Rachel Corrie
1979-2003
Filistinli bir ailenin yok edilmesini önlemeye çalışırken İsrail'in askeri bir buldozeri tarafından ezilen Rachel Corriehâlâ gönüllerde yaşıyor...
"Kardeşlerim bakmayın sarı saçlı olduğuma ben Asyalıyım, bakmayın mavi gözlü olduğuma ben Afrikalıyım..."
Nasıl da güzel duruyordu (İsrailliler çocukları öldürmeyin) anlamındaki "İsraeli army stop shooting children" yazan pankartın yanı başında…
Ve belki de adını dahi duymadığı bir şairin "çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsin…" dizeleriyle yıllarca önceden kendisine selam ettiğinden habersiz…
İnsanlığın büyük bir çoğunluğunun istemediği korkunç bir savaşa doğru sürüklenirken küremizin dört bir yanındaki protesto yürüyüşlerinde pankartlarda resmi dolaştırılan ya da kuklaları ateşe verilen 'kötü adam'ların birçoğu Amerikalı. Bush, Rumsfeld, Cheney, Wolfowitz vs... Tam böyle bir dönemde aynı kalabalıkların yüreğini hayranlık duygularıyla dolduran 'güzel insan'ın da Amerikalı olması ne kadar garip değil mi?
Adı; Rachel Corrie…
Henüz 23 yaşında, kocaman adamların henüz keşf edemediği masum ve tertemiz bir yüreğe sahipti. Ülkesinin vicdanıydı o, kaybedenlerin, yıllardır kaybetmeye mahkûm edilenlerin safında çıktı son yolculuğuna... Hiç tanımadığı, istese hiç de tanımayacağı, "bana ne…" deyip geçebileceği insanların, acılarına sırt çevirebileceği insanların yanında olmak için gerdi göğsünü tanklara... O, insanlığın ve insanlığımızın vicdanıydı, sesiydi…
Cesur ve asil kızlar hala hayatta ve bizimle, insanlığımızla. Onlar Vietnam’a asker taşıyan ABD asker trenlerini durdurdular, 1968’de Prag’da ve 1991’de Moskova’da Rus tanklarını durdurdular. Fransız, Rus, Amerikalı ve Alman tank ve tren sürücüleri bilir, bir canavar bile bir genç kız yavaşça yoluna çıktığı zaman durur.Fakat bu kez öyle olmadı, olamadı... Her zaman insani duygular galip gelemezdi ya…
Rachel Corrie başka bir masalın canavarı tarafından buldozerle ezilerek öldürüldü. Bu Amerikalı genç kız, zarif ve savunmasız vücuduyla bir Siyonist buldozerinin Filistinli evlerini yıkmasını engellemeye çalışıyordu. Bilemezdi ki, sürücüsü onu görecek ama 10 tonluk çelik makinesini onun üstüne sürecek, iki kez üzerinden ileri ve geri gidecek.
İsrail ordusunun bir buldozeri tarafından ezilerek öldürüldü Rachel Corrie.
Ajanslar, ezilişinin fotoğrafları geçti hemen; ilk karede bir buldozerin önünde duran sarışın bir kız, sonra buldozerin ilerleyişi ve geri gitmesi, son karede de ezilmiş, kanlar içinde bir yüz ve beden... İki dakika önceki sarışın kızdan bir eser kalmamıştı; ezilmiş kanlar içinde bir yüz…
16 Mart 2003’te Gazze'deki Refah mülteci kampında bir Filistinli doktorun evinin yıkılmasına engel olmaya çalışıyordu. İsrailli buldozer şoförü herkesin gözleri önünde çelikten canavarı üzerine sürdü, önce ileri, sonra geriye üzerinden geçti. Arkadaşları tarafından hastaneye ulaştırıldığında Rachel ölmüştü.
Rachel corrie, 1979 yılında ABD’nin Washington eyaletine bağlı Olympia kentinde doğdu ve büyüdü. Evergreen Devlet Koleji’nde eğitiminin son dönemine gelen Corrie mezun olduktan sonra yazar ve aktris olmak istiyordu...
Rachel'in empatik yeteneği öylesine gelişmişti ki, kameraların önünde Filistinli çocukların ihtiyaçlarını anlatırken bütün çocuklarını savaşa kaptırmış bir anne yüreğinin öfkesiyle konuşuyordu.
Son yıllarında arkadaşlığını paylaşan Peter Bohmer, onu her türlü baskıya ve haksızlığa karşı isyan eden bir insan olarak hatırlıyor. Oldukça mütevazı ve sorumluluk duygusuyla yüklü bir hayat yaşayan Rachel, Olympia Adalet ve Barış hareketi’nin de aktif bir üyesiydi. Sadece bir aksiyon insanı değildi.
İsrail işgaline karşı olan Rachel her ferdin yapabileceği en düşük katkının ‘içten içe hissetmek’ olduğunu düşündüğü bir işgal karşıtı kampanyaya katılmak kararındaydı. Evergreen’de Arapça çalışmıştı. ABD’nin Irak operasyonu başladığında İsrail’in özellikle Gazze Şeridi’nde büyük katliamlara kalkışabileceğinden endişe ediyordu ve bunu durdurmanın tek yolunun bölgeye uluslararası gözlemciler yollamak olduğunu düşünüyordu. 20 ocak’ta Olympia’dan ayrılarak önce Batı Şeria’ya, daha sonra da Gazze şeridi’ne geçen Rachel bahar döneminde eğitimine devam etmek üzere ülkesine geri dönmeyi planlıyordu.
Pasifik okyanusu kenarında ormanlarla kaplı olan Washington eyaleti, dünyada refahın en yüksek olduğu bölgelerden birisidir. Oysa Rachel'in öldürüldüğü Refah kampı daha o günlerde dünyanın en yoksul yeri ilan edilmişti!
Rachel, Amerika’daki rahatını bozup barış savunuculuğu yapmak, İsrail hükümetinin insafsız katliamlarına karşı kalkan olmak üzere Filistin’e gelmiş olmasa, rahat yaşamını sürdürecek, büyük bahçeli evlerde oturup, 'amerikan tarzı hayat'tan payını alacaktı. Ama o bunu yapmak yerine, kalkıp refah kampının çalıştığı sefaletine ve çocukların İsrailli askerler tarafından tavşanlar gibi avlandığı dehşetine gelmeyi tercih etti.
Onu hiçbir şey Siyonist laboratuarlarında doğan bir canavarla karşılaşmaya hazırlamamıştı, tamamen “yaratık” ve insanlara düşman bir canavarla. Annesine, babasına ve arkadaşlarına: “okumak, konferanslara gitmek, belgesel izlemek ya da anlatılanları dinlemek beni buradaki gerçekliğe hazırlamamış” diye yazıyordu.
Filistinli çocukların ölü bedenlerini Yahudi keskin nişancılarının mermileriyle parçalanmış kafalarını görüyor, ama“İsrail ordusu silahsız bir ABD vatandaşını vursa ne güçlüklerle karşılaşacağının” hayallerini kuruyordu. Ve Rachel yanıldı. Kuşkusuz cümle âlemi, hepimizi yanılttı İsrail.
Mensubu bulunduğu ülkenin başkanı Bush, Rachel’in katilini istemek yerine; ordusunu Irak’ı yıkmak ve kendi katilleri olan İsrail’i Ortadoğu’nun üstün gücü haline getirmek için gönderiyordu.
Sarı iş makinelerinin kurşungeçirmez camlı kabinlerindeki kişiler Siyonizmin son ürünleri. Siyonist hareketin başlangıcında onun öjenik amaçlarını:
“Kandan ve terden yepyeni ve acımasız bir ırk yaratacağız” anlamına gelen “Mi dam umi eza Nakim lanu geza”
Dizeleriyle ifade edilmişti.
Böyle şarkılar söylüyordu Siyonistler. Rachel Corrie’nin öldürülmesiyle bu deneyin sonuç verdiği anlaşılıyor.“Acımasız ırk” artık bir hayal değil, o yeni jeopolitik gerçek. Birkaç ay önce, bir Yahudi buldozer sürücüsü Cenin kampını yıkarkenki tecrübelerini dünya ile paylaşmıştı (!)
Bir genç kızın en derin sırlarını, kalbinin en gizli köşelerini açacağı kişi annesidir elbet. Rachel Corrie’nin Filistin’de geçen 7 haftalık hayatı boyunca annesine gönderdiği e-postaları, onun his dünyasını analiz etme imkânı tanıyor. Bu mektuplarda korkularını, rüyalarını, hayallerini, iç çelişkilerini dile getiren Corrie ‘ideal insanının’ kendini adamışlığının; ‘kandan, irinden deryalar geçmeye’ azmetmişliğin en güzel örneklerini bırakmış geride.
Rachel Corrie’i buraya gelmeye iten sebep neydi?
Niçin?
Dinsel fanatik değildi, bir tarikat mensubu değildi, ideolojik saplantısı da yoktu. Öyleyse niçin yoksul Filistinlilerin evlerinin yıkılmasına engel olmak için dev buldozerlerin önüne kendisini atıyordu? Niçin?
Bu sorunun cevabını annesine yazdığı ve Guardian gazetesinde yayımlanan mektuplarından birinde yer alan ifadelerde bulmak mümkün...
7 Şubat 2003 tarihli mektubuna “Merhaba arkadaşlarım, ailem ve diğerleri” diye başlıyor Rachel. İlerleyen satırlarda Rachel’in bu diğerlerinden kastının ‘bütün insanlık’ olduğu anlaşılıyor. 27 Şubat tarihli mektubunda annesine “benim kelimelere çok önem verdiğimi biliyorsun” derken de mektuplarında hiçbir kelimeyi israf etmediğinin mesajını veriyor.
“Biz başka çocuklar için endişe duyan çocuklarız” diyordu Rachel Corrie mektubunda, Filistin mülteci kampında tanıklık ettiği korkunç olayları yazıyordu. Oradaki zavallılara reva görülen insanlık dışı muameleleri, seraların ve portakal bahçelerinin sırf intikam olsun diye yerle bir edilişini, akla hayale gelmeyecek acımasızlıkları anlattıktan sonra şöyle diyordu:
"Evet, yine dans etmek istiyorum, iş arkadaşlarıma karikatürler çizeyim ve şakalaşayım istiyorum, ama bunun durmasını da istiyorum"
Bir başka kültür, din ve medeniyetin insanlarına hizmet götürmenin gereklerinin farkındadır Rachel. Daha Olympia’dayken öğrenmeye başladığı Arapçasını geliştirmekte olduğunu anlatır annesine. Genelde Gazze şeridi, özelde gönüllü olduğu Refah şehri hakkında ayrıntılı ve tutarlı istatistikler verecek kadar konusuna hakimdir.
Rachel sadece o insanları tanımak değil onların hissettiklerini hissetmek noktasında da özdeşleşmek gerektiğine inanır ve o toplumun derdini dert edinmiştir. 7 Şubat günü “Gazze her gün yeniden işgal ediliyor. Ancak korkulan o ki tanklar eskiden olduğu gibi ayrılmak üzere gelmeyecekler bu defa...” satırlarıyla dile getirdiği bu ‘dert’ 27 Şubat tarihli mektubunda açıkça ifade edilir: “Dün iki küçük çocuğunun ellerinden tutmuş olarak tankların ve bir nişancı kulesinin, buldozerlerin ve jiplerin önünde evini terk eden bir babayı seyrettim. Hepsinin birden vurulacaklarından endişe ettiğim için tankla onların arasında durdum. Bu her gün oluyor ancak bu babanın iki çocuğuyla öyle aşırı üzgün bir halde yürüyüp çıkışları beni çok etkiledi.”
En zor şartlarda dahi sevebilmek.
Çatışmanın ortasında ‘sevgiyi ve paylaşmayı’ da öğrenir Rachel. “Evin cephedeki iki odası duvarlardan kurşunlar geçtiği için kullanılamıyor. Bu yüzden bütün aile, üç çocuk ve iki ebeveyn bir yatak odasında uyuyorlar. Ben yerde en küçük kız iman’ın yanında yatıyorum ve hepimiz battaniyeleri paylaşıyoruz... Nidal’in İngilizcesi her geçen gün iyileşiyor. Beni ‘bacım’ diye çağıran o. Büyük nineye İngilizce ‘Merhaba. Nasılsınız?’ demeyi bile öğretti. Her an tank ve buldozerlerin sesleri duyuluyor ama bu insanlar birbirleriyle ve benimle neşe içinde iletişimlerini devam ettiriyorlar.”
Rachel içinde bulunduğu durumda azla mutlu olmak zorunda olduğunu bilmektedir. 20 Şubat’taki mektubunda kendi küçük mutluluğunu dile getiren ve biraz da annesini avutmak isteyen şu satırları yazar:
“Bilmeni isterim ki burada bana yardımcı olan bir sürü hoş Filistinli var. Basit bir nezle kaptım ve tedavi olmak için çok hoş bir limonlu içecek verdiler bana.”
Ancak bir hafta sonra içinde bulundukları duruma rağmen Filistinlilerin gülebiliyor ve hâlâ kendisine iyi davranmaya çalışıyor olmalarını sorgulamaktadır. Kendini sorgulama ve sürekli öğrenme Rachel, Gazze tecrübesini kendi temel inançlarını sorgulamak ve hayatı yeniden anlamlandırmak için bir fırsat olarak görmektedir. Mektubunda insanın ne kadar iyi ve ne kadar kötü olabileceğini sorgular: “Onlar zorluğa uzun müddet dayanabilmenin güzel bir örneği. Şartların onları çeşitli seviyelerde etkilediğini biliyorum ama insanlıklarını gülücüğü, ikramı, sıcak aile ortamını bu oranda koruyabilmiş olmaları beni hayran bırakıyor.
Bir sonraki gün bu sorgulayışını bir çağrıya dönüştüren Rachel:
“Bu durmalı. Hepimizin her şeyi bırakıp hayatlarımızı bunu durdurmaya adamamızın iyi bir fikir olduğunu düşünüyorum. Dünyaya geldiğimde istediğim şey bu değildi asla. Capital Gölü’ne bakıp ‘işte büyük dünya bu ve ben onun bir parçası olacağım’ dediğimde bunu kastetmemiştim. Ben içinde hiçbir çaba göstermeksizin müreffeh bir hayat yaşayıp bir soykırımın parçası olduğumun farkına bile varmadan çıkıp gideceğim bir hayata gelmedim...”
Başkaları Filistin’de yaşananlara nasıl bakarsa baksın Rachel yaşadıklarından ötürü mutluydu fakat yine de kendi sonunu da tahmin eden bir mektubunda ise şöyle bitiriyor:
"Filistin’den geri döndüğümde muhtemelen uykumda kâbuslar göreceğimi, burada kalmadığım için suçluluk hissiyle kıvranacağımı biliyorum. Bunları daha fazla çalışmaya yönlendirebilirim. Buraya gelmek hayatımda yaptığım en iyi şeylerden biri. Oraya geldiğimde deli saçması şeyler söyleyip çıldırırsam ya da İsrail ordusu beyaz adamları yaralamama şeklindeki ırkçı eğilimlerinden vazgeçip bir şey yaparsa, şu yargıya varmakta hiç tereddüt etmeyin: dolaylı olarak desteklediğim ve hükümetimin büyük oranda sorumlusu olduğu bir soykırımın göbeğindeyim."
Ve annesine yazdığı mektubu şöyle tamamlıyordu Rachel: “En ağır koşullarda bile insan kalabilme gücü ve yeteneğini keşfetmekte olduğunu yazmalıyım ki, bunu daha önce bilmezdim. Galiba aslolan onur...”
Böylece Amerika ve A.B destekli İsrail buldozerleri bir cinayet daha işlemiş oldu.
Türkiye’nin çığırtkan barışseverleri de, insan hakları edebiyatçıları da, Müslüman cemiyetçileri de bu olayı duymadılar. Onların kulakları Washington’un federal çetesinde, gözleri Irak’a getirilecek demokratik ortamda, elleriyse çok getirili tahvillerdeydi. Sözde “civil” toplum örgütlerinden ve “the civil” ağın kadın örgütlerinden söz etmeye ise hiç gerek yok! Onlar zaten dolarlı projelerin peşindeler!
Son e-postasında babasına hitaben ise: “Eğer yaşamımın geri kalanında ne yapmam gerektiğiyle ilgili fikirlerin varsa lütfen bana söyle. Sizi çok seviyorum. Sen de birşeyler düşünüp tasarlayabilirsin, ben de katılmaktan memnun olurum. Kocaman sevgiler. Babacığım” diyordu.