4 Ekim 2009 Pazar


TATLI YALANLAR

Netanyahu, İran düşmanlığına birkaç boyut daha açtı. Hep aynı oyun

*İran holokostu kabul etmiyor

*İran Gazelileri destekliyor diyor.

*Nükleer silah yapıyor, böylece İslami radikallerin eline kitle imha silahları geçecek diyor.


Bunları yaparken de ABD başkanlarının sözlerinden, Yahudi kâhinlerinin 3000 yıl önce söylediklerinden dem vuruyor. Ne kadar çok Obama vari bir konuşma bu. Konuşulan ülkeye tatlı bir övgü,kendilerine barışçı bir görünüm ve net bir düşman:İRAN.

Bunca ölen çoluk, çocuk, kadın, kız sivillerin katlini canlı izleyen BM ve dünya, katilin kim olduğunu bu konuşma ile unutacağına adım gibi eminim। Çünkü böyle isteniyor.

NETANYAHU'NUN TARİHİ BİRLEŞMİŞ MİLLETLER KONUŞMASI
Sayın Başkan, Bayanlar ve Baylar, 62 sene kadar önce Birleşmiş Milletler, 3.500 senelik geçmişe sahip Yahudilerin, atalarının yurdunda kendi devletlerini kurmaları hakkını tanıdı. Bugün burada Yahudi Devleti İsrail’in Başbakanı olarak, ülkemin ve halkımın adına size hitap ediyorum. Birleşmiş Milletler, İkinci Dünya Savaşı katliamı ve Yahudi soykırımı dehşeti sonrasında kuruldu. Görevi bu korkunç olayların tekrarını önlemekti. Günümüze kadar gerçeklere sistematik bir şekilde saldırmaktan daha fazla bu görevi zayıflatan hiçbir şey olmadı. Dün İran Cumhurbaşkanı bu kürsüde antisemit iddialarını kustu. Sadece birkaç gün önce Yahudi soykırımı Holokost’un bir yalan olduğunu iddia etti. Geçen ay Berlin yakınlarında bir villaya gittim. Bu villada, 20 Ocak 1942 tarihinde, büyük bir ziyafette toplanan yüksek Nazi yöneticileri Yahudi halkını nasıl imha edeceklerine karar verdiler. Bu toplantının tutanakları Alman hükümetleri tarafından senelerce itinayla saklandı. İşte Nazilerin Yahudileri imha için kesin talimatlar içeren bu tutanağın bir kopyası. Bu bir yalan mı? Bir gün öncesi Wannsee’deydim. Bana Berlin’de, Auschwitz-Birkenau Temerküz Kampı’nın orijinal planları verildi. Bu planların altındaki imza Hitlerin yardımcısı Heinrich Himmler’in kendisinin. İşte burada bir milyon Yahudi’nin öldürüldüğü Auschwitz-Birkenau Temerküz Kampı planlarının bir kopyası. Bu da mı bir yalan? Geçtiğimiz Haziran ayında Başkan Obama, Buchenwald Temerküz Kampını ziyaret etti. Başkan Obama bir yalana mı saygısını gösterdi? Auschwitz’den sağ çıkabilenlerin kollarında Nazilerin dövmeyle yazdığı numaralar hâlâ durur. Bu dövmeler de mi yalan? Dünya Yahudilerinin üçte biri bu felakette hayatlarını kaybettiler. Benim ailem dahil her Yahudi ailesi felaketi yaşadı. Eşimin büyük anne ve babaları, babasının iki kız ve üç erkek kardeşi, tüm amca teyze ve kuzenler Naziler tarafından öldürüldü. Bu da mı bir yalan? Dün bu kürsüden Holokost’a yalan diyen bir adam bu kürsüden konuştu. Bu konuşmayı dinlemeyi reddedenlere ve protesto için toplantıyı terk edenlere övgülerimi sunuyorum. Ahlaki duruşunuz ülkelerinizi şereflendirdi. Ancak buraya gelip bu Soykırım inkârcısını dinleyenlere, Yahudi halkı, kendi halkım adına soruyorum. UTANMADINIZ MI? Hiç mi edebiniz yok? Soykırımdan sadece 60 sene sonra altı milyon Yahudi’nin öldürülmesini bir yalan olarak gösteren ve İsrail’i yok etmeye ant içen bir adama meşruiyet kazandırdınız.

Belki bazılarınız bu adamın ve iğrenç rejiminin sadece Yahudileri tehdit ettiğini düşünüyorsunuz. Haksızsınız. Tarih boyunca defalarca Yahudilere karşı başlayan saldırılar eninde sonunda diğer birçoklarını da içine çeker. İran rejimi yüzyıllarca uykudan sonra, otuz sene önce tekrar başkaldıran aşırı fanatizm ve tutuculukla ateşleniyor. Son otuz senede bu fanatizm kurbanlarının kim olduğunun umurunda olmadığı ölüm saçan bir şiddet getirdi. Duygusuzca Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Hintlileri katletti. Birçok örgütü kapsayan bu acımasız inancın müritlerinin amacı insanlığı Ortaçağa geri götürmektir. Yapabildikleri her yerde çağdışı bir disiplinle yönetilen bir toplum ve kadınlar, eşcinseller ve inancı tam olmadığı varsayılan herkesin baskılara boyun eğmek zorunda kaldığı bir rejim getirirler. Fakat en ilkel fanatizm en öldürücü silahları elde ederse, tarihin akışı bir zaman için tersine dönebilir. Ve geçmişte Nazilere karşı kazanılan zafer gibi, ilerleme ve hürriyet yanlıları ancak insanlığın kan ve işkenceden oluşan korkunç bir hesaplaşmasından sonra galip gelebilirler. Bu nedendendir ki bugün dünyayı tehdit eden en ciddi tehlike dini fanatiklerin kitle imha silahlarını ellerine geçirmeleridir. Birleşmiş Milletlerin de öncelikle ve en acil yapması gereken, nükleer silahların Tahran’daki despotların eline geçmesini önlemektir. Birleşmiş Milletler üye devletleri bunu yapabilirler mi? Uluslararası topluluk, hürriyet isteyen kendi halkını bile terörize eden despotlara karşı gelebilecek mi? Herkesin gözü önünde seçim sonuçlarını çalıp bunu protesto eden İranlıları sokaklarda kendi kanlarında boğarak öldüren diktatörlere karşı bir eylem yapacak mı? Uluslararası topluluk dünyanın en tehlikeli terör destekleyici ve uygulayıcısını önleyebilecek mi?

Bayanlar ve Baylar, Birleşmiş Milletler doğru olanı yapacak mı bilemiyoruz. Hatta son gelişmeler bunun şüpheli olduğunu gösteriyor. Burada bazıları, teröristler ve onların patronları İranlıları suçlamak yerine terör kurbanlarını suçladılar. Bu BM’nin son günlerde açıkladığı Gazze raporunda, haksızca teröristleri değil onların hedeflerinin suçlanmasıyla oldu. Sekiz uzun sene zarfına Hamas Gazze’den İsrail şehirlerine binlerce roket ve havan topu attı. Senelerce bu roketler kasten sivilleri hedef alırken bu olayı kınayan bir tek BM kararı alınmadı.
Bu sekiz senede ismiyle faaliyetlerinin alakası olmayan "BM İnsan Hakları Konseyi"nden bu konuda hiç ama hiçbir şey duymadık. 2005’te barış sürecine hız vermek için İsrail Gazze’nin her santiminden tek taraflı çekilme kararı aldı. 21 yerleşim merkezini yıktı ve 8000 İsrailliyi evlerinden etti. Bu bize barış getirmedi. Barış yerine Tel-Aviv’den 50 mil güneyde İran destekli bir terör yuvası elde ettik. Gazze civarındaki İsrail şehirlerinde ve yerleşme merkezlerinde hayat bir kâbusa döndü.
Hamas’ın roketleri durmak bir yana, on misli arttı. Bunun karşılığında BM gene sessiz kaldı. Nihayet sekiz sene durmayan hücumlara İsrail cevap verme zorunluluğunu hissetti. Bu cevap nasıl olmalıydı? Tarihte sivil halkın üzerine binlerce roketin atıldığı bir tek örnek var: Nazilerin İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz şehirlerini bombalaması. Bu savaşta Müttefik kuvvetler Alman şehirlerini yerle bir ederken yüz binlerce sivil öldü veya yaralandı. İsrail başka bir şekilde karşılık vermeyi daha uygun buldu. Sivillerin arkasına saklanıp sivillere ateş ederek çifte bir savaş suçu işleyen bir düşmana karşı İsrail cerrahi bir hassasiyetle roket atarları vurmayı denedi. Teröristlerin roketleri okul ve evlerden atmaları, camileri cephane deposu olarak ve ambulansları cephane taşımada kullandıklarından bu kolay bir iş değildi. Buna karşıt İsrail savaştan zarar göreceklerin sayısını azaltmak için Filistin halkını bombalanacak yerlerden uzaklaşmaları için ikaz etti. Evlerin üzerine sayısız bildiriler attık. Binlerce yazılı mesaj gönderdik ve binlerce kişiyi cep telefonlarından arayarak uzaklaşmalarını istedik. Tarihte hiçbir ülke düşmanın sivillerini çatışma bölgesinden uzaklaştırmak için bu kadar uğraşmamıştır. Buna rağmen, saldıranın ve kurbanın bu kadar barizce görüldüğü bir yerde BM İnsan Hakları Konseyi kimi suçlu buldu? İsrail’i. Kendisini meşru bir şekilde savunan bir demokrasi ahlaki boyutta mahkûm edilip asılmış, parça parça edilmiş ve bütün bunlardan sonra haksızca dava edilmiştir. Bu çarpıtılmış standartlarla BM İnsan Hakları Konseyi herhalde Roosevelt ve Churchill’i de savaş suçlusu ilan ederdi. Bu adaletin nasıl bir saptırılması? Bu gerçeğin nasıl bir saptırılması! Birleşmiş Milletler Delegeleri bu maskaralığı kabul edecek misiniz? Eğer kabul ederseniz Birleşmiş Milletler insan haklarının en büyük tecavüzcülerinin hukuksal demokrasileri yargıladığı, Siyonizmin ırkçılık olduğunun ilanı ve de otomatik bir çoğunluk sayesinde dünyanın düz olduğunun bile ilan edebilecek en karanlık günlerine geri döner. Eğer bu kurum bu raporu reddetmezse tüm dünya teröristlerine bir mesaj göndermiş olursunuz: Terör yapmakta kâr var. Eğer saldırılarınızı sık yerleşim bölgelerinden yaparsanız bağışıklık kazanırsınız. İsrail’i kınarken bu kurum barışa da öldürücü bir darbe vuracak. Neden mi? İsrail Gazze’den çekildiğinde çoğu kimse roket ve havan atışlarının duracağını ümit etmişti. Diğerleri hiç olmazsa İsrail’in kendini savunmak için uluslararası alanda meşruiyet kazanacağını ummuştu. Nerede meşruiyet? Nerede kendini savunma? İsrail’in Gazze’den çıkmasını alkışlayıp bizim kendimizi savunmamızda destek vadeden Aynı Birleşmiş Milletler şimdi bizi - benim ülkemi benim halkımı - savaş suçlusu ilan ediyor. Neden? Kendimizi savunurken sorumlu bir davranış gösterdiğimiz için. Ne kötü bir mizah. İsrail hakkıyla kendini teröre karşı korudu. Bu tek taraflı ve haksız rapor tüm hükümetler için bir deneydir. İsrail’i mi terörü mü destekleyeceksiniz? Bunun cevabını şimdi almamız lazım. Simdi ve daha sonra değil. Çünkü eğer İsrail’den tekrar barış için kendini riske etmesi isteniyorsa yarın bizim yanımızda olacağınızı bugün bilmemiz lazım. Ancak kendimizi savunabileceğimizi bilirsek barış için daha fazla risk alabiliriz. Bayanlar ve Baylar, tüm İsrail barış istiyor. Her ne zaman bir Arap liderinin samimi bir barış isteği olduysa barış yaptık. Enver el Sadat’ın yönetiminde Mısırla barış yaptık. Kral Hüseyin’in liderliğinde Ürdün’le barış yaptık. Ve de Filistinliler hakikaten barış istiyorlarsa ben ve hükümetim ve İsrail halkı barış yapacağız. Fakat istediğimiz hakiki, korunabilen ve daimi bir barış.
1947 de bu kurum iki halk için iki devlet kurma kararını aldı. Bir Yahudi ve bir Arap devleti. Yahudiler bu kararı kabul ettiler. Araplar reddettiler. Filistinlilerden istediğimiz 62 senedir reddettiklerini kabul etmeleri: Yahudi devletine evet deyin. Bizden Filistin devletini kabul etmemiz istendiği gibi Filistinlilerden de Yahudi milletinin devletini kabul etmeleri istenmeli. Yahudiler İsrail toprağında dışarıdan gelen istilacılar değildir. Bu topraklar atalarımızın topraklarıdır. Bu binanın duvarlarında Tevrat’ın barış hayali vardır: "Ulus ulusa kılıç kaldırmayacak. Savaş eğitimi yapmayacaklar artık". Bu sözler Yahudi kâhin Yeşaya tarafından benim ülkemde ve benim şehrimde - Yehuda dağlarında ve Jerusalem sokaklarında söylendi. Biz bu toprakların yabancıları değiliz. Burası bizim evimiz. Bu toprağa bu kadar bağlı olmamızın yanında, Filistinlilerin de burada yaşadığını ve kendilerine bir yurt yapmak istediklerini kabul ediyoruz. Amacımız onlarla yan yana, barışla refah ve haysiyetle yaşayan iki hür halk olmak istiyoruz. Fakat güvenliğimizi de istiyoruz. Bu yüzden Filistinliler İsrail’i tehlikeye atacak birkaç yetki dışında tüm güç ve yetkilere sahip olacaklar. Bu nedenle Filistin devleti silahsızlandırılmış olmalıdır. Jerusalem’in yanı başında, Tel-Aviv tepelerinde İran tarafından desteklenen ikinci bir Gazze, bir terör yuvası istemiyoruz. Barış istiyoruz. Bu barışa ulaşabileceğimize inanıyorum. Bu barışa ancak barışı yıkmak ve İsrail’i yok etmek isteyen İran’ın öncülüğündeki teröre geçit vermezsek ulaşabiliriz. Uluslar cemiyetinin vermesi gereken karar, bu teröre karşı mı gelecek yoksa onları barındıracak mı? Yetmiş sene önce Winston Churchill insanlığın tasdiklenmiş öğrenme özürlü olmasından - medeni toplumların tehlikelerin onları neredeyse yok etmesine kadar uykuda olduklarından şikâyetçiydi. Churchill, kendi deyimiyle "eylem basit ve etkili olabileceğinde harekete geçme isteksizliği, açık düşünme eksikliği, en acil durum kendini gösterene kadar karar mercilerinin şaşkınlığı, kendini koruma çanlarının bangır bangır çalana kadar hiçbir şey yapılmamasından" şikâyetçiydi. Bugün burada Churchill in "öğrenme özürlü" değerlendirmesinin ilk defa olarak yanlış olduğunu göstereceğimiz umuduyla konuşuyorum. Bugün burada tarihten ders alım tehlikeleri önleyebileceğimiz umuduyla konuşuyorum. Yeşaya’nın 3000 sene önce söylediği ebedi sözlerin etkisinde, kuvvetli ve cesur olalım. Bu tehlikeyi önleyerek geleceğimizi güvenlik altıma alalım ve Allahın izniyle kuşaklar boyu sürecek bir barış yaratalım.
Çeviri: İsak Duenyas

Hiç yorum yok: