4 Nisan 2009 Cumartesi

BOP TAMAM.GOP'A DEVAM




BOP:Yani meşhur Büyük Ortadoğu Projesi.
Haritalar şu bu derken çoktan BOP gerçekleşti.
Nasıl mı?


Bakın Irak nasıl özgürleştirildi:
1. resimde İsrail’in HAYFA LİMANI’na bağlanmış iki tane petrol boru hattı görülüyor.
ABD;Irak’ı özgürleştirdi ve bu hatlar çalışmaya başlıyor.
Üstteki damar:
MUSUL-HAYFA PETROL BORU HATTI (MHP)

Bu hat 55 yıldır kullanılmıyordu.
2003 yılında ABD onayı verdi ve İsrail onarım - kapasite arttırma işlemlerine başladı.

Üstelik Türk inşaat şirketleri de çalışıyor,para kazanıyor.
Ne mutlu bize.
İsrail;Musul ve Kerkük’ten günde 5milyon varil petrol çekebilecek.
Bir varilde 159 litre petrol var.
Buraya kadar güzel.
Fakat Irak günde 3Milyon varil petrol üretme kararı aldı.
Olsun 3milyon varil verir, bize ne bundan?diyebilirsiniz.
O zaman şu 2.resme bakın.
Bizim KYP:yani Kerkük-Yumurtalık boru tattı.Kapasitesi 1miyon varil.
Kuzey Irak’ta ABD var,çatışmaları,bombalamalar var.
Şimdi soruyorum:
<!--[if !vml]-->Iraklı olsanız 3 milyon varil ürettiğiniz petrolünüzün sadece 1milyonunu alabilecek bombalanan,riskli bir yoldan mı yollarsınız?
*Yoksa tamamını alan güvenli bir yoldan mı yollarsınız?
Cevabınızı duyar gibiyim.
BİZİM KYP İPTAL DEMEK BU.

1.resim alttaki damara bakın.
Bu damar aslında vardı.TAP,yani TRANS ARABİSTAN damarı.Bir ucu Galon Tepelerinden (hani o meşhur ,İsrail’in vazgeçemediği Galon Tepelerinden) aşarak yine Hayfa Limanına geliyor.Bir ucu da Lübnan’a açılıyor.(Lübnan- İsrail arasında ABD destekli neler oluyor biliyorsunuz.)
İşte bu damarda onarılıyor.Onarılmakla kalmıyor,buna kısacık bir ekleme yapılıyor.Özgürleşen Irak’ın güney kıyısından RHP ekleniyor.Yani RUMEYLA-HAYFA HATTI.(2. resimden daha rahat görebilirsiniz.1. resimdeki kırık gibi görünen uç)Böylece Suudilerin 2 milyon varili,güney özgür Irak’ın 1milyon varil petrolü İsrail’in denetimine giriyor.Böylece İsrail’in Hayfa limanına 1 günde 8 milyon varil petrol gelecek demek.Boru hatlarında önemli olan transit geçiş yerleri değildir.Yükleme ve depolardır.Hatta üreticiden de önemlidir bunlar.
Böylece ABD özgürleştirdiği Irak’ın güneyde-kuzeyde ürettiği tüm petrolünü güvenli bir şekilde İSRAİL’e aktarıyor.Daha ne yapsın.
IRAK’IN TÜM ÜRETİMİ İSRAİL KONTROLÜNE GEÇTİ DEMEK BU.

