PJAK’I BİTİREN
İRAN, İKTİDARA ADRESİ GÖSTERDİ
“ABD bilgisi olmadan ağır silahları taşıyamazlar. Hareketlilik Türkiye’ye iletilse Türk kardeşlerimiz bu felaketi yaşamazdı”
Önce ülkesinin taziyelerini sundu
İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi, Hakkari’deki kahpe PKK saldırısında 24 evladını şehit veren Türk halkına İran’ın baş sağlığı dileklerini iletti ve Hakkari Çukurca’da yaşanan facianın sorumlusunu açıkça ortaya koydu: ABD...
Türkiye’ye bilgi vermiş olsalar...
Salİhİ, “Irak’ta ağır silahların nakledilmesi ABD’nin bilgisi dahilindedir. Teröristlerin hareketleri ve bu silahları taşıdığı bilgisi önceden Türkiye’ye iletilseydi böyle büyük bir faciayla karşı karşıya kalmazdı Türk kardeşlerimiz” dedi.
“Karayılan’ı yakaladığımız yalan”
PKK’nın Kandil elebaşısıyla ilgili iddiaları da yalanlayan Salihi, “Yakalasak niye serbest bırakalım ki? Bu, Türk kardeşlerimize yardım etmek için çok iyi bir fırsat olurdu. Çünkü PKK da PJAK da terörist gruplar” ifadesini kullandı.
“ABD haber verseydi bu facia yaşanmazdı”
İran Dışişleri Bakanı Salihi: Irak’ta ağır silahların taşınması ABD’nin bilgisindedir. Amerika, teröristlerin hareketlerini Türkiye’ye iletebilirdi.
İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi, ABD’nin PKK konusunda Türkiye’ye gerekli istihbaratı vermediğini ima etti. PKK ve PJAK’a yönelik ortak harekat yürütmek amacıyla Türkiye’ye gelen Salihi, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile birlikte düzenlediği basın toplantısındaki konuşmasına Hakkari’deki terör saldırısında hayatını kaybedenlerin ailelerine İran Devleti’nin taziyelerini ileterek başladı. Irak’taki terör örgütü PKK faaliyetlerine değinen Salihi, Irak’ta ABD’nin etkin bir konumda olduğunu hatırlatarak, “Tabiiki burada (Irak) ağır silahların bir noktadan diğerine taşınması ABD’nin bilgisi dahilindedir. Teröristlerin hareketleri ve bu silahları taşıdığı bilgisi önceden Türkiye’ye iletilseydi böyle büyük bir faciayla karşı karşıya kalmazdı Türk kardeşlerimiz” dedi.
Karayılan’ı yakalamadık
Salihi, PKK terör örgütü elebaşı Murat Karayılan’ın İran tarafından yakalandığı ve serbest bırakıldığı iddialarıyla ilgili olarak, “Tüm bilgileri topladık ve bunun gerçek olmadığını öğrendik. Karayılan hiç bir zaman İranlılar tarafından yakalanmamıştır. Yakalasaydık biz onu niye serbest bırakacaktık ki? Bu, Türk kardeşlerimize yardım etmek için çok iyi bir fırsat olurdu. Karayılan’ı yakalayıp serbest bırakmakta nasıl bir menfaatimiz olabilir ki? Biz tekrar ediyoruz ki PKK da PJAK da terörist gruplardır” ifadelerini kullandı. Konuk Bakan, PKK ve PJAK’ın iki ülkenin ortak sorunu olduğunu kaydederek, “Biz bu örgütlere karşı daha fazla işbirliği yapmamız gerektiğine inanıyoruz. Devletlerin ve halkların sabırlarının da bir kapasitesi vardır. İran ve Türkiye olarak bir ağacın iki dalıyız. Türkiye’nin sorunları kesinlikle bizim sorunumuzdur. Bizim sorunlarımız da aynı zamanda Türkiye’nin sorunudur. İran ve Türkiye birbirlerinin rakibi değil, tamamlayıcısıdır” açıklamasını yaptı. Salihi, AB’nin PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmesine rağmen aynı tutumu PJAK’a karşı göstermediğini belirterek bu duruma sitem ettiklerini ve bu konuda Davutoğlu’ndan destek istediklerini ifade etti.
Davutoğlu’ndan teşekkür
Salihi’ye düşüncelerinden dolayı teşekkür eden Davutoğlu da “Biz PKK ve PJAK’ı bölgemizdeki istikrarı, Türk, Kürt, İran halklarını ortak olarak tehdit eden bir odak olarak görüyoruz” dedi. Davutoğlu, son dönemde Türkiye ile İran istihbarat ve güvenlik kurumları arasında, ortak mücadele bağlamında çok önemli adımlar atıldığını kaydetti.
“ABD bilgisi olmadan ağır silahları taşıyamazlar. Hareketlilik Türkiye’ye iletilse Türk kardeşlerimiz bu felaketi yaşamazdı”
Önce ülkesinin taziyelerini sundu
İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi, Hakkari’deki kahpe PKK saldırısında 24 evladını şehit veren Türk halkına İran’ın baş sağlığı dileklerini iletti ve Hakkari Çukurca’da yaşanan facianın sorumlusunu açıkça ortaya koydu: ABD...
Türkiye’ye bilgi vermiş olsalar...
Salİhİ, “Irak’ta ağır silahların nakledilmesi ABD’nin bilgisi dahilindedir. Teröristlerin hareketleri ve bu silahları taşıdığı bilgisi önceden Türkiye’ye iletilseydi böyle büyük bir faciayla karşı karşıya kalmazdı Türk kardeşlerimiz” dedi.
“Karayılan’ı yakaladığımız yalan”
PKK’nın Kandil elebaşısıyla ilgili iddiaları da yalanlayan Salihi, “Yakalasak niye serbest bırakalım ki? Bu, Türk kardeşlerimize yardım etmek için çok iyi bir fırsat olurdu. Çünkü PKK da PJAK da terörist gruplar” ifadesini kullandı.
“ABD haber verseydi bu facia yaşanmazdı”
İran Dışişleri Bakanı Salihi: Irak’ta ağır silahların taşınması ABD’nin bilgisindedir. Amerika, teröristlerin hareketlerini Türkiye’ye iletebilirdi.
İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi, ABD’nin PKK konusunda Türkiye’ye gerekli istihbaratı vermediğini ima etti. PKK ve PJAK’a yönelik ortak harekat yürütmek amacıyla Türkiye’ye gelen Salihi, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile birlikte düzenlediği basın toplantısındaki konuşmasına Hakkari’deki terör saldırısında hayatını kaybedenlerin ailelerine İran Devleti’nin taziyelerini ileterek başladı. Irak’taki terör örgütü PKK faaliyetlerine değinen Salihi, Irak’ta ABD’nin etkin bir konumda olduğunu hatırlatarak, “Tabiiki burada (Irak) ağır silahların bir noktadan diğerine taşınması ABD’nin bilgisi dahilindedir. Teröristlerin hareketleri ve bu silahları taşıdığı bilgisi önceden Türkiye’ye iletilseydi böyle büyük bir faciayla karşı karşıya kalmazdı Türk kardeşlerimiz” dedi.
Karayılan’ı yakalamadık
Salihi, PKK terör örgütü elebaşı Murat Karayılan’ın İran tarafından yakalandığı ve serbest bırakıldığı iddialarıyla ilgili olarak, “Tüm bilgileri topladık ve bunun gerçek olmadığını öğrendik. Karayılan hiç bir zaman İranlılar tarafından yakalanmamıştır. Yakalasaydık biz onu niye serbest bırakacaktık ki? Bu, Türk kardeşlerimize yardım etmek için çok iyi bir fırsat olurdu. Karayılan’ı yakalayıp serbest bırakmakta nasıl bir menfaatimiz olabilir ki? Biz tekrar ediyoruz ki PKK da PJAK da terörist gruplardır” ifadelerini kullandı. Konuk Bakan, PKK ve PJAK’ın iki ülkenin ortak sorunu olduğunu kaydederek, “Biz bu örgütlere karşı daha fazla işbirliği yapmamız gerektiğine inanıyoruz. Devletlerin ve halkların sabırlarının da bir kapasitesi vardır. İran ve Türkiye olarak bir ağacın iki dalıyız. Türkiye’nin sorunları kesinlikle bizim sorunumuzdur. Bizim sorunlarımız da aynı zamanda Türkiye’nin sorunudur. İran ve Türkiye birbirlerinin rakibi değil, tamamlayıcısıdır” açıklamasını yaptı. Salihi, AB’nin PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmesine rağmen aynı tutumu PJAK’a karşı göstermediğini belirterek bu duruma sitem ettiklerini ve bu konuda Davutoğlu’ndan destek istediklerini ifade etti.
Davutoğlu’ndan teşekkür
Salihi’ye düşüncelerinden dolayı teşekkür eden Davutoğlu da “Biz PKK ve PJAK’ı bölgemizdeki istikrarı, Türk, Kürt, İran halklarını ortak olarak tehdit eden bir odak olarak görüyoruz” dedi. Davutoğlu, son dönemde Türkiye ile İran istihbarat ve güvenlik kurumları arasında, ortak mücadele bağlamında çok önemli adımlar atıldığını kaydetti.
YENİÇAĞ
OBAMA BU DAVAYI
DUYMASIN!
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, PKK terör örgütünün,
başlangıçtan günümüze kadar ABD tarafından, Türkiye’yi meşgul etmek için
kullanıldığını, bu desteğin arkasında, Amerikalı bir generalin İncirlik üssünde
verdiği brifingde açıkladığı gibi Türkiye, İran, Irak ve Suriye topraklarında
Kürdistan devleti kurmak projesinin yattığını, bunun da NATO ve BOP haritaları
ile sabit olduğunu resmen açıklasa, ardından Türk ABD ilişkileri bozulsa, ABD
yönetimi Türkiye’deki siyasi iktidarı “kendi halkının üstüne bomba yağdıran bir
yönetim” olarak ilan etse ve terör örgütü ve yandaşlarını “demokrasi isteyen
muhalifler” olarak gösterse, ardından NATO uçakları Türkiye’yi bombalamaya
başlasa, Abdullah Gül veya Tayyip Erdoğan, meydana getirilen kaos ortamında,
teröristler veya ABD’ye göre muhalifler tarafından yaralı olarak ele geçirilse,
oınlara ne yaparlardı?
Libya’daki satılmışlar, Kaddafi’ye ne yapmışlarsa onu yaparlardı büyük ihtimalle?
Peki Türk halkı böyle bir saldırıya karşı ne yapardı?
Bütün Türkler, kanının son damlasına kadar Türkiye’yi, Cumhurbaşkanı’nı ve Başbakan’ı savunur, onları gözü gibi korurdu. Şimdi de koruyor zaten.. İfade etmek istediğim o ki Türkiye’nin iktidarı, “Arap Baharı” denilen Amerikan operasyonuna destek vermek suretiyle, işte böyle bir adaletsizliğin ortağı olmuştur.
Bir ara devlet televizyonu marifetiyle, “İran, PKK terör örgütünün iki numaralı adamı Murat Karayılan’ı yakaladı” haberini yaydılar. O kadar iddialı bir haberdi ki, İran’ın tutumunu beklemekten başka çare yoktu. (İran makamları ile temas kursanız, adınızı “İran ajanı”na çıkarabilirler hemen. Amerikan elçisi ile görüşenler ise ülkeyi yönetiyor.)
Meğer İran Dışişleri Bakanı Salihi, anında Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu arayıp, Murat Karayılan’ın yakalandığı haberinin doğru olmadığını bildirmiş.
Biz bunu ne zaman öğrendik? Salihi, Davutoğlu ile birlikte Ankara’da ortak basın açıklaması yaparken.. Fakat bu arada, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Türkiye ile İran’ın arasını açmak için özel mesajlar veriyordu.
Son Çukurca saldırısından sonra da Tayyip Erdoğan’ın PKK’ya destek veren iki ülkeyi suçladığını, bunların da İran ve Suriye olduğunu işleyen gazeteciler var.
Aynı çevreler, PKK’nın içindeki Suriyeli Kürtleri ve son Çukurca saldırısı emrini Suriyeli Fehman Hüseyin’in verdiğini de gündeme getirerek, Türkiye’nin ABD adına Suriye’ye askeri müdahalede bulunmasına haklı gerekçe oluşturmaya çalışıyor.
Suriye’nin geçmişte Abdullah Öcalan’ı ve PKK’yı Bekaa Vadisi’nde barındırdığını hatırlatanlardan biri, orada terör eğitimi almış bir kişi!
Suriye hükümeti, bu konuda masumsa ve ortada büyük bir fitne varsa, hiç beklemeden, Türk Dışişleri’ne bilgi vermekle yetinmeyerek, bütün bildiklerini dünya kamuoyuna açıklamalıdır.
Çünkü, biz artık bu gibi konuları gazeteci olarak araştırırken bile tehdit altındayız. Mesela, bu yazıyı yazmadan önce karakola uğradım..
Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak, “Kendilerini Olimpos tanrısı gibi görüp, ’ben yaparım’ mantığıyla hareket edenler Türkiye’yi bu noktaya getirmişlerdir. Türkiye’deki terörü Olimpos tanrıları azdırdı” diyerek “İslam’ı irtica diye gösterenler”i suçlamıştı.. Ben de bu ifadeyi yazıya “ayak” olarak almış ve Obama ile Erdoğan’ı eleştirmiştim. Bir AKP’li milletvekilinin “Ona dokunmak ibadettir” sözünü de hatırlatmıştım..
Yazım, Erzurum’da bir yerel gazetede, “misafir yazar” başlığı altında yayınlanmış, orada “Basın yoluyla hakaret” ten bir soruşturma açılmış, gazetenin sahibi ve yaziişleri müdürü ile birlikte tutuklanmam istenmiş. (Erdoğan’ın davadan haberi yoktur herhalde.. Bereket versin, Obama’ya hakaret iddiası yok.) Sulh Ceza Mahkemesi tutuklama talebini reddetmiş. İki aylık süre geçmesin diye ifadem alınmadan dava açılmış. Sulh Ceza Mahkemesi görevsizlik kararı ile davayı Asliye Ceza’ya gönderme kararı vermiş. Karakola ise geç gelen savcılığın “ifadesinin alınması” talimatı dolayısıyla davet edildim. Mahkeme kararını ibraz ettim.. Gazeteye geldim, televizyonda “Deniz Feneri sanıkları serbest bırakıldı” alt yazısını gördüm..
Bu itibarla biz artık kendimizi korumak derdindeyiz; her an Felâk suresini okuyoruz; Suriye de İran gibi kendisini savunsun..
Libya’daki satılmışlar, Kaddafi’ye ne yapmışlarsa onu yaparlardı büyük ihtimalle?
Peki Türk halkı böyle bir saldırıya karşı ne yapardı?
Bütün Türkler, kanının son damlasına kadar Türkiye’yi, Cumhurbaşkanı’nı ve Başbakan’ı savunur, onları gözü gibi korurdu. Şimdi de koruyor zaten.. İfade etmek istediğim o ki Türkiye’nin iktidarı, “Arap Baharı” denilen Amerikan operasyonuna destek vermek suretiyle, işte böyle bir adaletsizliğin ortağı olmuştur.
Bir ara devlet televizyonu marifetiyle, “İran, PKK terör örgütünün iki numaralı adamı Murat Karayılan’ı yakaladı” haberini yaydılar. O kadar iddialı bir haberdi ki, İran’ın tutumunu beklemekten başka çare yoktu. (İran makamları ile temas kursanız, adınızı “İran ajanı”na çıkarabilirler hemen. Amerikan elçisi ile görüşenler ise ülkeyi yönetiyor.)
Meğer İran Dışişleri Bakanı Salihi, anında Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu arayıp, Murat Karayılan’ın yakalandığı haberinin doğru olmadığını bildirmiş.
Biz bunu ne zaman öğrendik? Salihi, Davutoğlu ile birlikte Ankara’da ortak basın açıklaması yaparken.. Fakat bu arada, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Türkiye ile İran’ın arasını açmak için özel mesajlar veriyordu.
Son Çukurca saldırısından sonra da Tayyip Erdoğan’ın PKK’ya destek veren iki ülkeyi suçladığını, bunların da İran ve Suriye olduğunu işleyen gazeteciler var.
Aynı çevreler, PKK’nın içindeki Suriyeli Kürtleri ve son Çukurca saldırısı emrini Suriyeli Fehman Hüseyin’in verdiğini de gündeme getirerek, Türkiye’nin ABD adına Suriye’ye askeri müdahalede bulunmasına haklı gerekçe oluşturmaya çalışıyor.
Suriye’nin geçmişte Abdullah Öcalan’ı ve PKK’yı Bekaa Vadisi’nde barındırdığını hatırlatanlardan biri, orada terör eğitimi almış bir kişi!
Suriye hükümeti, bu konuda masumsa ve ortada büyük bir fitne varsa, hiç beklemeden, Türk Dışişleri’ne bilgi vermekle yetinmeyerek, bütün bildiklerini dünya kamuoyuna açıklamalıdır.
Çünkü, biz artık bu gibi konuları gazeteci olarak araştırırken bile tehdit altındayız. Mesela, bu yazıyı yazmadan önce karakola uğradım..
Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak, “Kendilerini Olimpos tanrısı gibi görüp, ’ben yaparım’ mantığıyla hareket edenler Türkiye’yi bu noktaya getirmişlerdir. Türkiye’deki terörü Olimpos tanrıları azdırdı” diyerek “İslam’ı irtica diye gösterenler”i suçlamıştı.. Ben de bu ifadeyi yazıya “ayak” olarak almış ve Obama ile Erdoğan’ı eleştirmiştim. Bir AKP’li milletvekilinin “Ona dokunmak ibadettir” sözünü de hatırlatmıştım..
Yazım, Erzurum’da bir yerel gazetede, “misafir yazar” başlığı altında yayınlanmış, orada “Basın yoluyla hakaret” ten bir soruşturma açılmış, gazetenin sahibi ve yaziişleri müdürü ile birlikte tutuklanmam istenmiş. (Erdoğan’ın davadan haberi yoktur herhalde.. Bereket versin, Obama’ya hakaret iddiası yok.) Sulh Ceza Mahkemesi tutuklama talebini reddetmiş. İki aylık süre geçmesin diye ifadem alınmadan dava açılmış. Sulh Ceza Mahkemesi görevsizlik kararı ile davayı Asliye Ceza’ya gönderme kararı vermiş. Karakola ise geç gelen savcılığın “ifadesinin alınması” talimatı dolayısıyla davet edildim. Mahkeme kararını ibraz ettim.. Gazeteye geldim, televizyonda “Deniz Feneri sanıkları serbest bırakıldı” alt yazısını gördüm..
Bu itibarla biz artık kendimizi korumak derdindeyiz; her an Felâk suresini okuyoruz; Suriye de İran gibi kendisini savunsun..
Aslan BULUT
ASIL HEDEF
SURİYE!..
Şehitlerin kanları yerdeyken ve bütün ülke ayaktayken
yüzyılın rezaleti Deniz Feneri’nde tahliye kararı... Bir taraftan asker Irak’ın
kuzeyinde terörist peşindeyken birer ikişer general ve amiraller tutuklanmaya
devam ediyor. Sultan Tayyiban hazretleri medya patronlarını ve yöneticilerini
toplayarak emirler yağdırıyor. Bölücülüğün, ayrımcılığın dik âlâsı yapılıyor
hükümetin icrasında... Üç bin satan, bedava dağıtılan gazeteler misafir
ediliyor başbakanlıkta. 250 bin okuru olan Sözcü yok. Cumhuriyetimizle yaşıt
Cumhuriyet yok. Milli direnişin kalesi Yeniçağ yok. Tirajı 40 bini geçen
Aydınlık yok...
Düne kadar Genelkurmaydaki akredite gazeteciler meselesini dile getirip demokrasi nutukları çekenler bakalım bu ayrımcılık karşısında neye sığınacak. 28 Şubat’ta Çevik Bir’in talimatı ile işinden atılanlar bakalım Erdoğan’ın “ileri demokrasi” sine ne yazacaklar. Vatandaşın iliğini, kemiğini sömüren zam yağmurlarına Şimşek’in ağzı ile “güncelleme” haberi yazan kalemşörler umarım aynalara bakabiliyordur.
Manşetlerde hedef Suriye ve İran... Oysa İran Kandil’i bombalıyor. PEJAK’ın canına okudu. Ama ABD’nin tebliği gereğince hedefte Suriye var. Bu yüzden PKK’nın son saldırılarının emrini Behroz Erdal’ın verdiği yazılıyor. Çünkü Behroz Erdal Suriyeliymiş. Aslında İmralı’daki Apo ile Kandil’deki Karayılan böylesi saldırı emirlerini vermezmiş. Behroz da Suriyeli öyle mi? Bu sütunlarda defalarca yazdım. Behroz Erdal Cizrelidir. Albay Cemal Temizöz uğradığı iftiralara mahkemede cevap verirken Behroz Erdal’ın Cizreli olduğunu, yedi sülalesi ile beraber evlerine kadar tarif etti. KCK’nın avukatı olan akrabasını da ifşa ettiği için müdahil avukatların sözlü saldırısına uğradı. Halen kod adı “Dr Behroz Erdal” deniyor, Suriyeli Hüseyin Feyman yalanları söyleniyor. Her şeyden önce doktor falan değil. Mektep dahi görmemiş katilin tekidir. Emirleri Suriye’den değil Kandil’den alır. Aksi halde binlerce örgüt içi infaz gibi hain ilan edilerek çoktan öldürülürdü. Yok efendim Apo’nun muhalifi imiş. Kurulduğu günden bu yana Apo’ya kim muhalefet etse anında öldürüldüğü bilinmiyor gibi bu yalana sığınanlar bana göre işbirlikçidir.
Başbakan medya patronlarına “terör olaylarını büyütmeyin” talimatı verirken aynı toplantıda MİT’in ne iş yaptığını sorma cesareti sergileyebilmiş midir? Bir taraftan şehit cenazelerini kaldırırken diğer taraftan sınır ötesi harekatın zafer naraları atılıyor. Biz bu filmi önceden gördük. Türk Ordusu Irak’a girdiğinde önce “6 ay da kalabiliriz, 6 yıl da” diyen Yaşar Büyükanıt’ın ABD heyetinin Erdoğan’ı ziyaretinin hemen ardından yani bir gün sonra “Zaten geri çekiliyorduk” sözlerini de unutmadık. Yarın öbür gün “Harekat amacına ulaşmıştır. Soğuk hava koşulları yüzünden çekiliyoruz” diye bir açıklama okursanız hiç şaşırmayın. Zira ABD işgal ettiği Irak’ta Türk Ordusu istemiyor; bunu da açıkça söylüyor. Bu son giriş de kamuoyunda biriken gazı almaktan öteye gitmeyecektir.
Gelelim Kaddafi’nin sonuna... Son kullanma tarihi dolmuştu tıpkı Saddam gibi. Kaddafi ile Erbakan ve Erdoğan kucaklaşırken hep aleyhinde yazdım. Türk milletine hakaretini hiç affetmedim. Lakin son demindeki kararlılığına yani “ya zafer kazanacağım ya da şehit olacağım” tavrına saygı duyuyorum. İstese milyarlarca doları alıp bir başka ülkeye sığınabilirdi. Ama savaşmayı, onuru ile ölmeyi tercih etti. Tarihte olduğu gibi günümüzde bu onurlu yolu seçen insan sayısı o kadar az ki Kaddafi’ye bile saygı duymak zorunda kalıyoruz. Ne günlere kaldık
demeyelim. Daha ne günler göreceğimizin endişesindeyiz.
Düne kadar Genelkurmaydaki akredite gazeteciler meselesini dile getirip demokrasi nutukları çekenler bakalım bu ayrımcılık karşısında neye sığınacak. 28 Şubat’ta Çevik Bir’in talimatı ile işinden atılanlar bakalım Erdoğan’ın “ileri demokrasi” sine ne yazacaklar. Vatandaşın iliğini, kemiğini sömüren zam yağmurlarına Şimşek’in ağzı ile “güncelleme” haberi yazan kalemşörler umarım aynalara bakabiliyordur.
Manşetlerde hedef Suriye ve İran... Oysa İran Kandil’i bombalıyor. PEJAK’ın canına okudu. Ama ABD’nin tebliği gereğince hedefte Suriye var. Bu yüzden PKK’nın son saldırılarının emrini Behroz Erdal’ın verdiği yazılıyor. Çünkü Behroz Erdal Suriyeliymiş. Aslında İmralı’daki Apo ile Kandil’deki Karayılan böylesi saldırı emirlerini vermezmiş. Behroz da Suriyeli öyle mi? Bu sütunlarda defalarca yazdım. Behroz Erdal Cizrelidir. Albay Cemal Temizöz uğradığı iftiralara mahkemede cevap verirken Behroz Erdal’ın Cizreli olduğunu, yedi sülalesi ile beraber evlerine kadar tarif etti. KCK’nın avukatı olan akrabasını da ifşa ettiği için müdahil avukatların sözlü saldırısına uğradı. Halen kod adı “Dr Behroz Erdal” deniyor, Suriyeli Hüseyin Feyman yalanları söyleniyor. Her şeyden önce doktor falan değil. Mektep dahi görmemiş katilin tekidir. Emirleri Suriye’den değil Kandil’den alır. Aksi halde binlerce örgüt içi infaz gibi hain ilan edilerek çoktan öldürülürdü. Yok efendim Apo’nun muhalifi imiş. Kurulduğu günden bu yana Apo’ya kim muhalefet etse anında öldürüldüğü bilinmiyor gibi bu yalana sığınanlar bana göre işbirlikçidir.
Başbakan medya patronlarına “terör olaylarını büyütmeyin” talimatı verirken aynı toplantıda MİT’in ne iş yaptığını sorma cesareti sergileyebilmiş midir? Bir taraftan şehit cenazelerini kaldırırken diğer taraftan sınır ötesi harekatın zafer naraları atılıyor. Biz bu filmi önceden gördük. Türk Ordusu Irak’a girdiğinde önce “6 ay da kalabiliriz, 6 yıl da” diyen Yaşar Büyükanıt’ın ABD heyetinin Erdoğan’ı ziyaretinin hemen ardından yani bir gün sonra “Zaten geri çekiliyorduk” sözlerini de unutmadık. Yarın öbür gün “Harekat amacına ulaşmıştır. Soğuk hava koşulları yüzünden çekiliyoruz” diye bir açıklama okursanız hiç şaşırmayın. Zira ABD işgal ettiği Irak’ta Türk Ordusu istemiyor; bunu da açıkça söylüyor. Bu son giriş de kamuoyunda biriken gazı almaktan öteye gitmeyecektir.
Gelelim Kaddafi’nin sonuna... Son kullanma tarihi dolmuştu tıpkı Saddam gibi. Kaddafi ile Erbakan ve Erdoğan kucaklaşırken hep aleyhinde yazdım. Türk milletine hakaretini hiç affetmedim. Lakin son demindeki kararlılığına yani “ya zafer kazanacağım ya da şehit olacağım” tavrına saygı duyuyorum. İstese milyarlarca doları alıp bir başka ülkeye sığınabilirdi. Ama savaşmayı, onuru ile ölmeyi tercih etti. Tarihte olduğu gibi günümüzde bu onurlu yolu seçen insan sayısı o kadar az ki Kaddafi’ye bile saygı duymak zorunda kalıyoruz. Ne günlere kaldık
demeyelim. Daha ne günler göreceğimizin endişesindeyiz.
Yavuz Selim DEMİRAĞ
ARAP BAHARININ ÖZETİ:
"Dünya bir diktatörden kurtuldu", “Tiran’ın sonu”, “Diktatörün ölümü” , “Kaddafi, son”, "Ateş etmeyin diye yalvardı", "Bir diktatörün sonu"... Atlantik medyası ve onların Türkiye ayağı yandaş medya, Libya lideri
Kaddafi'nin ölümünün ardından bu başlıkları attı. Peki Kaddafi nasıl bir diktatördü?...
Kaddafi'nin ölümünün ardından bu başlıkları attı. Peki Kaddafi nasıl bir diktatördü?...
Gazetelerde kanlı fotoğrafları boy boy gösterilen, sunucuların ölüm haberini sevinçle verdikleri Kaddafi ülkesine 42 yıl boyunca zulmetti. İşte bir diktatörün 42 yıllık zulüm tablosu...
*Libya'da evlerde kullanılan elektrik bedava.
*Su ve doğalgaz zorunlu ihtiyaç kapsamında olduğu için bedava.
*Libya'da eğitim ve sağlık hizmetleri bedava.
*Libya devleti, tüm hastalara ilacı hiçbir ücret talep etmeden veriyor.
*Benzinin litresi 0.08 Avro, yani bir Libyalı'nın bir litre benzine ödediği para Türk Lirası'yla yaklaşık 20 kuruş.
*Libya ulusal bankaları faiz almıyor.
*Libya vatandaşları hiçbir şekilde vergi ödemiyor.
*Libya hem Afrika'da hem de tüm dünyada en borçsuz ülke.
*Libya'da arabalar fabrika çıkış fiyatına satılıyor, nakliye bedellerini ise devlet karşılıyor.
*Yurtdışında burslu okuyan öğrencilere Libya devleti iadesiz olarak aylık 1650 Avro burs veriyor.
*Libya'da tüm üniversite mezunları bir iş bulana kadar maaşa bağlanıyor.
*Libya'da evlenmek isteyen tüm çiftlere devlet 150 metrekarelik daire veriyor.
*Libya'da istisnasız olarak her aile aylık 300 Avro, yaklaşık 760 Türk Lirası yardım alıyor.
*Petrol gelirlerinin yüzde 90'ı Libya halkına gidiyor.
Tüm bu cümleleri artık geçmiş zaman kipinde vermek gerekiyor. Çünkü Libya ve dünya büyük bir diktatörden kurtuldu.
AYNI DİKTATÖR KADDAFİ:
LİBYA'YA
"DEMOKRASİ" GELİYOR
KADDAFİ'nin;
*Kıbrıs barış harekatında Amerika'ya kafa tutarak, Türkiye'ye yardım ettiğini,
*1970`lerdeki petrol krizi sırasında Türkiye`ye ucuz petrol veren tek lider olduğunu,
*Amerikan ambargosunu yararak, Türk silahlı Kuvvetleri’ne 25 tonluk roket ve 4 uçak dolusu askeri mühimmat hibe ettiğini,
*Türkiye'ye gönderilecek malzemelerin uçaklara yüklenmesinde bizzat yardım ettiğini ve sırtında uçaklara malzeme taşıdığını,
*Amerika ve İngiltere'nin Libya'daki tüm askeri üslerini kapattığını,
*Bütün yabancı bankaları ve petrol işletmelerini kamulaştırdığını,
*Amerika'nın 15 Nisan 1986'da Trablus ve Bingazi’ye düzenlediği hava saldırısında evlatlık kızını kaybettiğini ve eşiyle iki çocuğunun yaralandığını,
*İtalya'nın karşısına göğsünde Ömer Muhtar fotoğraflarıyla çıktığını, biliyor muydunuz?
“Hâlbuki hangi istiklâl vardır ki ecnebilerin nasihatleriyle,
ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih, böyle bir hadiseyi
kaydetmemiştir!”
Mustafa Kemâl ATATÜRK
BANU AVAR
CİNAYETE YARDIM VE YATAKLIK ETMEK
Kaddafi kendi halkının sapkınlarınca linç edildi. Linçe
katılanlardan biri; “NATO’nun desteğiyle devrim yaptık, Allah’ıma çok şükür”
diyordu(!)..
Soğuk savaş sonrasında Pentagon yeni düşmanı belirlemişti:
Müslüman Dünyası…
Bush Irak’a girerken “Haçlı Savaşı başlattık” demişti.
Hedef ülkelerin şuursuz beyinleri bu Haçlı güruha piyon olurken acaba kimin Allah’ına şükrediyordu?
İslamiyet savunmasız bir insanı linç etmeye cevaz vermez. Bu ölüm bir cinayettir. Kaddafi şehittir. Allah(c.c.) Rahmet eylesin.
Kaddafi’nin öldürülmesinde AKP Hükümeti’nin sorumluluğu vardır. Kaddafi’nin kanı Erdoğan ve Davutoğlu’nun eline bulaşmıştır. Habil-Kabil hikâyesinde olduğu gibi, AKP Kabil’in mirasına sahip çıkmıştır.
Saddam diktatör dediler. Tarihin demokratik kılıflı sapkın diktatörü Bush ile ittifak ettiler. Irak’ta 1.5 milyon Iraklı öldürüldü. Söyler misiniz bana, Saddam diktatör olarak 1,5 milyon Iraklı mı öldürmüştü? 2 Milyon Irak vatandaşı Suriye’ye göç etti. Saddam bir diktatör olarak 2 milyon vatandaşını göç mü ettirdi? Binlerce kadın ve çocuk yaşta kızlara tecavüz edildi. Hatta erkeklere. Saddam bir diktatör olarak halkına bu tecavüzleri mi yaptı?
Ebu Gureyb Hapishanesinden haykırıyordu Iraklı Müslüman kadın Nur. Sürekli tecavüze uğruyoruz. ABD askerlerinin piçleri var karnımızda. Öldürün bizleri diye yalvarıyordu. Kime mi? ABD askerleri sağ salim ülkelerine dönsün diye dua edenlere. Oysa onlar çoktan Kabil’in mirasına ortak olmuştu. Tıpkı Libya’da olduğu gibi Irak’a da ramazanda bomba yağdırmanızda sakınca yok demişlerdi. Ve Saddam bir bayram günü idam edildi. Haçlı güruh Haçlı Savaşı’nın gereğini yerine getirmişti. Tıpkı ataları gibi... Ataları da aç karınlarını doyurmak, Anadolu’nun zenginliklerini talan etmek için akın etmişti.
Bush katil askerlerini “şeytanlarla savaşacaksınız” diyerek saldı Irak Halkı’nın üzerine. Saddam’ın heykellerini yıkarken AB-D’ye alkış tutanlar, ihanetin bedelini sadece canlarıyla değil, şereflerini de kaybederek ödediler.
Irak’ın tohum bankası talan edildi. Müzeleri soyuldu. Bütün zenginlikleri ele geçirildi. Petrolü petrol devlerinin eline geçti.
Iraklıya ne kaldı? Üçe bölünmüş harabe bir Irak. Ortaya düşen şeref ve namusları… Binlerce ABD piçini karnında taşıyan Iraklı kadınlar ve Ebu Gureyb gibi Haçlı hapishaneleri… Fuhuşa sürüklenen kadınlar da cabası.
Kim, asıl kanlı diktatör veya diktatörler kim? Afganistan, Irak, Ruanda, Libya’da milyonların canına kıyanlar mı, ülkesinin kaynaklarını soyguncu emperyalistlere koklatmayanlar mı?
Libya dizleri üzerine çökene kadar Osmanlı ile beraber savaşan ve elimizden kayan bir ülke.
Ömer Muhtar… Önce Çöl Aslanı Ömer Muhtar’ı vurdular zincire. Şimdi Kaddafi… Utanç verici bir biçimde linç ettirildi.
Kıbrıs Savaşında ABD’ye rağmen yanımızda yer alan Kaddafi… Para almadan yakıt verdi. Kaddafi Türkiye’de Deniz Harp Okulunda eğitim aldı. O Türkiye’yi çok seviyordu. Libya Kültür Merkezleri açarak Türk Halkı ile kaynaşma sağlamaya çalışıyordu.
Ülkesinin kaynaklarını millileştirince hedef oldu. 1986 yılında Kaddafi emir vermiş gibi “ABD konsolosluklarını vurun” diye bir emir geçirildiği söylendi. İngiltere işi biliyordu, oralı olmadı. Kaddafi emir vermiş gibi geçilen emirin İsrail menşeili olduğu iddia edildi ama ABD 1986 yılında Kaddafi’nin çadırlarının olduğu yeri bombaladı. Yaralanmalar oldu. Bir evlatlığı da öldü. O dönem ANAP Hükümeti vardı. Aynı korkak ve yanaşma tavırla ABD’nin yanında yer aldılar. Yunanistan Libya’ya uçak gönderip yaralıları Yunanistan’a getirdi. O zaman Kaddafi şöyle dedi: “Biz dostumuzu-düşmanımızı iyi öğrendik.”
Ve Libya Kültürleri kapattı. Türk Müteahhitler paralarını doğru alamadı. Her zamanki gibi yanaşma siyasilerin basiretsizliklerinin bedelini Türk Halkı ödedi. Kaddafi haklıydı.
Erdoğan seçimde kendi resmiyle beraber iki siyasinin resmini kullandı. Özal ve Menderes… Çok haklıydı. Menderes Hükümeti Cezayir’in bağımsızlığına “hayır” oyu kullanarak Kabil’in mirasına sahip çıkmıştı. Özal Libya’nın değil ABD’nin yanında yer alarak mirası devam ettirdi. RTE zaten Kabil’i bile kıskandırdı. O 1,5 Milyon Müslüman Iraklının katline el verdi. Bomba dolu uçaklar Türkiye’den kalktı. Dahası ABD askerlerinin kumanyaları Türkiye üzerinden gitti.
ABD tetikçisi El Kaide ve Müslüman Kardeşler’e de el veren AKP, AB-D’nin psikolojik harp unsuru olan El Cezire Televizyonuna ülkemizde yayın yapma izni verdi.
AB-D’nin Libya’da ki PKK’sına elden bavulla para götürdüler. İzmir’i “seri katil” durumuna gelmiş NATO’ya üs yapıp binlerce Libyalı Müslüman’ın bombalanmasına onay verdiler. 600 Libyalı Müslüman’ın denizde boğulmasına da seyirci kaldıkları gibi…
AKP cinayet ve soygunlara sadece kendi destek vermedi. Türk Devleti’nin tarihine de bu utancı yapıştırdı.
Haçlı Orduları’na “medeniyet ve sanat getirdiler” diyebilecek kadar tarihi gerçekleri saptıran ve katil Haçlı Çapulcuyu aklayan Erdoğan’dan başka ne beklenir ki?
Ne garip değil mi? Erdoğan’ın dostu da Libya’da benzer sözler söylüyor.Libya’nın başkenti Trablus’ta yapılan törenle, İtalyan işgalinin 100. Yılı kutlanıyor(!)..
Yazıklar olsun. Ömer Muhtar’ın kemikleri sızlıyordur. İtalyanlar tarafından zincire vurulan Çöl Aslanı Ömer Muhtar’ın, Şeyh Sunisi’nin…
Tıpkı Çanakkale’de 57. Alayın, bütün ülkede yatan şehitlerimizin kemiklerinin sızladığı gibi.
Erdoğan PKK’nın topraklarında eğitim almasına izin veren Filistin’e aşık ama Türk Dostu antiemperyalist Kaddafi’ye düşman(!)… Türkiye dahil 22 Müslüman ülkeyi bölmek isteyen ABD ve arkasındaki şeytani karanlık güce dost ama Esad’a düşman(!).. Tıpkı Ağrı’yı isteyen Ermenistan’a dost olurken, öz be öz kardeşimiz Azerbaycan bayraklarını stada sokmayıp çöplere attırdıkları gibi…
“İradesi kendi elinde olmayanları” dost edinenlere de bu ibretlik resimler KAPAK OLSUN!!.
Erdoğan, Davutoğlu ve AKP’lilerin eline Habil’in kanı bulaşmıştır. Habil’in katlini seyreden herkes de Kabil’in mirasının ortağıdır!!..
Kim ki bu yapılanlara Müslümanlık diyor; bilin ki onlar Müslüman düşmanıdır.
Onlar aynı zamanda insanlık suçu işliyor.
“Gittik, gördük, öldürdük” diyen şeytanın askeri Hilari’nin dostlarının elinden Kaddafi’nin kanları damlıyor.
Böyle bir Linç dinimizde yoktur.
Üç bakanlık bütçesine sahip Diyanet İşleri Başkanlığı böyle bir linç karşısında susuyor. Tıpkı Ramazan ayında Libya’nın bombalanmasına “olur” verenlere sustukları gibi. Irak Türkiye üzerinden bombalanırken sustukları gibi…
Allah ve Peygamberin emirlerine uyup yapılanları yorumlamaları gereken Diyanet İşleri Başkanlığı, hükümetten Allah’tan daha fazla korkuyor olmalı ki susuyor.
O zaman ben de sorarım: Sizlerde mi Erdoğan’ı din edindiniz?
Böyle bir Diyanetin bana anlatacağı hiçbir şey yoktur!!..
Ya sizlere?
Diyanet İşleri Başkanlığına sesleniyorum:
Mademki bizlerin vergilerinden ödenen maaşlarla orada oturuyorsunuz; sizleri Kuran Ahlakı ve Muhammed-i ahlaka davet ediyorum. Böyle devam ederseniz İSLAM’A DAVET ETMEK zorunda kalacağım.
Bu da böyle biline.
Soğuk savaş sonrasında Pentagon yeni düşmanı belirlemişti:
Müslüman Dünyası…
Bush Irak’a girerken “Haçlı Savaşı başlattık” demişti.
Hedef ülkelerin şuursuz beyinleri bu Haçlı güruha piyon olurken acaba kimin Allah’ına şükrediyordu?
İslamiyet savunmasız bir insanı linç etmeye cevaz vermez. Bu ölüm bir cinayettir. Kaddafi şehittir. Allah(c.c.) Rahmet eylesin.
Kaddafi’nin öldürülmesinde AKP Hükümeti’nin sorumluluğu vardır. Kaddafi’nin kanı Erdoğan ve Davutoğlu’nun eline bulaşmıştır. Habil-Kabil hikâyesinde olduğu gibi, AKP Kabil’in mirasına sahip çıkmıştır.
Saddam diktatör dediler. Tarihin demokratik kılıflı sapkın diktatörü Bush ile ittifak ettiler. Irak’ta 1.5 milyon Iraklı öldürüldü. Söyler misiniz bana, Saddam diktatör olarak 1,5 milyon Iraklı mı öldürmüştü? 2 Milyon Irak vatandaşı Suriye’ye göç etti. Saddam bir diktatör olarak 2 milyon vatandaşını göç mü ettirdi? Binlerce kadın ve çocuk yaşta kızlara tecavüz edildi. Hatta erkeklere. Saddam bir diktatör olarak halkına bu tecavüzleri mi yaptı?
Ebu Gureyb Hapishanesinden haykırıyordu Iraklı Müslüman kadın Nur. Sürekli tecavüze uğruyoruz. ABD askerlerinin piçleri var karnımızda. Öldürün bizleri diye yalvarıyordu. Kime mi? ABD askerleri sağ salim ülkelerine dönsün diye dua edenlere. Oysa onlar çoktan Kabil’in mirasına ortak olmuştu. Tıpkı Libya’da olduğu gibi Irak’a da ramazanda bomba yağdırmanızda sakınca yok demişlerdi. Ve Saddam bir bayram günü idam edildi. Haçlı güruh Haçlı Savaşı’nın gereğini yerine getirmişti. Tıpkı ataları gibi... Ataları da aç karınlarını doyurmak, Anadolu’nun zenginliklerini talan etmek için akın etmişti.
Bush katil askerlerini “şeytanlarla savaşacaksınız” diyerek saldı Irak Halkı’nın üzerine. Saddam’ın heykellerini yıkarken AB-D’ye alkış tutanlar, ihanetin bedelini sadece canlarıyla değil, şereflerini de kaybederek ödediler.
Irak’ın tohum bankası talan edildi. Müzeleri soyuldu. Bütün zenginlikleri ele geçirildi. Petrolü petrol devlerinin eline geçti.
Iraklıya ne kaldı? Üçe bölünmüş harabe bir Irak. Ortaya düşen şeref ve namusları… Binlerce ABD piçini karnında taşıyan Iraklı kadınlar ve Ebu Gureyb gibi Haçlı hapishaneleri… Fuhuşa sürüklenen kadınlar da cabası.
Kim, asıl kanlı diktatör veya diktatörler kim? Afganistan, Irak, Ruanda, Libya’da milyonların canına kıyanlar mı, ülkesinin kaynaklarını soyguncu emperyalistlere koklatmayanlar mı?
Libya dizleri üzerine çökene kadar Osmanlı ile beraber savaşan ve elimizden kayan bir ülke.
Ömer Muhtar… Önce Çöl Aslanı Ömer Muhtar’ı vurdular zincire. Şimdi Kaddafi… Utanç verici bir biçimde linç ettirildi.
Kıbrıs Savaşında ABD’ye rağmen yanımızda yer alan Kaddafi… Para almadan yakıt verdi. Kaddafi Türkiye’de Deniz Harp Okulunda eğitim aldı. O Türkiye’yi çok seviyordu. Libya Kültür Merkezleri açarak Türk Halkı ile kaynaşma sağlamaya çalışıyordu.
Ülkesinin kaynaklarını millileştirince hedef oldu. 1986 yılında Kaddafi emir vermiş gibi “ABD konsolosluklarını vurun” diye bir emir geçirildiği söylendi. İngiltere işi biliyordu, oralı olmadı. Kaddafi emir vermiş gibi geçilen emirin İsrail menşeili olduğu iddia edildi ama ABD 1986 yılında Kaddafi’nin çadırlarının olduğu yeri bombaladı. Yaralanmalar oldu. Bir evlatlığı da öldü. O dönem ANAP Hükümeti vardı. Aynı korkak ve yanaşma tavırla ABD’nin yanında yer aldılar. Yunanistan Libya’ya uçak gönderip yaralıları Yunanistan’a getirdi. O zaman Kaddafi şöyle dedi: “Biz dostumuzu-düşmanımızı iyi öğrendik.”
Ve Libya Kültürleri kapattı. Türk Müteahhitler paralarını doğru alamadı. Her zamanki gibi yanaşma siyasilerin basiretsizliklerinin bedelini Türk Halkı ödedi. Kaddafi haklıydı.
Erdoğan seçimde kendi resmiyle beraber iki siyasinin resmini kullandı. Özal ve Menderes… Çok haklıydı. Menderes Hükümeti Cezayir’in bağımsızlığına “hayır” oyu kullanarak Kabil’in mirasına sahip çıkmıştı. Özal Libya’nın değil ABD’nin yanında yer alarak mirası devam ettirdi. RTE zaten Kabil’i bile kıskandırdı. O 1,5 Milyon Müslüman Iraklının katline el verdi. Bomba dolu uçaklar Türkiye’den kalktı. Dahası ABD askerlerinin kumanyaları Türkiye üzerinden gitti.
ABD tetikçisi El Kaide ve Müslüman Kardeşler’e de el veren AKP, AB-D’nin psikolojik harp unsuru olan El Cezire Televizyonuna ülkemizde yayın yapma izni verdi.
AB-D’nin Libya’da ki PKK’sına elden bavulla para götürdüler. İzmir’i “seri katil” durumuna gelmiş NATO’ya üs yapıp binlerce Libyalı Müslüman’ın bombalanmasına onay verdiler. 600 Libyalı Müslüman’ın denizde boğulmasına da seyirci kaldıkları gibi…
AKP cinayet ve soygunlara sadece kendi destek vermedi. Türk Devleti’nin tarihine de bu utancı yapıştırdı.
Haçlı Orduları’na “medeniyet ve sanat getirdiler” diyebilecek kadar tarihi gerçekleri saptıran ve katil Haçlı Çapulcuyu aklayan Erdoğan’dan başka ne beklenir ki?
Ne garip değil mi? Erdoğan’ın dostu da Libya’da benzer sözler söylüyor.Libya’nın başkenti Trablus’ta yapılan törenle, İtalyan işgalinin 100. Yılı kutlanıyor(!)..
Yazıklar olsun. Ömer Muhtar’ın kemikleri sızlıyordur. İtalyanlar tarafından zincire vurulan Çöl Aslanı Ömer Muhtar’ın, Şeyh Sunisi’nin…
Tıpkı Çanakkale’de 57. Alayın, bütün ülkede yatan şehitlerimizin kemiklerinin sızladığı gibi.
Erdoğan PKK’nın topraklarında eğitim almasına izin veren Filistin’e aşık ama Türk Dostu antiemperyalist Kaddafi’ye düşman(!)… Türkiye dahil 22 Müslüman ülkeyi bölmek isteyen ABD ve arkasındaki şeytani karanlık güce dost ama Esad’a düşman(!).. Tıpkı Ağrı’yı isteyen Ermenistan’a dost olurken, öz be öz kardeşimiz Azerbaycan bayraklarını stada sokmayıp çöplere attırdıkları gibi…
“İradesi kendi elinde olmayanları” dost edinenlere de bu ibretlik resimler KAPAK OLSUN!!.
Erdoğan, Davutoğlu ve AKP’lilerin eline Habil’in kanı bulaşmıştır. Habil’in katlini seyreden herkes de Kabil’in mirasının ortağıdır!!..
Kim ki bu yapılanlara Müslümanlık diyor; bilin ki onlar Müslüman düşmanıdır.
Onlar aynı zamanda insanlık suçu işliyor.
“Gittik, gördük, öldürdük” diyen şeytanın askeri Hilari’nin dostlarının elinden Kaddafi’nin kanları damlıyor.
Böyle bir Linç dinimizde yoktur.
Üç bakanlık bütçesine sahip Diyanet İşleri Başkanlığı böyle bir linç karşısında susuyor. Tıpkı Ramazan ayında Libya’nın bombalanmasına “olur” verenlere sustukları gibi. Irak Türkiye üzerinden bombalanırken sustukları gibi…
Allah ve Peygamberin emirlerine uyup yapılanları yorumlamaları gereken Diyanet İşleri Başkanlığı, hükümetten Allah’tan daha fazla korkuyor olmalı ki susuyor.
O zaman ben de sorarım: Sizlerde mi Erdoğan’ı din edindiniz?
Böyle bir Diyanetin bana anlatacağı hiçbir şey yoktur!!..
Ya sizlere?
Diyanet İşleri Başkanlığına sesleniyorum:
Mademki bizlerin vergilerinden ödenen maaşlarla orada oturuyorsunuz; sizleri Kuran Ahlakı ve Muhammed-i ahlaka davet ediyorum. Böyle devam ederseniz İSLAM’A DAVET ETMEK zorunda kalacağım.
Bu da böyle biline.
Zahide UÇAR
"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder