11 Nisan 2010 Pazar

ENGİN ALAN'A SORULDU

RESİMDEKİLERİ YAPTIN


ETKİN PİŞMANLIKTAN FAYDALANMAK İSTER MİSİNİZ?


"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."


APOLLO SKANDALI

Bu çerçevede, çeşitli savunma, enerji ve medikal tesislerde bulunan tehlikeli nükleer malzemelerin durumları ve bunlarla ilgili alınabilecek güvenlik tedbirleri masaya yatırılacak. Haber ajanslarına verilen taslak bildiride Amerika'nın bu tür malzemelerin 4 yıl içinde güvenli hale getirilmesi yolunda bir teklif sunacağı da bildiriliyor.
Amerika bu teklifiyle başka ülkelerdeki nükleer malzemeleri kastederken kendi elindeki benzer malzemelerin güvenliklerinin tam anlamıyla sağlanmış olduğu varsayımından hareket ediyor.
Bu acaba böyle mi? Amerika'da çeşitli yerlerde bulunan tehlikeli nükleer malzemeler tam anlamıyla güvenilir haldeler mi? Bunların başkalarının eline geçme, çalınma ihtimalleri yok mu acaba? Amerika, bu ve benzer sorulara elbette 'Yok. Bizim malzemelerimiz sağlam bir şekilde kontrol altındadır' diye cevap verecektir. Oysa söz konusu zirve dolayısıyla bizim hatırladığımız bir olay Amerika'nın nükleer malzemelerinin de izah edilmeyen bir tarzda ortadan kaybolduğunu, muhtemelen çalınıp ülke dışına çıkarıldığını açıkça göstermektedir.
Bu olay yıllar önce meydana gelmiş ve birçok kişi tarafından 'Apollo Skandalı' olarak bilinen muhtemelen tarihin ilk nükleer hırsızlık olayıdır. 1965 yılında ortaya çıkan bu olay Nuclear Materials and Equipment Corporation (NUMEC) adlı özel şirkette anlaşılmaz bir şekilde kaybolan 100 kilogram civarındaki yüksek derecede zenginleştirilmiş uranyum stoku ile ilgilidir.
NUMEC, Pennsylvania eyaletindeki Apollo şehrinde Amerikan donanması için nükleer yakıt çubukları üreten, daha sonra nükleer santrallerle ticari nükleer yakıt üretimine geçen ve bu konuda çok başarılı olan bir şirketti. Şirketin Başkanı Dr. Zalman Mordehay Shapiro adlı bir kimyacıydı. Sahasında yaptığı buluşlarla 15 kadar orijinal patentin sahibi olan Shapiro, dünyanın ve Amerika'nın ilk nükleer denizaltısı Nautilus'un nükleer reaktörünün geliştirilmesinde çok önemli rol oynamış, son derece parlak biriydi.
100 kilogram zenginleştirilmiş uranyum işte Shapiro'nın sahibi ve işletmecisi olduğu NUMEC'te kayıplara karıştı. Amerikalı nükleer yetkililer, CIA, FBI ve diğer devlet kurumları bu kaybolan uranyumun akıbetini araştırdılar, ancak herhangi bir suçlayıcı sonuca ulaşamadılar. Aynı şekilde skandal, Kongre'de çeşitli komisyonlarca birkaç defa araştırıldı, incelendi; ama yine bir sonuç alınamadı. Bu komisyonlarda yer alan İçişleri Komisyonu Başkanı Morris Udall, Apollo konusunu skandal olarak niteleyen, bu skandalı Watergate Skandalı ile aynı değerde gören bir duyarlı siyasetçiydi. Ancak o da 1977 yılındaki araştırmalarında bir yere varamadı. Esasen konuyu yakından bilenlere göre, Başkan Carter ve önceki başkanlar bile konuya el atmalarına rağmen herhangi bir sonuca ulaşamadılar ve skandal zaman içinde unutulup gitti, hatırlayan kalmadı. Daha sonra Enerji Bakanlığı'nın yaptığı araştırma ve denetimler sonucu NUMEC'ten kaybolan uranyumun bütün Amerikan ticari nükleer tesislerinde kaybolan miktardan fazla olduğu, toplam kaybın 269 kilogram olduğu ortaya çıktı. Bu uranyumun bir şekilde İsrail'e ulaştığı pek çok kimse tarafından iddia edildi; ama bu konuda kesin delillere bir türlü ulaşılamadı ve Zalman Shapiro kayıptan dolayı sadece Atom Enerjisi Kurumu'na 834.000 dolar tazminat ödemek zorunda kaldı, o kadar...
Bu arada bazı kaynaklarda zamanın CIA Başkan Yardımcısı Carl Duckett'in Amerikan Nükleer Düzenleme-Denetleme Komisyonu'nun birkaç üyesine verdiği brifing sırasında 'CIA'in İsrail'in ilk nükleer bombaları için gereken uranyumunun NUMEC'te kaybolan 100 kilogramlık uranyum olduğuna inandığını' söylediği yer aldı. 35 yıl önce meydana gelen Apollo Skandalı'nda ortaya çıkan 100 kilogram kayıp uranyum bununla sınırlı kaldı mı, bu skandal ilk ve son skandal mıydı, yoksa başkaları da meydana geldi de, bunların üstü mü örtüldü, bilemeyiz elbette. Birçok kimsenin bilmediği Apollo Skandalı işte böylesine manidar ve önemli bir skandaldı. Bugün ister istemez bunu hatırladık, hatırlattık.
Yarın Washington'da çok önemli bir Nükleer Güvenlik Zirvesi başlıyor. İki gün sürecek zirveye Başbakan Erdoğan dahil 47 ülke lideri katılıyor. Zirvede, teröristlerin ya da güvenilir olmayan ülkelerin eline geçmesi muhtemel olan çeşitli nükleer malzemelerin güvenliğinin nasıl ve ne şekilde sağlanacağı başta gelen gündem konusu olacak.
Fikret Erkan




POLONYA KALKANI DÜŞTÜ


2006 Nisan ayının başında İran İslam Devrim Muhafızları Ordusu Büyük Peygamber-2 askeri tatbikatında düzenledi. Kısa bir süre önce ABD’nin İran kara sularına yakın bir yerde 6 ülke ile tatbikat yapması üzerine İran’da bu tatbikatı yapmıştı.

Devrim Muhafızları Komutanı Tümgeneral Yahya Rahim Safevi, "Büyük Peygamber-2" isimli tatbikatın kara, hava ve deniz kuvvetlerinin katılımıyla Umman Denizi ve Basra Körfezi'nde başlatmış ve tatbikatın hedefinin, ülkenin toprak bütünlüğünü tehdit eden güçlere karşı İran'ın gücünü ve savunma kapasitesini göstermek olduğunu ifade etmişti. Tatbikatın bölge ülkeleri için bir tehdit anlamı taşamadığını, dostluk ve barış mesajı içerdiğini de belirtmişti. Tatbikat 10 gün sürmüş ve İran Şahab-2 ve Şahab-3 füzelerini ve ayrıca Skad-B, Zülfikar-73, Fatih-110, Z-3 ve Zilzal füzelerinin de cihan âleme gösterdi. Yine İran ordusu, eylül ayının ilk günlerinde de ülke çapında "Zülfikar Vuruşu" adlı büyük bir tatbikat yapmış ve tatbikatta yeni silahlar denemişti.

ABD’nin Atlantik ötesinden kalkıp İran’ın dibinde yaptığı tatbikat savaş tehdidi değilmiş gibi;
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Sean McCormack, yaptığı açıklamada, "savaş tehdidi' gibi görünen bu tarz bir hareketin, böyle bir zamanda böyle bir rejimle bölgede bir istikrar kaynağı olmadığını gösterdiğini" söylemişti.
ABD yüzsüzlüğü ve “kabadayılığımı tanıyacaksın” tarzı bir söylemdi bu. 
Neden bunları hatırlattık?
İran kıtalar arası füze teknolojisini geliştirdi.Var yani.
Hatta Kuzey Kore ile Semnan eyaletinde füze rampaları inşa ettiği yazıldı çizildi. Yıllardı dünyanın kabadayısına taviz vermeyen bir ülkenin yapması gerekende zaten bu olması gerekir.
Gelelim kıtalar arası füzelere.
Şahap-3 füzelerinin menzili şuan 2000 km olarak biliniyor.
Fırlatılan bir füzenin imha edilmesinde 3 aşama var.
1.aşama 1-5dk arasında geçen zaman. Bu zaman diliminde füze hantal ve rotasına yerleşmeye çalışıyor.1. aşama füzenin vurulması için en elverişli zaman. Füze yerçekimine karşı direniyor ve yükselmeye çalışıyor. Hızının en düşük olduğu aşama. Üstelik bu aşamada vurulması, saçılan parçalarla atana zarar verdiği için en karlı olan savunma tekniği.
2.aşama 20-25 dakika sürüyor ve uzay boşluğunda gerçekleşiyor. Füze hızını kazanmış, tam sürat hedefine doğru ilerliyor. Bu aşamada vurmak ancak uzaya konuşlandırılmış yüksek teknolojik uyarı uyduları ve karadan atılacak uzun menzilli füzelerle mümkün. Daha zor bir aşama.
3.Aşama ise füzenin maksimum hızla hedefe düşme aşaması. Vurdun vurdun; vurmadın yersin füzeyi kafana. Ne varsa sallayacaksın yani. Meşhur Patriotlar bu işler için.
Yaklaşık 10 saattir füzeler üzerine araştırmalar yapıyorum. Çok teknik konular var.Branşım yatkın olduğundan anlayabiliyorum.Ama herkesin anlayacağı dilde anlatmak  ve yazımı teknik terimlere boğmak istemedim.
Özetle fırlatılmış bir füzeyi vurmanın hem kolay,hem de karlı olduğu aşama fırlatıldıktan 1 ila 5 dakika arası.
Şimdi bir soru:
ABD neden Polonya ve Çek Cumhuriyetlerine İran’dan korunacağız diye “korunma kalkanı” adlı bir proje ileri sürdü ve bunda ısrar etti?
Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne kurulacak füze rampaları İran’ın atacağı varsayılan füzeleri hangi aşamada vurur?
2. Aşama da.
Eğer İran Polonya’ya yada Çek Cumhuriyeti'ne füzeyi atarsa 3. aşamada.
Yani vurulması zor olan son iki aşamada.
İşte bunu Rusya yemedi.
Ve yemediğini de açıkça söyledi. Rusya Devlet Başkanı Vladamir Putin Doğu Avrupa yerine, Azerbaycan veya Güney Rusya’daki radar üslerinden istifade düşüncesinin de gündeme gelebileceğini açıkladı.Önleyicilerin Güneydoğu Avrupa veya Türkiye’ye konuşlandırılmasını teklif etti.
Yani “madem İran’ın atacağı füzelerden korunmak istiyorsun 1. aşamada git vur” dedi. ABD sinsi oyunundan vazgeçmek durumunda kaldı. Çünkü bu rampalar İran için değil;İran’a yapılacak bir saldırıda Rusya’nın coşmasını engellemek için Rusya’ya karşı konuşlandırılacaktı.
Neyse.

Konuşlandırılacak ülkelerin en başlında adı geçen ve Rusya’nın hedefi duru gelen ülke ise Polonya oldu. Bu süreçte Polonya ciddi anlamda Rusya’nın tehdidine maruz kaldı.
Bu gün Polonya Devlet Başkanı Lech Kaczynski'nin uçağı Rusya'nın Smolensk havalimanına yaklaşırken düştü. Kazada Kaczynski, eşi, Genelkurmay Başkanı ve Merkez Bankası başkanı da dahil 96 kişi yaşamını yitirdi. Polonya altüst oldu ve 2ay sonra seçimlere gitme kararı aldı. Lech Kaczynski’ye bakıldığında ise Almanya ve komünizm karşıtı kişiliği ön plana çıkıyor. Komünizm karşıtlığı ABD yandaşlığıyla eş anlamlı. Kominizim çökerken 70 yıllarda “dayanışma” adlı yasadışı örgüte katılıyor ve parlıyor.80 lerin ikinci yarısında Polonya’yı komünizmden demokrasiye geçiş aşamasında başkan Leh Walesa'nın danışmanlığını  yapıyor.
Yani Polonya’yı Rusya’dan koparıp ABD’ye yaklaştıran kişilerin başında geliyor.
Şimdi böyle olunca bu kaza kafaları karıştırıyor.
3 farklı görüş aklıma geliyor:
Ama tabiî ki bunları yazmayacağım. Biraz daha somutlaşmasını beklemek çok daha gerçekçi yorum yapmamızı sağlayacaktır.
Ama Kırgızistan’ın ABD’den kopması, Ukrayna seçimlerinden Rusya yanlısı sonuç çıkması ve bu uçak kazazı.
Sanki ABD durmadan kan kaybediyor gibi.
Ne dersiniz?
Görüşmek üzere.
11.4.2010
Levent kalem