Blogtan Not: Bence bu yazı son noktadır. Kendini birazcık basın-yayının içinde gören zat-ı muhteremler utanır da susar.Ama sanmam; mahalle ağzı dedikoduculuğu,spotların altında cilalanmış yüzleri,kırılmış,yayılmış konuşmalarıyla kendini medyatik sanan yanaşmalar olduğu sürece.
Bu olaydan anlaşılıyor ki Kemal Kılıçdaroğlu'nun "dosya merakı" kendisi için bir zaaf haline gelmeye başlamış. "Elimde dosya var", "görüntü var", "kayıt var" diyen kapıdan destursuz girebiliyor.
Hâsılı, işin içinde haddini bilmez bir muhterisin şımartılması var, daha kendi kapısının önünü süpüremezken muhalefe partisine "medya stratejisi" sunmaya kalkışma var. Sarışın hatun görünce yamulan Türk erkeği var, yamulan Türk erkeğini görünce büyük yerlere geleceğini zanneden sarışın var, cin olmadan adam çarpmaya kalkışma var, basiretsizlik var, kötü yönetim var, "sen benim sırtımı kaşı, ben senin sırtını kaşıyayım" var.
Peki ne yok?
İklim Bayraktar olayının ne CHP ve muhalif kesimlerin öne sürdüğü gibi bir "Cemaat-AKP komplosu", ne de iktidar çevrelerinin empoze etmeye çalıştığı gibi "Ergenekon kumpası" olduğuna inanmıyorum. Her iki taraf da ezberlerden hareket ediyor ve seçim öncesi herkes bu olaydan kendince bir biçimde post çıkarmaya çalışıyor.
Karşımızdaki olay keşke "organize bir komplo" olsaydı. En azından doğru ipuçları yakalamaya çalışır ve bu vesileyle zekâlarımız belki biraz daha gelişirdi. Bu ülkede ne yazık ki olaylar, büyük filmlere, romanlara konu olacak boyutta yaşanmıyor. Çapsız insanlar, ucuz senaryolar, dedikodu, cahillik, belden aşağı vuruşlar ortasında hepimiz her geçen gün biraz daha kirleniyoruz.
İklim Bayraktar olayı, iktidarından muhalefetine, ordusundan medyasına bütün kurumların nasıl çürüdüğünün, kaliteli insanların nasıl tasfiye edildiğinin ve ortalığın nasıl beş para etmez şahıslara kaldığının resmidir.
38 yaşına kadar gazetecilikte dikiş tutturamamış, on beş yaşında çocuk annesi bir kadın, afili bir CV yazıp sanki gazetecilikte iş böyle aranırmış gibi Ankara'da o gazete senin, bu televizyon ben dolaşıp duruyor. İletişim Fakültesi'ni yeni bitirmiş bir genç, CV yazarak stajyerlik talebinde bulunabilir ama 38 yaşına kadar gazetecilikte kendisini gösterememiş birinin CV ile anlatacak neyi olabilir ki? Ankara'da bütün gazeteciler uzaktan veya yakından birbirini tanır, herkesin yaptığı işler ,yazdığı haberler bilinir. Diyelim bir kuruma CHP muhabiri mi alınacak; bu işi yapan gazeteciler zaten bellidir, hepsi yılların muhabiridir. Ya mevcut kurumlarda çalışanlardan biri transfer edilir, ya da o anda işsiz olanlardan biri seçilir.
Siyasi parti muhabirliği öyle kolay bir iş değildir. Bir kere Meclis ayağını izleyemezseniz alanınıza hakim olamazsınız. Sadece Genel Merkez'den gazetecilik yapılamaz. Meclis'i izleyebilmek için ise katı kurallar mevcuttur. En az 5 yıldır basın kartı taşıyor olmanız gerekir, o da yetmez çalıştığınız kurumun sizin için parlamento muhabiri kartı çıkarttırması gerekir. Kurumun ve gazetecinin beyanına da bakılmaz, mesleki kıdem durumu Basın Enformasyon Genel Müdürlüğü'nden düzenli olarak sorgulanır. Aynı şartlar Başbakanlık, Genelkurmay, Yargı muhabirleri için de gereklidir. Ankara'da gazetecilik en alt basamaktan başlayan bir kıdem ve ihtisas anlayışına dayalı olduğu için öyle istediğiniz zaman ortaya çıkıp "Ben CHP muhabiriyim", "Ben Başbakanlık muhabiriyim" diyemezsiniz.
CHP'yi Ankara'da yıllardır izleyen Türey Köse (Cumhuriyet), Sema Bingöl Ecer (CNN-Türk), Sibel Erdem (NTV), Okan Konuralp (Hürriyet), Zihni Erdem (Radikal),Abdürrezak Oral (Akşam), Hale Gönültaş (Vatan), Hülya Karabağlı (Sabah), Süleyman Kurt (Zaman) gibi muhabirler vardır.
Hepsi de mesleklerini etik kurallara uygun biçimde yıllardır sürdüren gazetecilerdir. Düşünün, bu deneyimli muhabirlerin hiç birisi CHP'de kafasına göre at koşturamıyor- koşturmuyor ama kim olduğu belirsiz, basın kartı bile olmayan bir şahıs, son derece lâubali ve cıvık bir tarz içinde o kat senin,bu oda benim gezip duruyor. Hem eski Genel Başkan Deniz Baykal ile, hem de Kemal Kılıçdaroğlu ile odalarında görüşüp abuk subuk konular açıyor, gazetecilik sınırlarını tamamen ortadan kaldırıp bayağılığın dibine vuruyor.
Gazetecilik hareketli, gözönünde olunan, kişinin sosyal etkisini güçlendiren bir meslektir. Dolayısıyla, taliplisi çoktur, aklı hırsının yüz fersah gerisinde bazı tipler bu mesleğe sık sık musallat olurlar. Gazeteciliği böyle tiplerden koruyacak olan öncelikle kurumların başındaki yöneticilerdir. Tecrübeli gazete ve televizyon yöneticileri her "gazeteciyim" diyene kapıları açmazlar.
Odatv'de yayımlanan "yarı resmi açıklamadan" anlaşıldığına göre bu hanım , bütün gazeteleri dolaşırken bir CV de ANKA Ajansı'na bırakmış. Ben bilmiyordum ama aynı zamanda Odatv'nin Ankara Temsilcisi olan Mümtaz İdil, anlaşılan şu anda o ajansın yöneticilerinden birisi. Mümtaz İdil, CV'ye bakmış ve "Seni ANKA'da değil ama istersen Odatv'de çalıştırabiliriz" demiş.
Mümtaz İdil'e Allah acil şifalar versin, kendisi Ankara'da sevilip sayılan bir entellektüeldir. "Entellektüeldir" diyoruz çünkü aslında gazeteci değil edebiyat eleştirmenidir. Özellikle Rusça klasik eserler üzerine yazılmış değerli makaleleri mevcuttur. Ankara'da, İstanbul'da olduğu gibi "edebiyat eleştirmenliği" diye bir meslekten ekmek yemek pek mümkün olmadığı için bu alanlarda uzmanlaşmış insanlar da gazetecilik potası içinde eritilirler.
Basında yöneticilik tecrübesi olmayan İdil, sadece cafcaflı yazılmış bir CV'ye bakarak karar verirken eminiz CHP'nin ve Odatv'nin başına gelecekleri düşünemezdi. Keşke, Anka Ajansı'nın deneyimli Genel Müdürü Veli Özdemir'in fikrini sorsaydı.
Çalışılacak yerin bir internet sitesi olması, maaş falan verilmeyecek olması gibi durumlar da kararı kolaylaştırmış olabilir. Velhasıl İklim Bayraktar, Odatv'ye bu şekilde dalış yaptıktan sonra 5 ay gibi çok kısa bir sürede sitenin kendi deyimiyle "uçuşa geçmiş". Laubalilikte, densizlikte sınır tanımaz bir noktaya gelmiş. Bazı kadınlarda "Tacize uğradım, kadın olduğum için engelleniyorum" şeklinde bu işin gerçek mağdurlarının gözden kaçmasına neden olan klişe bir davranış vardır. Böyle bir sansasyon üzerinden meslek kollarında "kadın sorunu" yaratarak var olmaya çalışırlar.
Basında taciz yok mudur? Kuşkusuz vardır, ancak 38 yaşına gelmiş bir kadın bununla nasıl başedeceğini bilir. Ne insanları haksız töhmet alında bırkmadan, ne de kendisini rezil etmeden sorunu uzaklaştırır. Böyle aklı başında bir insana tacizde bulunmaya kimse de cüret edemez zaten.
Ama bu hanım her nasılsa, gittiği her yerde sürekli taciz ediliyor. Anlaşılan bunu da "güzel ve başarı potansiyeli yüksek" bir kadın olmasına bağlıyor. Tarzının kendisini ne kadar itici ve çirkin gösterdiğini bilmeden konuşuyor da konuşuyor. www.gazetecier.com'dan Hacer Alkan'ın da yazdığı gibi sanki Türk basını hayatında ilk kez güzel kadın görüyor!. Zannedersiniz ki millet girmiş sıraya, "İklim Bayraktar gelse de taciz etsek" diye birbirini eziyor...Burası
Kendini bilmezlik, cahillik, meslek kültüründen yoksunluk had safhada. Bütün bu kepazeliğin üstüne bir de Fatih Altaylı'nın programına çıkıp "Ben aslına buraya 8 Mart vesilesiyle basını, medyada kadın sorunun konuşmaya geldim" diyor. Sen kimsin? Medyada kadın sorunun konuşmak
Bunu söylerken de "Yemek" diye bir dergiyi çıkarıp gösteriyor. Daha önce bu dergide çalışmış...Güler misin, ağlar mısın...
Peki bu insan, kendisine "gazeteciyim" diyerek bu kadar pespaye bir biçimde ortalıkta dolaşırken Odatv'nin yetkilileri ne yapıyor?
Onlar büyük işlerle uğraşıyorlar.. "Büyük balıklar" kovalıyorlar... CHP'nin elindeki televizyon kanalını kelepire kapatıp sözüm ona "muhalif medya" yaratacaklar!
Soner Yalçın'ın yanında gezdirdiği "beyin takımına" bakar mısınız:
Hakan Aygün, Murat Ongun, Oray Eğin...
Oray Eğin, New York'un lüks barlarından çıkacak da "muhalif medya" diye kıvranan halkımızın yarasına merhem çalacak öyle mi?
Hakan Aygün'ün magazincilikten, ağzını yaya yaya haber sunmaktan, Ufuk Güldemir'den öğrenilmiş megalomanlıktan, abartıdan, şımarıklıktan başka nesi var?
Murat Ongun kimdir? Ülke paramparça edilirken, Cumhuriyet'in bütün mirası ayaklar altına alınırken "gazeteci" olarak hangi tavrı almış, hangi bedeli ödemiş de Odatv'den medet umacak hale gelmiş iyiniyetli, yurtsever kitle adına kapalı kapılar ardında pazarlık masalarına oturuyor?
Bu arada yazık edilen Odatv'nin fedâkar okuyucuları, yorumcularıdır. Orada "milli" bir nabız atıyor, bir feryat yükseliyor, ülkenin gün be gün elden gittiğini gören halk tabanı sarılacak yer arıyor. İsyanlar, kaygılar yorumlara dökülüyor ama gelin görün ki sadece istatistik değer olarak ve "şu kadar tekil kişi girişimiz var" adına pazarlık masalarına sürülmekten başka bir işe yaramıyorlar.
Odatv'nin dinamik yorumcularına baktığımızda, amigoluk yapan bir kaç kişi dışında çoğunun olup bitenleri doğru okuyan, bilinçli insanlar olduğunu görüyoruz. Gördükleri bütün yanlışlara rağmen, sırf böyle bir potansiyel hebâ olup gitmesin diye Odatv'yi desteklemekten vazgeçmiyorlar..
Ya bu arkadaşlar ne yapıyor? Onlar büyük oynuyor, büyük planlar yapıp büyük stratejiler üretiyorlar... Yalçın Küçük'ün Akşam gazetesine anlattığına göre "Teşvikiye'nin lüks lokantalarında buluşuyorlar. Aralarına kimi zaman
Elitleştikçe elitleşiyorlar, koptukça kopuyorlar. Toplumun feryadı arşa çıkıyor, Odatv'nin haberleri, ücretsiz çalışan amatör editörlere teslim ediliyor, hüküm-hükümet İklim Bayraktar gibi ne olduğu belirsiz insanların eline geçiyor. Kadın meydanı o kadar boş buluyor ki 88 yıllık partinin Genel Başkanı'na çat kapı çıkıp "Bana kayıt cihazı ver, belden aşağı görüntü çekeceğim" diyebiliyor...
Bu arada, ayyuka çıkan kepazelikler, ucundan kıyısından Soner Yalçın'ın kulağına gidiyor. O da telefonlarının dinlendiğini bile bile kadını arayıp "Nedir şu taciz olayı bi anlat bakiim" diyor. Kadın ballandıra ballandıra bir daha anlatıyor. Soner Yalçın daha sonra, "Doğan Yurdakul'la oturuyorduk, yanımıza geldi olayı anlattı. Hatta kendi aramızda espri yaptık" diyor. Esprisi yapılacak konu mudur bu? Senin kurumunun kimliğini kullanarak ortalıkta dolaşan bir kadın 50 yıllık siyasetçi hakkında olmadık iddialarda bulunuyor, duruma hemen el koysana. Bu kadın kimdir ki eşitinmiş gibi muhatap oluyorsun?
Düşünün, Ceyhun Bozkurt gibi başarılı bir muhabirin, Müyesser Yıldız gibi birikimli bir gazetecinin, Kıymet Nadir Bindebir gibi keyifli bir kalemin, Banu Avar gibi bir itibar abidesinin barınamadığı Odatv'de, İklim Bayraktar gibi bir çapsız cirit atıyor. Altı ayda siyasilerle ve kurum yöneticileri ile "sen" diye konuşacak noktaya geliyor. Uyduruk uyduruk yazıları "İklim Bayraktar yazıyor" anonsu ile ve de artistik pozlar eşliğinde çarşaf gibi sergileniyor.
Odatv yolgeçen hanına dönmüş, bırakalım İklim Bayraktar'ı Rafael Sadi bile orada kendisine bir köşe kapıp yazılar yazmaya, açık açık İsrail politikalarının propagandasını yapmaya başlıyor, yayınlanan haberleri yönlendiriyor. Rafael Sadi kimdir? Gazeteci görünümlü bir İsrail devleti görevlisi...
Ya CHP'nin haline ne demeli?
"Ben Odatv'den geliyorum" diyen birine sırf bacakları uzun ve saçları sarı diye bütün kapılar açılıyor. 25 yıllık parti muhabirlerinin girmediği kapılara girip çıkmaya başlıyor. Baki Özilhan gibi eski bir kurtla bilgisayarının başına oturup mail atacak kadar yakınlaşabiliyor. Muharrem İnce gibi kendisinden siyasi tecrübe ve feraset beklenecek bir parti yöneticisi bile bu kadına bir AKP'linin "uygunsuz halleri" konusunda haber yaptırmaya kalkışıyor. Evine kadar gidip otomobiliyle alıyor. Sonra ikisi de ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar, haberi yapamadıkları gibi kamuoyu nezdinde kendileri perişan oluyorlar...
Kemal Kılıçdaroğlu'nun durumu derseniz iyice utanç verici. Ne idüğü belirsiz bir internet muhabiri ile muhatap olup, onun anlattığı seviyesiz şeyleri dinleyebiliyor. Konu ister Deniz Baykal, ister "üst düzey bir AKP'li" olsun, Kılıçdaroğlu bir parti başkanı olarak ağırlığını bilip bu kadınla muhatap olmamalıydı. "AKP'li hakkında malzeme getireceğim" dese bile ilgilenmemeli, ensesinden tuttuğu gibi dışarı atmalıydı. Sonra da "Bu kadın bir daha bu partiden içeri girmeyecek" diye talimat verip parti içinde o kadar rahat hareket edebilmesine fırsat verenlerden hesap sormalıydı. Böyle bir kadınla, hem de böyle çirkin konularda muhatap olarak CHP'yi, iktidar partisini zor duruma sokmak için olmadık insanlarla belden aşağı konularda işbirliği yapan bir parti konumuna düşürdü.
Ayrıca bu olaydan anlaşılıyor ki Kemal Kılıçdaroğlu'nun "dosya merakı" kendisi için bir zaaf haline gelmeye başlamış. "Elimde dosya var", "görüntü var", "kayıt var" diyen kapıdan destursuz girebiliyor. Böyle giderse, CHP liderini çakma bir dosyayla tuzağa düşürürler. "Büyük balık" yakalayacağım derken, elinde oltanın ipiyle kalıverir..
Bu olaydan şunu da anlıyoruz ki CHP ile Odatv arasındaki ilişkiler fazla girift hale gelmiş, mesafeler ortadan kalkmış. CHP, Odatv'yi istediği haberi pompalayabileceği bir mecra olarak görmeye başlarken, Odatv de "fırsat bu fırsat" deyip CHP'nin etinden, sütünden yararlanmaya kalkışmış. Eldeki televizyonu ucuza kapatıp voltranı oluşturmaya çalışmışlar...
Hâsılı, işin içinde haddini bilmez bir muhterisin şımartılması var, daha kendi kapısının önünü süpüremezken muhalefe partisine "medya stratejisi" sunmaya kalkışma var. Sarışın hatun görünce yamulan Türk erkeği var, yamulan Türk erkeğini görünce büyük yerlere geleceğini zanneden sarışın var, cin olmadan adam çarpmaya kalkışma var, basiretsizlik var, kötü yönetim var, "sen benim sırtımı kaşı, ben senin sırtını kaşıyayım" var.
Peki ne yok?
Akıl yok, izan yok, karakter yok, kamuoyuna karşı sorumluluk yok..
CHP, ses yalıtımlı odalarda toplantı yapıp "İşin içinde uluslararası boyutlar var" diye iri laflar edeceğine kendi içinde bulunduğu duruma bir baksın.
Odatv de öyle...
Son sözüm:
Örtün ki ölem...
Fatma Sibel Yüksel
Açık link: http://www.acikistihbarat.com/Yazilar.asp?yazi=930
"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder