21 Ağustos 2009 Cuma


YÖK'ten Kürtçe bölüm talebine tam destek
Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, Mardin Artuklu Üniversitesi'nin Kürtçe eğitime başlayacağının sinyallerini verdi. Üniversitenin bu yöndeki başvurusunu olumlu karşıladıklarını belirten Özcan, "Kürtçe eğitim konusunda istenilenden fazlasını bile verebiliriz.
Bizden bölüm istediler, isterlerse enstitü de verebiliriz." dedi.
YÖK Başkanı Özcan, incelemelerde bulunmak üzere geldiği Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi'nde Rektör Prof. Dr. Gökay Yıldız'ı ziyaret etti. Bir gazetecinin, Kürtçe eğitim vermek için üniversitelerden kendilerine istek gelip gelmediğini sorması üzerine, böyle bir talebin Mardin Artuklu Üniversitesi'nden geldiğini söyledi. Kurulda bu konuyla eğitim komisyonunun ilgilendiğini kaydeden Özcan, talebe olumlu baktıklarını bildirdi. Başka bir soru üzerine, öğretmen yetiştiren fakültelerde öğrencilerin pedagojik formasyonunu, okurken almaları için YÖK'te çalışma yapıldığını aktardı. Kendisinin zamanında öğrencilerin okurken formasyon aldığını anlatan YÖK Başkanı, yakında eski sisteme dönüleceğini ifade etti.
Bu yıl Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni birincilikle bitiren öğrencinin 'Ailesini, sınıf arkadaşlarına emanet edemeyeceği' yönündeki açıklamaları hatırlatılan Özcan, konuya daha fazla yoğunlaştıklarını dile getirerek, şunları söyledi: "Tıp fakültelerinde diğer bölümlere göre part time çalışma daha fazla. Ancak o olaydan sonra rektörlerimizden rica ettim. Okula ayrılacak zamanlara daha fazla dikkat edilmesini istedik. Tam Gün Yasası çıkınca bu konu tamamen ortadan kalkacak." MUSTAFA YILDIZ BURDURZAMAN

20 milyon dolarlık tekzip
WASHINGTON’un, Devlet Başkanı Ahmedinecad’ı baskı altına alabilmek için sanal ortamda başlattığı siyasi - psikolojik savaşa Tahran aynı yöntemle cevap verecek. İran Meclisi, “ABD’nin tehdit ve komplolarıyla mücadele” için 20 milyon dolar ödenek ayırmayı planlıyor.
Türkiye başaramadı İRAN’ı kaosa sürükleyen provokasyonun mimarı olan ABD, bu oyunun provasını Türkiye’de yapmıştı. CIA ajanı Ross Wilson, büyükelçi görümünde Ankara’ya uçarken, çanakçılara dağıtmak için 400 milyon dolar getirmişti. Sanal savaşa karşı hazırlıksız yakalanan Türkiye, işbirlikçilerin ağır saldırılarına karşı koyamadı.
İran, ABD’yi kendi taktiği ile vuracak Washington, Ahmedinecad yönetimine boyun eğdirebilmek için siyasi - psikolojik baskılarını sanal ortamda devam ettirirken, Tahran da 20 milyon dolar ödenekle ABD’ye karşı savaş başlattı
İran ile ABD arasındaki soğuk savaş rüzgarları “sanal savaş” cephesinde de esiyor. İran Meclisi, “ABD’nin tehdit ve komplolarıyla mücadele” için 20 milyon dolar ödenek ayırmayı görüşecek. Bir grup milletvekilinin imzasıyla Meclise sunulan taslak, “ABD’nin sanal dünyada İran aleyhindeki yayınlarını engellemek, Washington ve Batılı yönetimlerin insan hakları ihlallerini ifşa etmek için bütçeden kaynak ayrılmasını” öngörüyor. Tahran yönetimi, ayrıca ABD’nin “yumuşak tehditlerine” karşı önlemler kapsamında Dışişleri Bakanlığı bünyesinde ve ilgili diğer bakanlıkların da katılımıyla özel bir komite oluşturmuş durumda.
Tehditlere karşı önlem İran, “ABD’nin kitle iletişim araçlarını kullanarak ve muhalif grupları destekleyerek yönetimine karşı faaliyette bulunmasını yumuşak tehdit” olarak değerlendiriyor. ABD Senatosunun İran’daki internet sansürüne karşı 50 milyon dolarlık özel bütçe taslağını görüştüğü basında yer almıştı. Bütçenin 20 milyon dolarının İranlı muhaliflerle yeni irtibat yollarının araştırılması, web sayfalarının engellenmesinin önlenmesi ve diğer iletişim sınırlamalarının kaldırılması için harcanması öngörülüyor.
Ahmedinecad aynı oyuna gelmedi Pentagon, muhalif ülkeleri çökertmek için psikolojik savaşı vazgeçilmez olarak görüyor. Basın -yayın organlarını finanse ederek yandaş haberler yaptıran ABD, Irak işgali esnasında Ankara ve Bağdat’ta da gizli planı devreye sokmuştu. 6 Ocak 2006’da, Amerikan Özel Operasyonlar Komutanlığı’nın programını gündeme getiren Yeniçağ, elçi görünümlü ajan Ross Wilson’un psikolojik savaşın kasası olduğunu, Ankara’ya uçarken çanakçılara dağıtmak için 400 milyon dolar getirdiğini deşifre etmişti. Türkiye ise psikolojik savaşa karşı koyamamıştı.

Son birkaç gündür aklımda yankılanan bir eski haber. Hatta 17 Ağustos 2009 Pazartesi günü bunu burada

İŞTE SÜRECİN TAM ANALİZİ. TERTİP HIZ KESMEDEN DEVAM EDİYOR başlığıyla yayınladım. Özetle aşağıya veriyorum.

“1998 yılında Genelkurmay Başkanı olan Org. Kıvrıkoğlu, ABD'nin bölge ülkeleri için tehdit oluşturduğunu açık bir dille belirtti. Kıvrıkoğlu, Vaşington ziyaretini iptal etti ve NATO döneminde ABD'yi ziyaret etmeyen ilk Genelkurmay Başkanı olarak tarihe geçti. Kıvrıkoğlu, "28 Şubat'ı bin yıllık mücadele azmiyle sürdürmeye kararlıyız" dedi. Yani ABD tehdidine karşı bin yıl da sürse direnilecektir. Mesajı alan ABD, aynı kelimeleri kullanarak cevap verdi: Bin yılın meydan okuması: MILLENIUM CHALLENGE 2002. Ve bu isim altında 24 Temmuz 2002'de Nevada Çölü'nde Türkiye'yi işgal tatbikatı yaptı. Bu, ABD tarihinin en büyük askeri tatbikatı idi. ABD'nin en önemli yarı resmi ajansı Assocıated Press, tatbikatın Türkiye'yi işgal senaryosu üzerine kurulu olduğunu yazdı. Deprem, yani bir karışıklık sonrası ordu yönetime el koyuyordu. Bunun üzerine ABD Deniz Kuvvetleri ülkenin güneyindeki adayı yani Kıbrıs'ı kuşatıyor ve 96 saat içinde hedef ülkeyi işgal ediyordu. Türk ordusunun saldırıya karşı hazırlanma müddeti olan 96 saat seçilerek, hedef ülkenin Türkiye olduğu adeta gözlere batırılıyordu”

ABD, Türkiye’yi en zayıf zamanında vurma tatbikatıdır bu.

Türkiye’nin şu günlerde yaşadığı güvensizlik ortamı düşünüldüğünde, bundan zayıf anı oldu mu?

*Ekonomi batmış, yanınızdan geçen her dört gençten biri işsiz ve potansiyel tehlike.

*Aydınları Ergenekon denilen sonu gelmez saçma sapan gerekçelerle içeri alınmış ve alınıyor.

*TSK yıpratılmaya çalışılmış, çalışılıyor.

*Yargısı siyasallaşmış, çatırdıyor.

*Kürt sorunu denmiş olmamış. Kürt açılımı denmiş olmamış. En son demokratik açılım diye halkın arasına nifak tohumları ekilmiş.

*Üretim %13,8 gibi 2. Dünya savaşı zamanında görülen şekilde gerilemiş.

*Tarım iflas etmiş.

*Memur/emekli/çalışan kan ağlıyor.

Vesaire vasaire.devamlı yazıyoruz bunları.

Dostlar bir de bu devirde sanayisini komple Marmara’ya yığmış bir ülkenin İstanbul gibi bir metropolünde büyük bir deprem olursa ne olur? Diye düşünmek bile istemiyorum.

Ama değişik haberler insana bunu düşünmeye zorluyor.

Bir haberde İsrail’in Gazze saldırısında değişik silahlar kullandığını, bunlardan biri Fosfor bombası gibi vücuda tek hasar, çizik bile oluşturmadan beyin ölümünü sağladığını söylüyor. Hatta yer altındaki tünelleri tahrip eden deprem etkisi yaratan bombalar kullanıldığı iddia ediliyor.

Sonra çıkıyor Ruslar, tüm haberleşme ve telekomünikasyon ağını saniyeler içerisinde yok edecek bir silah geliştirdiği gündeme geliyor.(bunu haber de yapmıştım: 08 Ağustos 2009 Cumartesi Rusya'dan bütün sistemleri çökertecek silah iddiası )

Tüm bunlar ve daha önce Gölcük büyük depremi sonrasında iddia edilenler. Nicola TESLA (Hatta Ergenekon dava tutanaklarında adı geçti. Meğer bizim Ergenekoncular bu deprem senaryolarından haberdarmış) nın çalışmaları sonrasında şuanda HAARP diye kısaltılan,deprem yapmaktan,elektronik sistemleri çökeltmeye kadar bir çok etki yaratan silah üzerinde de ABD/Rusya/Kanada/İsrail in çalıştığı biliniyor.Hatta Kanada’da ki HAARP tesislerinin aleni görüntüleri internette dolaşıyor

Bilimsel yanı yanında diğer açıdan bakıldığında gerçekten kaygı oluşturan açıklamalar duyuyoruz.

*Cem YAREN’in 18 Ağustos 2009 tarihli “Düzenli Düzensizlik” yazısını mutlaka okuyunuz.

http://cemyaren.blogspot.com/2009/08/duzenli-duzensizlik.html

*Hasan Hüseyin Memiş’in 20 Ağustos 2009 “Kimse kusura bakmasın ama artık yazılmalı” yazısını okuyunuz.

http://hhmemis.blogspot.com/2009/08/kimse-kusura-bakmasin-ama-artik.html

Bu iki yazıyı da ben alta birer kopyasını yinede koyuyorum.

*Birde dün akşam İlkyardım ve kurtarma ekiplerinde görevli bir arkadaşın/ağabeyin bana msn üzerinden yazdığı ama bugün ve dün haberlerde göremediğim iletiyi ekliyorum.(Arkadaştan izin almadığımdan dolayı isim vermeyi uygun görmedim. Msn ileti geçmişinin fotosunu koyuyorum.)

Başka bir hatta iki haber:

Başbakan Erdoğan, cumartesi günü Büyükada Anadolu Kulübü’nde dini azınlık ve sivil toplum temsilcileri ile yemekli bir toplantıda bir araya geldi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Büyükada’da azınlık cemaat temsilcileri, vakıf ve sivil toplum kuruluşları ile yemekli bir toplantıda buluştu.

20 Ağustos 2009 Perşembe yayınladı. Yani az önce.

LAİK MÜSLÜMANLAR OLMASIN DA HANGİ DİNDEN OLURSA OLSUN. SEVER.

Şimdi dikkat edin bu toplantıya katılanlar:

Avukat Kezban Hatemi

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç,

Devlet BakanıFaruk Çelik,

Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış,

Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay

İstanbul Valisi Muammer Güler,

Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş,

Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu,

Fener Rum Patriği Bartholomeos,

Ermeni Patrikhanesi Lideri Başpiskopos Aram Ateşyan,

Süryani Ortodoks Kilisesi Metropoliti Yusuf Çetin,

İşadamları Cem Hakko, ALİ AĞOĞLU,

Gazeteciler Oral Çalışlar,

Balçiçek Pamir

Toplantıda Türk Musevi Cemaatini Cemaat Başkanı Silvyo Ovadya,

Başkan Vekilleri Moris Levi ,Sami Herman , Başkan Yardımcısı Robert Abudara temsil etti.

Hahambaşı Rav İsak Haleva ise davetli olduğu halde dini vecibelerinden dolayı toplantıya katılamadı.

Şimdi sıkı durun: Yukarıdaki "dinsel milliyetçiliğe karşıyız" sloganıyla yola çıkılan Adalar toplantısına katılan ALİ AĞAOĞLU itiraf ediyor. Habere bakınız:

http://www.dunyabulteni.net/news_detail.php?id=86902

AĞAOĞLU'NDAN İSTANBULLULARI ŞOK EDEN İTİRAF

İşadamı Ali Ağaoğlu, İstanbul Avrupa yakasındaki binaların çoğuna çürük demir verdiklerini itiraf etti.

İnşaat sektörünün önde gelen isimlerinden Ali Ağaoğlu, 1970'li yıllarda İstanbul'un Anadolu yakasındaki binalarına çoğuna, babasıyla birlikte halka kusurlu malzemeleri sattıklarını itiraf etti. Ağaoğlu, İstanbul'daki olası bir depremin nelere mal olacağını anlatmak için kendi yaptığı kusuru itiraf etti. HURDADAN DEMİR, DENİZDEN KUM ÇEKTİK Ağaoğlu Referans gazetesinden Ayten Güvenkaya'ya yaptığı açıkalamada şu itiraflarda bulundu: "Olası bir depremde uzmanların açıkladığı 50 bin binadan çok daha fazlasının yıkılacağını, can kaybının ise milyonları bulabileceğini belirten Ağaoğlu, "Avazım çıktığı kadar bağırıyorum. İstanbul konut inşaat sektörünü en iyi bilen isimlerden biri olarak söylüyorum ki; mevcut yapı stoğunun yüzde 70'i deprem açısından güvenli değil. 1970'li yıllarda İstanbul'un Anadolu yakasında yapılan yapıların büyük bir kısmına inşaat malzemesini ben sattım. Kumları Marmara Denizi'nden demirleri hurdadan çektik. O zamanın şartlarında en iyi malzeme buydu. Sadece biz değil tüm firmalar aynı şeyi yapıyordu. Deprem olursa İstanbul'a ordu bile giremez, ölen şanslıdır" itirafında bulundu

Dünya Bülteni / Haber Merkezi

Şimdi bu itiraf nereden çıktı?

Ben söyleyeyim mi?

İstanbul depremi yaklaştı, hem de çok. Çünkü bu depremi sanıldığı gibi ALLAH yapmayacak. Faylar kendiliğinden kaymayacak, kırılmayacak. Buradan bilimsel ve sosyal birçok ipuçları var. Paranoya, komplo teorisi deyip geçilmeyecek kadar ciddi bulgular bunlar.

Buyurun; Cem YAREN ve Hasan Hüseyin MEMİŞ’in yazılarını da okuyun.

18 AĞUSTOS 2009 SALI-CEM YAREN

DÜZENLİ DÜZENSİZLİK

DEPREM HAZIR, KAPIDA BEKLİYOR, ELİ ZİLE UZANDI… Marmara Depremi ve sonrasında yaşanan depremlerden sonra Türkiye’de ölen insan sayısı belirtilenin en az 10 katı, 178.000 den fazla. Yıkılan, yok olan;çöken, yıkılan, üretimi duran yerler ile sebep olduğu işgücü ve üretim kaybı milyarlarca dolar düzeyinde. Dünya’dan Türkiye’ye gönderilen, gelen yardımların ve kredilerin çoğu buharlaştı ve yok oldu. Marmara Bölgesi’nde olası yeni depreme karşı alınan tedbirler ya yok ya da komik düzeyde. Bir proje dizisi yapıyor ve sunuyorsunuz, muhatap bile bulamıyor, çaycılar size çay bile satmıyor. Çünkü projenin adı, Marmara Bölgesinde yoğunlaşan sanayi ve üretim tesislerinin 1/10 modellerinin Türkiye’nin depremden en az etkilenecek bölgelerinde kurulması ve deprem sonrası ülkenin çöküşünü önleyecek üretimin kesintisiz başlaması. Kimse bana, hainlerin bütün ülkeye hakim olduğunu söyleyemezse, bu ihanete varan görmezliğin nedeni ne? Daha önce Anayurt Gazetesi’nde yazmış olduğum yazılarda defalarca belirttim. Çok kişi güldü, bazıları küfretti, geri kalan kısmı ise la havle çekti, unuttu gitti. Ama bir kez daha ifade ediyorum. Ekim 2009 dan sonra Haziran 2010’a kadarki sürede Marmara Bölgesinde çok ciddi boyutlarda bir deprem yaşanacak. Gaybı Allah bilir, evet. Ama bazı göstergeler ve bazı projeler bundan başka bir sonuç vermiyor. AB bize “İmtiyazlı Üyelik” konusunu dayatıyor. Bunun gerçekten ne olduğunu hiç düşündünüz mü? AB Türkiye’yi bir bütün olarak değil sadece Marmara Bölgesi olarak içine alacak. Bunun için de Marmara Bölgesi’nin yenibaştan imarı ile safra olabilecek insanlardan temizlenmesi gerekecek. Savaş söz konusu olamayacağına göre, deprem en iyi yol. Bu kez kontrolden çıkan MHD (Nikola Tesla) jeneratörü çok iyi geliştirildi. Denemeler tamamlandı. Olaya bilmesi gerekenden daha fazla girenler ve bilgi sahibi olanlar “intihar” süsü ile ortadan kaldırıldı. Marmara Bölgesi’ndeki depremden en çok etkilenecek illerimiz Bursa, Balıkesir, Çanakkale, İstanbul ve Tekirdağ olacaktır. Devlet de bu konuda hazırlanmıştır. Beş milyon ceset torbası ile beş milyon depremzedenin gömüleceği yerler de belirlenmiştir. Saygıdeğer okurlarım isterseniz yine gülün, yine dalga geçin ama özellikle Marmara Bölgesi’nde oturan okurlarım lütfen kendi çapınızda tedbirler alın. Aile fertlerinden en genç ve en zeki olanları Marmara Bölgesi dışına çıkarın. Evinizi sigorta ettirin. Kendi çapınızda alabileceğiniz ilk yardım ve hayatı idame tedbirlerini bir an evvel alın. Bunları yazmakla ne kadar büyük bir hata işlediğimin farkındayım. Ama yazmak zorundayım. Bildiklerimi, duyduklarımı sizlerle paylaşmak durumundayım. Çünkü bir ülkede bu denli büyük bir düzensizliğin aslında ne kadar mükemmel bir düzen içinde işlediğini görmek ve sizlere bunu aktarmak durumundayım. Ben ve benim gibilerin 2014’ten sonrasını görmemize ve yaşamamıza izin vereceklerini pek düşünmüyorum. Çünkü 2014 yılından sonrası çok farklı bir dünyaya doğru gidiyor. Türklerin zevali 2014’te bitmek ve kemali başlamak durumunda. Sakın ola ki bütün bunları sizleri mücadeleden vazgeçirecek unsurlar ya da propaganda olarak görmeyin. Aslında yoğun bir hazırlığa girin ve gelecek için mümkün olan her şeyi yapmaya çalışın. Çocuklarınızı ve evlatlarınızı geleceğe hazırlayın. Söylediklerimin teyidi aslında pek çok “projeksiyon”da var. İnternet’te ne aradığını bilenler onlara ulaşabilirler… BİR YER ÜSTÜ VAR, AMA YERALTINDAKİ TÜRKİYE’DEN ÇOK KÜÇÜK Bana kızanlar oluyor. Bana hakaret edenler oluyor. Hiçbir şey umurumda değil. İşte sizlere açıklıyorum. “Şehitler Tepesi Boş Değil”de sözünü ettiğim vatan evlatları, bugünkü soysuzlar, kuklalar, soytarılar ile didişip kendilerini harcatmak için değil, 2014 sonrası Türkiye için görevlerinin başındalar. Sayıları artıyor. Ama emin adımlarla. Bana sorabilirsiniz “sen de onlar içinde misin diye” hayır değilim, olamam, çünkü ben ne kadar temiz kalmaya gayret etsem de temiz kalamadım. Onların arasında yer alabilecek şerefe ulaşmam mümkün değil. Belki de onlar beni bu üzüntü ve yıkımdan korumak için bana sırlarını kısmen açıyorlar. Demek ki onlar nezdinde bir kenara atılabileceklerden değilim. Buna da şükür… Bugüne kadar kaç yazar sizlere, kendi durumunu benim kadar açık yazabildi. Kendisinin umulduğu kadar temiz kalamadığını itiraf edebildi? Varsa yazın, ben de öğreneyim. Evet, fazla değil 5 yıl sonra 2014’ten sonra ortaya çıkacaklar şimdiden yer altına indiriliyor. Bugün “şehit” olarak toprağa verilenler yarın karşınıza çıkabilirler. Çünkü 2014’ten sonraki Türkiye “Adriyatikten Çin Seddi’ne kadar” olan Türkiye’dir. Buna emin olun. Merhum Turgut ÖZAL’ın infazının temelinde de bu vardır. 2014’ü öne çekmeye çalışanlar birer birer yok edildi. Merhum TÜRKEŞ, Merhum KAHVECİ ve hatta Merhum Said-i NURSİ… Şaşırdınız değil mi? Benim gibi bir insanın Said-i Nursi’den Merhum diye bahsetmesine… Said-i Nursi hakkında bu milletten kasıtlı olarak gizlenenleri de yazmaya çalışıyorum. Bu nedenle büyük bir baskı ve hatta tehdit altındayım. Ama bitti diyebilirim. Ya ben ya da benden sonra birileri bu kitabı yayınlayacak. Ama bu kitap, bana Said-i Nursi hakkında bilgileri verirken benden söz aldılar. Bunların Said-i Nursi’nin yaşamı olarak ele alınmaması konusunda. Bu bir roman olacak. Ama herkes orda kastedilenin Said-i Nursi olduğunu anlayacak. İrlanda Cumhuriyet Ordusu’na yardım eden padişahın kim olduğunu, bu yardımı onlara kimin ulaştırdığını; İngilizler’in İstanbul’u işgaline karşı onlara karşı mücadeleyi başlatan kişinin kim olduğunu, kendini Amerika’ya ve başkalarına kullandırmadığı için kimin, kimlerin defterin dürüldüğünü… Merhum Adnan MENDERES ile Merhum Nazım Hikmet RAN’ın gerçekte kimler olduğunu… O kitapta bulacaksınız. Ve ben bu kitabı kendi adımla yayınlamayacağım, yayınlattırmayacağım. Ama beni takip edenler bu kitabın basılıp satışa sunulduğunu mutlaka öğrenecekler, ben olsam da olmasam da… Kısaca saygıdeğer dostlarım, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar yayılacak bir Türkiye’yi yönetecek olanlar ile koruyacak olanlar şu an yerin altında. Yerin üzerinde görünenlerin neredeyse tamamı figüran. Amma da uçtun diyenler olduğunu düşünüyorum. Varsın olsun, söyleyin. Benim “ben söylemiştim, ben yazmıştım” diye böbürlenecek bir sıkıntım ve beklentim yok. Ben sizlerle sadece bildiklerimi ve öğrendiklerimi paylaşıyorum. Peki ben nasıl öğreniyorum? Vallahi ben de bilmiyorum ama bana aktarılması gerekenler bir şekilde aktarılıyor… Sizlere sadece “Yaşanan düzensizliğin matematiğine dikkat edin, mükemmel düzenli bir matematik söz konusu” diyorum. Bir de bu bölümün sonu olarak; “Türklerin kemali gelmeden Dünyanın zevali söz konusu değildir” cümlemi bir kenara not etmenizi istiyorum. Satır aralarını okuyanlar, yazdıklarımı sorgulayanlar bu yazımda bir ansiklopedi hacmi kadar ip uçları bulabilirler. Daha açık yazamadığım için beni bağışlayın… Devamı Allah’ın izni ile olacak…

20 AĞUSTOS 2009 PERŞEMBE-HASAN HÜSEYİN MEMİŞ

KİMSE KUSURA BAKMASIN, AMA ARTIK YAZILMALI

SODA ŞİŞESİNİ GİZLEME OYUNU

O gece her şey çok tuhaftı, kimi aradıysa ulaşamamıştı, evdekilerden de hayır yoktu ama canı çok şey istiyordu. Sinirliydi, babası Fetullah’ın okulunda müdür olmuştu. Çevresindekiler kendisi ile dalga geçiyorlardı, kısa boylu dolgun dudaklı icracı, söz yazarı, besteci bayanın. Vücudundaki yangınların aşağılara kaydığını fark etti. Oturduğu yerden yatak odasına kadar gidip en irisinden bir zıbık ile ateşini söndürebilirdi. Ama dayanacak gücü yoktu. Tam karşısında duran soda şişesi ona sanki göz kırpıyordu. Daha fazla dayanamadı gecenin 00:30’u gibiydi. Hiçbir şey düşünmedi hatta şişenin temizliğini ya da pisliğini. Nasılsa hizmetçi getirmeden silmiştir dedi ve boş soda şişesini eline alıp kısa sürede vuslata erdi. Yangın öylesine bunaltmıştı ki, biraz biraz daha derken birkaç tiz çığlık sonrasında soda şişesini içinde kaybetmeyi başarmıştı. Durulduktan sonra pişman olmuştu, ama ne yapabilirdi ki? Peki ya şimdi bu soda şişesini oradan nasıl çıkaracaktı. Tutmak mümkün değildi, çünkü iç salgıları o adar yoğun olmuştu ki şişeyi parmaklarla tutmak mümkün değildi, sürekli parmaklarının arasından kayıyordu. Değişik alet ve edevat ile bu operasyon gecenin 03:00’ına kadar sürdü, başaramıyordu. İçindeki şişe onu öylesine tedirgin ediyordu ki sabaha kadar dayanamadı. Çevresinde o gece için yardım alabileceği hiç kimse yoktu; -Tam işe yarayacakları zamanda hiç biri yanımda olmaz orospuların, puştların. dedi. O gece evinde klan daha yeni yeni parlamaya başlayan, uyuşturucu bağımlığı çenesinde koca beni olan kızı uyandırmak üzere odasına gitti. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın, kızı uyandırmak mümkün değildi. İş başa düştü deyip doktoruna telefon etti. - Bana hemen birilerini bul, soda şişesi içimde kaldı, çıkartamıyorum. - Soda şişesi nerenizde kaldı? - Soru sorma, içimde işte… Saat sabahın 05:00 civarı, ünlü sanatçı ameliyat masasındaydı. Lokal anestezi ile soda şişesi “kutsal mağara”sından çıkarılmıştı. Kısa boylu, etli kalın dudaklı kız o gün bir karar verdi. İçinde kalanlara şimdi bir de soda şişesi eklenmişti. Bu böyle gidemezdi. O zaman bir yerlerde sürekli bir “ihtiyat” güç hazır tutulmalıydı. Kendi çevresindeki canlı, cansız bütün alet, edevatı denemişti. Artık değişiklik yapmalı yepyeni bir alana açılmalıydı. Her seferinde dahası ve daha fazlası… Ertesi gün Türkiye’nin ünlü gazetelerinden birine ilan verdi, “Lüks bir konutta güce dayalı işleri yapmak üzere özelikle Güneydoğu Anadolulu erkekler aranıyor. Ücret ve ekstralar dolgundur.” Minik yavru kuş o gün itibarı ile “Kürt Açılımı”na bacak arasından katılmaya karar vermişti. İlan nedeniyle gelenlere, film tabakası bulunan aynanın arkasından bakarak seçimlerinde katkıda bulunmuştu. Adaylar, sürekli sıvılarla ağırlanıyor ve tuvalete gitmeyen hiçbir aday hakkında kesin bir karar verilmiyordu. Tuvalete giden aday, neredeyse her santimetrekaresi gizli gözlerle donatılmış tuvalette habersizce inceleniyor ve hakkında karar veriliyordu. Kısa sürede, bu seçim İstanbul’un azgınları arasında hızla yayıldı. Hemen herkes aynı ilanı verip seçim yapmaya başladı. Doğaldır ki, sapkınlığın sonucu yoktu. Gittikçe seçimler daha da ayrıntılı hale geldi. Dış görünüşü ile konuşmadığı taktirde vamp bir bayan görünümünde olan baylar (!) seçimlerde tercih edilir oldu. Ne de olsa onları çok amaçlı olarak kullanmak mümkün olabiliyordu. Hatta, tecrübeleri sayesinde sapkınların önünde her seferinde farklı zevklerin kapıları açılıyordu. PKK, durumu kısa sürede fark etti. Bu sektöre el attı. Adayları örgüt, birilerine yönlendirmeye başladı. İstanbul sosyetesinin büyük bölümünün her birinin evine en az bir ajan sokmuş oldu. Eeeee ne olmuş? Son “Kürt Açılımı”nda bunların etkin rol almaları konusunda PKK her birine ciddi bir talimat gönderdi. Talimatın ekinde bir başka önemli buyruk daha yer almaktaydı. Elimiz daraldı, ……. Euro’yu da malum hesaba yatırın. Yoksa… “KÜRT AÇILIMI” MALUM YERLERE ENDEKSLENDİ BİLE

Anlayınız artık lütfen. Açılım ne “Kürt Açılımı” ne “Demokrasi Açılımı” ne de başka bir şey… Oyunun adı, Cem’in de teşhis dip yazdığı gibi “Düzenli Düzensizlik” oyunu. Eğer amaç demokrasi, hak, adalet ya da kutsal bir değer olsa Kocaeli Arızlı’da yaşanan devlet terörü, devlet gaspı haline gelen “Deprem Konutları” işgalciliğini hangi makul açıklama ile değerlendirebiliriz ki. Malum amaçlarla “Norşin”leyen Cumhurbaşkanlığı Makamında oturan zat-ı muhterem, deprem konutları işgalinde nerede? Davos’un gür ve aslan yürekli sesi (!) işgal kahpeliği konusunda neden tek kelam etmiyor? Yoksa oradaki insanların suçu, devlete mermi sıkmamak, Apo denen alçağın kuyruğu olmamak mı? Bakın, Fetullah ya da Tayip medyası ile faşist libolar, demokrasi şampiyonu (!) besleme medya bu olaya ne kadar yer veriyor. Sessizliğin sebebi “fırtına öncesi birikim” mi, ya da bir başka şey mi? İsterseniz, bir şeylerden bahsedeyim. Grisini siz düşünün. Muhtemel ve müstakbel bir deprem için İstanbul’da 5 milyon, Marmara Bölgesi’nde toplam 10 milyon ceset torbası hazır. Üçüncü köprünün güzergahı 2001’de belirlenmişti. 2002’den sonra bölgeye eski bir bakanın avukat oğlu çetesi ile birlikte gitmişti. Arazi kapatıyor, hazine arazilerine sahte tapular verip zavallıları oralardan sürüyorlardı. Bu durumu o yıllarda sizlere yazmıştım. VKGB yasal örgütünün içinden biri bu avukat denen deyyusu Beykoz’da dövdüğü için pisliğe bulaştırılmak istenmişti. Bölgede devlet ya da kamu görevlileri artık güçlü deprem konutlarında oturmaya başlamak zorundalar. Çünkü onların, yeni oluşumun hizmetinde çalışmaları için bu zorunlu. Dikkat edin, işgalciler vali yardımcısı, müdür düzeyinde. İstanbul için VİZE alınacak PASAPORT’ların çizimi tamamlandı. Darphanede yakında baskıya girecek; muhtemelen 7 Eylül’den sonra. Ailenin İstanbul’da ikameti için aylık geliri en az 5.000 USD, Marmara Bölgesi’nde ikameti için aylık gelirinin en az 3.000 USD olması gerekecek. Gelirin gerçekliği MERNİS Sistemi ile otomatik olarak sorgulanacak. Dolmabahçe Sarayı MECLİS haline getirilmeye çalışılıyor, Haydarpaşa Garı da Merkez Bankası. İstanbul’da depreme karşı güçlendirilmiş yapılar ileride kullanılmasında sakınca olmayan binalar, inatla güçlendirilmeyenler ise altında yüz binlerce Türk’ün kalıp can vermesi için bir kenara konulmuş ölüm tuzakları. İstanbul’un nüfusu en fazla 5 milyon olarak sınırlanmış durumda. Peki şu anda orada yaşayan diğer milyonlar? Onlara ne olacak? Torbaları hazır ya ne olurlarsa olsunlar. Şimdilik bu kadar yeterli, bilinmemesi gerekenleri fazlaca bilmek hiç iyi şeyler getirmez değil mi?

*** Peki benim elime bu bilgiler nasıl geçiyor? Cem sağolsun. Ona her gün ulaştırılmaya çalışıla bilgi ortalama 3-4 klasör civarında. Allah'tan tüm arşiv düzenlenip yurt dışında bir kaç dost toprağa gönderildi.