Şimdi 3. resme bakın.İsrail’in AKABE KÖRFEZİ’ne,oradan Kızıl Deniz’e açılan EYLAT LİMANI ve Akdeniz’in güneydoğu köşesi ASKELON LİMANINI birbirine birleştiren T.I.P yani TRANS İSRAİL PETROLBORUHATTINI İRAN yaptı.
İran bunu neden yaptı?
Petrolünü Akdeniz’e en kısa yoldan ulaştırmak ve Avrupa pazarlarına en az nakliye maliyetiyle petrol satmak için.
Peki şimdi ne durumda?
İsrail bu hattı tersine çevirdi ve Akdeniz’den-Kızıldeniz’e petrol geçirmek için kullanacak.Ayrıca resimde göstermediğim HAP var yani HAYFA-ASKELON BORU HATTI.Hayfa’ya günde gelen 8milyon varil özgürleştirilen Arapların petrolleri sadece Avrupa’ya satılmayacak.Gelişen sanayileriyle sünger gibi petrol çeken Hindistan başta Uzak doğu ülkelerine satılacak.
İRAN’IN BU ALANDA İSRAİL GİBİ BİR RAKİBİ ÇIKTI DEMEK BU.BİR GRAM PETROL ÜRETMEYEN AMA TÜM EKONOMİLERİ SİYASETLERİ ETKİLEYECEK ABD’NİN KORUMASINDAKİ İSRAİL.
İRAN SİZCE NÜKLEER SANTRAL YAPIP URANYUM ZENGİNLEŞTİRDİĞİ İÇİNMİ İSRAİL VE ABD’NİN DÜŞMANI OLDU?
Bu arada Hindistan’da gerçekleşen büyük terör olayını ve Hindistan-İsrail petrol alım anlaşmalarını,ayrıca BOP eş başkanımız ve sayın bakanımızın çok kısa süre önce Hindistan’a gidişlerine dikkatinizi çekmek isterim.Özellikle İngiliz ve Hint basını başta olmak üzere tüm dünya basınında bu terör olaylarından dolayı ne hikmetse Hindistan’ı değil de Batı komşusu Pakistan’ı sorumlu tutulması ilginç değil mi?



ARKADAŞLAR B.O.P OLDUK BİLE.
BÜYÜK ORTA DOĞU ŞEKİLLENDİRİLDİ.
DAHA NE OLACAK Kİ?
Gelelim GOP’a.Yani Genişletilmiş Ortadoğu Projesine.



Yukarıdaki kaynaklardan herhangi birine bakarsınız.
Yazan şu:Rus ve Kazak Petrolü Ceyhan ve İsrail üzerinden Hindistan’a satılacak.Hani bizim BTC’miz vardı?Yani Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol boru hattımız.Sevinmiştik.
Bakın 4.resimde seviniyoruz.
Ama bu Azeri petrolüydü.Kazak-Rus petrolü diyorlar.Bu nereden çıktı?
Bu hat o kadar uzunki borular dolmuyor. Azerbaycan sitelerinde bu konuyla ilgili bir ata sözü dolaşıyor “yemeyenin malını yerler” Türkiye için diyorlar.Neden mi diyorlar?
Bakın neden?
BTC’nin günlük kapasitesi 1milyon varil.
<!--[if !vml]--><!--[endif]-->Azerbeycan`daki uluslararası AIOC konsorsiyumunun Azeri-Çıralı-Güneşli sahalarının üretimi günlük 360.000 varil.Tamamını verse yarısından fazlası boş kalır.Birde sen gidip 1992’de Hocali Soykırımı yapan;Kafkasları işgal eden Ermenistan’la futbol bahanesiyle el sıkışırsan alırsın petrolü.
1)Bunun günde 100.000 varillik bölümü Azpetrol`ün Sangaçal terminalinden demiryolu ile Gürcistan`ın Karadeniz`deki Batum limanına gönderiliyor.
2)Günlük 146.000 varili Bakü-Supsa petrol boru hattına veriliyor.
3)82.000 varillik bir kısmı da, her gün Bakü-Novorosissysk petrol boru hattı ile yine Karadeniz`e çıkıyor.
Kalıyor geriye günlük 32.000 varil.
İşte bundan yemeyenin malını yerler diyorlar.
BTC dolmaz.
Türkiye’nin politikasızlığını anlayan Rusya Federasyonu devreye giriyor.
<!--[if !vml]-->Ruslar kendi petrolünü ve Kazakların petrolünü devreye sokuyor.Böylece Rusya ilk kez sıcak denizlere açılmış olacak.İsrail’in oyununu görüyor ve kendide karlı çıkmaya çalışıyor.Türkiye Kerkük –Yumurtalık Hattını kaybetti,şimdide Baku-Tiflis-Ceyhan Hattını kaybediyor.
Olsun yerine Kazak –Rus petrolü geliyor diyorsanız yanılıyorsunuz.
Neden mi?
“Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Hindistan programı kapsamında Bangalore'de bulunan Güler, yaptığı açıklamada, Türk boğazlarından en fazla 130 bin tonluk gemilerin geçebildiğine işaret ederek, Ceyhan Limanı'na 400 bin tonluk gemilerin yaklaşabildiğini, bunun da Hindistan için büyük bir avantaj sağladığını söyledi.

Türk boğazlarından geçen bir geminin Kızıldeniz'e 39 günde ulaştığını belirten Güler, Ceyhan'dan Hindistan'a petrolün 16 günde taşındığını vurguladı. Güler, bunun da taşıma fiyatında Hindistan'a büyük avantajlar sağlayacağını belirti”

Buraya kadar çok güzel.Ne diyor sayın bakan?

Resimdekini diyor.
Kazak-Rus-Azerbaycan-Kerkük petrolleri Ceyhan’a gelecek,orada harmanlanacak,400 bin tonluk gemilerle Süveyş Kanalı’ndan geçecek Hindistan’a gidecek.
Bu harika ve Türkiye’nin çıkarlarına çok uygun.Hem de boğazların yükünü azaltacak.
Ama bununla kalmıyor ve ekliyor:
"Ceyhan-Kızıldeniz Petrol Boru Hattı için Türkiye, İsrail ve Hindistan enerji bakanları bir ay içerisinde bir araya geleceğiz"

kaynak: http://www.denizhaber.com.tr/GUNCEL/16449/Enerji-Hilmi-Guler-Tayyip-Erdogan-gemi-Kizildeniz-DenizHaber.html

Bu ne;sayın bakan?
“Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler , İsrail Ulusal Altyapı Bakanı Bünyamin Ben Eliezer 'i makamında kabul etti. İki bakan yaklaşık 1 buçuk saat süren görüşmede Akdeniz Boru Hattı 'nı ele aldı.

Güler, hattın üç yılda tamamlanacağını da söyledi.

İsrail Ulusal Altyapı Bakanı Bünyamin Ben Eliezer de, son iki ay içinde Akdeniz Boru Hattı için Rusya ve Azerbaycan 'a geziler düzenlediğini belirtti. Ben Eliezer , 'Proje iyi bir aşamada ve kısa süre içinde iyi bir sonuca ulaşacaktır' dedi.

Türkiye 'den İsrail 'e uzanacak olan boru hattından petrol, doğalgaz, elektrik, su ve fiberoptik geçecek. samsun -Ceyhan 'ın boru hattının devamı olacak hat, Hindistan 'dan Uzakdoğu 'ya uzanacak. İsrail , hattan geçecek petrol için Rusya ve Azerbaycan 'la anlaşmaya vardı.

Kaynak: Kanal B

Bununla ne olduğunu biliyor musunuz?
Adana Ceyhan’dan İsrail Askelon’a boru döşeniyor.Ceyhan’a gelen tüm petrol Askelon’a aktarılıyor.
CEYHAN boruların geçtiği sıradan bir yer oluyor demek.
Yol üzerindeki bir yer.
Ayrıca; Seyhan ve Ceyhan nehirlerinin suları da İsrail’e yollanıyor yan yana borularla.
Neden?
Zaten Akdeniz’e boşa akıyormuş bu sular.
Size sayın bakanım M. Mete Göknel “Türkiye ve Akdeniz Boru Hattı” adlı raporunu okumanızı öneririm.
Burada: http://www.asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=2419&kat1=11&kat2=

Ben yinede her ihtimale karşı özetle yazayım.Yoğunsunuzdur.
<!--[if !vml]-->Bizim suyumuz bize yetmiyor.
Nüfusumuzun %50 de 0-25 arası genç ve çocuk.Yani talep azalmayacak artacak.
Birde şu tabloya iyi bakınız.
Biz temiz su tüketiminde dünya ortalamasının ne kadar altındayız.Adamlarla antlaşma yapınca kafamıza göre kesemeyiz sularını.Zaten kaç kez açık açık savaşların su yüzünden çıkacağını söylediler ve bu kesinlikle böyle olacak.
Birde fiber optik kablo geçecekmiş ve biz hasret kaldığımız İsrail’e bağlanacakmışız.İsrail’e kimler hasret , göbekten bağlı ve tamamen onların çıkarına çalışıyor ortada.
Ben İsrail’e bağlanmak falan istemiyorum.
Ben sularımı ve bana gelmiş petrolleri değerlendirmek istiyorum.
İsrail’e armağan etmek istemiyorum.
İSRAİL’İN; KAZAK-RUS-AZERBAYCAN PETROLLERİNİN DE DENETİMİNİ ELİNE GEÇİRMESİ DEMEK;İSRAİL’İN TÜM BU COĞRAFYANIN ENERJİ KAYNAKLARINI ELİNE GEÇİRMESİ DEMEKTİR.
İsrail’in hazırladığı haritalarda Aşkelon (New Rotterdam) yazıyorlar.
Araştırdım.Neden New Hamburg değil yada başka bir yerde Rotterdam?
Bakınız neden?

Rotterdam Hollanda'nın batı-güneyinde. Amsterdam'dan sonra nüfus olarak 2. büyük şehirdir, fakat Rotterdam'in yüzölçümü daha büyüktür. Rotterdam, Avrupa'nın en büyük limanını barındırır. Dünyanın dört bir yanından getirilen kargoların kıtaya kuzeyden giriş noktasıdır. İsmini Rotte ırmağından almaktadır. Nüfusun (1 ocak 2007'de: 584.046) yaklaşık yarısının Hollanda kökenli olmadığı bu şehirde, %7,8'lik (45.457) kayda değer bir Türk nüfusu da yaşamaktadır. Rotterdam'in ulusal slogan'i: Sterker door Strijd, yani: Mücadele ederek, daha Güclü olmak





Avrupa kıtasına dünyadan giren tüm mallar buradan giriyor.Yine bile mütevazı davranmış İsrail isim seçerken.
Böyle bir gücün tek bir ülkenin elinde toplanması,hele birde İsrail’in elinde toplanması ne sonuçlar doğurur dersiniz.
Bilmiyorsanız o zaman ben size söyleyeyim.Hatta göstereyim.
Bu GOP demek.
Genişletilmiş Ortadoğu Projesi demek.
BİZE NE Mİ KALIR?

GOP’UN TAM ORTASI KALIR.
<!--[if !vml]--><!--[endif]-->İŞTE DUVARLARINA BU RESMİ ASARLAR.
AMA BU KEZ GERÇEĞİNİ.













Kaynak:

*BOP Çerçevesinde Petrolün Yeniden Dağılımı-L.Tufan Erdoğan

*TÜRKSAM-Asya’da Petrol Boru Hattı Oyunu-Boru Hatları - 29 Eylül 2005 - Thomas Immanuel Steinberg- http://www.turksam.org/tr/a522.html


* ve yazının içindekiler



Gerçek Ulusalcı aydınımız Yılmaz DİKBAŞ’ın son makalesi az önce elime geçti. Sarı gelin belgeselinin okullarda gösterilmesinin yasaklanması üzerinde çok fazla durulmadan geçildi. Ajandama detaylarını araştır diye not düştüm.Fakat; gündem o kadar yoğun ki yetişmek mümkün olmuyor. Yılmaz Bey tam bu aşamada sanırım son noktayı koymuş. Ne acıdır ki; biz hümanist duygularla dünyaya bakarken, bakmayı çocuklarımıza öğretirken, milliyetçiliği ırkçılık gösteren prof. ön ekli bir sürü Truva atımız varken birileri savaş tam tamları çalıyor.

İyilik ve kötülüğün bilek güreşi bu.

Sizi Sayın Yılmaz DİKBAŞ’ın yazısıyla baş başa bırakmadan önce heykeli dikilmiş İngiliz hümanist ressamın, Çanakkale’ye gelirken döktürdüklerini hatırlatmak istiyorum.


BU İNANILAMAYACAK KADAR GÜZEL BİR ŞEY

TALİHİMİZİN BİZE BU KADAR YARDIM EDECEĞİNİ HİÇ SANMIYORDUM.

GİDİYORUZ.

GALATA KULESİ 15 PUSLUK TOPLARIMIZLA YERLE BİR EDİLECEK

DENİZ KANA BOYANIP, LEŞLE DOLACAK

AYASOFYA’NIN MOZAİKLERİNİ, HALILARINI YAĞMA EDECEĞİZ.

TÜRK KIZLARI BENİM OLACAK.

İNANIYORUM Kİ BİR DEVRİN KAPANACAĞINA ŞAHİT OLACAĞIM

TANRIM HAYATIMDA BU KADAR MESUT OLMAMIŞTIM.

Rupert Brooke

Gönüllü olarak savaşa giden İngilizlerin HÜMANİST şairi ne yazık ki sinek ısırdı ve Çanakkale’ye gelemeden öldü. Ama onun tarihe utanç olarak geçmiş bu cümleleri kaldı.

Ben artık bir şey diyemiyorum.

Saygılar.

l.k


SARI GELİN


Sizlere bu yazımda bugüne kadar izlemiş olduğum çok önemli dört ayrı belgeselden söz edeceğim.


İngiltere’de üniversite öğrencilik yıllarımda televizyonda, kısaca ‘Holokost’ denilen onlarca ‘Yahudi Soykırımı’ belgeseli izledim.

İkinci Dünya Savaşı sırasında, Almanya’da Nazilerin; kadın, erkek, genç, yaşlı, çocuk, hasta, tümü masum Yahudileri evlerinden, işyerlerinden, sokaklardan, yollardan toplayarak götürüşleri…Hayvan ve yük vagonlarına tıka basa dolduruşları ve günlerce pislik ve perişanlık içinde geçen yolculukları…Elektrik verilmiş tel örgülerle, köpeklerle ve makineli tüfekli SS’lerle çevrili toplama kamplarına getirilişleri…

Auschwitz, Treblinka, Birkenau, Lublin, Maydanek, Dachau, Babi Yar, Buchenwald, Bergen-Belsen başta olmak üzere yüzlerce toplama kampı, daha doğrusu, ölüm kampları…

Bu ölüm kamplarında dayaklar, işkenceler, çıplak, aç ve susuz bırakmalar, köpeklere parçalatmalar, genç kızların ırzlarına geçmeler, küçücük çocukların çekiçlerle vura vura öldürülmesi, toplu olarak kurşuna dizmeler, bir defada 2 500 masum insanın Siklon B gazı verilerek öldürüldükleri gaz odaları…Bir günde 22 000 cesedin yakıldığı fırınlar, kadınların ve kızların saçlarının kesilmesi, demir kancalarla ölülerin ağızlarının açılması, altın dişlerin çekiçlerle kırılıp alınması…

Bu kamplarda Faşist Almanlar 6 milyon masum Yahudi ve 1 milyon masum Çingeneyi öldürdüler. Öldürülen suçsuz Yahudilerin 1,5 milyonu 12 yaşından küçük çocuklar

Belki de şaşıracaksınız ama, izlediğim bu belgesellerde kullanılan filmlerin önemli bir bölümü Hitler’in propaganda bakanı Goebbels tarafından çektirilmişti! Naziler, gelecek kuşaklara işlemiş oldukları marifetleri belgeli olarak iletmek istemişler!

Bu belgeselleri her izleyişten sonra yaşamış olduğum ruhsal durumu bugün sizlere anlatmam çok zor. Her belgeselden sonra ruhsal bir deprem, her belgeselden sonra allak bullak oluş, her belgeselden sonra tanımı olanaksız bir iğrenti, nefret, öfke ve utanç duygusu…

Bu belgeselleri izledikten bir süre sonra şu bilince ulaştım.

Nazi Almanya’sında yapılmış olan bu soykırım asla unutulmamalıydı. Yapılanlar her kuşağa tekrar tekrar gösterilmeli, faşizmin ve ırkçılığın hangi boyutlara varabileceği, özellikle gençlere anlatılmalıydı.

Yazar Öner Yağcı, Yahudi Soykırımın unutturulmasını, belleklerden silinmesini, toplumun körleştirilmesi, sağırlaştırılması, duyarsızlaştırılması, vicdansızlaştırılması ve ahlâksızlaştırılması olarak değerlendirmektedir.<!--[if !supportFootnotes]-->[1]<!--[endif]-->

İngiltere’de üniversite öğrencilik yıllarımda izlemiş olduğum Holokost belgesellerinin, dönemin eğitimcileri, yazarları ve tarihçileri tarafından, özellikle çocuklar tarafından izlenmesi öneriliyordu. İngiltere’de o dönem, bir tek eğitmen, akademisyen, yazar, çizer çıkıp ta, bu belgeselleri izletmekle çocukların ‘ruhuna tecavüz ediyorsunuz’ dememişti.


Avustralyalı araştırmacı gazeteci John Pilger, Körfez Savaşı’ndan sonra birçok kez Irak’a gider, araştırmalar yapar, fotoğraflar çeker, görüşmeler, söyleşiler yapar ve bu bölgeyi en iyi tanıyan, en yansız araştırmacı olarak ünlenir. John Pilger sonunda, Irak’la ilgili tüm birikimlerini kullanarak bir belgesel hazırladı ve bu belgesel

6 Mart 2000 günü İngiltere’de ITV Televizyonu tarafından yayınlandı.

Ben bu belgeseli izledim.

Belgesel, hemen savaş sonrası Basra’da bir hastanede çekilmiş görüntüler, görevli doktorlarla yapılan söyleşilerle başlıyordu.

Dokuz yaşında bir kan kanseri hastası yatakta yatıyor. Tedavisi olanaksız, çünkü gerekli ilaçlar yok! ABD, savaş sonrası Irak’a ambargo koymuş. Irak’a yiyecek maddeleri ve ilaç göndermek yasak!

Iraklı doktor konuşuyor:

“Körfez Savaşı’ndan önce, ayda en çok 3-4 kanser hastasıyla karşılaşırdık. Şimdi her ay 30-35 hastamız kanserden ölüyor.”

ABD, savaş sırasında Iraklı sivillerin üzerine 900 binden fazla uranyum mermisi atmış, yakın gelecekte Iraklı halkın yüzde 40-48’nin kansere yakalanacağı tahmin ediliyor…

Beş buçuk yaşında, gözlerinde zeka parıldayan sevimli çocuk, Hodgink hastası. İlaç olsa, kurtulma olasılığı yüzde 95. Ama ilaç yok, güzel gözlü çocuk yatağında ölümü bekliyor…

Yalnız kanser ilaçları ve ağrı kesiciler değil, morfin de ABD’nin ambargosu kapsamına alınmış…Ağrı içinde kıvranan hastalar

Yaşlı başlı doktorlar, çaresizlikten hastane koridorlarında gizli gizli ağlıyorlar

Ben bu belgeseli, tüm ayrıntılarıyla, “Amerika’nın Irak Yalanları” adlı kitabımda anlatmıştım.<!--[if !supportFootnotes]-->[2]<!--[endif]-->

John Pilger’in bu belgeseli, yoğun istek üzerine, İngiliz televizyon kanallarında birçok kez gösterildi. O dönemde İngiltere’de hiçbir eğitmen, akademisyen, yazar ya da çizer ortaya çıkıp ta, bu belgeseli izletmekle “çocukların ruhuna tecavüz ediyorsunuz” dememişti.


17 Haziran 2001 günü, İngiliz BBC Televizyonu’nun ‘Panorama’ adlı programında, ‘The Accused’ yani, ‘Suçlanan’ adlı çok çarpıcı bir belgesel yayınlandı.

Ben bu belgeseli de izledim.

Bu belgeselde, 1982 yılında İsrail’in Lübnan’a saldırısı sırasında Sabra ve Şatila mülteci kamplarında yaşanan vahşi katliamlarda, Ariel Şaron’un oynamış olduğu rol tüm ayrıntılarıyla anlatılıyordu.

Bu belgeseli izleyenler, sunucunun da vurguladığı gibi, Şaron’un uluslararası bir mahkemede ‘birinci derecede’ savaş suçlusu olarak yargılanması gerektiğine inanmışlardı.

Bu belgesel, Eylül 1982’nin kanlı olaylarını gerçek çekim olarak ekrana getirdi. Erkek, kadın ve çocuk 800 sivil Müslüman Filistinlinin, toplanıp mezbahada hayvan kesilir gibi nasıl vahşice doğrandığı açık seçik izlendi. Uluslararası Kızıl Haç örgütü, toplam ölü sayısını 2 750 olarak veriyordu.

Bu belgesel, Sabra ve Şatila’da katledilmiş çoğu yaşlı erkek, kadın ve çocuğun kurşunlanarak öldürülmemiş olduğu gerçeğini milyonlarca izleyicinin gözleri önüne serdi: Kurbanlar, kurşunlanarak değil, işkence edilerek öldürülmüşlerdi. Her taraf parça parça edilmiş cesetlerle doluydu…

Belgeselin sunucusu, bu kan dondurucu manzaraya bakıp, bu vahşetin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra görülmüş en barbar katliam olduğunu söylemekten kendisini alamamıştı.

BBC Televizyonu’nun bu belgeseli, yoğun istek üzerine birkaç kez daha yayınlandı, diğer televizyon kanallarında da gösterildi.

O dönem İngiltere’de hiçbir eğitmen, akademisyen, yazar ve çizer ortaya çıkıp, bu belgeseli izletmekle çocukların ‘ruhuna tecavüz ediyorsunuz’ demedi. Tam tersi bir gelişme yaşandı. 21 Kasım 2001 günü bu belgesel, İngiliz Parlamentosu’nun gündemine girdi. Parlamento, bu belgeseli hazırlayıp yayınlayan BBC Televizyonu’nu açıkça kutladı.

Bu belgeselle ilgili geniş bilgiyi, yakında çıkacak olan ‘Efendi Teröristler’ adlı kitabımda tüm ayrıntılarıyla anlattım.<!--[if !supportFootnotes]-->[3]<!--[endif]-->


Şimdi sıra geldi son belgesele: “SARI GELİN”.

İki DVD’de toplanmış, yaklaşık 4 saat süren bu belgeseli de izledim.

Yönetmen: İsmail Umaç

Yapımcı: Ahmet Çelenk

Senaryo: Güray Değerli

Danışmanlar: Prof. Mim Kemal Öke, Prof. Nejat Göyünç

Sarı Gelin Belgeseli, 1999 yılında başlayan ve 4 yıl süren bir çalışmanın ürünü.<!--[if !supportFootnotes]-->[4]<!--[endif]-->

Sarı Gelin ekibi, Türkiye’deki arşivlerin yanı sıra yurtdışındaki arşivlerde de tarama çalışmaları yapmış. Rusya Federasyonu, İngiltere, Almanya, Avusturya, İtalya, Fransa, Ermenistan, Azerbaycan, Lübnan, Gürcistan, Amerika Birleşik Devletleri ve Suriye’de devlet ve özel arşivler taranmış.

Sarı Gelin Belgeseli için yurtiçi ve dışında 160 kişiyle röportaj yapılmış. Türkiye’den 23, yabancı ülkelerden ise aralarında birçok Ermeni’nin de bulunduğu 33 akademisyen, 14 politikacı, 13 din adamı, 6 diplomat, 7 gazeteci, 4 sanatçı, 2 işadamı, 2 eğitimci, 7 sivil toplum kuruluşu başkanı ve yöneticisiyle yüz yüze söyleşiler gerçekleştirilmiş. İşte bu kişilerden bazıları:

Dr. Aşod Sogomonyan, Prof. Augusto Sinagra, Prof. Dr. Andrew Mango, Barry Jacobs, Bedros Miriatiyan, Bruce Fein, Harry Ojalvo, Hrant Dink, Prof. Dr. Erich Feigi, Mesrop Mutafyan, Hagop Havatyan, Prof. Radick Martrosyan, Prof. Levon Maraşlıyan, Patric Deveciyan, Samuel A. Weems, Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, Prof. Dr. Enver Konukçu, Prof. Dr. Erol Kürkçüoğlu, Henri Papazyan, Alexander Safaryan, Soren Kataroyan. Sarı Gelin Belgeseli, Ermeni konusuyla ilgili 13 ülkeyi kapsamaktadır.

Belgesel için Türkiye’de 26 bin kilometre, dış ülkelere yapılan seyahatlerde ise 137 bin kilometre yol kat edilmiş.

Sarı Gelin Belgeseli 40’ar dakikalık 6 bölümden oluşmaktadır:

Yüzyılın Kan Davası, Suikastlarla Kazanılan Kimlik, Sessiz Tanık: Arşivler, Katliama Çıkarılan Vize, Kader Birliği, Dostluğu Yeniden Hatırlamak.

Sarı Gelin Belgeselini, T.C. Milli Eğitim Bakanlığı tüm okullara göndermiş, öğrenciler tarafından izlenmesini istemiş. Ve işte bu aşamada medyada, başını Ermenilerden Özür Dileyenlerin çektiği bir çevre kıyametleri koparmaya başladı!

Taraf gazetesinde hukukçu yazar Orhan Kemal Cengiz, Sarı Gelin Belgeseli’nin okullarda izletilmesini şöyle eleştiriyordu:<!--[if !supportFootnotes]-->[5]<!--[endif]-->

“Ruhsal tecavüz konusunda olabilecek en yaratıcı yöntem budur herhalde!”

Yine Taraf gazetesinde, köşe yazarı Halil Berktay, Sarı Gelin Belgeseli hakkında şunları yazıyordu:

“MEB, Genelkurmayın hem de bir Ergenekon sanığına yaptırdığı Sarı Gelin sözde-belgeselini bütün okullara yolluyor. Bu da çocuklar üzerinde dehşet verici bir manevî şiddet uygulaması. Onların ruhuna tecavüz ediyor, bir çocuktan bir katil yaratan karanlık.”


Sarı Gelin Belgeselini izlediğinizde, Ermenistan’daki Ermeni ileri gelenlerin kendi ağızlarından şunları istediklerini duyacaksınız:

  • Türkler, Ermeni soykırımı tanıyacak.
  • Türkiye, Ermenilere 50 milyar dolar tazminat ödeyecek.
  • Ermenistan Anayasasında yazılı, Türkiye’nin 11 ili Ermenistan’a verilecek.

Sarı Gelin Belgeseli’ni izlerken, Ermenistan’daki ilköğretim okullarında 7-12 yaşlarındaki Ermeni çocuklarının her sabah okullarında şu and içme törenini yaptıklarını kalbiniz burkularak dinleyeceksiniz:


“ÖCÜMÜZÜ ALACAĞIZ

AL KARDEŞİM AL

VATANIMIZ İŞGAL ALTINDA

ÖCÜMÜZÜ ALMAK LAZIM

AL KARDEŞİM AL”


Şimdi ben, dünyadaki en iyi 1 000 (bin) üniversite sıralamasına kuyruğundan bile girememiş Sabancı Üniversitesi’nde hocalık yapan Halil Berktay’a soruyorum: 7-12 yaşlarındaki çocuklarına her gün Türklerden öç almaları andını içiren Ermeniler ‘çocuktan bir katil yaratan’ karanlığın ta kendisi değil midir?

Bu soruya doğru yanıt verebilmek için dürüst ve ahlâklı olmak gerekir!

Halil Berktay ve Orhan Kemal Cengiz gibilerden çok şey mi bekliyorum?


Sakın yanlış anlaşılmasın.

Her belgesel gibi, elbette Sarı Gelin Belgeseli de eleştirilebilir.

Ama lütfen dikkat edin, Ermenilerden Özür Dileyenler, Sarı Gelin Belgeseli’ni eleştirmiyorlar!

Bu belgesel okullarda çocuklara gösterilmesin, diyorlar!

Yukarıda adlarını verdiğim iki Taraf gazetesi yazarı başta olmak üzere, Ermenilerden Özür Dileyenler sürekli olarak medyada propagandalarını yürütüyorlar, çocuklarımızın bu belgeseli görmemesi için, Sarı Gelin Belgeseli’nin iki DVD’sinin hemen toplatılmasını buyuruyorlar!

Ağızlarını her açışta, ‘demokrasi’, ‘insan hakları’ ve ‘ifade özgürlüğü’ deyimlerini makineli tüfek gibi sıralayan bu sözde-akademisyen ve yazarlar, hiç sıkılmadan, hiç utanmadan işlerine gelmeyen bir belgeselin yasaklanmasını, izlenmemesini istiyorlar!


En kısa zamanda Sarı Gelin Belgeseli’ni almanızı, izlemenizi diliyorum.

Tüm okullarımızda, Sarı Gelin Belgeseli’nin izletilmesini ve çocuklarımıza, ‘Sakın siz, belgeseldeki Ermeni çocukları gibi öç alma duygusu beslemeyin, geçmişte olanları öğrenin, bunları hiç unutmayın ama, halkların birbirine nasıl düşman edildiğini görün ve yüreklerinizde her zaman herkes için sevgi ve dostluk duyguları bulunsun’ öğüdünün verilmesini diliyorum.


Yılmaz Dikbaş

3 Nisan 2009, Antalya



0532-233 31 52






<!--[if !supportFootnotes]-->

<!--[endif]-->
<!--[if !supportFootnotes]-->[1]<!--[endif]--> Öner Yağcı, “Nazi Kampları”, Papirüs, Ekim 2004
<!--[if !supportFootnotes]-->[2]<!--[endif]--> Yılmaz Dikbaş, “Amerika’nın Irak Yalanları”, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, Eylül 2002, 3. Baskı
<!--[if !supportFootnotes]-->[3]<!--[endif]--> Yılmaz Dikbaş, “Efendi Teröristler”, Asya Şafak Yayınları, Nisan 2009
<!--[if !supportFootnotes]-->[5]<!--[endif]--> Orhan Kemal Cengiz, “Sarı Gelin; ruhsal bir tecavüz örneği”, Taraf, 24.02.2009