23 Ekim 2010 Cumartesi

VATAN TOPRAĞI KUTSALDIR, KADERİNE TERK EDİLEMEZ.
Kemal Atatürk

Yazar CİHAN DURA 
Yabancılara toprak satışı emperyalizmin Doğu’ya yönelttiği beş silahdan biridir. Bu silah 19. yüzyılda Osmanlı’ya karşı da kullanılmıştır.
O zamanın büyük devletleri serbest ticaret antlaşmalarının, dış borçlandırmaların ardından, maliyesi bozuk Osmanlıdan para verme karşılığında birçok ödün almıştır. Bunlardan biri de yabancıya toprak satışıdır.            
Bugün de Avrupa birliği, uyum yasaları çerçevesinde A.K.P. hükümetine yabancıya toprak sattırmayı dayatmış, bunda başarılı olmuştur. Böylece Lord Curzon, Lozan’da cebine  koyduklarından birini daha çıkarıp önümüze itmiştir.           
“Yabancıya toprak satışı” konusuna bundan önceki çalışmalarımda da değindim [Bkz: C.Dura, Düşmanı Çağırdılar Satıldık Uyanın, İleri Yayınları, İst., 2005, ss.588-618]. Büyük Vatansever ve Araştırmacı Uğur Mumcu’nun “fikri, takip gerekir” ilkesine yürekten inandığımdan, bu yazımı da “yabancılara toprak satışı” konusuna ayırdım. Medyadan takip ettiğim kadarıyla son birkaç yılın toprak satışlarına ilişkin gelişmeleri -örnekleme yoluyla- gözlemlemeye, bu verilerden de bazı hipotezlere ve önerilere ulaşmaya çalıştım.                       
 I) NELER OLDU?
A.K.P. Hükümeti’nin yabancılara toprak satışını serbest bıraktığı Temmuz 2003’den bu yana Türkiye’de uygulama açısından neler oldu? Uygulama diğer ülkelerde nasıldır? Bazı örnek olay ve bilgilerden hareketle önce bu soruların yanıtlarını sunacağım.
A) TÜRKİYE’DE

1) 15 Nisan 2005 tarihli bir incelemede yabancılara satılan taşınmaz sayısı 49 bin 567 olarak açıklanmıştır. Satış miktarı 7 Temmuz 2006 tarihli bir raporda ise 56 bin 953 olarak yer aldı. Önceki raporda 52 bin 818 kişi olan taşınmaz edinen yabancı sayısı, ikincisinde 61 bin 803 olarak belirlenmiştir.
2) Yabancılara satış konusunda belirlenmiş sınır il yüzölçümünün binde 5’idir. Bu sınır Hatay’da aşılmış bulunuyor. Didim de  büyük tehlike altında… Yabancılara toprak satışı konusundaki çalışmalarıyla tanınan, konunun uzmanlarından Tapu ve Kadastro Eski Genel Müdür Yardımcısı Orhan Özkaya’ya göre  Didim’de, ilçenin kendi sınırı aşıldı; hattâ bu oran yüzde 30’lara dayanmış bulunuyor. Didim’de satılan alanlar, Didim’in bağlı bulunduğu Aydın ili yüzölçümünün binde 5’ini bulmadığı için satışlara devam edilmekte. Didim dışında diğer il ve ilçelerde de büyük sorunlar yaşanmaktadır:  “Fethiye, Alanya ve diğerleri sanki bölge bölge ayrılıp paylaşılmış gibi. Didim İngilizlere, Alanya Almanlara, Antalya Ruslara, Ege Yunanlılara, Fethiye İngiliz ve Almanlara, Kaş Alman ve İngilizlere verilmiş görünüyor. Kuşadası, Datça ve birçok yer de bölüşülmüş durumda. Didim’de 9 bin su faturası İngilizce’dir. 42 bin konutun 14 bin 800 adeti İngiliz ve İrlandalılara aittir. Bu da yüzde 30’un üzerine çıkan bir rakamdır. Avcılar Çukuru mevkiinde 5 bin konutun tamamı İngilizlere aittir. 800 emlakçının 750’si İngilizdir. İngiliz müteahhit firmaları arazileri kapatarak üzerine kendi tabelalarını çakmıştır. İlçede sokak isimleri bile İngilizce’dir. Kışın, Didim’in nüfusu sadece 12 bindir. Bu durumda Türkler çok yakında azınlık durumuna düşecektir.” [www.yenicaggazetesi.com.tr (11.7.2006)]     
3)Yine Orhan Özkaya’ya göre Didim’de İngilizler 14 bin 800 konut aldı. Urla’da Hollandalılar 1000 konut yaptırdı. Toprak satışı Hatay’da binde 40, Kilis’te binde 20, Mardin’de binde 6, Gaziantep ve Aydın’da binde 5’i buldu. Tapu Kadastro, yabancılara satılan toprakların büyük bölümünün aslında Türk asıllı kişilerce alındığını ileri sürmektedir. Bu iddia “komik”tir. Şu nedenle ki “Didim’de 9 bin İngiliz su abonesi var. Bunların kaçı Türk soyludur? “İsraillilere bir karış yer satılmadı” diyorlar; ama 100 İsrailli Türkiye’de 136 gayrimenkul satın aldı. Bunlar Türk soylu mudur?” [Ahmet Dinç, Zaman, 23.7.2006]

4) Tempo dergisinin araştırmasına göre, Nevşehir–Üçhisar’a bağlı Eskiköy’de 700 evden 400’ü yabancıların eline geçmiş bulunuyor. Bölgede Fransız, Alman, İtalyan ve Belçikalılar yoğunlukta. Bunların yüzde 20’si tatil için ev alıyor, yüzde 80’i pansiyon ve restoran işletiyor. En basit evin fiyatı 100 milyar lira.

Öteki kıyı kentlerinde olduğu gibi, Marmaris’in de dört bir yanına İngilizler koloni kuruyor . Bazı eski milletvekili sitelerinin önünde her tür bayrak dalgalanırken, tüm uyarılara karşın Türk bayrağı çekilmiyor.
 
5) Hıristiyan tebaa Türk bölgelerinde kolonileşiyor. Bazı bölgelerde yabancıların aşırı talebi sonucu Türk nüfus kalmayınca, camilere bile kilit vurulmakta. Yakında camilerin yanı başında, “artan Hıristiyan nüfusun ihtiyaçlarını karşılamak üzere” kiliseler kurulup faaliyete geçirilebilir [M. Bayraktar, Yeni Mesaj, 19.9.2003].

Bir iddiaya göre Hükümet Resmi Gazete’de yayımlanmayan, gizli bir kararnameyle (karar sayıları  2004/7457 ve 15/06/2004) Hıristiyan tarikatı Asompsiyon Rahipleri’ne İstanbul’un göbeğinde trilyonluk arazi tahsis etmiş bulunuyor. Bugünkü değeri 50 trilyon olan, yüzölçümü iki dönümü geçen araziye, Lozan Antlaşması hükümlerine göre amacı dışında ticari olarak kullanıldığı gerekçesiyle 1990’lı yıllarda el konulmuştu. Dışişleri Bakanlığı Avrupa Birliği’nin yönelttiği eleştirilerin önüne geçmek için, arazinin geri verilmesi yönünde görüş belirtmiş [Milli Gazete, 2.6.2006].
6) Satışlarda aracı şirketlerin varlığı dikkat çekiyor.
a) Bir İngiliz şirketi olan Ottoman Finance Company, Türkiye'de kurduğu “Osmanlı Yapı” aracılığıyla Riva'dan 1 milyon metrekare arazi satın aldı. 120 milyon dolarlık işlem İstanbul'da gerçekleşen, son yılların en büyük arazi alımı oldu. Ottoman Finance Company Osmanlı Yapı adlı şirketi 2 Ağustos 2006’da  kurdu. 88 parselden oluşan arazi Riva'nın sahibi Celaloğlu ailesinden satın aldı. Arsa üzerinde 1 500 konutluk bir villa kent inşa etmeye hazırlanan Ottoman Finance Company, projeye 2007'de başlayacak.            
Türkiye'de toplam tutarı 1 milyar doları aşan yatırımlar yapmayı planlayan Ottoman Finance Company, daha önce Bodrum'da 160 bin metrekarelik bir arsa satın almıştı. Grup, Alta Moda'nın sahibi Ali Karata'dan alınan arsa için 33 milyon dolar ödemişti. Ottoman Finance Company Türkiye'nin başka yerlerinde de geniş araziler satın almak için görüşmelerini sürdürüyor [www.internethaber.com(3.9.2006)].
b) Türkiye’de bazı yerli şirketler İsrail tarafından piyon olarak kullanılıyor.
 
İsrail, GAP’ta arazi alımlarında kimi Türk vatandaşlarını piyon olarak kullanmakta, bunlara özel bir anlaşma imzalatmaktadır.          

Yahudiler, Tevrat’ta kendilerine Tanrı tarafından sunulduğuna inandıkları “Vaadedilmiş  Topraklar”a kavuşmak için faaliyetlerini sürdürmektedir. GAP bölgesinde yaptıkları hararetli çalışmaların Türk istihbarat raporlarına geçmesiyle birlikte, bölgede yeni bir süreç oluşmuş ve Güneydoğu topraklarında; istihbarat kaynakları, Yahudi lobiciler, uluslararası şirketler  ve Yahudi asıllı Türk vatandaşlarının da içinde bulunduğu kıran kırana bir mücadele başlamıştır. İsrail’in GAP kapsamında Şanlıurfa iline yönelik faaliyetleri içinde şu ayrıntılar dikkat çekiyor:
i) Şanlıurfa ili nüfusuna kayıtlı vatandaşlar adına alınan topraklar İsrail şirketleri tarafından uzun süreli olarak kiralanmakta, ‘Haim’ isimli bir şahıs köy köy dolaşarak toprak alma yönünde girişimlerde bulunmaktadır.
ii) Bazı Yahudi asıllı kişiler bölge ileri gelenleriyle irtibat kurarak ve köyleri dolaşarak,  toprak alma yönünde girişimlerde bulunmakta, Şanlıurfa nüfusuna kayıtlı vatandaşlar adına alınan topraklar İsrail şirketleri tarafından uzun süreli olarak kiralanmaktadır.  Yönetimini el altından 10-15 yahudinin yürüttüğü K-A isimli şirket, bölgede çeşitli gerekçeler öne sürerek toprak satın almaktadır. Türkiye’de saygın ve büyük bir kuruluşa bağlı olan “K.-A” şirketi; Şanlıurfa-Mardin yolu üzerinde bulunan ve İ.D., F.D., B.D, N.D, M.E.D, M.Y.D., M.N.D adlı kişilerin ortak olduğu araziyi yüksek bir fiyatla israilliler adına satın almıştır.  Yine aynı firmanın Nisan 2003’te Şanlıurfa-Mardin karayolu üzerindeki hayvancılık ve besi çiftliği kompleksi faaliyete başlamış olup tesisin ihtiyacına yönelik olarak fabrika çevresinde sulu tarım yapılabilecek toprakların satın alınması girişimleri gerçekleşmiştir [Hasan Taşkın, www.imedya.com (23.12.2004)]
 

7) Toprak satışlarına ilişkin belgelerde  adı sıkça geçen ve vurgulanan bir ülke var: İsrail…           
a) İsrailliler, sahip oldukları taşınmazların yarısından fazlasını AKP iktidarı döneminde satın aldılar. 19 Temmuz 2003 ve 19 Nisan 2005 tarihleri arasında 23 İsrailli, toplam 47 bin 897 metrekarelik 68 taşınmaza sahip oldu.           
NOKTA dergisine göre, İsrailliler Güneydoğu'daki GAP bölgesinde (Şanlı Urfa'da) 450 bin dönüm arazi satın aldı. Bu satış tapu kayıtlarından gizlendi. Kimse üzerinde durmadı.   Uluç Gürkan şu soruya yanıt arıyor: İsrailliler, yüz milyar doları aşan bir yatırım sonrasında sulanabilir hale gelen GAP topraklarında sadece tarım yapmayı mı amaçlıyorlar? Yoksa, kendilerine Tanrıdan miras kaldığına inandıkları toprakları mı sahipleniyorlar? [U. Gürkan Star, 07.08.2004]           
b) Konya’nın Karapınar ilçesi Askerî bakımdan stratejik bir bölge... Burada uluslararası askerî atışlar yapılıyor. İşte bu yerde  israilli işadamları ‘Tarımsal İşbirliği ve Kalkınma Projesi’ adı altında bir çalışma başlattılar. Çalışmayı yürütmek için Karapınar havalisinde 40 bin dönüm arazi kiraladılar. Bu işe aracılık eden ise Karapınar İlçesi Ereğli Belde Belediye Başkanı ile 3 bölge milletvekili... İddiaya göre, İsrail buraya teknoloji getirecekmiş [www.imedya.com (23.12.2004)]           
c) İsrail'in GAP bölgesindeki faaliyetlerini inceleyen bir raporda şu bilgilere yer veriliyor : İsrail'in GAP bölgesindeki emelleri  milattan önce 6.yüzyıla dayanmaktadır. Tevrat'ta Yahudilere “Nil’den - Fırat'a kadar uzanan” bölge  yurt olarak vaat edilmiştir. İsrail vaad edilen bölgeleri ele geçirmek için dünya çapındaki zengin Yahudi lobilerinin desteğinde harekete geçmiş, bölgedeki faaliyetlerine hız vermiştir.  Son 10-15 yıldır GAP bölgesinde etkinliklerini artırmak ve sonuç almak için yüksek bütçe ve uzman kadrolarla çalışmaktadır.            
d) İsrail’in önde gelen şirketleri, mayından arındırılması öngörülen Türkiye - Suriye sınırındaki geniş araziye sahip olmak için de girişimlerde bulunuyor.
Olayın öyküsü şöyle: Türkiye, Birleşmiş Milletler’in 2003 yılında aldığı “Kara Mayınlarının Temizlenmesi” kararına imza atmış bulunuyor. Antlaşmaya göre; Türkiye’nin Suriye ve Irak’ın kuzeyindeki illere ait 506 bin dönüm arazide bulunan yaklaşık 638 bin kara mayını 10 yıl içinde temizlenmesi gerekiyor. Bakanlar Kurulu da 27 Haziran 2005’te mayınlı arazilerin temizlenmesi kararını aldı. Karar aynı zamanda arazilerin tarımsal faaliyetlerde kullanılmasının yolunu da açıldı. Bu amaçla ihale şartnamesi hazırlandı. Ancak ihale şartnamesi Resmi Gazete’de yayımlanmadı. Nedeni, kararnamenin gizli ve hizmete özel olmasıydı. İhale Şartnamesi’nde ise “İhaleyi kazananlar, temizledikleri arazilerde 49 yıl boyunca tarımsal faaliyette bulunabilecek” ibaresi yer alıyordu. Olay ilk gündeme geldiğinde, araziler, temizlendikten sonra bölgedeki çiftçilerin kullanımına verilecekti. Acaba arazilerin, çiftçilere değil de, bölgede gözü olan İsrail’in eline geçmesi mi tercih ediliyordu? 

Bu kaygıyı duyanlardan Merkez Valisi Aslan Kütük; Kilis Valisi olduğu dönemde, o zamanki Mardin, Şırnak, Şanlıurfa, Gaziantep ve Hatay Valileri ile birlikte 2005 Temmuz ayında Ankara’da Maliye Bakanlığı Müsteşarı başkanlığında bir toplantı yaptıklarını belirterek şu görüşleri ileri sürüyor:
Bu toplantıda mayın temizleme işinin, yabancılara yaptırılması yönünde bir görüş hakimdi. Bense kesinlikle yabancı firmalara verilmesine karşı çıktım. Bölgenin ulusal güvenlik açısından çok önemli olduğunu, Ortadoğu’ya sıfır noktada, sıcak bölgede yabancı bir firmanın at koşturmasının tehlikeli olduğunu belirttim. Bana destek çıkan olmadı. Yabancı firmalar, 638 bin mayını temizlemek için önce 875 milyon dolar istemişler. Sonra bu fiyatı, 300 milyon dolara kadar düşürmüşler. Halbuki, yaptığımız araştırma sonucu benim bölgemdeki 178 bin kara mayınını temizleme maliyeti, 35 milyon doları geçmiyordu… Kendi hazırladığım bir projeyi, Bakanlar Kurulu ve Başbakan’a sunulmak üzere ilgili bakanlığa verdim, ayrıca Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’ne de takdim ettim. Benim projemde, İl Özel İdaresi’nin adına kurulacak Türk şirketinin patronluğunda bu iş bir Alman firma ile yapılacaktı. Temizleme işi bittikten sonra, bölge organik tarım için 5 bin civarında çiftçiye tahsis edilecekti. Ancak bir sonuç alamadım. Bölgenin temizliğinin yabancı şirketlere verilmesi için ihaleler başlamış bulunuyor. İsrail firması gelecek, burnumuzun dibinde genetik deneme çiftlikleri kuracak. Hem topraklarımızı kirletmelerine izin vereceğiz, hem de denetimi kaçıracağız. Arazilerin başka ülke şirketine tahsisi girişimini, milli menfaatlerimize aykırı buluyorum.”
Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Şevket Kazan’ın görüşü ise şöyle:  “Bu topraklar, İsrail firmasına verilirse, 49 yıl geçmeden Büyük Ortadoğu Projesi’ne dahil olur. Veya zaman zaman bazı Batı ülkelerinin çizdiği haritalarda görüldüğü gibi Türkiye’den koparılmak istenen bir çerçeve içinde kullanılıp vatanımızın parçalanma yolu açılmış olur”[www.tercuman.com.tr (22.2.2006)].           
e) Gürcistan’da gerçekleştirilen kadife devrimin mimarı ve finansörü ünlü para sihirbazı George Soros’un eski ortağı, Yahudi kökenli Jim Rogers internet sitesinde ve International Harold Tribune’de yayınlanan bir makalesinde ABD’li yatırımcıları (Yahudileri) GAP bölgesinde arazi almaya çağırmıştır. T-E adlı bir İsrail şirketi, Nisan 2001’den beri GAP kapsamındaki Bozova Yaylak Su Projesi’ne yönelik çalışmalarda bulunmaktadır. Şirketin asıl amacının, toprak analizi yaparak bölgedeki yeraltı kaynaklarının belirlenmesi olduğu ileri sürülmektedir. GAP bölgesinde faaliyet gösteren başka İsrail firmaları da vardır.            
Bölgedeki istihbarat birimlerinin başlattığı denetimlerden kaçmak isteyen İsrailli firmalar, yerli ortaklar edinme yoluna gitmektedir.
f) İsrail, Irak’ın kuzeyinde yürütülen Kürt devleti kurma çalışmalarıyla da yakından ilgilidir. İsrail’den yaklaşık 150 bin Yahudi “vaadedilmiş topraklar”a göç etmiştir; en büyük göç Irak’ın kuzeyine yani sözde Kürdistan’a gerçekleştirilmiştir. İsrail ve ABD’deki Yahudi lobileri Kuzey Irak’taki Kürt aşiret reislerine büyük destek vermektedir.

Bölgeye gelen Yahudiler Erbil - Ankava Mahallesi, Duhok, Süleymaniye, Kerkük ve Selahaddin’e yerleştirilmiştir. Kerkük’e yerleşen Yahudiler, eski yahudi mahallesi ile arap ve Rahimava mahallelerinde çok sayıda bina ve arazi satın almıştır. Bir Yahudi organizasyonu ise Irak’ın kuzeyindeki faaliyetlerine aralıksız devam etmektedir. Söz konusu organizasyonun Genel İdare Müdürü bir Türk yahudisidir. Organizasyonun Kerkük, Musul, Duhok, Süleymaniye ve Erbil’de büroları vardır. Bu bürolar aracılığıyla inşaat, arazi satın alma yurt dışına insan gönderme faaliyetleri yürütülmektedir. Barzani, Talabani ve İsrail arasında imzalanan gizli bir protokol çerçevesinde on binlerce Kürt Yahudi’nin Irak’ın kuzeyine yerleştirilmesi kararlaştırılmış, o bölgedeki Türkmen ve Arapların ellerindeki gayri menkullerin satın alınması için Süleymaniye’de bulunan Kürdistan Kredi Bankası’na para transferleri yapılmıştır. Bu banka Kürtlere 5 yıl geri ödemesiz 300 milyon dolar kredi kullandırmıştır [www.acikistihbarat.com  (23.11.2004)]
B) DİĞER ÜLKELERDE DURUM           
Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde yabancıya toprak satışları serbest değildir, kurallara bağlanmıştır.  
Örneğin, Yunanistan'da yabancılar sınırda veya sınıra yakın bölgede toprak satın alamıyor. Buna karşılık Türkiye'de Ege kıyılarında yabancıların edindikleri gayrimenkullerin sayısı on bine yaklaşıyor.           
AB'nin yeni üyelerinden Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya'da yabancılara tarım ve orman arazisi satışı yedi yıl süreyle yasaklanmış bulunuyor. Bu yasak Polonya'da 12 yıla çıkıyor. AB'ye girme hazırlıkları yapan Bulgaristan ve Hırvatistan'da da yabancılara tarım arazisi satışı yapılmıyor. Bulgaristan'da bu yasak, bahçeli konutları da kapsıyor. Türkiye'de ise satışlar, yabancıları dahi şaşırtan bir kolaylıkla sürüp gidiyor [Uluç Gürkan Star, 07.08.2004]
İskandinavlar son 10 yıldır İspanya’da tatil merkezleri şeklinde siteler yaptırdılar. Emekli olanların çoğu buralarda yaşıyor. Yalnız bir farkla: Yabancıya ev satılıyor ama toprak satılmıyor.  İspanya’da da, Danimarka’da da, Norveç'de de toprak millîdir. Bu konuda koruyucu kanunlar vardır, birey ve toplum yeterli ölçüde bilinçlenmiştir.
           
II) YABANCILARA TOPRAK SATIŞININ SAKINCALARI
Yabancıya toprak satışı basit bir mülk satışı olarak görülemez, çok önemli sakıncaları vardır. A.K.P. hükümetinin ve Meclis’in, bu tehlikeleri hiç hesaba katmadığı anlaşılıyor. Dokümanlarda rastladığım sakıncaları şu başlıklar altında toplayabilirim: Yasalara aykırılık, mütekabiliyet ilkesi, Emperyalizm, Türkiye’nin koşulları, azınlık tehlikesi, toprak kalitesi ve yer altı kaynakları, uluslararası sorunlar ve dış müdahale. Bu sayım “tüketken” değildir, araştırdıkça başkaları da bulunabilir.
A) YASALARA AYKIRILIK
Türkiye’de yabancılara toprak satışı, yasalara ve Anayasa’ya aykırıdır.  Örneğin TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası’na göre, Türkiye topraklarının iç ve dış işgalcilere satılmasıyla  demokrasi ve hukuk devleti tehdit altına girecektir.  Bu görüş Anayasa Mahkemesi’nin, kararlarında altını çizdiği "ülkede yabancının arazi ve emlak edinmesi salt mülkiyet sorunu gibi değerlendirilemez. Toprak, devletin vazgeçilmesi olanaksız temel unsuru, egemenlik ve bağımsızlığın simgesidir" saptaması ile bütünleşmektedir.  Yabancı gerçek ve tüzel kişilerin Türkiye'de sınırsız taşınmaz edinmelerine olanak veren maddeler anayasaya aykırıdır  [Hüseyin Ülkü, www.hkmo.org.tr (17.8.2004)].
B) MÜTEKABİLİYET İLKESİ
Deniyor ki “devletlerarası hukukta yeri olan karşılıklılık (mütekabiliyet, reciprocity) ilkesine göre, örneğin Amerikan yurttaşı olmayan bir Türk Amerika’da gayrimenkul sahibi olabiliyorsa, bir Amerikan yurttaşına aynı olanağı Türkiye’de de sağlamak gerekir. Eğer bu olanak Israil, Almanya ve Yunanistan yurttaşlarına sağlanmışsa, ayni olanağın Türk yurttaşlarına, Israil, Almanya ve Yunanistan’da da sağlanmış olması lazımdır.”
Kanı’mca yukarıdaki kaba ve analitik nitelikten yoksun haliyle, karşılıklılık ilkesi son derecede zararlıdır.
(Not Buna bile gerek kalmadı çünkü Anayasa Mahkemesi ve Hakim Savcılar yüksek Kurulu AKP güdümünde siyasallaştı)
1) Karşılıklılık ilkesi mevcut şekliyle ekonomik ve politik olmak üzere iki açıdan Türkiye gibi ülkelerin aleyhinedir.
a) Karşılıklılık ilkesi ekonomik açıdan yoksul ülkelerin, dolayısiyle Türkiye’nin aleyhinedir. Çünkü ülkelerin “yapısal farklılığı” hesaba katılmıyor.  Bir yanda Dünya servetinin en büyük bölümüne sahip, ortalama kişi başına yıllık geliri 30-40 bin dolar olan ülkelerin vatandaşları, öbür yanda kişi başına geliri yılda 3000 doları bulmayan, yoksul Türk köylüleri. İyimser bile olsak, durum yine aleyhimizde: Benim yurttaşım Batı ülkelerinde 1000 metrekare arazi satın alana kadar, onlar benim ülkemde 1000 kilometrekare arazi satın alır.
Kaldı ki bu da Türkiye’deki 20-30 bin kişinin bir ayrıcalığıdır. Şu da var ki içimizdeki bir avuç vurguncu ve kozmopolit,  Miami’de, Kapri’de, Florida’da villa sahibi olacak diye Türk Vatanı tehlikeye atılamaz.
b) İkincisi politik açıdan
-Karşılıklılık ilkesi politik açıdan da Türkiye’nin aleyhinedir. Bir Türk Amerika’da ya da başka bir ülkede yalnızca mülk sahibi olmak için gayrimenkul alır. Oysa bir Amerikalı, bir Alman öyle olmayabilir. Çünkü Amerikan devleti de, Alman devleti de emperyalist, saldırgan, dünyanın çeşitli bölgeleri hakkında politik hedefleri, gizli planları olan bir devlettir.
- Ataları vaktiyle Türkiye’den göçmüş, Amerikan uyruklu Ermeni, Rum unsurların Türkiye üzerinde emelleri vardır.Yunanistan’ın, İsrail’in Anadolu üzerinde politik planları vardır. Çoğunun toprak alırken, asıl güttüğü gaye başkadır. Unutmayalım ki İsrail, Filistin topraklarını Araplardan buna benzer bir uygulamayla satın alarak ele geçirmiştir.
Bu kanıtlar aynen Alman, İngiliz, Fransız için de geçerlidir.
Almanya’daki işçilerin orada mülk sahibi olması da gerekçe olarak ileri sürülemez. Çünkü onların Alman toprakları üzerinde hiçbir ideolojik emelleri yoktur. Almanya öyle değildir. Bu devletin Ortadoğu’ya yönelik planları vardır. Üstelik oradaki Türkler üzerinde sıkı bir Almanlaştırma politikası uygulamaktadır. Bunu bizde bir deneyin; gökkubbeyi yıkarlar başınıza.
2) Mütekabiliyet (karşılıklılık) ilkesi eşitler arasında bir anlam ifade eder.

Türkiye, tıpkı 19. yüzyılın hasta adamı ilan edilen Osmanlı İmparatorluğunun son günlerinde olduğu gibi, bugün de postu üzerinde paylaşım hesapları yapılan bir ülke haline getirilmiştir. Eğer Türkiye’de Türkler her bakımdan güçlü, örgütlü, bilinçli ve donanımlı olsalardı, yabancılara toprak satışından gocunmamız için hiçbir sebep olmazdı. Diyebilirdik ki, biz Türkler de gider, sözgelimi Batı Trakya’da, Bayır-Bucak’ta, Kuzey Irak’ta veya Türkler için millî ve tarihî değeri olan bir başka yabancı ülkede bunun kat kat fazlası toprak alırız. Türk Devleti de bu durumu millî siyaset ve millî hedefler bakımından değerlendirir ve belki de -el altından destekleyip- yönlendirirdi. Bugün ortada ne böyle bir devlet ve ne de bir millet var. Türkiye Türkleri, bırakın yabancıların sömürüsünü -ki buna artık alışmış ve alıştırılmıştır- dahası içimizdeki “yerli-yabancılar” tarafından da alabildiğine sömürülmektedir. Türkiye yalnızca bu ülkede yaşayan Türklerin sömürüldüğü bir iç sömürgedir [Hanefi Altaş, İnternetgazete, (28.8.2004)].
3) Yabancılara tarım topraklarının satılması son derecede yanlıştır.

a) A.K.P. hükümetinin iki uygulamasına dikkat isterim: Bir yandan Türk tarımı  -IMF programları ve AB uyum yasaları ile- çökertiliyor, Türk köylüsü çiftliğini çubuğunu satarak şehirlere göç etmeye zorlanıyor; öbür yandan da yabancıların toprak satın almalarını kolaylaştıran yasalar çıkartılıyor. Kim tarafından? Halkımızın “git benim çıkarlarımı koru” diyerek seçip Ankara’ya uğurladığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri tarafından!... Şimdi soruyorum: Köylümüzün bu şekilde sefalete terk edilmesiyle, yabancılara toprak satışının bir araya gelmesi sadece bir tesadüf müdür?

b)Onur Öymen’e göre çağdaş ülkelerde tarım arazilerinin satışında belli sınırlamalar ve kurallar vardır. A.K.P. Hükümeti, hazırladığı yasalarla ölçüsüz ve  sınırsız bir toprak satışının önünü açmıştır. Belki turizm tesisleri, kurallarına uygun olarak satılabilir. Fakat tarım arazisi yenilenemeyen arazidir, gelecek kuşaklara aittir. Hatay örneği biliniyor. Sınır aşıldı ve satışları durdurmak zorunda kaldılar.
c) Orhan Özkaya’ya göre “Dünyada hiçbir ülke yabancılara tarım arazisi satmamaktadır. Buna ABD, AB ülkeleri, İngiltere ve İsrailde dahildir. Yunanistan aynı şekilde tarım arazisi satmamaktadır. Hepsinde sadece kullanma hakkı verilmektedir. Örneğin İngiltere toprakları Büyük Britanya Kraliçesi’ne aittir ve 49-99 yıllığına kendi vatandaşlarına dahi kiraya vermektedir. İsrail’de topraklar devletin olup yüzde 5’i vatandaşın, yüzde 13’ü Yahudi Ulusal Fonu’nundur. Dünyada sadece ülkemiz mutlak mülkiyet tapusu vermekte hem de üzerinde bayrağımızın yer aldığı, nesiller boyunca kalıcı olan bir tapu... Burada karşılıklılık ilkesi diye bir durum yoktur. Bizim vatandaşlarımız vize almadan dışarı çıkamaz, oturma izni olmadan, işi ve aşı olmadan kalamaz. Avrupa’da yaşayan Türkler bile sadece gayrımenkul alabilir, ama toprak ve tarım arazisi alamazlar.
Öyleyse nerede kaldı karşılıklılık ilkesi!...
C) EMPERYALİZM
1) A.K.P. iktidarı, yabancıların Türkiye'de gayrimenkul edinmesine olanak sağlayan yasayı, 19 Temmuz 2003 tarihinde Avrupa Birliği'ne uyum gerekçesiyle çıkartmıştır.
Başka bir görüşe göre bu yasanın çıkmasının Avrupa Birliği'ne girme  hedefiyle ilgisi yoktur. Avrupa Birliği'ne son giren ülkeler de dahil olmak üzere tüm ülkelerde arazilerinin yabancılara satışlarına önemli kısıtlamalar getirilmektedir.Yani yasayı çıkartanların öne sürdüğü bu gerekçe bir düzmecedir. Açıkça, Türkiye’nin kendisi satışa çıkarılmıştır. Fakat bu açıdan sadece A.K.P. hükümetini suçlamak hatâ olur. Emperyalizm bu işin altyapısını elli yıla yakın  bir süredir hazırlamıştır [Ergun Özgen, e-posta grubu, 11.8.2004].
2) Yabancılara toprak satışı için, 57'nci hükümet döneminde önce Endüstri Bölgeleri Kanunu çıkarıldı! Bu kanunu, bir Amerikan firmasının hazırladığı, Yabancı Sermaye Derneği''nin Türkçeleştirerek, o zamanki Başbakan Bülent Ecevit'e sunduğu belirtilmektedir.
Aslında birçok yasa tasarısını IMF ve Dünya Bankası vasıtasıyla, söz konusu sermaye şirketleri hazırlayıp gönderiyor! Türkiye'nin, 2001 ekonomik krizine de aynı sermaye şirketleri tarafından, piyasadan ve borsadan döviz çekilmesi suretiyle düşürüldüğü hatırlanırsa krizin ardındaki planın Türkiye topraklarının tapusunu teslim almak olduğu net bir şekilde ortaya çıkar! Bu durumda, tapusu yabancı sermayenin elinde olan, bütün ekonomik varlıkları özellikle Yahudi, Ermeni, ve Rum sermayesi tarafından teslim alınmış bir ülkeye dönüşecek Türkiye…! Böylece silahla teslim alınamayan Türkiye'nin tapusu, Dolar’la, Avro’yla alınmış olacak.
Recep Tayyip Erdoğan, bakın neler demiş: "Çalışmalarımız Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu'nun uzmanları ile kendi uzmanlarımızın yürüttüğü alan çalışması ve ilgili çevrelerin katılımıyla yapılan toplantılar sonunda ortaya çıkan ve 'Türkiye'de Yatırım Ortamının İyileştirilmesi Reform Programı' olarak kabul edilen eylem planı çerçevesinde gerçekleştirilmektedir." Bu  beyandan açıkça anlaşılıyor ki Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı söz konusu kanunların Dünya Bankası ve IMF ile birlikte hazırlandığını itiraf etmekte.  Erdoğan, Dış İlişkiler Konseyi’nin (CFR'nin), daha A.K.P. kurulmadan, 2 Temmuz 2001 günü kendisine gönderdiği muhtıranın gereğini yerine getiriyordu. Muhtırada, "Ankara, yerel yönetimlere otonomi vermek ve milli hükümetin fonksiyonlarını yerel düzeyde merkezi olmaktan çıkarmak zorundadır" deniyordu. Nitekim Kamu Yönetimi Reformu, İl Özel İdareleri Reformu, Mahalli İdareler Reformu gibi kanunlar Türkiye'yi "81 ilde 81 devlet" olmaya doğru sürüklerken, Cumhurbaşkanı Sezer''in yetersiz vetoları ile bu süreç biraz duraklar gibi oluyor, fakat yabancılara toprak satışı bütün hızıyla devam ediyordu. Eğer adı geçen yasalar da çıkarsa, artık il yönetimleri de yabancılara toprak satabilecek!  Görün, o zaman Türkiye’nin halini!...
Bu arada, 58'inci hükümetin başbakanı olan Abdullah Gül de Davos toplantısına katıldığı sırada, bir işadamının, ''20 bin dolara Türk vatandaşlığı satalım, milyarlarca dolar kazanalım'' önerisini getirdiğini söylemiş;  ancak tepkiden çekindiklerini belirtmişti! Vatandaşlık para ile satılınca, mülk edinme önünde en küçük bir engel dahi kalmayacaktı. Şair boşuna söylememiş: "Sahipsiz olan bir  vatanın batması haktır; Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır" [Arslan Bulut, www.acikistihbarat.com  (27.9.2004)].
 3) Bu gidişle Silahlı Kuvvetlerimiz de zamanla “yabancı sermayenin jandarmalığı”nı yapma konumuna düşecektir. Hanefi Altaş [İnternetgazete, (28.8.2004)] edebî bir anlatımla bu sakıncayı şöyle dile getiriyor: “Siz kalenin burcundasınız. Elinizde tüfek, burçta dalgalanan bayrağınıza bakarak gururla nöbet tutuyorsunuz. Fakat artık düşman için önemli olan kalenin burcunda dalgalanan bayrak değildir; kalenin içindeki hazineleri yağmalayabildikten sonra burçta hangi bayrağın dalgalandığının hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Ülkenin yabancıların yağmasına açılmamış tek bir hücresi dahi kalmamışken, sınırlarımızı dünyanın en güçlü ordularından birinin koruması bir anlam ifade eder mi?  Bunun gerçek adı yurt bekçiliği midir; ‘ecnebi sermayesinin jandarmalığı mı’ , yoksa Nasrettin Hoca türbesinin bekçiliği mi?”            
D) TÜRKİYE’NİN KOŞULLARI
Türkiye’nin jeopolitiği ve potansiyeli ile ilgili sakıncalar söz konusudur.
1) Türkiye'nin jeopolitik durumu dikkate alınmadan, Türkiye ile, örneğin Belçika'nın, İspanya'nın veya İskandinav ülkelerinin jeopolitiği aynı tutularak toprak satılması doğru değildir.
2) Yine diğer ülkelerin potansiyeli ile, her şeye rağmen Türkiye'nin potansiyeli dikkate alınmadan yapılan değerlendirmeler de doğru olmayacaktır. Türkiye, tarihte önemli rol oynamış; güçlü, önü açık ve geleceği parlak bir ülkedir. Ciddî bir bölgesel güç olma potansiyeline sahiptir. Bu potansiyelini iyi kullanabilirse, uluslararası planda da hatırı sayılır bir güç olabilecek bir durumdadır. Yabancıya ölçüsüzce toprak satışı onun bu potansiyelini zayıflatır.
 E) AZINLIK TEHLİKESİ
 1)Türkiye'nin belirli bölgelerinde, yıllardır, “toprak ve nüfus” dengesi sistemli ve örtülü bir şekilde Türkiye'nin aleyhine değiştirilmeye çalışılmaktadır. İlgili mevzuatta değişiklik yapılmadan önce, örtülü olarak yürütüldüğü varsayılan bu tür maksatlı politikaların, değişiklikten sonra artması ve gündeme oturması kaçınılmazdı. Dolayısıyla, yaşananlar yeni ortaya çıkmış değildir. Ancak, A.K.P. iktidarının yaptığı düzenleme, konuyu hukuksal bir zemine taşımak suretiyle bir anlamda bu işin önünü ardına kadar açmıştır [O. Metin Öztürk, e-posta grubu,18.8.2004].
2) Prof. Dr. Osman Metin Öztürk’ün işaret ettiği, belli bir bölgede taşınmaz mal edinerek nüfus çoğunluğunu oluşturan yabancılar,yerel yönetimlerde ve ülke yönetiminde temsil edilme taleplerinde bulunabilir; hep yönetilen durumunda olmaktan sıkılıp, yerel yönetime katılmak isteyebilirler. Taşınmaz mal maliki sıfatıyla, Türk vatandaşları ile aynı yükümlülükleri yerine getiren yabancılar, yerel yönetimlere ilişkin seçimlerde, seçme ve seçilme hakkına sahip olmak isteyebilir. Bu ihtimal, hızı günden güne artan misyonerlik faaliyetleri ile bir arada düşünülürse, Türkiye’nin başına yeni bir “Hıristiyan Azınlık” belasının açılması hiç de uzak bir ihtimal değildir.
3) Türkiye kendi millî meclisimizin çıkardığı yasalarla “Filistinleşme”ye doğru adım adım sürükleniyor. Gelir düzeyi düşük halkımızın elindeki mülklerin, “yüz milyarlar” teklif eden yabancı şirketlere satılmasına izin veriliyor. Oysa gözden uzak tutmamak gerekir ki yabancı ülke şirketlerinin ve vatandaşlarının Türkiye’de toprak satın almalarının arkasında Rum ve Ermeni lobileri de bulunmaktadır. Türkiye’den Batı ülkelerine göçmüş ve o ülkelerin vatandaşlığına girmiş Ermeni ve Rumların torunları, bugün değişik isimlerle dedelerinin sandıkları toprakları ele geçirmeye kalkışıyorlar. Önümüzdeki yıllarda Kapadokya’da, Foça’da, Fethiye’de “binlerce Ermeni’nin” toprak satın alarak oluşturduğu yeni yerleşim birimlerinin, Türkiye’nin başına ne dertler açabileceğini tahmin etmek zor değildir  [M. Bayraktar,Yeni Mesaj, 19.9.2003]
4) Yabancılara toprak satışı gittikçe artıyor. Öte yandan, nerelerde ne kadar arazi alındığı da tam olarak belli değildir. Satışlar denetimsiz bir şekilde devam ediyor. Üstüne üstlük Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın açıklamalarına göre, “yurdun birçok yerinde yabancılar koloniler oluşturacakmış, İspanyol usûlünce alt yapılarını da kendileri yapacakmış. Mevzuatımızın buna göre düzenlenmesi için hazırlık yapılıyormuş. Ancak, Türkiye başka, İspanya başka. Bugün satılan toprağın koloniye dönüştürülmesine izin verirken, yarın o toprağın Türkiye Cumhuriyeti topraklarıyla çevrilmiş “bir başka devlete ait toprak” yani “anklav” halini alabileceğini hesaba katmak gerekir [Rahşan Ecevit, Hürriyet, 29.9.2006].
F) TOPRAK KALİTESİ VE YER ALTI KAYNAKLARI
2004 yılı itibariyle bir yıl içinde 234 milyon metrekare vatan toprağımız satılmış bulunmaktaydı. Artık bu topraklar Türkiye'nin olmaktan çıkmıştır. Dahası elden çıkanlar, Türkiye'nin en verimli, en değerli topraklarıdır. Uydu aracılığıyla çekilen ayrıntılı haritalar sayesinde  Türkiye'nin hangi bölgesinde, hangi değerli madenin,  hangi miktar ve kalitede olduğunun tespiti sadece 'birkaç bin dolarlık' bir maliyet gerektirir. Bu bilgiler  şüphesiz ki topraklarımızı satın alanlarda da mevcuttur. Ve bu  satışlar sadece bir başlangıçtır.            
G) ULUSLARARASI SORUNLAR VE DIŞ MÜDAHALE
Yabancıya toprak satışı gelecekte başımıza uluslararası sorunlar açabilir, dış müdahale tehlikesi doğurabilir.
1) Batılılar için özel mülkiyetin “özel bir anlamı” vardır. “Özel mülkiyet” Batı’da, bütün haklardan önce ve önde gelen, bütün haklardan önce tanınmış bir haktır. Kutsaldır, dokunulmazdır. Yarın Devletimizin herhangi bir kurumu; kamu yararı, millî güvenlik veya iç hukuka (yani milli hukuka ki o da bu gidişle kalırsa eğer) uygun başka bir sebeple, bir yabancının satın aldığı taşınmazıkamulaştırmaya kalkarsa, sorun çok büyük bir ihtimalle derhal uluslararası bir boyut kazanacak,  doğrudan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşınacaktır. Kıbrıs’taki Lousidou dâvâsı bunun çarpıcı bir örneğidir. Türkiye bu dâvâyı kaybederek –teslimiyetçi A.K.P. hükümetinin de katkısıyla- bir Rum kokonasına çatır çatır milyon doları geçen tazminat ödemek zorunda bırakılmıştır [O.Metin Öztürk].
2) Yabancıya toprak satışının değişik boyutlarına bakarken, uluslararası politikada son 20 yıldır öne çıkan önemli bir olguyu hesaba katmamak yanlış olur. Bu olgu şudur: Demokrasi, insan hakları, temel haklar ve özgürlükler gibi evrensel ilke ve değerlerin, ülkelerin iç işlerine karışmada bir araç olarak kullanılması, yani istismar edilmesi... Bu konuda, ABD kaynaklı çok sayıda örnek verilebilir. Batılı ülkelerin hemen hepsinde mülkiyet hakkı, kişilerin en temel hakları arasında sayılmaktadır. Aynı şekilde, seçme ve seçilme hakkı da, kişilerin sahip olduğu en temel siyasal haklar arasında yer alır. Bunlar, Türkiye'nin yürürlükteki anayasasında da aynı şekilde yer almaktadır.
Öyleyse vatandaşları Türkiye'nin belli yörelerinde taşınmaz mal edinmiş devletler; bir süre sonra, sözde bu vatandaşlarına sahip çıkma adına, Ankara'ya müdahale edip, bazı şeylerin yapılmasını veya yapılmamasını talep edebilirler mi? Türkiye'de taşınmaz mal edinen yabancılar ve bunlarla ilgili talepler, Ankara'ya karşı kullanılan birer diplomasi aracına dönüşebilir mi? Bu elbette mümkündür [Osman Metin Öztürk, e-posta grubu, 18.8.2004]
3) Son bir sakınca da toprak satışlarının, yabancı devletlerin eline bir bölgesel politika aracı verme  olasılığıdır. Bu sakınca ABD'nin Türkiye'ye yaptığı askerî ve ekonomik yardımı bağladığı koşullardan hareketle akla gelmektedir. Şöyledir bu koşullar:  "Benim verdiğim silah ve teçhizatı, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da terörle mücadelede kullanmayacaksın" veya aynı şekilde,"benim verdiğim ekonomik yardımın bir kısmını, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da insan hakları iyileştirmeleri için kullanacaksın."
Bunları Ankara'ya söyleyebilenlerin, yarın Türkiye'de taşınmaz mal edinmiş kendi vatandaşları için daha fazlasını istemeyecekleri ve bu vatandaşlarını kendilerinin bölgesel politikalarında bir araç olarak kullanmayacakları düşünülebilir mi? Bence düşünülemez [O. Metin Öztürk, e-posta grubu,18.8.2004]
SONUÇ
Türkiye’de yabancılara toprak satışı olgusu üzerinde yaptığım gözlemleri sundum. Şimdi bu gözlemler yoluyla ulaştığım hipotezleri bazı önerilerimle birlikte sunmaya sıra gelmiş bulunuyor.
1) Yabancılara toprak satışında Binde 5 sınırının il boyutunda belirlenmesi yanlıştır. Bu oran “idari birim” boyutunda belirlenmeliydi. Ya da uygulama buna göre yapılmalıdır. İlçelerde, daha küçük birimlerde binde 5 ölçütü bu birimlerin kendi alanlarına uygulanmalıdır. Aksi halde toplam satışlar il alanına vurulduğunda binde 5 sınırını aşar. Bir örnek: İl alanı 1000 birim olsun, binde 5 itibariyle satış sınırı 5 birim olur. Bu ilin her birinin alanı 500 birim olan iki ilçesi olsun. Satışlara yine binde 5 uygulanırsa sınır aşılmaz: (2,5 birim) artı (2,5 birim), (5 birim) eder ki bu da il yüzölçümünün binde 5’i eder. İl yüzölçümünün binde 5’i olan 5 birim her ilçeye ayrı ayrı uygulanırsa sınır aşılır: (5) artı (5) toplam olarak 10 birim olur. Bu da il alanının binde 10’u eder. Dahası ilçe sayısı arttıkça, sınırı aşma derecesi üç, dört,… katına çıkacaktır.
Binde 5 oranının hesaplanmasında paydaya, toplam alan değil iskâna, ekonomik faaliyete elverişli, verimli ve değerli alanların yüzölçümü alınmalıdır. Yabancı, gidip dağın başında arazi satın almıyor.
2) Yabancıya toprak satışları, misyonerlik faaliyetleri ile birlikte düşünülmeli, satışlar bu açıdan ayrıca analiz edilmelidir.
3) Yabancı şirketlerin, toprak alımlarında Türk görünümlü aracı şirketler kullandıkları anlaşılıyor. Bu yola neden gidiyorlar? Ciddî araştırmalar, başta “parafesör”lerimiz, üniversite öğretim üyelerimizi bekliyor.           
Özellikle İsrail ortaklı yerli şirketler mercek altına alınmalıdır.             
Yabancıya toprak satışında “gizli satış”  uygulaması vardır, araştırılmalıdır.           
4) Toprak satışı sürecinde görünürdeki iyi niyetler (üretim, teknoloji getirme,…) arka planda kötü niyetleri gizlemek için kullanılabilmektedir.
5) Türkiye’deki her toprak alımını bireysel girişim olarak görmek yanlıştır. Toprak satın alan İsrailli ve diğer ülke vatandaşlarının arkasında güçlü lobiler olduğuna dair işaretlere rastlıyoruz.  Toprak alan yabancılar arasında daha önce Türkiye’den göçmüş ermeni ve Rumların torunları vardır. Bunların gizli bir plan çerçevesinde hareket etmeleri olasılığı çok yüksektir.
6) Topraklar yalnızca toprak olarak değil, altındaki maden kaynakları için de satın alınabilmektedir. Dolayısiyle yabancıya toprak satışı derken, bu boyutu da göz önünde tutmak gerekir.
7)  Yabancıların gayrimenkul edinmeleri sınırsız ve koşulsuz olamaz. Dileyen her yabancı, Türkiye'nin her yerinde gözüne kestirdiği her arsayı, her tarlayı, her binayı parasını bastırıp alamamalıdır.         

8) Yabancıya mülk satışları konusunda halk bilinçsizdir. Aydınlatılmalı, uyarılmalıdır.
9) Karşılıklılık ilkesi liberalizmin hukuk alanına uygulanmasından başka bir şey değildir. Bu sebeple ideolojiktir. Mütekabiliyetgerekçesi ancak eşit güçte olan ülkeler arasında bir anlam ifade eder. Oysa Türkiye bu bakımdan ABD ve Avrupa ülkeleri karşısında dezavantajlı bir durumdadır. Bu sebeple Diğer ülkelerdeki satışları örnek olarak göstermek yanlış bir muhakemenin ürünüdür. Bu husus Türkiye’nin jeopolitik durumu, potansiyeli bakımdan da doğrudur.

10) Hükümetin yabancılara toprak satışını serbest bırakmasının temelinde yalnızca AB’nin talep ve baskısını görmek eksik bir yaklaşımdır. Konu emperyalizm boyutunda değerlendirilmeli ve yorumlanmalıdır. Nitekim 1856’da Osmanlı’ya da toprak satışı dayatılmıştı.

Ortadoğu ülkelerinde, dolayısiyle Türkiye’de yabancılara toprak satışı, ABD’nin Büyük Ortadoğu projesinin araçlarından biri olabilir.

11) Çağımızda ülke savunması öylesine karmaşıklaşmıştır ki, sadece silahlı savunmaya indirgenemez.  Ordu yurt savunmasını her alanda takip eder: Ekonomide, yabancı sermayede, özelleştirmede, dış borçlanmada, azınlık konularında, tabii yabancıya toprak satışında da… Ülkenin savunması bu noktalardan başlar. Eğer bu cepheler ihmal edilirse, koşullar öyle bir duruma gelir ki silahlı savunma hiçbir işe yaramaz.

12)  Azınlık faktörü Batı’nın bizim gibi ülkeleri çökertmek için kullandığı 5 silahtan biridir. Toprak satışları AKP iktidarına bu silahı güçlendirmek için dayatılmıştır. İşin bu yönü çok önemlidir. Toprak satışlarına bu gözle bakmalıdır.
13) Yabancıya toprak satışının uluslararası boyutları ile gelecekte doğuracağı sorunlar titizlikle araştırılmalı ve ortaya konmalıdır. AKP hükümetinin bu çalışmayı  yapmadığı anlaşılıyor.  
14) Bütün bu sebeplerden dolayı, yabancılara toprak satışları Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarlarına aykırıdır, derhal durdurulmalıdır.   
http://www.cihandura.com/index.php?option=com_content&task=view&id=47&Itemid=63






"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

Hiç yorum yok: