Doç. Dr. Celalettin Yavuz
TÜRKSAM Başkan Yardımcısı
Terör Enstitüsü
TÜRKSAM Başkan Yardımcısı
Terör Enstitüsü
Devlet görevlilerinin PKK terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan’la
İmralı’da görüşme- müzakereleri yanında, bazı terör elebaşılarıyla benzer
müzakerelerin Oslo’da sürdürüldüğünün anlaşılması, ancak bu müzakerelerin
aksine PKK’nın istekleri verilmeyince, Haziran 2011’in sonundan itibaren artan
sayıda terör olayları Türkiye’nin en önemli gündem maddesi haline geldi.
Terörün tasfiyesi konusunda da çeşitli fikirler gene havada uçuşmaya
başladı. Terörün tasfiyesi bir günde, bir ayda, bir yılda olabilecek bir şey
değildir. Tasfiye yavaş, ancak kararlılıkla, ülkenin ve Meclis’in uzlaşmasıyla
mümkün olabilmektedir. Terörün tasfiyesi konusunda en sık verilen
İngiltere’deki İrlanda Cumhuriyet Ordusu (İRA)’nın tasfiyesi örneği, bu yazının
esasını oluşturmaktadır.[1]
IRA Terörünü Hazırlayan Sebepler
Kuzey İrlanda olayları, diğer
milliyetçi hareketlenmeler gibi kısa bir geçmişe değil, oldukça köklü bir
tarihe sahiptir; İngiltere ile İrlanda arasındaki bu sorun dünyanın birçok
bölgesinde koloni oluşturma yarışına girmiş olan İngiltere’nin 12. yy’de
İrlanda adasını ele geçirmesiyle başlamıştır. IRA’nın oluşumuna zemin
hazırlayan etkenlerin başında Katolik-Protestan çatışmasının geldiği görülmektedir.
İrlanda adasında meydana gelen bu mezhep bölünmesinin kökleri, Katolik
Kilisesi’nin Kral VIII. Henry’nin Anne Boleyn ile evlenmesine izin vermemesi
sonucu Kral Henry’nin mezhebini değiştirerek Anglikan Kilisesi’nin kurulmasını
sağladığı dönemlere kadar uzanmaktadır. Katolik mezhebinin tüm değerlerini
silebilmek amacıyla sert ve kararlı adımlar atılmış, baskı 12. yy’de Kral II.
Henry tarafından İngiltere’ye katılan İrlanda adasındaki Katoliklere de
uygulanmıştır. İngiltere Kilisesi 16. yy’de Vatikan’dan uzaklaşarak kendi
Protestan Kilisesi’ni kurmaya başladı. İngiltere, Galler ve İskoçlar
Protestanlığı kabul ederken, İrlanda Katolik olarak kalmayı sürdürdü. Bu
“İngilizleştirme” harekâtı 1534’ten 1691 yılına kadar çeşitli savaşlarla devam
etti. Özellikle de Kral VIII. Henry’nin İrlanda’ya Britanyalı göçmenleri
yerleştirmesi ile İrlanda’da ayrımcılıkla ilgili çatışmaların kıvılcımı
çakıldı.
VIII. Henry, Katolik Kilisesinin tüm mal varlığına el koymuş ve İrlanda
adasına göç eden Protestanlara bu mal ve toprakları dağıtmıştır. Bu şekilde
adada, dini ve geleneksel değerlerini korumaya çalışan İrlandalı Katolikler ile
Anglikan Kilisesi’ne girerek Protestanlığı kabul eden göçmenler olmak üzere iki
grup oluşmuştur.
Yüzyıllar boyunca adanın Katolikler lehine olan nüfus yapısı
değiştirilmeye çalışılmış; önceleri toprakların %60’ına sahip olan Katolikler,
zamanla 18. yy’nin ortalarına varıldığında sadece %7’sini ellerinde
tutabilmişlerdir. Büyük Britanya Kralı William of Orange dönemi ise, Katolikler
açısından tam bir felaket olmuş, kamu kurumlarında görev almaları ve üniversite
eğitimi almaları yasaklanmıştır. Bu durum İrlanda milliyetçiliğinin doğmasına
zemin oluşturmuştur. İrlanda’da din eksenli bölünme, bu gelişmeler
doğrultusunda etnik kökenli bölünmeye doğru yol almıştır.
Kolonisi olarak İrlanda’da hakimiyetini devam ettirmek isteyen
İngiltere, İrlanda ile arasında halk, kültür, düşünce ve dil değiş-tokuşu
yapmış ancak yapılan bu değiş-tokuşun adaletsiz bir şekilde uygulanması zamanla
Katoliklerin mal varlığının elinden alınmasına neden olmuş ve Protestanlar
varlıklı bir hayat sürerken, Katolikler yoksulluk içerisinde hayatlarına devam
etmişlerdir. Bu durum Katoliklerin, Protestanlara ve onların bu varlıklı
hayata sahip olmalarını sağlayan İngilizlere karşı kin ve nefret beslemelerine
neden olmuştur.
İrlanda milliyetçiliğinin doğmuş olduğu ortamda Kuzey İrlanda’daki
Katoliklerin oranı %34 civarındaydı ki, bu oranın çoğunluk olan Protestanların
içerisinde asimile edilmesi çok zordu. Dolayısıyla ilk önce ‘Birleşik İrlanda
Topluluğu’ oluşturulmuş, bu topluluğun etkin rol oynadığı 1798 isyanı sonucu
20.000’den fazla kişi ölmüştür. Bu ayaklanma İngiltere’yi, İrlanda’yı bir
an önce Britanya’ya katma gerektiğini hatırlattı. Bu maksatla rüşvet, asalet ve
toprak dağıtarak İrlanda Parlamentosunu adeta satın alarak ikna ettiler. Buna
rağmen “Birleşme Yasası” ilk oylamada 104’e karşı 109 oyla reddedildi. Bunun
üzerine ikinci bir oylama yapıldı ve 115 ret oya karşılık 158 oyla ilgili yasa
kabul edildi. Zaman içerisinde de Protestanların baskın olduğu yeni yerleşim
bölgeleri kurularak, İngiltere’yi destekleyen milletvekillerinin sayısı
artırılmaya çalışıldı. Ağustos 1800 tarihli bu İrlanda ve İngiltere
parlamentoları tarafından kabul edilen “Birleşme
Yasası”na göre kabul edilen temel maddeler şöyle idi:
“1. İrlanda, Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı’na
katılacaktır.
2. Dublin Parlamentosu feshedilecektir. İrlanda, İngiliz
Parlamentosunda 100 milletvekili, 4 daimi ve 28 geçici lord tarafından temsil
edilecektir. (Hepsi de Anglikan olacaktır.)
3. İngiltere ile İngiltere arasında serbest ticaret yapılacaktır.
4. İrlanda, Birleşik Krallığın genel harcamalarının on yedide ikisinden
sorumlu olacak, ayrı bir maliye bakanı istihdam edecektir.
5. İrlanda kendi mahkemeleri ve memuriyet sistemini koruyacaktır.
6. Hiçbir Katolik, memur olamayacaktır.”
Aslında bunun anlamı “Birleşme” değil, İrlanda’nın, İngiltere’nin
boyunduruğu altına girmesi demekti.
Birleşme Yasası böyle kabul edilirken, Katolikler ile Protestanlar
arasında eşitliği amaçlayan ‘Katolik Topluluğu’ ise, 1823 yılında kurulmuştur.
İrlanda’daki baskı ve fakirlik dolayısıyla İrlanda adasını terk edip New York’a
yerleşen İrlandalı Katolikler ‘Fenian Brotherhood’ adlı örgütü kurmuş ve
İrlanda’nın bağımsızlığı için çabalamıştır. Bu örgütün Dublin’deki karşılığı
ise ‘İrlanda Cumhuriyetçi Kardeşliği’ örgütüdür. Bu örgütlerden de anlaşılacağı
üzere, İrlanda milliyetçiliği oldukça yaygın bir hale gelmiştir.
İngiltere’nin artık rahat edebileceğini düşündüğü bir dönemde bu kez
İrlanda’daki büyük kıtlık yeni bir sorun yarattı. 1845’te çıkan ve özellikle
patateste görülen büyük kıtlık dönemi beş yıl sürdü. Bu dönemde büyük sıkıntı
çeken İrlandalılara İngiltere yardım etmedi. Kıtlığın atlatılmasında gene en
büyük yardımı İrlandalılardan görmüşlerdi. Yani, evvelce Amerika’ya göç eden ve
yıllar sonra İrlanda’nın bağımsızlığında da kendilerine yardımcı olacak olan
Amerikalı İrlandalılardan…
İrlanda’yı kendi içerisinde özerk yapabilecek olan bir düzenleme
nihayet 20. yy.’da hazırlanmış, lakin Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi
ile bu tasarı askıya alınmıştır, bu durum İrlandalıların silahlı
mücadeleye başvurmasına neden olmuştur. Bu süreç içerisinde 1919 yılında
İrlandalı gönüllü grupları bir araya gelerek silahlanmış ve İrlanda Cumhuriyet
Ordusu (IRA)’nu kurmuşlardır. Bu örgüt üyelerinin yaş durumları
incelendiğinde %5’inden çok daha azının 40 yaş ve üzerinde olduğu, büyük bir
bölümünü ise arkadaş etkisiyle örgüte katılan 18 ile 19 yaşlarındaki gençlerin
oluşturduğu görülmektedir. Örgüt üyelerinin hem genç hem de bekar oluşu
inandıkları değerlere daha sıkı bağlanmalarına ve hayatta riske atacak pek
fazla varlıklarının olmayışı nedeniyle beklenenden çok daha fazla şiddet
eylemine yönelmelerine neden olmuştur. Erkekler silahlı örgüt içerisinde yer
alırken, kadınlar genellikle örgütün siyasi kolu olan Sinn Fein içerisinde
bulunmuş ya da IRA’ya destek olan ve yarı-askeri bir birliktelik olarak bilinen
‘Cumann na mBan’ isimli örgütte görev üstlenmişlerdir.
Eski “IRA” olarak da bilinen bu ilk IRA’nın mensupları 1919 yılında
patlayıcı madde nakline refakat eden İrlanda Kraliyet polisine saldırarak
ikisini öldürmüştü. Bu eylemleri dönemin IRA militanlarından Dan Breen,
“Kasıtlı olarak eylem yaptık. Treacy (diğer saldırgan) bana, savaşı başlatmanın
yolunun birisini öldürmek olduğunu söyledi ve biz bir savaş başlatmak
istiyorduk. Bu yüzden düşman güçlerinin en önde ve en önemli dalından olan
polisleri öldürmeye karar verdi…” şeklinde anlatmıştır.
IRA, 1920’li yıllarda eylemlerini kentlere taşımış, ardından
bombalamalar, yaralamalar ve diğer terör eylemleri birbirini izlemiştir.
İrlandalılar uzun yıllar süren mücadeleler sonrası, Birinci Dünya Savaşı
sonrasında uygun atmosferden yararlanarak Bağımsız İrlanda Cumhuriyetini ilan
etmiştir. İngiltere, İrlanda adasının kuzeyinde yer alan Ulster bölgesinin
kendisine bağlı kalması şartı ile Bağımsız İrlanda Cumhuriyeti’ni
tanımıştır.
1921 tarihli bu anlaşmaya göre, Kuzey İrlanda istemesi halinde,
anlaşmada belirlenen koşullar dâhilinde “Serbest İrlanda”dan ayrılabilecekti.
Bunun için de anlaşmanın imzalanmasından itibaren birkaç aylık belirli bir süre
gerekliydi. Serbest İrlanda ile Kuzey İrlanda arasındaki sınır ise “İrlanda
sınır komisyonu” tarafından belirlenecekti. Fakat bu işlem gerçekleşmedi.
Serbest İrlanda’nın İngiltere’ye olan borcunun silinmesi karşılığında sınırlar
değiştirilmedi. İki yıl boyunca Kuzey ve Güney iki İrlanda Meclisi ve iki
hükümet mevcuttu.
Ancak, adanın ikiye bölünmesi ve Kuzey İrlanda’nın İngiltere’ye
bağlılığı üzerinde anlaşmaya varılması sonucu, bu durumu IRA içerisinde kimi
gruplar Cumhuriyete ihanet olarak kabul etmiş ve örgüt ikiye bölünmüştür.
Bundan böyle IRA iç hesaplaşma ile İrlanda topraklarında da terör estirmeye
başlamıştır. İç savaş sonrasında İrlanda hükümeti, IRA’yı yasadışı terör örgütü
olarak ilan etmiş ve tasfiye etme harekâtına başlamıştır. Bu dönem sonrasında
ise Cumhuriyetçi İrlandalılar 1921 yılında ayrıldıkları soydaşlarıyla birleşmek
amacıyla İngiltere ve İngiliz kontrolündeki Kuzey İrlanda hükümetine karşı
mücadele etmeye başlamışlardır.
Cumhuriyetçilerin isteği, İrlanda adasındaki tüm İngilizlerin adayı
terk etmesi idi. Buna karşılık adada önemli sayıda Protestan İngiliz iskân
edilmişti. Bu Protestan Kuzey İrlandalılar da yapılan bağımsızlık
antlaşmasından tedirginlerdi. Çünkü yeni Katolik devletin dini özgürlükleri
kısıtlayacağı endişesini taşıyorlardı. Üstelik adanın diğer sakinlerine göre
sanayi açısından çok daha gelişmiş ve daha varlıklı idiler. Gelecekte adanın
diğer yerleri gibi “geri” kalacakları düşüncesine sahiplerdi. Bu sebeple Kuzey
İrlandalı Protestanlar da silahlanmışlardı. Bu grup daha sonra “Birlikçiler”
adıyla anılacaklardı. Amaçları İrlanda Cumhuriyeti’nden bağımsız,
Protestanların kontrolü altında ve İngiltere’nin bir parçası olarak “Kuzey
İrlanda” adı altında toplanmaktı. “Ulster Unionist Party” (Ulster Birlikçi
Parti) ve “Democratic Unionist Party” (Demokratik Birlikçi Parti) şeklinde de
iki önemli parti kurmuşlardı.
Öte yandan, “Cumhuriyetçiler” ya da “Milliyetçiler” olarak da bilinen
Kuzey İrlanda’nın Katoliklerinin ana hedefi İngilizlerin tamamen İrlanda
adasından çıkarılmasıydı. Sosyal Demokrat Liberal Parti (SDLP) ve IRA’nın
siyasi kanadı olan Sinn Fein adında da iki parti mevcuttu. SDLP, İrlandalı
Protestan nüfusun da ikna edilmesi suretiyle birleşmeyi savunurken, Sin Fein,
birleşmenin derhal yapılmasını ve İngilizlerin de adadan çıkarılmasını
hedefliyordu. Sinn Fein’ın siyasi destek verdiği IRA ile bu tarihten sonra
amansız mücadeleler başladı. Çok iyi finanse edilen IRA aynı anda 400 militan
bulundurabilmekteydi.
1921 yılından itibaren pek çok IRA faaliyeti sonunda çok sayıda insan
öldürüldü, IRA elemanları yakalandı. Ekim 1921’de İrlanda’daki İngiliz askeri
sayısı 57.000’e, güvenlikle ilgili RIC polisi sayısı 14.200’e ve gene güvenlik
güçlerine yardımcı milislerin sayısı 2.600’e çıkmıştı. Anlaşmanın
imzalanmasıyla birlikte Güney İrlanda’daki İngiliz birlikleri 12 Ocak 1922’den
itibaren çekilmeye başladılar. Anlaşma yanlıları ve IRA grupları arasındaki iç
savaş 1923 yılı ortalarına kadar sürdü. Bir taraftan da Serbest İrlanda devleti
ile İngiltere arasındaki müzakereler sürdürülmekteydi. Bunların sonucunda 6
Aralık 1922’de Serbest İrlanda devleti de resmen kuruldu. Bu devlete ait
hükümet kuvvetleri karşısında IRA’nın yenilmesi sonucu, 1923 yılı ortalarında
iç savaş da sona ermişti. 4.000 kişinin hayatına mal olan bu savaş sonucunda,
anlaşma karşıtı yaklaşık 12.000 kişi de bir yıl süreyle toplama kamplarında
tutukluluk hali yaşadılar. Anlaşma sonrasında 32 vilayetin yer aldığı Serbest
İrlanda’ya karşılık, 6 vilayetin bulunduğu Protestan ağırlıklı Kuzey İrlanda
İngiltere’ye bağlı kalıyordu. Bu sonuçla İngiltere İrlanda’dan vazgeçmiş,
sadece Kuzey İrlanda ile yetinmişti. Ancak Serbest İrlanda hala “bağımsız”
değildi.
Bu yeni düzenlemeyle İrlanda’nın kuzeyi Protestan ağırlıklı bir
otonomiye kavuşurken, Serbest İrlanda’da da Protestanlar baskılara maruz
kalıyorlardı. Bu sebeple kuzeyle güney İrlanda arasında karşılıklı göç yaşandı.
Bir taraftan da şiddet olayları devam ediyordu. Kuzey’deki Protestan
yönetiminde ilk Başbakan James Craig’le birlikte kurulan tüm “Birlikçi”
hükümetler Katolik azınlığa karşı ayrımcı politikalar izlemeye başladılar. Kamu
kesimi, gemi inşa ve ağır sanayideki mühendislik iş alanlarında Katoliklere yer
verilmeyen bir uygulama başlatıldı. 1929 yılında da nispi temsil (orantılı
temsil) sistemi kaldırılarak, 50 yıl sürecek bir “Birlikçi” tek parti
iktidarının yolu açıldı. Bu arada aynı yıl 12 Temmuz’da Protestan Kardeşlik
Örgütü’nün “Orange Tarikatı”, Orange’li Prens William’ın 1690 tarihli Katolik
Kral II. James’e karşı zaferini simgeleyen yürüyüş yıldönümünde, bu yürüyüşü
Katolik mahallelerinden yapmaya kalkınca çıkan çatışmada 9 kişi öldü.
Bu karışıklıklara rağmen “Kuzey İrlanda”, 1969 yılına kadar, IRA’nın
zaman zaman yaptığı saldırılar dışında nispeten sakin, ancak Katoliklerin
dışlandığı ve ekonomik açıdan yoksullaştırıldığı bir bölge olarak kaldı.
Serbest İrlanda ise 1949 yılında bağımsızlığını ilan ederek “İrlanda
Cumhuriyeti” adını aldı ve İngiliz Milletler Cemiyeti’nden de ayrıldı. Adanın
bölündüğü 1920’li yıllarda nüfusun %10’u Protestan iken, gelinen günde bu oran
%4’lere kadar düştü.
Kuzey İrlanda’daki çatışmalar 1960’lı yıllarda yeni bir boyut kazanmış
ve ABD’deki bağımsızlık hareketi örnek alınarak İnsan Hakları Hareketi
başlatılmıştır. Bu haklar ev ve iş dağılımın adil bir şekilde yapılmasını,
seçimlerde uygulanan adaletsizliklerin giderilmesini öngörmekteydi. Bu hareket
dâhilinde yürüyüşler, oturma eylemleri düzenlenmiş, kitle iletişim araçlarının
ilgisini çekmek planlanmıştır. Ancak bu hareket, başarılı olduğu takdirde
imtiyazlı hakları ellerinden alınabilecek olan Protestanlar tarafından karşılık
bulmuş ve şiddet eylemleri iki taraflı sürdürülmüştür.
Ekim 1968’de Londonderry’de “Sivil halklar Yürüyüşçüleri” İngiliz RIC
polisleri tarafından dövüldüler ve bu manzara televizyonlardan da
gösterildi. Bunun üzerine eski IRA militanları tarafından “Geçici İrlanda
Cumhuriyeti Ordusu” (PIRA) kuruldu. Her ne kadar PIRA olarak kurulsa da,
kamuoyunda “IRA” olarak anılmayı sürdüren bu İrlandalı örgüt, silahlandı.
Katolikler güvenlik güçlerinin giremeyeceği “kurtarılmış bölgeler” oluşturmaya
başladılar. Ağustos 1969’da Kuzey İrlanda hükümeti İngiliz kuvvetlerini yardıma
çağırdı. Temmuz 1970’te Belfast’a ulaşan İngiliz birlikleri sokağa çıkma yasağı
ilan ettiler. Masum dört sivilin öldüğü çıkan olaylar sonucu 337 kişi
tutuklanmış, tüm evler aranmıştı. Altı ay sürmesi düşünülen bu “Barışı koruma
Harekâtı” bir türlü sonuçlanmamış, 38 yıl devam etmişti… Zaman içerisinde
Protestanlar da mücadelenin içerisine girdiler. 30 Ocak 1972’de İngiliz
askerleri Derry’de 13 silahsız protestocuyu silahla katlettiler. Bu olay
üzerine IRA, öldürülen Katoliklerin intikamını almak istediğini dile getirmiş
ve şiddetin artmasına neden olmuştur. Oysa IRA’nın daha önceki eylemleri,
can kaybına yol açmayacak, fakat hayatı sekteye uğratacak türdendi.
Tarihe “Kanlı Pazar” olarak geçen bu olayından sonra, İngiltere,
kurulduğu ilk günden bu yana ‘Protestanlar için Protestan Parlamentosu’ olarak
anılan Kuzey İrlanda Parlamentosunu kapatmış ve bu durum Katolik toplum için
bir zafer olarak anıla gelmiştir.
Kuzey İrlanda Parlamentosunun kapatılması IRA eylemlerine son vermemiş,
aksine bombalama eylemlerini arttırmıştır ve IRA’nın artan eylemleri sonucu
yargıç kararı olmaksızın tutuklamaya izin veren ‘internment’ (enterne etme)
yasası yürürlüğe girmiştir. Bu yasanın 12. Maddesine göre İçişleri Bakanı
“Kuzey İrlanda’da barışın korunması ve kamu düzeninin sürdürülmesine zarar
vereceği veya verdiği ya da vermekte olduğundan kuşkulanılan herhangibir
kimseye karşı” enterne etme emri verebiliyordu.
IRA’nın dönem lideri Macstiofain ise örgütün amacının, Kuzey
İrlanda’yı yönetilmez hale getirmek olduğunu sürekli dile
getirmiştir. İnsan Hakları Hareketi ve daha sonra meydana gelen şiddet
eylemleri sonrasında hükümet ekonomik ayrımcılığın önüne geçebilmek amacıyla
1976 yılında ‘Adil İşe Alım Yasasını’ çıkartmıştır, ancak bu yasanın, her bir
Katolik’e verilen işin Protestan’ın o işi kaybetmesi anlamına geldiği için
şiddeti yok etmede etkili olduğu söylenememektedir.
Kuzey İrlanda’da IRA Dışında Diğer Terör Örgütlenmeleri
Kuzey İrlanda Bölgesi’ndeki terör örgütü olarak, sadece IRA genel
olarak bilinmesine rağmen bölgede terör çift yönlü sürdürülmüştür. Protestanlar
kendi ayrıcalıklarından taviz verme taraftarı değillerdi. Bu amaçla karşı terör
kampanyası başlatmışlardır. Protestanlar tarafından kurulan terör
örgütleri şu şekilde olmuştur:
• Ulster Özgürlük Savaşçıları (UFF: Ulster Freedom
Fighters): IRA’ya benzer
yöntemler uygulayan, mali desteğini zengin iş adamalarından sağlayarak,
Katoliklerin bulunduğu yerlere bombalı saldırılar düzenleyen bir terör
örgütüdür.
• Ulster Gönüllüler Gücü (UVF:
Ulster Volunteeer Force): Hedefi
tüm IRA üyelerini öldürmek olan bir terör örgütüdür.
• Ulster Savunma Birliği (UDA:
Ulster Defence Association): 1971
yılında Protestanların silahlı gücünü koordine etmek amacıyla kurulmuş ve
Protestanların en geniş silahlı birliği olarak tanınmıştır.
Bu örgütler ve eylemleri incelendiğinde Protestanların da IRA’dan daha
az tehlikeli olduğu söylenemez. Hatta kimi dönemlerde Protestan örgütlerinin
terör sonucu katlettiği insan sayısı IRA’nınkilerini geçmiştir. Bu
örgütlerin tüm Katolikleri hain olarak görmesi eylemlerini kendilerince
meşrulaştırmaktaydı. Ancak bu örgütler IRA’yı tamamen yok etme gücüne sahip
değildi. Bunun nedenleri şöyle özetlenebilir:
• Belfast, Derry
gibi Katoliklerin yoğun olduğu bölgelerde yoğun Katolik doğum oranının varlığı
ve her bir doğumun ileri yıllarda IRA’ya militan olarak katılabilme ihtimali,
• Örgütün,
kurulduğu ilk dönemlerde Amerika’dan, daha sonra ise Arap devletlerinden para,
silah, eğitim gibi destek almış olması,
• Gerçekleşen
olaylar sonucu IRA lehine destek artışı,
• Eşitsizlikleri
yok etmeyi amaçlayarak yürürlüğe konulmuş olan 1920 İrlanda Yasası gibi
yasaların varlığı,
• Katolik
İrlandalıların yoğun bulunduğu bölgelere İngiliz ordularının girmiş olmasına
rağmen çatışmaların kaçınılmaz olması ve kimi asker ve polis güçlerinin
İrlandalılardan nefret etmeleri sonucu İngiltere’nin kimi politikalarının ters
tepmiş oluşudur.
1920 İrlanda yasası ülkenin ırkçı kanunlar çıkarmasını engelliyor olsa
da, bu yasa sadece devlet düzeyinde parlamentoyu bağlayıcı olduğu için yerel
unsurlar üzerinde etkisi olmamaktadır ve birçok kez bu yerel yönetimler
ayrımcılığı öngören uygulamalar yapmıştır.
Bu arada 1976 yılından itibaren İngiltere Kuzey İrlanda’ya “Özel
Harekat Birliği” (SAS) gönderdi. IRA içerisindeki muhbir ve ajanları
vasıtasıyla terör faaliyeti yapılacağını öğrenen SAS, pek çok operasyon öncesi
IRA mensuplarını pusuya düşürerek öldürdü. Bu arada anılan operasyonlar
sırasında masum insanlarda ölmüştü. 1980 yılında SAS yeniden yapılandırıldı.
Buna rağmen 1988’de Cebeli Tarık’ta yaşanan ve büyük yankı yapan olaylar da
dâhil, SAS’ın “yargısız infazları” artış kaydetmeye başlamıştı.
Öte yandan Katolik ve Protestan örgütlerinin terör eylemleri, Kuzey
İrlanda’daki yatırımları olumsuz etkilemiş ve bu durum işsizliğe yol açmıştır.
İşsizliğin artması ise bu örgütlerin eleman sağlamasını daha kolay hale
getirmiştir.
Teröre Karşı Mücadelede İngiltere-İrlanda Uzlaşması
Terörü sona erdirebilmek amacıyla Dublin ve Londra hükümetleri 1985’de
İngiltere -İrlanda Antlaşmasını imzaladılar. Bu antlaşmaya göre Kuzey İrlanda
sorununa çözüm bulmak amacıyla siyasi, güvenlik, yasal konularda düzenli olarak
bilgi alışverişi sağlanacaktı. Ancak, bu antlaşmadan IRA süreç içerisinde
olamadığı için rahatsız olmuş ve saldırılarını arttırmıştır. IRA’nın
saldırılarına ise UFF, karşı saldırılarla cevap vermiştir.
Bu gelişme bir başka yeni gelişmeyi de beraberinde getirdi. Sinn Fein
içerisindeki birçok kişi, IRA’nın askeri mücadelesiyle İngilizlerin Kuzey
İrlanda’dan çıkarılmasının mümkün olamayacağını görmeye başlamıştı. Keza
İngiliz kuvvetleri de pek çok yerde çatışmayı kontrol altına alabilse dahi,
toplumun IRA’ya verdiği desteğin dikkate alındığında IRA’yı askeri yolla
yenmenin mümkün olmadığını da görebiliyordu. Bu duruma “Çatışmaların
Çözümlenmesi” (Conflict Resolutions) sözlüğünde “olgunlaşma noktası” da
denmektedir. Yani çatışan taraflar birbirlerini yenemeyeceklerini anlamış,
çatışmayı sonlandırabilmek için iki tarafı da memnun edebilecek bir çözüm yolu
arama dönemi başlamıştı.
Sinn Fein bu tarihten sonra “Birleşik İrlanda” hedefine erişebilmek
için daha geniş tabanlı bir milliyetçi siyasal cephe oluşturma gayreti
içerisine girdi. Siyasi taleplerin yapısı değiştirilmeye, İngilizlerin Kuzey
İrlanda’dan çekileceği takvimle ilgili tarih konusunda yumuşamaya başladı.
Birleşik İrlanda için “Birlikçilerin”, yani Kuzey İrlandalı Protestanların
onayının da gerekli olduğunu kabullenmeye başladılar. Bu maksatla da İngiliz
hükümetinden bu konuda yardım talebinde bulundular. Ancak, her şeye rağmen 1985
tarihli bu anlaşma ile Kuzey İrlanda sorunu kalıcı olarak taraflarca bir
çerçeveye oturtulmuştu. Bunu 1992 yılındaki başarısız bir siyasi müzakere
izledi. Şiddeti desteklediği gerekçesiyle Sinn Fein müzakerelerden dışlandı.
1993 yılında Dublin ve Londra yönetimlerinin gelecekteki görüşmeler
konusunda ortak bildiri hazırlaması tasfiye sürecine yeni bir boyut kazandırdı.
IRA ve Protestan örgütlerinin silah bırakmayı reddetmesi her defasında denenen
barış görüşmelerini sekteye uğratmıştır. SDLP Lideri John Hume ve Sinn
Fein’in lideri Gerry Adams, şiddetin devam ettiği ve hiçbir siyasal seçeneğin
görünmediği 1993 yılında yeniden görüşmelere başlayarak, düğümlenen sorunu azma
girişiminde bulundular. Yıl boyunca devam eden görüşmeler sonunda IRA’nın
“onurlu” bir şekilde şiddeti sona erdirmesini mümkün kılabilecek önemli
prensipler kabul edildi.
Bu barış sürecine ABD’nin katkısı önemliydi. Zira uzun yıllar ABD
Dışişleri Bakanlığı Kuzey İrlanda meselesini “İngiltere’nin iç meselesi” gibi
görmeye çalışsa da, gayrı resmi yollardan ABD’de yerleşmiş zengin İrlanda
göçmenlerinin İrlanda’daki Cumhuriyetçilere verilen desteğe göz yummuştu.
1970’te IRA mahkûmlarının ailelerine yardım amacıyla ABD’de adı NORAID (İrlanda
Yardım Komitesi) olan bir sivil toplum örgütünün kurulmasına da yardım etmişti.
SDLP’li John Hume’ın devreye girmesiyle İrlanda kökenli Amerikalıların İrlanda
sorununa yaklaşımı da değişmeye başladı. Hume’ın çabaları sayesinde IRA’ya
silah ve para desteği vermek yerine, NORAID’e alternatif olarak kurulan
“İrlanda Dostları (FOA) grubu kurularak desteklendi. 1985 tarihli
İngiltere-İrlanda Anlaşması ABD tarafından da desteklendi. Bu maksatla
Kongre’de 50 milyon dolarlık bir yardım paketi de
onaylandı. Bill Clinton’un Başkan seçilmesinin ardından
ABD’nin konuya yaklaşımı daha da netleşti.
Clinton’ın 1992 yılında Kuzey İrlanda sorununa el atacağını dile
getirmesi ve yapılan gizli görüşmeler sonrasında 31 Ağustos 1994’te IRA ateşkes
ilan etmiştir. 1995 yılında ise Kuzey ve Güney İrlanda’nın birleşmesini
amaçlayan iki tasarı hazırlanmıştır. Birinci tasarı, hükümet yapısı ile ilgili
olup 90 kişilik bir meclisin kurulmasını, ikincisi ise ticaret, kültürel
faaliyetler, tarım, balıkçılık, endüstri, ulaşım, enerji, sağlık, sosyal refah
ve eğitim gibi alanlarda İrlanda adasının kuzeyi ve güneyindeki kurumların
işbirliğini öngörmekteydi. Ancak ateşkesin ilan edilmesinden itibaren 17 ay
geçmesine rağmen siyasal bir gelişmenin olmaması IRA’nın 9 Şubat 1996’da bomba
yüklü bir arabayı patlatarak ateşkesi bozmamasına neden olmuştur.
Silahların tekrar patlaması ve IRA terör örgütünün tasfiye sürecinde
söz sahibi olabilmek isteği Amerikalı senatör George John Mitchell’i* 1996
yılında barış görüşmeleri masasına oturmak isteyen her iki tarafın da kabul
etmesi gereken bazı prensipleri yayınlamaya itmiştir. Bu prensipler şu
şekildedir:
“Sorunların çözümünde
barışçı ve demokratik yöntemler kullanılacak.§
Silahlı örgütler
silahlarından arındırılacak.§
Silahsızlanma bağımsız
bir komisyon tarafından izlenecek.§
Görüşmeleri etkilemek
amacıyla güç kullanımı ya da güç kullanımıyla tehdit reddedilecek.§
Görüşmeler sonunda
varılan anlaşmalara uyulacak.§
Cezalandırma amaçlı
saldırılar ve öldürmeler son bulacak.”§
1997 yılında Başbakanlığa gelen Tony Blair’in, yaklaşık olarak 150 yıl
önce gerçekleşmiş olan ve İngiltere hükümetinin, birçok İrlandalı Katolik’in
ölümüne neden olan ‘kıtlık’ dönemine ilgisizliği dolayısıyla özür dilemiş
olması barış sürecine önemli katkı sağlamıştır. Kuzey İrlanda’yı İrlanda
Cumhuriyeti ile birleştirme amacından vazgeçmemesine rağmen ABD’nin arabuluculuğu
ile IRA, ateşkes ilan etmiş; fakat karşılıklı silah bırakma gerçekleşmediği
takdirde kendilerini güvende hissedemeyecekleri için silah bırakmamıştır. 1998
yılında Kuzey İrlanda’daki tüm örgütlerin silahtan arındırılması gibi konuları
içeren ‘Good-Friday’ (Kutsal Cuma) Anlaşması imzalanmıştır.
Bu “Kutsal Cuma Anlaşması” ile, 1969’dan beri 3.700’den fazla kişinin
ölümünün, 30 binden fazla insanın yaralanmasının ve eşyaya verilen zararların
ardından istikrara yürüyüş başlamıştı. Ölenlerin %60’ı Cumhuriyetçi milisler,
%30’u Loyalistler ve %10’u da tartışmalı olmakla birlikte çoğunlukla güvenlik
güçleri tarafından gerçekleştirilmişti. 1984-1993 döneminde ölümlerin
yıllık ortalaması 467 iken, daha sonra 80 kişiye düşmüştü. Bu arada Kuzey İrlanda
dışında (İrlanda Cumhuriyeti, İngiltere ve Avrupa) öldürülenlerin sayısı da 200
civarındaydı. Ölenlerin 763’ü asker iken, askerler tarafından
öldürülenlerin sayısı da 309’du. Cumhuriyetçiler içerisinde öldürülenlerin
%75’i, Loyalistlerin de %50’den fazlası “faili meçhul” cinayetler olarak
kaydedildi. Cinayetlerin %10’undan sorumlu tutulan askerler içerisinde de çok
azı bu sebeple mahkûm edildi.
1998 Kutsal Cuma Anlaşması ile taraflar, Kuzey İrlanda’nın geleceğine
Kuzey İrlanda halkının karar vereceğini kabul etmişlerdi. Kuzey İrlandalılar
İngiliz, İrlandalı ya da her ikisi dâhil pasaport taşıma hakkına sahip
olacaklardı. İrlanda Cumhuriyeti de Kuzey İrlanda’dan toprak talebinden
vazgeçecekti. Buna karşılık anlaşma, Kuzey İrlanda’nın, halkın onayı ile
İrlanda Cumhuriyeti’ne katılma hakkını da kapsamaktaydı. İngiltere de İrlanda
adası genelinde İrlandalıların “Self Determination” (kendi kendini yönetme)
hakkını tanımaktaydı. İrlanda Cumhuriyeti için de federal yönetim yolunu
açmaktaydı.
Anlaşma ayrıca yönetimde güç paylaşımı, yetki paylaşımı, seçimlerdeki
oran, toplumsal özerklik ve eşitlik, azınlık hakları, azınlık veto hakları gibi
konularda da anlaşmaya açık ifadeler konmuştu.
28 Temmuz 2005 tarihinde IRA terör örgütünün siyasi kolu Sinn Fein
lideri Garry Adams, IRA’nın silahlı mücadeleye son vereceğini açıklamıştır.
İngiliz askeri birlikleri ise, 1 Ağustos 2007’de Kuzey İrlanda’dan çekilmeye
başlamıştır.
IRA’nın isteği olan Birleşme hususunda ise Dublin’in görüşü, Kuzey
İrlanda ile oradaki halkın çoğunluğunun onayı olmadan birleşmenin olamayacağı
noktasındadır.
İngiltere’nin IRA Terörünü Önlemek Maksadıyla Aldığı Önlemler
İngiltere’de IRA terörünü önlemek maksadıyla alınan pek çok tedbirler
şöyle özetlenmiştir:
1. Güvenlik/ Polisiye Tedbirler: İngiltere, terörle mücadele edecek
özel güvenlik birimleri oluşturmuştur. Bu birimlerin başında ‘SAS’ (Special Air
Service) gelmektedir. 1988 yılında SAS’ın silahsız üç IRA üyesini öldürmesi ,
bu birliğin gerekirse tüm IRA üyelerini öldürebileceğini göstermiştir. SAS’ın
yanı sıra, ‘Kraliyet Ulster Güvenlik Teşkilatı’ ve ‘Ulster Savunma Alayı’ diğer
terörle mücadele eden güvenlik birimleridir.
2. Yasal Tedbirler: İngiltere’de
terörle mücadele konusunda iki yasa bulunmaktadır. Birincisi 1974 yılında
yürürlüğe girmiş olan Terörü Önleme Geçici Yasasıdır. Bu yasa Parlamentoda
yılda bir kez görüşülmekte ve zamanın şartlarına göre değişikliklerin
yapılabileceği esnekliğe sahiptir. Bu yasa bağlamında, ilgili bakana, terörle
ilgili şüpheli kişileri İngiltere ve Kuzey İrlanda dışına çıkarma ya da bu
kişilerin bu ülkeye girişini engelleme yetkisi ile polislere terörizm ile
ilgili olarak gözaltı belgesi olmadan şüphelileri 48 saat gözaltında tutmak ve
ilgili bakanın izni ile bu süreyi beş güne kadar uzatmak yetkisi verilmiştir.
Terörist örgüt üyeleri ile mülakat yapılması ve yayınlanması yasaklanmıştır.
Halka açık alanlarda terör örgütlerinin renklerini içeren kıyafet giyenlerin
altı aya kadar hapsedilmeleri öngörülmüştür. Terör eylemlerini önceden haber
almak için, polise belli durumlarda posta gönderilerini açma ve telefon dinleme
yetkisi verilmiştir.
Diğer bir yasa olan Kuzey İrlanda Olağanüstü Koşullar Yasası ise,
idareye, Terörü Önleme Geçici Yasası’ndan daha fazla yetki vermektedir. Bu yasa
bağlamında, polis şüpheli evlere girmek ve arama yapmak, düzeni sağlamak
bakımından yargı öncesi bazı yayınları durdurmak, terör örgütü üyesi olduğundan
kuşku duyulan kişileri oturma ve seyahat özgürlüklerinden alıkoymak gibi haklar
tanınmıştır.
3. Ekonomik ve Sosyal Tedbirler: Kuzey İrlandalı Katoliklerin
ekonomik ve sosyal yönden Protestanlarla eşit olmamaları ayaklanma
nedenlerinden bir tanesidir. Bu yüzden İngiltere, kimi ekonomik ve sosyal
tedbirler alma gerekliliği hissetmiştir. Kuzey İrlanda’da gerçekleşen terör
eylemleri bu bölgenin yatırımcılar için cazip olmamasına neden olmuştur. Bu
nedenle, bölgede devlet yatırımı yapılarak kişilerin gelirlerinin devlet
tarafından sağlanması gerçekleştirilmiştir. Eşitsizliğe dayalı sorunları
gidermek için Yoksunluğa Son Verme Programı geliştirilmiştir. Bu Program
bağlamında, 10 kişiden fazla kişinin çalıştığı işyerlerinde işgücünün dinsel
kompozisyonu inceleme altına alınmış ve kişilerin dini mezhebinden dolayı iş
yerinde ayrımcılığa uğramalarının önüne geçilmeye çalışılmıştır. ‘Birlikte
Tatil Yapma Projesi’ geliştirilerek Katolik ve Protestan topluluklarının
kaynaşmasını sağlamak hedeflenmiştir.
4. Uluslar arası Tedbirler: IRA’nın bulmuş olduğu dış desteği
kesmek amaçlı İngiliz hükümeti adımlar atmıştır. İngiliz hükümeti, destek veren
ülkelerin uluslararası arenada dışlanmasını mümkün kılarak, desteğin
kesilmesini sağlamıştır.
Bir başka araştırmacı ise IRA-İngiltere çatışmasının sona ermesinde şu
esaslara dikkat çekmektedir:
1. Güvenlik önlemlerinin yeterli olmadığını görme: Temmuz 1970’de 6 aylığına
Belfast’a gelen İngiliz kuvvetleri 38 yıl burada kaldı. Sadece IRA ile değil,
milliyetçi nüfusla da çatıştı. IRA militanları Katolik İrlandalılardan
ayrılmaya çalışılarak, adi suçlu gösterilmek istendi. Bu durum uzun vadede
IRA’nın halka dönüp, “Hayatlarını sizin uğrunuza feda etmeye hazır oğullarınıza
ve kızlarına adi suçlu muamelesi yapılıyor. Bunu kabul edecek misiniz?”Bu
politikalar tutmadı, hatta ters bile tepmişti.
Bu arada İngiliz kuvvetleri tam bir “nizami savaş” mantığı içerisinde;
“savaş, düşman ve bölgenin kontrol altına alınması” gibi savaş mantığı
içerisinde hareket ediyordu. 1985 yılına gelindiğinde sorunun savaş mantığı ile
çözülemeyeceği anlaşıldı.
2. Sorunun gerçek yüzüyle tanınması ve kabullenilmesi: İngilizler siyasi yollara başvurulsa
dahi, güvenlik önlemleriyle IRA’nın etkisizleştirilebileceğini düşünüyordu.
Margareth Thatcer’in başbakan olduğu 1975-1979 döneminde katı bir
“Birlikçiler” (Protestan İrlandalılar) taraftarlığı hakimdi. Katoliklerin
talepleri “ayrılıkçı talepler” gibi değerlendiriliyordu.
Öte yandan, 1980’lerin ortalarından itibaren IRA’nın siyasi kanadı Sinn
Fein’de de çok kişi IRA’nın askeri mücadeleyi sürdürerek İngilizleri Kuzey
İrlanda’dan atamayacağını görmeye başlamışlardı. İngiliz kuvvetleri de “halk
desteği” bulunan IRA’yı kontrol edebilse dahi, tamamen ortadan
kaldıramayacağını görüyordu. Çatışma artık “olgunlaşma noktası”na ulaşmıştı. Bu
durumu bilenlere göre, şiddetin devamı ya da artırılması, barışı öngören
alternatiflerden çok daha yüksek maliyetli idi. İki tarafta da bu durumu
görenler mevcuttu.
3. Muhatap Belirleme: İngiltere uzun süre IRA’nın
siyasi destekçisi gibi gördüğü Sinn Fein’i muhatap görmemişti. Ne zaman ki
Kuzey İrlandalı Protestanların da sürece dahil edilmesini ileri süren SDLP öne
çıktı, ondan sonra bu parti muhatap alındı. Seçimlerede %20 oy alan SLDP, bir
anda Başbakan John Major tarafından muhatap alınmıştı. Bu arada süreç ışında
kalan Sinn Fein da SLDP ile görüşerek sürece dolaylı muhatap olmuştu. Her iki
partinin liderlerinden Gerry Adams ve John Hume sık sık bir araya gelerek bu
süreci değerlendirmişlerdi.
4. Eylemlerin Durması ve ülke topraklarının silahlı
teröristlerce arındırılması: İngiltere;
sindirilemeyeceğini, aksine IRA’nın terörist faaliyetlerine güçlü bir şekilde
karşılık vereceğini göstermişti. Tüm mücadelesine rağmen IRA, İngiltere’yi
Kuzey İrlanda’dan çıkaramamıştı.
5. Silahsızlanma: Tony
Blair İngiltere’de iktidar oluncaya kadar Kuzey İrlanda’daki görüşmelerin önünü
tıkayan en önemli konu buydu. 1993’te Sinn Fein’e, açıkça silahların teslim
edilmesi beyan edilmeksizin “IRA’nın şiddeti durdurması kaydıyla” Kuzey
İrlanda’nın geleceğine ilişkin siyasi müzakerelere katılma imkânı sunuldu.
Mayıs 1997’de Blair’in ezici bir çoğunlukla iktidar olması üzerine
“silahsızlanmanın bir ön şart olmayacağı”, tüm partilerin katımlıyla
müzakerelerin yürütüleceği bir sürecin başladığını bildirdi. Bundan sonra
tamamen silahsızlanma için uzun bir süre beklemek gerekti. Öyle ki Uluslararası
Bağımsız Silahsızlanma Komisyonu (IICD), Eylül 2005’te kendisi ve bağımsız
tanıkların, IRA’daki mevcut silahların kullanılmayacak derecede
etkisizleştirildiğini açıklayabildi.
Bu tecrübe şunu göstermişti: Her ne kadar tam ateşkes ve şiddet
olaylarının durdurulması ön koşul ise de, ayrıca taraflar arasındaki güven
inşası için barış görüşmeleri sürdürülmeli ve bu arada silahsızlanma da
başlatılmalıydı.
6. Af: Bu
durum da karşılıklı güven inşasında önemlidir. IRA’ya ait mahkûmlar erken
salıverilmişti. 10 Nisan 1998’den sonra 450 mahkûm “şartlı” olarak tahliye
edildiler. Bunlardan 242’si Cumhuriyetçi örgütlere, 196’sı Loyalistlere
mensuptu. Yasada 10 Nisan 1998’den önce işlenmiş terör suçları için bazı
hafifletici çareler bulundu. Bunlar ömür boyu hapis ya da en az beş yıl hapis
cezası olacak şekilde düzenlendi. O sırada bir terör örgütüne desteği devam
etmeyenler ile serbest bırakılması halinde terör örgütünün destekçisi
olmayacağı kanaati verenler için serbest bırakılma fırsatı da getirilmişti.
Keza, cezalarının üçte birini çekmiş olanların da derhal salıverilmeleri ile
ömür boyu hapis cezası alanlar için bazı hafifletici düzenlemeler
getirilmişti. Burada esas sorunu hala örgütte devam eden militanların durumu
oluşturuyordu. Bunlardan 10 Nisan 1998 tarihinden önce suç işleyenler için
bulunan ara formül şöyle idi:
“a. Halen terör faaliyetini sürdüren bir
örgütün mensubu olmamaları, halen terörizmle uğraşıyor olmamaları,
b. Bu tarihten sonra 5 yıl veya
daha fazla cezayı gerektirecek bir suç işlemeleri halinde, başvuruları üzerine
bir komisyonca uygunluklarına karar verileceği,
(1) Bu kararı
alanların serbestçe Kuzey İrlanda’ya dönecekleri,
(2) Bu komisyon
kararının özel mahkemeye gönderileceği,
(3) Mahkemenin
yapacağı kovuşturma sonucunda ilgilisinin yargılanmayı gerektirir bir suç
işlediğine kanaat getirmesi halinde yargılama yapacağı,
(4) Bu
yargılamada sanığın bulunmayacağı, avukatının gelebileceği, sonuçta verilecek
cezanın ise hemen yukarıdaki, mahkûmlara uygulanan hükümlere tabi tutulacağı
belirlenmişti. Böylelikle ‘kanun kaçağı’ durumunda olanlara cezaevine
girmeksizin yargılanıp serbest kalma imkânı getiriliyordu.”
7. Haklar Temeline Dayalı Politika Geliştirilmesi: Terörün hortlamasını önlemek
üzere siyasi, sosyo-kültürel önlemlerin alınması da önemlidir. Bu maksatla
yerel halkın kalbinin ve akıllarının kazanılması, muhalefetle işbirliği
yollarının bulunması düşünüldü. İngiliz hükümetlerinin konut, istihdam ve polis
servisindeki ayrımcılığı kaldırma girişimi yararlı oldu. Katolikler zamanla
eşitlik, insan hakları, güç paylaşımı dâhil tüm “sivil haklara” sahip olduğu
görüldü. Bunların bir ayrıcalık değil, doğuştan gelen haklar olduğu
kabullenildi. Entegre eğitim sistemi, yerel-küresel vatandaşlık eğitimleri gibi
çalışmalar da IRA’yı destekleme azmindeki Cumhuriyetçileri farklı düşünmeye
sevk etti. Böylece hükümet siyasi bir stratejiyi formüle edip yürürlüğe koyuncaya
kadar, askeri önlemler de durumun kontrolü için alındı.
8. Ekonomik Kalkınma Programları: Çatışma süreci içerisinde ekonomik
kalkınma programlarının özellikle de yerel ekonomi sektörü için yürürlüğe
konması, şiddetin sona erdirilmesini desteklemektedir. Şiddetin azalmasıyla
ekonomik hedefler daha kapsamlı olarak devreye sokulur. Barış süreci ile
birlikte ekonomik önlemlerin aynı anda başlatılması, ekonomiyi bahane edenler
için önleyici bir tedbir gibidir.
Kuzey İrlanda’da ekonomik önlemlerin devreye sokulmasında özellikle ABD
ve AB üslendi, bölgeyi geliştirme özel yatırımcıları bölgeye çekmek için
milyarlarca dolar harcama yapıldı.
9. Toplumsal Kaynaşma Politikaları: Uzun süren çatışmalar sebebiyle
taraflar arasında kapanması güç derin izler bırakmaktadır. Ölenlerin
ailelerinin, yaralıların acılarının hafifletilmesi, toplumsal bölünmenin
getirdiği karşılıklı güvensizlik kaygılarının giderilmesi, çatışmayı körükleyen
ekonomik sıkıntıların giderilmesi bu izlerin zamanla silinmesinde belirleyici
rol oynamaktadırlar.
Her grubun kendi okulu, kendi gazeteleri, kendi siyasi partileri, kendi
kültürel ve spor organizasyonları, karşı tarafı “güvenilmez” gibi gösterin
tarihi mevcut Kuzey İrlanda’da bu bölünmüşlüğü gidermek çok daha güçtü. Üstelik
dini bölünme (Katolik ve Protestan) çok derin etkiler bırakıyordu. Nüfusun
%90’ı kendi grubundan insanların bulunduğu semtlerde yaşıyordu. Bu derin
bölünmüşlüğü gidermek için AB destekli projelere sarıldılar. Çocukların
ayrılmış yerine karışık okullara gitmesi teşvik edildi. Toplumların bir
diğerinin bayramına saygı göstermesi sağlanmaya çalışıldı. Polis gücünde
Katolikler de istihdam edilmeye başlandı. Böylelikle iki tarafı zamanla
husumetten arındırıcı, birbirlerine saygılı ve kaynaştırıcı formüller
üretilmeye çalışıldı.
Sonuç
Her ne kadar İngiltere IRA sorununu çözmüş gibi görünse de, zaman zaman
Kuzey İrlanda’da münferit bomba yüklü arabaların patlatılması, ya da gösteri
yürüyüşleri yaşanmakta, terör birdenbire tasfiye edilememektedir. 1998 yılından
sonraki en önemli hadise 2001 yılında bomba yüklü bir arabanın patlatılmasıydı.
Bu tarihten sonra polisin erken istihbarat temini ile benzer tehlikeler büyük
ölçüde önlenebildi. Bu olayı takiben Şubat 2010 ayında IRA mensupları misket
bomba yüklü bir arabayı daha, Kuzey İrlanda milliyetçiliğinin “kalesi” olarak
bilinen Newry’deki mahkeme binası önünde patlattılar. Tesadüf eseri ölen ve
yaralanan olmadı.
Nisan 2010 ortalarında İngiltere Gizli Servisi Mİ-5’in kuzey
İrlanda’daki merkezi binası yakınlarında benzer bir bombayı daha patlattılar.
Hemen bir hafta sonra bu kez gene Kuzey İrlanda’da Newtownhamilton’daki bir
karakol önünde bomba yüklü araba patlatıldı, sadece iki polis
yaralandı. Haziran 2010 ayı içerisinde ise 136 kilo ağır patlayıcı
yüklü bir araç gene Kuzey İrlanda’daki sınır köyü Aughnacloy’da polis
tarafından bulundu.
11 Temmuz 2010’da Belfast’ta gene IRA’nın kalesi olarak nitelenen
Ardoyne bölgesinde Protestanların geleneksel, ancak Katolikleri tahrik eden
yürüyüşünün ardından 4 gün süren bir kargaşa çıktı. Protestanlar tarafından
geleneksel şekilde her yıl 12 Temmuz’da düzenlenen, Protestan Kral William’ın
1690’da Katolik rakibini üstünlüğünü simgeleyen yürüyüş üzerine çıkan kargaşada
82 polis yaralandı. Göstericiler polise taş, şişe ve Molotof kokteyl, polis de
lastik mermi kullandı. 100’den fazla gösterici tutuklandı.
[1] İRA’nın tasfiyesi ile ilgili dipnotlu
ve kaynakçalı metnin orijinali için bkz: Celalettin Yavuz, Terör ve Terörizmle
Mücadele – ‘PKK Özeli’ ve Çözüm Arayışları, Berikan Yayınları, Ankara, 2011, s.
63-82.
http://www.turksam.org/tr/a2483.html
"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder