24 Ocak 2010 Pazar

B PLÂNI
2003 Dergisinden aldığım bu yazı Irak’ın durumunu ve İsrail’in olayların içerisinde ne kadar olduğunu ve istihbaratların ülkelere nasıl girdiğini,ABD ve İsrail’in kader birliğini,İran’ın coğrafyamızdaki etkisini okurken Türkiye’nin içerisinde olduğu gündemi aklınızdan geçirin.

SEYMOUR M. HERSH
ABD Askerî Olarak Mağlup Edilemez Ama Siyasî Olarak Bitti
Savaş, Temmuz 2003’de, Başkan Bush Irak’ta zafer ilân ettikten iki ay sonra, bırakınız yavaşlamayı, oldukça kritik bir noktaya ulaştı. Savaşın en şevkli savunucularından olan İsrail mevcut idareyi; Amerikan önderliğindeki işgalin yaz sonundan itibaren artan bir direniş dalgası -bombalama ve suikast kampanyası- ile karşı karşıya kalabileceği yönünde, uyarmaya başladı. Irak’ta bulunan İsrail istihbarat kaynakları; direnişçilerin, İran-Irak arasındaki korunmayan sınırdan gönüllerince geçen İran istihbaratının ajanlarının ve diğer uluslardan savaşçıların desteğini aldıklarını rapor ediyordu. İsrailliler, söz konusu 1500 km’lik sınırı ne pahasına olursa olsun emniyete alması konusunda ABD’yi uyardılar.
Sınır açık kaldı. Ancak Washington Enstitüsü Yakın Doğu Politikaları Başkan Yardımcısı Patrick Clawson; “İktidar, İsrail’in İran istihbaratını kâle almıyor değildi. Geçen yaz sınırın kapatılması için adımlar atıldığından şüphe yok. Ancak tutumumuz, sınırı aşan sıradan İranlılarla Iraklılar’ın temas kurmalarının daha yararlı olacağı yönündeydi ve hac gibi amaçlarla her gün binlerce İranlı sınırı geçiyordu” diyor ve ekliyor; “Karşılaştığımız sorun şuydu: Acaba bu tutumun getirisi gerçekten götürüsünden fazla mıydı? Gerçekten Iraklılar’ı izole etmek istiyor muyduk? Bu soruya cevabımız, İranlılar ellerine silâh alıp bize ateş etmedikleri müddetçe ödenen bedele değer şeklinde tecelli etti.”Clawson; “İsrailliler bizle bu konuda oldukça keskin bir şekilde ihtilafa düştüler. Kaygılarını açık sözlülükle ortaya koydular; ‘İranlılar, Irak’ta sosyal ve hayır dernekleri kuracaklar ve bunları Amerikalılar’a silâhlı saldırı düzenleyecek insanları devşirmek için kullanacaklar.’” Artan şiddet bu kaygının doğru olduğunu ispatladı. Ağustos’un başında işgale karşı ayaklanma, Bağdat’ta kırk iki insanın öldüğü, Ürdün Büyükelçiliği’nin ve Birleşmiş Milletler Merkezi’nin bombalanması eylemleri ile patladı. Eski bir İsrail istihbarat subayı ise, “İsrail liderliğinde ABD’nin İran’la yüz yüze gelmekten kaçındığı yönünde kanaatinin oluştuğunu” söyledi ve Irak’taki vaziyetin kurtarılması konusunda ise, “Artık askerî olarak mâkul değil -ABD askerî olarak mağlup edilemez- ama siyasî olarak bitti.” dedi.
Ulusal Güvenlik Konsey’inde geçen seneye kadar görev ifa eden eski CIA analisti ve Saban Ortadoğu Politikaları Merkezi’nin yeni araştırmacısı Flynt Leverett ise, geçen sene yaptığı değerlendirmede şunları söyledi; “Bush’un, ‘Görev Tamamlandı’ şeklindeki Mayıs konuşmasının prematüre olduğu açıkça ortaya çıktıktan sonra, vaziyeti tersine çevirmek için bir şansı vardı, Bush takımı müttefiklere giderek (ve onların desteğini alarak) cephede daha fazla asker bulundurabilirdi, ama neoconlar burunlarının dikine giderek; ‘Biz bunu kendi yolumuzla hallediyoruz’ tavrını sürdürdüler”.Leverett açıklamalarını; “Başkan ancak iş işten geçtikten sonra, bir stratejik değişiklik yapmak veya tek taraflı kontrol konusunda dayatırsa, setleşmek ve gerçek direnişin kaynağını bulmak zorunda olduğunu anladı” şeklinde sürdürdü. Leverett’in söylediğine göre, Bush iktidarı bundan sonra, “Guantanamo modelini Irak’a uygulama” yâni sorgulama kurallarını bir kenara bırakma kararını verdi. Kararları direnişi durdurmakta başarısız oldu ve nihayetinde Ebu Garip hapishanesi skandalı ile neticelendi.

Ehud Barak’dan Cheney’e Nasihat:
“Yapılacak tek şey yaşanacak rezaletin büyüklüğünün seçilmesinden ibaret”Kasım başında Başkan Bush, Irak’taki CIA istasyonu şefinden -CIA jargonunda “Aardwolf” olarak adlandırılan ve özel bir cephe analizini içeren- Irak’taki güvenlik durumunun çökmenin eşiğine yaklaştığı uyarısını yapan amansız bir değerlendirme aldı. Knight-Ridder’ın tanımlaması ile söz konusu belgede; “Savaş sonrası ihdas edilen hiçbir siyasî kurum veya lider, ülkeyi yönetebilme kabiliyetini sergileyememiş, seçim düzenleyememiş veya bir anayasa taslağı oluşturamamıştır” denmektedir.
Rapordan birkaç gün sonra, şiddetten ve kendisine ulaşan yeni istihbarattan şaşkına dönmüş Bush iktidarı, sonunda kendi başına hareket etme politikasını değiştirmeye kalkışmış ve Birleşmiş Milletleri sürece dahil etmek üzere, 30 Haziran’ı bir geçici hükümete idareyi devretme tarihi olarak belirlemişti. Irak konularında çalışan bir Birleşmiş Milletler danışmanı, “2003 Kasım’ında yâni Başkanlık seçimlerinden tam bir yıl önce paniklediler ve kabahati BM ve Iraklılar ile paylaşmaya karar verdiler” diyor.
Savaşı destekleyen iktidarın eski bir görevlisi, geçen sonbaharda Irak’a cesaret kırıcı bir ziyarette bulundu. Daha sonra Tel-Aviv’i de ziyaret ettiğinde İsraillilerin de aynı şekilde şevklerinin kırıldığını gözlemledi. Onlara göre, uyarıları ve tavsiyeleri göz ardı edilmişti ve direnişe karşı yürütülen Amerikan savaşı batmaya devam ediyordu. “İsrail’in siyaset ve istihbarat dünyasının önde gelenleri ile saatlerce konuştum” diyen eski yetkiliye İsrailliler endişelerini, “Irak’ta işi düzeltemeyeceksiniz ve bizlerin de kendimizi en kötü senaryoya ve onunla nasıl başa çıkacağımıza hazırlamamız gerekmez mi?” şeklinde dillendirmişler.
Eski İsrail Başbakanı ve Bush iktidarının Irak’ı işgalini destekleyen Ehud Barak bu noktada işi ele alıyor ve bizzat Başkan Yardımcısı Dick Cheney’i, Amerika’nın savaşı kaybettiği yollu uyarıyor. Barak’a yakın bir Amerikalıya göre Cheney’e demiş ki, “İsrail bir işgali kazanmanın bir yolu olmadığını öğrendi.” Barak’ın Cheney’e dediğine göre; “Yapılacak tek şey, yaşanacak rezaletin büyüklüğünün seçilmesinden ibarettir.” Cheney, Barak’ın bu yorumuna cevap vermemiş. (Cheney’in ofisi bu konuda yorum yapmaktan çekinmiştir.)

İsrail Ajanları İşbaşında
Avrupa, Ortadoğu ve ABD’de de gerçekleştirdiğim bir seri görüşmede yetkililer bana; “İsrail’in, geçen yılsonu itibariyle Bush iktidarının Irak’a demokrasi ve istikrar getiremeyeceği ve bu nedenle İsrail’in diğer opsiyonlara ihtiyaç duyduğu konusunda karara vardığını” söylediler. Bana söylendiğine göre, Başbakan Ariel Sharon’un hükümeti, yarı bağımsız Kürdistan bölgesinde kayda değer bir varlık oluşturarak, Irak’ın Kürtleri ile uzun süredir süregelen ilişkisini geliştirmek yoluyla savaşın İsrail’in stratejik pozisyonuna verdiği zararı minimize etmeyi kararlaştırdı. Yetkililer bana, Sharon’un ağır bir mali taahhüdü de içeren ve Irak’taki direniş büyümeye devam ettikçe daha fazla kaos ve şiddet yaratma potansiyeline sahip bu pervasız kararını açıkça anlattılar.
İsrail’in istihbari ve askerî ajanları hâlihazırda Kürdistan’da sessizce işbaşındalar ve Kürt komando birliklerine eğitim veriyorlar. İsrail açısından en önemlisi de İran ve Suriye’deki Kürt bölgelerinde örtülü operasyonlar yürütüyor olmaları. İsrail, özellikle savaşla bölgedeki pozisyonu güçlenen İran’dan tehdit algılamakta. Aralarında İsrail’in gizli dış istihbarat teşkilatı MOSSAD üyelerinin de bulunduğu İsrailli ajanlar, Kürdistan’da işadamı sûretinde ve kimi zaman İsrail pasaportu dahi taşımadan faaliyet yürütmekteler.
Yorum yapması istendiğinde İsrail’in Washington Büyükelçiliği sözcüsü Mark Regev, “Bu hikaye tamamen yanlış ve ilgili hükümetlerin haberdar oldukları da yanlıştır” dedi. Kürt yetkililer de, tıpkı ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü gibi, bu konuda yorum yapmaktan çekindiler.


 (devamı için) dergi abonelik istiyor

Hiç yorum yok: