MİLLİ BİRLİK HAREKETİ
5 Temmuz 2010 Pazartesi
BELGE SAHTEKÂRLIĞI ÜZERİNE ERİC EDELMAN’IN İLGİNÇ BİR TÜRKİYE HATIRASI
2003-2005 yıllarında A.B.D.’nin Türkiye büyükelçiliğini yapmış bulunan Eric Edelman’ın bize anlattığı ve Türkiye’de bilinmeyen bir olayı (kendi izniyle) aktarıyoruz. Edelman’ın görev yaptığı yıllarda, kendisine AKP hükümeti yanlısı ve Edelman’la çok iyi geçinmek için çabalayan bir grup tarafından bazı belgeler veriliyor. Bu elyazması fotokopilerin ordu içersinde bir darbe hazırlığına işaret ettiği iddia ediliyor. Edelman, bu belgeleri inceletiyor. Amerikan uzmanların yaptığı çalışma belgelerin gerçek olmadığı sonucuna varıyor. Edelman da kendisine sahte belgeler verilerek orduda gerçek bir darbe hazırlığı varmış izlenimi yaratılmasına çalışıldığı kanaatine varıyor.
Edelman, Türkiye’de daha evel yayınlanan bazı söyleşilerinde AKP hükümeti tarafından kendisine darbe hazırlığı var seklinde uyarıların geldiğini fakat elçiliğin böyle bir şeyden haberi olmadığını, TSK’nın da kendileriyle temas etmediğini söylemişti.
Fakat Edelman’dan yeni olarak öğrendiklerimiz, darbe konusunda belge sahteciliğinin geçmişi hakkında bilgi sahibi olmamıza olanak sağlıyor. Bu bilgiler, belge sahteciliğinin nasıl yapıldığına, sahte belgelerin nasıl servis edildiğine ve belki de en önemlisi, gerisinde kimlerin olduğuna dair somut kanıt teşkil ediyor.
BİR ÜLKE DÜŞÜNÜN
ÖNSÖZ
Ey Türk Gençliği !
Birinci vazifen (ödevin) Türk istiklalini (bağımsızlığını), Türk Cumhuriyetini,ilelebet (sonsuza dek) muhafaza (korumak) ve müdafaa etmektir (savunmaktır).
Mevcudiyetinin (varlığının) ve istikbalinin (geleceğinin) yegane temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde (gelecekte) dahi, seni, bu hazineden, mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedhahların (kötücüler) olacaktır. Bir gün, İstiklal ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan (olanak) ve şeraitini
(koşullarını) düşünmeyeceksin. Bu imkan ve şerait çok namüsait (elverişsiz) bir mahiyette (nitelikte) tezahür (belirebilir) edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilir. Cebren (zorla) ve hile ile aziz vatanının bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet (aymazlık) ve delalet (sapkınlık) ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin (yurduna girmiş olan düşmanların) siyasi emelleriyle tevhid edebilirler (birleştirebilirler). Millet fakrü zaruret (yoksulluk) içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı! İşte; bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk İstiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
Mustafa Kemal Atatürk
Her Türk evladının ezbere bildiği ancak binlerce kerre tekrarlamak zorunda bırakıldığındanmıdır nedir bilinmez , artık anlamını düşünmekten vazgeçtiği bu sözler, bakıpta görmeyen insanların ülkesi Türkiye’mizin bu gün içinde bulunduğu “ ahval ve şeraiti ” pek güzel ifade etmektedir. Ulu önder bize görevimizin ne olduğunu ve muhtaç olduğumuz gücün kaynağını gösterirken, çözüm önerilerimizi utopya olarak nitelendiren kişilere adeta” istiklal savaşımızı ne çabuk unuttunuz?” der gibidir.
Bizim ülkemizde artık doğruyu söylemek doğru değil biliyorum buna rağmen yazmadan geçemeyeceğim. Çünkü İstiklalimizi peşkeş çeken çıkarcılar ve onların işbirlikçileri, mevcut yağma düzenini, cumhuriyetimizin yılmaz müdafileri olarak, maalesef Mustafa Kemal’in adına korumaktalar.
Mustafa Kemal Atatürk’ün bize hediye ettiği Cumhuriyet hala duruyor durmasına da, istiklalimiz hakkında aynı şeyi söylemek mümkünmü? Biz istiklalimizi koruyamadığımız gibi gerçek demokrasiyi de kuramadık.
Bilindiği gibi Sovyetler birliği bir cumhuriyetler birliğiydi. Bu gün Çin de cumhuriyetle idare ediliyor ve istiklalleri olmasına rağmen demokrasileri olmadığı için insanlar, devlete sormadan çocuk sahibi oldukları için cezalandırılıyorlar. Demekki Cumhuriyetle idare ediliyor olmamız demokrasiye sahip olduğumuz anlamına gelmemelidir.
Mustafa Kemal tüm başarılarını bu milletle kazandı . Ama milletin cumhuriyetine ve istiklaline sahip olabilmesi için demokrasi gerekmektedir. .
Bu millete bir lider bekleniyor, ikinci bir Atatürk yok . Lider bulunsa bile, lider yönetimleri demokrasi olarak nitelendirilebilirmi? Sizce koskoca millet bir kişinin insafına bırakılabilir mi? Hem bilindiği gibi liderler satın alınabiliyor, bunayabiliyor, ölüyor ya da öldürülebiliyorlar. Kaderini liderine bağlayan milletlerin geleceği liderleriyle beraber son bulmazmı?
Öldürülemiyen tek şey fikir, mefkure, ilke, ideal v.s değilmidir? Öyleyse lider FİKİR olmalıdır. Bir fikrin peşinde gidilmeli , fikirler temsil edilmeli, fikirler yarışmalıdır. Liderler hükmeden, emreden, karar veren kişiler olmak yerine bir fikri temsil eden ve alınan kararların gereğini uygulayan kişiler olmalıdır. Oysa bu milletin bir gün dahi aklına gelmedi liderlerin hangi akla hizmet ettiği. Siyasi partilerin ilkelerinin neler olduğunu pek merak etmedi seçmenler.
Ancak sığır sürüleri çobanlar tarafından güdülürler. İnsanları sığırlardan ayıran en önemli özellik, organize olabilme yetenekleridir. İnsan gibi yaşayabilmek ise ancak katılımcı demokratik sistemlerde mümkün olabilmektedir.
Çözüm olarak sunacaklarım bir çokları tarafından ütopya olarak değerlendirilecektir. Ancak son derece karamsar bir tablo içinde olmamıza rağmen ümidini yitirenlere koskoca Sovyetler birliği bozuk düzenini iki sihirli kelimenin yıktığını hatırlatmak isterim, Glastnost ve prostereyka. Bizim sihirli kelimemiz ise demokrasi. Amacımız ise yıkmak değil yapmak, çok kötü yönetilen devletimizin yeniden yapılandırılması yönünde alternatif bir sistem sunmaktır.
Saygılarımla.
BİR ÜLKE DÜŞÜNÜN
Yaşam, yaptığımız seçimler zincirinin sonucuna katlanmak zorunda olduğumuz bir süreçtir. Ya globalleşme fikrinin gereği materyalist yaklaşımla satın alınabilir değerlerle yaşamayı tercih edersiniz, yada insan olmanın erdemi ile onurlu bir yaşam seçersiniz. Sosyal yapıları yoz bir güruh olmaktan çıkarıp önce halk, sonrada millet yapan milli ve manevi değerleri, uygarlıkları sonucu elde ettikleri kültürleridir.
Onurlu yaşamanın temel şartı güçlü olmaktır. Güçlü değilseniz kendi değerlerinizle değil, güçlü olanların değerleri ile yaşamak zorunda kalırsınız. "Bu gün yardım alan yarın buyruk alır" sözü bu açıdan çok anlamlıdır.
İçinde yaşadığımız coğrafya güçlü olmayan pek çok kavmin tarih sahnesinden kaybolduğu, adeta bir kara delik gibidir. Bu gün dünyada, Likya,
Frikya, Asur, Sümer, Etrüsk, Babil, Eti, Hitit gibi kavimler artık yaşamamaktadır. Nazım, uzak Asya’dan gelen bir kısrak başına benzetmektedir yurdumuzu. İşte bu huysuz kısrağa 1000 yıla yakın bir zamandır sadece Türk'ler binebilmektedirler. Dünyanın kalbi olan bu coğrafyada güçlü olan milletler dünyaya düzen vermişler, güçsüzler ise kaybolup gitmişlerdir.
Bu gün bu coğrafyada daha iç borçlarının faizini ödeyemeyen, aldığı yardımlar ve dış talimatlarla varlığını sürdürebilen bir Türkiye cumhuriyeti bulunmaktadır. Öyle görünmektedir ki, dünyadaki hakim güçler artık bu coğrafyadaki zayıf devletlerin çöküşüne izin vermemektedirler. Çünkü bu defa Türkiye’nin çöküşünden doğacak boşluk bir kara delik oluşturabilir ve bu mirası paylaşma kavgası dünyanın sonunu getirebilir. Ayrıca, dış güçlerin bölgedeki çıkarları açısından Türkiye’nin yok olması değil, zayıf olması gerekmektedir. Dünya globalleşirken, bizim balkanize olmamız yani parçalanmamız istenmektedir. Kıbrıs adası Rumlara verilmeli, güneydoğuda kürt devleti kurulmalı, Kars , Ardahan Ermenilere verilmeli, kıta sahanlıkları 12 mile çıkartılmalı ve Türkler bir daha bellerini doğrultamayacakları şekilde parçalanmalıdırlar. Dünya, bunu topuyla tüfeğiyle yapmaya çalışsa bilir ki Türkler dışarıdan gelecek saldırılara karşı tek yumruk olabilme hasletine sahiptirler. Ve dünya bilir ki yeryüzünde Türkler kadar kolay ölüme giden başka bir millet yoktur. Bir Türkün yanındaki bayana yan bakmak bile onun ölümü göze alabilmesi için yeterlidir. Kısaca Türkler kadar, daha iyi yaşamak için çaba göstermek yerine, ölmek için bir sürü nedeni olan bir başka millet yoktur. Tarih bilen herkes, Türklerin birbirine düşmesi sonucu kaç Türk devletinin sona erdiğini, sadece Osmanlı imparatorluğu tarafından kaç Türk devletinin ortadan kaldırıldığını bilir. Türkler sadece Türkler tarafından yok edilebilmektedirler. Bizler nedense, 16 Türk devletini kurmakla öğünürken, 15 tanesini nasıl batırdığımızı hiç düşünmeyiz.
O zaman dünyadaki hakim güçler için en kolay yol, yönetim kademesindeki kişileri satın almak yada bağımlı kılmak suretiyle Türkleri birbirine düşürmek olacaktır.
Morisson firması mümessilliğini yapmayan, Jussmat'ta çalışmayan, dünya bankasında eğitilmeyen, lions, lioness, rotary club, yehova şahitleri gibi sionist kuruluşları kollamayan, sebataist ya da mason olmayanların başbakan ya da cumhurbaşkanı olamadığı bir ülke düşünün.
Kurmaylarının Amerika’da kurs görmeden komuta kademesine yükselemediği, Pentagon ya da NATO’dan emir alan, Sınırlarını çekiç güce emanet eden, en önemli meselesi imam hatip mektepleri olan bir ordu düşünün. Amerika bu ordunun genel kurmay başkanına üstün hizmet madalyası takabilmekte, bir general ta Newyork’tan ülke demokrasisine balans ayarı yapabilmektedir.
Bu ülkede ihtilaller bile Amerika’ya sorulmadan yapılamaz.
Bu ülkenin bir cumhurbaşkanını, hırsızlardan oluşan aile fotoğrafı mensupları, Ankara gölbaşındaki bir villada, HAPPY BİRTH DAY BABA diye karşılayabilmektedirler.
Ülkemizin içine düştüğü durum, kesinlikle bir beceriksizlik sonucu değildir. Aksine,Türkiye masonlar, sebataistler ve yukarıda ki vasıflara haiz kişiler tarafından, çok büyük bir beceriyle, hain bir planın sinsice uygulanmasına sahne olmaktadır.
10.000 çocuğun 10 yıl boyunca birbirini kırmasına işte bu insanların yönettikleri devlet seyirci kalmıştır. Bir günde bitebilecek bir çatışmaya 10 yıl seyirci kalınmasının tek nedeni, kürtçü komünistlerin PKK terör örgütünü kuracak olgunluğa erişmesini beklemektir. Çünkü Türkiye’nin zayıf kalmasını sağlamak için sürekli olarak bir iç çekişme nedeni oluşturmak gerekmektedir. Sağ sol çatışmasının arkasından bir Türk-Kürt çatışmasının tezgahlanması da bu ülkeye 35.000 cana ve 100 milyar dolara patlamıştır. Kürtler ile federasyonun tartışılması gerektiğinin bir Cumhurbaşkanı tarafından telaffuz edilmesi oldukça manidardır.
Gazi mahallesinde alevi vatandaşların üzerine ateş açarak alevi -sünni çatışmasını provake edende, hizbullah cinayet örgütüne Batmanda kaybolan silahları verende, maalesef bu devlettir. Son günlerdeki laik- antilaik çatışmasının da bizzat devlet eliyle tezgahlanmasına şahit olmaktayız.
En masum spor karşılaşmalarına dahi döner bıçakları ile gider hale gelen insanlarımızı 'çatıştırmak için' artık sarışınlar-esmerler, uzunlar-kısalar, şişmanlar-zayıflar diye de bölmek isterlerse şaşırmamak gerekir. . Devletin, ülkeyi kumar mano’su ile idare ettiği , Milletini kumar oynamaya teşvik ettiği bir ülke düşünün. Sadece 2000 yılında at yarışından Türkiye Cumhuriyeti bütçesine giren para miktarı 2.8 katrilyon Türk lirasıdır. At yarışı, milli piyango, spor toto, spor loto, sayısal loto, kazı kazan gibi kumarlar devlet eliyle oynatılmakta ve reklamları televizyonlarda yapılmaktadır. Bu ülkede şans oyunları fakirin ümidi olmuş, halk çalışarak bir şey olunamayacağını köşe dönmecilerden öğrenmiştir.
Ülkemizi yönetenler, insanlarımızı çatıştırmış değil de yarıştırmış olsalardı ülkemiz şimdi olduğundan çok daha farklı bir konumda olurdu.
İnsanlar planlı bir şekilde korkunç bir kavram kargaşası içine itilerek anlaşamaz ,uzlaşamaz hale getirildiler.
Ülkeye ve millete yapılan en büyük hainliklerden biri de planlı bir şekilde yapılan kültür asimilasyonudur. Milletimiz inancı elinden alınarak bütünü ile batılı yapılmaya çalışılmaktadır.
Milletine, kendisi gibi olmanın, refah, huzur ve barışın, insan hakları ve onurlu bir yaşamın çok görüldüğü bir ülke düşünün..
Biz başka bir şey olmak istemiyoruz, KENDİMİZ OLMAK İSTİYORUZ. Demokrasinin fazilet rejimi olduğuna inanıyor Faşizmin ahlaksızlık, ırkçılığın ise insanlık suçu olduğunu düşünüyoruz. Ancak batının çifte standardı ve her türlü emperyalizmin istismarı ile itilip kakılmak ve başkaları tarafından yönetilmek istemiyoruz. Çünkü dünyadaki hakim güçler adaletli değiller.
Ne mutlu Türk'üm, Elhamdülillah Müslüman'ım diyen her insan tüm insanlık için vardır. Biz tüm insanlığa huzur, barış ve adalet getirme idealinin sahibiyiz ve bunu kendi milletimiz ve aynı inancı paylaştığımız insanlar ile yapmak istememiz kadar doğal bir şey olamaz. Ancak milletin sahibi olamadığı bir devlet ile böyle bir ideali gerçekleştirebilmek elbette mümkün değildir. Mevcut siyasi yapı çözüm değil çözümsüzlük üretmektedir. Önce kendi sınırlarımız içerisinde huzur ve barışı, birlik, beraberlik ve kardeşlik içinde sağlamamız gerekmektedir. Bunun yegane yolu katılımcı demokratik bir sistemi oluşturmak, insanlara saygı göstermektir.
Bu gün süper güç Amerikanın ekonomi ve teknolojisine sahip olsak, yani Amerika ile aynı hızda koşan bir koşucu olsak, yinede Amerika'yı yakalamamız mümkün olamayacaktır. Çünkü aramızdaki mesafeyi kapatabilmek için Amerika
dan daha hızlı koşmamız gerekmektedir. Yani bu gün yapıldığı gibi sistem gereği gelişen olumsuzlukları telafi etmek yerine, olumsuzlukların kaynağı olan sisteme alternatif bir sistem geliştirmek gerekmektedir. Bu kendisiyle yarışan, en iyilerin başa geçip, hak edenlerin yönettiği, kişilerin mevkilerini koruyabilmek için daha iyi olmak zorunda kaldıkları bir sistem olmalıdır. Bunun için bir Alman yada Japon mucizesine gerek yoktur. Biz bunun MOBİL DEMOKRASİ DİNAMİĞİ esaslarına göre geliştirilecek bir sistemle gerçekleşebileceğini biliyor ve inanıyoruz.
Devlet bize öğretildiği gibi uğrunda ölünecek bir şey olmayıp,Yasama, Yürütme ,Yargı erklerinden oluşan bir organizasyondur.
YASAMA erki parlamentodur ve bizde halk tarafından değil, siyasi parti liderleri tarafından seçilmektedirler. Daha doğrusu liderler tarafından belirlenip halka seçtirilmektedirler. Siyasi partiler kanunu yetersiz olup siyasi partiler kendi iç yapılarında demokratik değillerdir. Üye kayıt ve delege seçim sistemleri siyasi partileri belirli çıkar gruplarının hakimiyetinden kurtarmaya yeterli değildir. Bu şartlarda parlamento halkın değil, çıkar çevrelerinin parlamentosu olmaktadır. Çıkar çevrelerinin de ücreti mukabilinde dış güçlere hizmet etmesini yadırgamamak gerekir.
Kanun yapıcıların hali bu olunca, parlamentodan oluşan hükümetlerin hali de pek farklı olmayacaktır. Tuhaf olan parlamentonun neredeyse hükümetin (Başbakanın)emrinde olmasıdır. Parlamenterler liderlerinin sözünden çıkamayan şahsiyetsiz insan müsveddeleridir ve liderleri tarafından tercih edilmelerinin sebebi de zaten budur.
YÜRÜTME erki hükümet ve onun emrindeki bürokrasidir. Gerçek mafya bu bürokrasi yani bizzat devletin kendisidir.
Devleti mafyaların yönettiği bir ülke düşünün.
YARGI erki ise bunları yazarak Anayasayı tağyir, tezyif, tebdil ve ilga
ettiğim için beni idam etmek isteyen kanun ve onun mafya arabalarında gezen uygulayıcılarıdır. (bu gün itibariyle AB’nin isteği ile terörist Abdullah Öcalan’ı kurtarmak amacı ile idam cezası kaldırılmış bulunmaktadır). Anlaşılması mümkün olmayan kanunların yarısı Arapça, yarısı Farsça olup faşist Mussolini ve İngiliz ceza kanunları ile Roma hukuku, İsviçre medeni kanunlarından oluşturulmuştur.
Doğru ve yanlış kavramları göreceli kavramlardır. Neye göre doğru, neye göre yanlış? Doğru ve yanlış kavramlarının mihenk taşı, toplumların inanç sistemleri ile ananeleridir. Mihenk taşı İncil ve batı kültürü olan bir hukuk sisteminin, Müslüman Türk toplumuna uygunluğu her zaman tartışma yaratmaya devam edecektir. Hukuk sistemimiz ve sosyal adalet kavramının mihenk taşı, binlerce yıllık uygarlığımızın ve kültürümüzün gereği, milli ve manevi değerlerimiz olmalıdır.
Öncelikle Atatürk'ün gençliğe hitabesini okuyup anlamak, onun deyişiyle içinde olduğumuz ahval ve şerait'i iyi değerlendirmek gerekmektedir. Kendi devletimize sahip olmanın ilk şartı kendi parlamentomuza sahip olmaktır. Kendi parlamentomuza sahip olmanın ilk şartı ise çıkartılacak yeni bir siyasi partiler kanunu ile siyasi partilerimizi kendi iç yapılarında demokratik kılmaktır.
Cumhuriyete sahip olduğumuz halde demokrasimiz yok ise bunun başka çaresi yok demektir. Kendi devletimize sahip olduğumuzda, en anlamlı bayramımız DEMOKRASİ BAYRAMI olacaktır.
Cengiz Okar
SİYASİ PARTİLER
Aynı ilkelere sahip insan gruplarını temsil eden siyasi organizasyonlardır. Siyasi partiler kendi iç yapılarında demokratik değillerse, ülkede demokrasiden bahsetmek mümkün olamaz. Çünkü o zaman temsil ettikleri değerler, yurttaşların ilkeleri değil, kendilerini ele geçiren kurnazların çıkarları olacaktır. İşte ülkedeki çıkar düzeni bu noktadan itibaren kurulmaya başlar. Siyasi partiler farklı şirketler gibi teşekkül ettiklerinde aralarındaki mücadele ülke zenginliklerinden kimin yararlanacağı yönünde kızışır. Bu partiler millet için değil sadece mensupları için vardırlar. Bu yüzden her genel seçim ve iktidar değişimi ülkemiz için korkunç bir felakete dönüşmektedir. Çünkü, iktidar olan parti her köşe başına ve arpalıklara kendi adamlarını koymak ister. Bu binlerce memurun tayini, yada binlerce yeni kadronun tesisi anlamına gelmektedir. Ülkemizde çok kısa aralıklarla seçimlerin olduğu ve iktidarların değiştiğini düşünürseniz, yapılan her genel seçimin, ülkemize en büyük felaketlerden daha korkunç zararlar vereceğini anlamanız zor olmayacaktır. Bezirgan kılıklı insanlar tarafından yönetiliyor olmamız, bu şartlarda devlet adamı yetişemeyeceği içindir. Çünkü bir görevin sahibi olabilmek için ehil olmak yerine, bir siyasi partinin adamı olmak şartı aranmaktadır.
Bir ülke düşünün, memuru hırsız, hırsızı politikacı olsun.
Farklı zamanlarda iktidar olan rakip partiler bazen karşılıklı olarak birbirlerinin hırsızlarını tutarlar. İşte o zaman başka hiçbir ülkede rastlama imkanına sahip olmadığınız bir komedi yaşanır. Karşılıklı olarak hırsız mübadelesi yapılır. Komisyonlarda bir iki üç, diyerek karşılıklı hırsızları aklayıverirler(ANAP-DYP). Benim hırsızım iyidir kavgasını sona erdirmek için akıllarına gelen en iyi çözüm budur işte.
Bir ülke düşünün,başbakanının villası Amerika’da, Engin Civan, Selim Edes, Halil Bezmen’lerle tesadüfen aynı mahallede olsun.
Maksimum kar kavramını, maksimum rant olarak anlamış, serbest rekabet, pazar ekonomisi modelini, serbest Pazar ekonomisi olarak uygulayıp körün tuttuğu, topalın yakaladığını hallettiği bir model haline çevirme başarısını göstermişlerdir.
Çıkar sahiplerinin, sahip olduklarını korumak adına peşkeş çekmeyecekleri hiç bir değer yoktur. İşin acı tarafı devletin gerçek sahipleri bunlardır. Milletin parasıyla ülkenin en ücra beldelerine kadar örgütlenerek çeteleşirler.
Dış güçler elinde, hırsızlar, faizciler, ihale, kumar, uyuşturucu ve fuhuş çeteleri için cennet olan bir ülke düşünün.
İktidardaki parti yöneticilerinin isteği dışında ne bir vali ne de bir öğretmen, bir tek memur tayin edilerek görevlendirilemez. İktidar partisinin ilçe başkanının arzusu dışında karar veren bir hakim kendisini en olumsuz şartlarda görev yaparken buluverir.
Hükümetin, işine gelmeyen gazete ve televizyonları kurşunlattığı bir ülke düşünün.
Devleti ele geçiren çıkarcılar kendilerini halka yeniden seçtirebilmek için kamu oyu oluşturacak tüm enstrümanları kullanırlar. Türk'ler kadar kolay unutan ve affeden bir millete aynı oyunu evirip çevirip yutturmak onlar için zor değildir.1980 öncesi halkların özgürlüğünü savunup, kürtçü komünistleri destekleyerek PKK’nın oluşmasında baş rol oynayan ECEVİT’i,bu defa PKK’ nın başkanı Abdullah Öcalan'ı yakalayan Kenya fatihi diye yutturmaları, DSP yi azınlık partisi iken birinci parti yapmaları, ibret alınması gereken bir örnektir.
Bir yandan kamu oyunu maniple ederken bir yandan da oy karşılığı ormanları, sahilleri yağmalatır, ihaleleri peşkeş çekerler.
Enflasyon ve terörün sağladıkları rant nedeniyle hükümetlerin politikaları haline geldiği bir ülke düşünün.
Çıkarlarını uluslar arası arenada savunmaları da benzer yöntemlerle olur.
Hükümetinin, Türkiye ve Türk Dünyası pazarını, pazarlamayı, halkına marifetmiş gibi davul zurnalarla duyurduğu bir ülke düşünün.
Dış politikadan, eğitime ve ekonomiye kadar bağımlı kılarlar. Maliyesini IMF yada dünya bankasının denetleyerek ona not verdiği bir ülke düşünün.
İstiklal savaşı vermiş bir milletin hükümranlığını kahrolası tezgahları uğruna peşkeş çekmelerine rağmen kendilerini yine bu millete seçtirmekle, namussuzluğun ve arsızlığın şahikasına çıkmışlardır. Binlerce yıllık devlet tecrübesine sahip bir milleti, üretmeden tüketen ve karşılığını onuruyla ödeyen, devleti tarafından satın alınabilir, tarihini, coğrafyasını bilmeyen, eğitimsiz, kişiliksiz materyalist bir güruh haline getirme yolunda epey yol almışlardır. Toprak usta bir elde cömerttir ama suyunu biraz fazla kaçırsanız, ne kadar kaliteli olursa olsun çamur olacaktır.
İnsanları eğitimsiz, eğitilmiş olanlarının da ya pazarda limon sattığı,yada beyin ve iş gücü olarak yurt dışına aktığı bir ülke düşünün. İnsanlarımız, kendi ülkemiz dururken, başka ülkeleri kalkındırmak için çalışmaktalar.
Aydınlarının entel barlarda, ayrılıkçı bütün unsurları politika sofralarına meze yaptığı bir ülke düşünün.
Alternatifsiz kılınmaları halkı, daima kötünün iyisini seçmek zorunda bırakmaktadır. Her seçimde halkın önüne beş tane çirkin adam dizer, hangisinin daha güzel olduğunu sorarlar.
Katılımcı demokratik bir yapı kurulmadan verilecek oylar, her olumsuzluğu meşru kılacaktır. Verilen her oyun bu sistemi ibra edeceği unutulmamalıdır. Bu yapıdaki partilere oy vermek, tüm olumsuzluklara sebep olacak bir süreci başlatarak, onların her türlü suçlarına ortak olmak anlamına gelecektir.
Demokrasinin, kendini yok etme özgürlüğü olarak algılandığı ve oy karşılığı peşkeş çekilmeyecek hiçbir değerin olmadığı bir ülke düşünün.
Biz"MOBİL DEMOKRASİ DİNAMİĞİ" adını verdiğimiz kuramı, bu ülkede sistem gereği oluşan olumsuzlukları telafi etmek yerine, olumsuzlukların kaynağı olan sisteme, alternatif bir sistem geliştirmek için kullanacağız. Bu çok kötü yönetilen ülkemizin yeniden yapılandırılması sürecidir.
Yurttaşlara hakkettikleri gibi yönetildikleri söylenip, bunun doğruluğu ayet-i kerime yada hadis-i şerifler ile ispatlanmaya çalışılmadan önce insanlara, “kendilerini yönetme hakkı"verilmelidir.
Emeklisinin maaş kuyruğunda, hastasının hastahane kapısında can verdiği bir ülke düşünün.
Dünyanın en büyük metropollerinden birinin belediye başkanını, Ziya Gökalp' in şiirini okudu diye hapse atan sistemin sahipleri ve onların iş birlikçileri alternatif bir sistemin oluşturulmasına hiçbir zaman izin vermeyeceklerdir.
Öyleyse bizde gerçekte var olmayanı hayal ederek bir ülke düşüneceğiz.
