8 Şubat 2011 Salı

SUYUN ÖZELLEŞTİRİLMESİ
Kudret Ulusoy

Amerikan Ulusal Kalkınma Ajansı’nda uzun yıllar görev yapan ekonomik tetikçilerden John Perkins; 1982 yılında bir kız çocuğunun dünyaya gelmesi üzerine suçluluk duygusuna kapılarak vicdanen rahatlamak ve kızına kaos içinde bir dünya bırakmamak için, kendisine yapılan tüm parasal teklif ve tehditlere rağmen, sömürgeciler tarafından nasıl kullanıldıklarını ve sömürüde uyguladıkları yol ve yöntemleri yazdığı bir kitapla itiraf etmek zorunda kalır.

Esasen burada ABD’nin bağımsız ve egemen ülkelere yaptığı fiili ekonomik saldırının iç yüzü anlatılarak bizim gibi ülkelerin bundan ders çıkarılması istenir. John Perkins ABD’nin Irak’a dolayısıyla Ortadoğu’ya doğrudan müdahalesinin en önemli nedenlerini; Ortadoğu’nun jeopolitik konumu, petrol ve özellikle su kaynakları şeklinde sıralar. Zira John Perkins bu konuda; “Irak bizim için, ilk bakışta göründüğünden çok daha fazla önemliydi. Yaygın kanının aksine, Irak sadece petrol demek değildi. Aynı zamanda, su ve jeopolitik de demekti.

Irak, hem Dicle, hem de Fırat nehirlerinin geçtiği iki ülkeden biri olduğu için gittikçe kritik hale gelen su rezervlerinin en önemli kaynaklarını kontrol etmektedir. 1980’lerde suyun gerek politik, gerekse ekonomik olarak önemi enerji ve mühendislik sektöründeki bizler için belirgin bir hal almaya başlamıştı.

Özelleştirme yarışında bağımsız küçük enerji firmalarına göz diken büyük şirketlerin çoğu, şimdi Afrika, Latin Amerika ve Ortadoğu’daki su sistemlerini özelleştirme peşinde koşuyorlardı.” demektedir. Öte yandan; Çokuluslu havzaların birçoğundan yararlanma amacıyla, çeşitli ülkeler arasında yapılmış 300 civarında antlaşma bulunmaktadır. Uluslararası hukuk açısından, sorunların çözümlenmesinde:
(a) andlaşmalar;

(b) teamüller;

(c) genel hukuk ilkeleri;

(d) hukuk otoritelerinin görüşleri;

Gibi unsurlar etkili olmaktadır. Sınır-aşan sular konusunda uluslararası ortamda bütün devletleri bağlayıcı hukuki esaslar uzun süre oluşturulamamıştır.

Sınır-aşan akarsuların geliştirilmesi hususunda, uluslararası hukuk açısından dört yaklaşım söz konusu olmuştur:
(a) bir ülkenin kendi topraklarından kaynaklanan suları dilediği gibi kullanabileceği esasına dayanan “mutlak egemenlik” görüşü;

(b) bir ülkede akan suların, o ülke toprağının ayrılmaz bir parçası olduğu ve membadaki ülkelerin bu suyun doğal nicelik ve niteliğini değiştirme hakkı olmadığı esasına dayanan “alansal bütünlük” görüşü;

(c) mansap ülkelere belirgin zarar vermemek üzere, akarsuyun her bir ülkedeki yağış alanı, sağladığı debi, geçmiş ve mevcut kullanımı, gelişme ihtiyacı, sosyal ve ekonomik koşullar, su tasarrufu, diğer seçenekler, dengeleme olanakları gibi bir dizi etkenin dikkate alınarak su tahsisini öngören, diğer ülkelere önemli zarar vermeden “hakça ve makul yararlanma” görüşü;

(d) ülkeler arasındaki sınırları gözetmeden, bir akarsudan “havza bütününde en iyi yararlanma” görüşü; Uzun yıllar iki zıt görüş, “mutlak egemenlik” ve “alansal bütünlük” çatışmıştır.

FIRAT VE DİCLE HAVZASI VE SORUNLAR

Türkiye ile Irak arasında 23 Mart 1946 tarihli “Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşmasına Ek Dicle, Fırat ve Kolları Sularının Düzene Konması Protokolü” hala geçerlidir. Protokolde suların akışının düzenlenmesi ve taşkınların önlenebilmesi için gereken düzenlemelerin yapılabileceği ve böyle bir durumda Türkiye’nin mümkün olduğu şekilde iki ülke yararına düzenlemeler yapması ve Irak’a önceden haber vermesi kabul edilmiştir. Türkiye ile Fransa arasında imzalanmış olan 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması’nın 12. maddesinde, Kuveik Suyu’nun Halep ile Türk bölgesi arasında kalan kısmının hakça kullanılması ve Halep şehri için Fırat’tan su alınmasına dair düzenlemeler yapılmıştır. Aynı düzenlemeler Fransa ile 1926 yılında imzalanan antlaşma ile teyit edilmiştir.

Suriye’nin bağımsızlığını kazanmasından sonra bu düzenlemeler üzerinde yeni bir antlaşma yapılmamıştır. Suriye ile ilk sorunlar 1954 yılında Keban Barajı projesinin gündeme gelmesiyle ortaya çıkmış ve Suriye 1960 yılında Fırat sularının yeniden düzenlemesini istemiştir. Bu konuda kesin bir antlaşma yapılmamasına rağmen 1987 tarihli ekonomik işbirliği protokolü ile geçici bir düzenleme yapılmış ve Türkiye’nin Suriye’ye yıllık ortalama 500 m3/sn su bırakılması kabul edilmiştir.

HAVZANIN DURUMU VE MEVCUT KULLANIMLAR

Suriye’nin Fırat üzerindeki en önemli tesisi Tabka (Esad) Barajıdır. Sovyetler Birliği tarafından yapılan Tabka Barajı Sibirya’daki yüksek su seviyeli nehirler üzerine inşa edilen baraj anlayışına uygun olarak yapıldığından, elektrik üretimi için normalden daha fazla suya gerek duymaktadır. Barajın su tutma seviyesinin düşük olması, drenaj havzası ve sulama kanallarının yanlış yapılması sebebiyle tarım sulaması için beklenen verim sağlanamamıştır. Türkiye’nin verdiği suyu Suriye’nin yetersiz bulmasının en önemli sebebi, budur.

Diğer taraftan barajın toplama gölünün yapıldığı arazi, Suriye’nin en verimli topraklarının üzerine yerleştirilmiştir. Tabka hedeflenen ihtiyaçları karşılamada yetersiz kaldıysa da, Suriye’nin GAP’ı ima ederek Türkiye’yi suçladığı gibi, Irak’a akacak suyu kontrol edebilme imkanı vermesi bakımından stratejik bir değere sahiptir. Nitekim barajın yapımı aşamasında Irak ve Suriye savaşın eşiğine gelmiştir. Suriye 2010 yılına kadar gerçekleştirmeyi hedeflediği “gıda güvenliği” projesi ile tarımda kendi kendine yetmeyi amaçlamakta, bunun için de tarım arazilerini genişletmeyi planlamaktadır.

DEVLETLERİN İDDİALARI

Fırat ve Dicle’nin kullanımındaki sorunların özü, devletlerin bu iki nehri farklı statülerde değerlendirmeleridir. Türkiye bu nehirleri sınıraşan su, Irak ve Suriye ise uluslararası su olarak kabul etmektedirler. Dolayısıyla Türkiye kendi sınırları içinde kalan kısmında tam egemenlik hakkı olduğunu ileri sürerek, taraflar arasında hakkaniyete dayalı bir tahsis yapılmasını istemektedir. Suriye ise üç ülke arasında bir antlaşma yaparak kesin bir paylaşım istemektedirler.

Suriye “doğal durumun bütünlüğü” ve “adil kullanım”, Irak “tarihsel kullanım hakkı”, Türkiye ise “kısıtlı ülke egemenliği”, doktrinlerini ileri sürmektedir.

Dünya genelinde yapılan araştırmalarda su kıtlığı çeken 22 ülkenin 14’ü Ortadoğu’da yer almaktadır. Fırat-Dicle havzasının en büyük dezavantajı, kendine has coğrafi, klimatolojik, hidrolik, ekonomik ve siyasi özelikleri olan bir bölgede yer almasıdır. Ortadoğu’nun bu özellikleri, bölgede çıkan her sorunun çözümünü zorlaştırmaktadır. Bir yazarın dediği gibi “Ortadoğu’da nehirlerin akımlarının düzenlenmesi hidrolojik yönden faydalı fakat politik yönden geçersizdir.”

Fırat ve Dicle’yi ana konu olarak ele alan “Ortadoğu Su Bilgi Ağı” ve “Ortadoğu Araştırmaları Birliği” adlı iki hükümet dışı örgütün merkezi Amerika’dadır. Bu tür kuruluşların merkezinin herhangi bir Ortadoğu ülkesinde olmamasının sebebi, bölgede atılacak her adımın siyasi bir anlamı olmasından kaynaklanmaktadır. Fırat-Dicle konusunda gidilecek uluslararası örgüt veya hakemin, o günün siyasi koşullarından etkilenmeden durumu değerlendirebilmesi de doğal olarak mümkün olmayacaktır.

SUYUN ÖZELLEŞTİRİLMESİ

Bu gün dünyadaki kullanılabilir suyun sadece %5’i çok ululu şirketlerin pazarı durumunda olup mali boyutu yaklaşık 1 trilyon dolar civarındadır.Dünyadaki su özelleştirmelerinin üçte ikisini elinde bulunduran iki Fransız çokuluslusu Suez ve Vivendi dünya su piyasasına hâkimdir. Diğer büyük şirketler olan Saur, Thames, Anglian, IWL ise çok küçük kalmaktadırlar. Bu gün dünyadaki su sektörüne; 100 ülkede faaliyet gösteren Vivendi- Generale Des Eaux ile, 130 ülkede faaliyet gösteren Suez- Lyonnaisse Des Eaux isimle çok uluslu iki dev şirketi ile bunların alt grupları hâkimdir. Her biri en az 110 milyondan fazla insana hizmet götüren bu şirketler, bu sektördeki pazarın yaklaşık % 70’ini ellerinde bulundurmaktadırlar.

Dünya su pazarı yukarıdaki iki çokuluslu şirketin tekelinde olup; Tekelleşme süreci, özellikle bir dizi ABD şirketinin yakın zamanda satın alınmasıyla devam etmektedir. İki şirket birbirleri karşısında rekabet etmek yerine su imtiyazının kârlarını paylaşabilmek için birçok şehir ve bölgede ortak yavru şirketler kurmaları üzerine dünya su tekelini elinde bulunduran çokuluslular arasındaki söz konusu işbirliği nedeniyle Suez ve Vivendi Fransa’daki Anti-Rekabetçi davranışı için uyarılmışlardır.Zira 11 Temmuz 2002’de Fransız Rekabet Konseyi (Conseil la Concurrence) Suez ve Vivendi’nin özel suyun %85’ini kontrol ettikleri Fransa’da pazar hâkimiyetlerini kötüye kullandıklarına karar vermiştir.

Su savaşları bir yandan insanlığa yönelik sürdürülen bir savaş, diğer yandan da tekeller arasındaki savaş olarak karşımıza çıkmaktadır. Birde sınır aşan ve sınır oluşturan sular nedeniyle ülkeler arasında olası savaşlar göz önüne alındığında su sorunu daha da karmaşık bir hale gelmektedir. Son yıllarda ülkemizin akarsuları başta olmak üzere özellikle belediyelere ait su şirketlerinin özelleştirilmesi girişimleri yukarıdaki çokuluslu şirketlerin girişiminden başka bir şey değildir.

Hatta şirketlerin özelleştirilmesi yerine doğrudan suyun kaynağının yani akarsu ve havzalarının özelleştirilmesi beraberinde başka sorunları ve maliyetleri de getirecektir. Akarsu üzerindeki sulama, enerji, içme amacıyla kullanılan tüm su potansiyelinde söz sahibi olacaklardır. Bu da su faturası, elektrik faturası, sulama faturası yani petrole nasıl zam yapıldıktan sonra iğneye-ipliğe zam gelecekse akarsular özelleştikten sonra da su ile ilgili her şeye zam gelecek demektir.

Petrolsüz yapabiliriz, ancak susuz yapmamız mümkün değildir. Fırat ve Dicle’nin anılan şirketlerce alınıp kontrolü ele geçirildikten sonra olacakları düşünmek dahi insanı dehşete düşürmektedir.

AB ve diğer uluslararası örgütlerin sınıraşan sulara ilişkin hukuku düzenlerken Türkiye’nin söz hakkını alıp uluslararası bir komisyona verme çabaları bu özelleştirmelerin alt yapısını oluşturmaktan, ileride sorun çıktığında uluslararası mahkemelere ya da hakemlere götürme çabalarından başka bir şey değildir. Bu gün bir taraftan kuraklıkla mücadele etmekteyiz. Bir taraftan da aç kurtlar gibi sularımıza saldıran özelleştirmeci çok uluslu şirketlere karşı mücadele etmekteyiz.





"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

Hiç yorum yok: