17 Nisan 2009 Cuma

JANDARMA'NIN BAŞINA POLİS ATANACAK!


Bu haberi bekliyordum ve işte geldi.

Okuduğumda tüylerimi diken diken eden haberde olacaklar şunlar:

AB dayatmaları TSK’nin yetki alanlarını adım adım daraltıyor. Amaç terörle mücadelede askerin elini kolunu bağlamak ve çalışamaz duruma getirmek. Terörle mücadeleyi polise devretmek ve böylece daha siyasi bir yapıya ve iktidarın güdümüne sokmak. İleride Afrika-Güney Amerika ülkelerinde gördüğümüz silahlı kuvvetler arasında çatışma çıkmasına kadar gidebilecek bir oyun bu.

Durup dururken TSK’nin yetkileri neden daraltılıyor?

TSK; terörle mücadelede başarısız mı olmuştur?

Zaafa mı uğramıştır?

Oynanan oyunu görmemiz geliyor.

Üniter, Laik, sosyal, hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti’nin sadık ve vefakâr bekçisi Türk Silahlı Kuvvetlerine AB patentli AKP destekli bu saldırılara Türk Halkı sessiz kalmamalıdır.

Her sessiz kalış yeni saldırıları getirmektedir.

Yandaş medyanın, Ergenekon davasının işinin gücünün TSK’yı yıpratmak olduğunu görmeyen varsa ona söylenecek bir şey yok.

Ama ateş çemberinin içerisindeki Anadolu Toprakları zayıflatılmış, yetkileri alınmış ya da yetki çatışmasına sokulmuş silahlı kuvvetlerle korunamaz.

Unutmayın “Anadolu bedel ister. Anadolu’yu kaşısan altından bedelini ödeyememiş, imparatorluklar, devletler, beyliklerin kalıntıları çıkar.”

Emperyalistler ve yandaşları gece yarıları çıkardıkları yasalarla Türkiye Cumhuriyeti’ni uçurumun eşiğine kadar getirmiştir.

Bedelini ödeyemeyenler arasında yerimizi almak istemiyorsak artık uyanma zamanı gelmiştir.




JANDARMA'NIN BAŞINA POLİS ATANACAK!


En geç beş yıl içinde Jandarma İçişleri Bakanlığı'na bağlanacak, kurumda asker yerine profesyonel siviller görev alacak, başına Kara Kuvvetleri'nden orgeneral değil Emniyet'ten polis atanacak

