4 Nisan 2009 Cumartesi


Gerçek Ulusalcı aydınımız Yılmaz DİKBAŞ’ın son makalesi az önce elime geçti. Sarı gelin belgeselinin okullarda gösterilmesinin yasaklanması üzerinde çok fazla durulmadan geçildi. Ajandama detaylarını araştır diye not düştüm.Fakat; gündem o kadar yoğun ki yetişmek mümkün olmuyor. Yılmaz Bey tam bu aşamada sanırım son noktayı koymuş. Ne acıdır ki; biz hümanist duygularla dünyaya bakarken, bakmayı çocuklarımıza öğretirken, milliyetçiliği ırkçılık gösteren prof. ön ekli bir sürü Truva atımız varken birileri savaş tam tamları çalıyor.

İyilik ve kötülüğün bilek güreşi bu.

Sizi Sayın Yılmaz DİKBAŞ’ın yazısıyla baş başa bırakmadan önce heykeli dikilmiş İngiliz hümanist ressamın, Çanakkale’ye gelirken döktürdüklerini hatırlatmak istiyorum.


BU İNANILAMAYACAK KADAR GÜZEL BİR ŞEY

TALİHİMİZİN BİZE BU KADAR YARDIM EDECEĞİNİ HİÇ SANMIYORDUM.

GİDİYORUZ.

GALATA KULESİ 15 PUSLUK TOPLARIMIZLA YERLE BİR EDİLECEK

DENİZ KANA BOYANIP, LEŞLE DOLACAK

AYASOFYA’NIN MOZAİKLERİNİ, HALILARINI YAĞMA EDECEĞİZ.

TÜRK KIZLARI BENİM OLACAK.

İNANIYORUM Kİ BİR DEVRİN KAPANACAĞINA ŞAHİT OLACAĞIM

TANRIM HAYATIMDA BU KADAR MESUT OLMAMIŞTIM.

Rupert Brooke

Gönüllü olarak savaşa giden İngilizlerin HÜMANİST şairi ne yazık ki sinek ısırdı ve Çanakkale’ye gelemeden öldü. Ama onun tarihe utanç olarak geçmiş bu cümleleri kaldı.

Ben artık bir şey diyemiyorum.

Saygılar.

l.k


SARI GELİN


Sizlere bu yazımda bugüne kadar izlemiş olduğum çok önemli dört ayrı belgeselden söz edeceğim.


İngiltere’de üniversite öğrencilik yıllarımda televizyonda, kısaca ‘Holokost’ denilen onlarca ‘Yahudi Soykırımı’ belgeseli izledim.

İkinci Dünya Savaşı sırasında, Almanya’da Nazilerin; kadın, erkek, genç, yaşlı, çocuk, hasta, tümü masum Yahudileri evlerinden, işyerlerinden, sokaklardan, yollardan toplayarak götürüşleri…Hayvan ve yük vagonlarına tıka basa dolduruşları ve günlerce pislik ve perişanlık içinde geçen yolculukları…Elektrik verilmiş tel örgülerle, köpeklerle ve makineli tüfekli SS’lerle çevrili toplama kamplarına getirilişleri…

Auschwitz, Treblinka, Birkenau, Lublin, Maydanek, Dachau, Babi Yar, Buchenwald, Bergen-Belsen başta olmak üzere yüzlerce toplama kampı, daha doğrusu, ölüm kampları…

Bu ölüm kamplarında dayaklar, işkenceler, çıplak, aç ve susuz bırakmalar, köpeklere parçalatmalar, genç kızların ırzlarına geçmeler, küçücük çocukların çekiçlerle vura vura öldürülmesi, toplu olarak kurşuna dizmeler, bir defada 2 500 masum insanın Siklon B gazı verilerek öldürüldükleri gaz odaları…Bir günde 22 000 cesedin yakıldığı fırınlar, kadınların ve kızların saçlarının kesilmesi, demir kancalarla ölülerin ağızlarının açılması, altın dişlerin çekiçlerle kırılıp alınması…

Bu kamplarda Faşist Almanlar 6 milyon masum Yahudi ve 1 milyon masum Çingeneyi öldürdüler. Öldürülen suçsuz Yahudilerin 1,5 milyonu 12 yaşından küçük çocuklar

Belki de şaşıracaksınız ama, izlediğim bu belgesellerde kullanılan filmlerin önemli bir bölümü Hitler’in propaganda bakanı Goebbels tarafından çektirilmişti! Naziler, gelecek kuşaklara işlemiş oldukları marifetleri belgeli olarak iletmek istemişler!

Bu belgeselleri her izleyişten sonra yaşamış olduğum ruhsal durumu bugün sizlere anlatmam çok zor. Her belgeselden sonra ruhsal bir deprem, her belgeselden sonra allak bullak oluş, her belgeselden sonra tanımı olanaksız bir iğrenti, nefret, öfke ve utanç duygusu…

Bu belgeselleri izledikten bir süre sonra şu bilince ulaştım.

Nazi Almanya’sında yapılmış olan bu soykırım asla unutulmamalıydı. Yapılanlar her kuşağa tekrar tekrar gösterilmeli, faşizmin ve ırkçılığın hangi boyutlara varabileceği, özellikle gençlere anlatılmalıydı.

Yazar Öner Yağcı, Yahudi Soykırımın unutturulmasını, belleklerden silinmesini, toplumun körleştirilmesi, sağırlaştırılması, duyarsızlaştırılması, vicdansızlaştırılması ve ahlâksızlaştırılması olarak değerlendirmektedir.<!--[if !supportFootnotes]-->[1]<!--[endif]-->

İngiltere’de üniversite öğrencilik yıllarımda izlemiş olduğum Holokost belgesellerinin, dönemin eğitimcileri, yazarları ve tarihçileri tarafından, özellikle çocuklar tarafından izlenmesi öneriliyordu. İngiltere’de o dönem, bir tek eğitmen, akademisyen, yazar, çizer çıkıp ta, bu belgeselleri izletmekle çocukların ‘ruhuna tecavüz ediyorsunuz’ dememişti.


Avustralyalı araştırmacı gazeteci John Pilger, Körfez Savaşı’ndan sonra birçok kez Irak’a gider, araştırmalar yapar, fotoğraflar çeker, görüşmeler, söyleşiler yapar ve bu bölgeyi en iyi tanıyan, en yansız araştırmacı olarak ünlenir. John Pilger sonunda, Irak’la ilgili tüm birikimlerini kullanarak bir belgesel hazırladı ve bu belgesel

6 Mart 2000 günü İngiltere’de ITV Televizyonu tarafından yayınlandı.

Ben bu belgeseli izledim.

Belgesel, hemen savaş sonrası Basra’da bir hastanede çekilmiş görüntüler, görevli doktorlarla yapılan söyleşilerle başlıyordu.

Dokuz yaşında bir kan kanseri hastası yatakta yatıyor. Tedavisi olanaksız, çünkü gerekli ilaçlar yok! ABD, savaş sonrası Irak’a ambargo koymuş. Irak’a yiyecek maddeleri ve ilaç göndermek yasak!

Iraklı doktor konuşuyor:

“Körfez Savaşı’ndan önce, ayda en çok 3-4 kanser hastasıyla karşılaşırdık. Şimdi her ay 30-35 hastamız kanserden ölüyor.”

ABD, savaş sırasında Iraklı sivillerin üzerine 900 binden fazla uranyum mermisi atmış, yakın gelecekte Iraklı halkın yüzde 40-48’nin kansere yakalanacağı tahmin ediliyor…

Beş buçuk yaşında, gözlerinde zeka parıldayan sevimli çocuk, Hodgink hastası. İlaç olsa, kurtulma olasılığı yüzde 95. Ama ilaç yok, güzel gözlü çocuk yatağında ölümü bekliyor…

Yalnız kanser ilaçları ve ağrı kesiciler değil, morfin de ABD’nin ambargosu kapsamına alınmış…Ağrı içinde kıvranan hastalar

Yaşlı başlı doktorlar, çaresizlikten hastane koridorlarında gizli gizli ağlıyorlar

Ben bu belgeseli, tüm ayrıntılarıyla, “Amerika’nın Irak Yalanları” adlı kitabımda anlatmıştım.<!--[if !supportFootnotes]-->[2]<!--[endif]-->

John Pilger’in bu belgeseli, yoğun istek üzerine, İngiliz televizyon kanallarında birçok kez gösterildi. O dönemde İngiltere’de hiçbir eğitmen, akademisyen, yazar ya da çizer ortaya çıkıp ta, bu belgeseli izletmekle “çocukların ruhuna tecavüz ediyorsunuz” dememişti.


17 Haziran 2001 günü, İngiliz BBC Televizyonu’nun ‘Panorama’ adlı programında, ‘The Accused’ yani, ‘Suçlanan’ adlı çok çarpıcı bir belgesel yayınlandı.

Ben bu belgeseli de izledim.

Bu belgeselde, 1982 yılında İsrail’in Lübnan’a saldırısı sırasında Sabra ve Şatila mülteci kamplarında yaşanan vahşi katliamlarda, Ariel Şaron’un oynamış olduğu rol tüm ayrıntılarıyla anlatılıyordu.

Bu belgeseli izleyenler, sunucunun da vurguladığı gibi, Şaron’un uluslararası bir mahkemede ‘birinci derecede’ savaş suçlusu olarak yargılanması gerektiğine inanmışlardı.

Bu belgesel, Eylül 1982’nin kanlı olaylarını gerçek çekim olarak ekrana getirdi. Erkek, kadın ve çocuk 800 sivil Müslüman Filistinlinin, toplanıp mezbahada hayvan kesilir gibi nasıl vahşice doğrandığı açık seçik izlendi. Uluslararası Kızıl Haç örgütü, toplam ölü sayısını 2 750 olarak veriyordu.

Bu belgesel, Sabra ve Şatila’da katledilmiş çoğu yaşlı erkek, kadın ve çocuğun kurşunlanarak öldürülmemiş olduğu gerçeğini milyonlarca izleyicinin gözleri önüne serdi: Kurbanlar, kurşunlanarak değil, işkence edilerek öldürülmüşlerdi. Her taraf parça parça edilmiş cesetlerle doluydu…

Belgeselin sunucusu, bu kan dondurucu manzaraya bakıp, bu vahşetin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra görülmüş en barbar katliam olduğunu söylemekten kendisini alamamıştı.

BBC Televizyonu’nun bu belgeseli, yoğun istek üzerine birkaç kez daha yayınlandı, diğer televizyon kanallarında da gösterildi.

O dönem İngiltere’de hiçbir eğitmen, akademisyen, yazar ve çizer ortaya çıkıp, bu belgeseli izletmekle çocukların ‘ruhuna tecavüz ediyorsunuz’ demedi. Tam tersi bir gelişme yaşandı. 21 Kasım 2001 günü bu belgesel, İngiliz Parlamentosu’nun gündemine girdi. Parlamento, bu belgeseli hazırlayıp yayınlayan BBC Televizyonu’nu açıkça kutladı.

Bu belgeselle ilgili geniş bilgiyi, yakında çıkacak olan ‘Efendi Teröristler’ adlı kitabımda tüm ayrıntılarıyla anlattım.<!--[if !supportFootnotes]-->[3]<!--[endif]-->


Şimdi sıra geldi son belgesele: “SARI GELİN”.

İki DVD’de toplanmış, yaklaşık 4 saat süren bu belgeseli de izledim.

Yönetmen: İsmail Umaç

Yapımcı: Ahmet Çelenk

Senaryo: Güray Değerli

Danışmanlar: Prof. Mim Kemal Öke, Prof. Nejat Göyünç

Sarı Gelin Belgeseli, 1999 yılında başlayan ve 4 yıl süren bir çalışmanın ürünü.<!--[if !supportFootnotes]-->[4]<!--[endif]-->

Sarı Gelin ekibi, Türkiye’deki arşivlerin yanı sıra yurtdışındaki arşivlerde de tarama çalışmaları yapmış. Rusya Federasyonu, İngiltere, Almanya, Avusturya, İtalya, Fransa, Ermenistan, Azerbaycan, Lübnan, Gürcistan, Amerika Birleşik Devletleri ve Suriye’de devlet ve özel arşivler taranmış.

Sarı Gelin Belgeseli için yurtiçi ve dışında 160 kişiyle röportaj yapılmış. Türkiye’den 23, yabancı ülkelerden ise aralarında birçok Ermeni’nin de bulunduğu 33 akademisyen, 14 politikacı, 13 din adamı, 6 diplomat, 7 gazeteci, 4 sanatçı, 2 işadamı, 2 eğitimci, 7 sivil toplum kuruluşu başkanı ve yöneticisiyle yüz yüze söyleşiler gerçekleştirilmiş. İşte bu kişilerden bazıları:

Dr. Aşod Sogomonyan, Prof. Augusto Sinagra, Prof. Dr. Andrew Mango, Barry Jacobs, Bedros Miriatiyan, Bruce Fein, Harry Ojalvo, Hrant Dink, Prof. Dr. Erich Feigi, Mesrop Mutafyan, Hagop Havatyan, Prof. Radick Martrosyan, Prof. Levon Maraşlıyan, Patric Deveciyan, Samuel A. Weems, Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, Prof. Dr. Enver Konukçu, Prof. Dr. Erol Kürkçüoğlu, Henri Papazyan, Alexander Safaryan, Soren Kataroyan. Sarı Gelin Belgeseli, Ermeni konusuyla ilgili 13 ülkeyi kapsamaktadır.

Belgesel için Türkiye’de 26 bin kilometre, dış ülkelere yapılan seyahatlerde ise 137 bin kilometre yol kat edilmiş.

Sarı Gelin Belgeseli 40’ar dakikalık 6 bölümden oluşmaktadır:

Yüzyılın Kan Davası, Suikastlarla Kazanılan Kimlik, Sessiz Tanık: Arşivler, Katliama Çıkarılan Vize, Kader Birliği, Dostluğu Yeniden Hatırlamak.

Sarı Gelin Belgeselini, T.C. Milli Eğitim Bakanlığı tüm okullara göndermiş, öğrenciler tarafından izlenmesini istemiş. Ve işte bu aşamada medyada, başını Ermenilerden Özür Dileyenlerin çektiği bir çevre kıyametleri koparmaya başladı!

Taraf gazetesinde hukukçu yazar Orhan Kemal Cengiz, Sarı Gelin Belgeseli’nin okullarda izletilmesini şöyle eleştiriyordu:<!--[if !supportFootnotes]-->[5]<!--[endif]-->

“Ruhsal tecavüz konusunda olabilecek en yaratıcı yöntem budur herhalde!”

Yine Taraf gazetesinde, köşe yazarı Halil Berktay, Sarı Gelin Belgeseli hakkında şunları yazıyordu:

“MEB, Genelkurmayın hem de bir Ergenekon sanığına yaptırdığı Sarı Gelin sözde-belgeselini bütün okullara yolluyor. Bu da çocuklar üzerinde dehşet verici bir manevî şiddet uygulaması. Onların ruhuna tecavüz ediyor, bir çocuktan bir katil yaratan karanlık.”


Sarı Gelin Belgeselini izlediğinizde, Ermenistan’daki Ermeni ileri gelenlerin kendi ağızlarından şunları istediklerini duyacaksınız:

  • Türkler, Ermeni soykırımı tanıyacak.
  • Türkiye, Ermenilere 50 milyar dolar tazminat ödeyecek.
  • Ermenistan Anayasasında yazılı, Türkiye’nin 11 ili Ermenistan’a verilecek.

Sarı Gelin Belgeseli’ni izlerken, Ermenistan’daki ilköğretim okullarında 7-12 yaşlarındaki Ermeni çocuklarının her sabah okullarında şu and içme törenini yaptıklarını kalbiniz burkularak dinleyeceksiniz:


“ÖCÜMÜZÜ ALACAĞIZ

AL KARDEŞİM AL

VATANIMIZ İŞGAL ALTINDA

ÖCÜMÜZÜ ALMAK LAZIM

AL KARDEŞİM AL”


Şimdi ben, dünyadaki en iyi 1 000 (bin) üniversite sıralamasına kuyruğundan bile girememiş Sabancı Üniversitesi’nde hocalık yapan Halil Berktay’a soruyorum: 7-12 yaşlarındaki çocuklarına her gün Türklerden öç almaları andını içiren Ermeniler ‘çocuktan bir katil yaratan’ karanlığın ta kendisi değil midir?

Bu soruya doğru yanıt verebilmek için dürüst ve ahlâklı olmak gerekir!

Halil Berktay ve Orhan Kemal Cengiz gibilerden çok şey mi bekliyorum?


Sakın yanlış anlaşılmasın.

Her belgesel gibi, elbette Sarı Gelin Belgeseli de eleştirilebilir.

Ama lütfen dikkat edin, Ermenilerden Özür Dileyenler, Sarı Gelin Belgeseli’ni eleştirmiyorlar!

Bu belgesel okullarda çocuklara gösterilmesin, diyorlar!

Yukarıda adlarını verdiğim iki Taraf gazetesi yazarı başta olmak üzere, Ermenilerden Özür Dileyenler sürekli olarak medyada propagandalarını yürütüyorlar, çocuklarımızın bu belgeseli görmemesi için, Sarı Gelin Belgeseli’nin iki DVD’sinin hemen toplatılmasını buyuruyorlar!

Ağızlarını her açışta, ‘demokrasi’, ‘insan hakları’ ve ‘ifade özgürlüğü’ deyimlerini makineli tüfek gibi sıralayan bu sözde-akademisyen ve yazarlar, hiç sıkılmadan, hiç utanmadan işlerine gelmeyen bir belgeselin yasaklanmasını, izlenmemesini istiyorlar!


En kısa zamanda Sarı Gelin Belgeseli’ni almanızı, izlemenizi diliyorum.

Tüm okullarımızda, Sarı Gelin Belgeseli’nin izletilmesini ve çocuklarımıza, ‘Sakın siz, belgeseldeki Ermeni çocukları gibi öç alma duygusu beslemeyin, geçmişte olanları öğrenin, bunları hiç unutmayın ama, halkların birbirine nasıl düşman edildiğini görün ve yüreklerinizde her zaman herkes için sevgi ve dostluk duyguları bulunsun’ öğüdünün verilmesini diliyorum.


Yılmaz Dikbaş

3 Nisan 2009, Antalya



0532-233 31 52






<!--[if !supportFootnotes]-->

<!--[endif]-->
<!--[if !supportFootnotes]-->[1]<!--[endif]--> Öner Yağcı, “Nazi Kampları”, Papirüs, Ekim 2004
<!--[if !supportFootnotes]-->[2]<!--[endif]--> Yılmaz Dikbaş, “Amerika’nın Irak Yalanları”, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, Eylül 2002, 3. Baskı
<!--[if !supportFootnotes]-->[3]<!--[endif]--> Yılmaz Dikbaş, “Efendi Teröristler”, Asya Şafak Yayınları, Nisan 2009
<!--[if !supportFootnotes]-->[5]<!--[endif]--> Orhan Kemal Cengiz, “Sarı Gelin; ruhsal bir tecavüz örneği”, Taraf, 24.02.2009

Hiç yorum yok: