24 Ağustos 2009 Pazartesi


Şimdi akla gelen; daha sen dün Kenya’dan gelirken altına kaçırdın. Korkudan şaşı bakıyordun.
Ne oldu?
Kaplan kestin.
Bu işte bir iş var. Bunlar açılım falan değil. Bunlar tahrik ve kışkırtma. Bu sözler kimin sözü ve neden apo’ya söyletildi. Kürdü, Türk’ü, Laz’ı, Çerkez’i ile TÜRK HALKI bunu araştırmalı. Gaza, galeyana gelme zamanı değil. Emperyalist en besili köpeğini havlatıyor. Bırak havlasın. Havlayan köpek ısırmaz.
YAŞAR KEMAL DE KAVRAYAMIYOR
Sorun benim affedilip affedilmememle ilgili değil. Sorun çok daha derinlerdedir. Ben 10 yıldır bu sorunun çözümü için elimden geleni yaptım. Türkiye’de Yaşar Kemal dahil hiçbir aydın sorunu tam olarak derinliğine kavrayamıyor. Şimdi bu sorunun çözümü için toplumsal uzlaşı veya müzakere başlayacak. Bunun olması önemlidir.
AHMET TÜRK’LE Mİ ÇÖZECEKSİNİZ?
DTP beni temsil etmiyor, PKK beni temsil etmiyor. Bir başkası beni temsil etmiyor. Mesela Ahmet Türk’le mi çözmek istiyorsunuz. Sizi engelleyen kimse mi var? Çözün. Sorunu bu şekilde çözebilecekseniz çözün... DTP kesinlikle beni temsil etmiyor... Karşılarında çocuk yok... İsterseniz dağdakileri bitirin, isterseniz DTP’lileri bitirin, bitirebilir misiniz, bitiremez misiniz, kazanır mısınız, kaybeder misiniz, orasını ben bilemem.
45–90 GÜN MÜZAKERE:
Emniyetle 90 gün müzakere etmem lazım. 90 gün müzakere ettikten sonra ancak sorunun emniyet yönü çözüm noktasına gelebilir. Sorunun askeri boyutunun çözülebilmesi için benim 45 gün müzakere etmem lazım. Bunlar çok hassas konular. Dediğim gibi sadece askeri yönünü masaya yatırmam için 45-90 gün müzakere etmem, tartışabilmem lazım. Sorunun diğer boyutları da ayrı, sosyal, kültürel, ekonomik bunları daha ağzıma bile almıyorum. Bunlar da ayrıca tartışılır.
ROBESPIERRE’İN İDAMI
Deniliyor ki, bu sorun çok çatışmalı geçti, çok acılı geçti. Doğrudur, çatışmalı geçti, ancak asıl çatışma benim bu yol haritasını açıklamamdan sonra olacak. Eğer soruna doğru, derinlikli yaklaşılmazsa yapabileceğim bir şey kalmaz. İki tarih vereyim: Birincisi 1789’dan sonra yaşanan gelişmeler. Özellikle 1792-94 arası, iki yıl süren iç çatışmalardır. Muazzam iç çatışmalar yaşandı. 94 Temmuz’unda Robespierre ve arkadaşları idam edilene kadar süren iç çatışma. İkincisi 1917-18 ile 1922 arası yaşanan üç-dört yıllık çok kanlı bir iç çatışma. Devrim yapıldıktan sonra çok büyük bir iç çatışma yaşanıyor. Burada bu iç çatışmaları çok iyi analiz etmek gerekiyor. Bu süreçlerde yaşanan şeylerin önüne geçmek gerekiyor. Bu iç çatışmaların boyutu çok vahim.
40 MİLYON KÜRT AYAĞA
Devrim öncesi yaşananlar bunların yanında az bile kalıyor. O dönemde Fransızların nüfusu 20 milyon, Rusların da 30 milyondu. Yine de halkı durduramadılar. Şimdi ise bu mücadelede 40 milyon Kürt var. İyi örgütlenmiş kesimleri var. 40 milyon Kürde karşı nasıl duracaksın? 40 milyon Kürt ayağa kalktığı zaman ortada devlet-mevlet diye bir şey kalmaz. PKK da kendi kararını kendisi verir.
ORDU KENDİNE GÜVENMESİN
Ordu da bunu anlamalı. Bunu anlamalı ve bunun önünde engel olmamalı. Ordu öyle çok kendine güvenmesin. Kendini öyle çok güçlü hissetmesin. Çok kaotik, çok çatışmalı dönem olursa, çözümün önünde engel olursa ordu da ortada kalmaz, dağılır gider. NASIL İNDİRECEK?
(PKK kadroları üçüncü bir ülkeye gönderilecek haberleri üzerine) Nasıl dağdan indirecek? Nasıl gidip dağdan getirecek? Öyle olmaz. Bunların bir gerçekliği yok.
BAHÇELİ ÇOK KONUŞUYOR
Bahçeli çok konuşuyor. (Çok sinirlenerek) Bahçeli neden anlamıyor? Gücü de yok, kendisi bunu biliyor. Ne yapmak istediği ortada... Bahçeli, o kadar gücünüz varsa, o kadar kendinize güveniyorsanız sizi başkumandan ilan edelim. Topla ülkücü ordunuzu, Kandil’e gidin. Bakayım ne yapacaksınız. Şimdi gücünüz de yok. Yine de bağırıp çağırıyorsunuz. Anlamak zorundasınız. Yeri geldiği zaman ben bunların hesaplarını hepsinden sorarım.
‘Ciddiyetini anlamıyorlar’ Öcalan, bazı gazetecilerin yazılarındaki görüşlere de değinilen görüşmede, kendisinin affedilmesi konusunda şu değerlendirmeyi yaptı: Af mı? Sorun bu değil ki. Benim af edilip edilmemem sorunu değil asıl mesele. Lütufta bulunduklarını mı sanıyorlar? Bunlar sorunun ciddiyetini anlamıyorlar. Bunlara benim görüşmelerimi iyi aktarın. Pazarlık değil, toplumsal bir uzlaşı veya müzakere olacak.

kabe-gkdelen_4.jpg
Zemzem towers veya beyt el ebrac binası ve yanıbaşında Kabe
tarihci_yurtsever_arap_gkdelenini_gsteriyor.jpg
Hz. Peygamber insanlığı kurtarmak için mücadele verdi. Ve mütevazi bir hayat sürdü
dünyadan göçtü. Geride Kuranı Kerim ve İslam dinini bıraktı. -Kabe’deki putlar yıkıldı, “Alahuekber” sesleri semaya yükseldi. -Türkler İslam’a olan saygılarının gereği Kabe yakınındaki tepe üzerine Ecyad kalesini yaptılar, askeri kışla hizmetleri verdiler. -Suudi yönetimi Ecyad kalesini 2002 yılında yıktı. Yerine 530 metre yüksekliğinde dünyanın en yüksek Gökdelenini yaptırıyorlar.
-Ve Kabe dünyanın süper zengini Suudi kralları tarafından kendi ihtişamlarını yansıtması için ayaklar altına alınıyor.
Not:Aşağıdaki fotoğrafta Osmanlı döneminde Mekke/Kabe ve arka tarafta Ecyad kalesi
kabe-gkdelen_2.jpg
İnsanlık tarihinin ortak kültür mirası Kabe…Yaşanmış tarihin de en önemli eserlerinden. Arapça “Beytullah” adıyla da bilinir. “Allahın evi” anlamına gelen. Hz.İbrahim zamanında yapıldığı hakkında dini görüşler vardır. Kabe’nin yapılış amacı insanoğlunun Allahın varlığını ve birliğini tanıması, ona yakarması ve ölüm gerçeğini hatırlamasıdır.
İslam Peygamberi Hz. Muhammed, Allah’tan aldığı mesajları Mekke’de insanlara duyurdu. İslam adına mücadelesini Kabede verdi. Kurulu düzene karşı geldi. Dünya malı zenginlik ve yönetimde üstün güç kralık veya imparatorluk peşinde koşmadı. Gün geldi, Mekke’nin hakim yöneticileri kendi çıkarlarına ters düştüğü için onu öldürmeye karar verdiler. Ve Hz. Muhammed Mekke’yi terk ederek Medine’ye hicret etti.
Ve sonra İslam adına yapılan savaşlar. Müşrik olarak kabul edilen Kureyşliler ve işbirliği yapanlar yenilgiye uğratıldı. Mekke MS 630 yılında İslam ordusunun eline geçti. Hz. Muhammed’in Mekke’yi fethi, Kabe üzerine yürümesi, putların boyunlarına takılan kanca ve bastonlarla parçalanması…Ve ardından gelen ilk ezan sesi ile Mekke ve Kabe İslam inancının kalbi özelliğini ebediyen kazanmış oldu. Buraya kadar anlatılanlar İslam tarihi ve onun peygamberi Hz. Muhammed döneminin kısa özetidir.

VE TÜRKLER GELDİ HİCAZ’A
Aradan geçen yüzyıllar sonrası Selçuklular zamanından itibaren Türkler de Mekke ve Hicaz ile yakından tanıştılar. Memluk Devleti ve daha sonra Yavuz Sultan Selim zamanında 1517 yılında Hicaz Osmanlı’ya bağlandı. Osmanlı Mekke’nin yönetimini Emir veya Şerif adı verilen yerel din önderlerine bıraktı. Gelenekler içerisinde Hicaz yönetilme başlandı. Türkler İslam’a saygılı ve onun adına dünyanın geniş coğrafyasında mücadele yapan bir milletti. Osmanlı İslamı Avrupa içlerinde de yaydı. O günün şartlarında Osmanlı padişahları aynı zamanda Hz. Muhammed’in vekili ve de halifesi idi. Padişahlar hacca gidemediler ama her yıl Hicaz yöresine “Sürre-i hümayun” adıyla hac kervanı gönderdiler. Kabe’nin anahtarı, örtüsü dahil Mekke halkının ihtiyaçları karşılanıyordu.
Şartlar değişti. 1700’lü yıların sonlarına doğru Osmanlının bir parçası olan Arabistan yarım adasını, Kızıldeniz sahillerinden tehdit eden Hristiyan ve batılı ülke askeri saldırıları, onların kışkırtmaları ile yörenin Arap isyanları gündeme geldi. Osmanlı Mekke ve Kabe’nin güvenliğini sağlamak üzere 1790’lı yılarda Ecyad kalesini yaptırdı. Burasını kısa sürede askeri kışlaya çevirdi.
Osmanlının veya Türklerin Arabistan yarımadasından, Hicaz ve Yemen’den çekilmeleri tam bir trajedi idi. İngilizlerin Hicaz yöresinde önce Şerif Hüseyin’e ve arkasında da Suud ailesine destek vermeleri, Lawrence’nin isyan ettirdiği Arapların silahlı saldırılarda bulunması ve çok sayıda Türk askerinin çöl kumlarında kanlarının akıtılması trajedinin yansımalarıdır. Türkler, İslam’a olan inançları ve Hz. Peygamberi olan bağlılıklarının sonucunu böyle gördüler. Ve tarihler 1918’i gösteriyordu.
ECYAD KALESİNİN YIKTILAR E YERİNE GÖKDELEN DİKİYORLAR
2002 yılı içinde Mekke’de Kabe yakınındaki tepe üzerinde 23 dönümlük alanı kaplayan tepe üzerindeki Osmanlı yapımı Ecyad kalesi Suud yönetimi tarafından birdenbire yıkıldı. Türkiye’den tepkiler gelmesine rağmen Ecyad kalesinin yıkılması önlenemedi.
Suudi yönetimi yıktığı Osmanlı kalesinin bulunduğu tepe üzerine dünyanın en yüksek ve büyük binasını yaptırmaya karar verdi. Suudi ben Ladin inşaat şirketine 550 milyon dolar ödenerek yaptırılacak olan binanın adı “Abraj el beyt” olarak tespit edildi. 530 metreyi bulan ana gövdenin yüksekliği üzerine yerleştirilen anten ile birlikte 570 metreyi buluyordu. 2010 yılında bitirilmesi üzerinde anlaşma yapılmıştı.
Suudi Kralı Abdülaziz’in vakfı olarak yaptırılan Abraj el beyt binası, Kabe’nin güney kıyısında idi. Günümüzde Kabe’ye gidenlerin sürekli görecekleri inşaatı devam eden devasa bir yapıdır. 7 yıldızlı otel hizmeti vermesi için tasarlanmıştır. Aynı anda 100.000 kişinin barınabileceği, bir yıl boyunca 5 milyon kişiye hizmet vermesi düşünülmüş.
Ancak dünyanın en yüksek gökdeleni olarak yaptırılan Abraj el beyt binası, Kabeyi ayaklar altına alıyor. Suudi kralının kendi zenginliğini, haşmetini göstermesi için yaptırılmıştı gökdelen. Basit bir ifade ile aynı bina eğer hac hizmetleri verecekse Mekke’nin uzak bir yerine de yaptırılabilirdi. Bunu böyle yapmadılar. Kabe’yi ayaklar altına alacak şekilde olması, Suudilerin zenginliği ve gücünü yansıtması düşünüldü. Dünya kültür mirası içinde olması ve tarihi özelliklerini koruması gereken Mekke ve kabe yöresine yapılan mimari müdahaleler sonucu ortaya çıkan görüntü insanın midesini bulandırıyor. İslam Peygamberi, kendisini ilah gören ve dünyanın en yüksek mezarını “piramit” olarak yaptıran Firavun düzenine savaş açmıştı. Ama günümüzde dünyanın para firavunları kendi egolarını tatmin için yapmadıklarını bırakmıyor. Ecyad kalesinin yıkılması ve yerine Abraj el beyt binasının yaptırılması gibi.
kabe-gkdelen_8.jpg
Kabe ve Güneydeki Gökdelen binasının uydu görüntüsü
kabe-gkdelen_3.jpg
Osmanlının yaptırdığı Ecyad kalesi, yıkılmadın önce
kabe-gkdelen_6.jpg
Osmanlı dönemindeki Kabe ve hac kervanınn gelişi, 18.yy
kabe-gkdelen_1.jpg
Ecyad kalesinin yerine yapımı sürdürülen Gökdelen binası
kabe-gkdelen.jpg
Ne dersiniz yalan dünyanın gerçekleri