Hükümetin Jandarma Genel Komutanlığı'nı, İçişleri Bakanlığı'na tamamen bağlayacak çok önemli bir adım attığı ortaya çıktı. Bunun ardında hükümetin, 31 Aralık 2008 tarihli Resmi Gazete'nin mükerrer sayısında yayınlanan Ulusal Program ile Avrupa Birliği'ne (AB) verdiği taahhüt yatıyor. Yılbaşına saatler kala yayınlanan mükerrer Resmi Gazete'deki Ulusal Program'ın, 'Siyasi Kriterler' alt başlında, bu taahhüdün kapsamına ilişkin şu önemli ifadeler yer alıyor: “İç güvenlik hizmetinin, hükümetin belirleyeceği politikalar doğrultusunda ve yine hükümetin denetim ve gözetiminde; 'hukukun üstünlüğü' ve 'insan hak ve hürriyetleri çerçevesinde, kolluk kuvvetlerinin profesyonel ve uzmanlaşmış birimleri tarafından yerine getirilmesi esastır. Bu kapsamda, iç güvenlik yönetiminin koordinasyonunu ve sivil idarenin iç güvenlikle ilgili görev, yetki ve sorumluluklarını etkin olarak yerine getirmesini güçleştiren mevzuat hükümleri ve uygulamaları değiştirilecektir.” Bu ifadelerle Türk Silahlı Kuvvetler (TSK) ile ilgili görevleri ve terfi, personel, eğitim - öğretim gibi konularda Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı Jandarma Genel Komutanlığı'nın, İçişleri Bakanlığı'na bağlanacağına vurgu yapılıyor. DEĞİŞİKLİK EN GEÇ 5 YILDA Hükümet, Ulusal Program'da yer alan hedeflerin kısa ve orta vadede yerine getirileceği konusunda AB'ye garanti verdi. Türkiye'nin yönetim dilinde 'kısa vade' 1 yıl, 'orta vade' ise 3 ila 5 yıl anlamına geliyor. Bu da en geç 5 sene içinde Jandarma Genel Komutanlığı'nın tamamen İçişleri Bakanlığı'na bağlanabileceği anlamına geliyor. KOMUTANLIK İTİRAZ ETTİ Hükümet, daha önce polis ve jandarmanın görev ve sorumluluk bölgelerinin belirlenmesiyle ilgili yönetmelik değişikliği yaparak Jandarma Genel Komutanı'nın yetkisini valilere vermişti. Genelkurmay İletişim Daire Başkanı Metin Gürak, konuyla ilgili soru üzerine, “GÖRÜŞÜMÜZÜN DİKKATE ALINMADIĞINI SÖYLEYEBİLİRİM” demişti. Jandarma Genel Komutanlığı, Ulusal Program'ın taslak aşamasında da yer alan ifadelere itiraz etmişti. 26 Eylül 2008'de İçişleri Bakanlığı'na gönderilen itiraz yazısında şöyle denilmişti: “Ülkenin önemli bir kesiminde, 169 yıldan bu yana iç güvenlik hizmeti veren Jandarma Genel Komutanlığı'nın görüşü alınmadan ve koordine edilmeden Taslak Ulusal Programa dahil edilen söz konusu ifade oldukça muğlak ve ucu açıktır. Ayrıca Ulusal Programların, AB tarafından hazırlanan Katılım Ortaklığı Belgeleri'nde yer alan talepleri karşılamak maksadıyla hazırlandığı bilinmektedir. 2008 yılı Katılım Ortaklığı Belgesi'nde iç güvenlik hizmetine ilişkin herhangi bir husus bulunmamasına rağmen, Taslak Ulusal Programa dahil edilen söz konusu ifade dikkat çekici bulunmaktadır. İç güvenlik hizmetinin yürütülmesi için, 2803 sayılı 'Jandarma Teşkilat Görev ve Yetkileri Kanunu'nun mevcut hükümlerinin yeterli olduğu kıymetlendirilmektedir. Bu kapsamda Türkiye'nin AB'ye uyum sürecindeki öncelikleri dikkate alındığında, söz konusu ifadenin Taslak Ulusal Program'dan çıkarılmasının uygun olacağının değerlendirildiğini arz ederim.” 280 BİN PERSONELİ VAR Jandarma Genel Komutanlığı'nın, 280 bin personeli bulunuyor. Bunların 4 bin 500'ü subay, 18 bini astsubay, 25 bini uzman çavuş geriye kalan yüzde 80'i ise er ve erbaşlardan oluşuyor. AB'ye verilen taahhütte, 'Kolluk kuvvetlerinin profesyonel ve uzmanlaşmış birimleri' olacağı vurgulanıyor. Halen Jandarma personel ihtiyacını Milli Savunma Bakanlığı'nın yaptığı asker alımlarıyla karşılıyor. Düzenlemenin hayata geçmesi durumunda Jandarma, artık asayiş hizmetlerini er ve erbaş yerine profesyonel kadrolarla verecek. YÜZDE 92'DEN SORUMLU Silahlı Kuvvetlerle ilgili görevleri eğitim ve öğrenim bakımından Genelkurmay Başkanlığı'na, emniyet ve asayiş işleriyle diğer görev ve hizmetlerin yerine getirmesi konusunda İçişleri Bakanlığı'na bağlı olan Jandarma Genel Komutanlığı'nın sorumluluk alanı Türkiye yüzölçümünün yüzde 92'sini kapsıyor. Barış zamanında İçişleri Bakanlığı'na bağlı olan Jandarma Genel Komutanlığı, savaş zamanında ise Türk Silahlı Kuvvetler Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın emrinde oluyor. VALİ YA DA POLİS YÖNETECEK Teamüller gereği Jandarma Genel Komutanlığı'nın başına Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nda kadrosu bulunan bir orgeneral atanıyor. Hükümetin Jandarma'yı tamamen İçişleri Bakanlığı'na bağlaması durumunda, başına Emniyet Genel Müdürlüğü'nde olduğu gibi bir vali ya da üst düzey bürokrat atanabileceği belirtiliyor.
Başbuğ'un 'Türkiye halkı' açıklamasını 'Türkiyelilik' şeklinde yorumlayanlara yanıt geldi
Genelkurmay Başkanlığı, internet sitesinde Orgeneral İlker Başbuğ'un İstanbul'daki konuşmasında Atatürk'ten alıntılayarak yer verdiği cümlesiyle ilgili bir açıklama yayınladı. Açıklamada, Prof. Dr. Afet İnan'ın ''Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk'ün El Yazıları'' kitabında Atatürk'ün kendi el yazısıyla ifade ettiği ''Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir'' tanımına yer verildi. Bilgi notunda şu ifadeler kullanıldı: "Türk milleti tanımını Mustafa Kemal Atatürk kendi el yazısı ile yazmıştır. Bu tanım, Prof. Dr. Afet İnan tarafından yazılan 'Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk'ün El Yazıları' kitabının ilk sayfasında da yer almaktadır. Tanımın ana amacı 'Türk milleti' tanımının yapılması ve bu tanımın, kavramın etnik ve dini temellere dayanmadığının açıkça ifade edilmesidir. Tanım içindeki 'Türkiye Halkı' terimi de Atatürk tarafından bu nedenle kullanılmıştır. Bu tanımdan 'Türkiyelilik' gibi tanımlara ulaşılabileceğini düşünmek ve bu şekilde değerlendirmeler yapmak; hem Atatürk'ün 'Türk Milleti' tanımını niçin yaptığını hem de 'ulus devlet' kavramının ne anlama geldiğini anlayamamak ve konuyu saptırmak demektir. Ulus-devlet yapısı içinde, bu şekildeki düşüncelerin yeri olamaz." İşte TSK'nın açıklaması:
(Prof. Dr. A. ÂFET İNAN, Medeni Bilgiler ve M. Kemal ATATÜRK'ün El Yazıları, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2000, s. 435) 1. "Türk Milleti" tanımını yukarıda görüldüğü gibi, M.Kemal ATATÜRK kendi el yazısı ile yazmıştır. Bu tanım, Prof.Dr. A.ÂFET İNAN tarafından yazılan "Medeni Bilgiler ve M.Kemal ATATÜRK'ün El Yazıları" kitabının ilk sayfasında da yer almaktadır. 2. Tanımın ana amacı, "Türk Milleti" tanımının yapılması ve bu tanımın, kavramın etnik ve dinî temellere dayanmadığının açıkça ifade edilmesidir. Tanım içindeki "Türkiye Halkı" terimi de ATATÜRK tarafından bu nedenle kullanılmıştır. 3. Bu tanımdan "Türkiyelilik" gibi tanımlara ulaşılabileceğini düşünmek ve bu şekilde değerlendirmeler yapmak; hem ATATÜRK'ün "Türk Milleti" tanımını niçin yaptığını, hem de "ulus devlet" kavramının ne anlama geldiğini anlayamamak ve konuyu saptırmak demektir. Ulus-devlet yapısı içinde, bu şekildeki düşüncelerin yeri olamaz. Kamuoyuna saygı ile duyurulur.
“Karanlık savaş başladı”

17 Nisan 2009 Cuma

İSTANBUL- Genelkurmay eski başkanı emekli orgeneral Yaşar Büyükanıt, Amerikalıların genelde terörle mücadele için asker istediğini belirterek,

"Obama'nın da Türkiye ziyareti sırasında Afganistan için asker istediğini düşünüyorum. Biz yıllarca bu ülkede şehit verdik. Bir de orada şehit verirsek bunu Türk halkına nasıl anlatırız" dedi.

Büyükanıt, dünyada bir karanlık savaş başladığına dikkat çekti.

Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi (BÜSAM) tarafından düzenlenen "2'nci Uluslararası Strateji ve Güvenlik Çalışmaları Sempozyumu", üniversitenin Taksim Yerleşkesi'nde gerçekleştirildi. "21'nci Yüzyılda Ulusal Savunma" konulu sempozyuma Türkiye ve dünyadan uzman isimlerin yanı sıra Beykent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cuma Bayat,

TBMM eski başkanı Hüsamettin Cindoruk,

Genelkurmay eski başkanı emekli orgeneral Yaşar Büyükanıt da katıldı.

Yaşar Büyükanıt, "Türkiye'de Savunmanın Değişimi" başlığı altında bir konuşma yaptı. Büyükanıt, NATO'yu eleştirerek, "NATO, son dönemlerde bir tehdit bulmak istedi. İlk olarak Kuzey Afrika'daki aşırı dinci gruplar tehdit olarak algılandı ancak 11 Eylül'de ABD'ye yapılan saldırılar sonrası tehdit kavramı değişti. Birleşmiş Milletler tarihte bir ilk olarak 5. maddeyi öne koydu. NATO burada büyük bir hata yaptı. Artık günümüzde savaş kavramı da değişmiş durumda. Silahlı tehdit haricinde artık ekonomik tehditler de var. Ekonomik manipülasyonlar, Türkiye ekonomilerini bozmaya çalışarak politik amaçlarda kullanmak, vakıfları ve sivil toplum kuruluşlarını yönlendirerek kamuoyunu kendi istikametine doğru kullanarak savaş başladı. Biz buna karanlık savaş diyoruz" ifadelerini kullandı. Karanlık savaşın en iyi örneğinin 2001 krizi olduğunu belirten Yaşar Büyükanıt, manipülasyon yapılarak kriz ortamı oluşturulduğunu savundu. Büyükanıt, "Bir de siber savaş var. Teknoloji kullanılarak bu savaş gerçekleştiriliyor. Türkiye'nin yaşadığı coğrafya çok belalı bir coğrafya. Kafkaslar'da, Suriye'de potansiyel bir tehdit söz konusu. Nitekim Kıbrıs da çok önemli. Kıbrıs Rum Kesimi, bazı ekonomik anlaşmalar için faaliyetlere geçti. Petrol arama gibi faaliyetlere başlamak için anlaşmalar yaptı. Türkiye Kıbrıs'ta bir sorun yaşarsa Akdeniz ekonomik bölgesinde sadece Antalya Körfezi'ne mahkum olur. Biz hep onların yaptıklarını takip ediyoruz ve 'olmaz' diyoruz. Halbuki bizim de artık ekonomik anlamda orada bir şeyler yapmamız gerekir. Yunanistan'da hava sahasının ihlalleriyle ilgili tartışmalar yaşanıyor. Halbuki Türkiye uluslararası hava sahasında eğitim uçuşu yapmaktadır. Yunanistan orayı bir milli egemenlik sınırı gibi görüyor. Bu tamamen yanlıştır. Eğer bu sorun aşılırsa, Yunanistan'la aramızda bir sorun kalacağını düşünmüyorum" açıklamasında bulundu

----------------------------------------------------------

ERMENİSTAN İRAN'LA STRATEJİK BİR ANLAŞMA İMZALADI

Türkiye, Ermenistan ile sınırı “açacak mı, açmayacak mı” tartışmaları sürerken, İran beklenmedik bir adım attı.. İran ile Ermenistan arasında dün stratejik bir anlaşma imzalandı. Anlaşma, iki ülkeyi birbirine bağlayacak bir demiryolu kurulmasını öngörüyor. Demiryolunun kurulması, Türkiye ve Azerbaycan sınırları kapalı olan Ermenistan’a mal ve malzeme girişi konusunda büyük nefes aldıracak. Ermenistan’ın Türkiye ve Azerbaycan sınırları halen kapalı. İran sınırı açık olmasına rağmen, dağlar nedeniyle geçişler çok güç. Ermenistan, ihtiyacı olan mal ve malzemenin çok büyük bölümünü Gürcistan üzerinden sağlıyor. Ancak geçen Ağustos’ta yaşanan savaş ve Rusya’nın Gürcistan’a uyguladığı ambargo, Ermenistan’ı da “açlık” tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştı. Nitekim, Türkiye ile Ermenistan arasındaki yakınlaşmanın ilk adımları da zaten, Gürcistan krizi üzerine atılmıştı. Erivan yönetiminin Ankara ile masaya oturmasının en önemli nedenlerinden biri, istikrarsız Gürcistan’da yaşanacak yeni bir krize karşı, “Türkiye sınırını açarak, halkını rahatlatmak” olmuştu. İRAN’LA STRATEJİK ANLAŞMA İran’la demiryolu anlaşması, bu çerçevede, Erivan’ın “Türkiye’nin sınırı açmaması” olasılığına karşı “B planını” oluşturuyor. İran ve Ermenistan Ulaştırma Bakanları’nın imzaladıkları demiryolu anlaşması, iki ülke arasında bağlantı kuracak 470 kilometrelik bir demiryolu kurulmasını öngörüyor. Demiryolunun büyük kısmı, iki ülke arasındaki dağlık alanda “tüneller” açılarak inşa edilecek. Demiryolunun maliyetinin de, tünel maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle 1.5 ila 1.8 milyar dolar olması bekleniyor. Demiryolunun fizibilite çalışmasına ise başlandı bile. ZEYNEP GÜRCANLI /HÜRRİYET

------------------------------------------------------------------------------------

ERMENİ OYUNLARINA DİKKAT

Ermeni oyunlarına dikkat

SAKARYA - Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi ve Atatürk Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Enis Şahin, Ermenilerin, 2015 yılına kadar soykırım iddialarını 100 devlet parlamentosuna kabul ettirmeyi hedeflediklerini söyledi. Şahin, bunu, tazminat talebinde bulunabilmek için gerekli hukuki altyapıyı oluşturmak amacıyla yapacaklarını belirtti.

Doç. Dr. Şahin, 2015 yılında gündeme getirilmesi planlanan yüklü tazminat taleplerinin henüz hukuki alt yapısının oluşmadığını ifade ederek, 'Hukuki tabanın oluşması için soykırım iddiasının kabulü gerekir. Türkiye soykırımı kabul etmeden nasıl dayatabilirler. Tazminatın altından kalkılamayacak duruma gelindiğinde ise esas amaçları olarak toprak talebinde bulunacaklar' dedi.

Doç. Dr. Şahin, 1878 yılında Almanya'da yapılan Berlin Kongresi ile uluslararası arenaya taşınan Ermeni iddialarının, 130 yıldan beri varlığını sürdürdüğünü söyledi.

Üniversiteden mezun olduğu 1989 yılından beri Ermeni meselesi üzerinde çalıştığını bildiren Doç. Dr. Şahin, bugüne kadar Osmanlı Devleti'nin soykırım yaptığını kanıtlayacak hiçbir belgenin ortaya çıkarılamadığını belirterek, şöyle konuştu:

'Ermeni sorunu 130 yıldan beri devam ediyor. 1878 yılında toplanan Berlin Kongresi'nin 61. maddesinde 'Türkiye dahilinde bulunan Ermenilerin durumu kötüdür, batılı devletlerin gözetiminde Ermeniler konusunda ıslahat çalışmaları yapılmalıdır' ifadesi yer almıştır. Bu madde ile batılı devletler Ermeni meselesine burunlarını sokmuş ve sorun uluslararası nitelik kazanmıştır. 1880 yılında da Ermeni komiteleri kurulmaya başlanmıştır. Bu komitelerin amacı Osmanlı topraklarında ses getirici eylemler yaparak batılı devletlerin dikkatini bu yöne çekmektir. Osmanlı'da pek çok isyanlar çıkarılmıştır. Abdülhamit'e suikast düzenlemişlerdir.'

'ARŞİVİMİZDE KESİNLİKLE SOYKIRIM BELGESİ YOKTUR'

Ermeniler'in 1. Dünya Savaşı sırasında Ruslar ile işbirliği yaptıkları için zorunlu göçe tabi tutulduklarını hatırlatan Doç. Dr. Şahin, Osmanlı Devleti'nin hiçbir zaman soykırım düşüncesi içinde olmadığını ifade etti.

Zorunlu göçe tabi tutulan sınıflar arasında doktorlar, askerler, hemşireler ve Protestan kökenlilerin kapsam dışında bırakıldığını anımsatan Şahin, sözlerini şöyle sürdürdü:

'Soykırım amacı olsa bu kişileri neden ayırsınlar? Ermeni'leri yok etmeye çalışsaydık, bunun mutlaka bir belgesi olurdu ama bugüne kadar böyle bir belge bulunamadı. Ermeni meselesi konusunda ülkemizden bazı kabul sesleri çıkıyor, imza kampanyaları. Ermeni meselesini siyasi olarak kabul etsek arşivlerimizi yakmamız lazım. Arşiv bir milletin hafızasıdır.

Arşivimizde kesinlikle soykırım belgesi yoktur.'

Osmanlı arşivlerinin bütün yabancı araştırmacılara açık olduğunu kaydeden Doç. Dr. Şahin, soykırımın aksine 1. Dünya Savaşı sırasında Ruslar ve Ermeniler'in Doğu Anadolu'da 2 milyon sivili katlettiğini söyledi.

Ermeni meselesinin göçün 50. yılı olan 1965 yılında yeniden gündeme taşındığını belirten Doç. Dr. Şahin, şöyle konuştu:

'Ermeniler 1965 yılında 50. yılı anma etkinlikleri düzenledi. 2015 yılı ise zorunlu göçün 100. yılıdır. Bunun için büyük bir hazırlık içindeler. Ermeniler zorunlu göçün 100. yılı olan 2015'e kadar soykırım iddialarını 100 devlet parlamentosuna kabul ettirmeyi hedefliyor. Bağımsız devlet olarak günümüzde soykırım iddialarını 18 ülkeye kabul ettirmişlerdir. Amerika'daki eyaletleri ülke olarak kabul edersek bu sayı 30 civarındadır. Faaliyetlerini bu yönde yürütüyorlar. Büyük bir yayın faaliyeti yapıyorlar. Türkiye Ermeni meselesini birinci önceliği arasına almalıdır. Bir an önce Dışişleri Bakanlığı konuyu gündemine almalıdır. Türkiye bu konuda geç kalıyor.'

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Hüseyin Obama'nın TBMM'de yaptığı konuşmasını da değerlendiren Doç. Dr. Şahin, şöyle dedi:

'TBMM'de 'Ben Ermeni meselesi konusundaki düşüncelerimi aynen koruyorum' dedi. Garip bir durum ki konuşması alkışlandı. Bilinçli olarak mı, cahillikten mi alkışlandı, farkına varamadım. Alkışlamamızı gerektirecek ne söyledi ki alkışladık? Obama'nın Ermenilere seçimden önce sözü var. Adam sözünün arkasında durduğunu söyledi, biz de mecliste onu alkışladık. Obama mecliste konuştuğu saatlerde doğum yeri Havai'deki parlamento soykırımı kabul etmiştir. Bu bir rastlantı mı? Bence Amerika'nın soykırımın arkasında duracağının göstergesidir.'


Milli Eğitim Bakanı HÜSEYİN ÇELİK,
Gazeteci Ömer Şahin'in Kanal A'da hazırlayıp sunduğu "Görüş Farkı" programında MEHMET HABERAL'ı karşılamaya giden eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'le ilgili

"Bunu siyasi hayatında kara bir leke olarak görüyorum"


"Defalarca darbelere maruz kalmış bir siyasetçi olarak, darbe kelimesinin bile kendisini rahatsız etmesi lazım. Keşke Sayın Demirel bu yaşına başına rağmen havaalanına kadar giderek gösterdiği enerjiyi kendisine muhtıra verildiği zaman kaçarak yapmasaydı. Demirel, demokrasi mücadelesi verseydi Türkiye bu noktada olmazdı."

dedi.


NOT:
Seviyesizliğin ve bizi kimlerin yönettiğinin bir göstergesi.Süleyman DEMİREL’in beklide yaptığı en doğru hareket Mehmet HABERAL’ı karşılamasıdır.Bakan Çelik ne derse desin.