22 Mart 2010 Pazartesi


ÇETİN DOĞAN’DAN MEKTUP 
(TAMAMI)
TARİHE NOT DÜŞÜN

Beşiktaş Adliyesi’nin CMK 250. Maddesi ile yetkilendirilmiş Sayın Hakim ve
Savcılar tarafından “… delillerin henüz tamamen toplanamamış olması, suçun mahiyeti ...”
gibi gerekçelerle üç haftayı aşkın bir süredir tutukluyum. Yakalama, gözaltı ve tutuklanma
sürecinde onur kırıcı, hazmedilmesi zor “adli prosedürlerin” ruhuma ve bedenime yaptığı
tahribatın hesabını kimlerden sormam gerektiğinin bilincindeyim.
Eski bir asker olarak yaşadıklarımı verdiğimiz savaşın götürüsü olarak görüyorum. Bu
nedenle “dik duruşumu” asla bozmayacağım.
Bu notları yazış nedenim, tarihe bir not düşmek, toplumumuzun götürülmek istenen
istikameti konusunda kamuoyuna uyarıda bulunmak içindir. Görebildiğim kadarı ile
toplumumuzun bir bölümü oynanan oyun çerçevesini hala anlayamamakta, hiçbir devirde
eksikliği hissedilmeyen düzenin işbirlikçileri ise, gelişmelere alkış tutmaya devam etmektedir.
“Ateş olmayan yerden duman tütmez!” söylemi bağlamında, yurttaşlarımızın bir
bölümü zihin karışıklığı içinde, neyin doğru olduğu ve ne yapılması gerektiği konularında
kararsız kalmıştır.
Bu zihin karışıklığının giderilebilmesinin yolu, ateşi çıkaranların da, dumanı
tüttürenlerin de, belirli amaçlara hizmet için kiralanmış “kundakçılar” olduğunu
gösterebilmektir. Bu amaçla kaleme aldığım bu notları sabırla okumanızı ve okutmanızı
dilerim. “İş adalete intikal etti, karışmayalım, bekleyelim” sözleri kulağa “hoş” gelebilir ama
Türkiye’nin bugünkü koşullarında “boş” bir laftan ibarettir.
BALYOZ Davası kapsamında vereceğim bütün bilgiler, özel olarak yetkilendirilmiş
Sayın Savcı ve Hakimlerin ellerinde bulunduğu için, amacım “adaleti etkilemek” değil,
kamuoyunu bilgilendirmektir.
Davaya konu olan ‘plan’ ve ‘seminer’ üzerinde kopartılan sansasyonel haber ve
bilgilerin ne olduğunu, ne olmadığını ortaya koyacağım. Ancak, öncelikle, şahsım ve
BALYOZ taifesine mensubiyetleri (!) konusunda kuşku duyulanlar için, “yakalama,”
2
“gözaltı,” ve “tutuklama” sürecinde yapılan yanlışları tekrarlamadan, sadece “usül” yönünden
yapılan bu can alıcı “adli hatanın” üzerinde durmak istiyorum.
Bağımsız yargı adına “iş görmek” üzere özel olarak ‘seçilmiş’ ve ‘yetkilendirilmiş’
Savcı ve Hakimlerimizin bir bölümünün, her ne kadar ‘yukarıdan kendilerine yapılan telkin
ve yağlamalara pek aldırmadıklarını’ söylemiş olsalar da, uluslararası hukuk normlarının tam
tersi istikametinde bir ‘usül’ geliştirdikleri görülmektedir.
Israrla “ağyarına” uygulanan bu yeni yargı usulünün görünen iki boyutu var:
Birincisi, geçmişi, söylemleri ve duruşu tepki uyandırmış, hakkında imzasız ihbar
mektuplarına dayalı dedikodular üretilmiş, hedef alınan kişiyi, elde gerçek anlamda delil olup
olmadığına bakılmaksızın, “önce içeri alıverelim, gerisi Allah kerim” anlayışı ile başlatılan bir
yargı süreci mevcuttur.
İkinci olarak ise, işbirlikçi basın-yayın organları aracılığıyla, iğrenç, şok edici,
sansasyonel haberlerle kamuoyunda dehşet yaratarak, hedef alınan kişiyi, ortaya dökülen bilgi
ve belgelerin gerçek olup olmadığına bakılmaksızın zan altında tutmak ve linç etmeye
yönelik, uzun bir yargı sürecini ya tutarsa anlayışı ile başlatmak ve tutuklamayı cezaya
dönüştürmek istemi mevcuttur.
Her iki durumda da, ortaya atılan iddialarda size ait bir iz, gerçek anlamda bir delil
bulunmaması durumunda da hala şayet şüpheli veya sanık iseniz, işin gerçeğini ortaya
koymak savcılara ait bir görev olduğu halde, bu sizin (suçlanan kişinin) asli göreviniz olarak
kabul edilmektedir. E.Org. Çetin Doğan’dan istenen adeta kendini aklamasıdır. Bunu yapmak
için kollarımızı sıvadığımızda ise, bavulla bir gazeteye teslim edilen sözüm ona “delil ve
belgelere” avukatlarımızın resmen erişimine savcılık kararıyla konan kısıtlama engeliyle karşı
karşıya kalmaktayız.
Şimdi, yargı sürecinde bizim için ortaya konan “usül” ve “tahditlere” bağlı kalarak,
bana ve eski silah arkadaşlarıma sürülmek istenen lekenin kimlerin marifeti olduğunu, davaya
ilişkin kamuoyunda öne çıkan bilgi, belge ve iddiaları sırayla irdeleyerek ortaya koymaya
çalışacağım. Bunu yaparken, zorunlu olarak eskiden yaptığım açıklamaların bir bölümünü
tekrarlamak zorunda olacağım için beni bağışlayın.
3
*BALYOZ Harekat Planı gerçekten 1nci Ordu Karargahında mı hazırlanmıştır?
Yoksa bu plan özel amaçla kurulmuş bir ‘Senaryo Üretim Merkezinin’ mi ürünüdür?
- Üzerinde ıslak, kuru veya elektronik hiçbir imza bulunmayan bu uyduruk belgenin
gerçek olduğu sanısını yaratmak için, bu belgeye referans veren bir başka ‘sahte evrak’
düzenlenmiştir. Bu ‘sahte evrak’ 1nci Ordu Askeri Savcılığınca gönderilen Bilirkişi
raporunun EK-A sayfa 11 de dip notu olarak, Ek-A Lahika-1 de ise 16ncı sırada yer
almaktadır. Belirtilen yerlerde ‘sahte evrak’, “1nci Ordu K.lığının, ARALIK 2002 tarihli,
Hrk:7130-02/Pl. Ve Eğt. S ( ) sayılı ve 1nci Ordu Plan Semineri” ibaresi yer almaktadır. Bu
imzasız emrin de sahte ve uydurma olduğu, askeri yazışma kurallarına vakıf herhangi bir
kimse tarafından daha ilk bakışta anlaşılabilir:
• Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bütün “Harekat planları” ve bu planlara göre
düzenlenen seminerlere ilişkin yazışmalar, Harekat Başkanları tarafından
hazırlanır. Hazırlanan bu evrakların sol üst köşelerinde evrakı çıkaran şube kodu
(şubenin kısaltılmış ismi olarak) yer alır. Belirttiğimiz sahte evrakta da Şube Kodu
olarak “Pl. ve Eğt. Ş.” ibaresi yeralmaktadır. 1nci ordu Harekat Başkanlığı
kuruluşunda Pl. ve Eğt. Ş. (Plan ve Eğitim Şubesi) adıyla anılan bir şube
bulunmamaktadır. 05-07 Mart 2003 tarihlerinde icra edilen Plan Seminerine ilişkin
bütün yazışmalar Ordu Hrk. Başkanlığı kuruluşunda bulunan, Plan ve Harekat
Şubesince (Pln. Hrk. Ş.) hazırlanmıştır. Nitekim aynı Askeri Bilirkişi Raporunun,
EK-A Lahika-1’nde yer alan 1nci Ordu K.lığı’ndan seminere ilişkin çıkartılan
bütün yazışmalarda (andığımız sahte evrak hariç) “Pln. Hrk. Ş.” (Plan Harekat
Şubesi) kodu bulunmaktadır.
• Diğer taraftan Karargah yazışma kuralları uyarınca Ordu Harekat Başkanlığı
birimlerince planlamalara ilişkin hazırlanan bütün evraklara tarih-sayı kodu
“1700” rakamı ile başlar. Yukarıda belirttiğimiz Lahika’da yer alan 1nci Ordu
K.lığına ait yazışmalara sahte evrak dışında “1700” kodu verilmiştir. Sahte evrakın
taşıdığı kod ise “7130” dur.
• Yukarıda belirtilen hususlar, uydurma “Balyoz Planının” 1nci Ordu Karargahında
hazırlanmadığını sadece kanıtlamakla kalmayıp, sahte evrakların belirli
4
merkezlerde üretilme aşamasında kendilerine profesyonel katkı sağlayabilecek
emekli veya muvazzaf bir personel de bulamadıklarını göstermektedir.
- Daha önce defalarca belirttiğim gibi, Ordu Komutanlığınca hazırlanan bu emrin
altına Komutanın resmi makam ünvanı yazılır. Şayet Hükümet tarafından sıkıyönetim ilan
edilmiş ve ‘kararname’ ile Ordu Komutanı aynı zamanda Sıkıyönetim Komutanı olarak
atanmış ise, bu ünvanı da (Şehir adı belirtilerek) resmi makam ünvanı ile birlikte yazılır.
1970’li ve 1980’li yıllardan anımsanacağı gibi, 1nci Ordu Komutanı aynı zamanda İstanbul
Sıkıyönetim komutanı olarak atanmış idi ve bu dönemlerde yayınlanan emirlerin altına 1nci
Ordu ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanı olarak imza açılmıştır. Bu da uydurma Balyoz
Harekat Planını hazırlayanların, Ordu içerisinde değil, dışarısındaki işbirlikçilerin marifeti
olduğunun başka bir kanıtıdır.
- Özel Yetkili Beşiktaş Cumhuriyet Savcılığı BALYOZ Harekat Planının gerçek
olduğu, düzmece olmadığı yolundaki iddialarını, sorgulanmam sırasında öğrendiğim kadarı
ile büyük ölçüde bir “Bilirkişi Raporuna” dayandırmış bulunmaktadır. Anılan Bilirkişi
Raporunun TÜBİTAK tarafından hazırlandığı, savcı tarafından ifade edilmiştir. Avukatlarım
Raporun bir örneğini istemiş olmakla beraber isteğimiz, konan kısıtlama nedeniyle yerine
getirilmemiştir.
Bugün teknolojinin ulaştığı boyut dikkate alınarak, sadece bir CD’nin analiz edilmesi
ve dosya takip usulü ile menşeinin kanıtlanması mümkün müdür? Yoksa imal edilen bir
CD’yi istediğimiz kişinin bilgisayarındaki klasör veya dosya muhteviyatından olduğu sanısını
uyandırmak için bir düzenleme yapılabilir mi? Bu sorulara doğru yanıt vermek için bir
bilgisayar mühendisi olmaya bile gerek yoktur. Yeni bir veya birkaç bilgisayar almak
suretiyle, bilgisayarı hedef aldığınız kişinin adı ile kaydeder, bu bilgisayarda açtığınız klasör
veya dosyaları bir CD’ye yükleyerek, bunların hedef aldığınız kişinin bilgisayarından çıktığı
sanısını uyandırabilirsiniz.
Doğrusu, TÜBİTAK’ın “Bilirkişi Raporu” Sayın Savcılarımızı ikna edecek bir kesin
ifade taşıyorsa, bir zamanların çok övündüğümüz bu ulusal kurumumuzun da ne hallere
düştüğünü varın siz karar verin. Savcılıkta verdiğim ifadede yeraldığı gibi, yukarıda
belirttiğim hususların teyidi istenirse herhangi bir üniversitemizin ilgili bölümünden alınacak
“gerçek bir bilirkişi raporu” ile yapılabileceğinden eminim.
5
*1nci Ordu Askeri Savcılığından alınan “Bilirkişi Raporu”, Özel Yetkili Beşiktaş
Cumhuriyet Savcılığının iddialarına bir dayanak teşkil etmekte midir?
Hayır etmemektedir.
- Nitekim 1nci Ordu Askeri Savcılığı bu raporla ilgili olarak basında kamuoyunu
yanıltıcı haberler yapılması üzerine bir açıklama yaparak “Bilirkişi Raporu, kamuoyunu
yanıltacak tarzda haber konusu yapılarak, söz konusu dökümanların gerçek olduğu izlenimi
yaratılmaya çalışılmıştır” ifadesini kullanmıştır.
- Sözkonusu Bilirkişi Raporu’nun 3ncü Maddesinde “incelemenin dayandığı
faraziye” açıkça belirtilmiştir. Faraziyenin yanlış anlaşılması ve yorumlanmasının önlenmesi
amacıyla, anılan raporun 3ncü maddesinde yeralan birinci cümleyi aynen tekrarlayalım:
“Bu rapor, 1nci Ordu K.lığı Askeri Savcılığı tarafından incelenmek üzere tarafıma
teslim edilen dökümanların 05-07 Mart 2003 tarihleri arasında 1nci Ordu K.lığında icra edilen
Plan Semineri öncesinde, icrasında ve sonrasında kaleme alınan “gerçek nüshaları” ile aynısı
olduğu faraziyesine dayanarak hazırlanmıştır.”
- Anılan raporda Balyoz planının gerçekliği sorgulanmamış, planın gerçek olduğu
varsayımından hareket edilmiştir. Ancak Plan Seminerinde EGEMEN Harekat Planının
tartışılıp tartışılmadığının açıklığa kavuşması için Seminere Üst Komutanlıklardan katılan
gözlemci Raporlarının incelenmesi, Seminer Sonrası Planlarda değişikliklere gidilip
gidilmediğinin araştırılmasını, 1nci Or. K.lığının Seminer Sonrası KKK.lığına gönderdiği
Seminer Sonuç Raporunun incelenmesini istemiştir. Aynı talepleri, ‘iğrenç iddialar’
basında ilk çıktığı günden itibaren benim de televizyon ekranlarına çıkarak yapmış
olduğum hatırlanacaktır.
6
* 05-07 Mart 2003 tarihinde icra edilen 1nci Ordu Plan Semineri’nde, EGEMEN
Harekat Planı’nın görüşülmediği ve uydurma BALYOZ planının görüşülüp, müzakere
edildiği iddiasının geçersizliğini kanıtlayan hususlar:
- Plan Seminerinin icrasına ilişkin Ordu Komutanı olarak yayınladığım bir emirde,
Seminerde yapılacak takdim, konuşma ve müzakerelerin tamamının kayda alınmasını istedim.
Bu konudaki emrimin gereğinin yapılması için, bir sureti aynı zamanda Ordu Muhabere Bilgi
sistemleri Başkanlığına (MEBS) da gönderilmiştir.
- Verdiğim emir doğrultusunda Ordu Plan Semineri başından sonuna kadar kayda
alındığı için ses kayıtları bulunmaktadır.
- Savcılığın elinde bulunan ve bazı bölümleri basına sızdırılan ses bantları emrim
üzere kayda alınmış ses bantlarıdır.
- Verdiğim emrin bir suretinin savcılıkta olduğunu sanıyorum. Şayet olmadığı iddia
ediliyorsa, aynı konuda soruşturma yapan 1nci Ordu Askeri Savcılığından temin edilebilir.
Esasen belirtilen dönemde 1nci Ordu Muhabere ve Bilgi Sistemleri Başkanlığı görevinde
bulunan Mu. Kd. Alb. Altan BATIBAY, Savcılık tarafından gözetim altına alınarak (22-26
Şubat 2010) sorgulaması yapılmıştır. Savcıların bu suretle, seminer kayıtlarının banda
alınması yolundaki verdiğim emrin gerçek olduğunu öğrendiklerini sanıyorum. Seminerin ses
kayıtlarının tutulmasını isteyiş nedenlerim özetle:
• Seminer Sonuç Raporunun doğru olarak hazırlanması ve verdiğim emirlerin
yanlış anlaşılmasının önlenmesi,
• Eğitim amaçlı olarak, seminere katılmayanlara gerektiğinde bilgi verilmesi,
• Seminer öncesi hiç prova yapılmamış olması nedeniyle, irticalen yapılan
konuşma ve müzakerelerin hangi amaçla yapıldığının tam olarak anlaşılmasını
temin içindir.
7
- Seminer ses kayıtlarının tamamı incelendiğinde, Plan Seminerinde nelerin
görüşüldüğü, kimler tarafından özel takdimler yapıldığı, nelerin müzakeresinin yapıldığı
açıkça görülür.
- Bu kayıtlardan açıkça görülecek husus da, Plan Seminerinde, Balyoz, Suga, Oraj,
Sakal, Çarşaf kod adlı, kendi uçağını düşürmek ve Cami bombalamak gibi inanılmaz
hazırlıkları içeren bir darbe planının hiçbir suretle görüşülmediğidir.
- Ses kayıtları 05-07 Mart 2003 tarihlerinde icra edilen 1nci Ordu Plan Seminerinde,
sadece ‘1nci Ordu EGEMEN Harekat Planı’nın, jenerik bir senaryo çerçevesinde, Ordunun
Sakarya nehrine kadar uzanan geri bölgesinin güvenliğini de kapsayacak şekilde irdelendiğini
açıkça ortaya koymaktadır.
- ‘Jenerik Senaryo’, seminerin icra edildiği gerçek zaman dilimindeki dış ve iç siyasi
ve askeri durumu değil, ileride, daha doğru bir deyişle, geleceğe ait bir zaman diliminde
meydana gelebilecek siyasi ve askeri olayları gerçekmiş gibi ele alarak, irdelenen EGEMEN
Harekat Planının ve bu plana dahil Geri Bölge Emniyeti için hazırlanan Planların yeterli olup
olamayacağını saptamak için hazırlanmıştır.
- Hazırlanan Senaryonun, Seminerin başlangıcında Birinci Ordu Harekat Başkanı
tarafından özel bir takdimi yapılmıştır. Bu takdimin de Ses Kayıtları bulunmaktadır.
İncelendiğinde görülecektir ki uyduruk Balyoz Harekat planındaki “Durum” başlığı ile tasvir
edilen siyasi ve askeri gelişmelerle hiçbir bağlantısı yoktur.
- 05-07 Mart 2003 tarihinde icra edilen Ordu Plan Semineri için hazırlanan Jenerik
Senaryo’nun özelliği “olasılığı yüksek, en tehlikeli senaryo” olmasıdır.
- EGEMEN Harekat Planı ile birlikte Seminerde görüşülen bütün hususlar, yapılan
özel takdimler ve imal edilen sahte Balyoz Harekat Planı bir bavul içerisinde işbirlikçi ellere
teslim edildiği ve gazetelerde bir “Pehlivan Hikayesi” gibi tefrika edildiği için, gerçek plan ve
Seminerde müzakere edilen hususlar üzerinde verilmiş gizlilik derecesinin artık hiçbir anlam
ve önemi kalmamış bulunmaktadır. Bu nedenle kamuoyunda yaratılan korku ve kuşkuların,
bilgi kirliliğinin giderilmesi benim için bir ödev haline gelmiş bulunmaktadır. Bu
8
sorumluluğu yerine getirmek amacıyla aşağıdaki hususları kamuoyunun bilgilerine
sunuyorum:
• Bilindiği gibi komşumuz (Yunanistan) EGE Denizi’nde kara sularını 12 mile
çıkarma hakkına sahip olduğunu iddia etmektedir.
• Komşumuzun böyle bir karar vermesi durumunda ülkemizin Batı’dan açık
denizlere çıkma imkanı kalmayacağı için, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından
komşumuzun “Karasularını 6 milin ötesine çıkarması durumunda bunu harp sebebi
sayacağına” ilişkin halen de yürürlükte olan bir kararı bulunmaktadır.
• EGEMEN Harekat Planı, TBMM’nin verdiği bu kararın, Hükümet tarafından
uygulanmasına ilişkin direktif alındığı zaman 1nci Ordu K.lığınca yürürlüğe
konması için hazırlanmıştır.
• Seminerde yapılan irdeleme ve müzakerelerin zeminini teşkil eden Jenerik
Senaryo, ülkemizin dışarıdan iki cepheye angaje olması durumuna
dayandırılmıştır.
• Savcılığın elinde de bulunan gerçek Jenerik Senaryoda “Türkiye’nin Irak’a
müdahalesini gerektiren bir durum” yaratılmış, bu nedenle 1 nci Ordu
Birlikleri’nin bir bölümü Türkiye’nin Güneydoğu’suna 2nci Ordu Bölgesi’ne
kaydırılmıştır.
• Jenerik Senaryoda, Ülkemizin iki cephede tehdit altında kalması, Batı’daki
komşumuzun da karasularını 6 milin ötesine çıkarma yolunda bariz adımlar
atmaya başlaması ile ortaya çıkmakta olduğu farz ve kabul edilmiştir.
• Jenerik Senaryo’nun ‘olasılığı en yüksek, tehlikeli bir senaryo’ olarak
nitelendirilmesinin nedeni, komşumuzun gerçekten kara sularını 6 milin ötesine
çıkarma gibi bir niyeti varsa, bu kararını ülkemizin en zayıf bir anında (iki cephede
aynı zamanda angaje olması halinde) gerçekleştirmek isteyeceğinin olasılık
bakımından daha yüksek olmasıdır. Çünkü EGE’de yapılacak emrivakilere
Türkiye’nin tepki göstermesinin, başka bir cephede (Güney Cephesinde) kuvvetleri
9
ile angaje olması durumunda, istenen ölçüde şiddetli ve geniş kapsamlı
olamayacağı aşikardır.
• Plan Semineri’nde, belirtilen bu senaryo çatısı çerçevesinde 1nci safhada
EGEMEN Harekat Planının uygulanıp uygulanamayacağı ele alınmış, ağırlıklı
olarak da 1nci Ordu Bölgesinde düşmanın sabotaj, tahrip ve tahrikleri ile ortaya
çıkabilecek İRTİCAİ ve BÖLÜCÜ eylem ve kalkışmalara karşı, bölgede tahsis
edilen ve seferde teşkil edilecek kuvvetlerin yeterli olup olamayacağı irdelenmiştir.
• Plan Seminerinin bu bölümünde yapılan müzakerelerde gerek benim yaptığım
konuşmalar ve gerekse diğer katılımcıların yaptıkları özel takdimler, parça parça
kullanılarak, kamuoyunda bilgi kirliliği ve kuşkuları yaratılmaya çalışılmıştır.
Yapılan takdimlerin ve konuşmaların bütünü ele alındığında, yaratılan Senaryoya
dayalı olarak, mevcut durum değil, gelecekte ortaya çıkabilecek bir durumda, Geri
Bölge Emniyeti (sadece 1nci Ordu’ya ait), Sıkıyönetim sorunlarının ele alındığı
açıkça görülecektir.
• Ordu Plan Semineri’nin 2nci Safhasında, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Irak’a
zamanında müdahalesi sonucunda, Irak’ta ortaya çıkan sorunlar ulusal
çıkarlarımıza uygun olarak çözüme kavuşturulduğu, 1nci Ordu Birliklerinden
Güneye kaydırılanlarla, Ordu emrine girecek bütün birliklerin Plan görevlerini icra
edecekleri bölgelere intikal ettikleri farz ve kabul edilmiştir. Jenerik Senaryoda bu
safha için, birinci safhadan daha farklı bir zaman dilimi kabul edilmiş, Plan
Semineri cereyan tarzı planına uygun olarak yapılan müzakerelerle sona
erdirilmiştir.
• Plan Seminerinin gerek birinci ve gerekse son safhası olan ikinci safhasında
yapılmış olan takdim ve müzakerelerin verdiğim emir uyarınca seminerin icrası
esnasında alınan ses kayıtları savcılığın elinde bulunmaktadır. Beşiktaş
Cumhuriyet savcılığında sorgulanmam sırasında bu hususları gündeme
getirdiğimde, Sayın Savcı EGEMEN Hareket planının gizli olması nedeniyle bu
hususları ortaya çıkarmadıklarını, ayrı muhafaza ettiklerini ve bunlar üzerinde
söyleyecek bir hususları bulunmadığını ifade etmiştir.
10
• İddia edildiği gibi seminerde bir darbe planı müzakere edilmiş olsaydı Genel
Kurmay Başkanlığı ve K.K.K’ndan gelen gözlemciler dahil toplam 29 General 162
subayın katıldığı seminerde buna şahitlik edecek ‘gizli tanık’ dahil hiç kimse
bulunamamıştır.
• 05-07 Mart 2003 tarihlerinde Ordu Plan Semineri maskesi altında herhangi bir
toplantı yapılmamıştır.
• BALYOZ Operasyonu kapsamında her rütbe ve sınıftan muvazzaf ve emekli
neredeyse yüze yaklaşan belki de geçen personelin ifadesine başvuruldu. Kimi
gözaltına alındı, kimi tutuklandı. Kimisi de serbest bırakıldı. Bunca personel
arasından bir kişi de olsa Sayın Savcılarımızın iddialarına destek veren kimse oldu
mu? Sanmıyorum. Bulunsaydı işbirlikçi basın bunu manşetten verirdi. Bu konuda
Ordu Karargahı’ndan hanım sekreterlerin, yazıcıların dahi ifadelerine
başvurulduğunu üzülerek öğrendim. Bunca insanın benim “suçluluğumu ispat
etmek” ve bu amaçla bir delil bulma uğruna tedirgin edildiklerini öğrenmenin bana
çok acı geldiğini söylemeliyim.
* BALYOZ Hareket Planının bilgisayarda ‘Kopyalama ve Yapıştırma’ metodu ile imal
edildiğini açıkça ortaya koyan gerçekler:
- Anılan uyduruk plan 02 Aralık 2002 tarihini taşımaktadır. Planın ilginç yanı, AKP
Hükümeti’nin kuruluşundan en fazla 15 gün geçmiş olmasına rağmen, planda durum başlığı
altında tasvir olunan siyasi ve ekonomik gelişmeler AKP iktidarının 2003-2007 döneminde
attığı adımların ve icraatının sonuçları ile birebir örtüşüyor olmasıdır. AKP’nin ülkemizde
yaptıkları ile ortaya çıkan siyasi ve ekonomik gelişmeler 2002 tarihinde bir plana nasıl ilham
kaynağı olabilir sorusu hiç mi akla gelmemektedir merak ediyorum. Bu durum, belli amaçla
uyduruk ve iğrenç senaryo üretim merkezinde görevli personellerin, biraz kıt zekalı, biraz da
tembel oluşlarını kanıtlamaktadır. Zira 2003-2007 döneminde ülkemizdeki gelişmeler ve bazı
değerlendirmeler 2002 tarihli plana ilham kaynağı olmakla kalmamış, bazen aynen (birebir)
kopyalanıvermiştir. Şimdilik bu konuda basına da intikal eden bir örnekleme vermekle
yetinelim:
11
• 2 Aralık 2002 tarihli olduğu iddia edilen Balyoz Hareket Planı’ndan bir alıntıyı
aynen aşağıya çıkarıyorum.
“Cumhuriyetin kuruluş yıllarında kalkınmada uygulanan ulusal model ile
çeşitli sahalarda büyük başarılar elde edilmiştir. Bu dönemde uygulanan model
ile ülkemiz Belçika’ya uçak ihraç edecek seviyeye ulaşmıştır. Ancak 1945
yılından sonra ülkemiz tekrar siyasi, kültürel, ekonomik yönlerden kuşatma
altına alınmış; Batılı Devletler Atatürk döneminde hayata geçiremedikleri
SEVR projesini AB, IMF ve Dünya Bankası yoluyla uygulamaya
başlamışlardır.”
• Şimdi ise Sayın Haydar Baş’ın Milli Ekonomi Kongresinde yaptığı 27 Kasım
2005 tarihli kapanış konuşmasından bir alıntıyı aşağıya alıyorum.
“Devletimizin kurucusu Atatürk’ün döneminde yani 1938’e kadar çeşitli
sahalarda kalkınma plan ve projeleri uygulanmış ve çok büyük başarılar elde
edilmiştir. Bu dönemde kalkınmada uygulanan Milli Model ile ülkemiz
Belçika’ya uçak ihraç edecek seviyeye ulaşmıştır. Fakat Atatürk’ten sonra ülke
tekrar siyasi, kültürel, ekonomik vs. topyekun bir kuşatma altına alınmış, Batılı
devletler, Mustafa Kemal döneminde hayata geçiremedikleri SEVR Projesini
AB, IMF ve Dünya Bankası yoluyla gerçekleştirmeye başlamışlardır.”
- Uydurma Planın detaylı tetkiki halinde, benzer kopyalama ve yapıştırma işlemlerinin
bolca bulunacağından hiç kuşku duymuyorum. İmza blokunun bile askeri teamüllere göre
açılmadığı; imzasız (elektronik bir imza da bulunmamaktadır) mezkür planın uydurma olduğu
her yönü ile sırıtmaktadır.
12
* Birinci Ordu Komutanlığının 05-07 Mart 2003 tarihleri arasında icra ettiği
Ordu Plan Seminer’inin Jenerik Senaryosu ve Cereyan Tarzı Planının Üst
Komutanlardan gizlendiği iddia edilmektedir.
- Plan Seminerleri Üst komutanlıklarca yayınlanan genel direktifin ana çerçevesinde
hazırlanır, detaylar üst Komutanlıklarca belirlenir ve icra edilir. Bu kapsamda EGEMEN
Hareket Planının Ordu Plan Seminerinde incelenmesi hususu da Üst Komutanlıkça
belirlenmiştir.
- Birinci Ordu Komutanlığınca EGEMEN Hareket Planının irdelenmesi için
hazırlanan Jenerik Senaryonun ‘En yüksek olasılığa sahip, en tehlikeli Senaryo’ oluşu
nedeniyle başlangıçta yanlış anlaşılmasından kaynaklandığını gördüğüm bir nedenle üst
makamdan (K.K.K.lığından) bir itiraz mesajının gönderildiğini anımsıyorum. Bu durumun
Üst makamın hatırladığım kadarıyla sadece Ordu Plan seminerinde, ‘Geri Bölge Emniyeti’ ve
‘Sıkıyönetim Konuları’nın tartışılacağı konusunda bir ‘zehaba’ (sanıya) kapılmalardan
kaynaklandığı anlaşılmıştır. Nitekim, Plan Seminerinin icrasından çok önce, üst ve ast
Komutanlıklara gönderilen 1. Ordu Plan Semineri Cereyan Tarzı Planına herhangi bir itiraz
gelmemiş, plan semineri de belirtilen Cereyan Tarzı Planın ana hatlarına tamamen uyularak
icra edilmiştir.
- Ordu Plan Seminerine Gn. Kur. Başkanlığından ve Kara Kuvvetleri
Komutanlığından Generallerin başkanlık ettiği heyetler gözlemci olarak katılmıştır. 05-07
Mart 2003 tarihinde icra edilen Ordu Plan Seminerine Gnkur. Heyet Bşk. olarak katılan
General bugün Orgeneral rütbesi ile aktif görevde bulunmaktadır. Aynı şekilde, K.K.K.ğının
gönderdiği heyetin başındaki generalde bugün Korgenaral rütbesindedir. Sorgulanmam
sırasında Ordu Plan Seminerine katılan ve bugün aktif görevde olduklarını ifade ettiğim
Generallerin kimliklerinin Sayın Savcı tarafından bilindiği de ortaya çıkmıştır. Benim bu
kişilerin isimlerini buraya yazmayış nedenim onların da gereksiz yere tedirgin olmamaları için
gösterdiğim hassasiyet nedeniyledir.
13
* BALYOZ davasında siyasi kişilerin Müdahalesi veya siyasetin gölgesi varmıdır?
Bu konuda ben sadece yaşadıklarımı ve şahit olduğum hususları anlatmakla
yetineceğim. Şimdilik eldeki verilerle bu konudaki kararın kamuoyunca verilmesini
istiyorum:
- 22 Şubat 2010 saat 10:00 civarında Sayın Savcı Ali Haydar’ın nezaretinde
konutumun aranmasına başlandı. Savcı tarafından bana üç savcı tarafından (Bilal Bayraktar,
Mehmet Berk, Ali Haydar) birlikte imzalanmış bir ‘Arama Müzekkeresi’ verildi. Bu
müzekkerede ‘ŞAYET’ aramalarda bir suç unsuru bulunursa, yakalanmam ve gözaltına
alınmam’ yolunda bir ibare bulunmaktaydı.
- Gerek Harp Akademilerinde ikamet ettiğim ve gerekse Bodrum’daki yazlık evimde
yapılan ve saat 16:00 civarında aynı gün biten aramalarda savcı dahil aramayı yapan personel
tarafından ‘hiçbir suç unsuru bulunmadığı’ yolunda bir tutanak hazırlanarak bana ve
avukatlarıma verildi.
- Sayın Savcı Ali Haydar aramayı yaptıktan ve arama tutanağını imzalattıktan sonra,
kendisini uğurlayan Merkez Komutanlığından görevlendirilmiş personel’e ‘benim
yakalanarak, İstanbul Emniyeti Terörle Mücadele birimince görevlendirilen ekibe teslim
edilmem’ yolunda şifahi bir emir verdiğini öğrendim. Avukatlarım kendisine telefonla
ulaşarak, arama kararındaki ‘yeni bir delil, suç unsuru bulunması’ yolundaki şartı hatırlattı.
Savcının arkadaşlarına danışacağını, bu konuda haklı bulunduğumuzu belirttiğini öğrendim.
- Bunun üzerine aynı gün (22 Şubat 2010) saat 19:00 sularında arama kararını veren üç
savcı, verdikleri arama kararındaki ‘suç unsuru bulunması’ koşulunu yok sayarak yeni bir
‘Yakalama Müzekkeresi’ imzalayarak İstanbul Emniyet Müdürlüğüne faks ile göndermiş ve
bu suretle İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesinden tefrik edilen bir tim
marifeti ile nezarete alınmam sağlanmıştır.
- 22 Şubat 2010 günü İstanbul Beşiktaş Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığınca konan
‘arama, yakalama ve gözaltı’ operasyonlarının belirli bir merkezden bir ‘Cereyan Tarzı’
planına uygun olarak sevk ve idaresinin yürütülmeye çalışıldığı konusunda ciddi kuşkularım
14
var. Bunun nedeni şahsımla ilgili arama ve gözaltı olaylarının bir zaman cetveline uygun
olarak TRT ekranlarında önceden yayınlanmasıdır. Daha evimde arama yapılırken gözaltına
alınarak Emniyete götürüldüğüm konusunda haberi TRT-2 yayınlamış, gözaltına alınmam ise
haberin çıkmasından asgari 4 saat sonra gerçekleşmiştir.
- 22 Şubat 2010’da saat 19:00 da yakalama işlemi tamamlanmasına müteakip, yasal
prosedürün gerektirdiği hususların yerine getirilmesinden sonra aynı gün İstanbul Emniyet
Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesinde ‘misafir’ edilmeye başlandım. Emniyette ‘susma
hakkımı’ kullanacağımı ifade etmeme rağmen azami gözaltı süresinin dolmasına yakın bir
zaman önce Sayın Savcı Bilal Bayraktar ve akabinde Hakim Ali Efendi Peksak karşısına
çıkarıldım.
- Savcılıkta sorgum 10:30 da başladı ve 15:30 da sona erdi.
- Sayın Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı’nın Beşiktaş Adliyesi’nden ayrılması ise saat
16:00 sularında gerçekleşti. Nereye gittiği ve kiminle yemek yediği kendi beyanları ile
sabittir.
- Sayın Hakim Ali Efendi Peksak tarafından sorgumun yapılmasına başlanması 21:50
de gerçekleşmiştir.
- Sorgulamayı yapan Savcı Sayın Bilal Bayraktar’ın bir vesile ile yaptığı özel bir
beyanın görülmekte olan davada siyasilerin bir gölgesi olup olmadığı konusunda bir fikir
verebileceğini sanmam nedeniyle, savcının sarfettiği sözlerini mealen aşağıya aktarıyorum:
“Evet, üst düzey yöneticilerden bana bu davaya ilişkin telefon edildi. ‘Sen gençsin,
bunları tanımazsın ha!’, yolunda telkinlerde bulunmaya çalışıldı. Ben de kendilerine üç
çocuğumun bulunduğunu ve maaşımdan başka bir gelirim bulunmadığını, ancak doğru
bildiğimi yapacağımı ifade ettim.”
- Savcılık sorgusu ile nöbetçi Hakimce sorgunun başlaması arasında tam 5 saat 20
dakika geçmiştir. Nöbetçi Hakim Sayın Ali Efendi Peksak’ı uzunca bir süre bekledik. Nerede
olduğunu soruşturduğumuzda, katipler tarafından ‘yemekte’ olduğunu öğrendik! Bu demektir
ki Sayın Çolakkadı yemekte iken Sayın Peksak da yemekte imişler! Bu konuda gerekli
soruşturma yapılması için avukatlarım tarafından HSYK nezdinde girişimde bulunulmuştur.
15
- Hakim ve savcılarımızın Adalet Bakanlığı Müsteşarı ile görüşerek karar vermiş
olabileceği yolunda bir kuşku duyulması dahi adil yargılamaya gölge düşürmez mi?
4 no’lu Silivri Kapalı Ceza infaz Kurumu’nda hayat, kurumda görevli personelin
gösterdiği ‘iyi niyete rağmen’ bir ceza niteliği taşımaktadır. Şayet burada iseniz, sizin
‘şüpheli’, ‘sanık’ veya ‘hükümlü’ olmanız fark etmiyor. İlgili Tüzük gereğince Cezaevi
içerisinde tutuklu ve hükümlülerin tabii olduğu bütün kısıtlamalar aynı. Daha başka bir
deyişle yargısız infaz ediliyor, hükümlü gibi ceza çekiyorsunuz.
Her gün üzeriniz aranıyor, ayakkabınız çıkartılıyor, haftada ancak bir gün olan (15 dk)
telefonla görüşme hakkımı, ABD’deki kızımla konuşmak istediğim de kullanamıyorum
kızımın telefon faturası isteniyor.
Cezaevi yetkililerine benim hükümlü değil tutuklu olduğumu söylediğimde 5275
Sayılı yasaya bağlı olarak 20 Mart 2006 tarihinde Bakanlar Kurulunun 200/10218 sayı ile
onayladığı tüzüğün 186. maddesini okudular. Hükümlülerin Ceza İnfaz Kurumlarında tabi
olacağı hükümleri belirtilen Tüzük 186. maddesinde aynen şu ibare yer almakta:
Kısıtlamaları belirleyen maddeler sıralanarak “………..maddeleri tutukluluk halleriyle
uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir.”
Sonuç itibariyle sizin tutukluluk halinizle uzlaşsa da uzlaşmasa da hükümlüler gibi
ceza görmeye devam ediyorsunuz. İntikam ve rövanş peşinde olanların bu durumdan
memnuniyetlerini tahmin etmek zor değil. Ayrıca belirtilen maddedeki ‘uygulanabilir’
kelimesi, kurumun bir Cezaevi oluşu nedeniyle olacak, ‘kesinkes uygulanır’ olarak
algılanıyor.
Hedef ben miyim, yoksa henüz tam teslim alamadıkları bir kurumu daha fazla ezmek
ve baskı altına almak mıdır, kararı sizler verin! Saygıdeğer hakimlerimize, savcılarımıza,
politikacılarımıza, dışarıda olanlar işlenen hukuk cinayetlerini bir seyirci gibi izleyenlere
duyurulur. Hukuk belki bir gün size de lazım olabilir…
16
Benim haykırışım, zihinleri önyargılarla şartlanmamış, ‘yüreklerinin kulakları sağır’
olmamış, iz’an ve insaf sahibi olanlar içindir. Çektiğim acılar, yüreğimin burkulması beni
nereye götürürse götürsün dik duruşumu kimse bozmaya muktedir olamayacaktır. Dayanma
gücümü yaşananların bir nebze daha halkımızın aydınlanmasına katkı sağlayacağına olan
inancımdan alıyorum…
Saygılarımla… 15.02.2010
ÇETİN DOĞAN
4 Nolu Silivri Kapalı
Ceza İnfaz Kurumu
‘B’ Blok 9 Alt Koğuşu
Çetin Doğan, (d. 1940, Maçka, Trabzon) Türk asker, emekli orgeneral.

1960 yılında Kara Harp Okulunu tamamlayan Çetin Doğan, 1961de Topçu Okulunu bitirdi. Doğan 1987 yılında tuğgeneral rütbesine yükseldi. Ardından; Genelkurmay Komuta Kontrol Daire Başkanlığı, 1. Zırhlı Tugay Komutanlığı, Genelkurmay Plan Harekat Daire Başkanlığı, 4. Kolordu Komutan Yardımcılığı, 1. Mekanize Tümen Komutanlığı, Genelkurmay Harekat Başkanlığı ve Jandarma Asayiş Komutanlığı görevlerini icra etti.

1999da orgeneralliğe terfi eden Doğan, Ege Ordu Komutanlığının başına geçti. 2004 yılında 1. Ordu Komutanı iken emekli oldu. 28 Şubat sürecinde Batı Çalışma Grubunun başkanlığını yapmıştır.

2003 yılında 1. Ordu Komutanı iken Balyoz Darbe planı iddialarına sebep olan dosyaları hazırladığı iddia edilmektedir. Çetin Doğan bu haberler üzerine yaptığı açıklmada suçlamaları reddetti ve söz konusu planın bir darbe planı değil bir harp oyunu senaryosu olduğunu iddia etti.



"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

Hiç yorum yok: