FRANCİS FUKUYAMA VE "TARİHİN
SONU"
Yoshihiro
Francis Fukuyama(1952-) Japon asıllı Amerikalı bir
sosyal bilimci olup, Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığı’nda
Politika Planlama Dairesi’nde Ortadoğu Uzmanı ve Genel Direktör Yardımcısı
olarak çalışmıştır. Aslına bakılırsa Fukuyama ve benzeri Yeni Muhafazakâr
(neo-Conservative) düşünürlerin ortak ve temel özelliklerinden biri de; salt
üniversitede görev yapmamaları, çeşitli devlet kuruluşlarında veya devlete
yakın güçlü think-thank (düşünce) kuruluşlarında görev üstlenmeleri ve farklı
alanlarda ürünler vermeleridir. Fukuyama 1990 sonrasının bir diğer “star”
siyaset bilimcilerinden biri olan Samuel
Huntington’la birlikte bir süre The
Journal of Democracy dergisinin
editörlüğünü de yapmıştır. Fukuyama, 2005 yılının Temmuz ayı itibariyle Johns Hopkins Üniversitesi’nde
uluslararası iktisat politikası öğretim üyesi olarak görev yapmakta ve The
American Interest dergisinin yayın kurulu başkanlığını yürütmektedir.
Fukuyama’nın şöhreti büyük ölçüde Soğuk Savaş sonrası kaleme
aldığı “Tarih’in Sonu (The End of
History)” adlı çalışmasından
kaynaklanmaktadır. Aslında Karl Marks’ın komünist toplumu ve komünizm teorisi
de farklı bir tarihin sonu teorisidir. Aynı Marks gibi ünlü Alman düşünürü
Hegel’den fazlasıyla etkilenen Fukuyama, benzer şekilde tarihin sonunu
teorileştirmiş ancak Marks’tan çok farklı bir son öngörmüştür. Fukuyama’ya göre
insan doğasına en uygun yaşam biçimi ve toplumsal düzen liberalizmin hüküm
sürdüğü düzendir ve tarih boyunca bu düşünceyi ve buna bağlı kurulmuş ya da
kurulabilecek düzeni ortadan kaldırmayı amaçlayan güçler ile liberal düzeni
daha da geliştirmeyi amaçlayan güçler arasında çatışmalar olmuştur. Tarih böyle
ilerlemiştir.Fukuyama’ya göre monarşik yapılar, imparatorluklar, dini merkezler
hep liberal düşünceyi ve onu savunanları alt etmeyi amaçlamış, ancak zaman
içinde liberalizm hep üstün gelmiştir. Komünist ve faşist rejimler de geçmişte
ortaya çıkmış liberalizmin diğer antitezleridir. Ancak Fukuyama’ya göre Soğuk
Savaş’ın bitmesi ve Batı bloğunun galip gelmesi, buna ek olarak Çin ve Rusya
gibi ülkelerin Batılı sistemlere yönelmeleri liberalizmin nihai zaferinin
gerçekleştiğini ve artık tek bir yol olduğunu gösteriyordu. Fukuyama’nın
düşüncesine göre Batılı değerlerin yayılması bir süre alacak ve Üçüncü Dünya
ülkelerinin istikrarlı hale gelmeleri uzun sürecek ama nihayetinde mutlaka tüm
dünya liberal demokrasiye ulaşacaktır. Fukuyama dinsel fanatizm, sol eğilimler
ve etnik milliyetçiliği liberal demokrasinin düşmanları olarak göstermektedir.
Ancak Fukuyama’nın bu denli net bir şekilde ortaya koyduğu tezine
karşın Soğuk Savaş sonrası dünyada yaşanan gelişmeler; liberal demokratik
Batılı değerlerin dünyaya yayıldıkça istikrar ve barışın yaygınlaşmadığını
göstermekteydi. Bu nedenle Fukuyama, “küreselleşme
süreci üzerine geliştirdiği Tarihin Sonu tezini sorunlu bir konuma getiren
temel neden neydi?”sorusunu kendisine sorduğu zaman, bulduğu yanıt, ne
kendi tezinin taşıdığı sorunlar, ne Batı emperyalizminin ve kapitalizminin yol
açtığı sorunlar, ne de neoliberal küreselleşme sürecinin içerdiği sorunlu yapıdır.
Aksine Fukuyama’ya göre Tarihin Sonu tezini yaşama geçiremeyen, küreselleşme
sürecine adapte olamayan zayıf devletlerdir. Fukuyama son eseri olan Devlet İnşası’nda işte bu konuyu
işlemeye çalışmıştır. Fukuyama'ya
göre zayıf devletlerde, ya dıştan müdahale, ya da içten gelen muhalefet yoluyla
rejim değişikliği sistemsel bir gereklilik niteliğindedir. Devlet inşası; (a) rejim
değişikliği, (b) yeni rejimin inşası ve (c) inşa edilen rejimin güçlendirilmesi
süreçlerini içerir ve bu süreç içinde istenen otoriter, ekonomik büyümeyi ve
demokratikleşmeyi gerçekleştirecek ölçüde etkin, güçlü ve verimli kamu
yönetimine sahip olan devlettir. Devlet inşası, bugünün dünyasında, otoriter
ama zayıf devletlerin demokratik ve ekonomik olarak etkin devletlere
dönüştürülmesini simgeliyordu. Bu sayede Fukuyama, teorisini revize ediyor ve
Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan koşullara göre yeniden güçlü bir temele
oturtmaya çalışıyordu. Bu anlamda da klasik liberalizmin görünmez eli ve küçük
devleti etkin devletle yer değiştiriyordu.
Tarihin Sonu teziyle dünya çapında haklı bir şöhret kazanan
Francis Fukuyama’ya getirilen en önemli eleştirilerden biri kültürel temellidir ve basit olarak ifade etmek
gerekirse bu çalışmasının liberalizm adı altında Batı kültürünü ve değerlerini
tüm dünyaya yerleştirmeye çalışıyor olduğu şeklindedir. Daha çok Batı dışı
toplumlardaki milliyetçi-muhafazakâr gruplar ve de özellikle İslami düşünürler
tarafından dile getirilen bu görüşe göre toplumların kendi kültürel, dini
değerlerine göre farklı rejimleri olabilir ve Batılı liberal demokrasi nihai
bir çözüm değildir. Fukuyama’nın teorisine getirilen bir diğer çok önemli
eleştiri ise ekonomi temellidir. Özellikle sol, sosyalist
kesimlerce dile getirilen bu görüşe göre liberalizmin yarattığı eşitsizlik
ortamında sınıfsal ve grupsal çatışmalar barışçıl ve demokratik bir sistemin
kurulabilmesini engellemektedir. Geçmişte sömürgecilik yapmış ve ileri
kapitalistleşmiş Batı ülkelerinde bu husus henüz çok büyük sorun teşkil
etmemesine karşın, Batı dışı toplumlarda sorunlar şimdiden liberalizmin neden
yürümeyeceğini göstermektedir.
ozan.ormeci@politikadergisi.com
______
KAYNAKLAR
- Fukuyama, Francis (1999), Tarihin Sonu ve Son İnsan, çev.: Z.
Dicleli, İstanbul: Gün Yayınları
- Fukuyama, Francis (2005), Devlet İnşası, İstanbul: Remzi Kitabevi
- Ceylan, Şule Şahin (2006), Francis Fukuyama ve Tarihin Sonu
Tezi, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, yıl: 5 sayı: 10
Güz 2006
- Uluslararası İlişkiler “Giriş, Kavram ve Teoriler” (editör:
Prof. Dr. Haydar Çakmak), 2007, Ankara: Platin Basın Yayın Dağıtım
HABER:
Cumhuri
İslami gazetesinde kapitalist düzenin Wall Street hareketiyle temelden
sarsıldığını konu eden bir yazı dikkatimizi çekiyor. Yazıda kısaca şu ifadeleri
okuyoruz:
80’li
yılların sonunda tarihin sonu ve Liberalizmin zaferini; kıyamete kadar
insanlığı batılı değerlerin, kapitalist ideolojinin ve dolayısıyla onu temsil
eden Amerika’nın tek kutuplu olarak şekillendireceğini iddia eden Fukuyama,
kendi mabedinde bir gün kapitalizmin taşlanacağını öngörememişti. Binlerce
Amerikalının kapitalizmin ana üssü Wall Street meydanını Amerikan oligarşisini
lanetlemek, liberalizmin beslediği %1 zengin ve doyumsuz azınlığın geri kalan %
99’a tahakkümü anlamına gelen demokratik oligarşinin devrilmesini talep eden
sloganlar atacağını aklının ucundan bile geçirmemişti.
Bugün yer
küresinin her bir köşesinde acı sonuçları ile karşılaşılan kapitalizmin
doğuşuna bakıldığında zaten aydın ve derin bir düşünüşün ürünü olmadığı, aksine
batılı insanın yaşadığı olumsuz koşullara karşı bir tepkinin ürünü olarak
ortaya çıktığı görülecektir. İçinde şekillendiği olumsuz koşullara tepki olarak
ortaya çıktığından dolayı kapitalizm kendi sonunu hazırlayacak özellikleri
yapısal olarak bünyesinde ilk günden beri taşıyordu. Gerçekte bu ideolojinin
insanlığın hayrına olmadığının anlaşılabilmesi için iki yüzyıl gibi büyük
acılar ve travmalarla dolu emperyal bir dönemi geride bırakması gerekmiyordu.
Komünist
paradigmanın aksine temelde insanın ve içinde yaşadığı evrenin bir
yaratıcısının olduğunu kabul etmesine rağmen insanın yeryüzündeki hareketini,
madde ve servetle ve hemcinsleri ile olan -sosyal, siyasi, ekonomik vb.
ilişkisini nasıl düzenleyeceğine ilişkin yaratıcı akılla bağını koparmış ve
dolayısıyla insanın varlık sorunsalını doğru bir şekilde çözümlememiş olan
kapitalist paradigma eninde sonunda tarih sahnesinden çekilecek ve yerini
kaçınılmaz bir şekilde İslam’a bırakacaktır. Nitekim Kuran'ı Kerim'de mealen
şöyle duyurulmuştur:
“Yapısını
Allah korkusu ve hoşnutluğu temeli üzerine kuran mı hayırlıdır, yoksa yapısını
kaymak üzere olan bir yarın üzerine kurup da o yarla birlikte cehenneme kayan
kimse mi hayırlıdır? Allah zalimler güruhunu doğru yola iletmez.”
"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."