13 Kasım 2010 Cumartesi

BATI ( AVRUPA ) HUN İMPARATORLUĞU

Batı Hunları ile ilgili kaynaklar ve yorumlar çok çeşitlidir. Bazı kaynaklar Batı Hun İmparatorluğu ile Avrupa Hun İmparatorluğu'nu ayırmakta ve bunları iki ayrı devlet olarak kabul etmekte, bazıları ise Batı ve Avrupa Hun İmparatorluklarını birbirlerinin devamı sayarak tek devlet kabul etmektedir. Batı Hunlarının geldikleri yer konusunda da değişik görüşler ileri sürülmesine karşın, son yapılan araştırmalar bu Hunların Büyük Hun İmparatorluğu'nun dağılmasından sonra Orta Asya'dan göç eden kavimler olduğunu kesinleştirmiştir. Batı Hunlarının Asya kökenli ve Büyük Hun Devleti'ni kuran kavimlerin torunları olduklarına artık kesin bir gözle bakılmaktadır. Bu konuda tarihsel, kültürel ve toplumsal bilgiler kanıtlanmıştır.


Hunlar Batı steplerine göç etmeden önce buralarda İskitler yaşıyordu. Daha sonraları İran'dan gelen Sarmallar İskit İmparatorluğu'nun yıkılmasında önemli rol oynadılar ve İran kökenli kavimler Batı steplerine yayıldılar. Büyük Hun İmparatorluğu dağıldıktan sonra Orta Asya'da kurulması denenen bazı Hun devletleri uzun ömürlü olamadı ve Hunlar yavaş yavaş Batı'ya doğru göç etmeye başladılar. Öncelikle Aral Gölü civarında görülen Hunlar, sonraları Don ve Volga ırmakları kıyılarında görüldüler. Bu tarihlerde Karadeniz'in bazı kısımları Gotların işgali altında bulunuyordu. Don-Dinyeper ırmakları arasında Ostrogotlar, onların batısında da Vizigotlar yerleşmişti. Daha Batı'da ise Vandallar oturuyordu. Bu bölgelerde ayrıca bazı Germen kavimleri ile İran boyları karışık biçimlerde yaşıyorlardı. Hun başbuğu Balamir'in yönetimindeki ilk saldırılar önce Doğu Gotları olan Ostrogot devletini yıktı, sonra da Batı Gotları olan Vizigotlar tarih sahnesinden silindiler. Gotlar bu yenilgiler üzerine kalabalık gruplar halinde Batı Avrupa'ya kaçtılar. Bu dönemde birçok kavim Hunların zorlamasıyla Karadeniz'in kuzeyinden Avrupa'ya doğru göç etti. Hunlar Roma İmparatorluğu'nun kuzey kesimlerini de altüst ederek İspanya'ya kadar büyük bir kavimler göçüne neden oldular. Yendikleri kavimlerden aldıkları esirler ile ordularını genişleterek Avrupa'nın içine doğru saldırılarını yoğunlaştırdılar. Kısa zamanda yoğun bir Hun saldırısı ile karşı karşıya kalan Avrupa'nın dengesi altüst oldu. Tüm Avrupalılar Hunlara barbar gözü ile bakıyor ve onlardan çok korkuyorlardı. Hunlar ilk kez 378 yılında Tuna nehrini geçtiler ve Roma İmparatorluğu'ndan herhangi bir direniş görmeden Trakya'ya kadar indiler. Daha sonraları da Macaristan'ın iç kısımlarına uzanan bir büyük sefer düzenlediler. Bu bölgelerde yaşayan kavimler korkularından Roma İmparatorluğu'nun sınırları içine giriyorlar ve Romalıların askeri gücüne sığınıyorlardı.

Roma İmparatoru I.Theodosius'un 395'te ölmesi üzerine Hunlar yeniden harekete geçtiler, iki cepheden hareket eden Hunlar'ın bir kısmı Balkanlar'dan Trakya'nın içlerine inerken bir kısmı da Kafkasya'dan geçerek Anadolu'nun iç kısımlarına giriyorlardı. Hunların doğu kanadı tarafından düzenlenen bu akınları Basık ve Kursık adlı başbuğlar yönetiyordu. Hunlar Anadolu'ya indikten sonra burada kalmamışlar, iç kısımlara doğru ilerlemişler, Çukurova'yı ve Suriye'yi işgal etmişlerdir. Kudüs'e kadar inen Hunlar daha sonra kuzeye dönerek Orta Anadolu'ya yürüdüler ve daha sonra da Azerbaycan yolu ile kendi merkezleri olan Kuzey Karadeniz'e döndüler. İskitlerden sonra Türklerin ikinci kez Anadolu'ya gelişleri Hunlar döneminde olmuştur. Hunlar bir süre sonra Doğu Roma İmparatorluğu'nu çökertmeye yönelik saldırılarını artırdılar. Ancak dış politika olarak Doğu Roma'yı ortadan kaldırmayı ana ilke olarak benimserken, buna karşı Batı Roma ile dostluk ilişkilerini geliştirmişlerdi. Avrupa'da ortalığı karıştıran bazı barbar kavimlerin hem Romalıların hem de Hunların düşmanı olması Hun devletini böyle bir dış politikaya yöneltmişti. 400 yılından sonra ise Hunlar Batı Roma'nın sınır eyaletlerine girmeye başladılar. Hun korkusu ile yerlerini terk eden Vandallar, Saksonlar, Burgonlar Avrupa'yı birbirine katıyorlardı. Hem Romalılar hem de Hunlar bu barbar kavimlerin üzerine giderek bunları sindirdiler. Hunların zaferlerinden sonra bu kavimler daha da Batı'ya yöneldiler ve Galya'ya gittiler. Böylece Batı'ya doğru Hunların yolu üzerindeki engeller kalkmış oluyordu.

Sınırları Asya'da Balkaş Gölü yakınlarına kadar uzanan Hun İmparatorluğu'nun batı kanadı hükümdarı olan Uldız, 405 ve 409 yıllarında Tuna'yı geçerek Bizans'a Hun tehdidinin sürdüğünü göstermişti. Uldız'dan sonra Hun İmparatorluğu'nun başına Karaton geçti. Karaton daha çok doğu yöresiyle uğraştı ve Bizanslılar ile ilişki kurdu. Bizans devletinin ortadan kaldırılması için de bir yandan hazırlıklarını sürdürdü.

Tuna havzasını ele geçirip bölgedeki kavimleri Batı'ya süren Hunlar, yavaş yavaş Tuna nehrinin kıyılarına yerleştiler, imparatorluğun merkezi de Tuna kıyılarında kuruldu. Ne var ki, Batı Hunlarının büyük bir bölümü gene de Don ırmağının doğusunda uzanan steplerde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Batı Hun İmparatorluğu'nun ilk merkezi bu steplerdeydi, sonraları Tuna kıyılarına geçilmiştir. 400 yılı sıralarında Avrupa'ya yerleşmeyi tamamlayan Hunlar, bundan sonra hep Roma İmparatorluğu ile ilgilenmişlerdir. Hunlar Tuna havzasında yerleştikten sonra göçebelikten vazgeçmişler ve diğer bölgelerin fethedilmesi için, daha önce kendilerine bağladıkları kavimleri kullanmışlardır.

Tuna ve Tisa havzalarının işgalini sürdürebilmek için Hunların Çek ve Moravya ovalarından geri dönmeleri gerekiyordu. Transilvanya'nın her parçasının işgaline ancak sıra geliyordu. Önemli gördükleri yerlere kendileri gidiyorlar, önemsiz yerlere de kendilerine bağımlı kavimleri gönderiyorlardı. Özellikle Pontus bölgesinde egemenlikleri altına aldıkları Doğu Gotları Hunlar adına çok kan dökmüşlerdi. Daha sonraları Hunlar hem Burgondların, hem de Frankların bölgelerine akınlar düzenleyerek bu bölgeleri de kendi egemenlik alanı içine aldılar. Böylece Hunlar Kuzey Denizi'ne kadar geldiler. Bu step kavimi Kuzey Denizi'nin rutubetli ve tuzlu havası karşısında yenilgiye uğradı. Buralara yerleşemeyeceklerini anladılar ama, gene de bu bölgeyi gelecekteki akınları için kendi denetimleri altında tutmak istiyorlardı, Roma İmparatorluğu'na bağlı olan Batı bölgelerinde gözleri vardı. Bu bölgelere yapacakları akınlarda Kuzey Denizi kıyılarını üs olarak kullanmayı düşünüyorlardı. Hunlar kuzeydeki kavimlerin yalnızca bağlılıklarıyla yetindiler ve onlardan fazla bir şey beklemediler.

Yeni Bir Kavim

Hun devletinin yükselme dönemi olan 400 yıllarında Asya steplerinde yeni bir kavim beliriyor ve zamanla bir göçebe imparatorluğu kuruyordu. Bunlar Avarlardı. Balkaş ve Aral gölleri civarında artık egemenliği ele geçiriyorlardı. Hunlar doğu bölgelerinde meydana gelen bu değişikliğe karşı çıkmamış ve imparatorluğun sınırlarını, savunma hatlarını Aral Gölü'nün civarına çekmişlerdi. Ancak, Doğu kapısını ellerinde tutarak Asya'nın çeşitli bölgeleri ile ilişkileri sürdürüyorlardı. Avar tehlikesinden dolayı diğer Asya ulusları ile daha yakından ilişkiler kuruyor ve zaman zaman Romalılar ile anlaşarak çeşitli kavimleri kendi egemenlikleri altına alıyorlardı. Bu durum iki imparatorluğun da yararına oluyordu. Hunların barbarları dizginlemesi Roma İmparatorluğu'nu da barbar saldırılarından kurtarmış oluyordu. Buna karşılık Hunlar da Pontus'dan Kuzey Denizi'ne kadar uzayan geniş alanda Romalıların hiçbir isteği olmayacağından emin yaşıyorlardı. Barbar kavimlerin istilasına ve iç karışıklıklara karşın Roma ve Hun İmparatorlukları arasındaki anlaşma o dönemde önem kazanıyordu. Hunlardan sonra barbar dünyasına egemen olan Avarlar ve Göktürkler de Bizansa karşı benzer bir politika izlemişler ve tıpkı Hunlar gibi başlangıçta Bizans İmparatorluğu'nun dostluğunu aramışlar, sonraları ise saldırıya geçmişlerdi.

İran ile anlaşan Hunlar, ancak bundan sonra Gotlar ve benzeri barbar kavimlerin egemenliklerine son vermişlerdir. Hunlar ile Batı Roma İmparatorluğu arasındaki sıcak ilişkiler Hun İmparatoru Uldin zamanında başlamıştır. Hunlar saldırılardan sonra toparlanınca Uldin artık Bizans'tan bir şey beklememeye başladı. Sonraları da Bizans'a saldırılarını artırdı. Roma İmparatorluğunun elinde ise Hun anlaşması büyük bir koz olarak bulunuyordu. Kendisine bağlı Cermen kavimleri ne zaman başkaldırırsa Hunların bunları ezmelerine izin veriyordu. Hun ve Roma anlaşması Germenlere en ağır darbeyi Ren nehri boylarında indirdi. Hunlar Burgond krallığını ortadan kaldırarak Galya'ya doğru ilerlediler. Bundan sonra zaman zaman Hun ve Roma ortak birlikleri civardaki diğer kavimler üzerine saldırılar düzenlediler. Hunların Bizans ile dostluğu çok kısa sürdü ama Batı Roma İmparatorluğu ile dostlukları karşılıklı çıkarlar nedeniyle uzun süreli oldu. Batı Roma İmparatorluğunun bir çöküş dönemine girmesi de bu dostluğu zorlayan ve uzun ömürlü kılan ana nedenlerdi. Batı Roma zayıfladığından düzenli orduları kalmamış ve savaşlara kendilerine bağlı kavimlerden oluşturdukları ordularla gidiyorlardı. Ayrıca barbarlardan bir kısmını ücretli asker olarak işe almışlar ve bunlardan Roma ordusunu kurmuşlardır. Roma devleti zayıfladıkça Hunların saldırıları ve yağmaları bu imparatorluğun topraklarında göze çarpıyordu.

Batı Hunları tarihinde 422 yılının özel bir önemi vardır. Bu tarihte Hun hükümdar ailesinden gelen dört kardeş olan Rua, Muncuk, Aybars ve *****'dan Rua, imparatorluk makamını işgal etti. Muncuk erken öldüğü için diğer iki kardeş kanat kralları durumunda bulunuyorlardı. Politikada Uldız'ın izinden yürüyen Rua, Bizans'ın Hun ordusunu ayaklanmaya kışkırtmak ve uyruk altındaki kavimleri Hunlar'dan ayırmak amacıyla Hun topraklarında çalıştırdığı casusluk örgütü ile propagandacıları ileri sürerek düzenlediği Balkan seferinde hiç direnme göstermeyen Bizans devletini yıllık vergiye bağladı. Vergi karşılığı olarak alınan 350 libre altın o dönem için önemli bir vergiydi. Batı Roma Devleti de iç karışıklıklar içinde bunalıyordu. O sıralarda güç durumda kalan Roma komutanları Hunlara kaçarak imparator Rua'nın yardımına sığınıyorlardı. Rua'nın güçlü kişiliği Hun Imparatorluğu'nu her iki Roma devletinde de etkin bir duruma getirmişti. Rua'dan barışı yıllık vergi ile sağlayan Bizanslılar bir yandan da Hunlara bağlı bulunan kavimleri kışkırtmaktan geri kalmıyorlardı. Bunun üzerine Rua Bizanslı tüccarların Hun topraklarında ticaret yapmaları ile Bizans devletinin Hun ülkesinden ücretli asker toplama iznini yasakladı. Bu arada Rua, karşılık olarak Hun İmparatorluğu'ndan kaçan eski bazı devlet adamı ve komutanların geri verilmesini istedi. Ne var ki, tam bu sırada 434 yılında İmparator Rua ölünce Bizanslılar çok sevindiler. Hun İmparatorluğu'nun başına yeni bir hükümdar geçince Bizanslıların sevinci kursaklarında kaldı. Amcası Rua ölünce onun yerine yeğeni Attila geçmişti.

Attila Dönemi

Hunların başına geçtiği zaman 40 yaşında olan Attila babası Muncuk erken öldüğü için amcası Rua'nın yanında yetişmiş, onunla birlikte tüm askeri seferlere katılmış, çeşitli kavimleri yakından tanımak şansına sahip olmuştu. İyi bir imparator olan amcası Rua'nın yanında devlet yönetimini, askerliği ve politikanın ilkelerini öğrenmişti. Attila yalnız değildi. Koca ülkeyi kardeşi Bleda ile yönetiyordu. Eğlenceden hoşlanan, enerjisi, gücü sınırlı olan Bleda, imparatorluğun yönetimini kardeşine bırakmayı daha baştan benimsemişti. Ordu, devlet ve politika tüm yönleri ile Atilla'nın elinde toplanmıştı. Doğu kanadının kralı amcaları Aybars ile gene amcaları olan Batı kanadı kralı ***** yerlerini koruyorlardı. Bu nedenle Hun İmparatorluğu içinde herhangi bir iktidar savaşı söz konusu değildi. Attila'nın koruması ile yönetimde11yıl kalan Bleda daha sonra 445 yılında öldü.



Attila'nın başa geçişinden sonra gelen Bizans elçilerine yeni hükümdar sınırda bir karşılama düzenledi ve barış anlaşmasının ilkelerini onlara dikte ettirdi. Buna göre Bizans artık Hunlara bağlı kavimlerle kesinlikle ilişki kuramayacaktı. Ayrıca Bizans, kendine sığınan Hunları geri verecekti. Bizansın vergisi her yıl iki misli alınacak ve ticaret ancak sınır kasabalarında yapılabilecekti. Hunlara hemen geri verilen kaçakları Attila daha sınır kapısında astırdı. Bu olay, Attila'nın adının bütün Avrupa'da dehşetle anılmasına neden oldu. Bundan sonra Attila aylar süren uzun bir sefere çıkarak İmparatorluğun tüm sınırlarını dolaştı ve ayaklanan kavimlerin üzerine yürüdü. Batı kanadının merkezi Tuna kıyısında, Doğu kanadının merkezi de Dinyeper havzasında kurulmuştu. 430 yıllarında Hun egemenliği altında şu kavimler yaşıyorlardı.

1- Germenler; Gotlar, Suebler, Gedipler

2- Islavlar; Antlar, Venedalar, Sklavenler

3- İranlılar; Alanlar, Sarmallar, Neurlar, Baştarnalar

4- Finler; Ugorlar, Çudlar, Estler, Vidivariler

5-Türkler; Üçogur, Beşogur, Altıogur, Onogurlar, Saraogurlar, Agaçeriler, Sabarlar

Yaklaşık olarak sayıları elliye yaklaşan bu kadar çok kavim eski Türk devlet sistemine göre bir siyasal birlik oluşturmakta, yabancı kavim ve zümreler ancak reisleri, şefleri ve kralları aracılığıyla imparatorluğa bağlı bulunmaktaydı. Agaçerilerin ayaklanması dışında tüm kavimler Hun egemenliği altında barış ve düzen içinde yaşıyorlardı. Agaçeriler ayaklanması da Attila'nın büyük oğlu İlek tarafından bastırıldı. Zaman zaman ortaya çıkan kavimler göçü nedeniyle yerli halk bazen bunalıyordu. Yeni gelen kavimlerin yerli halkın elindeki ürünlere el koymak istemesi de bazı karışıklıklara yol açıyordu. Romalılar ise denetleyemedikleri köylü ayaklanması nedeniyle gene Hunların yardımını istiyorlardı. Hunlar sürekli olarak denetimleri altında yaşayan kavimleri izliyorlardı. En küçük bir sorun çıktığında Hun birlikleri orada oluyordu.

440 yılından sonra Attila Bizans devletine karşı baskıyı artırdı. Bizans Kralı'nın Hun kaçaklarına hoşgörülü davranması Attila'yı kızdırıyordu. Ticaret ilişkilerinde Yunan tüccarları Hunları aldatıyordu. Ayrıca Agaçeriler ayaklanmasında Bizans devletinin kışkırtıcı rol oynaması da Hunların baskılarını artırmalarına neden olmuştu. Kuzey Afrika'daki Vandal Kralı'nın Atilla'dan Bizans'a karşı yardım istemesi de Hunların tutumunu değiştirmişti. Attila Trakya üzerine yürümüşken Batı Roma devletinin aracı olması üzerine Hun orduları hızını kesti. Bir köylü çobanın savaş tanrısı Ares' in kılıcını bularak getirip Attila'ya teslim etmesi, Hunlar arasında dünyanın fethinin yakın olduğu biçiminde yorumlandı. Bununla beraber Bizans'ın kaçakları geri vermekte ağır davranması, yıllık vergi ödemede isteksizliği İkinci Balkan Seferi'nin başlamasına neden oldu. Attila'nın yönetimindeki Hun orduları yavaş yavaş iki koldan ilerleyerek tüm Trakya'yı işgal ettiler ve Büyükçekmece önlerine kadar geldiler. Attila buraya gelen Bizans elçilerini kabul etti. Yapılan anlaşmaya göre yıllık vergi üç katına çıktı ve Bizans 6000 libre savaş tazminatı ödemeyi yükümlendi. Bizans için en ağır koşul yıllık vergiydi. Her yıl bu kadar altının toplanması imparatorluğun gücünü aşıyordu. Bizans İmparatoru bu zor durumdan kurtulmak için Attila'ya bir suikast düzenledi. Ancak Attila bu durumu ortaya çıkardı ve Bizans İmparatoruna ağır bir mektup göndermekle yetindi. Çünkü bu sıralarda artık Attila Batı Roma İmparatorluğu'nun üzerine yürümeye hazırlanıyor ve haraca bağladığı Bizans devletini ciddiye almıyordu. Hun dış politikası da ağır ağır değişiyordu.

Batı Roma İmparatorluğuna en son destek 439 yılında yapılmış ve bu tarihten sonra ilişkiler kesilmişti. Batı Roma Başkomutanı Hunların değişen politikalarını izliyor ve bir Hun saldırısına hazırlanıyordu. Aetius bunun için tüm barbar kavimlerle anlaşmaya varmıştı. Attila da yeniden çıkan köylü ayaklanmasıyla ilgileniyor, Roma'ya karşı Vandallarla işbirliği olanaklarını araştırıyordu. Roma İmparatorluğu ile birlikte tüm barbarlar da savaşacağı için bu durumda çok iyi hazırlanmak gerekiyordu, iki yıl içinde Attila hazırlıklarını tamamlayınca önce Roma'ya politik bir saldırı düzenledi. Roma Prensesi Honaria'yı zevceliğe kabul ettiğini ve bunun karşılığında imparatorluğun yarısının yönetim hakkını istedi. Romalılar önceleri durumu oyaladılar, ama sonra olumsuz tutumları belirlenince Hunlar Roma seferine çıktılar. 451 yılında Orta Macaristan'dan Batı'ya doğru yola çıkan ikiyüz bin kişilik Hun ordusunun yarısı Türk, diğer yarısı da bağlı kavimlerin askerlerinden meydana geliyordu. Geçtikleri yerleri zaptederek ilerleyen Hun orduları Paris yakınlarında Orleans'a vardıklarında Roma orduları ile Aetius da buraya gelmişti, iki ordunun karşılaşması Attila'nın manevrası nedeniyle Champagne ovasında oldu. Tam bir gün süren ve her iki tarafın da ağır zarar gördüğü bu savaşta kimin kazançlı çıktığı belirlenemedi.

Batılı tarihçilerin zamanımıza kadar Hun ordusunun bu savaştan sonra geri çekildiğini ileri sürmelerine karşın, son araştırmalar savaş günü akşama doğru Roma ordusunun dağıldığını ve başkomutan Aetius'un bile Hun ordusu içine düştüğünü belgelemektedir. Gotlar ve Franklar da hemen savaştan çekilmişlerdi. Attila, Galya içlerine yürüyerek Roma ile Galya'nın bağlantısını da kesmişti. Roma ordusunun dağılmasına karşın Attila, orduları ile düzenli biçimde bir aya yakın bir sürede imparatorluğun merkezine döndü. Roma komutanının gözden düşmesi de yenilgilerinin bir göstergesiydi. Nitekim bir yıl sonra Hunlar yeniden Roma saldırısına geçtiklerinde Romalıların ortaya çıkaracak bir ordusu kalmamıştı. Attila 452'de Alpleri geçerek yüz bin kişilik ordusu ile Venedik bölgesine indi. Roma Sarayı çok endişelendi, hemen barış kararı alarak elçi heyeti gönderdi. Papa araya girerek Türk başbuğundan tüm Hıristiyanlık dünyası adına Roma'yı bağışlamasını istedi. Roma'yı yıkmaktan çekinen Attila, anlaşma sonrasında ülkesine dönerken Doğu Roma gibi Batı Roma İmparatorluğunu da kendi devletine bağladığına inanıyordu. Şimdi sıra Sasani devletine gelmişti. Bu devletin de Hun İmparatorluğu'nun koruması altına alınması ile artık Hunlar dünya egemenliğini gerçekleştirebileceklerdi. Ne var ki, Attila 453 yılında öldüğü için bu seferi gerçekleştiremedi.

Attila'nın ölümünden sonra karısı Arıkan'dan doğan üç oğlu, sırasıyla llek, Dengizek ve Irnek babalarının yerini tutamadılar, imparator olan llek ayaklanan Cermen kavimleri ile savaşırken yaşamını yitirdi. Çok cesur ama kafası çalışmayan Dengizek yeniden imparatorluk birliği için savaşırken bir Bizanslının kılıcı ile öldü. Irnek ise bu savaşlara katılmamış, kardeşlerinin ölümünden sonra artık Ona Asya'da tutunmanın zorluğunu anlamış ve savaşlarda yorgun düşen Hunların büyük kısmı ile Karadeniz'in batı kıyılarına dönmüştü. Irnek, yönetiminde Hunların önce Güney Rusya düzlüklerinde görünen, sonra Balkanlarda ve Orta Avrupa'da birer devlet kuran Bulgarlar ile Macarların oluşumunda büyük rol oynadıkları anlaşılmaktadır. 4. yüzyılda Hunlara Volga'dan Batı'ya doğru rehberlik eden sihirli geyik efsanesinde Hunlarla Macarlar kardeş gösterilmiştir. Ayrıca Doğu Macaristan'da yaşamış olan Sekellerin Hunların çocukları olduğu hakkında ciddi sayılabilecek kanıtlar vardır. Attila'nın ölümü Avrupa'da bir bakıma Hunların da gerilemesini başlatmıştır. Bağlı kavimler yavaş yavaş ayaklanmışlar ve Hunlara karşı yeni birlikler meydana getirmişlerdir. Bu büyük Türk İmparatorunun yitirilişi bir anlamda imparatorluğun çöküşünü de başlatmıştır.

Attila için Hunlar çok büyük bir cenaze töreni düzenlediler ve savaş oyunları ile başlayan bu tören günlerce sürdü. Attila'nın seferleri, savaşları ve yaşamı bir efsane yaratmıştır. Attila doğaüstü sayılabilecek kadar güçlü bir insandı. Dünya tarihinin en büyük ordu komutanı ve devlet kurucularındandı. Halkı arasında tanrısal bir güce sahipti. Oğulları bile babalarının gözlerine bakamazdı. Hunlar üstün nitelikli imparatorlarını tanrı gibi taparcasına seviyorlardı. Attila'nın güç ve başarıdan ileri gelen ünü tüm Avrupa'yı titretmişti. Attila çok hassas bir insandı. En küçük bir şeye kızdığında hemen savaş ile tehdit ederdi. Böylece birçok yeri ve istediklerini savaşsız alabilmişti. Diğer kavimlere ve onların başındaki yöneticilere karşı tutumu sert ve kabaydı. Savaşı çok sevmekle beraber gene de aklını kullanır ve bu akılcı tutumuyla istediklerini elde ederdi.

Attila kültür ve sanata da çok önem vermişti. Okumuş insanlara büyük saygı gösterir ve bunları önemli makamlara getirirdi. Kentleri, sanat eserlerini yakıp yıkmaktan kaçınırdı. Gotlar ve Vandallar gibi Roma'yı yıkmaktan çekinmiş, bu kentin çok yakınına geldiği halde anlaşmayı yeğlemiş ve geri dönmüştü. Büyük törenlere sahne olan sarayı çok ihtişamlı döşenmişti. Bu parlak çevrede bile Attila sadeliği severdi. Giyimi de sade ve temizdi. Hunların geleneksel süslerinden hoşlanmazdı. Fazla eğlenceyi sevmez ve gülmezdi. En büyük eğlencesi avlanmaktı. Ne yazık ki, falcılara çok inanırdı. Onların söylediklerinin etkisi ile küçük oğluna büyüklerden daha fazla önem vermekteydi. Ama onun bu tutumu ölümünden sonra kargaşalıkların çıkmasına ve imparatorluğun sarsılmasına yol açtı. Fallara ve hurafelere inandığı için Attila zaman zaman zayıf davranırdı. Falcıların etkisiyle, yanına kadar geldiği Roma'yı ve İstanbul'u almaktan çekindi. Roma'yı ele geçirdikten az sonra ölen Alarik'in sonunu düşünerek Roma' nın işgalinden kaçınmıştı.

Batı Hun İmparatorluğu'nun tarihi sürekli savaşlar ve efsanelerle geçtiğinden ve bu bölgede birçok barbar kavim yaşadığından kalıcı kültür ve sanat eserleri pek verilememiştir. Orta Avrupa'da yapılan kazılarda bazı toprak eşyalar çıkmıştır. Hunların bu eserleri günümüzde Avrupa müzelerinde görülebilir. Hunlarda, genel çizgileri ile Orta Asya'dan ve Büyük Hun İmparatorluğundan kalma step kültürü egemendir. Batı Hunlarında da Doğu Hunlarına benzer sosyal ve kültürel bir yaşam söz konusudur. Bozkır kültürü Hun kültürünün çekirdeğini oluşturmaktadır. Batı Hun İmparatorluğu'nun ekonomik yaşamı da kendinden önceki göçebe devletlerinki gibidir. Hayvancılık ana uğraştır. Ganimet sağlanması, tarım, avcılık, balıkçılık da diğer ekonomik uğraşlardır. Hunlar'a ait arkeolojik buluntuların çoğu Macaristan'da ortaya çıkarılmıştır. Bunun nedeni de Batı Hun İmparatorluğu'nun Tuna bölgesinde kendisine merkez kurmasıdır. Güney Rusya'da kurulan imparatorluk daha sonraları Macaristan'da üslenmiştir.

Segedin civarında bulunan Hun mezarları imparatorluğun kültürel yaşamı hakkında genel bir kanı vermektedir. Bu kazılarda altına dayanan süslemeciliğin çeşitli örneklerine rastlanmıştır. Huni biçiminde ayaklı kurban kazanları Hun kültüründe önemli bir yer tutar. Bu tür kazanları minyatür biçimlerde yaparak ölülerle beraber mezarlara gömmüşlerdir. Mezarlarda bulunan altın kazanlar da kurban kazanlarıdır ve Batı Hun kültürünün Orta Asya kültürü ile yakın bağlantısını göstermektedir. Hunların süsleme sanatında o dönemde İran'da egemen olan Sasani işçiliğinin geniş etkileri vardır. Hunlar ayrıca Avrupa'da ilişkiye girdikleri kavimlerden de kültür açısından etkilenmişlerdir.

Hunlarla ilgili kazılarda, kurban kazanlarının yanı sıra irili ufaklı gümüş kayışlar, keramik eserler, altın ve gümüşten süs eşyaları, çeşitli tokalar, altın taçlar bulunmuştur. Buluntulara göre Batı Hun İmparatorluğu'nda altın ve gümüş işçiliğinin ileri düzeyde olduğu Orta Asya'da görülen toprak ve keramik işçiliğinin sürdürüldüğü anlaşılmaktadır. Ancak Hunların kültür ve sanat yaşamlarının diğer yönleri pek açıklığa kavuşmamıştır.

Büyük Hun İmparatorluğunun dilini tarihçiler Türkçe olarak kabul etmektedirler. Bu dilde bazı Çin ve Moğol etkileri de vardır. Batı Hunları ise göçebe bir devlet kurduklarından ve yerleşik bir yaşam düzenine sahip olmadıklarından dilleri biraz karışıktır. Ne var ki temel olarak onların dilinin de Büyük Hun İmparatorluğundan geldiği söylenebilir. Batı Hun İmparatorluğunun egemenliğine giren kavimler değişik yerlerden gelmişlerdi ve kendi dillerini koruyorlardı. Bu durumda kavimlerin dilleri ile, Orta Asya'dan gelen Hun dili karışmaya başladı. Batı Hun İmparatorluğunun devlet ve yönetici kademesi ise kesinlikle Büyük Hun İmparatorluğunun dilini kullanmıştır. Hun halkı ise yaşadığı bölgeye göre oranın kavimleri ile etkileşim içinde farklı farklı lehçeleri kullanıyordu. Devletin üst kademesinin geleneksel Hun dilini koruyabilmesine karşılık, Hun halkı giderek bu dilden uzaklaşmıştır. Avrupa gibi yeni bir kıta Hunların yaşam biçimlerini, geleneklerini etkilemiş, zamanla da değiştirmiştir.

Asya'dan Avrupa'nın içlerine kadar gelerek büyük bir imparatorluk kurmuş olan Hunlar göçebelikten vazgeçmedikleri için birkaç yüzyıl sonra geldikleri gibi geri dönmüşler ve Avrupa'da yerleşik bir kültür oluşturamamışlardır. Bu nedenle de günümüzde yapılan kazılarda çok sayıda Hun eserine rastlanmamaktadır. Batı Hun kültürünü anlamak için, Büyük Hun imparatorluğunun sosyal ve kültürel yaşamını incelemek zorunludur.

Kaynakça:
Tarihte Türk Devletleri Milliyet Yayını
Doç.Dr. Anıl Çeçen




ERMENİSTAN ŞOKTA: “HOCALI SOYKIRIMI” MACARİSTAN PARLAMENTOSUNDA
Macaristan’da, Milliyetçi Parti JOBBİK ve onun genç ve karizmatik Başkanı Vona Gabor, Türklerden sevgiyle bahsetmekte, atalarımızın bir olduğunu ve “hepimizin Attila’nın torunlarıyız” demekte.
JOBBİK bunun yanı sıra “Hocalı Soykırımını” Macaristan Parlamentosu’na taşıyarak, Ermenileri kazdıkları kuyuya düşürdü.
Dünya genelinde 1915 olaylarının 'soykırım' olarak tanınması için propaganda yürüten Ermenilerin bu arzularının aksine Macaristan sürpriz bir hamle ile “Hocali Katliamını” parlamentosuna taşındı. Sözde Ermeni soykırımı iddialarıyla dünya parlamentolarında Türkiye’yi her fırsatta köşeye sıkıştırmaya çalışan Ermenistan, bu kez kendi oyununa düştü. Ermenistan dünya genelinde 1915 olaylarının 'soykırım' olarak tanınması için lobilerini yürütürken Macaristan'dan çok ilginç bir tepkiyle karşılaştı. Macaristan Parlamentosu, “Ermenilerin Dağlık Karabağ’da Azerbaycanlılara karşı toplu katliam gerçekleştirdiğini” tanıyan bir karar tasarısını gündeme aldı.
İddiaya göre, Macaristan muhalefetinin teklif ettiği tasarı yakın bir zamanda oylanacak. Tasarı Ermeni cephesinde şok etkisine neden oldu. Ermenistan hükümeti tasarıya tepki göstererek, kabul edilmesi halinde ‘Macaristan’ın uluslararası imajının sarsılacağını’ savundu.
Öte yandan Macaristan’ın attığı bu oulumlu adımı Türkiye’de ve birçok uluslararası medya organında yer aldı ve memnuniyetle karşılandı. Dağlık Karabağ’da 26 Şubat 1992’de Ermeniler tarafından gerçekleştirilen Hocalı katliamında 613 çocuk, kadın ve erkek hunharca öldürülmüştü.
Tasarıyı gündeme getiren Jobbik’i tanıyalım
Son zamanlarda Orta Avrupa’dan, Macaristan’dan bir dost sesi yükseldi. Macar Milliyetçi Partisi olan JOBBIC Başkanı Vona Gabor, Türkler ile Macar’ların aynı kökenden geldiğini ileri sürdü. Macaristan’da son seçimlerde yüzde 17 oy alarak ülkenin 3’üncü büyük partisi olan Jobbik’in lideri Gabor Vona, “Türkiye ile yakınlaşmalıyız” deyince Avrupa’daki ırkçıların hedefi oldu. Macar lider, kendisini eleştirenlere “hepimizin Attila’nın torunlarıyız” sözleriyle yanıt verdi.
2002’de sağ eğilimli öğrenciler tarafından kurulan Macar Jobbik (Daha iyiye) Partisi, katıldığı ilk seçimlerde yüzde 2 gibi düşük bir oy almasına rağmen, 2010’daki son seçimlerde adeta patlama yaparak yüzde 17 ile ülkenin 3’üncü büyük partisi haline geldi. Meclise 47 vekil sokan partinin genç lideri Gabor Vona da durum böyle olunca Avrupa’nın en gözde politikacılarından biri oldu. Mitinglerinde Nazi Partisi benzeri görüntüler veren, taraftarları tek tip üniforma ve kol bandı takan Jobbik, faşist olduğu konusundaki eleştirilere, “Biz sağcı bir parti bile değiliz. Sadece vatanseveriz” diye yanıt verirken seçim sloganı olarak da kendine, “Macaristan Macarlarındır” sözlerini seçmişti.
Avrupa’daki diğer aşırı sağcı partilerle AP seçimlerinde işbirliği yapan parti, Türkiye karşıtlığını seçim malzemesi yapan diğer partilerden bu konuda ayrıldı. Başkan Vona, “Biz Türkiye ile yakınlaşmanın Avrupa’nın yararına olduğunu düşünüyoruz. Diğer partilerin Türk ve İslam karşıtı politikalarına katılmıyoruz. Türkiye bize yeni fırsatlar sunuyor” açıklamasını yapınca Avrupalı aşırı sağcıların hedefi haline geldi. Ancak Vona bu eleştirileri, “Türklerle Macarların kökeni birdir. Hunlar’dır. Biz Türklere karşı çıkarsak kendi kökenimize de karşı çıkıyor oluruz. Türkler bizim kardeşimiz” yanıtı vermişti.
Macarların 4’ü Türk 9 farklı boyun bir araya gelmesiyle oluşan bir ulus olduğu biliniyor. Macarca’da Türkçe ile ortak (Balta, arpa, tarla, sakal...) gibi birçok kelimenin de bulunması dillerin birbirine olan yakınlığını ve böyle bir kültür bağı ise Başkan Vona’nın dediklerini haklı çıkarıyor.
‘KKTC bir an önce tanınarak AB'ye katılmalıdır’
Avrupa Birliği Dönem Başkanı Macaristan'ın üçüncü büyük partisi Jobbik’in Macar-Türk Parlamentolar Arası Dostluk Grubu Eşbaşkanı Tamas Hegedüs ise, “AB Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne karşı açıkça haksızlık yaptı. KKTC’nin bir an önce tanınarak AB'ye katılması gerekir” demişti ve Kıbrıs Türk halkına uluslararası alanda yapılan haksız uygulamalarda, başı çeken Avrupa Birliği’nden farklı sesler yükselmeye başlamıştı.
Avrupa Birliği'nin bir "Hristiyan kulübü" olmadığını kanıtlaması gerektiğini belirten Hegedüs, "Avrupa'nın Türkiye'ye ihtiyacı var. Türkiyesiz Avrupa Birliği olamaz" dedi. Hegedüs, Avrupa Birliği'nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne karşı da "açıkça haksızlık" yaptığını, KKTC'nin bir an önce tanınarak AB'ye katılması gerektiğini belirtti.
Macaristan'ın bu yılın ilk yarısında, Türkiye'nin AB üyelik sürecinin hızlandırılması için partisinin gerekli desteği vereceği taahhüdünde bulunan Hegedüs, AB'nin Türkiye'ye çifte standart uygulayarak haksızlık yaptığı görüşünü dile getirdi.
Ayrıca Macaristan Parlamentosunun üçüncü büyük partisi konumunda bulunan muhalefet partisi Jobbik'in Genel Başkanı Gabor Vona, “Hocalı Soykırımının” parlamentoya taşınması konusunda yaptığı basın toplantısında, Ermenistan'ın Azerbaycan topraklarına silah zoruyla girerek binlerce masum sivili katlettiğini, Ermenistan'ın istila ettiği topraklardan halen çıkmadığını ve konunun AB Dönem Başkanı Macaristan tarafından da uluslararası platformlarda gündeme getirilmesini istediklerini açıkladı. Gabor Vona, "Ermenistan'ın Dağlık Karabağ ve Azerbaycan'a ait olan 7 bölgeden çıkmamasının kabul edilemez olduğunu, Ermenistan'ın Azerbaycan topraklarının yüzde 20'ni istila ederek 20 bin Azerliyi katlettiğini, Ermenistan'ın yaptığının soykırım olduğunu, bunun tüm dünya tarafından tanınması gerekildiğini" kaydetti.
Ermeniler birçok platformda sürekli uluslararası örgütlere veya büyük devletlere Türklerin kendilerine yaptıkları ‘sözde soykırımı’ parlamentolarına taşıyıp tanımalarını istemesi yönündeki oyununu hep sürdürdü. Fakat son olarak Ermenilerin bu oyununu bozan Macaristan, adaletli bir karar alarak, ‘sözde Ermeni soykırımı’ yerine Ermenilerin, Azerbaycan halkına yaptığı ‘Hocalı Soykırımını’ parlamentosuna taşıdı. Bu da bir kez daha Ermenilere, oynadıkları oyunlardan vazgeçmelerini ve haklı tarafın kim olduğunu göstermiş oldu.
Dr. Abil İBRAHİMOV
.......................................................................................................
Vona Gabor ismi son zamanlarda Türk medyasında sıkça duyulur oldu. Yaptığı açıklamalarla ilgi çeken Gabor, özellikle Türkiye ile yakınlaşmalıyız deyince Avrupa'nın tepkisini çekmişti. Bu tepkiler üzerine tekrar açıklama yapan Gabor ,Türkler ile biz aynı kökendeniz, Attilanın torunlarıyız. Türklere karşı gelmek kökenimize karşı gelmektir dedi. Gabor Turancı olduğunun sinyallerini veriyordu. 1978 doğumlu olan ve Psikoloji eğitimi alan Vona Gabor , kurduğu Jöbbik adlı parti ile son seçimlerde yüzde 17 oy almıştı.  Vona Gabor'un bu hali bize 100 yıl öncesinin Macaristan'ını hatırlattı. Yani 1910 Turan derneğini ve Macar Turancılarını....
Turan Cemiyeti 1910 yılında Budapeşte’de kurulmuştur.Türkiyede ise  ilk Turancı cemiyet olan Turan neşr i Maarif cemiyeti’nin kuruluşu 1911 dir. Kurucuları Tarık Demirkan’ın araştırmalarına göre       Kont Pal Teleki,Cholnoky Jenö, Gyula pekar, Bela Vikar,Aladar Ban  ve  Önemli tarihçilerden Sandor Marki , Ünlü şair Arpad zempleny gibi edebiyatçılardır.Cemiyetin amacı ise şöyledir: Turan Cemiyeti’nin amacı; Asya ve bizle akraba Avrupa halklarının bilim,sanat ve ekonomilerini incelemek, onları yurt içinde ve yurt dışında tanıtmak,geliştirmeye yardımcı olmaktır.Yine,bu kardeş halkların çıkarlarını Macaristanla bütünleştirmeye çalışmakta amaçlarımız arasındadır.Cemiyetimiz çıkarcı değildir.Siyaset ,din ve mezhep sorunlarının ve kişisel problemlerin faaliyet alanımıza girmesine kesinlikle izin verilmeyecektir.Öncelikle bilimsel olan çalışmalarımızda ,ticari ilişkileri asla yer yoktur.Turan cemiyetinin entellektüellerini ise en çok etkileyen kişi  A.Vamberydir. Macar Turkolog Vambery , Macarlar ile Türklerin kardeş halklar olduğunu bilimsel olarak ispatlamaya çalışmıştır. Hatta  1870 yılında üniversitede Turkoloji kürsüsünü kurmuştur. 1910 yılında kurulan Turan cemiyetinin onursal başkanıdır.Peki Turan Cemiyetini kuran Kont Pal Teleki kimdir. Kont pal teleki genç yaşta Macar bilimler akademisi üyesi olabilecek kadar yetenekli ve çalışkan bir bilimadamıdır. Macaristanın tanınmış aristokrat ailelerinden gelen Telekilerdendir.1879 yılında doğdu.1903 te üniversitede doktorasını tamamladı.Bundan sonra kendisi Coğrafya ve Harita bilim alanında yegane uzmandı.1910 yılında kurulan Turan cemiyetinin aktif kurucu üyelerindendi.Sonrada başkanlığını  yapmıştı.Macar Turancıları dernek kurmakla ve bilimsel faaliyetlere girişmekle kalmadılar. Birde bilimsel bir dergi çıkardılar. 1913 te kurulan bu bilimsel derginin adı Turan dergisi idi.Bu dergi entellektuel yönü çok yüksek olan kişilerce çıkarılmaktaydı.İçinde Macarca,Türkçe ,Almanca ve Fransızca makaleler yer almaktaydı.


1 yorum:

Levent Kalem dedi ki...

Bundan sonra bana kimse MACARİSTAN dedirtemez.
HUNGARİSTAN dır oranın ismi.