.

Uluslararası Cerrahlar Birliği üyeliğine seçildi.

26 Kasım, Kuveyt Sağlık Bakanı Şeyh Ahmad Al-Abdulla Al-Sabah tarafından "Ömür Boyu Başarı Ödülü" verildi.

2007

13-15 Mayıs, Doğal Bağışıklık Derneği Toplantısı'nı ( Society of Innateimmunity Meeting) Ankara'da düzenledi.

01-07 Temmuz, Organ Nakli Derneği' nin Yeni Fikir Lider Toplantısı'nı ( The Transplantation Society New Key Opinion Leader Meeting ) Ankara'da düzenledi.

04-06 Temmuz, Başkanlığını yaptığı Türkiye Organ Nakli Derneği'nin 9. Bilimsel Kongresi'ni (9th Meeting of the Turkish Transplantation Society) Ankara'da düzenledi.

17 Eylül, Ankara' da Cerrahi Müdahelede Kalite ve Eğitim Konulu Sempozyum ( Symposium on Surgical Education and Quality) düzenledi.

18-19 Ekim, Uluslararası Cerrahlar Birliği Avrupa Federasyonu Türkiye Bölümü Toplantısı' nı (International College of Surgeons European Federation Turkey Section Meeting) Antalya'da düzenledi.

2 Kasım, Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ tarafından Organ Bağışı ve Organ Nakli alanında yapılan çalışmalarda verdiği destekten dolayı ödülü takdim edildi.

4 Kasım, Birinci Uluslar arası Yanık Haftası'nda (First National Burns Week) Dubai'de ödülü takdim edildi.

Almanya Münih'de bir irtibat ofisi kurdu.


2008

18 Şubat, Böbrek nakli alanındaki öncülüğü ve böbrek nakli alanına yapmış olduğu değerli katkılarından dolayı ödülü Prens Abdulaziz Bin Salman tarafından takdim edildi.

13 Mart, Karaciğer nakli alanındaki öncülüğü ve karaciğer nakli alanına yapmış olduğu değerli katkılarından dolayı ödülü Prens Raad Bin Zeid tarafından takdim edildi.

27 Mart, Organ Bağışı ve Organ Nakli alanında yapılan çalışmalarda verdiği desteklerden dolayı ödülü Dicle Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fikri Canoruç tarafından takdim edildi.

02 Haziran, Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi Ümitköy Semt Polikliniği'ni açtı.

5 Eylül, Washington Universitesi Konuk Profesörlüğü (Washington University Visiting Professorship) ödülü aldı.

10 Eylül, Uluslararası Yanık Derneği (International Society for Burn Injuries) 2006-2008 yılları arasındaki başkanlık görevinin sona ermesiyle beraber deneğe yapmış olduğu katkılardan dolayı ödül aldı.

30 Eylül, Prague Yanık Merkezi'nde (Prague Burn Center) Prof. Dr. Radana Königova tarafından Onursal Üyelik Ödülü takdim edildi.

Sindh Üroloji ve Organ Nakli Enstitüsü ( Sindh Institute of Urology and Transplantation) tarafından Onursal Konuk Plaketi ödülü aldı.

İran Medikal Bilimler Akademisi'nden ( Academy of Medical Sciences of Iran) Onursal Üyelik Ödülü aldı.

Orta Doğu Organ Nakli Derneği ( Middle East Society for Organ Transplantation) tarafından organ nakli ve bağışı alanında yapmış olduğu katkılarından dolayı ödülü takdim edildi.

2010

4 Ekim, Amerikan Cerrahlar Koleji tarafından 97 yıllık tarihinde ilk kez bir Türk cerrahı "ŞEREF ÜYE"liğine seçildi.

2011 Hakkında hiçbir suç duyurusu olmadığı halde hapiste!
VE TAYYİP'E GÖRE O BİR TERÖRİST
BENDE YEDİM.

12 Mart 2011 Cumartesi

RAKAMLARLA  AKP'NİN OY KAYNAĞI
(Mehmet FARAÇ'ın AYDINLIK-12.3.2011tarihli gazetesindeki haberinden alındı)


"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

10 Mart 2011 Perşembe

BİR SİTEDE "CHE GUEVARA'NIN ÇANTASINDAN NUTUK ÇIKTI YALANI" ADLI YAZIYA GELEN YORUM.OLDUKÇA AYDINLATICI.


Arkadaşım bir şey yayınlayacaksan iyi araştırma yap ve öyle bir şey anlat insanlara. Bilal Şimşir Küba’ya hiç gitmemiş olabilir çünkü konunun Bilal şimşir’in Küba’da olmasıyla alakası yok. 1961 yılında Nazım Hikmet ödül almak için gittiği Küba’da Nutuk’tan Fidel Castro’ya bahsediyor. Sonra Fidel Castro Türkiye’ye bir diplomat gönderiyor ve aldırtıyor. İspanyolcaya çeviri yaptırıp yayınlatıyor. Eğer kanıt istersen de Küba’da sata Clara’da müzede Che’nin çantasından çıkanlar sergileniyor. Bakır bir tas, 6 adet haşlanmış yumurta, 5 adet kitap (biri Nazım hikmetin Kuvayi Milliye Destanı, biride Atatürk’ün Fidel Castro tarafından yayınlatılan nutuk kitabı).Ayrıca Fidel Castro tam bir Atatürk hayranıdır. Şu an havana da Puerto caddesinde Atatürk büstü bulunur. Bu konu seni neden bu kadar rahatsız ettiyse bilemiyorum. Şimdi iyice araştır. Ondan sonra yalan yanlış anlatmadan ona buna çamur atmadan bir şeyler paylaş.

AYRICA:

Konak Belediye Başkanı Muzaffer Tunçağ Küba'nın Başkenti Havana Halk Gücü Eyalet Meclis Başkanı Juan Contino Aslan'ın davetlisi olarak Kübadan döndü. Küba izlenimlerini anlatan Başkan Tunçağ Başkent;Havanada yapılan Belediyelerin Dayanışma ve İşbirliği Buluşmasında 100 ülkeden temsilci vardı. Kübada tüm grupları ayrı belediyeler dolaştırdı. Kübada gördüğümüz şey Küba halkının fakir olmasına rağmen çok güzel bir kültür mirasları var. Tüm ambargolara rağmen tıpta çok ilerlemişler. Küba'nın emperyalizme karşı koymaya çalışan bir ülke olması nedeniyle yabancı heykeller yer almıyor. Kübada yabancı bir yönetici olarak tek heykel Atatürk'ün heykeli. Atatürk'ün heykelini Kübada görünce çok onur duydum ve gururlandım. Küba şuanda İspanyollarla birlikte turizme açılma yolunda. Turizme açıldığı zaman da muhteşem bir şehir olacak. Küba'nın İzmir ile benzeşen yanı ise eskinin en zengin kısmı olan tarihi yerlerin şimdi döküntüye uğraması ve kurtarılmaya çalışılması olarak gözüme çarptı. Bizim de Kemeraltımız eskinin en zengin yeriyken ve tarihi açıdan büyük öneme sahipken şimdi kurtarılmaya çalışılan bir yer haline geldi diye konuştu.



"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

UYDUDAN PONTUS TV


Yunanistan'ın ünlü işadamı Melissanidis, Pontus TV'yi kuruyor. Kanalın başına, Öcalan'ı Kenya'ya götüren uçakta bulunan Yunan istihbarat görevlisi Savvas Kalenderidis getirildi. Kanalda çalışmak için Pontusça bilmek şart... 
Cumhuriyet Gazetesi'nden Murat İlem'in haberine göre, Yunanistan'ın ünlü işadamı Dimitris Melissanidis Pontus televizyonu kuruyor. Hükümete yakın olan isimler arasında bulunan Melissanidis'in kuracağı televizyonun hedefinde Türkiye'nin Doğu Karadeniz Bölgesi bulunuyor. 
Kanalın başında ise Türkiye'de çok iyi tanınan ünlü Yunan casusu Savvas Kalenderidis bulunuyor. Öcalan'ın Suriye'den çıkışı sonrası geldiği Atina'da sürekli beraber olup koruma görevi yapan casus Kalenderidis, Öcalan'ı Kenya'ya götüren uçakta da yanında bulunuyordu. Öcalan'ın Kenya'dan Türkiye'ye getirilmesi sonrasında büyük tepki gösteren Kalenderidis, Yunan ordusundaki görevinden istifa etmiş, kitabevi açmıştı.
PONTUSÇA BİLEN ELEMAN ARANIYOR
Konuyla ilgili Proto Thema Gazetesi'ne konuşan Kalenderidis, kanalın dijital yayın yapacağını, Atina ve Selanik'te stüdyoları bulunacağını söyledi. Kanalda Pontusça bilen gazetecilerin çalışacağını söyleyen Kalenderidis, kuruluşun hemen sonrasında uyduya çıkacaklarını, bu şekilde Rusya ve Türkiye'nin Doğu Karadeniz Bölgesi'ne ulaşmayı hedeflediklerini belirtti.
Amaçlarının Türkiye'deki Pontus bölgesi dahil, bütün dünyada Pontuslular arasında köprü olmak olduğunu söyleyen Kalenderidis, programlarının Türkiye'deki Yunan Helenizmi, yine Türkiye'deki Trakya bölgesi ile Yunanlıların 'Küçük Asya' dedikleri İç Anadolu Bölgesi'ni hedeflediğini belirtti. Bürokratik işlemleri PASOK Hükümeti tarafından tamamlanan kanalın programlarının yanında, haber bültenleri de Pontus dilinde olacak.
Kanalın sahibi olan işadamı Dimitris Melissanidis ile kardeşi Iokovos, Trabzon Sümela Manastırı'nda bulunan ünlü 'Melissanideion' sarayının yapımını da finanse ediyorlar.

http://www.gazete5.com/haber/yunanlilar-pontus-tv-kuruyor-9-mart-2011-92590.htm


"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."