ÇÖZÜM, öncelikle, siyasi partiler kanununu, katılımcı demokratik bir yapıyı oluşturacak şekilde düzenleyerek, herkesi siyaset eder hale getirmektir. Bu ülkede yaşayan kimsenin bana ne deme hakkı yoktur. Beraber yaşayacaksak, sorumlulukları da beraber yüklenmeliyiz. Herkes bir siyasi partiye, yada sivil toplum örgütüne mensup olmalıdır. Çünkü bu ülkenin artık herkese ihtiyacı vardır. Fikrim yok diyenler dahi gerekirse kurulacak bir fikirsizler partisine mensup olmalıdırlar. Siyaset en yüksek düzeyde vatani bir görevdir. En azından biz öyle anlıyor ve bu şekilde yapılmasını istiyoruz. Siyasi partiler ise milli kuruluşlardır. Hepsi müşterek payda da birleşirler. Çünkü hepsi bu millet ve bu memleket için vardırlar. Farklı ilkelere sahip olmaları kesinlikle ülkemiz için faydalı bir durumdur. İlkeleri doğrultusunda ürettikleri projeler, tercih edilme sebepleri olacaktır. Bu zeminde, aynı amaç uğrunda yarışıyor olmalarının ülkemiz açısından sayılamayacak zenginlikte faydaları olacaktır.
Türkiye de etnik kökene dayalı ve kökten dinci siyaset kesinlikle yasak olmalıdır . Demokratik ve laik bir ülkede buna gerekte yoktur. İnsanlar inandıkları gibi yaşayıp, istedikleri gibi giyinebilmelidirler. Bunun için devletten izin almaları gerekmez. Demokrasilerde kişilerin özgürlükleri yek diğerlerinin özgürlükleri ile sınırlıdır. Herkesin bilmesi gereken tartışılmaz tek gerçek şudur; TÜRKİYE MİLLETİYLE ve ÜLKESİYLE BÖLÜNMEZ BİR BÜTÜNDÜR. Tüm yurttaşlar, her konuda eşit haklara sahip olmalıdırlar. Türk ve Müslüman olmayan yurttaşlar kendi dillerini konuşmakta ve inançlarının gereğini yerine getirmekte özgür olmalıdırlar. Kendilerini Türk üst kimliği ile oluşturulan bütünün parçası olarak görmeyenlerin, eşit şartlarda yaşadıkları insanlara ve ekmeğini yedikleri ülkelerine saygı göstermeleri borçlarıdır. Yurttaşlık ve yurtseverlik bilincinde olmayan, saygı göstermeyen, saygı göremez.
Not: Kaderin cilvesine bakınız ki, biz bu satırları yazarken şiir okudu diye hapse atılan Tayyip Erdoğan, zaman içerisinde bilinmeyen bir güç tarafından hapisten çıkartılmış, daha parti üyesi bile değilken USA başkanı George W.Bush ile diz dize bir görüşme gerçekleştirmiş, tüm avrupalı liderlerlede görüştükten sonra Türkiye’ye dönerek Ak parti başkanlığına seçilmiştir. Bu arada gerçekleşen genel seçimler bir ilde iptal edilerek millet vekili olması sağlanmıştır. Aynı dönemde Başbakan yapılan Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisini hapisten çıkartarak cumhurbaşkanının görüşemediği USA başkanı ile görüştüren sihirli değnek sahipleri ile Amerika’da ne tür pazarlıklar yaptığını zaman gösterecektir.
MOBİL DEMOKRASİ DİNAMİĞİ
SİYASİ PARTİ TEŞKİLATLANMALARI
BELDELER, MAHALLELER ve KÖYLER
Siyasi partiler her köy , mahalle ve beldede teşkilatlanmalıdır.
Üyelikler parti teşkilatlarında değil, ilçe seçim kurullarında yapılmalıdır.
Üyelerin, demokratik haklarının engellenmesi, vatana ihanetle eş değer tutulmalıdır.
Köy başkanı ve yönetimi, köydeki üyelerce seçilmelidir.
Mahalle başkanı ve yönetimi, o mahalledeki üyelerce seçilmelidir.
Belde başkanı ve yönetimi o beldedeki üyelerce seçilmelidir.
Üyelerin katıldığı bu seçimler, gizli oy, açık tasnif usulü ile gerçekleştirilmelidir.
Seçim zamanı ve seçilme süresi olmamalıdır. Seçim gerektiğinde ve çoğunluk sağlandığında gerçekleşmelidir. Bunun için parti genel merkezlerinden izin almak yerine, seçim yeri ve zamanı hakkında ilçe seçim kurullarına haber vermek yeterli olmalıdır.
İLÇELER
İlçe yönetimleri, kendilerine bağlı mahalle, belde ve köy teşkilatlarının seçilmiş başkanlarından oluşmalıdırlar.
İlçe başkanı, yönetimi oluşturan mahalle, belde ve köy başkanlarının kendi aralarında yapacakları seçimle, içlerinden birinin seçilmesiyle tespit edilmelidir.
İlçe başkanlığına seçilen mahalle, belde veya köy başkanının boşalan yerine yenisi seçilmelidir.
Her yönetim kurulu üyesi, kendi bölgesindeki üye sayısının, toplam ilçe üye sayısına nispeti kadar oy hakkına sahip olmalıdır.
İlçe başkanının, ilçe yönetiminde oy hakkı yoktur. Sadece oylamalar eşitlikle sonuçlanırsa oy kullanabilir. Oy kullandığında çekimser kalma hakkı yoktur. İlçe başkanları il yönetimlerinde oy kullanma hakkına sahiptir.
İlçe yönetim kurulu üyeleri kendi başlarına karar verme yetkisine sahip değildirler, sadece başkanı oldukları mahalle, belde veya köy yönetimlerinde alınan kararları temsil ederler.
İlçe yönetimindeki tüm oylamalar, açık oylama şeklinde yapılmalıdır.
İLLER
İl yönetimleri, kendilerine bağlı ilçe teşkilatlarının seçilmiş
başkanlarından oluşmalıdırlar.
İl başkanı, yönetimi oluşturan ilçe başkanlarının kendi aralarında yapacakları seçimle içlerinden birinin seçilmesiyle tespit edilmelidir.
İl başkanlığına seçilen ilçe başkanının boşalan yerine yenisi seçilir.
Her yönetim kurulu üyesi, kendi bölgesindeki üye sayısının, toplam il üye sayısına nispeti kadar oy hakkına sahip olmalıdır.
İl başkanının, il yönetiminde oy hakkı yoktur. Sadece oylamalar eşitlikle sonuçlanırsa oy kullanabilir. Oy kullandığında çekimser kalma hakkı yoktur. İl başkanları merkez karar kurulunda oy kullanma hakkına sahiptir.
İl yönetim kurulu üyeleri kendi başlarına karar verme yetkisine sahip değildirler, sadece başkanı oldukları ilçe yönetim kurullarında alınan kararları temsil ederler.
İl yönetimindeki tüm oylamalar, açık oylama şeklinde olmalıdır.
SİYASİ PARTİ GENEL MERKEZ YÖNETİMİ
Merkez karar kurulu;
İl başkanlarından oluşmalıdır.
Merkez karar kurulu üyeleri kendi başlarına karar verme yetkisine sahip değildirler, sadece başkanlığını yaptıkları il yönetim kurullarında alınan kararları temsil ederler.
Her Merkez Karar Kurulu üyesi, kendi bölgesindeki üye sayısının, toplam ülke üye sayısına nispeti kadar oy hakkına sahip olmalıdır.
Merkez Karar Kurulunda tüm oylamalar, açık oylama şeklinde olmalıdır.
Merkez yürütme kurulu;
Milletvekillerinden oluşmalıdır. Yeterli sayıda seçilmiş milletvekili yoksa genel başkanın önerdiği, merkez karar kurulu tarafından onaylanmış kişilerden oluşmalıdır.
GENEL BAŞKAN
Görevi; Başkanlığını yaptığı merkez karar kurulunda alınan kararları merkez yürütme kurulu ile uygulamak, genel başkanlığını yaptığı siyasi parti teşkilatı ile onun ilkelerini temsil etmektir.
Her il başkanı genel başkanlığın doğal adayıdır. Milletvekilleri ancak il teşkilatları kendilerini aday olarak gösterirlerse genel başkanlığa aday olabilirler. Çünkü milletvekillerinin asli görevi teşkilatçılık değil, kanun yapmaktır.
Genel başkanı, her il teşkilatı kararını açıktan deklare ederek seçerler. Bu karar mahalle, belde ve köy yönetimleri tercihinin ilçe ve il yönetimine yansıması şeklinde oluşur.
Genel başkan, kendi yardımcılarını ve onlarda diğer genel merkez görevlilerini seçerler.
Siyasi partiler kanununda yapılması gereken değişiklikler bunlardır. Açık, şeffaf ve demokratik bir şekilde yapılandırılan siyasi partiler bu günün aksine katılımcı demokratik sistemin sigortası olacaklardır. İlerde anlatılacağı gibi sistemin istismar edilmek istendiği hallerde, kontrol görevini siyasi partiler yapacaklardır.
Hiç kimse görevine belirli bir süre için seçilmemeli, görevde hak edildiği süre kalınabilmelidir. Mobil Demokrasi dinamiği prensiplerine göre kişiler görev hakketmek için yarışmak ve en iyi olmak zorundadırlar. Kişilerin ürettikleri projeler ve topluma olan katkıları, tercih edilme nedenlerini oluşturacaktır.
Bir seçim diğeri ile bağımlı değildir. Seçimler belirli bir süre için yapılamaz. Her birim gerekli çoğunluğu bulduğunda izin almadan seçimini gerçekleştirir. Seçilenlerin görev süresi, yenisi seçilene kadardır.
Bu şartlarda; İlçe kongresi, il kongresi, genel kurul yada kurultay yapma gereği ortadan kalkmaktadır. Siyasi parti bünyesinde hizip hareketleri bu yapılanmada mümkün değildir. Ayrıca aynı ilkeyi birden fazla siyasi partinin temsil etmesi de mümkün değildir. Siyasi partiler halkın ilkelerini temsil ettikleri sürece kaç tane ilke varsa o sayıda siyasi parti olacaktır.
BAKANLAR KURULU
T.C. Anayasası madde 109.-Bakanlar kurulu, Başbakan ve bakanlardan oluşur.
Başbakan, Cumhurbaşkanı’nca, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri arasından atanır.
Bakanlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri veya milletvekili seçilme yeterliğine sahip olanlar arasından Başbakan’ca seçilir ve Cumhurbaşkanı’nca atanır; gerektiğinde Başbakan’ın önerisi üzerine Cumhurbaşkanı’nca görevlerine son verilir.
Noktası ve virgülüne kadar aktardığımız madde 109’u irdeledikçe, siyasi partiler kanunundaki değişikliklerden sonra, doğrudan Bakanlar Kurulunun teşkiline niye geçtiğimiz sanırım daha iyi anlaşılacaktır. Sergilediğimiz olumsuzluklar ile sebep netice ilişkisi kurulduğunda, yapılması yada yapılmaması gereken her şey gözler önüne serilmektedir.
Yukarda belirtildiği gibi Parlamento, bizde halk tarafından değil, siyasi parti liderleri tarafından seçilmektedir. Daha doğrusu liderler tarafından belirlenip halka seçtirilmektedir. Siyasi partiler kanunu yetersiz olup siyasi partiler kendi iç yapılarında demokratik değillerdir. Bu yüzden tabanlarından kopuk, çağdışı,ilkesiz, çeteleşmiş çıkar organizasyonları haline gelmişlerdir. Üye kayıt ve delege seçim sistemleri siyasi partileri belirli çıkar gruplarının hakimiyetinden kurtarmaya yeterli değildir. Bu şartlarda parlamento halkın değil, çıkar çevrelerinin parlamentosu olmaktadır.
Kanun yapıcıların hali bu olunca, parlamentodan oluşan hükümetlerin hali de pek farklı olmayacaktır. Tuhaf olan parlamentonun neredeyse hükümetin emrinde olmasıdır. Parlamenterlerin, liderlerinin sözünden çıkamayan kişiler olmaları, liderleri tarafından tercih edilme sebepleridir.
Teknik olarak farklı konularda uygulanması gereken metotların da farklı olması doğaldır. Bu her birimin kendi iç dinamikleri gereği yapılacak seçimlerle temsil edilmesi sonucunu ortaya çıkartmaktadır.Tabii bu seçimler alt kurulların kararlarının bir üst kademede temsili şeklinde gerçekleşmelidir. Bu şartlarda bakanlar kurulu farklı görüşlerde insanlar tarafından oluşturulacaktır. Farklı görüşler ve uygulamalar doğal olarak bakanlar kurulu içerisinde problemlerin ve anlaşmazlıkların doğmasına neden olacaktır. Ayrıca neredeyse bağımsız çalışma imkanı bulan bakanlıklar kendileri ile ilgili konularda sosyal adalet ilkeleri ve hukuk sistemi ile çatışacak uygulamalar içerisine girebilir. İşte bu hallerde anlaşmazlık konuları parlamento tarafından giderilir ve çözüm kanunlarla uygulamaya konulur. Bakanlar kurulu parlamentonun kararlarını uygulama durumundadır. Bu şekilde parlamento daha önce olduğu gibi hükümetlerin ve siyasi parti başkanlarının emrinde ve güdümünde değil, tam tersine hükümet parlamentonun emrinde olacaktır. Yani Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletin olacaktır.
Tabi yukarıdaki yapılanma hakkında yazılacak çok şey olduğunu biliyoruz. Sosyal güvenlik yapısından tutun spor anlayışına kadar sistemin tutulacak bir tarafı olmadığı oldukça aşikardır. Kendisi için en hayırlı politikaları halkın üreteceğine güvenimiz tamdır.
Demokrasi fazilet rejimidir. Sadece katılımcı demokratik bir yapıda, onurlu insanlar tarafından oluşturulan bir parlamentoya sahip olmak mümkün olabilir. Ancak parlamento demokratik olarak teşkil edilse bile, bakanlar kurulunun ilgili madde uyarınca oluşturulmasının, ülkeye yararı açısından sakıncaları gözden kaçmıştır.
Mevcut sistemde, genel seçimlerde çoğunluk sağlayamayan siyasi partilerdeki değerli kişilerden ülkenin yararlanması imkanı maalesef yoktur. Çünkü makamların seçim kazanan siyasi parti mensuplarınca işgal edilmesi gerekmektedir. Ülkeyi neden tek bir görüşe sahip olan insanların idare etmesi gerektiğini anlayabilmek mümkün değildir. Benim gibi inanacaksın, benim gibi düşünecek, benim gibi giyineceksin saçmalığının altında yatan bağnazlık sistemin sonucudur. Ülkeyi belirli bir düşüncenin sahipleri idare edeceklerse, onlar gibi düşünmeyenlerin iktidar olmasını engellemek için her şeyi yapacak, farklı düşüncelere hayat hakkı dahi tanımayacak, elde ettikleri devlet imkanlarını bu yolda kullanacaklardır.
Bunun aksini düşündüğünüzde muhalefetlerin düşmanca bir engelleme içinde olmaları da ülkemize oldukça zarar vermektedir. Geçmişte seçim sistemi kurnazlığı ile % 20 lerin iktidar olduğuna şahit olduk. Bu gün % 50 ile iktidar olunsa dahi diğer % 50 nin engellemesine rağmen başarılı olabilmek zor görünmektedir. Neredeyse bir elin yaptığını diğer el bozmaktadır. Kamplaşma ve çatışma ortamı bizzat sistem tarafından oluşturulmaktadır.
Oysa, tek bir düşünce şeklinin her konuda başarılı olması, aşağıdaki örneklerden anlaşılacağı gibi mümkün değildir.
Seçimi kazanan siyasi partinin demokrat bir parti olduğunu düşünelim.
Bu partinin milli savunma bakanının orduyu hangi ilkeler doğrultusunda idare etmesini beklersiniz? Demokrasi ile mi? Orduda demokrasi olabilirmi ? Elbette hayır,ordu demokrasi ile idare edilemez.
Bu kez iktidarın kapitalist bir parti elinde olduğunu varsayarsak, sermayenin hizmetindeki bir çalışma bakanı ne ölçüde işçilerden yana olacaktır? Şimdiye kadar ne ölçüde işçinin yanında olmuşlardır. Ucuz işçilik, maximum kar düşüncesi maalesef işçilerimizi açlık sınırına getirmiştir. Çalışma bakanının sermayeye karşı olması gerekmez ama kesinlikle halkından yana olmalıdır. Çalışma bakanı sosyalist olmalıdır, ancak iktidar kapitalistlerde olduğu için buna imkan yoktur.
Şimdide sosyalistlerin iktidarındaki bir sosyalist sanayi ve ticaret bakanını düşünün. Bu güne kadar sosyalistlerin, kapitalistler kadar ticarette başarılı olduğu görülmemiştir. Sanayi ve ticaret bakanının kapitalist olması belki daha iyi olacaktır ama bu mümkün değildir çünkü seçimi sosyalistler kazanmıştır. Aslında kimin daha başarılı olacağı bir kaideye bağlı değildir ama en iyilerin başarılı olacağı kaçınılmazdır. Bu yüzden amaç en iyilerin görev yapacağı şartları oluşturmak olmalıdır.
Aslında farklı düşünenlere minnettar olmak lazımdır. Herkes aynı şekilde düşünseydi, farklı proje ve programların aynı amaç için yarışması kadar heyecan verici olmazdı.
Katılımcı demokratik yapılarda siyaset, en yüksek düzeyde vatani bir görevdir. Siyasi partiler ise milli birer kuruluşturlar. Hepsinin kuruluş amaçları,kendi mensuplarının çıkarları değil, vatan ve milletin esenliğidir.
Tek bir görüşün devletin tüm birimlerinde aynı ölçüde başarılı olamayacağı gerçeğinin bizi götürdüğü çözüm şudur; her birim kendi iç dinamiklerinin gereği yapılan seçimlerle, en iyiler tarafından temsil edilmelidir. Bu prensibi bakanlıklara uyguladığımızda her bakanlık kendi iç dinamiklerinin gereği yapılan seçimlerle, en iyiler tarafından temsil edilmelidir diyebiliriz. Ancak bu şekilde milletimizin %100 nün katılımı ve desteği kazanılmış olur. Kendisi ile yarışan bir milletin başarılı olamaması ihtimali yoktur. Tüm milletinin katılımına ve desteğine sahip bu ölçüde güçlü bir devlet yeryüzünde bulunmamaktadır.
Buna göre;
BAŞBAKAN- Genellikle seçim kazanan siyasi partinin genel başkanlarından seçilmektedir,oysa parlamento tarafından, kendi içinden, gerektiği zaman seçilmelidir.
Başbakanın görevi, Bakanlar Kuruluna başkanlık etmek, Bakanlar Kurulu ile Parlamentonun uyum içinde çalışmasını sağlamak olmalıdır. Başbakanlık tüm devlet mekanizmalarının düğüm noktası olmakla devletin işlerliğini sağlayan en önemli kurumdur.
Başbakanlığa bağlı kuruluşlar; MGK Genel Sekreterliği.
MİT Müsteşarlığı.
BAŞBAKAN YARDIMCILARI-Başbakan tarafından parlamento içinden seçilmelidirler.
İÇİŞLERİ BAKANI
Muhtarlar ve ilçe müdürleri Kaymakamları, Kaymakamlar ve il müdürleri Valileri seçmelidir. Valilerde Hukuk , Siyasal Bilgiler Fakültesi v.b. ilgili bilim kurumları dekanları ile birlikte İç İşleri Bakanını seçmelidirler.
Bağlı Kuruluşlar;
Emniyet Genel Müdürlüğü.
Jandarma Genel Komutanlığı.
Sahil Güvenlik Komutanlığı.
DIŞİŞLERİ BAKANI
Parlamento tarafından seçilmelidir. Dış işleri SBF fakülteleri ile neredeyse özleştirilmeli, öğrenciler çok özenle seçilerek eğitilmelidirler.
MALİYE BAKANI
Özel ve Kamu bankaları Genel Müdürleri ile tüm mali ve reel sektör temsilcilerinin , İşletme, Ekonomi, İktisat fakülteleri v.b. bilim kurumlarının önerecekleri adaylar arasından Parlamento tarafından seçilmelidir.
Bağlı Kuruluş;
Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü(Yeni kurulacak Sosyal Güvenlik bakanlığına bağlanmalıdır)
İlgili Kuruluş;
DMO Genel Müdürlüğü.
BAYINDIRLIK ve İSKAN BAKANI
Parlamento tarafından seçilmelidir. (Mimar,Mühendis,müteahhit v.s. ve ilçeye kayıtlı olarak bayındırlık faaliyetleri gösteren teknik elemanların temsil edildikleri odaların seçmiş oldukları ilçe bayındırlık müdürlerinin kendi aralarından seçtikleri il bayındırlık müdürleri tarafından seçilebilir. Seçimlerde ilgili bilim dalında eğitim veren fakülte dekanları da oy sahibi olmalıdır.)
Bağlı Kuruluşlar;
Karayolları Genel Müdürlüğü
İller Bankası
ULAŞTIRMA BAKANI
Parlamento tarafından seçilmelidir.
Bağlı Kuruluşlar;
Telsiz Genel Müdürlüğü
İlgili Kuruluşlar;
DDY Genel Müdürlüğü.
Posta İşletmeleri Genel Müdürlüğü.
Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü.
Türk Telekom Genel Müdürlüğü.
TARIM ve KÖYİŞLERİ BAKANI
Köy muhtarları tarafından, kararları yerel parlamentolarda değerlendirildikten sonra Ziraat Fakültesi Dekanları ve ilgili bilim kurumlarının temsilcileri ile birlikte seçilmelidirler.
İlgili Kuruluşlar;
TMO
TİGEM Genel Müdürlükleri(Ziraat Fakültelerine
Devredilmelidirler)
ÇALIŞMA ve SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI
İşçiler tarafından seçilen sendika başkanları arasından seçilmelidirler. SOSYAL GÜVENLİK ayrı bir bakanlık halinde kurulup emekli sandığı, sigorta, bağ-kur genel müdürlükleri birleştirilerek tek bir sigorta ve sosyal güvenlik sistemi oluşturulmalıdır. Ayrıca kadın, aile, çocuk esirgeme gibi kurumlar ayrıca kurulması gereken SOSYAL GÜVENLİK Bakanlığına bağlanmalıdırlar.
Bağlı Kuruluşlar;
İş ve İşçi Bulma Kurumu
Bağ-Kur
YODÇEM
Zonguldak Amele Birliği(J)
SANAYİ VE TİCARET BAKANI
Sanayiciler ve tüccarlar tarafından seçilmelidir. Ticaret odaları(TOB), sanayici dernekleri(TÜSİAD,MÜSİAD vs), küçük ve orta boy işletmeler(KOBİ) ile esnaf dernekleri bu seçim için organize edilebilir. Seçime sanayi ve ticaretle ilgili eğitim veren fakülte dekanları da katılmalıdırlar.
Bağlı Kuruluş;
Türk Patent Enstitüsü Başkanlığı.
İlgili Kuruluşlar;
Türkiye Şeker Fabrikası Genel Müdürlüğü.
MKE Genel Müdürlüğü.
KOSGEB
MPM Başkanlığı.
Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü.(tapu kadastro ve imar iskan bakanlığı ile ilgilendirilmelidir)
ENERJİ ve TABİİ KAYNAKLAR BAKANLIĞI
Parlamento tarafından seçilmelidir.
Bağlı Kuruluşlar;
DSİ Genel Müdürlüğü.
Elektrik İşleri Etüd İdaresi Genel Müdürlüğü.
Petrol İşleri Genel Müdürlüğü.
MTA Genel Müdürlüğü.
İlgili Kuruluşlar;
Türkiye Petrolleri A.O.
Türkiye Kömür İşletmeleri Genel Müdürlüğü.
BOTAŞ
TEAŞ
TEDAŞ
Türkiye Demir Çelik İşletmeleri.
KÜLTÜR BAKANI
Sanatçılar ve sanat kurumları ile ilgili eğitim kurumları tarafından seçilmelidir.
Bağlı Kuruluşlar;
Devlet Tiyatroları,Devlet Opera ve Balesi.
TURİZM BAKANI
Turizm işletmecileri tarafından seçilmelidir. Seçime turizm eğitimi veren fakülte dekanları da katılmalıdırlar.
ORMAN BAKANI
Ormanlar ivedilikle orman köylülerine verilmelidir. Orman bakanı orman köyleri olarak tespit edilen köylerin muhtarları ile Ziraat Fakültesi dekanlarının kararları yerel parlamentolarda değerlendirildikten sonra seçilmelidirler.
Orman köylerinin dışında, odun yakacak olarak kullanılamamalı, ağaç, kurallar dahilinde sadece kereste olarak kesilebilmelidir.
Bağlı Kuruluş;
Orman Genel Müdürlüğü.
ÇEVRE BAKANI
Mahalle, Köy, Belde, İlçe ve İllerde oluşturulan Çevre kurumları tarafından seçilmelidirler.
Bağlı Kuruluş;
Özel Çevre Koruma Kurumu.( J)
MİLLİ SAVUNMA BAKANLIĞI
İç işleri bakanı ve Genel kurmay başkanı tarafından Başbakanlık kontrol ve koordinasyonu ile yürütülmelidir.
Bağlı Kuruluş;
Savunma Sanayii Müsteşarlığı.
MİLLİ EĞİTİM BAKANI
Eğitimciler tarafından seçilmelidir.
Mahallemizdeki ilkokulun müdürünü Ankara tayin etmemelidir. Öğrenci velileri, okul aile birliği, okul koruma derneği ve öğretmenler, kendi aralarından en iyi olanını müdür seçmelidirler. Müdürler, kendi aralarından en iyisini ilçe milli eğitim müdürü, onlarda kendi aralarından en iyisini il milli eğitim müdürü seçmelidirler. Aynı şekilde üniversite öğretim üyeleri, öğrenci dernekleri ile birlikte kendi aralarından en iyi olanı dekan, dekanlarda kendi aralarında en iyi olanı rektör seçmelidirler. Rektörler ve il milli eğitim müdürleri milli eğitim bakanını seçmelidir.
YÖK(Yüksek Öğrenim Kurumu)Üniversite rektörleri tarafından kendi içlerinden seçilmelidir.
Bağlı Kuruluş;
Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu.YURTKUR.
SAĞLIK BAKANI
Hemşire, sağlık memuru, eczacı, diş hekimi ve doktorlar kendi aralarından başhekimleri seçmelidirler. İlçe sağlık müdürünü serbest çalışan hekim ve sağlıkçıların katıldığı seçimle o ilçede görev yapan tüm sağlıkçılar kendi aralarından seçmelidirler. İlçe sağlık müdürleri kendi aralarından il sağlık müdürlerini, onlarda tıp fakültesi dekanları ve başhekimlerle birlikte kendi aralarından sağlık bakanını seçmelidirler.
Bağlı Kuruluşlar;
Hudut ve Sahiller Sağlığı Genel Müdürlüğü.
Refik Saydam Hıfzıssıha Başkanlığı.
ADALET BAKANI
Hukukçular tarafından seçilmelidir. Her il de avukatlarda olduğu gibi hakim, savcı ve noterlerin de bağlı olduğu barolar ve bunların kendi aralarında oluşturdukları bir adalet divanı bulunmalıdır. İl adalet divanları Yargıtay, Danıştay , Sayıştay ve HSYK’yı seçmelidirler, onlarda aralarından askeri yargıtay ve askeri yüksek idare mahkemeleri, hukuk fakulteleri öğretim üye ve dekanları ile birlikte anayasa mahkemesini oluşturmalıdırlar.
Hukuk fakültesi dekanları bulundukları ilin Adalet Divanı doğal üyesi ve danışma makamı olmalıdırlar.
Adalet Divanlarının seçtiği bir diğer kurumda Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu olmalıdır. Bu kurul hakim ve savcıların tayinleri ile ülke genelinde avukat, hakim ve savcı ihtiyacını tespit etmelidir. Hukuk fakültelerine alınacak öğrenci sayısı ve eğitimleri bu tespitler doğrultusunda düzenlenmelidir. Bir öğrenci daha hukuk fakültesinin kapısından ayağını attığı an Türk hukuk sisteminde devletin bir parçası olduğunu bilmelidir.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun bir diğer görevi de Türk hukuk sisteminde yapılması gereken iyileştirmeleri, hukuk fakülteleri işbirliği ile gerçekleştirmek olmalıdır.
İşte Adalet Bakanı, Adalet Divanları, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Sayıştay, Danıştay, Yargıtay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemeleri ve Anayasa Mahkemesi tarafından kendi içlerinden seçilmelidir. Yargının bağımsızlığı başka türlü sağlanamaz. Yargı erkinin tek sorumlu olduğu yer parlamento yani milletin vicdanı olmalıdır.
Bağlı Kuruluş;
Adli Tıp Kurumu Başkanlığı.
SPOR BAKANLIĞI
Bir kurulup bir kaldırılan , kah devlet bakanlığı, kah genel müdürlük seviyesinde özensiz ve amacının dışında uygulamalar yapan bir kurumdur. Şu an için en önemli işlevi spor oyunları üzerinde müşterek bahis oynatarak bu yolla devlete para kazandırmaktır.
Bu ülkeyi yönetenler ülkelerini ve insanlarını gerçekten düşünüyor olsalardı şu şekilde teşkilatlanmaları gerekirdi;
İlçelerde her spor dalı için birer ihtisas kulübü kurulmalıdır. İlçeye bağlı her belde, mahalle ve köyde ilçede kurulan ihtisas kulüplerinin branşında spor kulüpleri kurulmalıdır. Müsabakası olmayan spor dalı körelmeye mahkumdur. Her spor branşında ligler oluşturularak müsabakalar yaptırılmalıdır. Belde, mahalle ve köylerinden lisans alan sporcular, ihtisas kulübü tarafından eğitilirler. İlçe içindeki müsabakalarda kendi belde, mahalle ve köylerini temsil ederler. Ancak ilçe dışındaki müsabakalarda seçilen sporcular ilçelerini temsil ederler. Mahalle, belde ve köylerdeki okulların her branştaki spor takımları o belde mahalle ve köydeki spor kulüpleri ve ihtisas kulüpleri tarafından eğitilirler. Hem okul takımları eğitilmiş, hem de spor kulüpleri okullardan sporcu kaynağı elde etmiş oldukları için bu uygulamada çift taraflı bir kazanç söz konusudur.
Spor kulüpleri başkanları kendi içlerinden birini o spor branşında ilçedeki ihtisas kulübü başkanlığına seçmelidirler. Her spor branşındaki ihtisas kulüpleri aralarından birini, o spor dalının ilçe spor temsilcisi, ilçe spor temsilcileri yine kendi aralarından birini ilçe spor müdürü olarak seçmelidir. İlçe müdürleri aralarından birini il, il müdürleri de aralarından birini beden terbiyesi genel müdürü seçmelidir. Genel müdürlük idari işler, saha ve tesisler ile spor organizasyonları ile ilgilenir.
Her branştaki ihtisas kulübü başkanları kendi aralarından Federasyon başkanlarını seçmelidirler.
Federasyon başkanları ile il müdürleri spor bakanını seçmelidirler.
İl müdürleri ve federasyonlar sahip oldukları lisanslı sporcu sayısının, tüm ülkedeki lisanslı sporcu sayısına oranı kadar temsil edilmelidirler.
Her spor branşına profesyonel olma hakkı verilmelidir. Profesyonel spor kulüpleri ayrı fakat benzeri bir teşkilatlanma ile özerk yapılarını kurmalıdırlar. Kendi spor tesisleri ve personeli olmalıdır. Profesyonellikte spor para kazanmak için bir araç olarak kullanılmaktadır. Amatörlükte ise spor amaçtır. Devlet tüm imkanlarını sadece amatör spor için harcamak durumundadır. Spordan para kazanan profesyonellerden ise vergi alarak onları denetlemelidir. Devlet saha ve tesislerini ancak amatör spor faaliyetlerinden artan vakitlerde profesyonellere ücret karşılığında kullanım izni vermelidir.
DEVLET BAKANLIKLARI-1999 genel seçimi sonucu oluşturulan 57. koalisyon hükümetinde 15 adet olarak belirlenerek şu şekilde paylaşılmışlardır.
BİR PARTİYE BAĞLI KURULUŞLAR
1-Hazine Müsteşarlığı.(Maliye bakanlığına bağlı olmalıdır)
2-Devlet Personel Başkanlığı.(İçişleri bakanlığında olmalıdır)
3-Diyanet İşleri Başkanlığı.(Özerk olmalıdır)
4-Kamu İdaresi Başkanlığı.(İçişleri bakanlığında olmalıdır)
5-Aile Kurumu Başkanlığı.(Yeni kurulacak Sosyal Güvenlik bakanlığında olmalıdır)
6-Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü. (Neden tarım ve köy işleri bakanlığında olmadığı tarafımızdan anlaşılamamıştır?)
7-Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü. (Spor bakanlığı kurulmalıdır)
8-Kadınların Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü.(sosyal güvenlik bakanlığında olmalıdır)
9-Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu.(Sosyal güvenlik bakanlığında olmalıdır)
10-Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu. (Sosyal güvenlik bakanlığında olmalıdır)
11-Futbol Federasyonu Başkanlığı. Diğer spor dallarını kaderine terk eden devletin nasıl olup ta profesyonel bir spor dalını finanse ettiğini anlayabilmek mümkün değildir. Devletin parasıyla profesyonellik olmaz. Profesyonel futbol klüpleri tarafından oluşturulan bağımsız profesyonel bir organizasyon olmalıdır. Bırakınız devletin kasasından para aktarmayı, profesyonel futbol klüpleri kendi sahalarını yapıp kendi personelleri ve finansmanı ile bakımını gerçekleştirmelidirler. Devlet milyonlarca dolarlık transfer ücretlerinden vergisini alıp bu fakir milletin vergilerini gündem oluşturmak için harcamamalıdır.
İLGİLİ KURULUŞLAR
1-TC Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü. (Maliye bakanlığında olmalıdır)
2-Türkiye Halk Bankası Genel Müdürlüğü.( ,, ,, ,, )
3-TC Merkez Bankası. ( ,, ,, ,, )
4-Türkiye Kalkınma Bankası. ( ,, ,, ,, )
5-Sermaye Piyasası Kurulu Başkanlığı. ( ,, ,, ,, )
GÖREVLER
1-Yurtdışındaki vatandaşların sorunları.(Dış işleri bakanlığında olmalı)
2-Kıbrıs ile eşgüdüm işleri. ( ,, ,, ,, )
3-Yurtdışı müteahhitlik,mühendislik ve müşavirlik hizmetlerinin( ,, )
eşgüdümü.
4-Parlamento ile ilişkiler.(Meclis başkanlığının işi olması gerekir)
5-Hükümet sözcülüğü.
DİĞER PARTİYE BAĞLI KURULUŞLAR
1-Dış Ticaret Müsteşarlığı. (Dış işleri bakanlığında olmalıdır)
2-Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı.(Başbakanlığa bağlanmalı)
3-Denizcilik Müsteşarlığı.
4-Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı. (Başbakanlığa bağlanmalı)
5-Toplu Konut İdaresi Başkanlığı.(Bayındırlık bakanlığına bağlanmalı)
6-Atatürk Kültür,Dil ve Tarih Yüksek Kurulu Başkanlığı.(Kültür bakanlığına bağlanmalıdır)
7-Ekonomik,Kültürel,Eğitim ve Teknik İşbirliği Başkanlığı(TİKA).
8-Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü.
9-Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü.
10-Tanıtma Fonu İdaresi. (Dış işleri bakanlığında olması gerekir)
11-TÜBİTAK. (TEKNOLOJİ BAKANLIĞI kurulmalıdır )
12-TÜBA.
İLGİLİ KURULUŞLAR
1-Türkiye Emlak Bankası. (Maliye bakanlığına bağlanmalı)
2-Eximbank. ( ,, ,, ,, )
3-Özürlüler idaresi Başkanlığı.(Sosyal güvenlik bakanlığına bağlanmalı)
4-Türk Standartları Enstitüsü Başkanlığı.
5-Ahıska Türkleri’nin Türkiye’ye kabulüyle ilgili eşgüdüm Başkanlığı.(dış işleri bakanlığına bağlanmalıydı. Türkiye’nin almakta nazlandığı ve geç kaldığı Ahıska Türklerine ABD kapılarını açmıştır.Türkçe ve Rusçayı ana dili olarak konuşan bu bahtsız insanlar üzerinde ne gibi hesapları olduğunu tarih gösterecektir.)
6-Parlamento ile ilişkiler.
7-Hükümet sözcülüğü.
DİĞER PARTİYE BAĞLI KURULUŞLAR
1-Gümrük Müsteşarlığı. (İçişleri bakanlığına bağlanmalı)
2-Özelleştirme İdaresi Başkanlığı.
3-Yüksek Denetleme Kurulu Başkanlığı.(Cumhurbaşkanına bağlı olmalı)
4-Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanlığı.(Teknoloji bakanlığı kurulmalı)
5-Vakıflar Genel Müdürlüğü.(Sosyal güvenlik bakanlığında olmalıdır)
6-Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü.
İLGİLİ KURULUŞLAR
1-Türkiye Vakıflar Bankası Genel Müdürlüğü.(Maliye bakanlığına bağlanmalı)
2-TRT Genel Müdürlüğü.
3-AB İle İlişkiler (Dış işleri bakanlığı ne işe yarar?)
4-Parlamentoyla ilişkiler.
5-Hükümet sözcülüğü.
Ve devlet bakanlarına bağlı birkaç genel müdürlük daha;
Milli Piyango İdaresi Genel Müdürlüğü.
Türkiye Taşkömürü Kurumu.
Eti Holding Genel Müdürlüğü.
TEKEL
Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü
Sadece devlet bakanlıklarındaki bu paylaşım bile bizlere ülkenin içine düşürüldüğü durumun sebeplerini ibretle sergilemektedir. Her siyasi partinin kendi güdümündeki bankalar tarafından, kendi yandaşlarına verilen ve geri dönmeyen, karşılıksız kredileri ödemektedir halkımız. Sırf birilerine iş vermek amacıyla icat edilen başkanlık yada genel müdürlükleri de ibretle görmektesiniz. Devleti küçültmeye köy hizmetlerinden başlamayı önerenlerin samimiyetini de okuyucunun takdirine bırakıyoruz.
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
İnsanlar istedikleri şeye inanmakta, inandıkları gibi yaşamakta özgür olmalıdırlar. Kimse yek diğerine kendisinden farklı düşündüğü ve inandığı için zarar veremez, baskı kuramaz. Devlet hiç kimseye neye inanması gerektiğini söyleyemez.
Diyanet işleri başkanlığı tamamen özerk olmalıdır. Ancak insanların inançlarının istismar edilerek demokratik düzene zarar verilmemesi amacı ile devlet tarafından kontrol edilmelidir. Devlet sadece ilahiyat fakülteleri seviyesinde akademik kurumlar ile din adamlarının eğitimini sağlamalıdır. İmam hatip liseleri tamamen kapatılmalıdır. Din eğitimi ilk ve orta dereceli okullarda seçmeli ders olarak konulmalıdır. Her inanç sistemi isteyene kendi din adamları tarafından öğretilmelidir. Din adamları kesinlikle ilahiyat fakültesi mezunu olmalıdır.
Diyanet işleri her inanç sisteminin temsilcilerinden oluşmalıdır. Bu temsilcilerin sayısı, kendi mensuplarının toplam nüfusa oranı kadar olmalıdır, ve kendi cemaatleri tarafından seçilmelidir. Din adamları devletin memuru olmamalıdır.
BELEDİYELER
Siyasi partilerin gösterdikleri adaylar arasından İl, İlçe Üst kurullarının ve Belde meclislerinin aldıkları karar doğrultusunda, gerektiğinde birbirlerinden bağımsız olarak belediye meclisleri seçilmeli. Bu meclisler belediye başkanını kendi içlerinden seçmeliler. Belediye hizmetlerinde kaliteyi ve standartı sağlamak amacıyla BELEDİYELER BAKANLIĞI kurulmalıdır. Bakanı belediye başkanları kendi aralarından seçmelidirler. Bu seçimde belediyeler sahip oldukları nüfusun toplam nüfusa oranı kadar oy hakkına sahip olmalıdırlar.
VERGİ GELİRLERİ
Vergi daireleri siyasi bakımdan bağımsız olacakları için atıl vaziyetten kurtulacaklardır. Vergi memurları masabaşı görevi yerine her mahale ve köy yönetiminde görev alan ve maliyelerini denetleyen kişiler olmalıdırlar. Yerel yönetimlerde doğal olarak sosyolojik oto-kontrol olacaktır. Bir kişi vergi vermezse kimse vermez, ama bir kişi vergisini verirse herkes vermek zorunda kalır ve bunun kontrolü çok kolaydır.
İthalat, ihracat ve şirket vergileri, Maliye Bakanlığı bünyesinde kurulacak güçlü bir organizasyon ile tahsil ve kontrol edilmelidir. Nereden buldun sorusu sorulmalı, sorunun cevabına göre gereken yapılmalıdır.
YÜKSEK SEÇİM KURULU
Mobil Demokrasi Dinamiğinde ki en önemli kuruluşlardan birisidir. Birbirinden bağımsız olarak yapılan binlerce seçimin sonuçlarının resmiyet kazandığı yerdir. Seçilenlerin mazbatalarını verir sonuçları merkezi bilgi işlem merkezlerine kaydeder. Siyasi parti üyeliklerinin kayıtlarını tutar. Bu şartlarda mükerrer üyelik ve mükerrer oy kullanmak mümkün değildir.
CUMHURBAŞKANLIĞI
Yukarıda anlatılan yapıda Cumhurbaşkanına veto yetkisi verilmesi gereksizdir. Ancak devleti temsil görevinin yanı sıra tüm denetleme mekanizmaları Cumhurbaşkanının emrine verilmelidir. Halk adına sistemi denetleyecek kişi yine halk tarafından seçilecek olan Cumhurbaşkanı olmalıdır.
Cumhurbaşkanını seçmek için genel seçim benzeri seçimlere gerek yoktur. Cumhurbaşkanı İl Üst Kurullarının kendi aralarından gösterecekleri adaylar arasından ve yine kendileri tarafından, lüzum görüldüğü zaman yapacakları seçimle seçilmelidir. Elbette İl Üst Kurulu üyeleri kendi alt kurullarının kararlarını temsil edeceklerdir.
Cumhurbaşkanının seçimine gerektiğinde parlamento karar verir.
Sistemin esası, hiç kimsenin belirli bir süre için seçilmemiş olmasıdır. Görev daha iyisi bulununcaya kadar sahibinindir. Hiç kimse hak ettiğinden daha fazla görev başında kalamaz. Seçilenler seçenlerin emrindedir.(J)
İL YÖNETİMLERİ
Amaç yerel organizasyonlarla halkı devleti ile bütünleştirerek bireyi bütün ve ortak fayda için üretken hale getirmektir. Birey devletin ve ülkenin her aşamasında etkin, alınan her kararda sorumluluk sahibi olmalıdır. Alınan her sonuç, bireyin karar aşamasında yaptığı tercihlerin doğal bir sonucu olacaktır. Hata yapmama sorumluluğu bireyi, daha titiz seçimler yapmaya, en azından bu seçimleri yapabilecek kapasiteyi elde edebileceği ölçüde eğitilmeye yönlendirecektir. Çünkü yapacağı her seçimin sonucunun kendisine bir şekilde yansıyacağı bir sistem içinde yer alacaktır. Birey hata yapsa bile hatasını istediği an telafi etmek imkanı yine bireyin elinde olan bir şeydir. Devleti vücut, bakanlıkları organ, bireyleri birer hücre olarak düşünürseniz Mobil Demokrasi Dinamiğinde devlet , yaşlanmayan ama zaman içinde sürekli kendini geliştiren canlı bir organizma gibi kendini iyileştiren mükemmel bir yapı ve mekanizma halini alıcaktır.
Öncelikle mensubiyet çok önemlidir. Birey ilgi alanı, mesleği, siyasi görüşü v.b. nitelikleri ile ortak paydada buluştuğu kişilerle organize olabilme olanağına kavuşmalıdır. Her organizasyon temsil edilebilmeli ve karar erkinde etkili olabilme hakkına sahip olmalıdır. Sivil toplum örgütlerinin gerçek anlamda etkili olabileceği bir ortam oluşabilmelidir. Devletin en yüksek kademelerindeki örgütlenmenin adeta prototipleri köylerde, mahallelerde ve beldelerde oluşturulabilmelidir. Tüm seçilmiş örgüt temsilcileri önce ilçelerde ve daha sonrada illerde Üst Kurulları oluşturacaklardır.
Tek tip yerleşim birimleri planlanmalıdır. Alt yapısıyla, iş alanları ile alışveriş merkezlerinden okul ve hastahanesine kadar modern bir yerleşim alanının tüm gereksinimlerini içeren, devletin her biriminin prototipinin olduğu, bir kez yapılan, bir kez planlanan organize yerleşim alanları olmalıdır bunlar. Ülkemiz neredeyse her 15 yılda bir yerle bir olup yeniden inşa edilmektedir. Depremlerden değil, daha kötüsünden, çıkarcı politikacıların göz yumduğu plansızlıktan bahsediyorum. Tek tek yıkıldıkları için göze batmayan ama her 15 yılda bir yeniden yapılan çok katlı binalardan, her seferinde tekrar tekrar yarılan yollardan bahsediyorum. Tek tip yerleşim merkezlerinin kurulması uzun vadede bu plansızlığın verdiği zararlardan çok daha ucuza gelecektir.
MAHALLE ve KÖYLER
Köy ve mahallelerde seçilmiş en önemli kişiler o köy ya da mahallenin mülki amiri olan Muhtarlardır. Muhtarlar temsil ettikleri birey ve kurumların demokratik tercihlerini temsil edebilecek eğitime sahip nitelikli insanlar olmak zorundadırlar. Çünkü Muhtarlar Mobil Demokrasi Dinamiğine göre yapılanmış bir devlette temel taşı konumunda olacaklardır. İl üst kurulu kararı ile tabanda gizli oy ile yapılan tüm seçimlerin açık oy ile yukarıya aksettiren ilk kademe Muhtarlık müessesi olacaktır.
Mahalle ve köyler şimdiki ihtiyar heyetleri yerine aynı belediye seçimlerinde olduğu gibi siyasi partilerin almış oldukları oy oranında temsil edildikleri meclisler tarafından yönetilmelidir. Bu meclislerin üye sayısı o mahalle veya köyün nüfusuna göre belirlenmelidir. Muhtarı yönetim kendi içinden seçmelidir.
Seçimler gerektiğinde ilçe seçim kurumlarına haber vermek kaydıyla izin alınmadan yapılabilmelidir. Mahalle ve köylerde seçimler gizli oy açık tasnif ile yapılmalıdır.
Mahalle ve köy yönetimlerinin kendi bütçeleri olmalı, İl Üst Kurulunca tespit edilen miktarda kendi vergilerini toplamalı ve vergi denetimini yapmalıdır. Her birim elde ettiği gelirler ile kendi idari harcamalarını yapmalı yani çalışanlarının ücretlerini kendi bütçelerinden ödemelidirler. Kendi bölgelerini kalkındırma projelerini ilgili kurumların teknik desteği ile oluşturabilmeli ve gereken desteği İlçe Üst Kurulundan talep edebilmelidirler. Mahalle ve Köyler kendi nüfuslarının ilçe nüfusuna oranı nispetinde temsil edilmelidirler. Temsilde oylar açık kullanılmalıdır.
BELDELER
Birden fazla mahalle ve köyün yönetimlerinin birleştirilmesi ile oluşan bir meclis tarafından yönetilmelidir. Belde başkanını yönetim kendi içinden seçer. Beldeler kendi nüfuslarının ilçe nüfusuna oranı nispetinde temsil edilmelidirler. Temsilde oylar açık kullanılmalıdır.
İLÇELER
Seçilmiş ilçe müdürleri, Kaymakam, Belediye başkanı ve siyasi parti ilçe başkanlarından oluşan İlçe Üst Kurulları tarafından yönetilirler. İlçeler İl Üst Kurulunda, kendi nüfuslarının il nüfusuna oranı nispetinde Kaymakamlar tarafından temsil edilmelidirler. Temsilde oylar açık kullanılmalıdır.
İLLER
Seçilmiş il müdürleri, Vali, Belediye Başkanı ve siyasi partilerin il başkanlarından oluşan İl Üst Kurulları tarafından yönetilirler. İl bütçesini ve il ile ilgili her türlü planlamayı yapar.
İl nüfusunun ülke nüfusuna oranı nispetinde temsil edilir. Temsilde oylar açık olarak kullanılmalıdır. Bu oran uyarınca tespit edilen sayıda milletvekilini kendi ilinden seçer. İli Türkiye Millet Meclisinde milletvekilleri temsil eder. Millet vekillerinin seçilme zamanına İl Üst Kurulu karar verir ve gerek gördüğünde kendi ilinde seçimini yapar. Millet vekilleri siyasi parti yönetimlerinin gösterdiği adaylar arasından seçilir. Millet vekilleri maaşlarını yerel yönetimlerden alırlar. Milletvekillerinin görev süreleri yenisi seçilinceye kadardır.(J)
PARLAMENTO
İl Üst kurullarınca alınan kararla, muhtarlar tarafından mahalle ve köylerde yapılan seçimlerle seçilen milletvekillerinden oluşur. Millet vekillerinin görevi İl Üst Kurullarında alınan kararları temsil etmektir. Ülkenin gereksinimleri doğrultusunda kendi İl Üst Kurullarında alınan kararları parlamentoda savunurlar. Bakanlar kurulunda uyumu sağlamak, devlet mekanizmasındaki aksamaları gidermek ve yeni projeleri uygulamaya koymak amacıyla kurulan komisyonlarda, ilgili bilim kuruluşları ile birlikte yaptıkları çalışmaları kendi İl Üst Kurullarına onaylattıktan sonra parlamentoda karara bağlarlar. Parlamentoda oylamalar açık yapılır. Bakanlar kurulu parlamentoya, milletvekilleri ise kendi İl Üst Kurullarına sorumlu olmalıdır. Milletvekillerinin görev süresi İl Üst Kurullarının yerlerine daha iyi görev yapabilecek birisini seçene kadardır. Genel seçimlere ve bu nedenle devlet mekanizmasının aksamasına gerek yoktur. Her il kendi seçimini gerektiğinde bağımsız olarak yapmalıdır. Seçim zamanı yoktur. Görevlerinde hakettikleri süre kalırlar.
Mobil Demokrasi Dinamiğinde milletvekilleri üstün teknik nitelikli vatan, millet ve insanlık sevgisi ile görev yapma amacında insanlardan oluşurlar. Çünkü şeffaf bir sistemde çıkar ve ihanet mümkün değildir. Seçimler alt kurulların kararlarının açık temsili şeklinde yapıldığı için herşey halkın gözleri önünde gerçekleşecektir.
VATANDAŞLIK
İlave olarak büyük kolaylık sağlayacağına inandığım bir uygulamayı yazmak istiyoruz. Bilişim çağını geride bırakıp iletişim çağına girdiğimiz bir dönemde hala sabıka kayıtları elden istenmekte,telefon, fax ve bilgisayarlar yeterince kullanılamamaktadır. Öyle ki ,ülkemizde insanlar hala evlerine hapsedilerek kelle hesabı ile sayılmaktadır.
Her köy,mahalle,belde,ilçe ve ildeki network ağının bağlı olduğu bir bilgi işlem merkezi kurulmalıdır. Her evin yada iş yerinin bir bilgisayar sahibi olması gerektiği bir dönemde,bir köy yada mahallede bilgisayar bulunmamasını düşünemeyiz.
Her vatandaşın bir vatandaşlık numarası(sosyal güvenlik numarası) ve kredi kartı benzeri bir kimlik kartı olmalıdır. O vatandaşın tüm bilgileri bağlı olduğu birimde bulunmalı ve bu bilgiler network ağı ile bilgi işlem merkezine aktarılmalıdır. Devletin herhangi bir biriminde, hatta trafik polislerinde dahi banka post makinelerine benzer bir cihaz ile vatandaşa ait her türlü bilgiye ulaşılabilmelidir. Bu bilgiler sabıka kaydı yada vergi borcu olabilir. Kişinin vatandaşlık numarasını bilmek dahi bu bilgilere ulaşmak için yeterli olabilecektir. Bu kartlar yardımı ile vatandaşlar kuyruklara girmeden vergi ödeyebilecek yada oy verebileceklerdir. Oy verme işlemleri internet aracılığı ile bilgisayarlarla yapılabilmelidir. Bir sürü devlet dairesine, ambarlarda çürümekte olan evrak yığınlarına, arşiv dairelerine ve bir sürü memura maaş ödenmesine gerek kalmayacaktır.
EKONOMİ
Devlet yapılanmasında alternatif bir sistemin oluşturulmak istenmesinin temel nedeni elbette yurttaşların insan haklarına uygun, refah ve güven içinde yaşamalarını sağlamak içindir. Para kirli bir şey değil tam tersine yurttaşların onurunu temsil eden bayrak kadar kutsal bir şeydir. Çünkü para alın teri ve emeğin karşılığı olduğu kadar diğer dünya devletleri karşısındaki itibarımızı ve yerimizi belirliyen en önemli unsurdur. Ekonomimizin ve ülkemizin ne ölçüde iyi yönetildiğini, paramızın diğer ülke paraları karşısındaki değerine bakarak anlamak mümkündür.
Enflasyonlar daima halkın ve üreten kesimin zararına, para satan, paradan para kazanan sermaye sahiplerinin yararına olmaktadır. Ülke yönetimi, siyasi partilerin antidemokratik yapıları nedeniyle sermaye sahiplerinin elinde olduğuna göre, enflasyon neredeyse hükümetlerin ekonomi politikaları haline gelmiştir. Çünkü enflasyon sermaye sahipleri için kolay para, ucuz işçilik anlamına gelmektedir.
Enflasyon politikaları bazıları için kolay para kazanmak anlamına gelir. Çünkü hiç kimse oturduğu yerden parasına %100 kârı faiz yolu ile elde etmek varken yatırım yapmaz. Yatırım maliyetleri, işçi ücretleri, sigorta primleri ve üretimin pazarlanması aşamaları dolayısıyla yatırım yapmak para kazanmak için zor bir yoldur ve zaman ister. Üstelik enflasyon ortamında risklidir de. Hele bizzat ülkeyi yönetenler tarafından bir gecelik spekülatif döviz uygulamaları yatırımcıyı çok büyük bir risk altına sokmaktadır. Çünkü iflas etmeniz an meselesidir ve bu spekülatif oyunları önceden bilmek için iktidarlara yakın olmak zorundasınızdır. Geleceğiniz buna bağlıdır.
Enflasyon ucuz işçilik demektir çünkü enflasyon işsizlik anlamına gelmektedir. İşsizin bol olduğu yerde iş gücü ucuzdur. Yapılacak bunca iş varken ülkede bu ölçüde işsizliğin olması, ülkeyi yönetenlerin kimin yararına çalıştıklarını gösteren en önemli göstergedir. Daha doğrusu ülkeyi yönetenlerin kim olduklarını gösteren en önemli göstergedir. Zaten ülke yönetimine alternatif bir sistem aramamızın temel nedeni, yönetimin halkın elinden alınarak sermayenin eline verilmesidir. Sermaye ve silah ülkemizde halkın sahibi durumundadır. Oysa demokrasilerde sermaye ve silah halkın hizmetinde olmalıdır diye düşünüyoruz. Maksimum kar anlayışı, maksimum rant anlayışına dönüştü ise sebebi budur ve bu rant yoksul halkın sırtından haksız yollarla kazanılmaktadır.
Enflasyonların baş düşmanı üretimdir. Bu yatırım, dolayısıyla istihdam anlamına gelmektedir. Ancak pazarınız yoksa ürettikleriniz elinizde kalır ve yine iflas edersiniz. Zaten bu gün dünyada yaşanan, tüm ülkelerin dünya pazarlarından pay kapmak için kıyasıya kapışmalarıdır. Oysa bize bakarsanız, bırakınız üretmeyi, bırakınız Pazar kapmak için yarışa katılmayı, ülkemizi yönetenler Avrupa birliği ile gümrük birliğine girerek Türkiye ve Türk dünyası pazarını pazarlamayı bir marifet bilmişlerdir. Avrupa birliği , gümrük birliğine hemen evet derken nedense Türkiye’nin Avrupa birliği üyeliğini çeşitli nedenlerle sürekli olarak savsaklamaktadır.
Üretim, yatırım gerektirdiği için uzun iştir. Oysa iktidarların bir sonraki seçim döneminde oy istemek için seçmenin önüne çıkabilmesi için onlara gösterebileceği şeylere ihtiyacı vardır. Bunun için ya seçmenlerinin iş taleplerini devlet kadrolarını aşırı şişirerek karşılarlar, yada uydurma projeleri fahiş fiyatlarla ihale ederek onlara gelir kapısı sağlarlar. Topladıkları vergileri bu yollarla çarçur eden hükümetler devletin hayati gereksinimlerini karşılamak için borçlanmak zorunda kalırlar. Ülkemizi idare edenler aldıkları dış borç karşılığında hükümranlığımızı rehin bırakmakta, iç borç karşılığında ise ülke zenginliklerini peşkeş çekmektedirler. Bu gün Türkiye nüfusunun neredeyse yarısının memur ve ailelerinden oluştuğunu düşünürseniz, nüfusun yarısının öbür yarısına baktığı gerçeğini görürsünüz. Nedense Türkiye’de memurlar vergi verdiklerini sanırlar. Çünkü devlet onları da, vermediği parayı vergi olarak geri aldığını söyleyerek kandırmaktadır. Bu gün Türkiye Cumhuriyeti Devleti memurlarını kaç yaşında emekli ederse daha çok kâr edeceğinin hesabını yapmaktadır. Bir gün bu memur ve emeklilerin maaşlarının ödenemeyeceği gerçeği onları hesapsızca işe alanların sorumluluğudur.
Bir kişinin yapacağı işin on kişi tarafından yapılıyor olması, on kişinin bir kişinin alacağı paranın onda birini alıyor olması demektir. Bu aynı zamanda paranın alım gücünün on misli azalması anlamına gelmektedir. Bunun enflasyon üzerindeki etkilerini sanırım ekonomistler incelemektedirler.
Siyasi iktidarlar topladıkları vergileri memurlara maaş, yandaşlarına ihale olarak peşkeş çekerken yatırım işlerini bir zahmet yabancılardan beklemektedirler. Bakın, işçilik ne kadar ucuz, bu fabrikaları kendi ülkenizde yapmayın ,gelin bizim doğamızı kirletin, sizinkiler temiz kalsın derler. Ucuz işçilik düşük maliyet anlamına geldiği için bu cazip teklife kanarak ülkemize yatırım yapmak üzere gelen yabancı yatırımcılardan, ancak devlet kademelerindeki rüşvet ağından ve ülkedeki dolandırıcılardan sıyrılabilenler yatırımını yapabilmektedirler. Onlarda boğaz tokluğuna çalıştırdıkları işçilerin ürettiklerini kendi pazarlarında satarak refah paylarını kendi ülkelerine götürmektedirler. Eğer işçisi para biriktirmişse, örneğin kendi ürettiği otomobillerden birini satarak o birikimi bile ülkesine taşımaktadır. İşsizliğin bu boyuta geldiği ülkemizde yabancı yatırımcıya karşı olmak mümkün değildir. Ülkemi yönetenler her şeyde olduğu gibi bunda da bizleri alternatifsiz bırakmışlardır çünkü. Neticede yatırımcı, o işi bulabilen işçi ve siyasiler mutludur ya ona bakın, ülkem mutsuz olsa da olur. Bu aynı, sahilde, denize sıfır, on katlı bina yapıldığında, rüşvet aldıkları için belediye başkanı ve üyelerin, yer sahibinin, o binada daire alabilecek kadar parası olanların, müteahhidin ve hatta emsal teşkil ettiği için komşu parsel sahibinin mutlu olmasına benziyor. Hepsi kazanmış ama ülkemiz kaybetmiştir sonuçta. Sahilimize o çirkin beton bina yapılmış, denizimiz forseptik çukuru olarak kullanılmaya başlamıştır bir kere.
Burada faiz yatırımı en çok engelleyen bir faktör olarak çıkmaktadır karşımıza. Enflasyon rakamlarının faiz miktarının altında olabilmesi mümkün görünmemektedir. Paranıza % verilen ilave miktar kadar enflasyon olması çok doğaldır. Çünkü faiz parası karşılığı üretim olarak bulunmayan kalp paradır. Ayrıca bankalar faizle halktan topladıkları parayı, halka verdikleri faizin çok üzerinde fahiş faizlerle devlete borç olarak vermektedir. Devlette aldığı borcun faizini ödemek için tekrar dönüp halktan vergi almaktadır. Bu saçma döngü halkı kendi parasına faiz öder durumuna getirmiştir. Neredeyse halkın var oluş nedeni iç borcun faizini ödemek olmuştur. Sermaye halkı devlet aracılığı ile soymaktadır. Hatta devlet peşin vergilerle halktan daha kazanmadığı gelirin vergisini bile zorla tahsil etmektedir. Ülkemizde sermaye halkımızı zorla becerirken devlet kollarımızdan tutmaktadır, sermaye işini rahat görsün diye. Devletine güvenmeyen halkın yüksek enflasyon karşısında parasının değerini koruma kaygısı, onu yabancı ülke paralarını almaya yönlendirmekte, buda paramızın yabancı ülke paraları karşısında değer kaybetmesinin önemli bir sebebini oluşturmaktadır. Ancak bunun için halkımızı mı suçlamak gerekir yoksa halkına güven vermeyen devletimi siz karar verin.
Buradaki ifadelerimizden sermayeye karşı olduğumuz anlamı çıkartılmamalıdır. Biz sadece halkımızdan yanayız ve kalkınmamız için elbette sermayenin yatırımlarına ihtiyacımız vardır. Ancak sermayedeki ayırımı yapan bizzat devlettir. Sistem kendinden olmayan sermayeyi cezalandırmakta, iş imkanı vermemekte, iş adamları iflasa sürüklenmektedir. Siyasi iktidarlar kendinden yana olmayan sermayeye çok fazla yaşama şansı tanımamaktadırlar.
Ülkemiz için kalkınma modeli oluşturulacaksa, bunun temelini üretim politikaları oluşturmalıdır. Yabancılara değil kendimize ürettiğimiz, ucuz ve kaliteli ürettiğimiz bir model olmalıdır bu. Üretilenlerin dış pazarlarda tercih edilmelerinin ön koşuludur ucuz ve kaliteli olması. Siz yeter ki ucuz ve kaliteli üretiniz, hiçbir kota sizin malınızın müşteri bulmasını engelleyemeyecektir. İş ve beyin gücünün yurt dışına kaçmadığı, emeğin karşılığını bulduğu, yabancı iş ve beyin gücünün bile üretime katkıda bulunabileceği kadar cazip bir model olmalıdır bu. Bunun ön koşulu ekonomiyi siyasetçilerin ellerinden almaktır. Mobil Demokrasi Dinamiğinde siyasi iktidarlar olmadığı için ekonominin siyasilerin lehine işlemesi mümkün değildir. Hükümetler halkın parlamentosunun ekonomik politikalarını uygulamak durumundadır. Ancak bu şekilde ekonomi kendi kuralları içinde işleme şansı bulabilecek, ekonomiyi politikacılar değil teknisyenler idare edebilecektir. Bu sistemde kamu bankalarını paylaşan siyasi iktidarların kendi yandaşlarına geri gelmeyen krediler vermesi mümkün değildir. Kamu bankalarının özelleşip özelleşmeyeceği yada hangilerinin özelleşmesi gerektiği tamamen önerdiğimiz sistemde oluşturulan parlamentoda, çoğunluğu oluşturan siyasi görüş doğrultusunda alınacak kararlarla değerlendirilecektir. Bizim burada önereceklerimiz bankaların fonksiyonları ile ilgili olacaktır.
BANKALAR
Bankaların para satarak enflasyonu körükleyen kurumlar olmak yerine, üretime direkt katkıda bulunan kurumlar olarak yeniden planlanmaları gerekmektedir. Bu planlama serbest rekabet ve Pazar ekonomisi prensipleri doğrultusunda olmalıdır. Bankalar halkın mevduatlarını yatırımlara yönelten, yatırımları planlayan, kendileri de yatırım yapan kurumlar olmalıdırlar. Bankalar yatırım yapmakla istihdama ve üretime katkıda bulunan en önemli kurumlar olmalıdırlar. Üretilenleri pazarlayan pazarlamacı bir kuruluş gibi çalışmalıdırlar. Halkın küçük mevduatları ile yapılmış olan yatırımların ürettikleri ile borsada değerini bulmasını sağlayan borsa aracı kurumları gibi çalışmalıdırlar. Banka gelirlerini işte bu yatırımlardan elde edilen ürünlerin pazarda satılması sonucunda elde edilen kardan alınan yüzdeler oluşturmalıdır. Ayrıca yatırımını yaptığı her şirketin borsada el değiştiren hisselerinden de pay almalıdırlar. Bankaların mudiler tarafından en önemli tercih edilme sebebini yapacakları yatırımların karlılığı oluşturmalıdır.
Bankalar verdikleri krediler karşılığında ipotekler alan, krediyi alan şahıs borcunu ödeyemediğinde onun ocağını söndüren kuruluşlar olmamalıdırlar. Tam tersine bulundukları yörede gerekli araştırmalar sonucu yapılması gereken işleri özendiren, planlayan, kurulan iş kar edinceye kadar her türlü desteği veren ve hizmetinin karşılığını edilen kardan belirli bir süre alacağı yüzde ile tahsil eden kuruluşlar olmalıdırlar. Özel teşebbüsün kredi taleplerini karşılarken proje ve ekipman konularında da üretici kendi ayakları üzerinde duruncaya kadar yanında durup edinilen kardan payını almalıdırlar. Ülkenin en ücra noktalarına kadar kurulan bankalar vatandaşın cebindeki parayı nasıl son kuruşuna kadar alıp yüksek faizlerle devlete satarım diye plan yapacaklarına nasıl yatırıma sevk eder üretime katkıda bulunur nasıl pazarlarım diye plan yapmalıdırlar. Bankalar kendilerinden kredi talebinde bulunan vatandaşın battığı takdirde evine, tarlasına, tapusuna nasıl el koyup düşen vatandaşa bir tekme de nasıl kendilerinin vuracaklarının planlarını yapacaklarına, vatandaşı nasıl kalkındırır kar eder duruma getirip kardan ne kadar süre ile % kaç pay alacaklarının hesaplarını yapmalıdırlar.
Yatırımlara sevk edilen küçük mevduatların sahiplerinin, mümkünse kendi yatırımlarının olduğu yerlerde çalışmaları sağlanmalıdır. Yatırıma sevk edilen mevduatlara verilecek kâr payı, yatırımın elde edeceği kârdan alacağı pay kadar olacağı için çalıştığı kurumun çok kar etmesi için çaba sarf etmesi sağlanmış olacaktır. Aynı mantık diğer işletmelerde de uygulanmalıdır. Yani asgari ücret artı kârdan pay. Üretimin arttırılması için işçinin işletmeye kâr ortağı olduğunu bilmesi gerekmektedir. İşçi , işletme çok kâr ederse çok, az kâr ederse az kazanacaktır.
Bankaların, İl ve İlçe üst kurullarında temsil edilip planlarının bu kurullarda değerlendirilerek onaylanması ve bu yönde desteklenmeleri gerekmektedir. İşte maliye bakanının seçimine katkıda bulunacak bankaları bu şekilde yapılanmış bankalar olmalıdırlar. Ülke kalkınmasında kâra yönelik üretim planlamasını pazar ekonomisi kuralları içerisinde en iyi özel bankalar yapabileceklerdir. Bunu yaparken de kendi aralarında girecekleri rekabetin ülke ekonomisine getireceği katkı çok büyük olacaktır.
-------------------------------------------------------------------------------------------------
Mekanizmanın işleyebilmesi için değişik dallarda ceza ve mükafat uygulamalarının yararlı olduğunu düşünmekteyim. Burada elbette mükafat kâr, ceza ise zarar olmalıdır.
Kıdemli olmak maaşına zam alma gerekçesi olmamalıdır. Aynı pozisyonda eskiyen kişiler zam hakkedecek katkıyı yapmamış demektir. Oysa her terfi hak edilen zammı da beraberinde getirmeli başarı ödüllendirilmelidir.
Sağlık alanında hekimlere şu uygulanabilir. Devlet hastanesinde hekime baktığı hasta başına prim verdiğiniz zaman hekim part time çalışıp dışarıda muayenehane açmak ihtiyacını hissetmeyecektir. Bunu yaptığınızda kuyrukta bekleyen bir tane hasta göremezsiniz. Tabi hasta yeteri kadar iyi muayene edilemezse çıkan her komplikasyon neticesinde hekim gerekli ekonomik cezayı almalıdır.
Hakimlere baktıkları dosya başına prim veriniz. Bakın o zaman bir dava 15 yıl sürüyor mu? Elbette Yargıtay dan dönen her dosya başına ceza verirseniz o dosyalarda layıkıyla incelenir. Yargıtay’da ki hakime de geri çevirdiği her dosya için prim verirseniz kanunlar içerisinde oto- kontrolü sağlamış olursunuz.
Bir ülke düşünün başlığı altında yayınladığımız Mobil Demokrasi Dinamiği prensiplerini ancak bir bütün olarak uygulamak ve bir bütün olarak değerlendirmek gerekmektedir. Bu anlattıklarımızın elbette mevcut sistem içerisinde bir geçerliliği yoktur. Bir ülkede uygulanmakta olan sistemin bir anda değiştirilmesi çok büyük bir kaosa ve bu kaosun getireceği sıkıntılara yol açacaktır. Bu anlattıklarımın bir ütopya olarak değerlendirileceğini biliyorum. Evet doğrudur, benim halkım yaşadığı olumsuzlukları olağan karşıladığı sürece, tepki vermek yerine bunu kader olarak karşılayıp rıza gösterdiği sürece, düşündüklerim ütopya olarak kalacaktır. Beni umutlandıran tek şey ise bu yağma düzeni içerisine girmeyi reddeden namuslu aydın insanların, çok kötü yönetilen ülkemi yeniden yapılandırmak amacıyla, kuvayımilliye ruhu ile örgütlenmeye başlamış olmalarıdır. Bu ruhun geçmişte neler başardığını elbette hepimiz bilmekteyiz. Kendimize olan bu güven ve inançla başaramayacağımız hiç bir şey olmadığına inanıyorum.
SON SÖZ
Alternatif olarak sunduğumuz Mobil Demokrasi Dinamiği bir siyasi partinin görüşü değildir.Tam aksine ülke yararına olan tüm siyasi görüşlere organize olabilme, katılımcı demokratik bir ortamda hizmet edebilme imkanı sağlamaktadır.Ve ülkesine ihanet etmeyen tüm siyasi görüşlere eşit mesafededir. Her hangi bir doktrinden ya da herhangi bir ülke modelinden kopya edilmiş değildir.Tamamen Türkiye gerçeklerinden hareket ederek oluşturulan, ülkemiz ve yurttaşlarımızın karakteristiklerine uygun bir yapılanma modelidir. Türkiye ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının dışında hiç bir fikre ya da güce hizmet etmek amacıyla hazırlanmamıştır. Partiler üstüdür ve taraf değildir. Her görüşün ve her ferdin ülkesine katkıda bulunmasına imkan sağlayan, en fazla ihtiyacımız olan birlik ve beraberliğin oluşturulacağı, Siyasi parti ilkeleri ile mensuplarının çatışmadığı fakat kıyasıya yarıştığı bir sistemdir. İşte ülkemiz için gerekli olan da budur.
Bu açıklamayı yapma nedenim, devletine ve hükümetine dahi güvenini yitirmiş olan vatandaşlarımızın, sunulacak her görüşe kuşku ile bakacak olmalarındandır. Bunda elbetteki haksız değiller. Ancak demokratik olarak, açık ve şeffaf bir şekilde oluşturulan, elleriyle tutup, gözleriyle gördükleri, kendi kararlarının en yüksek kademede bile açık oyla temsil edildiği bir sistemden, yani kendilerinden kuşku duymaları biraz tuhaf olacaktır.
Mobil Demokrasi Dinamiği kuramının en önemli özelliği adeta sistemin canlı bir organizma gibi kendini onarmasıdır. Stabil ve statükocu bir yapı bu kuramda mümkün değildir ve devletin sürekliliği asla sekteye uğramaz. Bu sistem kendisi ile yarışan bir sistemdir. Kendimizi yenmek ve kendimizden daha iyi olmak üzere planlanmıştır. Kendisi ile yarışan bir sistemin başarısız olması mümkün değildir.
Bir diğer önemli hareket noktası “hakkettiğin gibi yönetilirsin”
deyip de bir türlü kendini yönetme hakkını vermedikleri milletimizin kendi insiyatifini kullanabilme hakkını elde etmesidir. İnsanoğlu nefis sahibidir ve bazen bu nefis hiç doymaz. Eğer fert böyle güçlü bir güdü sahibi ise neden sosyal organizasyonlarda bunu kendi iyiliği için kullanmayalım diye düşündüm. Öyle ya eğer fertler en iyi sosyal güvenlik sistemini, en iyi eğitimi istiyor, refah içerisinde inandığı yada istediği gibi yaşamak istiyorlarsa neden ne istediklerine kendileri karar veremesinler. Ben buna MAKSİMUM FAYDA PRENSİBİ diyorum. Mobil demokrasi dinamiği vatandaşın kendisi için en iyi olanı istediği zaman seçtiği bir sistemdir. Halkımız ancak devletin tayin ettiği değil kendi seçtiği kişiler tarafından yönetildiği sürece “hakkettiğin gibi yönetilirsin” sözü belki amacı doğrultusunda kullanılabilir diye düşünüyorum.
Bu gün dünyada pazar savaşları yaşanmaktadır. Tüm çatışmaların altında ekonomik çıkarlar yatmaktadır.Tabi buna birde yaşam için gerekli temel enerji ihtiyacı ile hammaddelerine sahip olma çabasını eklerseniz kabaca çatışma nedenlerini ifade etmiş olursunuz.
Öncelikle yeniden kendimize yeter hale gelmemiz gerekmektedir. Ülkemiz tüm tahribata rağmen özene bezene yaratılmış güzeller güzeli bir ülkedir. Bankacılık sistemini yeniden düzenleyerek sadece bir kaç yabancı sermaye sahibinin ve yerli ortaklarının değil tüm milletin üretir hale getirilmesi gerekmektedir. Sadece üretmek elbette yeterli değildir. Ürettiklerimizi satamazsak üretimin bir kıymeti kalmayacaktır. Bunun içinde pazara ihtiyacımız vardır. Kotalar ve gümrük duvarları her ne kadar göz korkutucu görünüyorsa da bunu aşmak gerçekte hiç zor değildir. Doğru ürünü ucuz ve kaliteli ürettiğimiz sürece inanınız ki Pazar ayağımıza gelecektir. Yeterki üretim seferberliğine girelim ve ekonominin gereklerini yerine getirelim. Bankalar milli ve özerk yapıları ile üretim ve Pazar arkının temel unsurları olacaklardır.
Türk ilim adamları ve teknisyenleri sanki ihtiyacımız yokmuş gibi yurt dışında Amerika’ya, İngiltere’ye , Fransa’ya …..vs. zengin batı ülkelerine hizmet etmekteler. Teknolojiyemi ihtiyacınız var? çağırın yurt dışındaki teknik elemanlarınızı ama geldiklerine ve geleceklerine pişman etmek yerine verin hakkettikleri mevkileri.
İşte Mobil Demokrasi Dinamiği siyasi kayırma olmadan herkesin hakkettiği mevkiye gelebildiği ve hakkettiği sürece orada kaldığı bir sistemdir. Bu gün yurttaşlarımız başka ülkelerde çalışmak zorunda bırakılmışlar ise bunun sebeplerini içerde aramak gerekmektedir. Bu sebepler Mobil Demokrasi Dinamiği ile kaldırıldığında emin olun yurt dışında yabancı ülkelere hizmet eden bir tane Türk kalmaz. Gelir cennet vatanımızda huzur içerisinde çalışırlar. Çirkinleştirmek için herşeyin yapılmasına rağmen yeryüzünde Türkiyemizden daha güzel bir ülke bulunmamaktadır.
Güçlü ekonomisi ile cazibe merkezi haline gelen Türkiye’nin artık Avrupa birliğine girmek, bir paktın üyesi olmak mecburiyetide kalmayacaktır. Güncel gereksinimler elbette milli çıkarlarımız açısından değerlendirilir. Burada ifade etmek istediğim şey Türkiyenin kendi paktını oluşturacağı günlerin hayal olmadığıdır. Türkiye, bu gün yönetenlerin yapmaya çalıştığı gibi bölünerek kendi içerisinde federe olmak yerine, Mobil Demokrasi Dinamiği ile ulaşacağı güçlü yapısı ile diğer Türk devletlerini koltuğunun altına alarak “ Federe Türk Devletleri”nin hesabını yapmalıdır. Kişisel idealim olan bu hedefi Mobil Demokrasi Dinamiği kuramını okurken hiç aklınızdan çıkarmamanızı dilerim. Bu kuramı mevcut zavallı yapılanma içerisinde değil böylesine büyük bir idealin oluşumu evrelerinde değerlendirmeniz çok daha doğru sonuçlara varmanızda yardımcı olacaktır.
Ordunun her on senede bir ihtilal yapmasını istemiyorsak gerçek demokrasi için çaba harcamamız gerekiyor. Gerçek demokrasilerde ordu parlamentonun emrinde olur. Çünki ordu halktır, halkı ise parlamento temsil eder. İşte bu yüzden mevcut populist siyasi partiler kanunu, Mobil Demokrasi Dinamiğinde anlatıldığı gibi olmalıdır. Siyasi partiler iç yapılarında demokratik olmadıkça parlamento millete ait olamaz. Ordu çeteleşmiş siyasi partilerin emrindeki parlamentonun emrine girmemek için herşeyi yapmakta adeta memleketi parlamentonun şerrinden koruma vazifesini üstlenmektedir. Ordunun siyasete bu ölçüde bulaşması ise milletimizin gözbebeği ordumuzu yıpratmaktadır. Fundamentalistlerden masonlara kadar değişik gruplar orduya yuvalanmak amacı gütmektedirler. Eğer subaylarımızın Amerika tarafından eğitilmelerini istemiyorsak, iletişim şifrelerimizi İngilizlerle, savunma şifrelerimizi yahudilerle paylaşmak istemiyorsak, eğer güçlü bir ordu istiyorsak güçlü Türkiye’yi kurmak mecburiyetimiz vardır. İşte bunun için devletin milletiyle bütünleştiği, katılımcı gerçek demokrasi ile yönetilen tam bağımsız güçlü Türkiye için Mobil Demokrasi Dinamiğine ihtiyacımız vardır.
Türkiyemizin doğu ve güneydoğu bölgelerinin yıllardır ihmal edilmişliğinin bu günkü olumsuz sonuçlarını hep beraber yaşamaktayız. Bizim hazırladığımız olumsuz şartları Türk düşmanları ustalıkla bize karşı kullanmaktadırlar. Ben ASALA ve PKK ya hangi ülkelerin yardım ve yataklık ettiğine girmeyeceğim çünkü her Türk ayan beyan çifte standartlı insan hakları şampiyonu batı ülkelerinin ve komşu ülkelerin bize karşı düşmanca tutumlarını bilmektedir. Maalesef ülke ilişkilerinde dostluklar değil çıkarlar önemli rol oynamaktadır. Görüldüğü kadarıyla bu ülkelerin çıkarları bulunduğumuz coğrafyada güçlü bir Türkiye’den yana değildir.
Bizim Türk olarak kabul ettiğimiz ve kendimizden ayırmadığımız Kürt vatandaşlarımıza batı yeni bir tarih ve alfabe yazmış, aynı Osmanlıdaki küçük etnik gruplara yaptığı gibi milliyetçi duygularını besleyerek bağımsız bir devlet kurmaları için kışkırtmakta sakınca görmemişlerdir. Türk hükümetlerinin yanlış politikaları sonucu kuzey Irak’ta güney kürdistan adı ile özerk bir bölge oluşturulmuş şimdi planlarının bir diğer kısmına, kuzey kürdistanın kurulması aşamasına geçmişlerdir.
Bütün bu hadisat günümüzde cereyan ettiği için içimizdeki hainleri telin etmek yerine, sebep-netice ilişkisi kurarak başımıza örülmek istenen melanetlerden ne şekilde kurtulmamız gerektiğini, yani çözümü konuşmamız gerekmektedir. Sebepler ortadan kaldırılmadıkça kendi dağlarımızı bombalamamız ya da bir fazla terörist öldürmemiz sorunu çözmeyecektir.
Sebepleri mevcut populist siyasi yapılanma içerisinde aramak gerekmektedir. Bu güne kadar tüm cumhuriyet hükümetleri vatandaşa ulaşmak yerine ağalarla ve şeyhlerle alışveriş yapmayı yeğlemişlerdir. Ağam oylar benim, krediler ve ihaleler senin ya da 36 köyün mercimeği senin oylar benim demişlerdir. Vatandaşlarımıza hizmet ederek, şartlarını iyileştirip eğitim ve sosyal güvenlik vererek oy toplama yerine işin kolayına gitmişler ve bir tek kişiye oy karşılığı ihaleleri ve kredileri peşkeş çekmişlerdir. Doğudaki feodal yapının sorumluları cumhuriyet hükümetlerinin populist politikacılarıdır. Vatandaş devleti yerine aşiretine sığınmayı tercih etti ise elbet bir sebebi vardır. Ekonomik sıkıntılarında bankaya gideceğine ağaya gitti ise, kendini güvende hissetmediyse bunun suçunu devlet yapılanmamızda aramak gerekmektedir. Kaybedecek hiçbirşeyi olmayan bir kürt gencinin dağa çıkması yadırganacak bir şey değildir. Bu devirde hala mağaralarda yaşayan eğitimsiz insanların kandırılarak dağa çıkartılması ülkemiz düşmanları için hiç de zor değildir. Populizmin sonuçlarını bu gün hep beraber görmekte ve yaşamaktayız.
Bu insanların kaybedecek bir şeyleri olması lazım. Tarlası, bağı, bahçesi, hayvanları, küçük işletmeleri, kaybedecek birşeyleri olması lazım dağa çıkmamak için. Bu insanların ağaları için değil kendileri için çalışmaları, başkasına ihtiyacı olmadan geçinebilmeleri gerek. Bu insanların ekonomik ihtiyaçları için bankaya, güvenlikleri için polise veya jandarmaya gidebilmeleri gerek. Ama tarlasını ipotek edecek bir bankaya değil yukarıda anlattığımız yapıda bir bankaya, kendisine dışkı yediren bir jandarmaya değil şefkatle koruyan bir jandarmaya. Adalet mülkün temeli ise sadece mülkü olanlara adaletli olunuyorsa bu insanlara mülk edinebilecekleri şartlar oluşturmalıdır. Bırakınız dağa çıkmayı, bu insanların iş güçlerinden faydalanılarak üretir hale getirmenin yolu kanaatimizce yukarıda anlattığımız tip de, yatırım yapan, proje ve ekipman desteği veren, işleten, ürünü pazarlayan, kar payı ile çalışan, borsa aracı kuruluşu gibi çalışan bir banka yapılanması ile mümkündür. Devlet devletliğini bildiği sürece vatandaş da vatandaşlığını bilecektir. Kaderine terkedilmiş insanlardan hangi hakla vatandaşlık sorumluluğu bekleyebilirsiniz. Sizin terkettiğinizi bir başkası alıp size karşı kullanıyorsa en azından düşünmeyi deneyebilirsiniz. Bizim güçlü bir Türkiye kurabilmemiz için tüm yurttaşlarımızın katkıda bulunmasıyla ve %100 randimanla çalışmamız gerektiğini hiç unutmamalıyız
İnsanların temel hak ve hürriyetlerinin devletleri tarafından garantiye alındığı ülkelerde aşiret, ağalık, kulluk gibi şeylere rastlayamazsınız. Klanlar oluşuyor feodal bir yapılanma yaşanıyorsa yanlış sistemde aranmalıdır. Vatandaşın temel hak ve özgürlüklerini garanti altına aldı iseniz, o vatandaş kendi özgürlüğünün yek diğerin özgürlüğü ile sınırlı olduğunu bilir. Bu bilinçteki bir vatandaş disipline edilmiş demektir. Kendisinin ve karşısındakinin hakkına riayet eder. Bu basit gerçekten hareketle ülkemizdeki karışıklıkların sebebini sistemde ve sistemin sahibi olan karanlık güçlerin, karanlık niyetlerinde aramak yanlış olmaz.
------------0------------
Sanıyorum biraz kendimden bahsetmenin zamanı geldi. Şahsımdan değil ama siyasi görüşlerimden tabii. Yazdıklarımı okuyanların alışkanlıklarının bir sonucu olarak hangi kampa mensup olduğumu merak ettiklerini biliyorum. Birbirimize bazen soramadığımız ama cevabını refleksif olarak merak ettiğimiz bir sorudur bu, Kimsin? Necisin? Bendenmisin değilmisin?
Anlattıklarımı anlamayanların deli, işine gelmeyenlerin ise vatan haini olarak nitelendirdikleri biriyim ben. Aslında vatanını ve milletini, hayatını, bu tür insanlara sorma gereği duymadan ve bir an dahi tereddüt etmeden feda edebilecek kadar seven bir insanım. Bana ne, neme lazım, böyle gelmiş böyle gider demeyen bir insan. Bize yapılanları içi kan ağlayarak izleyen, çaresizliğin ve aczin zaman zaman çıldırttığı biriyim. Ömrünü ülkesine hizmet yolunda gençlerin eğitimine harcayan biri. Bir dönem çözümlerin bu sistem içerisinde siyasi olduğunu sanacak kadar aptal biri.
Bu ülkede milliyetçi iseniz fundamentalistler sizi kavmiyetçi olmakla dinden çıkan biri olarak tanımlar. Sosyalistler ve ayrılıkçı kürtçü koministler ise kafatasçı ve faşist. Sosyalist iseniz yine dinden çıktınız demektir. Hele demokrasi ve laiklik diyorsanız yandınız hepten cehennemlik yaparlar.
Ben nemiyim? Bu ülkede olmayan ve oldurulmayanım. Ben Milliyetçi Sosyal Demokratım. Ne mutlu Türküm derim. Elhamdülillah müslümanım.
Ben benlik derdinde olmadan yurdumun içinde bulunduğu gailelerden kurtulabilmesi için kafa patlatan ve verilecek bir mücadele de basit bir nefer olmaya hazır bir TÜRK çocuğuyum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)