Bilderberg aslında Amerikan sermayesinin ve elitinin, CIA'in Avrupa ayağıdır. Prens Bernhard'In eski bir NAZİ üyesi olduğu bilinmektedir.Rockefeller, J.P. Morgan, Rotschilds gibi ünlü aileler de bu gizli teşkilatın arkasındadırlar. Bilderberg masonik gizli bir teşkilattır. Ama toplantılara çağırılanların ille de mason olması gerekmez.
5 Eylül 2009 Cumartesi
CFR (Council on Foreign Relations / Dış İlişkiler Konseyi), I. Dünya savaşı sonrası, ABD, dünyanın yeniden paylaşımında yerini aldığı Paris Konferansı’nın (Türkiye bu konferansta paylaşılmıştı) ardından dünya egemenliğini elde edebilmek üzere ABD dış politikasını siyasal ve ekonomik bir düzene oturtmak için 1921’de kuruldu. Yaygın kanının tersine, CFR bir Amerikan icadı değildir. ‘Güney Afrika Elmas Kraliçesi’ olarak ünlenen Cecile Rhodes, Britanya İmparatorluğu’nun dünya egemenliğini sürdürmek amacıyla, 1910’larda “Yuvarlak Masa” toplantıları düzenlemeye başlar. Bu toplantıların sonunda Royal Institute of International Affairs (RIIA) kurulur. Güney Afrika Boer savaşçılarından, Sir Alfred Milner, Britanya’nın Güney Afrika Yüksek Komiseri’dir. Milner’in sekreteri Lionel Curtis, 1919’da kurulan RIIA’nın işin mimarıdır. RIIA, daha sonraları CFR’nin kuruluşuna yardımcı olmuştur. Böylece, ABD ve İngiltere’nin üst tabakalarının dünya egemenliği sürdürme çalışmaları bir eşgüdüme kavuşmuştur. Biraz özenli düşünenler, hemen ayırdedeceklerdir ki, dünya paylaşım savaşı dönemlerinde ve küçüklü büyüklü bölgesel çatışmalarda, ABD ile İngiltere arasında herhangi bir sürtüşmeye rastlanmaz. Bu uyumda dünyayı ele geçirme ortaklığının ve eşgüdümün payı denli, arkadaki uluslararası para gücünün ve devlet yönetimlerini ele geçirmenin de katkısı vardır.
Clinton’un akademik yol göstericilerinden, Georgetown Üniversitesi Dış İlişkiler Okulu tarih profesörü Caroll Quigley’e göre yuvarlak masa gruplarının yaratıcısı Cecile Rhodes, İngiliz İmparatorluğu’nun korunması için arka plan topluluklarının örgütlenmesini düşünmüş ve bu tür çalışmaların sürdürülmesi için bir servet bırakmıştır. Caroll Guigley, ‘Rhodes Bursu’ nun şirketlerle akademik dünya arasındaki bağları pekiştirmek amacıyla oluşturulduğunu belirtiyor. İlginç bir rastlantıdır ki, Clinton da Rhodes bursuna uygun görülenler arasındadır. Clinton’un yanı sıra, Türkiye’ye sık getirilip, “demokrasi” ve “ahlak” dersi verdirtilen Elliot Levitas ve NED yöneticilerinden Richard Lugar da Rhodes burslularındandır.
RIIA, nasıl İngiltere üst tabakasının eseriyse, CFR de Amerikan seçkinlerinin eseridir. Bu ‘özel’ görünümlü kulüpte Amerikan denetimli dünya şirketlerinin temsilcileri, ABD başkanları, büyükelçiler, dışişleri bakanları, borsa şirketlerinin yöneticileri, bankerler, çok uluslu şirketlere bağlı vakıfların temsilcileri, “think tank” yöneticileri, ‘lobici’ avukatlar, NATO’nun ve ABD’nin önde gelen deneyimli askerleri, medya patronları ile üniversite yöneticileri, özenle seçilmiş profesörler, federal devlet kongresinden seçilmiş üyeler ve senatörler, yüksek yargı üyeleri ve zenginler kulüplerinin temsilcileri yer almaktadır.
CFR, ABD’ye uygun bir dünya düzeni kurulması, bu düzenin siyasal ve ekonomik yönetiminin elde bulundurulması için gereken kararları almaktadır. II. Dünya savaşına girme kararlarının alt yapısı ve savaş sonrasının dünya düzeninin planları, CFR çalışma gruplarınca hazırlanmıştır. II. Dünya savaşı süresince, ABD’nin dünya egemenliği amacını kamuoyundan gizlemek için yaptığı soyut ve genel açıklamaların içeriğinin yanı sıra, propaganda yöntemi bile CFR komitelerince önerilmiştir.
CFR, II. dünya savaşı sonrasının planlanmasında, eski usul toprak egemenliğine (kolonial) dayalı sömürgecilik yönteminin geçersizliğini benimseterek, ABD Dünya İmparatorluğunun kurulmasına ve yönetilmesine aracı olacak barışçıl kurumlaşma kararları ile birlikte, Birleşmiş Milletler’in yasal ve düzensel tasarımlarını hazırlamıştır.
ABD’nin dünya doğal kaynakları üstündeki egemenliğinin sağlama alınarak, ham madde kaynağı olarak görülen ülkelere ABD’den mal ihracatını güvenceye kavuşturulmasının tek yolu, ulus-devlet direncinin kırılmasıdır. CFR, bu amaçlara uygun olarak, “tek dünya - tek devlet” düzeninin parasal yönetim dizgesinin oluşturulması önerilerinde bulunmuş ve 1942’de dünyanın yeniden ele geçirilmesi planına uygun bir adla, “Yeniden Yapılanma ve Kalkınma için Uluslararası Banka(IBRD/Dünya Bankası)’nın kuruluş çalışmalarını gerçekleştirmiştir. Bu arada, dünya para piyasasının denetimini sağlamak üzere “Uluslararası Para Fonu (IMF)”nin yasal ve teknik çalışmaları da CFR tarafından yapılmıştır.
Böylece, ABD dış politikasında temel ilke olarak, her yasanın ve her kararın gerekçesi yapılan “ulusal güvenlik” ve “ulusal çıkar” terimlerinin kapsamı, CFR tarafından belirlenir olmuştur. ABD’de federal devletin anti-demokratik yapısını eleştirenler, sık sık “Kimin ulusal güvenliği?” ya da “Kimin ulusal çıkarları?” sorularını yinelerler. Bu tür sorularda haklılık payı azımsanmayacak denli büyüktür. CFR’nin politik egemenliği demek, büyük şirketlerin, büyük bankerlerin ve onların çevresinde kenetlenmiş ulusun çok küçük bir bölümünü oluşturan seçkin devlet memurlarının ve akademik dünyanın egemenliği demektir. “Lobicilik” ya da “halkla ilişkiler” adı altında sürdürülen göz boyama, yanlış ve eksik propaganda bu seçkinler egemenliğini gizlemeye yöneliktir.
CFR, salt öneren bir örgüt de değildir. Örgütün çalışmaları devlet yönetimiyle birlikte yürütülmektedir. Örneğin, CFR’nin yaklaşık 100 görevlisi, 1939’dan 1945’e dek, “War and Peace Studies Project (Savaş ve barış Değerlendirmeleri)” adı altında II. Dünya savaşı sonrasını planlama çalışmalarını sürdürürken, ABD hükümet yetkilileri de bu çalışmalara katılmışlardır. Planlamanın üst yönetim komitesine ABD Başkanı Roosevelt’in büyükelçilerinden Norman H. Davis başkanlık etmiştir. CFR’nin yayın organı “Foreign Affairs”in editörü Hamilton Fish Armstrong komitenin ikinci başkanlığını yaparken, CFR yürütme direktörü Walter H. Mallory komitenin sekreteri ve Alvin H. Hansen, Jacob Viner, Whitney H. Shepardson komite üyeliğinde bulunmuşlardır. Komite üyeleri arasında sonradan CIA’yı kuracak ve direktörlüğünü yapacak olan Allen Welsh Dulles, Hanson W. Baldwin ve CFR direktörü Isaiah Bowman da bulunmaktaydı. Rockefeller Foundation (Vakfı), bu çalışmaları başlatmak üzere, nakit 300.000 dolar ödemişti. Böylece, II. Dünya savaşı öncesinde “büyük alan (Grand Area)” olarak tanımlanan Almanya dışındaki topraklarda, daha sonra da tüm dünyada, ülkelerin kaderleri ve ABD’nin iç ve dünya politikası, ABD’nin çok uluslu şirketleriyle bankerlerin kararlarına bağlanmıştır. CFR, dış politikada salt açık-diplomatik olayları yönlendirmekle kalmayan ve örtülü operasyonların ana hatlarını da çizen bir kulüp niteliğine sahiptir. CIA direktörleri, CFR’ye raporlar sunmuş, operasyon uygulamaları ve sonuçları kapalı toplantılarda değerlendirilmiştir. CFR ile ABD federal devlet yönetimi iç içe geçmiştir. Federal devlet kadrolarının seçiminde, dışişleri görevlilerinin atanmalarında, CFR’nin yönlendirmesii kaçınılmazdır. Federal devlet yönetiminde en etkili konumlara CFR üyeleri getirilmiş, ya da en etkili görevlerde bulunanlar sonradan CFR’ye üye olarak alınmışlardır.
Henry kissenger CFR, basına kapalı olarak gerçekleştirlen ve konuşma metinleri açıklanmayan toğplantılar yapar. Bu kapalı toplantılara sınırlı sayıda özel konuklar katılır. Bu tür toplantılar, New York City’de “58 East 68. Street” adresindeki “The Harold Pratt House” adlı binada bulunan CFR merkezinde gerçekleştirmektedir. Kapalı ve özel toplantılardan birinde, açıklamalarda bulunan CIA direktörü Bissel’in raporu, ülkelerin yönetimlerini elemanlaştırılmış kadrolarla ele geçirme yöntem ve uygulamalarına açıklık getirmiştir. Daha sonra dışarı sızan ya da sızdırılan bu açıklamalar büyük yankı uyandırmıştır. CFR, 1980’li yıllarda “project democracy” operasyonuna uygun olarak, yabancı ülkelerdeki politikacılarla ve “sivil” kuruluş temsilcileriyle doğrudan ilişkiler geliştirmiştir. Ülkelerin siyasal parti yöneticileri ve hatta hükümet üyeleri, CFR komisyon toplantılarında “testimony (ifade)”lerde bulunur olmuşlardır. CFR, bir bakıma, Birleşmiş Milletler’in yerini alan ve gerçek gücü temsil eden bir kurum konumundadır. ABD egemenliğini – daha sonraları “küreselleşme” denecektir – kabullenenler ya da paranın ve silahlı gücün önünde eğilenler, CFR ile ilişkiler kurmaya özenmişlerdir.
CFR, ABD’ye gelen yabancı devlet başkanlarının, başbakanların, ordu yönetimlerinin uğrak yeri olmuştur. Bu uğrayışlar, bir çok başka ilişkide yapıldığı gibi, konferans adı altında düzenlenen toplantılarla yasallaştırılmıştır. Burada önemli olan, yabancı devlet adamlarının sözde “düşünce kulübü” toplantısı adı altında katılımları, yarım yamalak da olsa, ABD dışındaki üçlü egemenlik ülkelerinin (Trilateral Commission/ ABD-Batı Avrupa-Japonya) borusu arada bir ötse de, uluslar arasında her şeye karşın hukuksal bir anlaşmaya yaslanan Birleşmiş Milletler kurumu yerine, hiçbir hukuksal zemini bulunmayan, CFR ve yan örgütlerinin meşrulaştırılmakta, öteki devlet yöneticilerinin katılımını da özendirmektedir. Bu meşrulaştırma ya da boyun eğme öylesine bir durum almıştır ki, yaklaşık on yıldır, BM’nin adı duyulmaz olmuştur. Uluslararası anlaşmazlıkların çözümü artık Akev’de, CFR’de ve NED bürolarında aranmaktadır. Birleşmiş Milletler ise, Washington çevresinde alınan kararların dikte ettirildiği bir örgüt konumuna düşürülmüştür. Bu duruma, ABD’nin dünya egemenliğinin dolaylı olarak kabulü dense yeridir. Çünkü, dolaylı da olsa kabul etmeyen devletlere, ABD yönetimince, “terörist” ya da “teröre destek veren” ya da “din hürriyeti düşmanı” ya da “İnsan hakları ihlalcisi” damgası vurulmaktadır. CFR toplantılarından eksik olmayanlar AKP kurucusu, sonra başbakan ve daha sonra da Dışişleri Bakanı olan Abdullah Gül, o zamanların Refah Partisi üyesi, RP-DYP koalisyon hükümetinin devlet bakanı olarak, 26 Şubat 1997’de New York’da CFR’ye gitmiş ve “Yuvarlak Masa Toplantısı”na katılmıştır. Bilindiği üzere, yuvarlak masa toplantısı kamu-oyuna, hatta ilgili kuruluşun tüm üyelerine açık olmayıp, bilimsel ya da siyasal bir konferanstan farklıdır. Sınırlı sayıda katılımcıyla gerçekleştirilir. T.C. Devlet Bakanı Abdullah Gül, orada genel dünya politikalarıyla ilgili bir toplantıya da katılmamıştır. Toplantının konusu özel ve özgündür: “The Refah (Welfare) Party and Turkish Foreign Policy (Refah Partisi ve Türk Dış Politikası).” Bu toplantıyı, eski “influence agent” lardan Matthew Nimitz yönetmiştir. Beş yıl sonra, 6 Nisan 2001’de, yine New York’da, “U.S. – Turkish Relations in the 21st Century” (21. Yüzyılda Birleşik Devletler - Türk İlişkileri) toplantısı yapılmıştır. Bu toplantıda TBMM’den Mehmet Ali İrtemçelik (ANAP MV, Eski İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı), Abdullah Gül (SP MV, TBMM Dışişleri Komisyonu ‘DK’ üyesi), Kamran İnan (ANAP MV, TBMM DK Başkanı), Tahir Köse (DSP MV, SHP-DYP Hükümeti Eski Sanayi ve Ticaret Bakanı), Oktay Vural (MHP MV, TBMM DK üyesi), Ayfer Yılmaz (DYP MV, SHP-DYP Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı, Eski Hazine Müşteşar Yrd.) konuşmacı olarak bulunmuşlardır. Toplantıda CFR’yi temsilen “CFR Peace and Conflict Studies (Barış ve Çatışma Değerlendirme)” üyesi, Rockefeller Foundation (Vakfı 1996-97) görevlilerinden Hint kökenli Amerikalı Bayan Radha Kumkar da yer almıştır.
Bu ciddi ve önemli toplantılarda, neyin nasıl konuşulduğunu, hangi CFR seçkinleriyle toplanıldığını bilmek güç. Çünkü, Türkiye’de her şeyin ‘şeffaf’ olmasını isteyenler, sözkonusu ABD olunca, ‘şeffaflık-transperancy’ sloganlarını unutup kapanmaktadırlar. Ne ki, bir TV programında, CFR toplantısına, Türkiye’deki “türban sorunu”nu anlatabilmek için, tanık olarak Kanada’dan türbanlı bir bayan getirildiğinin açıklanması, bu işlerin ne denli inceden örüldüğünü de göstermektedir. CFR çalışmalarına güncel ve Türkiye’yi yakından ilgilendiren bir örnek: 2001 sonbaharında, ABD’nin Afganistan’a silahlı müdahalesi başlamak üzereyken, CFR’de yapılan bir toplantı sonucunda alınan kararların özeti bile etkinliğin boyutunu göstermektedir. ABD uzun yıllardır aleyhinde “Din Hürriyeti ve İnsan hakları Raporları” düzenleyerek iç muhalefet örgütlemekte olduğu Özbekistan’la birdenbire uzlaşmaya varmış ve bu ülkeyi Afganistan ‘muhalif güçleri’ne lojistik destek verecek bir üs olarak kullanmıştı. ABD, Afganistan’ı bombalamaya başlarken, aynı günlerde CFR, yakın geleceği çizmekteydi. Orta Asya’ya yönelik CFR yuvarlak masa toplantısında alınan kararlara göre, ABD’nin Asya politikasının geleceği biçimlendirilmişti. Özetle: a)ABD Özbekistan’a uzun dönemli olarak yardımda bulunmamalıdır. Hatta uyuşturucu madde mücadelesi gibi konularda bile yardımda dikkatli olmalıdır. Bu tür yardımlar, Özbekistan’daki rejime ve yolsuzluğa yardım etmek demektir. b) ABD baskıcı rejimlere yardımı artırırsa, bu Asya’daki kararsızlığında yükselmesi demektir. c) Orta Asya ülkeleriyle güvenlik ilişkileri kurulmuştur. Bu ilişkiler, iktisadi gelişmeler ve enerji alanlarıyla sınırlı bulunmaktadır. CFR kısaca demek istiyor ki, salt Özbekistan desteklenmeyecek, daha geniş ilişkiler kurulacak. CFR, ABD’nin doğrudan Orta Asya ülkeleri arasındaki güvenlik (askeri) ilişkilerine girmesini istememektedir. ilişkilerin ters tepeceğinden endişe taşıdığı görülen CFR, bu ülkelere üçüncü devletler aracılığıyla girilmesini önermekte ve “Özellikle Türkiye, Hindistan, Avrupa Örgütleriyle ve hatta Rusya ve İran ile, Orta Asya’da güvenlik ve iktisadi ilişki kurulmasında” yarar görmektedir. Amerikalıların yumuşak deyişiyle buğulanmış dolaylı anlatımından ayırarak söylemek gerekirse: ABD, Asya ilişkilerine kendisi doğrudan girerse olumsuzluklarla karşılaşabilir. Bu nedenle maşa olarak öncelikle Türkiye’yi kullanılmalıdır. Bu noktada bir an durup, Türkiye’de “project democracy” eyleminin ilk halkalarından olan 1990 Bodrum toplantılarını ve Orta Asya ülkelerinde ABD’ye entegrasyonu savunanlarca oluşturulan eğitim zincirlerini, NED’in Orta Asya “project” atölyelerini anımsamakta yarar var! CFR’nin yuvarlak masa toplantılarında geliştirilen bir öneri, NED ve bağlı örgütlerin operasyonlarının ABD dış politikasıyla ve askeri işlerle ilişkisini de göstermektedir: “Birleşik Devletler, Özbekistan’daki insan haklarının geliştirilmesini iteklemeyi sürdürmeli ve – buraya dikkat- uyumakta olan sivil toplum muhalefet güçlerini desteklemeyi sürdürmelidir. (..) B.D politikası (son operasyonda) küçük rolleri bulunan Tacikistan ve Kırgızistan’ın da içinde bulduğu bölgede odaklanmalı...” ABD hazinesinden “sivil” örgütlere para aktarma organı NED ile CFR ilişkisi CFR’nin üst düzey yöneticileri hemen hemen hepsi, ya NED ya da NED’e bağlı örgütlerin yönetimlerinde yer almaktadırlar. Bu yöneticiler “project democracy” dönemi (1983) öncesinde, ya dünyayı yönlendiren örgütlerde ya da dinsel vakıflarda görev almışlardır. CFR aslında, Rockefeller kartelleri başta olmak üzere çok uluslu şirketlerin ve finans odaklarının sahiplerini ve üst düzey yöneticileri ile o şirketlere bağlı vakıfların temsilcilerini, kapalı-gizli oda (think tank) üyelerini, CIA’ye hizmet verenleri, CIA’ya eleman yetiştiren devlet üniversitelerinin elemanlarını, muhafazakar (demokrat ve cumhuriyetçi muhafazakar) siyasetçileri, devletin dışişlerinde ve dış misyonlarda görev yapan elemanları, George Soros ve onun adamları gibi para piyasası oyuncularını buluşturmaktadır. Bu durumda, operasyonun hedefindeki Türkiye benzeri ülkelerde “sivil” atölyeler adı altında kurulan alt örgütlenmelerle hazırlanan masum raporları, IRI’ye, NDI’ye ya da CIPE’ye, ACILC’e, Rockefeller Foundation’a ve benzeri “NGO”lara verdiğini sananlar, fena halde yanılmaktadırlar. Çünkü, CFR’ye ulaşan bir rapor, kartellere, kilise örgütlerine, istihbaratçılara verilmiş olmaktadır.[1] Bu tür rapor sunuculuğunda ve ilişkilerde herhangi bir sakınca görmeyenlere denilebilecek bir şey yok. Ne ki, en “sivil” ve en “şeffaf” olmakla övünüp, halkın gözüne girmeye çalışan bu atölyecilerin de, CFR’den “şeffaf” olmasını ve toplantı tutanaklarını açıklamasını isteme hakları vardır herhalde.
Bu tür bilgiler açıklandıkça Türkiye Cumhuriyeti’nin - çoğunlukla anlaşılmaz bir biçimde başka devletlerin rüzgarına kapılarak- tarihsel geçmişine ve Cumhuriyet devletinin kuruluş ilkelerine hiç de uygun olmayan maceralara sürüklenmesi, ulusal egemenliğini parçalayacak denli bağımlılaşmasının nedenleri anlaşılabilecektir..
ATLANTİK KONSEY BAŞKANI DAVİD PHİLİPS İLE “AKRABA OLDUK”
Atlantik Konsey Başkanı David Philips ile “akraba olduk” ‘Kürt açılımdan sonra Ermeni açılımı toplantısında da Atlantik Konseyi var” Sonunda bunu da yaptılar AVRUPA AJANSI (AVA) Mahir tAN- Londra ABD başkanı Barak Obama’nın Türkiye ziyareti sırasında TBMM’de yaptığı konuşmada yaptığı “öneriler” sırayla gündeme geliyor. “Demokratik açılım” dan sonra gündeme yerleşen, uzun ‘Ermeni açılımı’ İsviçre hazırlanarak Türkiye’ye gönderildi. Ermenistan ile sınır kapısı açılması, normal ikili ilişkilerin kurulması dışında ‘Türkiye’yi tarihi bir sorumluluk altına sokacak uluslararası ‘Ermeni soykırımı araştırma alt komisyonu kurulması’ kararlaştırıldı ancak yürürlüğe girmesi parlamento onayına bırakıldı. Kapalı kapılar arkasında TBMM üyelerine bilgi verilmeden yapılan toplantılar sonucu, Tayyip Erdoğan hükümetinin geçtiğimiz mayıs ayında gündeme getirip ancak Azerbaycan’ın sert muhalefeti ve kamuoyu tepkisi sonucu geri çektiği Ermeni kapısı açma girişimini yeniden piyasaya sürdü. Bu kez yapılan anlaşmada kapı açma, tanıma, ikili ilişkiler kurma yanında fazladan ‘soykırımı inceleyecek uluslararası komisyon’ kararı da var.. İsviçre “bile bile lades” olsun diye mi komisyona alınıyor? Türkiye’nin başına çok büyük belalar açacağı şimdiden belli olan bu anlaşmanın neden İsviçre gibi ‘bu alanda sabıkalı’ bir ülkede hazırlandığı konusunda hiç bir açıklama yapılmazken, kararların Kıbrıs Konusunda Rauf Denktaş’a uygulanan ‘Camp David’ türü bir toplantıda tehditlerle üretilmiş olabileceği yorumları yapılıyor. İsviçre’nin toplantılara ev sahipliği yapma yanında protokolde sözü edilen “Soykırımı araştırma komisyonuna da katılacağı” metinde belirtiliyor. Oysa bilindiği gibi, İsviçre “soykırımı inkar etmeyi suç sayan ve bu yasalarını fiilen uygulayan” bir ülke. 2007 yılında İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, (soykırımı olmadı) dediği için Zürih te tutuklanmış ve yargılanmıştı. Ermenilerin ‘soykırım’ iddialarına karşı mübadeleleriyle tanınan Türk Tarih Kurumu eski başkanı Prof. Halacoğlu da, “tarafsız İsviçre’ tarafından tutuklanma ile tehdit edilmişti. Türkiye Hükümeti adına imzalanan protokol de ‘soykırımı iddialarını araştıracak komisyona’ Türk, Ermeni tarihçilerinden başka ülkelerden tarihçilerinde katılabileceği genel olarak belirtilirken, İsviçre özellikle katılacak bir ülke olarak metinde yer alıyor. Ermeni “soykırım iddiaları” konusunda tarafsızlıktan en uzak ülkelerden biri olduğu çok açık olarak bilinen ve “soykırımı iddiasını” kendi iç hukukuna almış bir ülkeyi ‘Soykırım Komisyonuna ‘ almak “bile bile lades” değil midir? Prof. Salahi Sonyel ; İsviçre ve 1.Dünya savaşına katılan ülkeler komisyona alınamaz Türk tarih araştırmaları ve ‘Ermeni iddiaları’ alanında en yetkili uzmanlardan biri olan Prof. Salahi Sonyel, son gelişmeler hakkında görüşlerini “Avrupa” gazetesine anlattı. ‘Protokol baştan aşağı yanlışlarla dolu ve uygulanması imkânsız bir metin’ diyerek tanımladığı, protokolün TBMM’de reddedilmesinin büyük bir ihtimal” olduğunu söyledi. Ermenistan kapısının açılması, bu ülke ile ikili ilişkilerin tesisi ve Karabağ meselesi gibi sorunlarda Türk Dışişleri ve Hükümet çevrelerine defalarca ilettiğini söyleyen Prof. Sonyel bu meseleleri içeren 9 maddelik bir planı Türk yetkililere verdiğini kaydetti. Karabağ sorunu çözülmeden ya da Ermeni işgalcilerin Karabağ’dan çekilmesi sağlanmadan Ermenistan ile ilişkiler kurmanın ‘ahde vefa’ ilkesiyle uyuşmadığı gibi, dolaylı olarak Karabağ’da süren işgali onaylamak anlamını taşıdığını söyleyen Selahi Sonyel, “Karabağ meselesi Karabağ’a komşu üç ülke olan Türkiye,Ermenistan ve Azerbeycan tarafından yönetilen bir organizma tarafından çözülebilir” dedi. Karabağ’da BM gözetiminde üçlü ortak yönetim teklifi ve planı hazırladığını tarihçimiz bu konuyu 2 ay önce Genel Kurmay Başkanlığı tarafından düzenlenen sempozyumda görüştüğünü ve Genel Kurmay İstihbarat başkanlığına ilettiğini söyledi. ‘ İsviçre ve Avrupa ülkelerinden tarihçi tarafsız olamaz” İsviçre’de yapılan toplantılar sonucu açıklanan Türk-Ermeni protokünün en tehlikeli bölümünün ‘soykırımını araştıracak olan alt komite’ bölümü olduğunu söyleyen Prof. Salahi Sonyel, ‘bu bölüm yürürlüğe girerse ülkeyi karanlık bir sonuca bağlarsınız. Bu nokta Türkiye ve Ermenistan dışında tarihçilerin komisyona dahil olmasından çıkar. Örneğin İsviçre, parlamentolarında bu konuda kanun çıkarmış olan ülkeler, 1. Dünya savaşına katılmış ülkeler tarafsız olamazlar. Onların katılacağı bir olumlu bir sonuç çıkmaz’ dedi. Profesyonel yaşamının büyük bir bölümünü bu konulardaki tartışma ve görüşmelere ayıran ünlü tarihçimiz, ‘bu komisyona katılacağını tahmin ettiğimiz tarihçilerin nasıl oy verecekleri şimdiden bellidir. Biz bu kişilere Türk tezlerini ve gerçekleri yıllardan beri anlatıyoruz.’ diyerek komisyon kurulmasına karşı çıktı. Salahi Sonyel, “1. Dünya savaşı sırasında Doğu Anadolu’da yaşanan Ermeni olayları savaşa taraf olan Rusya, İngiltere, Fransa , ABD, Almanya gibi ülkelerin doğruda katılımı ile ortaya çıkmıştır “, diyerek ‘şimdi bunlardan tarafsızlık beklenmesi saflık olur” şeklinde konuştu. 2009 Mayıs ayında Bak’üye giderek Azerbeycan Parlamentosu’nda ‘Karabağ sorunu çözülmeden Ermenistan kapısını açmayız’ sözünü veren Başbakan, (ABD’nin Azerbaycan üzerinde uygulayacağı baskıya güvenerek), “Azerbaycan aleyhine bir şey yapmıyoruz” diye konuşarak komşu ülkeyi riske sokan tutumunu sürdürdü. Türkiye ve Azerbaycan’ın elindeki en önemli diplomatik koz olan ‘Karabağ’dan İşgalçilerin çekilmesi talebinin içini bir anlaşmayla boşaltan Tayyip Erdoğan hükümeti, ‘soykırım’ maskaralığının esas kışkırtıcısı olan Ermeni Diyasporası karşısındada Türkiye’yi silahsız bıraktı. Hiç bir bedel ödemeden Ermenistan kapısını açtıran Ermeni diyasporasının, ‘uluslararası komisyon’ kurulmasından sonra ‘soykırım propagandasını’ durduracağı gibi bir safça beklenti nin içinesokulmak isteniyor Türkiye. Avrupa ve Amerika’da ‘Ermeni meselesinde’ konuşan ve konferanslar veren uzmanların hemen tamamı ‘zaten Diyasporanın sözcüleri’ durumunda olduklarını gizlemiyorlar. David Philips ve Mathew Byrza yine faaliyette… Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’nin gündemini işgal eden ünlü ‘Atlantik Konsey’ toplantısının mimarı David Philips, ABD Dışişleri Bakanlığı’nı temsilen İsviçre toplantılarına da katıldı.Türkiye’yi ilgilendiren Orta-Doğu ve Kafkasya işlerinin hepsinde yer alan David Philips, ABD’de partiler üstü bir kişilik olarak hem George Bush hem de Barak Obama dönemlerinde Türkiye’nin kaderini ilgilendiren konularda rol oynadı. Türkiye‘ye 2007 yılında da gelen ve bugünkü ‘Demokratik açılım’ daki konuları 2 yıl önce bir rapor halinde “Türkiye’deki ilgililere” sunan Philips, raporunda ‘af’ konusunu ilk kez gündeme getirmişti. Ermeni meselesinde ‘bir şeyler olacağını” gösteren bir başka gelişmede ABD think-thank’ ları ve Dışişleri nin favori elemanlarından Mathew Byrza’nin bir ay önce Bakü’ye ABD Büyükelçisi olarak atanması oldu. Türkiye’nin Kıbrıs Meselesi ve Ordu-sivil toplum ilişkilerinde “uzmanlaşmış” bir elemanı olan Matt Byrza, Türkiye’den gazeteci olarak ABD’ye giden ve orada hızla yükselerek Washinton İnstitute adlı Think Thank ın Türkiye bölümü başkanı olan ve ‘TSK aleyhine uçurduğu haberler dolayısıyla’ bazı gazetelerde krizlere yol açan ünlü dilberlerimizden Zeyno Baran’ın sevgilisi (şimdilerde kocası).
&&&
Zeyno Baran ilk kez 2006'da Newsweek'te yayımlanan makalesiyle Türkiye'nin gündemine bomba gibi düşmüştü. Yazdığı makalede "2007'de Türkiye'de darbe olma ihtimali yüzde 50-50" diyordu. Bir yıl sonra, geçen hafta Türkiye'yi neredeyse bir krize sürükleyecek olan "dehşet senaryolarıyla" yeniden gündeme oturdu. Zeyno Baran 31 Ocak 1972 doğumlu. Gazeteci bir ailenin kızı. Babası Ahmet Uran Baran, Hürriyet'in ilk Moskova ardından Atina temsilcisiydi. Annesi Füsun Arsan da Günaydın'da gazeteciydi. Zeyno Baran Avusturya Kız Lisesi'nden 1991'de mezun oldu. ABD'nin en prestijli siyaset okullarından Stanford Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler okudu. 1996'da Dünya Bankası'nda Kemal Derviş'le Bosna konusunda çalıştı. Think tank hayatına ABD'nin önde gelen düşünce kuruluşlarından CSIS'te (Center for Strategic and International Studies) Bülent Ali Rıza'nın başkanlığını yaptığı Türkiye programında başladı. 1998'de CSIS'te Gürcistan Programı'nı kurdu. Özellikle Kafkasya ve enerji sorunu üzerinde yoğunlaştı. 2003'te Nixon Center'a geçti. Uluslararası Güvenlik ve Enerji Programları Masası başkanı oldu. Üç yıl çalıştığı Nixton Center'dan 2006 Nisan'ında ayrıldı ve Hudson Institue'a geçti. Bu geçişe neden olarak Nixon Center'ın aşırı realist politikalarını gösterdi. Halen Hudson Institue'un Avrasya Politikaları programının başkanı. Onu tanıyan kişilerin bir kısmı Zeyno Baran'ı aşırı çalışkan, çok hırslı biri olarak tanımlıyor. Az yiyip az uyuduğunu, sosyal hayatının yok denecek kadar az olduğunu anlatıyorlar. Bazıları onun okulda karizmatik ve parlak olduğundan bahsederken, bazıları da aşırı birikimli ve uzman denebilecek biri olmadığını, bir çocuk olduğunu belirtiyor. Zeyno Baran son günlerde yaşadıklarını "kocaman" bir yanlış anlaşılma olarak yorumluyor ve "Analizlerime devam edeceğim" diyor. Bu yıl içinde nişanlısı ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Matthew Bryza ile evleneceğini de ekliyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)