2 Şubat 2011 Çarşamba

SİVİL İHANET-(ANADOLUDAN TÜRK MÜHRÜ SİLİNİYOR)
NEVAL KAVCAR
NOT:Bu kitabı bitirdiğim (tahminen 2 yada 3 yıl önce) yazarı bulma ve sorma ihtiyacı hissettim. "Böylesine önemli bir araştırma kitabında bu kadar çok basım ve teknik hatanın olmasına şaşırdım.Buna nasıl izin verdiniz" diye e-postayla sordum.Çünkü teknik hatalar o kadar fazlaydı ki kitap bitti ama bitti mi hala bilmiyorum.Sayfaların yerlerine varana kadar hatalar mevcuttu.
Aldığım cevap hatalardan daha fazla şok ediciydi.
Yazar hanım kitabı bastıracak matbaa bulamamış,basmak istememişler.Hatta CD lere çoğaltıp arkadaşlarına dağıtmış.Buna şükrettiğini ve hataların neler olduğunun hepsini bildiğini yazdı.Bu bile ne derece kuşatılmış olduğumuzun bir göstergesi niteliğinde.
Piyasada abuk/sabuk kitaplar peynir ekmek gibi satılıp gençlerimizi zehirlerken son yıllarda okuduğum sayılı kalitedeki kitap basılacak matbaa bulamıyor.Çocuklarımıza okuyun diyorduk.
Ben artık demiyorum.
Hatta şunu diyorum.
Okuyarak cahilleşiyoruz.
Kesinlikle medya (yazılı ve görsel) emperyalist ( ve uşakları) tarafından ele geçirilmiştir.
Seçerek okuyalım.Okutalım.Aksi taktirde ben biliyorum/okuyorum edalarında gezen cahiller yetiştiriyoruz ki bu dahada tehlikeli.
saygılar.
Levent 


1.BÖLÜM:
Gündemi  istedikleri  gibi  değiştirme gücüne sahip etki ajanı gazetecilerin, politikacıların,  akademisyenlerin  ve  iş  adamlarının  güdümündeki Türkiye'nin ulusal çıkarlara  dayalı politikalar üretmesi  ve uygulaması olanaksız hale getirilmiştir.”
Dr. Necip Hablemitoğlu
PROJE   ENFLASYONU
   Tarih  Vakfı çalışanları, içimden öyle yazmak geldi, bozmuyorum. Evet bu çalışanların çoğu akademisyen , sürekli proje üretiyorlar, yada üretilmiş olan projeleri ya kendileri gerçekleştirmek için yola çıkıyorlar yada başka STK lar devreye giriyor.Üretilen projelere destek vermek için yaratılmış o kadar da çok kuruluş, vakıf, enstitü var ki isimleri yazmakla bitmez.  Bizim ülkeyi çok sevdiklerinden çağdaş medeniyetler seviyesine çıkmamız için uğraşıyorlar! İzlenimini veriyorlar sürekli. Bu da yüzyıl savaşlarının , aldatıcı yüzü olsa gerek.
   Örnek verecek olursak, “ Demokrasi ve İnsan Hakları” projesi diyebiliriz. Bu konuda Avrupa’nın ne kadar duyarlı! Olduğunu biliyoruz:
“Avrupa Birliği'nin çeşitli ülkelerde, insan hakları eğitiminin desteklenmesi, azınlık haklarının korunmasına yönelik önlemlerin alınması, ifade özgürlüğünün geliştirilmesi, çocuk hakları, ölüm cezasının kaldırılması, hukukun üstünlüğünün sağlanması, demokrasinin geliştirilmesi ve çatışmaların önlenmesi.” (Tarih Vakfı Sitesi)
 Yukarıda belirtilen ifadeleri kapsayan konularda proje geliştirenler için, “Demokrasi ve İnsan Hakları için Avrupa Girişimi Fonu" na başvuru süresinin 19 Mart 2001 de sona erdiğini öğreniyoruz.
   Tarih Vakfı bunu kaçırmadığını, çünkü onun görevi Türkiye için proje üretmek ,yurt içi yada dışı desteklerle, uygulama yollarını geliştirmek olduğunu biliyoruz. Bu gaye ile, Tarih Vakfı fona, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) ile birlikte hazırladığı "Türkiye'de İnsan Hakları ve Sivil Toplumun Gelişim Tarihi Sergisi" ve "İlk ve Orta Öğretim Düzeyindeki Ders Kitaplarının İnsan Hakları Açısından Değerlendirilmesi" projeleri ile başvurdu.
   Tarih Vakfının bu konuda çok çalışması olduğunu biliyoruz. Bunlar projenin Türkiye’ye duyurulması ve atılacak adımlarda engel çıkarılmasını önlemek içindi. Türk İnsanının, duyu reflekslerini zaafa uğratıp, yollarına kolayca devam etmek kısacası.
   Tarih Vakfı, 1995 yılında Avrupa Birliğinin maddi desteği ile, AKM’de “ Fotoğraflarla İnsan Hakları” sergisi açmıştı. “Fotoğraflarla Türkiye’de İnsan  Hakları” (1839- 1990) adlı sergide bazı başlıklar şöyle sıralanmış:
* İstibdat döneminde Batıda yapılan Abdülhamit kartpostalı, 1900 Dr. Lemke koleksiyonu
* 31 Mart Vakası. hareket Ordusu'nun gelişinden sonra İstanbul'da asılanlar, 1909. Resimli Kitap, cilt. 2.
* Milli Birlik Komitesi üyeleri üniversite açılışında, 1960. Milliyet Gazetesi Belge ve Bilgi merkezi. Kızıldere Olayları, 1972. Hayat Mecmuası, Mart 72.
* Takrir-i Sükun Kanunu'ndan sonra tutuklanıp yargılanan, aralarında Ahmet Emin Yalman ve Ahmet Şükrü Esmer'in de bulunduğu bir grup gazeteci Şark İstiklal Mahkemesi'nin önünde, 1927. Ahmet Emin Yalman, Turkey in my Time.
* Abidin Dino'nun 1951 - 52 yılları arasında yaptığı işkence desenleri, Abidin Dino Sergisi kataloğu, Galeri Nev.
* Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararıyla "kötü muamele ve dışkı yedirme" suçlarından devletin tazminat ödediği Yeşilyurt köylüleri, 1989. Milliyet Gazetesi Belge ve Bilgi Merkezi
* İstanbul Şişli Emniyet Amirliği'nde saçları kesilen bir travesti, 1986. Milliyet Gazetesi Belge
* Osmanlı döneminde bir esnaf cezalandırılıyor. 16. yüzyıl. Metin And, İstanbul in the 16th centuryBilgi ...
* Nazım Hikmet Orhan Kemal'le Bursa Cezaevi'nde, 1941. Fotoğraflarla Nazım Hikmet, Cem Yayınevi
* ........................................vb...
          (Tarih Vakfı Sitesi- Fotoğraflarla İnsan Hakları Sergisi)
Evet “ Fotoğraflarla insan Hakları Sergisinde” yukarıda ki konular seçilmiş. Geri kalan fotoğraflar, Tarih Vakfı sitesinden görülebilir. Evet Tarih Vakfı’nın “insan Haklarından” anladığı yukarıda ki konu benzerleri. Bilhassa 16.Yüzyılda bir esnafın cezalandırılması, Abdulhamit Dönemi, 31 Mart Vakası....ve benzerlerinin alınış sebebi acaba nedir?
  1900 lü yıllarda Dünyada sadece Abdülhamid’in idaresi altında ki topraklarda mı insan hakları yokmuş....16 Yüzyılda Avrupa’da insan hakları çok mu ileri bir seviyede imiş de  acaba!!?  Ve diğerleri...Takdir sizin.
Dediklerine göre, sonra ki proje  , ilk sergi projesini destekleyici özellik olarak  karşımıza çıkıyor. Yapılacak olan şudur:
“Proje, Türkiye'de insan hakları ve sivil toplumun gelişiminin köşe taşlarını belgeleyen fotoğraflardan oluşan bir serginin üretimini ve sergi ile birlikte gerçekleştirilecek yan etkinlikleri kapsıyor. Şimdiye dek yapılan çalışmalardan farklı olarak, proje, üretilecek olan serginin ve yan etkinliklerin 20 ayrı ilde dolaştırılmasını amaçlıyor.
     Öncelikli olarak Tarih Vakfı'nın koordinatörlüğünde çalışmalarını yürüten Yerel Tarih Grupları'nın bulunduğu bölgelerde açılacak olan sergi, koşullar elverdiği ölçüde belirlenen şehirlere ulaştırılmaya çalışılacak. Proje kapsamında sergi ve yan etkinlikler için düşünülen başlıca şehirler, Ankara, İstanbul, İzmir, Konya, Bursa, Mardin, Antakya, Mersin, Çanakkale, Ünye, Kilis, Gaziantep, Diyarbakır, Van, Edirne, Trabzon, Zonguldak, Muğla ve Antalya. “
Yapılacakların hepsi bu kadar değil tabi ki.
“Türkiye'de insan hakları ve sivil toplumu "yeniden düşünmek" için bir araç olmayı hedefleyen serginin ana teması, Can Dündar tarafından hazırlanacak olan 40 dakikalık bir belgeselin ulusal ve yerel TV kanallarında gösterilmesi ile daha yaygın bir kitleye ulaştırılacak.”(Tarih Vakfı Sitesi)
  Bu proje, AB tarafından kabul görürse kabul görürse, ( Sanki görmeme ihtimali varmış izlenimi veriliyor) İlk ve Orta Öğretim Düzeyindeki Ders Kitaplarının İnsan Hakları Açısından Değerlendirilmesi" projesi kapsamında, gerekli girişim ve toplantılarla bakın neler hedefleniyor:
“Bu amaca ulaşmak için, projede ilk aşamada TÜBA İnsan Hakları Komisyonu ve TİHV üyelerinin de katılımıyla bir atölye çalışması yapılacak, bu çalışmada okul kitaplarının değerlendirilmesi için bir kriter çerçevesi oluşturulacak.
    Kriterlerin belirlenmesinin ardından; din kültürü ve ahlak bilgisi, sosyal bilgiler ve tarih, edebiyat, coğrafya, vatandaşlık bilgisi, milli güvenlik, fen bilgisi, felsefe ve ahlak ders kitapları için 8 farklı çalışma grubu oluşturulacak, bu gruplar önceden belirlenmiş kriterler çerçevesinde ders kitaplarının kapsamlı ve sistematik bir analizini yapacaklar. Bu analizle, kriterlere aykırı gelen, önyargılar ve davranış biçimlerini körükleyen noktalar tespit edilecek. “                    .                (Tarih Vakfı Sitesi-Tarih Vakfından Haberler Sayı:120)
  Türk insanının, farklı kültürden olanlara empati ile bakmasını ve insan hakları konusunda yol almasını sağlayacak bu proje ile. Peki Türk Milleti , tarihinin hangi evresinde, birlikte yaşadığı insanlara saldırdı. Bu empati işini bize değil, Türk Milleti zayıflayınca emperyalistlerin oyuncağı olanlara , uygulanmasında fayda olacağı inancındayım.Dün Anadolu topraklarını kana bulayanlara , bugün empati ile bakmamız mümkün değilse de ayni filmi bize baştan göstermedikleri takdirde bugün onlarla yanyana yaşayabiliriz sadece.
   Projenin süresi 24 ay. İki yıl dolarken, bu konu ile ilgili uluslar arası bir sempozyum düzenleme de var işin içinde. Tarih Vakfının o tarihe kadar sağlayacağı alt yapı, uluslar arası baskılarla yola sokulacak bunun Türkçe’si.
   Bu konuda 1400 proje üretildiğini öğreniyoruz. Tam bir proje enflasyonu. Hedefe en yakın ve devlet ilişkileri düzenli Tarih Vakfının projesi kabul görüyor.Çalışmalar derhal başlıyor.
“TÜBA şemsiyesi altında, Tarih Vakfı koordinatörlüğü ve yürütücülüğünde, TÜBA-İHK (Türkiye Bilimler Akademisi İnsan Hakları Komitesi) ortaklığı ve TİHV (Türkiye İnsan Hakları Vakfı) ile işbirliği içinde yürütülecek olan ve (proje fikrinin ortaya çıkmasının yolunu açan girişimin sahibi olan) İnsan Hakları Eğitimi On Yılı Ulusal Komitesi'nin çalışmalarına da katkıda bulunmayı amaçlayan Ders Kitaplarında İnsan Haklarının Gözetilmesi projesi, ilk adımını attı.”                                                .                              (Tarih Vakfı Sitesi- 120 nolu Haber Bülteni )
  Proje koordinatörü, Tarih Vakfı üyesi Mutlu Öztürk. Proje kapsamında önce Ankara’da bir araya gelerek, öncelikle neler yapılmalı, ders kitapları nasıl taranmalı, konular nasıl tespit edilmeli? Şeklinde uzayan yapılacaklar listesinde ki başlıklar ortaya çıkarıldı. (.....Doç. Dr. Ali Osman Öztürk, Kenan Öztürk, Mutlu Öztürk............)
“  27 Ekim 2001'de TÜBA İstanbul Ofisi'nde "İnsan Hakları Bağlamında Ders Kitapları Nasıl Taranmalı? Yöntem ve Teknikler" temalı bu ilk Danışma Toplantısı'nda bir araya gelen felsefe, insan hakları hukuku ve çeşitli sosyal bilim alanlarından akademisyenler, Türkiye'de ilk ve ortaöğretim alanında okutulan ders kitaplarının insan hakları kriterleri açısından nasıl okunabileceğini tartıştılar.”                                                        .                              (Tarih Vakfı Sitesi- 120 nolu Haber Bülteni )
Bu çalışmaların sonucunda:
“Böylece farklılıklara, çeşitli inanç, kültür ve kimliklere saygı duyan ve empatiyle yaklaşan, sorunlar karşısında araştırmacı bir bakışla kendi özgün yanıtlarını oluşturabilen, uzlaşmayla, sorun çözme kültürüyle tanışmış ve güçlü bir adalet ve eşitlik duygusu sahibi kuşaklar yetiştirmenin kolaylaşacağı umulmakta.” (Tarih Vakfı Sitesi- 120 nolu Haber Bülteni )
   Proje kapsamında, sadece İnsan Haklarının Ders olarak Türk çocuklarına okutulması yok. Kapsam geniş, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi, Sosyal Bilgiler ve Tarih, Edebiyat ve Türkçe, Coğrafya, Yurttaşlık Bilgisi, Milli Güvenlik, Matematik ve Doğa Bilimleri ile Felsefe grubu dersleri de incelenerek içindeki insan haklarına aykırı yerler önce tespit edilecek sonra o konular çıkarılacak yada insan haklarına saygılı hale getirilecek. Bu çalışmaları kapsamlı olarak, artık yakından tanıdığımız Tarih Vakfı yürütüyor.
   Ve netice olarak, insan hakları , Milli Eğitim Bakanlığının onayı ile ders olarak Türk insanının hayatında yerini aldı.
  Kısaca TÜBA’dan bahsedelim. Tarih Vakfı ile ortaklaşa projeler yürüten , “Türkiye Bilimler Akademisi “nin yayını GÜNCE’nin  23. sayısında, editör şöyle demektedir:
“ Bu sayımız ile Türkiye’de bilimin ulaştığı düzeye ve bilimin mali altyapısına ve olası dış destekler ve işbirliği sorunlarına daha yakından bakmaya başlıyoruz..........
Akademi Başkanımız Prof.Dr. Engin Bermek bu konuyu planlama, eğitim, yarışımcı yapı, mali destek, altyapı, ve uluslarası programlar boyutunda irdelemektedir. ..” (TÜBA-Günce-Editör-Ağustos 2002-Sayı:23)
  Türkiye Bilimler Akademisi başkanı  Engin Bermek’in , ayni zamanda Tarih Vakfı üyesi olması, birlikte proje yapmalarının sebebini göstermektedir. Tarih Vakfı, 123 nolu haber Bülteninde şöyle bir haberi okurlarına duyuruyordu:
“Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Başkanı ve üyemiz Profesör Engin Bermek'in Kadıköy'deki evine 7 Mart tarihinde bombalı saldırı yapıldı. Türkiye'de bilim özgürlüğü, bilim ahlakı ve insan hakları konusundaki titizliği ve aralarında Tarih Vakfı'nın da bulunduğu uzman sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği eğilimi ile geniş çevrelerin saygı ve sevgisini kazanmış olan Bermek'e yönelik bu saldırı; TÜBA üyelerinin ortak-bildirisi-ile-kınandı.                                                                                                  (Tarih Vakfı Sitesi-Tarih Vakfından Haberler Aylık Bülten Sayı :123-2002)
  TÜBA, Türkiye’de Devlete ait hangi alanda faaliyet gösteriyor bakalım.( HABİTAT 11 de alınan kararlar.)
“ TÜBA-Türkiye Kültür Envarteri Projesi’ne 250 Öğretim  Elemanı Gönüllü Olarak Katılıyor.
   Cumhurbaşkanımızın yüksek himayelerinde, Kültür Bakanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün işbirliği ile TÜBA tarafından yürütülen Türkiye Kültür Envarteri Projesi’ne 250 öğretim elemanı gönüllü olarak katılıyor.
  Birecik-Suruç ile Denizli-Buldan pilot bölgelerinde yürütülen belgeleme çalışmalarının ..........
Kültür Envarteri projesi, Türkiye’de ki topraküstü ve toprak/ su altında ki tüm kültür varlıklarının belirlenmesi.............
  Projenin ilk bölümünü Kültür Mirası Envarteri oluşturuyor. Envarter çalışması şimdilik sualtı arkeolojik envarteri dışında, Arkeolojik, Kırsal Mimarlık, Kentsel Mimarlık, Etnografik, Etnobotanik, Sözlü Tarih ve Tarih alanlarını kapsıyor.”( GÜNCE- TÜBA yayını- Ağustos 2002- Sayı: 23)
  Türkiye Bilimler Akademisi, Tarih Vakfı ile yandaş dernek ve Vakıflar, Türkiye genelinde, seri  şekilde projeler üreterek Kültür Varlıkları envarteri adı altında tamamen azınlıklara ait kültür varlıklarını kayıtlara geçirme , Türk Tarihini özünden koparma, Türk Devletine ait alanlara giren faaliyetler  şeklinde bir dizi çalışmalara imza atmaktadırlar.
Türkiye Bilimler Akademisi, adında ki özel kuruluşun görevi; kültür Mirası Envarteri çıkarmak mıdır?
Kısacası, adlarına bilim kuruluşu, aydınlar grubu diyen yandaş çeşitli gruplar ;“Anadolu’dan Türk Mührünü Silme” gayretine girmişlerdir.
  Türkiye Bilimler Akademisi’nin yayınladığı kitapları hakkında ki bilgileri verelim:
“ TÜBA’nın yeni yayınları
TÜBA’nın Akademi Forumu dizisi içinde yayınlanan kitaplar: Ekonomideki çöküş ve geleceğe bakış, İnsan Hakları ve Demokrasi, AB’nin güncel eğilimleri, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Hukuğunda Türkiye, yeniden yapılanmayla ilgili sorunlar gibi Türkiye’nin güncel sorun ve konularına ışık tutuyor, çözüm önerileri getiriyor.
• Avrupa Birliği’nin Güncel Eğilimleri ve Türkiye- Karen Fogg
• Türkiye’de İnsan Hakları ve Demokrasi- Sema Tutar Pişkinsüt
• Türkiye Ekonomisindeki Çöküş ve Geleceğe bir Bakış-Kemal Kurdaş
• İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Hukukunda Türkiye- Bakır Çağlar
• Türkiye’de Yeniden Yapılanmayla İlgili Sorunlar-Attila Karaosmanoğlu
.                                                     (GÜNCE:23-TÜBA yayını)
TÜBA’nın eserlerini yayınladığı, Sema T.Pişkinsüt, Atilla Karaosmanoğlu, Tarih Vakfı Üyesidir, Karen Fogg hakkında bir tek kelime bile yazmaya gerek duymuyorum. (Prof. Dr. Leslie Pierce, Sema Pişkinsüt, Raffi Portakal........... Gülsün Karamustafa, Sadık Karamustafa, Dr. Atilla Karaosmanoğlu...)
   TÜBA , 7 Haziran 2002 tarihinde, Sosyal Bilimler Dalında ki 2002 yılı ödüllerini İTÜ Eski Maden Fakültesinde verdi. Ödül verilenler ve projeleri tabiatıyla, TÜBA’nın kuruluş gayesine hizmet edecek nitelikte olanlara yöneltilmişti. Bu ödüllerin bir kısmı da, gelecek vaaden gençlerin kazanılmasına yönelik olduğunu hemen belirtmede fayda var.
  2002 hizmet ödülünü alanların içinde en ilginci Prof.Dr.Serra Durugöl’ün yaptığı çalışmalarla teşvik ödülüne lâyık görülmesi.
“  Arkeoloji dalının başarılı temsilcilerinden biri olan Mersin Üniversitesi Arkeoloji Bölümü kurucusu ve başkanı Prof. Dr. Serra Durugöl, Türkiye’nin bakir bölgelerinden biri olan Kilikya’ya uluslar arası bir nitelik kazandırması, alanında evrensel düzeyde bilimsel katkılar sağlayacak potansiyele sahip olduğunu göstermesi nedeniyle Teşvik Ödülüne layık görüldü.”
                                                    (GÜNCE- Ağustos 2002-Sayı:23)
   “Kilikya’ya uluslar arası bir nitelik kazandırma”  ne demektir? Bunun ne manaya geldiğini dün İstiklal Savaşı yıllarında yaşadık, bugün de TUSİAD’ın“Alternatif Coğrafya-Tarih” kitabında görüyoruz.  Batı’nın üzerinde bıkmadan çalıştığı projelerden biride Ermenilerin Adana yöresinin eski sahibi olduğu üzerinedir. Bunu destekleyici, arkeolojik  ve etnik buluntular üzerinde ki çalışmalar desteklenip , özendirilmektedir. Halbuki Klikya Ermenileri kısa bir süre burada hakimiyet kurmuşlardır. Haçlı seferleri sırasında önce Fransız Lusignan Hanedanlığı, Ermeni hanedanlığına son vermiş, ardından da Fransız hanedanlığını Türk Memlük Devleti ortadan kaldırmıştır.
  Buna rağmen Batı Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde yaşamış eski medeniyetleri tekrardan canlandırma, topraklar üzerinde ki Türk ve İslâmı yok ederek , Hıristiyan kimliği kazandırma çalışmalarını hiç ara vermeden sürdürmektedirler.
   Adana’nın Fransızlarca işgal edildiği tarihte, Ermenileri kullanmak üzere onlardan müfreze kurarak Adana’ya getiren Fransızlar, Ermenilere burada devlet kurma sözü vermişlerdi. Günümüzde , Fransız Anadolu Araştırma Enstitüsünün, “Klikya” üzerine bir dizi çalışma yaptığını , bu konuyu projelendirdiğini görüyoruz.
“ Tarihi Silahsızlandırmak Paneli”.  Tarih kitabının değiştirilmesi çalışmaları kapsamında ki çalışmalar tabi ki bitmedi, bitmeyecek. Çeşitli STK ları bu projeyi  destekler mahiyetteki toplantılar, paneller düzenleyerek gündemde tutacaklar. Çünkü “barış kültürü “ oluşturmak isteyen Lionslar! , bu işi  organize edenlerin mahiyetinin çıplak yüzü olarak karşımızda duruyor.
  Tarihi Silahsızlandırma Paneli hakkında, Tarih Vakfından Haberler Aylık bültende şöyle deniliyor:
“Lions'un Barış Kültürü Komitesi çalışmaları çerçevesinde, Lions 118-T, Yeni Oluşum Hukukçular Derneği ve Tarih Vakfı'nın işbirliğiyle, 1 Mart Cuma günü, Bilgi Üniversitesi Kuştepe Kampüsü'nde, "Tarihi Silahsızlandırmak" başlığı altında bir panel düzenledi...........
Panelin ilk konuşmasını Yeni Oluşum Hukukçular Derneği Başkanı Belkıs Baysal yaptı. Baysal, Türkiye'nin yalnızca tarih ders kitapları konusunda değil, diğer konularda da imzalamış olduğu sözleşmelerin bazı yükümlülüklerini yerine getirmediğini ifade etti.....................
............ Silier, şöyle devam etti:
"70'lerde kurulan Milliyetçi Cephe hükümetlerinin egemen kıldığı anlayış, bugün de Türkiye'deki anlayışın eksenini oluşturmaktadır. Gençlerimizin kafalarını yalnızca Türklük ve İslamlık üzerine kurulu bir dünyaya sokuyoruz. Türkiye dışarı açılırken, tarih eğitimi süreci bu gelişmelere ayak uydurma bir yana, ayak diriyor  .............   .
   1996 yılında Tarih Vakfı'nın inisiyatifiyle yapılan bir araştırmanın da gösterdiği gibi, gençlerimiz, tarih ders kitaplarını romanlardan bile daha az inandırıcı buluyorlar. Bu duruma aktif bir sivil toplum müdahalesi gereklidir.................... Silier, devletten ve devletin türlü organlarının konuyla ilgili olarak oluşturduğu türlü komisyonlardan yeterli kamuoyu baskısı olmaksızın bir şeyler ummanın yanlış olduğunu, veli - öğretmen komiteleri kurmak, bu konuda çalışan sivil örgütlenmelere destek olmak gibi çözümlerin geliştirilmesini gerektiğini savundu................”
                       (Tarih Vakfından Haberler Aylık Bülten- Sayı:123)
Türk Devletinin “Sözde Ermeni Soykırım”ını kabul eden devletlere karşı geliştirdiği reflekslerden biri de kendi vatandaşını aydınlatmaktır. Ders müfredatına eklenen bazı konular , Tarih Vakfı’nı rahatsız etmiştir. Türkiye üzerinde yürütülen projelerin iç ayağını teşkil eden Tarih Vakfını bunu şöyle gösterdiğini görüyoruz:
“Okullarda tarihin düşmanlık duyguları uyandıracak şekilde öğretilmesine razı olmayanlar  “ Tarih eğitiminde düşmanlık ve ayrımcılığa hayır” demeye çağrıldı.
Kitaplara eklenen bölümlerin çıkarılmasını talep eden imzacılar bu konuda atılacak yapıcı adımları demokratikleşme, insan haklarına saygının yerleşmesi ve eğitim kalitesinin yükseltilmesi  açısından zorunlu görüyor.......... İmza kampanyasını “ Millî Eğitim Bakanlığının ‘Ermeni. Rum-Pontus ve Süryani iddialarının asılsızlığı’nı okullarda okutma girişimine karşı oluşturulan izleme grubu başlattı.
İzleme grubu, hukukçular,Tarih Vakfı’nda “Tarihin Silahsızlandırılması” dosyasının hazırlanmasında yer alan ve bu doğrultuda ki çalışmaları gerçekleştiren tarih öğretmenleri, eğitimciler,İnsan Hakları Derneği(İHD) Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı  Komisyon üyelerinden oluşuyor.
İmzaya açılan metin ise şöyle başlıyor:
“Tarih eğitiminde düşmanlık ve ayrımcılığa hayır!
Hem yurttaşlar, hem de veliler olarak, Millî Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu’nun 14 Nisan 2003 tarihli genelgesinin yarattığı ve yaratacağı sonuçlar konusunda derin endişe duyuyoruz. Tarih derslerinde “asılsız Ermeni soykırımı, Pontus ve Süryani iddiaları” konusuna yer verilmesi gerekçesiyle başlatılan uygulamalar, müfredatın yeniden düzenlenmesi , öğretmen eğitimleri ,ders kitaplarının bu anlayışla yeniden yazılması, kompozisyon yarışması,tarihin düşmanlığı kışkırtan ve ırkçı bir yaklaşımla öğretilmek istendiğini göstermektedir.”          ( BİA Haber Merkezi-15.9.2003-BİA-İST  )  
  Yukarıda ki satırlardan  Türk Devletine “Kendini savunma “  ve Emperyalizmin isteklerine boyun eğ, manasını çıkarıyorum. Türk Devletinin kendini savunma refleksine, “Tarihin Silahlandırılması” gibi emperyalizmin bakış açısıyla bakmanın Tarih Vakfının aslî görevleri arasında olduğu hemen anlaşılıyor.
   Tarih ders kitaplarının değişme çalışmalarının düşüncesi , ABD, Batı, onların kontrolünde ki UNESCO ve benzeri kuruluşlarda çok eskiye dayanıyor. Fakat 90 lı yıllardan sonra çalışmalar, bilhassa STK ların devreye girmesi ile hız kazanıyor. Türkiye, Balkanlar yada bir başka yerde tarih ders kitaplarının değişimi, İslâm’da Modernite, Tarihi Silahsızlandırma, Tarihi Tabularımız ve benzeri başlıklarla sunulan faaliyetlerin  amacı, “ Problem çıkarmayan, koyunlaşmış toplumlar” elde etmeye yöneliktir. Bu tür toplumları sevk ve idare etmek, kısacası böyle bir dünyayı idare etmek daha kolay olacaktır.
  Tarih Ders kitaplarının değişmesi yolunda faaliyet gösterenler, asıl amaçlarının ne olduğunu saklayarak, ders işleme yönteminin yanlışlığı, çağdışı eğitim ve benzeri konulara sapmaktadırlar. Milletlerin kendi tarihleri, kendilerinin yazmasından daha tabi ne vardır?  Fakat hayır, “Küreselleşme” adı  altında “Dünya Hakimiyetine” oynayan zümre buna müsaade etmemektedir.
  Tarih Vakfı üyesi Tuğrul Yakarçelik’in hazırladığı örnek tarih ders nasıl oluyor, küçük bir bölüm  görelim:
“Osmanlıların 18.yüzyıldan itibaren batı karşısında yenilgilerle tanışması, çeşitli reformlara yol açtı. Batının üstünlüğü kabul edildi ve yeni düzenlemelere gidildi. Ancak toplumun tutucu kesimi çeşitli defalar bu reform hareketlerine karşı geldi ve toplumda büyük çalkantılar yaşandı . 1718-1730 arasında yaşanan Lale Devri bu reformların ilk kez planlı bir şekilde uygulanmasını oluşturuyor.”
  (Tarih Vakfı Sitesi- Tarih Eğitimi Örnek Ders- Tuğrul Yakarçelik-Özel Alman Lisesi Tarih Öğretmeni)
    Batı’nın ne kadar üstün olduğu, Batının emrinde yapılması öngörülen  o günkü kriterlerin neticesini görebilen devlet adamlarına tutucu diyerek günümüze gönderme yapan örnek tarih dersinden öğrendiğimiz , Batı’nın her dönem ak , bizimse kara olduğumuzdur. Batı karşısında  aciz olduğumuzu!! Türk gencine öğreterek, onu şovenist tarihinden kurtarmış olacağız. Modern tarih, kendi milletine aşağılık kompleksi aşılamak mıdır?
 Örnek tarih dersimize devam edelim:
“Dolmabahçe, Osmanlı klasik mimarisinden son derece farklı ve Fransız Saraylarını esas alan bir mimariye sahip. Ermeni mimar Balyan Efendi’ye yaptırılan saray sadelik esasına dayanan İslam anlayışının çok dışında süslemelerle dolu........... (Tarih Vakfı Sitesi- Tarih Eğitimi Örnek Ders- Tuğrul Yakarçelik-Özel Alman Lisesi Tarih Öğretmeni)
  Türk Tarihi karşısında dehşete kapılıp, Türk insanından çekindikleri içinde onu basit hesaplarla beynini hapsetmeye yönelik çalışmalarda, yani tarih –coğrafya ders kitaplarının değiştirilme çabalarında:
“ sürekli azınlıkların yücelttiği, övüldüğü  azınlık edebiyatıyla karşılaşıyoruz. Türk tarihini övünme ve edebiyat olmaktan çıkarma çalışması yaptıklarını iddia edenler, her fırsatta Ermeni, Bizans,Yahudi, İngiliz, Fransız.....vb leri övmektedirler. Bunu yapabilmek içinde lüzumsuz ayrıntılara girmekteler, bunun adına da Yerel Tarih demektedirler. Kısacası Yerel Tarih dedikleri şey, azınlık  bilgilerinin Türk Tarihi içine yamanma girişimidir.
    Anadolu çapında  yapılan bu hareketlerde , azınlıkların derlenip toparlanmak ve STK lar yolu ile de Türk insanının devlete karşı kullanılmak istenildiğini görüyorum.
    Ders işleme yöntemlerinin, Türk Tarihi yerine Avrupa ve Dünya Tarihi öğrenme ile ne ilgisi vardır? Ders işleme tekniklerinin değişmesine kimse karşı çıkmaz.Fakat Türk Tarihini şoven, ötekileştirici bulma konusunda,çağdışılıktan bahsedenlerin niyeti ortadadır. Bu kapsamda:
“ Hangi tarihi öğreneceğimizi, yarın hangi dili konuşacağımız ve hangi dine tabi olacağımız dayatmalarının izleyeceği açıktır.” Geçmişini gereği gibi bilmeyen bir milletin, geleceğini düzgün kurmasına imkan var mıdır?
    Tarih Vakfı  ve Bilgi Üniversitesi  organizasyonu ile  2001 ekiminde 4. Uluslar arası tarih kongresini gerçekleştirdi. Konu “Tarih yazımında anı ve yaşam öykülerinden yararlanılması”ydı. İlk gün anıların tarih olup olamayacağı tartışıldı. (Tarih Vakfı Sitesi-Tarih Vakfından Haberler- Sayı: 117)
   İlhan Tekeli, Cemil Koçak, Andrew Mango, Norman Stone, Carter Findley, Nilüfer Hatemi, Edhem Eldem, Gün Soysal söz aldı.  Kongrenin  ikinci  ve üçüncü günü ise, Ayşe Durakbaşa Tarhan, İlber Ortaylı, Sabri Yetkin, Necret Sakaoğlu, Christoph Neumann, Leyla Neyzi, Asım Karaömeroğlu, Ahmet Demirel, Birsen Talay, Yavuz Selim Karakışla’nın konuşmacı olduğunu görüyoruz. ( Üyeleri tek tek yazmaya gerek yok, çoğu Tarih Vakfı üyesi)
  1 Mart 2002 deki, Bilgi Üniversitesi Kuştepe kampüsünde yapılan panelin yöneticisinin, Bilgi Üniversitesi tarih bölümü başkanı , Tarih Vakfı üyesi ve eski marksist Mete Tunçay’(3 Mayıs 2003ten itibaren Tarih Vakfı Başkan Yardımcısı)dı. İlk konuşmacı , Yeni Oluşum Hukukçular Derneği Başkanı   Belkıs Baysal’dı.
     Belkıs Baysal bazı konularda hayli dertliydi. Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti, imzalamış olduğu sözleşmelerde ki yükümlülüklerini yerine getirmiyordu. (Yada onların istediği keskinlikte ) Ayrıca bu sözleşmeleri halka duyurma görevini de ihmal ediyordu. İşin doğrusu bu konuda sayın Baysal’a katılıyorum. Türkiye Cumhuriyetini sevk ve idare edenler, toplum adına hangi taahhütlerde bulunduklarını , yükümlülükler yerine getirilmeden açıklamalıdırlar.
    Açıklanmasından çekince duydukları maddelere de imza koymama lıdırlar. Dışişleri Bakanlığı Çok taraflı Kültür İşleri Genel Müdür Yardımcısı Sina Baydur, bakanlığın bu konuda ki çalışmaları konusunda katılımcıları bilgilendirdiğini görüyoruz.
      Tarih Vakfı genel Sekreteri Orhan Silier, tarih ders kitaplarının halâ istenilen seviyeye gelmemesinden duyduğu rahatsızlığı, “ Entelektüel Taciz” olarak niteleyerek  konunun önemini vurguladı.  AB konusunda ki çalışmalara Türkiye adına katılan  kişilerin, sadece toplantılara gidip geldiklerini, bu konuda hiçbir gelişmeyi eğitime yansıtmadıklarını anlattı.
  “70'lerde kurulan Milliyetçi Cephe hükümetlerinin egemen kıldığı anlayış, bugün de Türkiye'deki anlayışın eksenini oluşturmaktadır. Gençlerimizin kafalarını yalnızca Türklük ve İslamlık üzerine kurulu bir dünyaya sokuyoruz. Türkiye dışarı açılırken, tarih eğitimi süreci bu gelişmelere ayak uydurma bir yana, ayak diriyor.” (Tarih Vakfı Sitesi-123 nolu Haber Bülteni-Orhan Silier)
    Son konuşmacılar, Doğan Hızlan ve Hıfzı Topuz’da benzer konuşmalar yaptılar. Tarih derslerinde ki konuların, silah tacirlerinin işine yaradığını ifade etmişlerdir. “Tarihi silahsızlandırma Paneli” böyle ilginç, marksizmin siyonizme, kapitalizmin yeni yüzü küreselleşmeye uyarlanmaya çalışır  şekliyle sona erdi.
  Tarih Vakfının ve yandaşı dernek ve vakıfların , Türkiye’de “ Avrupa Tarihi” okutmaya yönelik, tarih kitaplarını değiştirme faaliyetlerinin altında yatan gerçek nedir? Sorusu sık sık sorulmalı, cevabı iyi irdelenmelidir.
Osmanlının , 700.yılı kutlamaları kapsamında ki faaliyetler sırasında , Türkiye’de  öğretim üyeliği de yapmış Dr. Heaty W. Lowry’ye , şu soru sorulur.
• Bir toplum geçmişini bilmezse bu ne manaya gelir?
• Bu soruyu bir tarihçiye sorarsanız bir  tek cevap alırsınız. Bu konulara hayatını verenlerin tabi haliyle bunun çok önemli olduğunu söylemeleri normaldir.  Ama dediğiniz doğru tabi, yani geçmişinizle ilgili ne kadar çok bilginiz olursa, geleceği o kadar iyi kurarsınız.
  Peki, Türk insanını tarihinden koparma  çalışmaları, bu cevap çerçevesin de  nereye konulmalıdır acaba?
  Türk İnsanını geçmişinden koparma faaliyetlerinin amacı, geleceğini düzgün kurmasını engellemek  ve insan sürüsü haline getirmeye yönelik olduğu gerçeği  şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
     Tarih Vakfının bu konudaki faaliyetleri , geniş bir yelpaze içinde yurt genelinde, devam ettiğini biliyoruz. Ege toplantıları İzmir’de, Akdeniz Bölgesi toplantısı Mersin’de, Güneydoğu Anadolu Toplantısı ise, Şanlıurfa Öğretmen evinde yapılmıştır.
    Tarih Vakfının Tarih öğretmenleri ile yaptığı bu toplantılarda, Eğitim-Sen tedarikçidir. Yani Tarih Vakfının düşündüğü tarzda ki tarih eğitimini gündeme geçirecek öğretmenleri, Eğitim-Sen organize etmektedir.Bu toplantıya, Güney Doğu şehirlerinden, Diyarbakır, Mardin, Adıyaman, Gaziantep, Kilis ve Şanlıurfa ‘dan 20 öğretmen katılmıştır. Yurt dışından ise, Almanya, Polonya ve İskoçya’da ki üniversiteden öğretim görevlileri konuşmacı olarak, toplantıya katılmışlardır.(Tarih Vakfı Sitesi)
“Toplantıya Almanya’dan konuşmacı olarak katılan Georg Eckert Uluslararası Ders Kitapları Araştırma Enstitüsü Müdürü Prof. Wolfgang Höpken, kendi ülkelerinde 1970’li yıllarda tarih ders kitaplarında yapılan değişikliğin faydalarını anlattı.”                                .                                                    (9.11.2002 –Zaman Gazetesi)
   Denilen değişiklik, Almanya’da  1970 li yıllarda hakikaten yapıldıysa, niye her geçen yılla orantılı olarak, “ Yabancı düşmanlığı” artıyor? Niye orada ki Türk aileler diri diri yakılıyor?  Bizim ders kitaplarımız ayni fakat, birlikte yaşadığımız etnik kökeni farklı   komşularımızı “Yabancı”yada “Öteki” diye diri diri yakmıyoruz. Yabancılara ülkeyi terk edin diyen “Dazlaklar” ımız da yok.
Tarih Vakfı, diğer Alman vakıfları ile yaptığı işbirliğinin yanı sıra, bu Enstitü ile de bir dizi faaliyet gerçekleştiriyor. Ülke genelinde , liseli gençlerin tarih  dersi konusundaki  fikirlerini ölçen araştırma yapıyor ve gençler şöyle dediklerini duyuruyor:“ Tarihi seviyoruz , ama tarih ders kitaplarından sıkılıyoruz.”!!Tam istenen cevap.

 Rahmetli , Dr. Necip Hablemitoğlu’nun , “ Türkiye Alman Vakıfları Raporu 1’de şöyle dediğini görüyoruz:
 “Küreselleşme sürecinde, uluslararası sermayenin serbest dolaşımının önünde en büyük engel oluşturan ulus-devletlerin zayıflatılması ve mümkünse yıkılması doğrultusunda ABD, Almanya, İngiltere gibi ülkeler ile AB, NGO’lara (Non-Governmental Organizations) yani hükûmet dışı sivil toplum örgütlerine aşağıdaki görev ve sorumlulukları öngörmektedirler:
  “Yerel kültürlerin yaşatılması kapsamında alt kültür kimliklerinin siyasallaştırılması ve etnik karşıtlıkların belirginleştirilmesi; misyoner faaliyetlerine karşı toplumsal reaksiyonu törpüleyecek sürecin başlatılması ve geliştirilmesi; dinsel özgürlükler kapsamında dinler arası diyalog ve hoşgörü sürecinin başlatılarak, tarikat-cemaat ve benzeri yapılanmalarla birlikte farklı hukukların yaşama geçirilmesi ile eğitim ve öğretim birliğine son veren girişimlerin desteklenmesi;
   Hükümet politikalarını ve kamuoyunu önemli ölçüde yönlendirme gücüne sahip siyasal partilerin, meslek odalarının, medya kuruluşlarının, sendikaların, birliklerin, vakıfların, derneklerin, tarikat ve cemaatlerin ve de illegal örgütlerin, rejim ve devlet aleyhine -farklı siyasal kamplarda yer alsalar da- asgari müştereklerde buluşturulması ve kullanılması; demokratik kitle örgütlerinin süratle NGO’laştırılması ve “sivil itaatsizlik” çağrıları ile kitlelerde kamu düzeni-devlet otoritesi aleyhine başkaldırı refleksinin oluşturulması;
 “sivil denetim” stratejisi ile devlet kurum ve kuruluşlarının denetlenmesi ve hedeflenen gizli bilgilere doğrudan ulaşılması; bağlı NGO’ların baskı grubu olarak kullanılmasıyla hükümetlerin siyasal, toplumsal, kültürel, hukuksal ve de ekonomik politikalarının doğrudan ve dolaylı etkilenmesi;
   Resmi ideoloji-sivil ideoloji ayrımı ile mevcut sistemden hoşnut olmayan, ezildiğine, sömürüldüğüne inanan kitlelerin toplumsal dayanışma bağlamında yönlendirilmesi ve resmi ideolojiyi temsil eden tüm kurum ve kuruluşlara, değerlere ve de resmi politikalara düşmanlaştırılması;
Yerel yönetimlerin ön plana çıkarılarak merkezi yönetimin giderek zayıflatılması; “global vatandaşlık” kavramı ile “etki ajanlığının” özdeşleştirilmesi, hedef ülkedeki etki ajanlığı potansiyelinin geliştirilip güçlendirilmesi.................................”
  (Türkiye’deki Alman Vakıfları Raporu 1- Dr.Necip Hablemitoğlu)
Ve ekliyor Hablemitoğlu:
“.Bu vakıflar arasında Konrad Adenauer Vakfı, Körber Vakfı, Alexander von Heinrich Böll Vakfı, Hans Seidel Vakfı özellikle dikkat çekenleridir Humboldt Vakfı, Friedrich Ebert Vakfı, Friedrich Naumann Vakfı,. .....Ayrıca, Alman Orient Enstitüsü, Goethe Enstitüsü, Alman Kültür Merkezi, Georg Eckert Enstitüsü, Fian Örgütü de mutlaka izlenmesi gereken Alman merkezleri arasındadır.”
  Dr. Necip Hablemitoğlu’nun, Tarih Vakfının birlikte faaliyet gösterdikleri, Alman vakıfları hakkında ki raporundan sonra, söz bitiyor . Bu ülke sahiden de sahipsizmiş dedirtecek tarzda ki girişimleri gördükçe yüreğim isyan ediyor, yüreğimiz isyan etmeli.

1994 TÜRK –ALMAN   YAZ  AKADEMİSİ
“ Türk ve Alman halklarının daha yoğun ilişkiler içinde olmasını isteyen Körber Vakfı , özellikle Türkiye’de ki gençleri 1994 Türk-Alman yaz  akademisi’ne çağırıyor. .....Önkoşul 31 Mart 1994 tarihine kadar, Türk-Alman ilişkileri kapsamında bir olayın, gelişmenin, ya da sorunun incelendiği, yaklaşık 15 daktilo sayfası çalışmanın..............................         14 günlük yaz akademisinin.......................
Bütün masrafları Körber Vakfı karşılayacak.....  Başvuru adres: Prof. Dr. Mehmet Genç-Prof Dr.Jürgen Reulecke- Dr.Wolf Schmidt”
        (1 Şubat 1994- Toplumsal Tarih- Sayı:2-Tarih Vakfı Yayını)
(...Nilüfer Gatenyo, Dr. Mehmet Genç, Prof. Dr. Farançois Georgeon)(Tarih Vakfı Üyeleri)
“.......Almanya, Türk üniversitelerinde ve de bürokraside “etki ajanı” (en olumsuz halde Alman sempatizanı) yetiştirmek için de büyük meblağlar harcamaktadır................. . Elbette ki bu vakıflardan burs alan Türk vatandaşlarını potansiyel Alman “etki ajanı” olarak kabul etmek yanlıştır. Kesin olan gerçek şu ki, Türk bursiyerler için her yıl yüzmilyonlarca mark harcayan Alman vakıfları, ABD vakıfları kadar sonuç almada başarılı (!) değillerdir ama bu ileride başarılı olmayacakları anlamına da gelmemektedir...............”
“...... Özellikle Tarih Vakfı’nın projelerine verilen desteğin yanı sıra, Türkiye’de kimlik ve normların değişimi konusu, özellikle Körber Vakfı’nın ilgi alanına girmektedir.
  Körber Vakfı, Türk-Alman ilişkilerinin geliştirilmesi yolunda, Türkiye’de lise düzeyinden itibaren Alman sempatizanı bir nesil yaratmak gibi geniş vizyonlu (!) bir misyona da sahiptir................” (Türkiye’deki Alman Vakıfları Raporu 3-  Dr. Necip Hablemitoğlu)
   Almanya’nın , Türkiye için çıkardığı,”Deutschland” dergisinin 2003  şubat- mart sayısında bu konuya şöyle bir açıklık getirilmiş. Dergide Bettina Behler’in belirttiğine göre, Almanya’da ki Körber Vakfı, Alman-Türk diyaloğunun gelişmesi için on yıldır uğraşıyormuş. Behler’e göre bu örnek çalışmaları mümkün kılan kişi, 1992 yılında vefat eden,  Hamburg’lu Kurt A. Körber.
    Kurt A. Körber’in kendi adını taşıyan vakfına, makine üreten holdingini bıraktığını , sermaye varlığı 375 milyon Euro olduğunu, her yıl eğitim ve halklar diyaloguna ayrılan 13 milyon Euronun, yarım milyon Eurosunun Türk-Alman diyaloguna harcandığını öğreniyoruz.  “ Diyalog Kültürü “ adlı yazısında , Bettina Behler şöyle diyor:
“ Yaz akademileri artık düzenlenmiyor, ama bunun yerine vakıf 2000 yılından bu yana 50.000 Euroluk bir bütçeyle Almanya ile Türkiye arasında bilim mübadelesinde bulunulmasını destekliyor.”
   Makalenin ilerleyen satırlarında, Alman-Türk diyalogunun doruk noktasının her yıl olduğu gibi , bu yıl da Bonn’daki Petersberg’de düzenlenen sempozyumlar olduğunu öğreniyoruz.
“ Federal Hükümet’in konuk evinin rahat atmosferinde buluşan bilim insanları, politikacılar, medya ve ekonomi dünyasından temsilciler belirli bir konu-örneğin, Türkiye’nin Avrupa’da ki rolü üzerinde tartışıyorlar.
Eski vali, yeni milletvekili Lale Aytaman, bu sempozyumları şu sözlerle övüyor:’ Bu sempozyumlarda ele alınan konuların yanı sıra, katılımcıların büyük bir açıklıkla yürüttükleri sohbetler de gösteriyor ki, Alman-Türk diyaloguna çok önem verilmesi gerekiyor.”
                     (Şubat/Mart Deutschland Dergisi 2003-Betina Behler)
    AB nin bize uygulayın diye verdiği, Sokrat programı ile ilgili , Selçuk Üniversitesinde bir olay yaşandı. Bu programa geçebilmek için, Türkiye müfredatını AB  ninki gibi yapması gerekiyormuş öncelikle. Nasıl mı?
  18-24 Mart 2002 tarihinde, Selçuk Veterenerlik fakültesinin isteği üzerine , Avrupa Veteriner Halk Eğitim Birliği Heyeti gelmiş, yaptığı incelemelerden sonra, “Atatürk İlke ve İnkılap Tarihi ve Türk Dili derslerini gereksiz, yabancı dil eğitimini ise yetersiz “bulmuştur.
  İnkılap Tarihini gereksiz değil, İstiklal Savaşı yıllarının Türkün belleğinden silinmesi gerektiğinden, tehlikeli bulmuşlardır. AB inin ne yapmak istediği net ve açık ortada iken,Türk Milletini yok edecek projelere halâ imza üzerine imza atılıyor. Neden?
   Anlaşılan o ki AB nin Sokrat programı Türkiye’nin  değil, AB nin ihtiyaçlarını göz önüne alarak eleman yetiştirecektir. Türk Milli eğitiminin genel amacı da yakında değişebilir. Türk Tarihinde ki “ötekileştirici” “ Yahudi Düşmanlığını kışkırtıcı”(Neresinde varsa) “İnsan Haklarına Aykırı”...vb.gibi !! bölümler , Komisyon başkanlığını Prof.Dr.İlber Ortaylı’nın yaptığı komisyon düzeltecek. Bu komisyonları biliriz, üyeler Ortaylı tarih profesörü diye ona güvenirler, sonra her şey Tarih Vakfı zihniyetine göre düzenlenir.
“ Madde: 5- Türk Milli Eğitimin genel Amacı: Türk Milletinin bütün fertlerini;
a) Atatürk İnkılâplarına ve Anayasanın başlangıcında ifadesini bulan Türk Milliyetçiliğine bağlı;............”(Türk Milli Eğitiminin genel Amaçları ve Temel İlkeleri-MEB)
  Yakın tarihte, AB ye uyum adı altında, bütün genel ve özel amaçlar değişebilir. ABnin ekonomik ve siyasi birlikteliğine , girilme ihtimali üzerine çıkartılan onca kanuna yenileri eklenebilir.
  Tarih Vakfı  bazen aracılık, bazen de bir fiil içinde olduğu  faaliyetleri yapacağını, 4. Genel Kurulunda şöyle açıklıyordu:
“”Tarih Vakfı, 'öteki'leştirici olmayan ve bilimsel bir tarih anlayışının, Türkiye'nin küreselleşen bir dünyada ve Avrupa Birliği ile bütünleşmesinde, eşit, saygın ve onurlu bir yer alması bakımından çok köklü bir etki yapacağı, özellikle dinsel, etnik, kültürel çatışmaların kasıp kavurduğu içinde bulunduğumuz bölgede, barışı güçlendirici bir rol oynayacağı kanısındadır.” (Tarih Vakfı Sitesi)
   Tercümesi:
“ Türkiye küreselleşen  dünyada ve AB ye girme aşamasında artık millî devlet sevdasından vazgeçerek, AB nin esasını teşkil eden Roma antlaşmasında ki gibi” Gerçekten Sevenler Arasında ki ortaklıkta”, onurlu bir yer edinecek ve müslüman Ortadoğu halklarına örnek teşkil ederek dünya barışına katkıda bulunmanın mutluluğunu yaşayacaktır.!!!”
   Tarih Vakfının çıkardığı  aylık “Toplumsal Tarih Dergisi”nin bitmez tükenmez  bilgilerle dolu olduğunu görüyoruz. Tarihi tersten okuyan, onca kişiyi bir araya toplamak büyük başarı. 1998 yılının Ağustos ayına ait sayıda ki not defterini yazan, Ahmet Uncu’ya ait satırlar:
“ Geçtiğimiz  aylarda bir vesileyle Edirne’ye gittik. Edirne’ye gidip de tarihi yerlerini gezmeden olmaz................1934 ‘te Trakya olaylarına kadar önemli bir Yahudi yerleşim yeri olan Edirne’de büyük bir sinagog’un bulunduğunu önceden de biliyorduk..Haritada yönünü bulduk.
Bir Ermeni kilisesinin biraz ilerisindeydi. Kiliseyi çatısından tanır gibi olduk......Esnaftan birisine burası ne binası dediğimizde, cevabı “ kilise Hamamı” oldu. Kilisenin ayakta kalan kısmı çoktan hamam olmuştu, sadece adı yaşıyordu. Sinegog’un hali ise daha kötüydü, çatısı tamamen çökmüştü.
   1895 nüfus sayımında halkının % 55 kadarı Ermeni, Yahudi, Rum ve Bulgarlardan oluşan Edirne kentinde bugün gayrimüslimlerden iz bulmak mümkün değil..” (Toplumsal Tarih 1998- Ağustos- Ahmet Uncu)
  Ahmet Uncu, bir zamanlar orada yaşamış azınlıkların  o kente emeğinin geçtiğinin belirtilmesi amacıyla, pano ve tabelalar olmasını düşünür onların yaşadıkları yerde, böyle olmasını arzu eder. Edirne’nin 1895 deki nüfus sayımında yazarın ilgilendiği kısım, sadece azınlıklar. Onların artık orada bulunmayışından üzüntü duyduğunu anlıyoruz kelime aralarında.
    Bugünden dünlere baktığımızda, birçok Batı Trakya Türkü, Kırım Türklerinin tamamı, İdil-Ural Türkleri...vb. Orta Asya’da  ve Çin içinde  bir çok Türk ya katliama uğradı yada sürüldü. Bugün ayni şey Kerkük Türk’ü için tasarlanıyor...Türkiye’de bulunanlar ise, yaşayan ölüler haline getirildiler , o da yetmedi  Anadolu’dan sürme projeleri yapılıyor. Bu projelerin içinde yer alanlar, kolaylaştırıcılık yapanlar , destekleyenler var. Türk insanı kendi derdine düşmüş, ekonomik, siyasi, kültürel ve daha bir çok dar boğaz içinde çırpınıyor. Bu arada , Anadolu’dan izlerinin silinme çalışmaları hızla yürütülüyor.....Türk toplumu buna ne zamana kadar müsaade edecek? Bunu zaman içinde göreceğiz.
  Türkiye Cumhuriyeti’nin asli unsuru Türk Milletini kökünden koparma çalışmaları yapıldığı günümüzde, adına Sivil Toplum Kuruluşu denen bazı NGO ‘larda bu çalışmaların içinde yer almakta bunu”  insan onuru, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve her türden azınlık kimliklerine saygının gereği olarak gördüklerini “ifade etmektedirler!!
   Edirne’de görülmesi gerekli! Yerlerden biri de İttihat ve Terakki Kulübü binasıdır, Prof.Ahmet Uncu’nun belirttiğine göre.. Günümüzde halk eğitim merkezi olarak kullanılan binaya yaklaştığında, renginin mora boyanmasına  şaşırdığını görüyoruz.(Renk değişimi neden bu kadar önemlidir ki?!). Sonrasını kendisinden dinleyelim:
“ ..binanın tuhaf bir renge boyanmış olduğunu görmek bizi şaşırttı. Ama asıl sürpriz bizi içerde bekliyordu. Kapıdan girdiğimizde iki büyük yağlıboya tabloyla karşılaştık.
Birinde ‘ Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk vardı’, diğerinde “ Edirne’mizin kurucusu İkinci Murat......
Şimdiki adını Roma Kralı Hadrian’dan alan binlerce yıllık kenti biz ikinci Murat’a kurdurmuşuz................
Ahmet Uncu’nun bu konuda ki son sözleri şöyle:
“ Bu ülkeye bir anlayış devriminin, bir kültür devriminin gerektiği öteden beri söylenir. Sanırım bunu tarih alanından başlatmak en anlamlısı-olacak.”                                                                                         (Toplumsal Tarih Dergisi- Tarih Vakfı aylık yayın organı- 1998- Ağustos- Ahmet Uncu)
   1362 temmuzunda, Edirne Türklere geçti. 1. Murad zamanında Bizanslılardan alındı. Tarih bilgileri kadar matematiklerinin de zayıf olduğu ortada.2003- 1362 =  641 yıl önce, Edirne Türk topraklarına katılmıştır. Edirne’nin kurucusu sözünden, anlaşılması gereken budur. 641 yıldır Türk toprağı olan Edirne , sonsuza kadar da Türk toprağı olarak kalacaktır.
    Evet bu ülkede, 1919 işgalleri yaşanmamış anlaşılan. Yurdumuzu işgal edenlerle giriştiğimiz İstiklal Savaşında, azınlıklar işgal kuvvetleri ile de birleşmemişler.   Ya biz hafızamızı kaybettik, ya onlar .
  Evet, görüyor musunuz” Tarih Kitapları” neden ve niçin değişmeli? Türk Tarihini hazmedemeyen, birileri ne yazık ki yine ayni şeyi yapıyorlar. Yine ayni şeyi. Tarih Kitaplarını değiştirip çağdaş tarih anlayışı! aldatmacası  ile Türkü geçmişinden koparmak istiyorlar. İstiyorlar ki,” Edirne’yi Roma kralı Hadrian kurdu” diyelim ve savaş meydanında aldıktan sonra kültürel yönden de oya gibi işlenmiş, Türk olan Edirne’yi  önce kültürel sonra maddi olarak kaybedelim.
  Kısacası, Edirne’yi Roma Kralı Hadrian kurdu diyerek, şovenist tarihi bilgilerimizden kurtulmuş olacağız. 
 Görülen odur ki Türk kelimesinin geçtiği her yerde karşımıza, “barbar” “şovenist” kelimelerini çıkaranların, dönüp eğer varsa ! kendi tarihlerini  yeniden incelemeleri gerekmektedir.
  Türk Tarihini övünme manzumesi!! olmaktan çıkarmak isteyenler, eğer övünç duyabilecekleri tarihleri varsa,bunu kendi tarihlerine uygulayabilirler. Türk Tarihi ise, Türklerindir. Övünecekler midir, çağ açıp çağ mı kapayacaklardır ,yeni tarihler mi yazacaklardır,  tasarrufu tamamen  Türk Milletine aittir.

LİSELİ GENÇLERİMİZİN GÖZÜYLE  CUMHURİYETİMİZ
    Tarih Vakfı faaliyetlerine bakarken yapılan her çalışmanın , kuruluş amaçları! Olduğunu  öğreniyoruz. Türkiye’nin ekonomik ve toplumsal tarihi ile ilgili çalışmaların desteklenmesi, teşvik ve yarışmalarla ilgili çalışmalara ,  1994 de başladı vakıf. Lise ve üniversite öğrencileri  ile ilgili yarışmalar düzenlenmesi fikrini, Alman Körber Vakfının verdiğini görüyoruz.
   “Böylesi bir yarışmanın düzenlenmesi düşüncesi Almanya’da Körber Vakfı adlı kuruluşun orta öğretim düzeyinde yaptığı yarışmalar örneği ile gündemimize geldi.Vakfımızla işbirliği yapmak üzere ilişki kuran Körber Vakfı yetkilileri faaliyetlerini sıralarken , ülke çapında düzenledikleri bir yarışmadan söz ettiler..................
.Vakıf Yönetim Kurulu  Körber Vakfı ile işbirliği içinde aynı türden bir yarışmanın Türkiye’de düzenlenmesi için hazırlık yapılması kararı-aldı......”                                                                                                             .                                     ( 1 Ocak 1994-Toplumsal Tarih Dergisi)
Türkiye’nin Sivil Toplum Kuruluşları, hemen her faaliyetlerinde, böyle vakıf yada Uluslararası kuruluşlardan fikir alıyorlar, sonra bahsi geçen etkinliği birlikte düzenliyorlar!
Aşağıdaki satırların yorumunu size bırakıyorum:
“Körber Vakfı ve Georg Ecker Enstitüsü, Türkiye’deki 47 ayrı etnik halk söylemini yaşama geçirmeye yönelik olarak etnik farklılıkların ortaya çıkarılması ve mevcut farkların derinleştirilmesine yönelik faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Özellikle Tarih Vakfı’nın projelerine verilen desteğin....” (Dr.N.Hablemitoğlu-Türkiye’de Alman Vakıfları Raporu 3)
  Tarih Vakfı, TEMA ve benzeri STK ı, Türkiye Devletinin bütün kurumlarında rahatça faaliyet gösteriyorlar ve devletin yardımını alıyorlar. Cumhuriyetin 75. yada 175. yılı kutlamasının görevi Sivil Toplum Kuruluşlarına mı aittir? Milli Eğitim Bakanlığı böyle bir yarışmayı kendisi açamaz mı? Devlete sızan STK larıyla birlikte hareket eden devlet, kendi beynine kurşun sıkmaktadır.
    Tarih Vakfı, Cumhuriyetimizin 75. yılını  8 proje ile kutlarken, temel hedeflerinin, cumhuriyete bilinçle sahip çıkmak olduğunu belirtiyor. Geçmişe dönük değerlendirmelerle, yeni ümit ve yarınlar geliştirmeyi hedeflediklerini söyledikleri görüyoruz. Cumhuriyete bilinçle sahip çıkmaktan ne anladıklarına bir göz gezdirelim.
    Bu projelerden birisi, “Liseli Gençlerin Gözüyle Cumhuriyet”. Yarışmada gençlerin, klasik usulleri ve bildik tarihi bilgileri bir kenara bırakarak, araştırıcı bir yaklaşımın sonunda senteze ulaşma başarısı, gösterdiklerini ifade ediyor Tarih Vakfı. Bakalım gençlerimiz ulaştıkları bu sentezde neleri yakalamışlar?
   Bu projeye kimlerin destek verdiğini  görelim öncelikle:
“ Cumhurbaşkanımızın himayesinde sürdürülen “ Bir Çağdaşlaşma Projesi olarak Türkiye Cumhuriyetinin  75. yılı” çalışmalarına verdikleri destek için Sayın Süleyman Demirel’e, Devlet Bakanı Sayın Cavit Kavak’a, Milli Eğitim Bakanlığına, Tarih Vakfı Çalışmalarının ana destekçisi  İstanbul Menkul Kıymetler Borsasına ,  yarışma projesinin gerçekleşmesinde finans ve organizasyon katkıları için Millî Piyango İdaresine en içten teşekkürlerimizi sunarız.”
   Yiğit Gülöksüz Tarih Vakfı 75. yıl Projeleri genel Koordinatörü
                                       (Yerel Tarih Aylık Dergi-Kasım 1998- Sayı: 5)
  Mart 1998 yılında, çeşitli tanıtım filmleri, broşür ve dergilerle  liseli öğrencilere yarışma  duyuruldu. Yarışma konusunda bilgi vermek ve araştırmaların nasıl yapılacağını  açıklayan , yerel tarih dergileri yayınlandı.Projeyi gören insanların aklına , klasik “Cumhuriyetin gelişmesi, nasıl ilan olduğu, cumhuriyetin kuruluşu sırasında karşılaşılan zorluklar....” gibi konuların geldiğini sanıyorum. Şahsen benim aklıma da öyle geldi. Cevaplarını merak ederek onlarca kişiye , “ Cumhuriyetin 75. yılı kutlamaları çerçevesinde, yarışmaya katılacaksınız?  Ana başlığınız ne olur? diye sorduğumda, şu cevapları aldım:
• Geçmişten geleceğe uzanan yolda Türk Milleti
• Cumhuriyetin 10. yılı kutlamalarına verilen önemden ne anlıyoruz?
• Cumhuriyete uzanan yolda ki çalışmalar
• İstiklal Savaşı ve parlayan güneş, “ Türkiye Cumhuriyeti”
• Türk insanının zaferi Cumhuriyetle taçlandı.
• Cumhuriyetin ilk yılında ekonomi alanında ki yapılanmalar.
• Niçin Cumhuriyet?
• Cumhuriyete lâyık olabildik mi?
• Genç Cumhuriyet
• Cumhuriyet ve getirdikleri
• ......................................

vb. gibi konu başlıkları tespit ettim. Yani yönlendirilmeyen Türk insanı bu ve bunun gibi başlıklar seçerek ülkesine hizmet etmenin  yolunu seçer. Bakalım, Tarih Vakfının sevk ve idaresinde ki yarışmada  öyle olmuş mu?
    Yarışmaya 886 çalışma ile 1504 öğrencinin katıldığını öğreniyoruz.  Tarih Vakfına göre, ilk elliye giren çalışma yarışmanın amacına tamamen uyuyordu. Ortak özellikleri yanı başımızdaki tarihi yakalamak! Olduğu söyleniyordu  bu eserlerin.Yanıbaşlarında ki tarihi nasıl yakalamış yarışmaya katılan öğrenciler, onu görelim.
   Kayda değer bulunanların, önemli bir kısmının da empoze ile oluşturulduğunu tahmin ediyorum. Çünkü bırakın liseli bir genci, Cumhuriyet konulu bir yarışmada, “ Kırklareli Musevi Tarihi” , “ Bursa Yahudileri”ni  anlatmasının düşünülmesi, kimin aklına gelir? Cumhuriyetin teması ile bu konuların ne alâkası var?  Veya nasıl alâkalandırılıyor, o da ayrı bir merak konusu. Toprakları azınlıkların yardımı ve yataklığı ile emperyalistlerce işgal edilmiş bir milletin , “yeniden doğuş hikayesi”nden anlaşılan bu ve benzeri araştırmalar mı olmalıdır? “Yanıbaşımızda ki Tarih” sözünden , Türk olmayanların (azınlıkların)tarihini mi anlamamız gerekiyor?
   Şimdi, genel olarak konu başlıklarına bir bakalım.. Tarih Vakfı çalışmaları hakkında artık yeteri kadar bilgi sahibi olduğumuz için,  yazılanları çıkarmak zor değil. Ayrıca yarışma başlıkları yeterince açık olduğu da hemen görünüyor.
  Bu satırlara  konuların hepsini almama imkan olmadığı için, bir kısmını alarak bu konudaki araştırmamı açıklayacağım. Örnek olarak seçtiğim bu başlıklar, yerel ve ulusal jüri üyelerince dereceye girmiş eserlerdir:
• Dünden bugüne demiryolu eğitimi
• Şirince Mimarisi
• Cumhuriyet döneminde İzmir’de tiyatronun gelişimi
• Geçmişten bugüne Zonguldak kömür ocakları
• Adana’daki Tarihi eserler; Taşköprü ve Ulucamiye Bakış
• Adana’nın tarihi semti Tepebağ
• Gaziantep Amerikan Hastanesi
• Eski Antakya Evleri
• Geçmişten Bugüne kömür ocakları
• Cumhuriyetimizi Sahiplenenler
• Alanya’lı eski Rumlar
• Bandırma ilköğretim okulunun tarihçesi
• Bursa Yahudileri
• Atatürk Barajı ve Atatürk Barajı  suyu altında kalan Samsat’ın sosyo-ekonomik durumu, yaşantısı, gelenek ve görenekleri, tarih ve yok oluş hikayesi ile yeni Samsat kuruluş araştırması
• 75 yılın öncesi ve sonrasında Mardin
• Yalova Samanlı Köyü
• Yeni Adana Gazetesinin Tarihi
• Kepirtepe Köy Enstitüsü
• Cumhuriyet, Sarımsak ve Taşköprü
• Kuşadası Tariş
• Malakanlar
• Kırklareli Kocahıdır İlköğretim Okulu
• Kırklareli Musevi tarihi
• Akmeşe tarihi
• Yalova Kâğıthanesi
• İki Kadın iki Cumhuriyet Portresi
• Nazilli Pamuk Araştırma Enstitüsü                                              
• Milas ilçesinde ulaşımın kısa tarihi
• Artvin 7 Mart İlköğretim Okulunun Tarihi
• Geçmişten Günümüze Samanpazarı..
• Akhisar’ın Yerel Tarihi
• ...........................................vb.
                               (Yerel Tarih  Dergisi-Kasım 1998- Sayı: 5)

       Yerel Tarih yarışmasının jürisini  kısaca tanıyalım önce:
Prof.Dr. Seçil Karal Akgün:  ODTÜ’de öğretim görevlisi. Fulbright araştırma bursu ile ABD’ye gitti. Tarih Vakfı üyesi. (...Doç. Dr. Mustafa Akgül, Prof. Dr. Seçil Akgün........)
Can Dündar: Yüksek tahsilinin ardından şimdi yazılı ve görsel basında çalışıyor. Tarih Vakfı üyesi.(....... Can Dündar, Nuran Düvenci-Yüce, Koray Düzgören,.........)
Prof. Dr.Bozkurt Güvenç: Mimarlık eğitimini ABD’de tamamladı.Çeşitli üniversitelerde çalışmanın yanı sıra Wilson bursunu kazandı. Çeşitli eserleri yayınlandı , son eseri “ Türk Kimliği”. Tarih Vakfı üyesi. Yarışmanın olduğu tarihte Cumhurbaşkanlığı başdanışmanıydı.(....... Prof. Dr. Bozkurt Güvenç, Fadıl Güvenç, Doç. Dr. Murat Güvenç,.........)
Prof. Dr. Emre Kongar: Maliye ve İktisat Bölümünü bitirdikten sonra, Michigan Üniversitesinde okudu. Üniversitenin çeşitli bölümlerinde çalıştıktan sonra, Kültür Bakanlığı müsteşarı olarak görev yaptı. Öğretim görevlisi ve Tarih Vakfı üyesi. (.....Dr. Orhan Koloğlu, Prof. Dr. Emre Kongar, Dr. Murat Koraltürk
İlham Küsmenoğlu:  Liseler arası yarışmanın yapıldığı tarihte Milli Piyango İdaresi genel müdürüydü.
Dr. Nur Otaran: Gazi Eğitim Enstitüsü İngilizce bölümünü bitirdikten sonra, 1977 Fulbright  Araştırma bursu ile ABD’ye gitti.  Çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı. TED Ankara Koleji vakfında genel müdür. Tarih Vakfı üyesi.(...... Dr. Nur Otaran, Prof. Dr. Oğuz Oyan,...........)
Prof. Dr. Salih Özbaran: Üniversitenin tarih bölümü mezuniyetinin ardından, Londra’da Tarih doktorası yaptı. Tarihe ilişkin eserlerinin yanı sıra Tarih Vakfı üyesi.  (.....Prof. Dr. Salih Özbaran, Prof. Dr. Ferhunde Özbay, Bülent Özden,............)
Necdet Sakaoğlu: İlkokul öğretmeni olarak bağladığı görevine, tarih öğretmeni olarak devam etti. Bakanlık müfettişliği ve talim terbiye üyeliği görevlerinde bulundu. Tarih Vakfı üyesi  (......Fikri Sağlar, Necdet Sakaoğlu, Enis Rıza Sakızlı.........)
Prof. Dr. Şerafettin Turan: Gazi Eğitim Enstitüsü tarih- Coğrafya, Dil Tarih’in tarih bölümlerini bitirdi. İtalya arşiv ve kütüphanelerinde araştırmalar yaptı. Erzurum Atatürk üniversitesinde çalıştı, dekanlık TRT yönetim kurulu üyeliği ve Kültür Bakanlığı müsteşarlık görevlerinde bulundu. Türk Dil Kurumu başkanlığı yaptı. Tarih Vakfı Üyesi.                                       .(..... Prof. Dr. Şerafettin Turan, Ali Turgan, Hasan Turhanlı,...........)
  Tarih Vakfı genelde şunu yapıyor..Faaliyetlerini sürdürürken, isimlerini verdiği, Prof. ünvanlı kişilerle, adeta gövde gösterisinde bulunuyor. Fakat, bu kişiler ya Tarih Vakfı üyesi yada yakın ilişkiler içinde olduğu insanlar olarak karşımıza çıkıyor.
      “ Liseli Gençlerimizin Gözüyle Cumhuriyetimiz “ adlı yarışmayı finansman olarak destekleyen , Milli Piyango İdaresi. Tabi bu kurum kendiliğinden, Tarih Vakfı ile iletişim kurarak , “ Birlikte bir yarışma tertipleyelim” dememiştir. Siyasi nüfus kullanılarak, Milli Piyango İdaresine bu yarışmaları, Tarih Vakfı ile birlikte yürütmeleri gerektiği bildirilmiştir. Yoksa devlet eliyle, Malakanlar ve Yahudi tarihlerinin araştırılması ile Millî Piyango İdaresinin ve dolayısıyla Cumhuriyetin 75 yıl kutlamalarının ne ilgisi var? Milli Piyango İdaresi , Malakanlar ve  Bursa Yahudilerinin araştırılması için kurulan bir genel müdürlük müdür?
   Milli Piyango İdaresinin  yarışmayı nasıl değerlendirdiğine bir bakalım:
• Geniş bir kitleyle diyalog kurması
• Kalıcı bir eser ortaya koyması
• Cumhuriyetin emanet edildiği gençlerin Cumhuriyeti değerlendirecek olması
• Gençlere tarihi sevdirip tarihle bağlarını pekiştirme fırsatı vermesi
Bu konuda ki görüşlerini bildiren   genel müdürün, yazısının başlığı:  “ Yerel Tarih Yarışmasının Arkasında Duran Kurum- Milli Piyango İdaresi” şeklinde idi.
Çok doğru bir başlık atılmış. Çünkü yarışmanın finansmanını sağlayan Milli Piyango İdaresine söz hakkı verildiğini zannetmiyorum. Milli Piyangonun bu yarışmada hiçbir söz hakkına sahip olmadan, arkalarda bir yer bulabilmesi zaten Tarih Vakfının genel karakteridir.Dokuz üyeli Jürinin 8 inin Tarih Vakfı üyesi olması , jürinin ne kadar demokratik oluşturulduğunu hemen gösteriyor. Jüri üyelerinin profesör olması ise işbirliğine girenler açısından güven verici bulunduğuna hiç şüphe yok.
    Tarih Vakfının , bu konudaki düşüncelerininse şöyle olduğunu biliyoruz:
“. Belli bir kentteki valinin, kaymakamın, belediye başkanının, rektörün, kültür müdürünün, müze müdürünün kim olduğu, ne tür bir tavır içinde olduğu bir kentten diğerine problemin çözümünde çok büyük farklılıklara yol açabiliyor.
   Bu ilişkiler alanında -yapılan işin yurttaş duyarlılığı ve bu duyarlılık çevresinde tarihe sahip çıkma üretimi olduğunu unutmaksızın- resmi görevlilerle işbirliği olanaklarını kapatmayan, ama onların hiyerarşik yaklaşımlarının içine de hapsolmayan, özerk, yerel ve yurttaş çalışması temelinde kurulmuş bir ortaklık büyük önem taşıyor.”
              Funda Çelebi- Yerel Tarih Grubu Oluşumu İçin Kılavuz
Yukarıdaki satırlarda , bürokrasi ile iyi geçin, fakat bildiğini yap mantığı ve yaklaşımını daha önce görmüştük.
Şimdi  liseli gençlerimiz Cumhuriyet denince ne anlıyorlarmış bir bakalım. Belirtilen başlıklar altında ulaşabildiğim bilgilere, bu satırları okuyanlar yenilerini ekleyebilirler:
 “ Malakanlar “ başlığını duyunca, acaba cumhuriyet döneminde, Türk insanının buluşunu yaptığı bir markanın adı mı diye düşündüm.Karslı öğrenci kökeni Rus-Ermenilere dayandığı söylenen bir halkı araştırmış.
“Kökenleri ermenilere dayanan bir halk olan malakanlar da burada yaşar.Büyük bir kültür mozaiğidir (haybinkunduz)
.................................
1959-1962 yılları arasında Kars'ın belirli yerlerinde yaşayan ve Malakan adı verilen bir Rus azınlığı üzerinde doktora tezini hazırlayarak doktor ünvanını almıştır. Malakan'ların toplumsal yapısı adlı bu eseri 1972 yılında Ankara Üniversitesi tarafından yayınlanmıştır.( Orhan Türkdoğan-Yenisayfa.com.tr)
................................
Milli Mücadele Döneminde Türk-Sovyet İlişkilerinde Molokanlar (Malakanlar) Sorunu (Doktor Yavuz Arslan- Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi- 2001 Sayı:18)
...........
 Malakan( Rus).....          (Atlas Dergisi Sayı:121-Nisan 2003)
   Türk Çocuğuna Cumhuriyet denince , Malakanları hatırlamasına diyecek bir şey bulamıyorum doğrusu.(Erzurum Değerlendirme bölgesi- 3.)
  “Akmeşe Tarihi”: İzmit’in bir kazası. Özelliği, 1915  Birinci Dünya Savaşının ardından, Ermenilerin burayı terk ettiklerini biliyoruz. Tarih Vakfının sürekli yayın organından, Toplumsal Tarih Dergisinin 2000 yılı 78. sayısında, Agop Minasyan’ın  “Akmeşe Kasabasının Tarihinde Ermeniler: Armaş Manastırı"  adlı yazısı konuya açıklık getiriyor. (İstanbul 3. bölge-3.)
Kırklareli Kocahıdır İlköğretim Okulu : 1906 yılında Mutasarrıf Galip Paşa zamanında yaptırılan okulun yakın tarihimize damga vurduğunu görüyoruz.. İttihat ve Terakkinin burada toplandığını, kongrelerini yaptığını öğreniyoruz. Milli mücadele yıllarında ise, Trakya Paşaeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti , çalışmalarını burada yürütmüştür. Yunan işgalinde okul, düşman karargahı olarak kullanılmıştır. 10 Kasım 1922’de İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcileri, Türk Kuvvetlerine şehri burada teslim etmişlerdir. (Ulusal Jüri Özendirme Ödülü)
“ Şirince Mimarisi”  1920 li yıllara kadar Rum köyü. O zamanki adı ile Çirkince..Eski bir Rum Ortodoks köyü. Rum ve Türklerin kardeşçe yaşadığı bir köy olarak tanıtılıyor..Şirince’deki  evlerin mimarisi övülüyor..
  Halbuki,Yunanlıların 15 Mayıs 1919’da İzmir’e adım atması ile birlikte:
“ Yunanlıların İzmir’e çıkması yerli Rumlara cesaret verdi. Bilhassa köylerde faaliyete geçen Rum çeteleri, Türklere zulüm ve işkence yapmaya başladı. Bunlar , Menderesler mıntıkasında, bilhassa Kuşadası ve Söke taraflarında günden güne faaliyetlerini arttırıyorlardı. Çirkince Rumları, köydeki jandarmaları, tehdit ederek kaçmaya mecbur etmişler, demiryolu muhafız erlerinin ellerinden silahlarını almışlar, köylülerin sığırlarını sürüp götürmeye başlamışlardı.”            (Millî Mücadelede Aydın-Asaf Gökbel )
  Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ile adı Şirince oluyor. Tarihi! Canlandırmak ve kültürü korumakla görevli olanların el attığı bir köy. İstiklal Savaşının ardından köyü terk eden Rumlara ait evler, tarihi yapı diye restore edilip, koruma altına alınıyor ve çeşitli önemli toplantı! ve organizasyonlarla, “ Şirince Mimarisi” diye topluma empoze ediliyor.
Turların içine burası da dahil edilip  dikkat çekilmesi sağlanıyor. Yerli turistlere” Buralar Rumlara aitti”, yabancılara ise” Size ait olan bu topraklara bugün Türkler sahip. Gereğini yap” mesajı veriliyor. ( Ulusal Jüri Özendirme Ödülü)
“ Dünden Bugüne demiryolu” Bahsi geçen Cumhuriyet sonrası demiryolları değildir burada. Evet o kısmı da vardır ayrı. Burada ki önem , yapılan ilk demiryollarının, İngiliz, Fransız ve Almanlarca yapılmış olmasıdır.
   O dönemde ki rayları, Osmanlı’nın kalkınmasını sağlayan bir argüman olarak mı göreceğiz yoksa yer altı ve yer üstü zenginliklerinin Avrupa’ya taşınmasını sağlayan bir ölüm yolculuğu olarak mı?
    Çünkü , daha evvelki sayfalarda bahsi geçtiği üzere, Aydın İzmir  demiryolunun yapımı , İngilizlerin Pamuk, Tütün, Tarihi eser, yer altı zenginlikleri......vb, gibi ürünlerin pazarıyla yakın ilgilerinden kaynaklanmıştır.
       Ayrıca Osmanlı Devleti, demiryolunu yapacak şirkete elli yıl boyunca şirket sermayesinin % 6 sı kadar bir kârı garanti ediyordu. Kâr bunun altına düşecek olursa da, bunu tamamlamayı taahhüt ediyordu. Hepsi bu kadar değil tabi ki.
    Şirket, demiryolunun yapım süresince, çevresindeki toprakların, madenlerin ve ormanların kullanım hakkını bedava idi.Demir yoluna 45 km. uzaklıktaki madenlerin kullanımında ise çok az vergi verecektir.
      Şirket yönetimine karışılmayacak, hatta onlarla rekabet edilmesi de devletçe engellenecektir.. Şimdi, bu bilgiler ışığında,  İngiliz, Fransız ve Almanlar demiryollarını Anadoluda ki Türk halkının çağdaş medeniyet seviyesine çıkması için mi yapmıştır? (Ulusal Jüri Özel Ödülü)
“Kırklareli Musevi Tarihi” : Bu başlığı açıklamaya gerek var mı?        ( Ulusal Jüri Özel Ödülü)  
 Fakat bununla ilgili mimarlık  Ana bilim dalınca hazırlanan tezlere bir göz gezdirelim:
MİMARLIK ANABİLİMDALI RÖLÖVE - RESTORASYON BİLİM DALINDA HAZIRLANAN TEZLER
1. KIRKLARELİ'NİN TARİHSEL GELİŞİMİ İÇİNDE YAYLA MAHALLESİ'NİN ÇÖZÜMLENMESİ ve KORUMA ÖNERİLERİ, Serap SAĞLAMCI ŞAHİN (YL), 2000
2. TARSUS'TA KORUNMASI GEREKLİ BÖLGESEL KENT DOKUSUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA, Meltem Uçar (YL), 2000”
 Birinci tezi açalım, neymiş:
“KIRKLARELİ'NİN TARİHSEL GELİŞİMİ İÇİNDE YAYLA MAHALLESİ'NİN ÇÖZÜMLENMESİ ve KORUMA ÖNERİLERİ
Serap SAĞLAMCI ŞAHİN, Mimarlık, Yüksek Lisans Tezi
  Bu çalışma, Kırklareli'nde Kentsel Sit Alanı ilan edilen bölge içerisinde bulunan Yayla Mahallesi'nin incelenmesini, koruma ve sağlıklaştırma çalışmalarını içermektedir. Yayla Mahallesi'nde korunması gerekli doku 19.yy sonu ve 20yy. başlarına ait çoğunlukla sivil mimari örnekleridir.
  Kırklareli'nde 19.ve 20.yy.'larda Rumlar, Museviler , Bulgarlar ve Türkler olmak üzere dört etnik grup yaşamıştır. Balkan Savaşı, Kurtuluş Savaşı yıllarında ve en son Cumhuriyet döneminde Trakya'da ve Kırklareli'nde yaşayan bu gruplar göç etmişlerdir. Farklı sosyal grupların uzun yıllar bir arada yaşamaları sonucu bölgedeki konutların yapım tarzı ve mekansal örgütlenmesinde çeşitlilik doğmuştur.
   Böylece bölgede farklı kültür gruplarının konut geleneği bir konut mozaiği oluşturmuştur. Çalışma bölgesi olan Yayla Mahallesi’de tarihte Rumların yaşadığı bilinen ve bu konut mozaiğinin önemli örneklerini içeren bir yerleşmedir.
Çalışma, tarihsel araştırma, bölgeye ilişkin analitik çalışmalar, korunması gerekli yapıların tespiti, rölövelerin hazırlanması ve seçilen pilot bölgenin bilimsel korumanın ilke ve yöntemleri doğrultusunda düzenlenmesini içermektedir. Böylece tarihi dokunun çevre ile bütünleştirilerek yaşamasını sağlamak amaçlanmaktadır.
Anahtar kelimeler: Kırklareli, tarihi doku, sivil mimari, röleve, bilimsel koruma.
JURİ:
1. Prof. İsmet Ağaryılmaz ( Danışman) Kabul tarihi:08.11.200
2. Doç.Dr. İlgi AŞKUN Sayfa tarihi:156
3. Doç. Dr. Füsun ALİOĞLU 
  Yukarıda ki satırlar, Mimarlık Yüksek Okuluna ait “Yüksek Lisans Tezi” değil de , azınlıklara ait kültürel değerlerin koruma altına alınmasını sağlayan dokümanlar sanki. Daha evvel de bahsi geçmişti, ülkemizde ki mimarlık bölüm ve mezunlarının tamamına yakını , bu kültürle yetiştikleri için, emperyalist çengellere hemen yakalanıyorlar. ÇEKÜL, Tarih Vakfı,...vb gibi STK lar ile birlikte , bir çok faaliyeti birlikte yürütüyorlar. O halde Mimarlık Fakültelerinin ve diğer İngilizce eğitim gören üniversitelerimizin, artık Türkiye’ye ait okul olmalarının zamanı gelmiş demektir bu.
“ Yalova Kağıthanesi” : Yalova’da ilk kurulan sanayi tesisi, Kağıthane-i Yalakabat . 22 Ağustos 1744 tarihinde Elmalık köyünde kurulmasına karar verilir. İbrahim Müteferrika’nın bu işin öncülüğünü yaptığını söyler tarih kitaplarımız.Üretim işinden anlayan Yahudi kökenli Hotinli Aslan Usta , Lehistan’a yollanarak,  bu işi bilen üç usta daha bulması sağlanır.
    Kâğıthane tam kapasite ile çalıştığı halde, 1760 da kapanır. Nedeni su problemi ve ithal kâğıdın daha ucuza gelmesidir.Bugün kâğıthane ile ilgili kalıntı yoktur. Matbaanın Osmanlılara Yahudi kökenlilerce getirildiğinin yeni kuşaklara duyurulmasının yanı sıra, bu köyün birkaç özelliği daha şöyle sıralanabilir. :
  “ Bizans döneminden kalma kilisenin temelleri , yazılı ya da işlenmiş bir çok parça  bulmak mümkündür”. Daha sonra bir süre Ermeni halk oturmuştur. İstanbul 3. Bölge- Yalova 2.)
Hasretin Başlayıp Bittiği Yer, Haydarpaşa Garı: Haydarpaşa Garının tarihçesine bir bakalım:  Önce ‘ Anadolu Demiryolları ‘ adını taşıyan sonra  ‘ Anadolu Bağdat Şirketi’ adını alan, Alman Şirketi tarafından, 2. Abdülhamit tarafından yaptırılmıştır. 1906 yılının mayısında başlayan inşaat 1908 yılında bitmiştir. Proje Almanlara ait ve Alman Mimari özellikleri göz önüne alınarak yapılmıştır.İnşaatta İtalyan ustalar çalışmıştır. Binanın mimari özelliği, tahmin edileceği üzere Neo- Rönesans stilinde olup, klasik Alman mimarisidir. ( Ulusal Jüri Özel Ödülü)
Cumhuriyet, Sarımsak ve Taşköprü : Bu başlık Tarih Vakfının başlıkları ile birebir örtüşmüş. Bu konuyu geçerek, Kastamonu- Taşköprü’nün bir özelliği var mı ona bakalım:
 “Kastamonu’nun Taşköprü İlçesi’nin tarihi zenginliklerinden olan Pompeioplis Antik Kenti, yapılacak kurtarma çalışmaları öncesi Kültür Bakanlığı’nca bölgeye kurulacak Arkeoloji Müzesi ile koruma altına alınıyor.Amerikalı ve Avrupalı arkeologlar tarafından İzmir’deki Efes Antik Kenti’nden daha zengin ve daha büyük olduğu iddia edilen Bizans döneminden kalma Pompeioplis  Antik   Kenti,   Zımbıllı Tepesi altından yüzyıllardır gün ışığına çıkacağı günü bekliyor..” .                   NASRULLAH Gazetesi, (Kastamonu), Sayı:4074( Ulusal Jüri Özel Ödülü)
      Samanlı köyü- Yalova: 1. seçilen bu incelemenin konusu, Samanlı köy monografisi.  Ayrıca, TEMA diye bilinen STK’nın , köyde arboretum adı altında oluşumu var. Tema son yıllarda, çeşitli  bitki türlerini yetiştirdikleri bu gibi yerlere ait arazileri, devletten talep ediyor ve alıyor.
    Burada önemli olan bu araziler talep edilirken, nelere dikkat ediliyor? Ve nerelere yakın seçiliyor? (Çünkü Tema vakfı ve Tarih Vakfı ortak projelere giriyor. Heinrich  Böll Vakfının desteğinde yapılan, Sivil Toplum Kuruluşları sempozyumlarının düzenleme kurulunda yer alıyor)
  Samanlı Köyünün bir önemi de, Termal köye çok yakın olmasından gelmektedir.:
“Termal ilçemizde Putperest Roma Hükümdarı Maksimusun zamanında ... inançları yüzünden  ilçemizde öldürülen üç azize Menodora, Metrodora ...
www.yalovakentmeclisi.org/images/rapor/basol.htm - 33k - Önbellek - Benzer sayfalar”
“Termal ilçemizde, Putperest Roma Hükümdarı Maksimusun zamanında Vali Fronton tarafından İsa Peygambere olan inançları yüzünden ilçemizde öldürülen üç azize Menodora, Metrodora ve Ninfodora’nın mezarları taşlarla çevrilmiş vaziyette bulunmuştur.
      İnanç Turizmine sunulabilecek önemli bir kaynak olacaktır. Bunun İnanç Turizm projesi çerçevesinde, inanç merkezleri Envanteri ve haritalarında yer alması , Yalova’nın turizm potansiyelini arttıracaktır.” (www.yalovakentmeclisi.org)
Arberatum’un tanıtımı işe şöyledir:
“...Bin bir çeşit bitkisi ile ünlü, Termale ve konaklama tesislerine yakın arboretum, Türkiye’nin ve dünyanın ender yerlerinde yetişen bitkileri bir arada göreceğiniz , eşsiz doğaya ve güzelliklere sahip turizm zenginliğimizdir.”
 Bütün bu bilgilerin ardından şöyle bir haber , dikkatimizi çekiyor:
“Mevlüt Yeni. Spor. Turgay Renklikurt. Tenisle Yaşam. MARMARA. Elmaya imar darbesi.Yalova'nın elma ambarı Samanlı Köyü'ndeki bahçeler imara açıldı. ... ..............
www.aksam.com.tr/arsiv/aksam/2003/ 01/11/marmara/marmara.html - 19k - Önbellek - Benzer sayfalar”
“...Yalova'nın elma ambarı Samanlı Köyü'ndeki bahçeler imara açıldı. 20 bin ağacın kesileceğine dikkat çeken üreticiler, kararı 'katliam' olarak-tanımladı
Yalova'nın elmasıyla ünlü Samanlı Köyü'nde, elma bahçelerinin imara açılması, çiftçilerin ayaklanmasına neden oldu. Yalova'nın elma ambarı olarak da bilinen Samanlı Köyü'nde, 650 dönüm arazi, Yalova Belediyesi'nin 15 Mayıs 2002 tarihinde aldığı kararla imara açıldı. Ancak, Tarım Bakanlığı, söz konusu bölgenin birinci sınıf tarım arazisi olduğuna dair yazı yazmıştı. Belediyenin, bakanlığın yazısına rağmen geri adım atmaması elma üreticilerinin tepkisini topladı...
  Üreticiler, elma bahçelerinde toplanarak, Belediye Başkanı Yakup Koçal'ı protesto etti.....”  ( Akşam Gazetesi- 21.1.2003)
  Yalova’nın elma ambarı olarak bilinen, Samanlı Köyünde 650 dönüm arazi, Yalova Belediyesinin  15 Mayıs 2002 tarihinde aldığı kararla imara açıldığını öğreniyoruz.  Adı geçen arazinin , birinci sınıf tarım arazi olduğu Tarım Bakanlığınca belirtildiği halde, imara açılma sebebi nedir?
   Dedikodu sütunlarında yer alan, Yalova  Belediye başkanının köydeki 5 dönümlük arazisi  midir  Samanlı Köyü arazilerinin imara açılmasının arkasında ki   gerçek sebep, yoksa başka bir sebep var mıdır?
    Samanlı köyünde de 1980 yılında kurulmuş olan bu arboretum  için , 135.000 metrekarelik bir alan tesis edildiğini de öğreniyoruz. Yurt genelinde uygulamaya konan  arboretum için araziler TEMA’ya ücretsiz veriliyor. ÇEKÜL’de, devlete ait arazilerin öncelikle kendi kullanımına verilmesi için yoğun temas içinde.Bu arada  Tarih Vakfı , Darphane’ye sahip çıkmıştı. 
Peki bu araziler, binalar......vb.bazı STK’lara neden veriliyor? Gidişatın nereye doğru olduğu konusunda kimsenin bir fikri var mıdır? Bu tür ayrıcalıklar, kurulan her STK’ya sağlanıyor mu? Yoksa bazıları diğerlerinden farklı muamele mi görüyor? Neden?
  Ayrıca kesilen yada kesilecek olan bir tek ağaca bile karşı çıkıp, “ Vatan Toprağı Kutsaldır” söylemleriyle erozyon mücadelesi veren TEMA’cılar Samanlı Köyünde kesilecek olan 20.000 elma ağacı ile neden ilgilenmediler? Türk ekonomisine vereceği zararın yanısıra, erozyon tehditi de içeren bu haber niye onları harekete geçirmedi? Bu sorunun cevabını bulamadan TEMA’nın “ Meşe Projesi”ne geçiyoruz.
Diğer STK lar gibi TEMA’da hükümetlerle(devletle) birlikte bir çok projeyi yürütüyor.Bunlardan  birisi de” 10 Milyar Meşe Projesi” .
  TEMA Vakfı, bu projenin Millî Eğitim Bakanlığı personeline duyurulmasını sağlamıştır. “10 Milyar Meşe Projesi” ile ilgili proje, MEB, Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu başkanlığının, 27.11.2002 tarih ,B.08.0.APK.0.03.05.00.05/3678 sayılı yazısı ile duyurulmuştu. Orman Bakanlığı ve TEMA Vakfı işbirliği ile, 1998 yılında başlanılan projeye, ilk ve ortaöğretim kurumlarının da katılımı istenmiştir.
  Proje hakkında verilen bilgi ve istenen şudur:
“... Sivil Toplum tarafından sürdürülen en büyük ağaçlandırma projesi olan “10 Milyar Meşe Projesi”ne, ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarının 2002-2003 öğretim yılında da katılmaları, öğrencilerin “ Şube başına 5.000.000.- TL.” bağışla projeye destek vermelerini hususunda gereğini.................” (MEB, Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu başkanlığı- B.08.0.APK.0.03.05.00.05/3678 sayılı yazı)
  Türkiye’deki ilk ve ortaöğretim okullarına ait şube sayısını( tamamı değilse bile, Türk Milletinin bu konuda ki duyarlığı nispetinde..)beş milyon TL ile çarpın, ortaya çıkacak meblağı düşünün. Devlet meşe palamudu dikilecek araziyi de göstersin. ..
  Peki, Türk Devletinde, Orman Bakanlığının görevini, TEMA ve benzeri kuruluşlar mı devralmıştır? Adı geçen bakanlık böyle bir projeyi kendisi yürütemez mi?

  Türk Devlet Kurumlarına ait görev ve adeta yetkilerinin devredildiği bu ve benzeri vakıflar, devlet tarafından yeterince kontrol edilebilmekte midirler? Görev ve yetkilerin, herhangi bir vakfa  adeta devri noktasına taşınan bu faaliyetlerin, getiri ve götürüsü iyi hesaplanmış mıdır?
   MEB nca illere yollanan resmi yazının ekinde, TEMA’ya ait bilgi notları var. Paranın yatacağı banka hesabı, Katılan okulun adı, telefonu, faksı, Okul mevcudu, ayrı ayrı şubeler ve bağış miktarının belirtildiği kısım  var. Öğreniyoruz ki bu projeye katılanların okuluna “ Teşekkür Belgesi” katılan şubelere de “ Meşe Sertifikası”!  yollanacak.
    Başka bir sivil toplum kuruluşu da çıksın, buna benzer projeler yürüterek devlet eliyle halktan para toplasın. Yapılan işe değil, işin organizesine ve devletin buna önayak olmasına isyan ediyorum. Böyle bir projeyi herkes yürütebilir, arazi devletten, ücreti vatandaştan !...
 Niye böyle düşündüğümü soracak olursanız, Türkiye gibi jeopolitik öneme sahip bir ülkeyi, “Emperyalistlerin” boş bırakmayacağını düşünüyorum. Bu tür Sivil Toplum kuruluşlarının, Devlet adına adeta iş yapar görüntü çizmesi ,”Kopenhag Kriterleri” gereği midir?!!
  Tekrar yarışma eserlerine dönelim. Yarışmacı kızımız , samimiyetle ve inanmışlıkla “ Bundan sonra Samanlı Köydeki tarihi eserlerin korunması için uğraşacağını söylüyor.”
“ İki Kadın İki Cumhuriyet Portresi”: İkinci olan bu eser de, birisi Yahudi olan iki kadının çevresinde ve ülkede gelişen olaylar anlatılmış, 1915 lerden itibaren. Savaş sırasında yaşananlarda , kendi  suskunluk    larının bir benzerini de Yahudilerde görünce merak ediyor:
“ Hadi  Türkler savaşta anladık; peki ya Yahudilere ne oluyor?
İşin aslını isterseniz, onlara bir şey olmuyordu; sadece komşularının sessizliğine uyuyor, saygısızlık yapmak istemiyorlardı. Amma ve lakin üzüldükleri pek bir şey de yoktu. Sadece onlarda ortama ayak uydurup susuyorlardı. Susmak, o zamanın en “ in “ konuşma şekliydi.”                    .                        (Yerel Tarih Aylık Dergi-Kasım 1998- Sayı: 5)
“ Adana’nın Tarihi Semti Tepebağ”  Anadolu topraklarında , Türklerden önce yaşamış yada yaşamamış  medeniyetlere ait eserler Dış finansman yada uluslar arası antlaşmalarla Türk devleti eliyle çıkarılıp koruma altına alınmakta, kurdurulan STK larla da bunların güvenliği sigorta altına alınmaktadır.
  Özel ilgi gösterilen yerler hakkında geliştirilen projelere çok dikkat etmek gerekmektedir.
Adana’da bulunan, Tepebağ höyüğü ile ilgili gelişmelere bir bakalım. ABD’nin buraya özel ilgi gösterdiğini biliyoruz. Neden?  
“ANA SAYFA. Tepebağ ABD' nin gündeminde. ABD ile, 3500 yıl önce Kizzuwatna  Krallığı' na başkentlik yapan dünyanın ilk başkenti ...
www.angelfire.com/on/adana2000online/konferans.html - 14k - Önbellek - Benzer sayfalar  
 “TEPEBAĞ ABD’NİN GÜNDEMİNDE
ABD  ile, 3500 yıl önce Kizzuwatna Krallığı' na başkentlik yapan dünyanın ilk başkenti Tepebağ için canlı TV bağlantısıyla İnteraktif konferans düzenlendi.
    Uygarlık: ABD Kültür ve Haber Merkezi tarafından canlı olarak yayınlanan Worldnet interaktif konferans görüşmesinde, ADANA' nın tarihi Tepebağ semti gündeme getirildi. Canlı yayında yine elektirikler kesildi. ABD Konsolosu Stuart E. JONES konuşmasında, Hillary CLINTON' ın Türkiye' nin uygarlıkların beşiği olduğunu belirttiğini hatırlattı.
     Dünya Projesi: JONES, tarih hazinelerine layıkı ile muamele edip, onları korumak için birlikte çalışma çağrısı yaptığını anımsattı. Tepebağ' ın kurtarılması için proje hazırlayan ADANA Güçbirliği Vakfı' nın Başkanı Şekip KARAKAYA ise, Tepebağ' ın 8 bin yıllık tarihi olduğunu ve artık bir dünya projesi haline geldiğini söyledi.
   Yardım İstendi:ADANA, Ankara ve İstanbul' un canlı olarak bağlandığı programın konukları Dünya Anıtlar Vakfı Başkanı John STUBBS ile Uluslararası Anıtlar ve Yapılar Konseyi ABD Milli Komitesi Başkanı Gustavo ARAOZ oldu. ADANA' dan mimar Kaya ARIKOĞLU, Tepebağ' ı kurtarma projesini anlatıp bilimsel ve teknik yardım istedi.
   Uzmanlar:Başkan STUBBS, ABD tarihinde ilk kez bir başkan ile eşinin kültürel mirasa sahip çıkılmasına öncülük ettiğini belirtti.
   Yazın Türkiye' ye geleceğini ve Tepebağ için hazırlanan projeyi inceleyeceğini söyleyen ARAOZ ise, sivil toplum örgütlerinin, devletin katkısının sağlanması gerektiğini bildirdi...............” . .                (www.angelfire.com/on/adana2000online/konferans.html)
 Tepebağ  Rotary kulübünün de yakın ilgi gösterdiği  Tepebağ höyüğü  için bu konuda kendisi gibi düşünen, STK larla birliktelik içinde, Tepebağ’ı koruma ve gelecek kuşaklara!  bırakmayı planladıkları görülüyor.
Geçmişten Günümüze Samanpazarı-Ankara:  Cumhuriyet  kutlamaları ile Samanpazarı’nın ne alâkası var diye düşündüğünüze eminim. Ankara’da olduğu  belki bir bağı vardır düşüncesi hakimdi bende. Büyük ihtimalle Cumhuriyetin kuruluşu ile yakından ilgili bir yer olmalıydı kanaatimce. Samanpazarı ile ilgili araştırmalarımda karşıma sadece şu konu-çıktı:                                                                                                                   “..çayını içtikten sonra Samanpazarı?na doğru ... kütüklerin dizili olduğu tarihi
Şengül Hamamını ve ... orası, sinagogu ve Şengül Hamamı?yla ilginç ...
www.hassas.org/yeniraki/yazilar/biryokmus.html - 11k - Önbellek - Benzer sayfalar........”
“...........Başlangıcında, tüm kurumların orada inşasıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin merkezi olarak tasarlanan ve bu sayede Ankara’yı "büyük" şehir haline getiren Ulus; bugün Ankara’dan bağımsız  bir "kent İçinde kent"gibi.... Ulus yakın zamana kadar aynı Ulus’tu......... Ankara’nın o "büyük"lüğünden kopuktu."Pis"leşmişti,....... şarapçılara "mekan" olmuş bir Kale, evleri "göçmek" üzere bir Yahudi Mahallesi, bir "heykel"i bile olmayan Hergelen Meydanı vardı ve bütün bunlar "yüksek" mimari çevreleri ve belediye özelinde devleti rahatsız ediyordu.
  Nitekim 1986 yılında, gerekli önlemler için ilk adım atıldı. Ankara Büyükşehir Belediyesi, "Ulus Tarihi Kent Merkezi Planlama Projesi" konulu bir yarışma açtı. Prof. Dr. Raci Bademli’nin ODTÜ Mimarlık Fakültesi Proje Grubu’ndan oluşan ekibiyle birlikte yarışmayı kazanmasıyla "start" alındı..
............................ Hacıbayram ikinci kurtarılan (ya da kurban) oldu. Roma-Osmanlı "senteziyle", parlak mermerden meydanı ve sütunlarıyla Ankara’ya yaraşır biçimde "modern" hatta postmodern bir mimari anlayışıyla "temizlendi" Hacıbayram.Artık civarındaki kötü Ankara evleri ona hiç yakışmıyordu.Tam onlara da el atılacaktı ki belediye "el" değiştirdi. Oysa Prof.Dr. Raci Bademli’den aldığımız bilgilere göre; Hacıbayram’ın civarinda yaşayanların evleri istimlak edilecek, insanlar kendilerine başka bir yer bulacak, oradaki mahalle restore edilerek "kurumsal" turizme açilacaktı. Bademli’ye göre buradaki turizmin özellikle "kurumsal" olması gerekiyordu. Aksi takdirde Hacibayram civarina takılan islamcılar oraya da musallat olabilirdi...........................
Yahudi Mahallesi ....... Herhangi bir tatil gününde, Ankara’lının biri, televizyonunu kaldırıp camdan dışarı atsa ve kendini sokakların çağrısına bıraksa. Bir otobüse atlayarak Ulus’a gitse, Suluhan’da çayını içtikten sonra Samanpazarı’na doğru yürüse, derken küçük bir ara sokağa sapsa; muhtemelen kendini çok hoş hissedecektir. ............. keşmekeşine ve yabancılığına çok alıştığı Ankara’dan alıp otantik bir mahalleye sokacaktır. İki katlı eski evler ve Arnavut taşı döşeli dar sokaklar, oyun oynayan çocuklar................... Bir de hamam ve sinagog; önünde koskoca kütüklerin dizili olduğu tarihi Şengül Hamamını ve artık cemaatini kaybettiği için kapıları kapalı sinagogu.
  Şaşkınlıkla ve hazla dolaştığı yer; Yahudi Mahallesi’dir ve hala "yaşayan" bir mahalledir... Bu yazının konusu olan Yahudi Mahallesi, zengin olmayıp, ekonomik durumu iyi olan yahudilerin yanında çalışarak hayatlarını kazanan yahudilerin kurdukları Yahudi Mahallesi’dir. Diğer mahallenin ise izi bile kalmamıştır bugün.)  Belki artık yahudilerin çoğu orada değildir ama dini ve memleketi ne olursa olsun "mahalleli", dingin ve tanıdık bir hayatı sürdürmektedir....” (www.hassas.org)
  Evet, 15. yüzyılda, İspanya’dan kovulan Yahudi’lerin  bir kısmı, o tarihlerde Ankara’ya yerleşerek, iki mahalle kurmuşlarını,Samanpazarında ki bu sokağın restorasyonu yapıldığını öğreniyoruz takip eden satırlarda. Ankara’da ki bazı mekanları kurtarmak için belediye tarafından açılan yarışmayı Tarih Vakfı üyesinin kazanması, kafalarda soru işareti bırakmalı mı bilemiyorum artık. Samanpazarında ki bu Yahudi Mahallesi için, Prof. İlber Ortaylı da şöyle demişti, bir yazısında:
“"Bence, bütün Anadolu'nun en ilginç Musevi mahallelerinden biridir. Ama biz farkında değiliz ve dokusunu koruyamıyoruz. Halbuki orası, sinagogu ve Şengül Hamamı'yla ilginç bir köşedir.”
  Nedir ilginç olan? Ayrıca Musevi mahallesinin dokusunu korumak için önce restore edip sonra Musevi mi olmak gerekiyor ? İlber Ortaylı ve diğerlerinin dillerinin altında ki bakla nedir ?
  Aklıma Atina’da yaşayan   müslümanlar için yapılması tasarlanan cami ve karşı çıkan Yunanlılar gelince, içim burkuldu nedense.
Akhisar’ın Yerel Tarihi :  Manisa’nın ilçesinin yerel tarihini inceleyelim. Akhisar’ın İnternet sitesine girildiğinde karşımıza şu çıkıyor
“Akhisar'daki Tarihi Yapı, Eser ve Kalıntılar
Antik Çağ Eserleri Türk Eserleri Akhisar'daki Yahudi Yerleşimleri Diğer Yapı ve Kalıntılar Müzelerde Sergilenen Akhisar Buluntuları(İnternette ki Akhisar sitesinden alınmıştır)   
   Türklerin Akhisar’ı ele geçirmesinden belki de yüzyıllar sonra Yahudi Tarihi  çıkıyor karşımıza.  Bugüne kadar, Yahudi’lerin Akhisar’da , tarihi bir fonksiyonu olduğunu duymadığımdan merak ettim.Bakalım Akhisar tarihinde Yahudilerin, anlatılacak  ne rolü olmuş? Akhisar’da ki tarihi yapı , eser ve kalıntılarda , Yahudilerin nasıl bir geçmişi olduğunu, yaşanılan her anın tarih sayılıp sayılamıyacağını düşünerek, okuyalım satırları.
  Akhisar İnternet sitesinden alınan bilgilerle, Yahudi maşatlığının kaç metre kare olduğunu, tahribat sebebi ile İbranice yazılı birkaç mezar taşı bulunduğunu , bir tarihte sinagoglarının olduğunu, şimdi sadece kapısının kaldığını öğreniyoruz. Akhisar’ın İzmir istikametinde ( Akhisar’a çok yakın )  Kayalıoğlu Beldesindeki eski tarım okuluna ait alanın kaç hektar olduğunu ve Yahudilerden kaldığını duyunca,  iyice merak ediyorum. Neler oluyor?
  Türk Tarihini şovenistlikle suçlayıp, .binlerce yıllık geçmişi gömme telaşına kapılanların, bir şehirde ki üç beş mezar taşı ile, tarihi yazılmak istendiğine şahit oluyor ve şaşırıyoruz.
   Bir Sinegog kapısı, bir okul , üç beş mezar taşı  ve  Akhisar’ın tanıtımının yapıldığı bir sitede  Yahudi Tarihi?  Bir yerde hata yaptık ama nerede? Diye düşünmeden edemiyorum.
“AKHİSAR'DAKİ YAHUDİ YERLEŞİMLERİ
Yahudi Maşatlığı: Akhisar'ın Güneyinde Reşat Bey Mezarlığının hemen ilerisinde bir Yahudi Maşatlığı bulunur. Yıllar boyunca mezarlıkta yapılan tahribat sonucu çok az sayıda İbranice yazılı mezar taşı kalmıştır ........m2'lik bir alana sahiptir.
Havra (Sinagog):Şimdiki Türk Telekom Müdürlüğünün arkalarında bir çıkmaz sokakta bulunmaktadır. Akhisar'da yaşayan Yahudilerin ibadet yeri olan bu havradan günümüze bir kapıdan başka pek bir şey kalmamıştır.
Kayalıoğlu Okul Binası :Kayalıoğlu beldesindeki eski tarım okulu Yahudiler tarafından inşa edilmiştir. Bina ahşap ve 3 katlı olarak 20. yüzyılın ilk yıllarında Akhisar'da yerleşmiş Yahudiler tarafından yapılmıştır. Tarihi bina.............”  (Akhisar İnternet Sitesi- akhisar.com-Yazıyı Hazırlayan: Akın Tütüncü)
  Bu siteyi acaba hangi Akhisarlı yaptı, yada Akhisarlıya kim biz yapalım dedi? Ve bu siteyi yapmayı üstlendi. Akhisarlılar , Internet’e girdiklerinde kendi sitelerini görünce çok seviniyorlardır.
  Akhisar adı adlı  sitenin, “Yahudi yerleşimlerininin metrekarelerle ifadesinden” çıkarılacak manayı , ve azınlıklara ait yapılaşmaları “tarihi bina” diye sunmanın vebali bu satırları hazırlayanlarındır.                ( Site ile haberleşilmiş, sitenin hazırlayıcısına  bu durum sorulmuş, fakat “Yahudiler araştırmacı, kültüre önem veren bir topluluktur” cevabı alınmıştır.)
   Tarih yapılmaz, tarih kendiliğinden oluşur. Milletlerin tarihleri bazen utanç dolu, bazen de kahramanlık idealleri ile milletini gururla yükselten , kimseyi arkadan vurmayan anlatımlarla doludur. Oturulduğu yerden, içinde bulunduğu toplumu sırtından vurarak, “Tarih yazılmaz”, bir başka milletin tarihi de ayaklar altına alınmaz. Tarihin ,Türkler ve birlikte yaşadığı diğer azınlık milletler hakkında ki hükmünü, yine tarih içinde göreceğiz, bundan kimsenin şüphesi olmasın.
  Tarih Vakfının ve Milli Piyango İdaresi ile ,Türk öğrenciler için açtığı  yarışma sonucunda kazanımlarından  birini şöyle ifade ettiğini görüyoruz:
“Yarışmanın bir başka yararı, Vakıf ile tarih öğretmenleri arasında ilişki ve iletişim sağlamaya yönelik adımların atılması oldu. Yarışmanın değerlendirilmesi amacıyla Nisan 1999'da Ürgüp'te öğretmenlerle yapılan toplantı, İstanbul, İzmir ve Ankara'da tarih öğretmenleri gruplarının oluşmasına yol açtı.
  Bu kentlerde bir araya gelen öğretmenler tarih eğitiminin sorunlarını tartışmanın yanı sıra, hazırladıkları örnek dersleri ve yardımcı ders malzemelerini toplantılarda sunmaya ve değerlendirmeye başladılar.                 ( Tarih Vakfı Sitesi-Tarih Ders Kitaplarının Değişim Çalışmaları- Tarih Eğitimi ve Tarih Vakfı)
   Dünya üzerinden binlerce yıllık Türk Tarihini ve kültürünü  silmek için plan ve projelerin hazırlandığı günümüz Türkiye’sinde şimdiye kadar gördüğümüz, şeytanın bile aklına gelemeyecek, plan, proje ve senaryolar ne ilk ne de son olmayacaktır.
   Kör gözlerle Avrupa Birliğine doğru koşan “Avrupa Muhipler Cemiyeti Üyeleri”ne ve “Küresel Dünya heyezanlarına kapılıp, proje bedellerini ceplerine koyup küresel kıvırtanlara” acizane tavsiyem, Türk Milletini küçümsememeleri tavsiyesinden öteye geçmeyecektir.
   Yarışmaya katılan bunca eser arasında hiç mi ülke faydasına bir şey yok mu derseniz, bilemiyorum. Bu Tarih Vakfının ne için kurulduğu ile ilgili bir soru olur.Tarih Vakfı ülke genelinde , gelmiş geçmiş her konuda bilgi sahibi olma projelerini geliştirmeyi  ihmal etmediğini artık biliyoruz..Bir gün bu bilgilerin gerekebileceği hesabı ile , metrelerce diye ifade ettikleri rafların arasına kaldırıyorlar birer nüshasını da üyesi oldukları FID’a yolluyorlardır! Çünkü, kültürler arası diyalogu ve küreselleşen dünyayı unutmamak gerekiyor.
  FID Türkiye’den giden bu bilgi ve belgeleri ne yapıyor? Tabi FID’a bütün dünyadan arşiv örnekleri gidiyor. Dünya devletlerine ait bilgileri bünyesinde toplayan bir örgütün tek amacı vardır,”Dünya Hakimiyeti” Bu konu ile ilgili olarak okuyucuların, çeşitli sorular sorarak konuyu daha da derinleştirmelerinde fayda olduğu kanaatindeyim.

ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ  İLİŞKİLERi  ENVANTERİ
   Friedrich Ebert Vakfı ve Tarih Vakfı’nın ortak yürüttükleri bir diğer projenin adı, “ Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri  Envanteri”. Bu araştırma projesi, 30 Mayıs 2000 tarihinde başladı.
    Envanterin ardından, bibliyografya derlenip Webe aktarılacak ve son aşamada kitap olarak basılacak. Proje , bu konudaki bilgilerin bir araya toparlanmasını amaçlıyor.
    Belirlenen konu başlıkları doğrultusunda, 1928- 1998 Türkiye bibliyografyası, Türkiye Makaleler Bibliyografyası (1987-97), YÖK Listelerinden Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri (1987-1998), Bilgi-Belge Merkezi, Atatürk Kitaplığı, Beyazıt Devlet Kütüphanesi ve ulaşılabilen durumlarda üniversite kütüphanelerinin web sayfaları tarandığını  biliyoruz.Yukarıda ki araştırmalara ek olarak, uygulanan anket bilgileriyle de dokümanlar zenginleştirilmiştir.
    Friedrich Ebert Vakfının desteği ile yapılan bu araştırmalarda, 1987 sonrası makele ve tezler , elden geçirilmiştir. Türkiye’ye ait bu tezlerin arşivlenmesi, sıralanması her ne ise, düzene sokulması konusu ile adı geçen Alman vakfının ne ilgisi var?  Tarih Vakfının adeta taşeronluğu ile yapılan etkinliği görünce düşünüyorum. “ Türkiye cumhuriyetine ait ekonomi, hukuk, sosyal refah, iş ve iş metodları “na ait tezleri Friedrich Ebert Vakfı ne için düzenliyor, envarterini çıkarıyor?
  Tarih Vakfının, kurum veya kuruluşların arşivlerini düzenleme, kitap haline getirilme çalışmalarını ve FID’a üyeliğini biliyoruz.Ebert Vakfı ,” Türkiye Cumhuriyetine ait ekonomi, hukuk, sosyal refah, iş ve iş metotları” nı düzenleyip, envarterini  çıkarma sebebi, söylemlerle çakışacak kadar basit  olarak mı algılamalıyız?
   Bu ülkede ki tezler, makalelerdeki bilgiler midir onları ilgilendiren? Her ne kadar ilgilendikleri boyut, sosyal kısmı da olsa işin, henüz Bergama hadisesi zihinlerimizde duruyor.
  Yurt dışına kaçan beyin göçünden sonra birde, tez göçü mü yaşanmaktadır acaba? Diye bir soru beliriyor zihnimde. Çünkü şu ana kadar görülen örneklerde , Tarih Vakfı üyelerinin , devletin giremedikleri hiçbir noktası yok gibi. Kurum Tarihi yazma görüntüsü altında, arşivler dahil her şeyi elden geçiren Tarih Vakfının sadece belirtilen başlık altında çalıştığını inandırıcı bulmuyorum.
   Türk Toplumunun zihni kapasitesine ulaşmanın yanı sıra, her türlü duruş ve davranışları da takip edilerek, diyorum. Geçmişi en ince detaylarına kadar inceleyerek bilme, geliştirilecek yeni projelere kaynaklık etme tehlikesini de göz ardı etmemek gerek geleceği de bunun üzerine projelendirme çalışmalarına bilerek yada bilmeyerek kaynak teşkil etmemek yada ettirmemek noktasında görev aydınlarımıza düşmektedir.
 1-2 Ekim 1999 FES(Friedrich Ebert Vakfı )  tarafından, “ Sendikalar ve Üniversiteler” adlı bir toplantının( atölyenin) düzenlendiğini biliyoruz. Son proje bunun devamı niteliğindedir. Amacı ise:
“Üniversitelerdeki araştırmaların, sendika faaliyetleri içinde yer alan çalışmalarla yakından ilgili olmasını sağlamak ve bu faaliyet alanlarını akademik araştırmalara taşımak için üniversiteler ve sendikalar arasındaki işbirliğini gerçekleştirmektir.“                                       .                                                                   (Tarih Vakfı Sitesi-Projeler)
    Bunun sağlanması için:“Yüksek lisans, sanatta yeterlilik, tıpta uzmanlık ve doktora tezlerinden oluşan ve 1987-1997 yıllarını kapsayan tez veri tabanı taranmıştır. “
  Yukarıda adı geçen, yaklaşık 10 yıllık bir yelpazeye yayılan bu bilgileri, kim ne için toplar? Türkiye gibi  sistemli bir şekilde geri bırakılmış bir ülkenin, pırıl pırıl zekalı gençlerinin hazırladığı tezlerin elden geçirilme sebebini, envanter gibi bir kelimenin arkasına sığdırabilecek miyiz?
   Tezlerdeki  karışıklık mıdır ki , Ebert Vakfı  desteğinde , Tarih Vakfı bunların envanterini çıkarıyor?  Yükseköğretim Kurulu  (YÖK) Yayın ve Dokümantasyon Dairesince , toplanan tezleri  adına vakıf diyen her kuruluş gözden geçirip, envanterini çıkarma eyleminde serbest midir?
  Bütün tezler elden geçirilerek, ekonomi, hukuk, sosyal refah, iş ve iş metodları gibi başlıklar altında! Toparlandığı söylenmiştir. İş Bankasından tutunda, bir çok kuruluşun arşivini düzenleyen Tarih Vakfı , belirtilen ana başlıkları toparlamak için, bütün tezleri elden geçirmediğine inanmak çok zor. Ve bu tezlerin Türkiye için mi yoksa başka ülkeler için mi envanteri çıkarılıyor?:                                                                                                                    “ Freıdrıch Ebert Vakfının, asli görevlerinden biri, Almanya’da ki Türklerin arasında yürütülen çalışmaların yanı sıra, Türkiye’de ki faaliyetlerin bilimsel sonuçlarının  raporlaştırılarak Alman Hükümeti’ne sunulmasıdır.  Bu raporlara bakıldığında, Ebert Vakfının, Alman Emperyalizmine mi , yoksa Türk halkına mı hizmet sunmakta olduğu açıkça görülmektedir.
 Vakfın, Türkiye’deki ağırlıklı faaliyet  alanı, çalışma ekonomisi ve sendikalar üzerinedir. “                                                        (Dr. Necip Hablemitoğlu- Türkiye’de ki Alman Vakıfları Raporu 3)
  Tarih Vakfı bu çalışma bitiminde neticeyi  Web sayfasına taşıyacağını belirtmiş, adresi vermişti. Baktım:
 Bahsi geçen o çok büyük araştırmalarının neticesi toplam iki sayfalık , küçük bir bilgi idi. Evet Tarih Vakfı araştırma yaparken , iğne deliğini bile araştırdığı halde niye  iki dosya sayfasını geçmeyen  bir sonuç ve niye üç beş resimden ibaret resim sergisi mekanları ile karşılaşıyoruz?
    O büyük araştırmaların ardından , minicik bir noktaya vardığımızı görüyoruz.  O minicik nokta da büyük yaygaralarla, sergi halinde insanlara sunuluyor. Peki taranan onlarca kütüphane, tez, veri...vb..gibi kaynak, bilgi, ...kısacası neticeler ne oluyor? Gerek Yerel Tarih Gruplarında  ve gerekse Tarih Vakfının bütün projelerinde elde edilen neticeleri görünce ,”Hepsi bu kadar mı?” diyor insan. İşte “Hepsi bu kadar mı?” denilen netice ile projelerin en fazla %50 lilik bölümüne hizmet edileceği açık ve nettir. Peki kalan% 50 nerede kullanılıyor yada kullanılacak?
   Alman ve ABD nin ardından Fransızlarda Türkiye’de çeşitli konularda araştırma yapmak istiyorlar. Ve birlikte çalışacakları sivil toplum kuruluşu olarak Tarih Vakfını seçiyorlar. İsveç , Hollanda , ABD, İsrail ....  Tarih Vakfı, Tarih Vakfı değil adeta Birleşmiş Milletler.
   Önce , ‘ Fransız Anadolu Araştırma Enstitüsü’ ve müdürü hakkında kısa bir bilgi edinelim. Prof. Dr. Stefanos Yerasimos, İstanbul doğumlu. İstanbul’da Mimarlığı, Paris’te şehircilik enstitüsünü bitirdikten sonra, ayni enstitüde öğretim üyeliği ,1994 ten beri de, İstanbul da Fransız Araştırma Enstitüsünde, müdürlük yapıyor. Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü ve Fransız Konsolosluğu ayni binada çalışıyorlar İstanbul’da. Tarih Vakfı üyesi Paul Dumont’un kontrolünde, araştırmalarını  açık ve net bir şekilde yaptıklarını biliyoruz.Tesadüfe bakın ki Stefanos Yerasimos ve Paul Dumont’ta Tarih Vakfı üyesi. Bu tür faaliyetler tabi ki sadece , Tarih Vakfı şemsiyesi altında yürütülmüyor.Fakat son on yıldır süren faaliyetlerde ya işbirliği, ya ev sahipliği ya da destekleyici bir role soyundukları kesin.  Ve hatta, Tarih Vakfı’nın kuruluşunda aktif görev aldığını, yönetime girdiğini bir çok ortak projeye imza attıklarını , tarih! araştırmak için büyük gayretlere girdiğini biliyoruz.                                       “                                       (....Nergis Yazgan, Prof. Dr. Hasan Yazıcı, Hasan Yelmen, Prof. Dr. Filiz Yenişehirlioğlu, Marianna Yerasimos, Prof. Dr. Stephanos Yerasimos, Doç. Dr. Sabri Yetkin, Prof. Dr. Nuran Yıldırım, Ferzan Yıldırım, Selahattin Yıldırım, Mehmet Y. Yılmaz, .. Prof. Dr. Alan Duben, Prof. Dr. Paul Dumont, Refik Durbaş......Tarih Vakfı Üyeleri)
   Tarih Vakfı’nın ayda bir gerçekleştirdiği, ‘ Tarihçinin Mutfağı’ adlı sohbet toplantılarına, akademik kariyere sahip olanları davet eder.  Fakat gelenlerin tamamına yakını, Tarih Vakfı üyesi yada kendileriyle ilişkilendirdikleri kişilerdir.
Tarihçinin Mutfağı Aralık
Tarihçinin Mutfağı’nda Prof. Dr. Artun Ünsal Tarih Vakfı tarafından her ayın üçüncü perşembe günü düzenlenen ve kitaplarını, makalelerini okuduğumuz tarihçilerin mutfaklarını kendi ağızlarından dinleme olanağı bulduğumuz “Tarihçinin Mutfağı” söyleşi dizilerimizin Kasım ayı konuğu,
 Prof. Dr. Artun Ünsal
Tarih : 16 Ocak 2003 / Perşembe - 18:30
Yer : Tarih Vakfı - Bilgi Belge Merkezi  Zindankapı Değirmen sok. No: 15   .       Eminönü   (İstanbul Ticaret Odası Yanı)
Tel : (212) 51. 52 35 - (212) 23. 21 61 / Dahili: 2
 İşte Stephanos Yerasimos’da ‘ Tarihçinin Mutfağı” na katıldığı bir sohbette bakalım neler demiş. Toplantının teması, “ Tarih Ne İşe Yarar?”:“Yerasimos tarihe olan ilgisini "Tarih ne işe yarar?" sorusundan yola çıkarak açıklamaya çalışıyor:
“   Bizim ders kitaplarımızda tarih bir ibret dersi olarak gösteriliyor. Yani tarihten ibret alacağız da iyi taraflarını tatbik edeceğiz, kötü taraflarını yapmayacağız. Oysa tarihin böyle ibretle ilgili olduğunu hiç sanmıyorum.
  Konuklardan gelen bir soru üzerine resmi tarih yazımının yarattığı sorunlara değinen Yerasimos, resmi tarih yazımını karanlıkta şarkı söylemeye benzetiyor:
 "Şimdi okullarda okutulan tarih ders kitapları sorunu var. Bunu hepimiz biliyoruz, yani bu yolda bir adım atmak lazım. Çünkü toplumun büyük çoğunluğu okulda okuduğu tarihle kalacaktır. Bu çok önemli. O zaman şu soruyu sormak lazım: Biz çocuklara okulda niye tarih okutuyoruz, niye coğrafya okutuyoruz?
   Eğer ibret alacak diye okutuyorsak acaba en doğrusu bu mu? Aslında ibret alsınlar diye bile okutmuyoruz. Çocukların dünyada tek başına olduklarını düşündüğümüz için ya da onların öyle inanması gerektiğini düşündüğümüz için; 'sen dünyada yalnızsın ama gene en iyi sensin' fikrini verecek bir şeyler öğretiyoruz.                              
    Sanki baştan beri verilmiş bir eziklik, bir kompleks var; herkes bize karşı, herkes bize düşman, herkes bizi küçük görüyor, bari biz kendimizi yüceltelim ki bize bir güven gelsin diye bir şey var. Bu tamamen gereksizdir.
   Yani bizim okullarda okuduğumuz tarih, karanlıkta şarkı söylemektir ve gereksizdir.   Bir de şu oluyor, yani karikatür bir biçimde, her zaman en büyüktük, diye abartarak anlattığımız zaman buna çocuklar da inanmıyor ve ters bir tepki geliyor. Ben buna çok rastladım, inanılmıyor ve 'Bunlar masal, bunları boş ver' deniliyor. Çocuklara tarih öğretmenin, anlatmanın çok daha akıllı yolları olduğuna inanıyorum."

............................ 'Tarihin mahkemesi' diye laflar söyleniyor. Bence tarih bir mahkeme değildir. Neyin nasıl olduğunu, neden olduğunu anlamak lazımdır. Yine ibret kavramına gelirsek, ille de ibret istersek, ibret birilerini suçlamakla olmuyor. Olayların nasıl olduğunu ve kimlerin nerede yanlış yaptığını anlayarak anlatmaya çalışırsak, o zaman bunun ibreti olur."            Prof. Dr. Stefanos Yerasimos       .                                    .                       (Tarih Vakfı Sitesi-Tarihçinin Mutfağı sayfası)
  Batı Trakya’da bulunan Türkler, Yunanistan’da ki Tarih ders kitaplarının değişimine katkıda bulunuyorlar mı acaba diye merak ettim, Tarih Vakfı üyesi ve Fransız Anadolu Araştırmaları Müdürü Stefanos Yerasimos’un , Türk Tarih ders kitapları hakkında ki faaliyetlerini duyunca.
  Stefanos Yerasimos’un faaliyetleri tabi ki bu kadarla sınırlı değil. 20 Mayıs 2002 de, TUBA(Türkiye Bilimler Akademisi) akademi konferansları çerçevesinde, “Birinci Dünya Savaşı ve Ermeni Sorunu” başlıklı konuşma yaptı. Konuşmasında:
“Ermeni sorununda bugün yaşanan anlaşmazlıklar ya da daha doğrusu kargaşa, özünde bir tarih hukuk çelişkisi olarak tanımlanabilir. Tartışma bir uluslararası hukuk terimi olması gereken ancak çeşitli biçimlerde algılanan ve zamanla değişen, hatta yozlaşan "soykırım" terimi etrafında dönmektedir...........................
  1914-1915 kışında yerleşen kanı bir vatanın iki talibi olamayacağı ve Ermenilerden kurtulmanın yolunun bulunması gereği, yani 'ya biz ya onlar' psikolojisidir. Bu "kurtulma"'nın yolları ise yerine ve koşullara göre uygulanmıştır.....................................................
    Örneğin, olayların ayrıntısından anlaşıldığı kadarıyla, toplu öldürmeler özellikle cephelere yakın yörelerde olmuştur, Buralarda, yetişkin erkeklerin kaçıp düşmana sığınacağından korkulduğu için, bunlar kafileler yola çıkarıldıktan sonra peyderpey elenmiştir ...............................
. . En doğru yol Türkiyeli tarihçiler tarafından yazılmasıdır; çünkü buna katılan her yabancı 'dost-düşman' açısından değerlendirilecektir.
Böyle bir girişim tümüyle özel olmalıdır. Doğrudan ya da dolayısıyla hiçbir resmî kuruluşun katkısı, yardımı, ilgisi olmamalıdır. Hatta buna bir fon bulunması bile gerekli değildir.”                                                         (Prof. Dr. K Stefanos Yerasimos-Toplumsal Tarih Dergisi- Eylül 2002- Sayı:105)
  Tarih Vakfı üyesi, Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Stefanos Yerasimos’un konuşmalarının tercümesi şudur:
“ 1. Dünya Savaşı yıllarında Ermeniler , tehcire tâbi tutularak öldürülmüşlerdir. Bu konuda ki tarihi Türk Devleti değil, özel kuruluşlar yazmalıdır. Hatta Türk Devletinin bu konuda kaynak bulmasına da gerek yoktur. Bu girişimin, Tarih Vakfınca gerçekleştirilmesi uygun olacaktır.”
 Şimdi Tarih Vakfı ve Fransız Araştırma Enstitüsünün , 2001 yılı için planladıkları çalışmaya bir bakalım. Yeni araştırmacılara ( eski araştırmalar olmaz) doktora veya doktora sonrası seviyede üç adet  araştırma ve yayın destekleme bursu verecek. Konular şöyle:
• Osmanlı dönemi ve Cumhuriyet Türkiye'si kent tarihi.
• İstanbul'un kültürel, ekonomik veya sosyal tarihi
• Osmanlı İmparatorluğu'nda ve Cumhuriyet dönemi Türkiye'sinde kırsal kesimde yaşayan topluluklar ve taşra kentleri
• Üçüncü bin yıl eşiğinde İstanbul: Kent gelişimine bağlı olguların incelenmesinde sosyolojik, antropolojik veya coğrafi yaklaşımlar
    Bursların her birinin 8.000 Fransız Frangı değerinde olacağını, bunun yanı sıra adaylara ek ödenek gerektirecek projeleri de önerecekler. Eserin dili, Fransızca veya Türkçe olabileceği ve eserlerin, sadece enstitünün inisiyatifi ile yayınlanabileceği duyurulmuştur.
  Eserlerin son baş vuru tarihi, 15 Şubat 2001. Jüri üyelerinin çoğu, her zaman ki gibi Tarih Vakfı üyesi ve Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü mensubu.Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsünün faaliyetleri bu kadarla sınırlı değil tabi ki. “ İstanbul Seminerleri” düzenliyorlar. Faaliyetin amacını şöyle açıklıyorlar:
“İstanbul üzerinde çalışıyorlar, İstanbul'u yapıyorlar, İstanbul'da çalışıyorlar: Megapolün toplumsal, politik, ekonomik ve idari aktörleri"dir. İstanbul'da yaşamın içinden sıyrılan sorumlulara (kelimenin dar ve sık kullanılan anlamıyla sadece karar vericilere değil, sivil aktörlere) söz vereceğiz....................................”                                                             .                      Tarih Vakfından Haberler Bülteni- sayı 108)
Toplantılar her ayın ilk perşembesi, geceleri olacak toplantılar. Konular ve konuklara bir bakalım:
• 11 Ocak 2001: Dr. Mimar Kadir Topbaş, Beyoğlu Belediye Başkanı: "İstanbul merkezinde belediye başkanı olmak”
• 1 Şubat 2001: Eren Keskin, İHD İstanbul Şubesi Başkanı: "On altı senelik bir sivil Sivil Toplum Kuruluşu: İstanbul'daki faaliyetleri."
• 1 Mart 2001: Dr. Macit Nihat (İBB Planlama İmar Müdürlüğü Başkanı): "İstanbul'u planlamak: projeler ve gerçekler"
• 5 Nisan 2001: Fikret Sırma (Katılım dergisinin yöneticisi): "Üç senelik bir derginin hikayesi"
• 3 Mayıs 2001: Mahmut Özgür (Göç Der. Başkanı): "İstanbul'a göç olayı"
• 5 Haziran 2001: Görkem Kızılkaya, Çekül Vakfı: "İstanbul'daki ÇEKÜL faaliyetleri
• 14 Haziran 2001: Ahmet Özkan (Çeliktepe Mahallesi muhtarı ve İstanbul Muhtarlar Derneği Başkan Vekili): "İstanbul'da muhtar olmak"                                                                                                                .                                (Tarih Vakfından Haberler-Sayı:108)
       Tarih Vakfı, yurt dışından birlikte çalışıp ortak proje yürüttükleri onca vakıfa rağmen, eksiklerinin bitmediğini anlıyoruz. Yada Türk Toplumu üzerinde yürütülecek projelerin paralarını, yine toplumun kendinden alma projesi diyebiliriz buna. “ Çağdaş Kart” projesi ile de Türk insanından da ek destek alarak yoluna devam ediyor Tarih Vakfı. Dedik ya projelere çok alışıklar, bunu da proje haline getirmişler, Türk insanına destekletiyorlar. Şöyle açıklıyorlar projeyi:
“Çağdaşkartınızı Aldınız mı?
  Artık yakından tanıdığınıza inandığımız ÇağdaşKart projemiz devam ediyor. BankEkspres, EGSBank, Garanti, Interbank, Koçbank, Osmanlı Bankası, Pamukbank, Tekstilbank ve Yapı Kredi Bankası'ndan alınabilen; Tarih Vakfı, ÇEKÜL ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'ne belirli oranda maddi destek sağlayan Çağdaşkart, bildiğiniz gibi bir kredi kartı projesi.
   Kart sahibinin yaptığı her harcamanın, kendisine ek hiçbir maliyet yüklenmeden, binde üçünün banka tarafından üç sivil toplum kuruluşuna bağış olarak aktarılmasını sağlayan Çağdaşkart'tan edinmek ve böylece Tarih Vakfı, Çekül ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'ne destek vermek istiyorsanız lütfen: 0212 - 233 21 61'den Yasemin Güney ile bağlantı kurun. “                          Tarih Vakfından Haberler bülteni-sayı 107-108-109...vb)             
   Tarih Vakfının gereksinimi diye, sürekli çıkarıp duyurdukları bir ihtiyaç listesi var ki bunu niye sürekli hale getirdiler, anlaşılır gibi değil! Bunu yine kendilerinin diliyle size ulaştırmak en iyisi:
“Kamu yararına çalışan sivil toplum kuruluşu olarak Tarih Vakfı, önümüzdeki 10 yıl için planlamasını yaparken çalışmalarının gönüllülük ve bağış esasına dayanmasını öngörüyor. Bu, özetle şu anlama geliyor: Şimdiye dek genellikle projelerimize parasal destek bulabilmek için kurumlara ve zaman zaman kişilere başvurduk.
    Vakıf bağışları içinde ayni bağışların oranının çok düşük olduğunu görünce nedenini aradık ve anladık ki biz zaten çoktandır istememişiz! Şimdi ülkemizde çağdaş tarih bilincinin yaygınlaşmasını, çocuklarımızın tarih ders kitaplarının barışçı bir temel üzerinde yenilenmesini, ülkemizdeki tarihi mirasın korunmasını, STK'ların etkinliğinin artmasını isteyen, bu alanda ortak kaygıları paylaştığımız tarih dostu, duyarlı kişi ve kurumlara maddi ve ayni destek için başvuruyoruz ............................................................  ....Dostlarımızın katkılarını bekliyoruz. Listemiz şimdilik şöyle:
 2 adet jeneratör, 2 adet fotokopi makinası, 1 adet DAT ses kayıt cihazı, faks makinası, fotokopi kağıdı başta olmak üzere her türlü kırtasiye malzemesi, her türlü temizlik malzemesi, bilgisayar tüketim malzemesi (disket, toner, kaydedilebilir CD vb.), VHS kaset, mini DV kaset, ses kasetleri, sözlü tarih kayıtlarımızın digital ortama aktarılabilmesi için stüdyo desteği, BBM ve depolarımız için dolap, raf sistemleri, belgelerimizin korunması için özel kutular, fotoğraf ve dia filmi, dia saklama kutu ve dosyaları, kurye ve kargo desteği.”                                        (Tarih Vakfından Haberler Aylık Bülten- Sayı 109 ve diğer sayılar)                             
   Tarih Vakfı , projeler içinde o kadar çok uğraşmasına ,  proje bedellerini almasına karşın, kendilerini tanımayan Türk İnsanı için acitasyon yapıyor. Yoksa yukarıda belirtilen ihtiyaç listesini, birlikte faaliyet gösterdikleri yabancı vakıflar anında karşılar ve karşılamıştır da. Gaye, Türk insanını da yanına alarak, halka açık ve onunla birlikte çalışılıyor izlenimi vermek, sanırım bu da bir başka proje.”Türk Milleti ile el ele Projesi”. İhtiyaçları!!! konusunda dert yandıklarına bile şahit oluyoruz:
“Yılda 2 ile 5 milyon dolar arasında değişen bir bütçeye, 50-150 kişilik istihdama, yurtdışında büyük prestije sahip bir sivil toplum kuruluşunun yurtdışı ilişkilerinin ve desteğinin bu kadar sınırlı kalmasının kabul edilemez olduğu sonucuna vararak, son aylarda bu alana özel bir ağırlık vermeye başladık.
     Önümüzdeki aylarda Türkiye içinden sağlayabileceğimiz desteğin çok küçük çapta olacağı kestirimine de dayanan bu kararımızın neticesinde Yönetim Kurulu Üyemiz Dr. Ayfer Bartu'nun da katıldığı özel bir komite kurduk.
    Yurtdışındaki yurttaşlarımıza, araştırmacılara, kütüphanelere yayınlarımızın daha iyi bir biçimde ulaştırılmasından projelerimiz için yurtdışından destek sağlanmasına, sergilerimizin yurtdışına gönderilmesinden yurtdışından Türkiye'ye kültür gezileri düzenlenmesine kadar tüm alanlarda daha aktif ve verimli olmak istiyoruz.
    Haberler Bülteni'nin değerli okuyucuları! Lütfen bu çabaya siz de katkıda bulunun. Tarih Vakfı'nın yurtdışı bağlantılarını geliştirebilmesi, yurtdışından daha büyük destek alabilmesi için önerilerinizi ve potansiyel katkılarınızı Yurtdışı İlişkileri Sorumlusu Bahar Şahin (0212/233 21 66'dan-39)-arkadaşımızla-paylaşın!                                                             .                      (110 Nolu Karih Vakfından Aylık  Haber  Bülteni)
   Bu kadar isteğin ardından, son olarak Tarih Vakfının, “ Can Suyu Projesi”nden bahsetmeden geçmek olmaz. Tarih Vakfı 10. Yıl kutlamalarını yapacağı eylül 2001 tarihine kadar,  100 kişiden 50.000 dolar toplamanın adını, “ Can Suyu Projesi” koymuş.
   Tarih Vakfı genel sekreteri Orhan Silier 10. yıl  kutlamalarında, ilk kuruluş yıllarını anlatırken , şöyle demişti hatırlarsanız:
“........Bu yoksul malvarlığını dengeleyen 264 kurucu ve çok sayıda destekçinin oluşturduğu beşeri sermayenin zenginliği oldu. Biz hep bu zenginliğe dayandık.”
   Yoksul malvarlıklarını dengeleyen 264(Bugün 667 + Tarih Dostları) kurucu ve destekçinin beşeri zenginliğinin işe yaradığını görüyoruz:
“Cansuyu Kampanyası Başarıyla Sonuçlanıyor
Tarih Vakfı'nın üyeleri arasında 10. yıl kutlama programının tanıtım masraflarını karşılamak amacıyla Kasım 2000 sonunda başlattığı "Cansuyu Kampanyası"nda sona yaklaşılıyor. 100 kişiden 50,000 dolarlık bağış toplamak için başlatılan kampanyada şimdiye kadar 45 Tarih Vakfı üyesi 46,000 dolar tutarında bağış yaptı. 50 dolarla 20,000 dolar arasında değişen bağışları için kampanyaya katılan üyelerimize teşekkürlerimizi-sunuyoruz.”                                                                        .                       (Tarih Vakfından Haberler Aylık Bülten-Sayı:110)
  Bazı vakıf üyelerine miras kaldığı yada büyük ikramiye çıktığı kesin.  Ayrıca insanın sorası geliyor. Rockefeller Vakfı, Friedrich Ebert Vakfı, Heinrich Böll Vakfı, Georg  Eckert Enstitüsü, Körber Vakfı, Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü, İsveç Araştırma Enstitüleri ve bunun gibi kuruluşlarla ortak faaliyetlerinde destek aldıklarına göre, ayrıca kendilerinin de yürüttüğü  başka projeler mi var? Ne için ‘ Parasal Alt yapı’ oluşturulacak?
Ayrıca  Tarih Vakfı, üyelerinden böyle yardımlar alabiliyorsa, garip Türk insanından, Tarih araştırıyoruz diye neden “  Her Türlü Temizlik malzemesi” istiyor? İhtiyacı olmadığı halde böyle göstermek, senaryo gereği mi sadece? Bu yapılan “ Acitasyon Projesi mi ? yoksa mümkün olduğu kadar Türk insanını yanlarına çekerek, birlikte çalışılıyor izlenimi , topluma vermek için mi?
  Yerel Tarih Grupları projeleri çerçevesinde, sözlü tarih çalışmaları yaparak  buna  “ Tarihi Tersten Okumak” adını takan grup temsilcileri,  resmi tarihin dışında fikir beyan etmeye hakları olduğunu düşünüyorlar. Ankara’da yapılan ilk “sözlü tarih atölyesinde” şu  fikri öne sürüyorlar:
“Tarih, sadece tarihçilere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir"
Neden ciddi iştir? Hakiki tarihçiler doğru söyler, o zaman olmaz. Onun için, mesleği değil de Tarih Vakfının çoğu mensubu gibi ilgi alanı tarih olan kişiler olması gerek. Neden? Türk Tarihini hamur gibi yoğurmak , amacından saptırmak için tabi ki.
   Avrupa’da yerel tarih ve sözlü tarihin uygulandığını, bizim ise bu konuda geç kaldığımızı belirtiyorlardı her toplantılarında.Daha evvel bahsedildiği üzere, İtalya’da yapılan iki çalışma( Kaybolan bıçak sanatı ve yanlış anlaşılma üzerine) ve İngiltere’de yapılan sözlü tarih çalışmaları.
  İngiltere’de bu çalışmaları yapan Paul Thompson Tarih Vakfı’nın bu konuda ki duayeni olmuştur. Paul Thompson’u Türkiye’ye davet ederek,  seminerler vermesini sağlamışlardır. Onun yetiştirdiği diyelim , akademisyenlerde Yerel Tarih Gruplarının çalışmaları esnasında, onları yönlendirici konferanslar vermişlerdir.
      Şimdi Paul Thompson’un İngiltere’de gerçekleştirdiği söylenen, “ Sözlü Tarih” çalışmasının ne olduğuna bakalım. İngiltere’de yaşayan azınlık statüsünde ki bir grupla mı gerçekleştirmiş faaliyetini yoksa, İngiltere’nin sömürgelerine gidip onların  emperyalist devletlere karşı ne hissettiklerini mi araştırmış.Belki de 1. Dünya savaşında Çanakkale’ye kendilerinin yerine Türklerle savaşmak üzere yolladıkları Anzakları bulup, onların bu konuda neler düşündüklerini öğrenmişlerdir, diye düşündüm.
   Fakat bunların hiçbirisi değildi, Paul Thompson’un sözlü tarih çalışması. “ Edwardians” adlı  araştırması , Edward dönemi İngiltere’sinde yaşayan İngilizlerle görüşmeden ibaretti. Ve tabiatıyla, katı İngiliz gelenekçiliğini  aşıp, İngiltere’ye zararı dokunacak  türden bir araştırma olmadığı hemen anlaşılıyordu.
“Bu tekniğin kullanımıyla gerçekleştirilen tarih araştırmalarının Türkiye'deki geçmişi on-onbeş yıldan geriye gitmez. 80'lerin sonu ve 90'ların başından itibaren üniversite tarih kürsüleri, yerel-amatör tarihçiler, araştırmacılar, hatta son yıllarda lise öğrencileri, mahalle sakinlerince yürütülen bu çalışmalara kurumsal önderliği Türkiye Toplumsal ve Ekonomik Tarih Vakfı yapmaktadır..............
 Edward Dönemi İngilteresi'nde yaşamış çok sayıda  insanla görüşerek hazırladığı Edwardians adlı çalışmasıyla alanın duayeni haline gelen Paul Thompson, Vakıf'ın davetlisi olarak Türkiye'ye gelip seminerlerxvermiştir.”                                                                                    .                    (Uçuşan Sözlerin Peşinde- L. Funda Şenol Cantek )
  Peki Türkiye’de ki sözlü tarih araştırmalarında neler yapılıyor?  “ Tarihi Tersten Okumak”( Türk Devletinin kabul ettiği tarih anlayışını reddetmek ) argümanı içinde, Türk devletini zaafa uğratan araştırmaların içine giriyorlar. Büyük projeler yaparak, Ermeni, Rum ve Yahudi’lerin varlık vergisi, azınlıkların ticari hayatının ülke ekonomisine katkısı vb. gibi bir dizi  faaliyete giriyorlar.(ki sürekli gündemde tutulan Varlık Vergisi bütün topluma uygulanmış bir sistemdi.)
  İstiklal savaşı sırasında, Ermenilerin zulmüne uğrayarak iki kolunun kesilmesi ile  canını zor kurtarmış bir Türk’ü, annesi gözünün önünde Rumlarca tecavüze uğramış bir çocuğu  ve  komşum dediği insanların işgal kuvvetleri ile birleşmesi karşısında , Türk insanın ne hissettiğini araştırıyorlar mı? Bunun için sözlü tarihe baş vuruyorlar mı?
   Tarihi tersten okumak sadece, Türkiye üzerinde emelleri olan emperyalist devletlerin işine yarar. Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan azınlıklarda tarihi tersten okumaya kalkmışlardı, fakat tarih onlar için ters yüz olmuştu.Türk Tarihi ise, yine normal seyrinde akmaya başlamıştı. Tarihi tersten okuma heveslilerinin bu arzuları kursaklarında kalmıştı, güçlü Vatan savunması ile.
    Tüsiad’ın “2001 Coğrafya” Kitabı ile Fransız Anadolu Araştırma Enstitüsünün, “Klikya “ araştırmaları birebir çakışıyor.Fransız Anadolu Araştırma Enstitüsü, “ Tarihte Klikya Devleti” adında yaptığı sempozyumla göstermiştir ki, halâ eski huyundan vazgeçmemiştir.. Çünkü, İstiklal savaşı yıllarında da Fransa işgal ettiği Türk Topraklarında, Ermenileri kullanmış, onları öne sürmüştür. Bugün halâ Klikya ile ilgileniyorsa, tarihe şöyle bir göz atmakta fayda var inancındayım:

“.18 Aralık 1918’de Fransızlar Adana’yı işgal ettiler ve kendilerine bağlı Klikya Ermeni krallığı kurmak üzere dışardan 100 bin Ermeni getirdiler. Fransız ve Ermeniler cana, mala, ırza tecavüz yaptıkları için bu insanlık dışı vahşete dayanamayan Adanalılar, silaha sarılarak Toroslarda Fransız ve Ermenilerle savaştılar.
         Türkleri esir edemeyeceklerini anlayan Fransızlar, 5 Ocak 1922’de Adana’dan çekildiler. Adanalıların vatan ve istiklalleri uğruna 18 Aralık 1918, 5 Ocak 1922 arasında yaptıkları mücadele başlı başına bir kahramanlık-destanıdır.”                                                                         (Adana Tarihi- Türk İstiklal Harbi 4. Cilt Güney Cephesi, Gnkur. Yayını)
  Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsünü,  İstanbul’daki eski azınlık  binalarındaki restore çalışmalarında baş rolü oynadığı görülüyor. Ortakları Unesco, Fatih Belediyesi ve Fener Gönüllüleri Derneği, ÇEKÜL, Mimarlar Odası.
     Projenin adı, “Fener ve Balat Semtleri Kentsel Rehabilitasyon Projesi''. Bu iki semtteki toplam 1267 binanın, restoresi  yapılacak. Adından da anlaşılacağı üzere, Fener ve Balat’taki Rum ve Yahudilere ait yapılar, restore görecek.
   Peki Fransız Anadolu Araştırma Enstitüsünün, bu restorelerle ne ilgisi var? Türk topraklarının giderek, Hıristiyan-Yahudi karakter kazanması  (Türklüğünü kaybetmesi) ile ilgili bir projenin parçası   olmasından  kaynaklanabilir mi ? Cevabını kendilerinin vermesi gerekir bence.
   Projenin başlangıç tarihi, 1 Eylül 1987.  Bölgenin korunmasına önce , mimarların inandığını bu konuda epey çaba harcadıklarını biliyoruz. Ayni mimarlar, ÇEKÜL Vakfı aracılığı ile, yeni bir proje başlatmıştı geçtiğimiz yıllarda. Çevre ve Kültür Evi projesi adı altında Kastamonu’da ki 250 konağın içinden, Papaz Okulunu, Kastamonu Konağı diye, devlete restore ettirmeye başlamışlardı. Ayrıca İzmir’de İstiklal Savaşı sırasında Rumların silah deposu  ve katliamların planlandığı yer olarak kullandıkları “Aya Vukla Kilisesi” de ayni şekilde restore edilerek kullanılmak üzere gerekli girişimler ÇEKÜL  ve Kordon Derneğince başlatıldı bile.
   ÇEKÜL vakfı , Mudanya, Kayseri-Talas, Diyarbakır, Gaziantep, Mardin ...vb gibi yerleşim yerlerinde, “Tarihi Dokuyu koruyoruz” diye, azınlıklara ait yapı ve kiliseleri  belediye, valilik kanalıyla Türk Devletine yaptırmaktadır. Buna yardımcı olan, vali, belediye başkanı ve diğer görevli Türk insanı ,  nasıl bir plana alet olduklarının farkında  değiller midir?
  Mudanya’da “Uğur Mumcu Kültür Merkezi” yapılacaksa, kiliseden başka yer yok muydu restore edilecek? Azınlıklara ait eserler, devlet eli yada yabancı kredilerle desteklenerek  restore ediliyor, Türk kamuoyuna mal olmuş isimlerle de adlandırılıyor? Akıllıca bir plan.
   Rahmetli Uğur Mumcu, Türk insanının zararına hazırlanmış senaryoları ortaya çıkardığı için canından olmuştur. Uğur Mumcu’nun adının kiliseye konmasının sebebi, işin yapılış şeklini tenkit edenleri Uğur Mumcu’yu sevenlerle tartışmaya taşıyarak, yapılan asıl işin özünün saklanma gayretinden başka bir şey değildir.
   Uğur Mumcu’nun adını kiliseye verenlerin asıl gayesi, Mumcu’nun hatırlanması değildir? Üstelik bu isim ne zamana kadar kalacaktır?  AB nin eski dini yapıların kendi fonksiyonlarına döndürülmesi emrine kadar mı? Zaman içinde göreceğiz.
   Balat ve Fener’de  inceleme yapan bir grup mimarın, bu yerleşim yerlerinde ki  “ Tarihi ve Kültürel” değerlerin elden gitmekte olduğunu görüp, hemen faaliyete geçtiklerini öğreniyoruz.
   Elden giden “ Tarihi ve Kültürel” dokudan kasıt % 99,99 oranıyla, azınlıklara ait yapılaşmanın restoresinden ibaret bir dizi faaliyetin, süslenerek, Türk insanına “Tarihi Yapılar” diye sunulması gayretidir.
      Fener ve Balat restorelerinde yetecek  kadar usta olmadığı anlaşılınca, hemen bir restore okulu kurulması kararlaştırıldığını, bu okula, Berlin Teknik Üniversitesinin talip olduğunu, İTÜ’nün de destek verdiğini öğreniyoruz.
  Okul için, Fener Sancaktar  Yokuşundaki Dimitri Kantemir’in  sarayının seçildiğini, bu binanın , vakıflar ve hazineye ait çok sayıda yapıdan oluştuğunu  , Fener Gönüllüleri Derneğinin çabaları ile  belediyeye devredildiğini  öğreniyoruz. (Bazı yapı ve arsaların kültürel faaliyet adı altında devlet elinden çıkması, proje gereğidir. )
  3 Ekim 1998´te iki üniversitenin rektörü, Fatih Belediye Başkanı ve Fener Gönüllüleri Derneği arasında bir protokol imzalandı. İmza töreninde, Unesco yetkilileri, başından beri projeye büyük bir destek veren Mimarlar Odası Başkanı Oktay Ekinci, Alman Büyükelçisi ve çok sayıda davetli hazır bulundu.
  Görüldüğü üzere, İstanbul’u 1453 de Bizanslılardan almak onu sahiplenmemize yetmemiştir. Yıllardır süren emperyalist baskıların son versiyonu çeşitli projeler son yıllarda hızını daha da arttırmış görülmektedir. Türklerin elinden almak istedikleri yerler için çeşitli kültür projelerinin hazırlanıp devreye sokulduğunu görüyoruz. İşin içinde, UNESCO  ve birkaç STK  olması yeterli görünüyor.
  Bütün çalışmalar, Türkiye’nin Hıristiyan ve Yahudi topraklarında kurulmuş bir Türk devleti olduğu , yer altı ve yer üstü zenginliklerinin de rahatça taşınabilmesi noktasında Türk Devletinin zayıflatılması ve yok edilmesi üzerinde yoğunlaşmış görünmektedir. Bazı Alman Vakıflarının Türkiye Cumhuriyeti için söyledikleri “Uyduruk Cumhuriyet” yakıştırması da hep bu sebeptendir.
    Bu merkezde, 1919 da işgal için gelenler o gün yarım kalan işlerine,                                                                                                                       kaldıkları yerden devam etmektedirler. Borç batağında çeşitli anlaşmalara imza atarak,  eli kolu bağlı Türk Devleti de büyük bir sessizlik içindedir. Bu durumu fırtına öncesi sessizliğe benzetmek doğru mudur acaba?  Zaman her şeyi gösterecektir.
 Fener- Balat Projesinin başlangıcına ve destekçilerine kısaca bir göz atalım:“Fener-Balat, UNESCO tarafından "dünya kültür mirası" arasına alındı. Avrupa Birliği projeyi sahiplendi. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi de tarihinde ilk defa kentsel bir rehabilitasyon projesine sahip çıkarak 2 milyon dolar verdi. Avrupa Birliği Kasım 99'da itibaren çok büyük bir bütçe ile projeyi destekliyor.”                                                            ( Figen Nalan Özkan-İstanbul’da ki Yalnızlığım: Balat-2003-Mayıs)
 Fener- Balat ile ilgili projenin  2003 yılındaki son şeklini bir inceleyelim.2 Şubat 2003 tarihinde, NTV’de “ Kültür ve Kimlik” adlı programda konuya açıklık getirildiğini görüyoruz. Programın üç konuğu vardı. İstanbul Arkeoloji Müzesinden yetkili, Hıfzı Topuz ve Şakir Ecz acıbaşı.(Bu program ÇEKÜL  Vakfı tarafından hazırlanmaktadır)


"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

Hiç yorum yok: