2 Şubat 2011 Çarşamba

SİVİL İHANET
NEVAL KAVCAR
3.bölüm:
TARİHÇİNİN  MUTFAĞI
    Tarih Vakfı, amaçları doğrultusunda çalışmalarını sürdürdüğünü   “ Tarihçinin  Mutfağı” adlı sohbet programlarında, vakıf üyesi profesörlerin , görevlendirildiğini görüyoruz. Ayda bir yapılan toplantılar da, başlıklar tabiatıyla , Tarih Vakfının var oluş sebebini yansıtıyor. 7 Aralık 1991 de İlhan Tekeli ile başlayan  sohbetler günümüzde de devam etmektedir.( Tarih Vakfı Sitesi –Kuruluştan Günümüze Etkinlikler)
   Ekim 2000 yılının konuğunun, Tarih Vakfı üyesi Prof.Dr. Çağlar Keyder olduğunu öğreniyoruz. Adı geçen Profesörü şöyle tanıtıyor, Tarih Vakfı: “New York State ve Boğaziçi Üniversiteleri Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi olan Prof. Dr. Çağlar Keyder, Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Washington, Chicago, Berkeley ve Oxford gibi üniversitelerde de dersler veriyor. Türkiye Bilimler Akademisi'nin de üyesi olan Keyder, Tarih Vakfı tarafından yılda iki kez yayımlanan New Perspectives on Turkey adlı derginin editörlerinden..” (Tarih Vakfı Sitesi- Tarihçinin Mutfağı-19 Ekim 2000)
  Çağlar Keyder’in hayli geniş sol yelpazede ki mevzisini terk edip, küresel saflara katılması arasında geçen serüvenini anlattığına şahit oluyoruz. Bunu şöyle diyor :
“1980'lerin sonunda esas olarak benim kafamda gelişen siyasi tercihler, 1970'lerdeki gibi güncel siyasi münakaşalara müdahale şeklinde değil, daha genel birtakım siyasi tercihlerdi. Şimdi geriye bakınca ortaya çıkan şu galiba: Özellikle milliyetçiliğe ve ulus devlete karşı bir tutum ve de bunun birtakım entelektüel uzantıları.
     Bu, 1990'ların başında globalleşme tartışmaları çerçevesinde iyice somutlaşmaya başladı. Bu tartışmalar çerçevesinde o zaman akademik gündemde olan 'dünya şehri' kavramı üzerine eğilmeye başladım. Global şehir kavramını İstanbul'a uygulamaya çalıştım."
    Çağlar Keyder ,  devam eden konuşmasında   devletlerin   netice olarak global dünyanın bir parçası olmaya doğru gittiklerinin altını çiziyor. Eski marksistler, Küreselleşmede  sınırların kalkması fikrin de galiba , eski sevdaları Komünizmi buluyorlar. Bu arada Global kavramını  tam yerine oturtamadıkları görülüyor. Bu kelimeyi ekonomik mi, coğrafi mi, siyasi bir terim mi olarak mı yoksa emperyalist bir baskı aracı mı olarak kullandıkları konusu karışık. İstanbul, 1453 yılında Türk topraklarına katılmış bir Türk şehridir. Onların anladığı yada götürmek istedikleri nokta gibi “Global” olmasına imkan yoktur. Bu sebepten, Çağlar Keyder “ Global Şehir” kavramını uygulamak için, Londra, Berlin, Washington yada Tel Aviv’e gitse daha uygun olur.
“ Sınırlar kalkacak, insanlar özgür olacak” safsatası ile  yetmişli yıllarda , yollara düşmüşler, düşürmüşler ve devlet yönetimini zaafa uğratmak için çırpınmışlardı. Bugün geldiğimiz noktada görüyorum ki,  bazı eski sosyalistler , yine  çıkmaz sokağa girmişler.
 Şöyle diyor Çağdar Keyder:  “  çünkü globalleşme madem ki artık ulus devletlerin bir anlamda sonuna işaret ediyor, bu ulus devletlerin kendi tarihlerine baktığınız zaman onları, ortaya çıkmalarını önlemek imkânsız şeyler olarak görmekten çok, belirli konjonktürlerde alternatifler olarak görmek daha akılcı oluyor.”
     Globalleşmenin millî devletlere son vereceğini söylemekle, Komünizm ütopyasında sınırların kalkıp dünyanın tek devlet olacağının peşine takılmak arasında hiçbir fark yoktur. Emperyalist planlarla hazırlanan bu projeler hiç bitmez. Komünizm sona erdi ama millet hayatının bitmediği görüldü. Ayni şey çağımızın yeni masalı                     ” Küreselleşme” için de geçerlidir. Devletler üzerinde ki emperyalist siyasi -ekonomik baskı  bir gün sona erecektir.
  Kısacası “Küreselleşme Masalı” sona erdiğinde, milletlerin yollarına devam ettikleri görülecektir.
    Çağlar Keyder’in asıl ilgi sahasının, “Globalleşme kavramında hukuk” olduğunu öğreniyoruz. Globalleşmenin ulusal hukuku parçaladığını yerine, evrensel hukuk kurallarının geçerli olduğu üzerinde duruyor. Peki evrensel hukuk kuralları nedir? Kimlerce yazılmış ve uygulanmaktadır?          
    “Kanımca globalleşme, daha önce de söylediğim gibi içinde toplumsallaştığımız ulus devleti çok önemli bir şekilde marjinalize eden bir olgu, bu nedenle de içinde büyüdüğünüz paradigmaları da gerçekten karşı konulmaz bir şekilde çürütüyor.................................................
   Ulus devletin, şu andaki formuyla ortada kalmayacağını globalleşme olayı çok şeffaf bir şekilde ortaya koyuyor.......................................... ...... devletin gene başat olduğu bir konum içinde sınıf yapısı, birikim modelleri, köylülüğün ne olduğu vesaire, ama artık devlet o tekilliğini, başatlığını kaybediyorsa ve devletin yerine, gerek devletten daha aşağı düzeyde gerek daha yukarı düzeyde, çok farklı birtakım yönetim mekanizmaları geçiyorsa, bütün paradigmalarımızı yeniden düşünmemiz gerekir....”                                         .                (Tarih Vakfı Sitesi- Tarihçinin Mutfağı- Çağlar Keyder)
    Dün komünizme, bugün kapitalizmin örgütlü gücü küreselleşmeye teslim olan yada bu görüntüyü veren , her türlü unsurun “dikkatle takibi gerekir noktasında” çok dikkatli olmak gerekir. Çünkü son yıllarda, yazılı ve görsel basın tarafından yönlendirilen Türk İnsanı, kendi akıl varlığını hiç ortaya koyamadı. Belirli odaklarca sadece yönlendirildi.
    Seyrettiği televizyon kanalında, her hangi bir konuda kendi gibi muhalif olan konuşmacılar onu pasifize etti. Yazılı ve görsel basını elinde bulunduran  medya mensupları, “ muhalifi” de kendi arasından çıkararak , Türk insanını duyarsız hale getirdi. Her şeyin konuşulduğunu zanneden toplum, sadece kenardan izlemek durumunda kaldı. Bunu organize edenler, emin  adımlarla yollarına devam ettiler.
  Türk insanının kafasını meşgul eden bir çok konu var. “ Türkiye baskı altında”........... “ Türkiye’de bütün önemli görev yerleri mason locaları  kontrolünde”........”Emperyalist devletler çok güçlü, ne yapabiliriz?”   ........“Ekonomi berbat, IMF”ye uymak zorundayız.””AB’çizdiği yol haritaları çerçevesinde uyum yasaları” “Stratejik ortağın telkinleri istikametinde hedef belirleme”,”Türkiye’yi köşeye sıkıştıran anlaşmalar, yıllar önce imzalanmış, bir şey yapılamaz”   ” İmzalanan anlaşmaların yaptırım gücü var.Karşı çıkılamaz.”   ” Geri dönülmez yoldayız”..........
   Bu ve benzeri senaryolarla, ciltler dolusu kitaplar yazılır. Ve taviz tavizi doğurur. Millet ve devlet hayatında ,”Bağımsızlıktan” daha önemli ne olabilir ki? Türk İnsanı önce, zihin sistemi ile “Bağımsız” olmanın zorunluluğunu anlamalıdır. Gerisi kendiliğinden gelecektir.
    Bugün geldiğimiz noktada ise, peş peşe verilen tavizlerle , devletin bağışıklık sistemi bozulmuştur. Kendisini yıkmaya yönelik faaliyetlerle mücadele etmek bir yana, işbirliğine girdiği görülmektedir. İmzalanan uluslar arası antlaşmalara her geçen gün eklenen yenileriyle, durum daha vahim bir hâl almaktadır. Peki ne yapacağız?
   Hiçbir şeyden habersiz gibi, sadece yeni bir ev,  bir üst model araba, görev değişikliği ile yükselme, güç....... ....peşinde koşmaya devam mı edeceğiz?  Ya da “Anadolu’dan Türk Mührü Siliniyor” buna muhakkak bir çözüm bulmamız gerekir, bu yurt ezelden ebede bizimdir, mi diyeceğiz?” Bunun cevabını siz vereceksiniz.
   16 Kasım 2000 tarihinde, “ Tarihçinin Mutfağında”, Prof. Dr. Mehmet Özdoğan vardı ve tabiatıyla Tarih Vakfı üyesi. Bu toplantılara katılanlar yada böyle bir toplantının varlığını duyanlar ise , onca Profesörün Tarih Vakfının etkinliklerde görev almasını hayranlıkla seyrediyorlardır.
   Mehmet Özdoğan’ın en büyük hizmetini öğreniyoruz:“,.... tarih öncesi uygarlıklar açısından en eski yerleşim yörelerinin önemli bir kısmının Türkiye sınırları içinde bulunduğunu dünya kamuoyu bilgisine sunması bakımından, arkeoloji bilimine önemli katkılarda bulunmuştur.”
 Tarih öncesi kültürlerin değerlendirilmesini yapan dünyanın sayılı bilim adamlarının arasında olduğunu söylüyor, Tarih Vakfı. Etkin olarak şunları yaptığını-da-öğreniyoruz:                                                                                     “İstanbul Yarımburgaz, Diyarbakır Çayönü, Tekirdağ Boztepe, Kırklareli Aşağı Pınar kazılarının başkanlığını yürüten Özdoğan, CNRS Paleorient, Anatolica, Prehistoire Europeenne, Neo-Lithichs, Arkeoloji ve Sanat adlı dergilerin de yayın kurulu üyeliğini sürdürmektedir.”
    Tarihçinin Mutfağı, sohbet toplantılarına çıkan öğretim üyelerini tanımaya devam edelim. Sırada Cemil Koçak var. Ankara üniversitesi Basın Yüksek okulunu bitirdiğini, 1990 yılı Afet İnan ödülünü aldığını  öğreniyoruz.(Bu ödül , Tarih Vakfı çatısı altında veriliyor artık.)
   Cemil Koçak, Tarih Vakfının kurucu üyelerinden. Okulunu bitirdikten sonra , gazetecilik yaparken bu mesleğin kendisine uygun olmadığını düşünüp , kimlik bunalımına giriyor!
   Derken tarihle olan ilişkisi başlıyor. Mektepli değil fakat “ Alaylı” tarihçi olduğunu söylüyor Koçak. Tarih Vakfı çatısı altında yalnız kalmadığına eminim, hemen hepsi kendisi gibi alaylı. Bakalım bu alaylı tarihçi için tarih ne demekmiş:
“Benim için tarih, yaşadığım coğrafyanın ve toplumun politik problemlerini anlamaya yönelik bir araçtan ibaret. Bunu anlamaya çalışarak tarihe başvurdum. Bugün içinde bulunduğumuz problemlerin ne olduğunu ya da ne olmadığını tarihi kullanarak anlamamız, bugünkü meselelere çözüm formülleri üretirken bunlardan da hareket etmemiz mümkün müdür? İşte bu sorulara cevap arıyorum."                                      .                 ( Tarih Vakfı Sitesi-Cemil  Koçak-Tarihçinin Mutfağı)
   Tarih Vakfının, aylık yayın organlarından, “Toplumsal Tarih Dergisi”nde , kitap tanıtımı ve eleştirisi yapan Koçak, ayrıca tarihi araştırmak konusunda ki heyecanını ve Tarih Vakfı Yurt yayınlarında çıkan kitabının konusu ise, “ Cumhurbaşkanlığı özel kalem müdürlüğü yapmış olan Haldun Derin’in anıları”teşkil ediyor.
  Cemil Koçak’ın kendi deyimiyle, “ Alternatif Tarih Modasına “ uyduğunu öğreniyoruz. Çanakkale YTG’nun “ Tarihi Tersten Okumakla” bu modanın ayni olduğu, sadece isimlerinin değişik olduğu hemen anlaşılıyor. İşin doğrusu istenirse, “Devlet karşıtı tarih” kavramının da modaya uygun versiyonları olduğunu öğrenmiş oluyoruz.
  “. Ben hiçbir zaman masaya alternatif tarih yazacağım diye oturmadım. Yazdığım şeyin alternatif bir tarih olduğu kanısında da değilim. Alternatif tarih yazmak çok daha iddialı, çok daha derinlikli bir iş. Elimizde olandan çok daha geniş ölçülerde ve yeni malzemenin ortaya çıkmasına bağlı. Ben, elimden geldiğince, dönem tarihçiliği yaparken o dönemle ilgili var olan bütün malzemeyi taramaya çalışıyorum. Bunu mümkün olduğu kadar tüketerek yapmaya çalışıyorum.”       
(Tarih Vakfı Sitesi-Tarihçinin Mutfağı-Cemil Koçak-21 Aralık 2000)
  Tarih Vakfı üyelerinin tamamının tarihi tersten okuyan, alternatif tarihle ilgilenen , küresel dünya gerçeklerini kabul eden, “ Tabiat ve Kültür varlıklarını koruyan ve geliştiren” vb.................gibi kavramlarla donanımlı olması sebebiyle, büyük projelere imza atması arasında tabi ki yakın ilgi var.      
   Bu şekilde donanmamış hangi vakıf üyesi, Mersin’de tarih araştırırken, Fransızların Dekovil hattını , Çanakkale’de  İtalyan Vitalis’in su deposunu, Ünye’de şimdi hamam olan kiliseyi......vb gibi önemli bulgulara erişebilir?
  Yine tarihi tersten okumamış olsalardı, Cumhuriyetin 75 yıl kutlamalarında Malakanları,  Kürt Beylerinden Bedirhan’ı, Bursa Yahudilerini, Çirkince Rumlarını öğrenebilir miydik?
   Eğer tarihi tersten okumamış olsalardı, İzmir katliamının  üssü durumunda ki “Aya Vukla” kilisesini , Türk insanının gözüne baka baka kültürel merkez yapmak için yola çıkarlar mıydı?
    2001 şubat ayının konuğu(Tarihçinin Mutfağı) , Ara Altun. İznik ve Kütahya’da koruma amaçlı imar çalışmalarında, proje danışmanlığı yaptığını öğreniyoruz. “Anadolu Kültür Mozaiğinde 1080” yılının önemi ve günümüze nasıl taşındığını anlattığını öğreniyoruz, sanat tarihi profesörünün.
  Tarihçinin mutfağının konuşmacılarından olan, Prof.Dr. Carter V. Findley’in ABD’li Osmanlı tarihçisi olduğunu , çeşitli üniversitelerde görev yaptıktan sonra, 1997 aralığında Bilkent’te misafir Profesörlük yaptığını öğreniyoruz. Hakkında şöyle yazmış Tarih Vakfı:
“1990-1992 arasında Turkish Studies Association'ın (Türklük Araştırmaları Derneği) yönetim kurulu üyeliğini yapan Findley, halen World History Association'nın (Amerikan Dünya Tarihi Derneği) başkan yardımcığı görevini yürütüyor ve 2000-2002 yılları için de gelecekteki başkan olarak şimdiden seçilmiş bulunuyor. Findley 1994 yılından beri Tarih Vakfı'nın da üyesi.”(... Latife Fegan, Prof. Dr. Carter Findley, Dr. Caroline Finkel....) (Tarih Vakfı Üyeleri)
   1967 yılında İstanbul’a gelerek, arşivlerde ki araştırmalarına başlar. Hedefini şöyle açıklıyor Findley:                                                                 
“Gelecek yıllar için, uzun vadeli projem, Osmanlı İmparatorluğu'nun ve modern Türkiye'nin son iki yüzyılını kapsayacak bir tarih yazmaktır. III. Selim'den 2000'e kadar süren panoramik bir eser hayal ediyorum. Her dönem için bir bölüm olacak. Her bölümde, sosyodemografi, iktisat, siyaset ve kültür tarihini ele alacağım.
   Yıllarca bu eseri sadece bir sentez kitabı olarak anladıktan sonra, geçen yıl, milliyetçilik teorisi hakkında en son kitapları okuyunca, bu kitabın belkemiği olacak bir tez oluşturmaya başladım. Artık bu kitabı, 'Türkiye'nin Milliyetçilik ve Modernlikle Karşılaşması' başlığı altında yazmayı düşünüyorum." (Prof. Dr. Carter Findley-Tarih Vakfı Sitesi- Tarihçinin Mutfağı)
  Peki Carter V. Findley , bu araştırmaları neden yapıyor?  Bu soruyu küçültelim biraz. ABD vatandaşı ayni zamanda, Tarih Vakfı üyesi bu profesör Türk tarihine ait kitabı niye yazar? Carter Fındley ABD’de görev yaptığı  1985 yılında , ABD temsilciler meclisine yazılan mektubun altını imzalayan bilim adamlarından biriydi. Bildiri ise şuydu:
“ABD TEMSİLCİLER MECLİSİ ÜYELERİNİN DİKKATİNE
Türk, Osmanlı araştırmaları ve Ortadoğu üzerine uzmanlaşmış, aşağıda imzaları bulunan Amerikalı akademisyenler, ABD Temsilciler Meclisi'nin 192 sayılı kararında kullanılan dilin birçok açıdan yanıltıcı ve/veya yanlış olduğu görüşündedirler.
" İnsanlıkdışı Davranışları Anma Milli Günü" kavramına tam olarak destek vermemize karşın, sözkonusu metinde dikkat çekilen aşağıdaki kısmı kabul-edilemez-buluyoruz:
"... Türkiye'de 1915 ve 1923 yılları arasında gerçekleştirilen soykırımın kurbanları olan 1,5 milyon Ermeni kökenli insan..."
Çekinceleriniz "Türkiye" ve "soykırım" sözcüklerinin kullanılması konusunda odaklanmakta olup aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
.............    
 sözkonusu bölgedeki Müslüman halkın da acılarının farklı şekilde değerlendirilemeyeceği görüşündeyiz. Şu ana kadar ortaya konan kanıtlar, toplumlararası bir iç savaşın, (Müslüman ve Hristiyan gruplar arasındaki) Birinci Dünya Savaşı sırasındaki bulaşıcı hastalıklar, kıtlık ve Anadolu ve çevresindeki alanlardaki katliamlar ve acılar ile daha da karmaşık bir hale geldiğine işaret etmektedir...
Şimdiye kadar, konuyla ilgili olan Sovyetler Birliği, Suriye, Bulgaristan ve Türkiye'nin arşivlerinin büyük kısmı tarihçilere kapalı tutulmuştur. Bu arşivlere ulaşılıncaya kadar Temsilciler Meclisinin 192 sayılı kararı kapsamındaki Osmanlı İmparatorluğunun 1915-1923 yılları arasındaki tarihi tam olarak bilinemez.................
Tarihsel olarak şüpheli varsayımlara dayalı böylesine bir karar, sadece dürüst tarihsel araştırmaya zarar verir ve Amerikan yasama sürecinin güvenirliliğini sarsar.
19 Mayıs 1985   
 Danıel G. Bates -Antropoloji, Profesör-Hunter Yüksekokulu New York Şehir Üniversitesi
 Karl Barbır -Tarih, Doçent -Siena Yüksekokulu-New York
 İlhan Başgöz -Ural&Altay Çalışmaları Bölümü -Türk Araştırmaları Programı Direktörü -İndiana Üniversitesi
 Alan Fısher-Tarih, Profesör -Michigan Üniversitesi
 DR. Heaty W. Lowry-Türk Araştırmaları Enstitüsü, İnc.
Washington, D.C
 Halil İnalcık-Osmanlı Tarihi, Profesör -Amerikan Sanat&Bilim Akademisi Üyesi Chicago Üniversitesi
 Carter Fındley -Tarih, Profesör -Ohio State Üniversitesi
 ........................”                                                                                          
( Amerikalı Bilim Adamlarının Açıklaması (19 Mayıs 1985). ABD TEMSİLCİLER MECLİSİ ÜYELERİNİN DİKKATİNE. Türk, Osmanlı ...
www.mfa.gov.tr/turkce/ermeniiddia_amerika.htm - 28k - Önbellek - Benzer sayfalar)
 ABD’li bilim adamlarına göre soykırım olmuştur:” Türkiye'de 1915 ve 1923 yılları arasında gerçekleştirilen soykırımın kurbanları olan 1,5 milyon Ermeni kökenli insan..."Çekinceleriniz "Türkiye" ve "soykırım" sözcüklerinin kullanılması... Osmanlı İmparatorluğunu, Türkiye Cumhuriyeti ile bir tutmak da yanlıştır.....”
  Sözde soykırımın 1915 de olduğunu, 1,5 milyon milyon Ermeni Kökenli vatandaş öldü ,fakat bazı arşivlere bakılmadan Türkiye’nin suçlanamayacağını söyleyen ABD’li bilim adamlarının açıklaması , “Bunlar nasıl tarih profesörleri?” noktasına getiriyor insanı. Ve “Sözde Ermeni Soykırımı Projesi”nin Türkiye’yi hedef alan projesinin nasıl adım adım ilerlediğini gösteriyor görmeyen gözlere.
 Fırat Üniversitesinin düzenlediği “Ermeni Sempozyumu”nun sonuç bildirgesinde ise şu satırlara rastlıyoruz:
* 1,2,3...maddeler
* 4.Türkiye için Mondros Mütarekesi (30 Ekim1918) hukuki bir durumdur. Bir ateşkestir. Savaş halini durdurmak ve anlaşma-sürecini-başlatmaktır.                                                                                    . Buna rağmen bu hukuki duruma uymayan Fransızlar savaş hali dışında, orduları dağıtılmış bir ülkenin topraklarını işgale devam ederek, işgal bölgelerinde Ermenileri de kullanarak Türk nüfusu üzerinde insanlık ayıbı denecek katliamlarda bulunmuş, Adana, Kahramanmaraş, Şanlıurfa, Gaziantep şehirleri ve çevrelerinde yerleşim yerleri tahrip edilmiş, eğitim, iktisadi hayat hemen hemen tamamen yok edilmiş ve sosyal düzene ait herşeye bir daha kolay yapılanmayacak derecede zarar-verilmiştir.                            ................................................................................                        Mondros Mütarekesi'nden sonra Fransızların Adana-Mersin dolaylarında Ermeniler vasıtasıyla yaptıkları katliamlar bazı Fransızları bile incitmiş nitekim Pierre Loti bile kayıtsız kalamamış kitap ve makalelerinde bu olaylardan yakınmıştır   ..    
? 5.Madagaskar Adası başta olmak üzere Hint Okyanusu'ndaki adalarla, Cezayir'de Ruanda'da, Fransız Batı Afrikası'nda, Ekvator Afrikası'nda, Çin Hindi'nde, Yeni Kaledonya'da, Haiti'de, Martinigue'de, Guaduolup'da, Fransız Guyanası ve Komorda'ki Fransız sömürgeleştirme hareketlerinde yerli halklara karşı işlenen cinayetler sadece vahşet olarak adlandırılabilir. Bu vahşetler insanlık vicdanı ve onurundaki onarılmaz yaralardır. Fransız işgal bölgelerinde; mevcut din, dil, ekonomi, kültür ve medeniyet adına ne varsa yok 

"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

Hiç yorum yok: