AKLIN YOLU BİRDİR.
2-HAFTADIR ANLATMAYA ÇALIŞTIKLARIMI ÜMİT HOCA YAZMIŞ.
BEN ÖZÜR DİLEMEYİ NİSAN- MAYIS AYLARINDA YAPACAĞINI DÜŞÜNÜYORUM.
SICAĞI SICAĞINA SEÇİME GİTMEK İÇİN.
FÜZE KALKANIYLA UYANAN AKP TABANI YİNE İSRAİL DERLENİP TOPLANACAK.
ÇÜNKÜ İSRAİL'İN-SİYONİZMİN İŞİNE BU DERECE YARAYAN İKTİDAR BU ÜLKE GÖRMEDİ.
YAHUDİ OLMADIĞI HALDE 2 MADALYALI ÖDÜLLENDİRİLMİŞ BİR LİDER DE GÖRMEDİ.
NİSAN -MAYIS AYLARINI BEKLEYİN.
İsrail, seçimlerden önce AKP’ye tazminat ödeyecek ve özür dileyecek
Son günlerde İsrail’in Mavi Marmara saldırısında hayatını kaybedenler için tazminat ödemeyi kabul ettiği ve özür dilemenin yollarını aradığı haberi şaşırtıcı değildir. 12 Haziran 2011 seçimleri yaklaşırken İsrail’den AKP’ye daha önce olduğu gibi stratejik bir destek gelecektir. Bu düşüncemi neye dayandırdığımı kısaca izah etmek istiyorum. İsrail, ABD’nin Irak’ı işgaline destek olacağını açıklayan AKP’nin iktidara gelmesini büyük bir sevinçle karşılamıştı. AKP döneminde Türk-İsrail ilişkileri çok boyutlu olarak gelişti.
Ticaret hacmi sürekli arttı. 2005’de Hamas liderlerinin Ankara’ya davet edilmesine karşı Tel Aviv’in tavrı ve 2006’da Türkiye’nin İsrail’in Lübnan’da Hizbullah’a karşı düzenlediği operasyonu eleştirmesi ikili ilişkileri germedi. Öyle ki, Türkiye, İsrail ile Suriye arasında arabuluculuk yapmaya başladı. Bütün bu politikaların getirisi Erdoğan’ın Amerikan Yahudi lobisi tarafından üstün hizmet ödülü ile ödüllendirilmesi oldu. Bu dönemde AKP ve Erdoğan, AB ve ABD’de parlayan yıldızdı. Batı basını Erdoğan’ı Türkiye’de tabuları yıkan siyasetçi olarak övüyordu.
Ancak Orta Doğu sokaklarında parlayan bir başka yıldız vardı. İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad. Ahmedinecad, ABD ile nükleer güç konusunda sürtüşerek ortaya çıkan petrol fiyatları patlamasından faydalanıyor ve elde ettiği geliri hem nükleer çalışmalarını hem de popülist ekonomi politikalarını finanse etmekte kullanıyordu. ABD ile çatışarak Irak ve Lübnan’da gücünü artıran, 2006’da İsrail Ordusunu yenen Hizbullah’ın arkasındaki güç olmanın Orta Doğu’da verdiği saygınlığı kullanan Ahmedinecad’ın İran’ı İsrail için, Irak’tan sonra Orta Doğu’da durdurulması gereken öncelikli güç olmuştu.
Ocak 2007’de Ahmedinecad’ın, Yahudi soykırımını efsane olarak nitelendirmesinden sonra 36 Avrupa ülkesinde Yahudi cemaatlerinin örgütü olan “Avrupa Musevi Kongresi” Başkanı Pierre Besnainou, 18 Ocak 2007’de Başbakanlıkta Erdoğan ile görüşmüştü. Erdoğan ile görüşmeden sonra Besnainou, görüşmeyi “çok ilginç bir görüşme” olarak nitelendirmişti. Besnainou, 15 Şubat 2007’de İsrail’de yayınlanan Haarettz gazetesinde yazdığı “Türk seçeneği” başlıklı makalesinde görüşmeyi şöyle anlatmıştı: “Ankara’ya kısa bir süre önce yaptığım ziyarette Başbakan Erdoğan’a, kendisinin Orta Doğu’da lider rolü oynayabileceğine yönelik inancımı ifade ettim. Körfez monarşilerinden Orta ve Doğu Asya’ya, Hamaslı İslamcılardan ılımlı Filistinlilere kadar bütün Müslüman dünyasında saygı gören Türkiye, ABD ve İsrail ile de güçlü ve sadık bir ilişki yürütüyor. Böylece Türkiye bölgedeki bütün nüfuzlu katılımcılarla etkileşime girme meşruiyetini kazanmış oluyor. Bu konumu, zararlı bir nüfuza sahip İran’ın yerine, bölgesel liderlikte Türkiye’yi doğal bir tercih haline getiriyor”
Bu görüşmeden sonra 6-7 Eylül 2007 gecesi Hatay’ın Kırıkhan ve Hassa ilçeleri üzerinden ikili kollar halinde alçaktan uçan İsrail hava Kuvvetlerine ait 6 adet “F-151 Ra’am” Suriye’ye kuzeyden girmiş ve iddiaya göre El Kibar bölgesindeki Kuzey Kore ile ortak yapılan nükleer tesislere saldırmışlardır. Muhtemelen gizli kalacak bu olayı, ertesi gün Hassa ve Oğuzeli ilçeleri sınırları içinde Türkiye-Suriye sınırına yakın bir tarlada üzerinde İbranice yazılar olan iki 600 galonluk harici yakıt tankı bulunması ortaya çıkarmıştır. Bu önemli gelişme ile ilgili olarak AKP Hükümetinin tek tepkisi dönemin Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın “kabul edilemez” olduğu ve İsrail Büyükelçisinden bilgi isteneceği şeklinde olmuştu. Türkiye, İsrail’e örtülü bir operasyonda destek vermişti. 13 Kasım 2007’de İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres TBMM’de konuşma yapmıştı. 23 Aralık 2008’de Ankara’da Başbakan Olmert ile Erdoğan arasında yapılan görüşmelerden sonra İsrail’in 27 Aralık 2008’den 19 Ocak 2009’a kadar sürecek olan Gazze’ye yönelik insanlık suçu içeren saldırısına Türkiye, Arap dünyasından daha ağır tepki vermişti. İlginç olan husus ise 24 Aralık 2008’de Jerusalem Post’ta yazan Herb Kinon, “(İsrailli) üst düzey yetkililer, Erdoğan’ın ülkede yükselen laik muhalefet karşısında meşruiyetini sağlamlaştırmak için yüksek profilli bir uluslararası diplomatik başarıya ihtiyaç duyduğunu söyledi” bilgisini aktarmasıdır. Erdoğan’ın aradığı dış politika başarısı 30 Ocak 2009’da Davos’ta gelmiştir. Türk tarafının isteği ile düzenlenen görüşmede Ş. Peres’i eleştiren Erdoğan podyumdan inerken, hem 29 Mart 2009 yerel seçimleri öncesinde istediği başarıyı elde etmiş hem de Ahmedinecad’ın ismini tek hamle ile Orta Doğu sokaklarından silmiştir.
Yerel seçimlerden sonra AKP’nin ilk kapsamlı girişimi Mayıs-Haziran 2009’da Türkiye-Suriye sınırındaki iki KKTC büyüklüğünde bir mayınlı alanın temizlenmesinin İsrail firmalarına yap-işlet modeli ile 44 yıllığına verilmesi olmuştur. AKP buna karşı çıkan muhalefeti ırkçılık yapmakla suçlamıştır. Ancak kontrollü bir gerilim süreci de yaşanmıştır. Türkiye’de İsrailli askerleri katil olarak gösteren bir dizi, televizyonda yayınlanmıştır. Tel Aviv ise Türkiye’nin İsrail Büyükelçisi Dışişleri Bakanlığında küçük düşürülmeye çalışılmış, ancak olayı eline yüzüne bulaştıran İsrail Türkiye’den özür dilemek zorunda kalmıştır. Ankara, Konya’da yapılacak Türk-Amerikan-İsrail ortak hava tatbikatından İsrail’i çıkarmıştır. İsrail ise Heron insansız hava araçlarının Türkiye’ye teslimini geciktirmiştir. Türkiye, İran’ın nükleer güç haline gelmesi tartışmaları çerçevesinde İsrail’in nükleer silah sahibi olmasını sert bir şekilde eleştirmiştir. Bu kontrollü gerilim 29 Mart 2010’da gerçekleşen Mavi Marmara saldırısı ile sona ermiştir. Her iki taraf da olayların denetim dışını çıkmasını adeta ister şekilde davranmışlardır. Ancak İsrail zararlı çıkan taraf olmuş, AKP Hükümeti ise ciddi yaptırımlardan bahsetmekle beraber sonra bunları uykuya yatırmıştır. İsrail ise normal olarak vermesi gerektiği düşünülen intikam tepkilerini vermemiştir. İsrail’de çıkan orman yangınına iki Türk uçağının yardıma yollanması sonrasında ikili ilişkiler hemen yoğunlaşmış ve Tel Aviv’den tazminat ve bir şekilde Türkiye’den özür dilemenin mümkün olduğuna dair açıklamalar gelmeye başlamıştır.
İsrail’in bu adımı şaşırtıcı değildir ve Orta Doğu’daki politik öncelikleri ile uyum içindedir. Tel Aviv açısından Orta Doğu’daki iki öncelik, sırası ile İran’ın nükleer güç politikasının durdurulması ve Kürt sorununun İsrail’in milli güvenliğini uzun vade güvence altına alacak şekilde çözülmesidir. Erdoğan’ın Orta Doğu sokaklarında Ahmedinecad’ı silmesi, Tel Aviv’de İran’ın dışarıda yalnızlaştırılması olarak görülmektedir. İran’a yönelik bir askeri saldırıyı sürekli gündeminde tutan bir İsrail için bu çok önemlidir. Öte yandan onlarca yıldan bu yana K. Irak’ta bağımsız bir Kürt devletini destekleyen ve 1990’lı yıllardan itibaren Ankara’daki “dostlarına” , “Şimdi siz Kürtlere verebileceklerinizi verin, yarın onlar istediklerini alırlar” telkininde bulunan Tel Aviv, AKP’nin Kürt açılımını da kendi stratejik çıkarları ile uyum içinde görmektedir.
Eski İsrail Dışişleri Bakanlığı müsteşarı ve eski Ankara Büyükelçisi Alon Liel, Ha’aretz gazetesinde 13 Eylül 2010’da Tel Aviv’in AKP’nin Kürt politikasının nasıl okunduğunu şöyle ifade etmiştir: “Erdoğan, bir Kürt eyaleti yaratmaya ya da en azından Türkiye’nin Kürtlerini ulusal bir azınlık olarak tanımaya hazır, fakat ülkesi değil. Kürt misyonunu tamamlamak için bir görev dönemine daha ihtiyacı var. Gelecek temmuzda kazanırsa, bu gerçek bir ihtimal haline gelebilir.”
Özetle Tel Aviv’in Ankara’da Erdoğan’a bir süre daha ihtiyacı var görünmektedir. Tel Aviv, büyük bir ihtimal ile 12 Haziran 2010 seçimlerinden önce, 29 Mart 2009 yerel seçimlerinden önce olduğu gibi Türk ve Orta Doğu siyasetinde “One minute” etkisi yaratacak bir hamle ile “AKP’den” özür dileyecek ve tazminat ödeyecektir.
Ticaret hacmi sürekli arttı. 2005’de Hamas liderlerinin Ankara’ya davet edilmesine karşı Tel Aviv’in tavrı ve 2006’da Türkiye’nin İsrail’in Lübnan’da Hizbullah’a karşı düzenlediği operasyonu eleştirmesi ikili ilişkileri germedi. Öyle ki, Türkiye, İsrail ile Suriye arasında arabuluculuk yapmaya başladı. Bütün bu politikaların getirisi Erdoğan’ın Amerikan Yahudi lobisi tarafından üstün hizmet ödülü ile ödüllendirilmesi oldu. Bu dönemde AKP ve Erdoğan, AB ve ABD’de parlayan yıldızdı. Batı basını Erdoğan’ı Türkiye’de tabuları yıkan siyasetçi olarak övüyordu.
Ancak Orta Doğu sokaklarında parlayan bir başka yıldız vardı. İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad. Ahmedinecad, ABD ile nükleer güç konusunda sürtüşerek ortaya çıkan petrol fiyatları patlamasından faydalanıyor ve elde ettiği geliri hem nükleer çalışmalarını hem de popülist ekonomi politikalarını finanse etmekte kullanıyordu. ABD ile çatışarak Irak ve Lübnan’da gücünü artıran, 2006’da İsrail Ordusunu yenen Hizbullah’ın arkasındaki güç olmanın Orta Doğu’da verdiği saygınlığı kullanan Ahmedinecad’ın İran’ı İsrail için, Irak’tan sonra Orta Doğu’da durdurulması gereken öncelikli güç olmuştu.
Ocak 2007’de Ahmedinecad’ın, Yahudi soykırımını efsane olarak nitelendirmesinden sonra 36 Avrupa ülkesinde Yahudi cemaatlerinin örgütü olan “Avrupa Musevi Kongresi” Başkanı Pierre Besnainou, 18 Ocak 2007’de Başbakanlıkta Erdoğan ile görüşmüştü. Erdoğan ile görüşmeden sonra Besnainou, görüşmeyi “çok ilginç bir görüşme” olarak nitelendirmişti. Besnainou, 15 Şubat 2007’de İsrail’de yayınlanan Haarettz gazetesinde yazdığı “Türk seçeneği” başlıklı makalesinde görüşmeyi şöyle anlatmıştı: “Ankara’ya kısa bir süre önce yaptığım ziyarette Başbakan Erdoğan’a, kendisinin Orta Doğu’da lider rolü oynayabileceğine yönelik inancımı ifade ettim. Körfez monarşilerinden Orta ve Doğu Asya’ya, Hamaslı İslamcılardan ılımlı Filistinlilere kadar bütün Müslüman dünyasında saygı gören Türkiye, ABD ve İsrail ile de güçlü ve sadık bir ilişki yürütüyor. Böylece Türkiye bölgedeki bütün nüfuzlu katılımcılarla etkileşime girme meşruiyetini kazanmış oluyor. Bu konumu, zararlı bir nüfuza sahip İran’ın yerine, bölgesel liderlikte Türkiye’yi doğal bir tercih haline getiriyor”
Bu görüşmeden sonra 6-7 Eylül 2007 gecesi Hatay’ın Kırıkhan ve Hassa ilçeleri üzerinden ikili kollar halinde alçaktan uçan İsrail hava Kuvvetlerine ait 6 adet “F-151 Ra’am” Suriye’ye kuzeyden girmiş ve iddiaya göre El Kibar bölgesindeki Kuzey Kore ile ortak yapılan nükleer tesislere saldırmışlardır. Muhtemelen gizli kalacak bu olayı, ertesi gün Hassa ve Oğuzeli ilçeleri sınırları içinde Türkiye-Suriye sınırına yakın bir tarlada üzerinde İbranice yazılar olan iki 600 galonluk harici yakıt tankı bulunması ortaya çıkarmıştır. Bu önemli gelişme ile ilgili olarak AKP Hükümetinin tek tepkisi dönemin Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın “kabul edilemez” olduğu ve İsrail Büyükelçisinden bilgi isteneceği şeklinde olmuştu. Türkiye, İsrail’e örtülü bir operasyonda destek vermişti. 13 Kasım 2007’de İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres TBMM’de konuşma yapmıştı. 23 Aralık 2008’de Ankara’da Başbakan Olmert ile Erdoğan arasında yapılan görüşmelerden sonra İsrail’in 27 Aralık 2008’den 19 Ocak 2009’a kadar sürecek olan Gazze’ye yönelik insanlık suçu içeren saldırısına Türkiye, Arap dünyasından daha ağır tepki vermişti. İlginç olan husus ise 24 Aralık 2008’de Jerusalem Post’ta yazan Herb Kinon, “(İsrailli) üst düzey yetkililer, Erdoğan’ın ülkede yükselen laik muhalefet karşısında meşruiyetini sağlamlaştırmak için yüksek profilli bir uluslararası diplomatik başarıya ihtiyaç duyduğunu söyledi” bilgisini aktarmasıdır. Erdoğan’ın aradığı dış politika başarısı 30 Ocak 2009’da Davos’ta gelmiştir. Türk tarafının isteği ile düzenlenen görüşmede Ş. Peres’i eleştiren Erdoğan podyumdan inerken, hem 29 Mart 2009 yerel seçimleri öncesinde istediği başarıyı elde etmiş hem de Ahmedinecad’ın ismini tek hamle ile Orta Doğu sokaklarından silmiştir.
Yerel seçimlerden sonra AKP’nin ilk kapsamlı girişimi Mayıs-Haziran 2009’da Türkiye-Suriye sınırındaki iki KKTC büyüklüğünde bir mayınlı alanın temizlenmesinin İsrail firmalarına yap-işlet modeli ile 44 yıllığına verilmesi olmuştur. AKP buna karşı çıkan muhalefeti ırkçılık yapmakla suçlamıştır. Ancak kontrollü bir gerilim süreci de yaşanmıştır. Türkiye’de İsrailli askerleri katil olarak gösteren bir dizi, televizyonda yayınlanmıştır. Tel Aviv ise Türkiye’nin İsrail Büyükelçisi Dışişleri Bakanlığında küçük düşürülmeye çalışılmış, ancak olayı eline yüzüne bulaştıran İsrail Türkiye’den özür dilemek zorunda kalmıştır. Ankara, Konya’da yapılacak Türk-Amerikan-İsrail ortak hava tatbikatından İsrail’i çıkarmıştır. İsrail ise Heron insansız hava araçlarının Türkiye’ye teslimini geciktirmiştir. Türkiye, İran’ın nükleer güç haline gelmesi tartışmaları çerçevesinde İsrail’in nükleer silah sahibi olmasını sert bir şekilde eleştirmiştir. Bu kontrollü gerilim 29 Mart 2010’da gerçekleşen Mavi Marmara saldırısı ile sona ermiştir. Her iki taraf da olayların denetim dışını çıkmasını adeta ister şekilde davranmışlardır. Ancak İsrail zararlı çıkan taraf olmuş, AKP Hükümeti ise ciddi yaptırımlardan bahsetmekle beraber sonra bunları uykuya yatırmıştır. İsrail ise normal olarak vermesi gerektiği düşünülen intikam tepkilerini vermemiştir. İsrail’de çıkan orman yangınına iki Türk uçağının yardıma yollanması sonrasında ikili ilişkiler hemen yoğunlaşmış ve Tel Aviv’den tazminat ve bir şekilde Türkiye’den özür dilemenin mümkün olduğuna dair açıklamalar gelmeye başlamıştır.
İsrail’in bu adımı şaşırtıcı değildir ve Orta Doğu’daki politik öncelikleri ile uyum içindedir. Tel Aviv açısından Orta Doğu’daki iki öncelik, sırası ile İran’ın nükleer güç politikasının durdurulması ve Kürt sorununun İsrail’in milli güvenliğini uzun vade güvence altına alacak şekilde çözülmesidir. Erdoğan’ın Orta Doğu sokaklarında Ahmedinecad’ı silmesi, Tel Aviv’de İran’ın dışarıda yalnızlaştırılması olarak görülmektedir. İran’a yönelik bir askeri saldırıyı sürekli gündeminde tutan bir İsrail için bu çok önemlidir. Öte yandan onlarca yıldan bu yana K. Irak’ta bağımsız bir Kürt devletini destekleyen ve 1990’lı yıllardan itibaren Ankara’daki “dostlarına” , “Şimdi siz Kürtlere verebileceklerinizi verin, yarın onlar istediklerini alırlar” telkininde bulunan Tel Aviv, AKP’nin Kürt açılımını da kendi stratejik çıkarları ile uyum içinde görmektedir.
Eski İsrail Dışişleri Bakanlığı müsteşarı ve eski Ankara Büyükelçisi Alon Liel, Ha’aretz gazetesinde 13 Eylül 2010’da Tel Aviv’in AKP’nin Kürt politikasının nasıl okunduğunu şöyle ifade etmiştir: “Erdoğan, bir Kürt eyaleti yaratmaya ya da en azından Türkiye’nin Kürtlerini ulusal bir azınlık olarak tanımaya hazır, fakat ülkesi değil. Kürt misyonunu tamamlamak için bir görev dönemine daha ihtiyacı var. Gelecek temmuzda kazanırsa, bu gerçek bir ihtimal haline gelebilir.”
Özetle Tel Aviv’in Ankara’da Erdoğan’a bir süre daha ihtiyacı var görünmektedir. Tel Aviv, büyük bir ihtimal ile 12 Haziran 2010 seçimlerinden önce, 29 Mart 2009 yerel seçimlerinden önce olduğu gibi Türk ve Orta Doğu siyasetinde “One minute” etkisi yaratacak bir hamle ile “AKP’den” özür dileyecek ve tazminat ödeyecektir.
"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."