12 Mayıs 2010 Çarşamba

TOPRAĞIN SABRI:
AHISKA TÜRKLERİ
MİKAİL İBRAHİMOĞLU
Bizi Doğu Anadolu'da kimsenin beğenmediği verimsiz topraklara yerleştirin. Orayı İsviçre yapalım. Bütün birikimimizi öz vatanımız Türkiye'ye taşıyalım.

Dünyada benzeri olmayan bir saflıkla, efendilikle, derin bir sevgi anlayışıyla fısıldamaktalar. Toprağın sabrını taklit ederek, gücenmeden, incinmeden, kızıp köpürmeden, bağırmadan fakat yumuşak, nazik, beyefendi ses tonlarıyla yeniden ve her fırsatta anlatmaktalar.
Sadece Din birliği için değil...
Peygamber birliği için değil...
Soy halkası tutkusu için de değil..
Bu dünya sarhoşluğu için de değil...

Haksızca, acımasızca, adaletsizce kırılmış, koparılmış, parçalanmış bir kompozisyonun yeniden birleştirilmesi için toprağın ve suyun da sabrını taklit ederek anlatıyorlar.
Şu anda bizim konuştuğumuz...
Türkçe'yi konuşuyorlar Ahıska Türkleri...

Anlattıkları tek şey şu:
Biz Türküz, zorla koparıldık...
Bizi unutma Türkiye....
Cumhurbaşkanı Bişkek'e gidiyor...
Onu karşılayıp anlatıyorlar...
Başbakan Alma Ata'ya gidiyor...
Onu karşılayıp anlatıyorlar...
Meclis Başkanı Semerkant'a gidiyor...
Onu ziyaret edip anlatıyorlar...
Başbakan Yardımcısı Bakü'ye gidiyor..
Onu bulup anlatıyorlar...
Liderlerden biri Sibirya'ya gidiyor..
Onu da bulup anlatıyorlar...

Ahıska Türkleri, Kazakistan'dan, Tacikistan'a, Özbekistan'dan, Azerbeycan'a, Türkmenistan'dan Sibirya'ya kadar her yerde varlar. Ahıska adı verilen ve Batum, Tiflis, Ardahan üçgeninin Türkiye'ye bitişik sınırında kalan topraklarından sürüldüler.
İlk ihaneti Ankara'dan yediler...
16 Mart 1921'de Moskova Anlaşması'yla Ahıska bölgesi Türkiye sınırlarının dışında kaldı.
Ankara Ahıska toprağını verdi...
Bebeğini cami avlusuna bırakan...
Sefil, zavallı kadın gibi davrandı...
Ahıska Türkü'nü unuttu...


Ankara, bu tarihten sonra bu bölgedeki 120 bin Ahıska Türkünü (şimdi çeşitli ülkelere sürülmüş olarak sayılarının 400 bin olduğu sanılıyor) hiç merak etmedi.
Onların durumuyla hiç ilgilenmedi...
İkinci Dünya Savaşı patlayınca...
Stalin 70 bin Ahıska Türkü delikanlısını...
Tüfeksiz, silahsız olarak...
Hitler ordusunun önüne sürdü...

Ahıska Türkleri, faşist Hitler orduları karşısında silahsız dövüştüler, öndeki asker ölünce, ölenin silahını alıp Alman askerlerine saldırdılar. 70 bin Ahıska Türkünün: yarısı, bu savaşta cephede dondu, tüfeksiz, silahsız öldü. Diğer yarısı da Ahıska'ya çoğu sakat kalmış, yaralanmış olarak döndü.
Ankara görmemezlikten geldi...
Duymamazlıktan geldi...

1944 yılında Sovyet Rusya, boğazları isteyince ve Türkiye'de NATO'ya girince Stalin, Ahıska bölgesinde Türklüğünü hiç unutmayan bu insanları tehlikeli gördü.
1944 yılında bir gece...
120 bin Ahıskalı Türk..
Bebe, çocuk, anne, nine, dede, baba ayrımı yapılmadan silah zoruyla kara trenlere dolduruldular. Ve Sibirya, Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan, Ukrayna, Beyaz Rusya neresi varsa her yere parça parça sürüldüler.
Trenlerde bebeler ve yaşlılar öldü...
Ölünü trenden at dediler...
Atmayanı dipçiklediler...

Ankara, Stalin'in bu vahşetini de görmedi. Görmemezlikten, bilmemezlikten geldi. Dünya ölçüsünde bir kampanya başlatmadı, uyarı yapmadı. Ahıska Türkleri, parça parça sürüldükleri her ülkede toprağın sabrını taklit ettiler. Suyun sabrını taklit ettiler.
Türklüklerinden çıkmadılar...
Dinlerini terk etmediler...
Kuru votka alkoliği olmadılar...

Sadece çalıştılar. Profesör oldular, doktor oldular, mühendis oldular, pedagog oldular, öğretmen oldular, teknisyen oldular, gittikleri her yerde, sürüldükleri her bölgede diğerlerinden daha zengin oldular. Fakat vatanları ellerinden alınmış...
Sibirya'dan Tacikistan'a...
Bölge bölge sürülmüş yaşıyorlar..
Bu insanlar Türkiye'ye gelmek istiyor..
Ankara bu insanları...
10 yıldan beri umutlandırıyor...
Fakat onları Türkiye'ye taşımıyor...
En son
Kırgız Parlamentosu'nda..
Milletvekilliği yapan...

Maksut İzzet adlı liderleri aracılığıyla bir mektup yazdılar ve Ankara'ya çağırı yaptılar:
 Bizi Doğu Anadolu'da kimsenin beğenmediği verimsiz topraklara yerleştirin. Orayı İsviçre yapalım. Bütün birikimimizi öz vatanımız Türkiye'ye taşıyalım.
Ahıska Türkleri: Toprağın sabrı...

Stalin'in faşizmi, tüfek zoruyla, süngü korkutmasıyla, haksızca, adaletsizce ve Ankara'nın da 1921'de onlara ihanet edip terk etmesiyle kırılmış, parçalanmış, koparılmış komopozisyonun yeniden birleştirilmesini rica ediyorlar.
Toprağın da bir sabrı var...

Necati Doğru


Hiç yorum yok: