Kıbrıs, Rumlara beş yıl önce verildi.
Ancak bu gerçekten haberi olmayan halkımızın büyük çoğunluğunu aldatmak, kandırmak ve uyutmak amacıyla her 20 Temmuz’da törenler yapılyor, parlak nutuklar çekiliyor.
Bu yıl da öyle oldu.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Kıbrısta şu sözlerle yalnız Kıbrıslıları değil, hepimizi kandırmaya dönük şunları söyledi:
“Türkiye, her koşulda, her zaman, her sahada Kıbrıs Türkünün yanındadır. Kıbrıs Türk halkının huzur ve refahı milli davamızdır”.
Kıbrıs Türk halkını “Kıbrıs Cumhuriyeti”inde Rumların boyunduruğu altına sokan hükümetin bakanı, hiç sıkılmadan, hiç utanmadan ‘milli dava’dan söz ediyordu.
Kıbrıs’ın beş yıl önce, Rumlara kimler tarafından nasıl verilmiş olduğunu belgelere dayanarak “Avrupa Birliği Tabuta Çakılan Son Çivi” kitabımda yazmıştım.
Şimdi kitabımdaki o yazıyı burada bilgilerinize sunuyorum.
*****
KIBRIS’I RUMLARA KİMLER VERDİ?
Avrupa Birliği (AB)’nin resmi belgelerinde Kıbrıs’la ilgili,
‘Kıbrıs Türk Kesimi’ ya da ‘Kıbrıs Rum Bölgesi’ gibi deyimler yer almamaktadır. AB’nin hiçbir belgesinde, ‘Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ diye bir tanımlama geçmemektedir.
AB’nin tüm belgelerinde Kıbrıs’tan sadece şöyle söz edilmektedir:
“The Republic of Cyprus”. Yani, “Kıbrıs Cumhuriyeti”. Ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yönetimi Rumlardadır.
AKP Hükümeti Kıbrıs’ı, 2004 yılında Rumlara vermiştir. Ancak bu gerçeği Türk halkına açıkça söyleyememiştir. 2004–2005 sürecinde AB ile imzalanan Kıbrıs’la ilgili koşulları yerine getirmekte zorlanınca da, AB’nin yeni koşullar öne sürdüğü yalanını ısrarla dillendirerek Türk halkını aldatma, yanıltma, kandırma ve oyalama yolunu seçmiştir.
İşte, belgelerle Kıbrıs’ın Rumlara tesliminin öyküsü.
· AB, 6 Ekim 2004 tarihinde Türkiye ile ilgili üç belge yayınladı. Bunlardan ‘İlerleme Raporu’nda şöyle denilmekteydi: “Cypriot vessels or vessels having landed in Cyprus are stil not allowed in Turkish ports. Transposition of the acquis should take place in parallel with adherence to international agreements” Türkçesi: “Kıbrıs bandıralı gemilerin ya da Kıbrıs limanlarına girmiş gemilerin hala Türk limanlarına girmesine izin verilmemektedir. Avrupa Birliği Müktesebatı, uluslararası anlaşmalar çerçevesinde uygulamaya konulmalıdır.” Bu demektir ki, AKP Hükümeti daha Ekim 2004’de, Türk limanlarını Kıbrıs Rumlarının gemilerine açmak zorunda olduğunu biliyordu. Bu, AB’ye girme uğruna verdiği ödünlerden sadece biriydi. Peki, böylesi ağır bir ödünden, AKP Hükümetinden başka bir makamın haberi yok muydu? Var idiyse, tutumları neydi? 8 Ekim 2004 tarihinde, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer şunları söylüyordu: “Biz mutlaka AB üyesi olma hedefinden vazgeçmiyoruz. Bu hedeften geri dönmeyeceğiz. Sanıyorum ki bir gün bu hedefe ulaşacağız.” Bu sözleriyle Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, AB üyesi olma hedefi uğruna, çok ağır bir ödün vermeye, Kıbrıs’ı Rumlara teslim etmeye karşı çıkmadığını dolaylı olarak ifade etmiş oluyordu. Mart 2004’de AB, Türk Genelkurmayı’nı Kıbrıs konusunda ikna etmek için Ankara’ya bir heyet gönderiyordu. AB’nin dönemsel başkanlık divanı, Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ten, Kıbrıs’ta çözüm için esnek davranmasını istiyordu. Peki, Org. Hilmi Özkök, böylesi önemli bir konuda esnek davrandı mı? Bu sorunun cevabını, Org. Hilmi Özkök’ün 31 Aralık 2004 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri’ne verdiği Yeni Yıl Mesajında görüyoruz: “…Avrupa Birliği Üyeliğini, Ulu Önder Atatürk’ün bizlere vermiş olduğu ‘Türkiye’yi çağdaş uygarlığın ilerisine taşıma hedefi’ için önemli bir araç olarak görmekteyiz.” Ağır Kıbrıs ödününe rağmen Org. Hilmi Özkök, AB üyeliği hedefine sımsıkı sarılıyordu. Hem de Atatürk’ün adını çok yanlış ve çok haksız olarak kullanmaktan sakınmayarak!
· 3.12.2004 tarihinde Avrupa Parlamentosu, Türkiye’ye verdiği raporda şöyle diyordu: “Clause 38: The Republic of Cyprus is one of those member States. The opening of negatiations obviously implies the recogniton of Cyprus by Turkey.” Türkçesi: “ Madde 38: Kıbrıs Cumhuriyeti, AB Üye Devletlerinden biridir. Türkiye ile müzakerelere başlamak, doğal olarak Kıbrıs’ın Türkiye tarafından tanınması anlamına gelecektir.” İşte bu raporu, AKP hükümetinin Başbakanı Recep Tayip Erdoğan 17 Aralık 2004 tarihinde Brüksel’de kabul etmiş, koltuğunun altına alıp Türkiye’ye gelmiş ve Ankara Kızılay Meydanı’nda bir zafer bayramı havası içinde halaylar çekilerek, davul zurnayla karşılanmıştı! Oysa bunu Türk halkına bir zafer olarak gösteren Başbakan, Brüksel’de çok zorlanmış, Kıbrıs’ı Rumlara teslim edişini Türk halkına nasıl açıklayacağının, bu ağır ödünün savunmasını nasıl yapacağının sıkıntısını çekmişti. İşte onun o sıkıntılı saatlerinde imdadına İngiltere Başbakanı Tony Blair yetişmiş ve; “Sen halkına, imzaladığın anlaşmanın sadece bir ticari anlaşma olduğunu ısrarla söyle!” taktiğini vermişti! Türk Milletinin hışmından kurtulmak için Başbakan Erdoğan bu yalana sarılırken, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ne diyordu? 13 Kasım 2004 tarihinde, Ramazan Bayramı mesajında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer şunları söylüyordu: “AB içinde bugün var olan çeşitliliğe, kültürel zenginliğimiz kuşkusuz yeni boyutlar kazandıracaktır. İnanıyorum ki, 17 Aralık 2004 tarihinde düzenlenecek AB Konseyi’nde ülkemizle üyelik görüşmelerinin başlatılması yönünde alınmasını beklediğimiz karar Batı ile İslam Dünyası’nın demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve hoşgörü gibi evrensel değerler temel alınarak kucaklaşılabileceğini açıklıkla ortaya koyacaktır.” Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in beklentisi gerçekleşiyor, 17 Aralık 2004’de Türkiye ile AB arasında görüşmelerin 3 Ekim 2005 tarihinde başlamasına karar veriliyordu. Ama aynı anda, Kıbrıs’ın da Rumlara teslim edilmesine Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’den hiçbir tepki gelmiyordu! Demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, hoşgörü ve evrensel değerler derken, Kıbrıs’ın elden gidişine sessiz kalıyordu! Gözler, Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’e çevriliyor, Kıbrıs’ın elden gidişine karşı sert tepki vermesi bekleniyor, fakat o, 25.08.2005 tarihinde Zafer Haftası mesajında, AB üyeliği ile ilgili bildik şu sözleri tekrarlıyor, Kıbrıs’ın elden gitmiş olmasına değinmiyordu bile: “AB üyeliğini, Ulu Önder Atatürk’ün bizlere vermiş olduğu ‘Türkiye’yi çağdaş uygarlığın ilerisine taşıma hedefi için önemli araç olarak görüyoruz.”
· AKP hükümetinin bayram yaparak bağrına bastığı Avrupa Parlamentosu’nun raporunda şöyle bir madde yer almaktaydı: “Clause 40: Turkish authorities to abolish all existing restrictions applying to ships flying the Cypriot flag and involved in trade concerning a member state of the European Union.” Türkçesi: “Madde 40: Türk yetkililer, Kıbrıs bandıralı gemilere hâlihazırda uygulanmakta olan tüm kısıtlamaları ve AB’nin bir Üye devletiyle yapılacak ticaretteki tüm engelleri ortadan kaldıracaktır.” Başbakan Erdoğan, bu koşulu 17 Aralık 2004 tarihinde Brüksel’de kabul etmişti. Peki, Türkiye’nin diğer yetkilileri ne söylemiş, ne yapmıştı? Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in bu koşullara itirazını duyan olmadı! Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ün de bir itirazı yoktu!
· AB’nin Ekim 2004’de Türkiye’ye verdiği ‘İlerleme Raporu’nda şöyle denilmekteydi: “In May 2004, Turkey published a Decree extending the benefits of EC-Turkey Customs Union Agreement to all member States except Cyprus. On October 2004, Turkey published a new decree adding Cyprus to the list of countries to which the Customs Union provisions apply.” Türkçesi: “Mayıs 2004’de, Türkiye yayınladığı bir Kararnameyle, AB ile Türkiye arasında imzalanmış olan Gümrük Birliği Anlaşması ile sağlanan yararlardan, Kıbrıs hariç tüm AB üyelerinin faydalanacağını bildirmişti. Ekim 2004’de, Türkiye yeni bir kararname imzalayarak, Gümrük Birliği koşullarından yararlanacaklar listesine Kıbrıs’ı da dâhil ettiğini duyurdu.” Çok açık ve net: Türkiye hükümeti, daha Ekim 2004’de tüm limanlarını ve hava alanlarını Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’ne açmayı kabul etmiştir. 29 Ekim 2004 tarihinde Roma’da, Avrupa Anayasasının imza törenine giden AKP hükümetinin başı, aralarında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Rum Cumhurbaşkanı da bulunan AB’nin 25 üye devlet başkanlarıyla ‘aile fotoğrafı’ çektirirken de artık Kıbrıs’ı Rumlara teslim ettiğini bir kez daha kabul ediyordu. Peki, yukarıda sözü edilen Kararname imzalanırken Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in bir karşı koyuşu oldu mu? Türk sanayisini ve ekonomisini yıkan Gümrük Birliği Anlaşması’nın koşullarından Rum Kıbrıs’ın da yararlandırılması kararnamesine karşı Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’den bir tepki gelmediği gibi, Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’den de bir ses çıkmıyordu!
· Avrupa Birliği, Ekim 2005’de Türkiye ile ilgili ‘İlerleme Raporu’nu yayınladı. İşte bu raporun can alıcı maddelerinden birisi: “Cyprus: The Turkish government has stated on several occasions that it remains committed to a comprehensive settlement inline with the plan presented by the UN Secretary General. On 29 July 2005, Turkey signed the Additional Protocol adapting the EC Turkey Association Agreement to the accession of 10 new countries on 1 May 2004. At the same time, Turkey issued a declaration stating that signature of the Additional Protocol did not amount to recognition of the Republic of Cyprus. On 21 September 2005, the EU adopted a counter-declaration indicating that Turkey’s declaration was unilateral, did not form part of the Protocol and had no legal effect on Turkey’s obligations under Protocol. The EU declaration stressed that recognition of all Member States was a necessary component of the accession process.” Türkçesi: “Kıbrıs: Türk hükümeti, Kıbrıs’la ilgili kapsamlı bir anlaşma sağlanması yolunda, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin planına uygun davranma ilkesine bağlı olduğunu birçok kez bildirmiştir. 29 Temmuz 2005’de Türkiye bir Ek Protokol imzalayarak, AB-Türkiye arasındaki Gümrük Birliği Anlaşması’nın 1 Mayıs 2004’de AB’ye katılan 10 yeni üye devlete de uygulanacağını bildirdi. Aynı zamanda Türkiye, bir de deklarasyon yayınlayarak, imzalanmış olan Ek Protokol’un, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımak anlamına gelmeyeceğini bildirdi. Avrupa Birliği de 21 Eylül 2005’de, bir karşı-deklarasyon yayınladı. Bu karşı-deklarasyonda, Türk deklarasyonunun tek-taraflı olduğu, Protokol’un bir parçası olarak sayılamayacağı ve Türkiye’nin Protokol’da belirlenen sorumluluklarını yasal olarak etkileyemeyeceği bildirildi. AB’nin karşı-deklarasyonunda, tüm Üye Devletlerin tanınması konusunun, Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin gerekli bir parçası olduğu vurgulandı.” YUKARIDAKİ MADDE, AKP HÜKÜMETİNİN KENDİ EMELLERİNE ULAŞABİLMESİ YOLUNDA, GEREKİRSE TÜRK HALKININ ONURUYLA OYNAMAKTAN DA KAÇINMAYACAĞININ İBRET VERİCİ BİR BELGESİDİR! TA EKİM 2004’DE KIBRIS’I RUMLARA VERİYOR, BUNU 17 ARALIK 2004’DE BRÜKSEL’DE BİR KEZ DAHA DOĞRULUYOR, YETMİYOR, 29 TEMMUZ 2005’DE İMZALADIĞI BİR EK PROTOKOL’LA GÜMRÜK BİRLİĞİ ANLAŞMASI’NIN KIBRIS RUM CUMHURİYETİ’Nİ DE KAPSAYACAĞINI KABUL EDİYOR! AMA BİRDEN AKLINA TÜRK MİLLETİNİN GÖSTERECEĞİ BÜYÜK TEPKİ GELİYOR VE HİÇ SIKILMADAN VE EK PROTOKOL’DAKİ İMZASI KURUMADAN, TEK TARAFLI BİR BİLDİRGEYLE, ‘BEN EK PROTOKOL’Ü İMZALADIM, AMA BU KIBRIS CUMHURİYETİ’Nİ TANIMAK ANLAMINA GELMEZ’ DİYEBİLİYOR! Peki, AKP hükümeti hem Kıbrıs’ı Rumlara teslim edip hem de Türk Milletinin hışmından kurtulma amacıyla Türk Milletinin onurunu ayaklar altına alan bir döneklik sergilerken, Devletin diğer yüce makamları neler diyor, neler yapıyor? 12.04.2006’da Harp Akademileri Konferansı’nda yaptığı konuşmada, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer şunları söylüyordu: “AB’ye üyelik sürecimizde sağlıklı koşullarda ilerlemek bizim için öncelikli konudur. 3 Ekim 2005’de üyelik görüşmeleri resmen açılmış ve Avrupa Birliği’yle ilişkilerimizde önemli bir aşama geride bırakılmıştır. Türkiye bu yolu tamamlamak için çalışmalarını kararlılıkla sürdürmektedir.” Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Kıbrıs’ın Rumlara teslimini, Türkiye’nin limanlarının ve hava alanlarının Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’nin kullanımına açılmasını ‘sağlıklı koşullarda ilerleme’ olarak görüyor ve ‘önemli bir aşamanın geride kalmış’ olduğunu duyuruyordu! CUMHURBAŞKANI AHMET NECDET SEZER, KIBRIS’IN RUMLARA VERİLMİŞ OLMASIYLA AB’YE ÜYELİK YOLUNUN HENÜZ TAMAMLANMAMIŞ OLDUĞUNU DA BİLMEKTEDİR. AB’YE ÜYE OLMA YOLUNDA İSTANBUL FENER KİLİSESİ BAŞ PAPAZI’NA ‘EKÜMENİK’ UNVAN VERİLEREK KONSTANTİNAPOL (İSTANBUL)’DA BİR ORTODOKS DİN DEVLETİ’NİN KURULMASI, DİCLE VE FIRAT NEHİRLERİ ÜZERİNDEKİ BARAJLAR BAŞTA OLMAK ÜZERE, TÜRKİYE’NİN TÜM SU KAYNAKLARININ VE SU DAĞITIM ŞEBEKELERİNİN YÖNETİM VE DENETİMİNİN AB’YE DEVREDİLMESİ VE GÜNEYDOĞU ANADOLU’DA FEDERE BİR KÜRT DEVLETİNİN KURULMASINA GÖZ YUMULMASI DA BULUNMAKTADIR. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, işte bu yolun tamamlanması için çalışmaların ‘kararlılıkla sürdürülmekte’ olduğunu duyurmaktadır! Kıbrıs’ın Rumlara teslim edilmesine sesini çıkarmayan GENELKURMAY BAŞKANI ORG. HİLMİ ÖZKÖK, Mayıs 2005’de, Kara Harp Okulu’nun ‘Çizgi Ötesi’ dergisine verdiği söyleşide, 17 Aralık 2004 zirvesinde AB’den tarih alınmasını başarı olarak değerlendirmekte ve Türk Ordusu’nun; “AB SÜRECİ İLE BİRLİKTE HIZLI BİR DEĞİŞİME UĞRAYACAĞINI” söylemektedir. Bu değişime ‘hızla ayak uydurmayı’ Türk Ordusu’nun önündeki görev olarak belirtmektedir. Oysa Türk Ordusu’nun bir tek görevi vardır: Milli Egemenliği savunmak. Egemenlik, ‘en üstün otorite’ olarak tanımlanır. AB’ye girmek demek, Milli Egemenliği Brüksel’e teslime hazır olmak demektir! Peki, nasıl oluyor da Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök, Milli Egemenliğin AB’ye teslimini Türk Ordusu’nun önündeki görev olarak görüp, göstermeye çalışıyor? Çevresindekilere Nutuk’u okumalarını öneren Org. Hilmi Özkök, Söylev’deki Atatürk’ün şu sözlerini okumamış olabilir mi? “Temel ilke, Türk Ulusu’nun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu, ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir.” AB’ye üye olmakla tam bağımsızlığımızın elden gideceğini, dolayısıyla Türk Ulusu’nun artık onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşayamayacağını Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök bilmiyor olabilir mi? Türk Genelkurmayı, istenilen her tür ödünü vermeye hazır olduğunu bildirerek AB’ye teslim mi olmuştur? Bu çok ağır ve çok acı sorunun yanıtını, dünyayı yöneten gizli örgütlerden CFR’nin dünyaca ünlü dergisi Foreign Affairs’in Şubat 2006 tarihli sayısını okuyarak öğreniyoruz. “TÜRK GENEL KURMAYI, ONLARCA YILDA OLUŞTURDUĞU VE TİTİZLİKLE KORUDUĞU GÜCÜNÜ KAYBETME PAHASINA, AB’NİN TALEPLERİNİN BÜYÜK BİR BÖLÜMÜNÜ KABULLENMEK ZORUNDA KALMIŞTIR. BU ÖZVERİNİN İKİ AÇIKLAMASI BULUNMAKTADIR: - AB ÜYELİĞİNİ, YÜZYILA YAKINDIR DESTEKLEDİKLERİ MODERNİZASYON SÜRECİNİN SON AŞAMASI OLARAK GÖRMEKTEDİRLER. – AB’YE ÜYELİK SÜRECİNİN, UZUN SÜREDİR ÇÖZMEK İÇİN ÇABALADIKLARI İSLAMCILIK VE KÜRT AYRILIKÇILIĞI GİBİ TEMEL İÇ SORUNLARIN ÇÖZÜMÜ İÇİN EN İYİ YOL OLDUĞUNA İNANMAKTADIRLAR. AB’NİN ANKARA İLE EKİM 2005’DE MÜZAKERELERE BAŞLAMASIYLA, REFORM İSTEKLERİ DAHA DA YOĞUNLAŞACAKTIR. ÖZELLİKLE, KÜRT AYRILIKÇILIĞI VE KIBRIS’IN STATÜSÜ KONULARINDA ASKERLERİN POLİTİKALARI ÜZERİNDE YOĞUNLAŞACAKTIR. VE İŞTE O ZAMAN, TÜRK ORDUSU LİDERLERİNİN DAHA NE KADAR GERİ ÇEKİLMEYİ KABULLENECEĞİNİ BEKLEYİP GÖRMEK GEREKMEKTEDİR.”
Bu çok sarsıcı yazının kısa özeti şudur:
· Türk Genelkurmayı, onlarca yılda kazandığı gücünü kaybetmiştir.
· AB’nin dayattığı taleplerin büyük bölümünü kabul etmiştir.
· Kendi iç sorunları olan laiklik karşıtı hareketleri ve Kürt ayrılıkçılığını kendisi çözemediği için, kurtuluş yolu olarak AB’ye teslim olmuştur.
· AB’nin Türkiye’den istekleri henüz bitmemiştir. Kıbrıs ve Kürt ayrılıkçılığı konularında daha ağır talepler gelmek üzeredir. İşte bu aşamada Türk ordusunun komutanlarının daha ne kadar geri çekilmeyi (‘how much further the Turkish military leadership will be willing to retreat’) kabullenecekleri merakla beklenmektedir.
Bu çok ağır ve Türk Milletini çok derinden yaralayacak yazıya bugüne kadar Genelkurmay Başkanlığı’ndan hiçbir tepki gelmemiştir!
Yukarıdaki yazıyla ilgili çok çarpıcı bir bilgi daha verelim: Bu yazının yazarlarından Doç.Dr. Ersin Aydınlı, Bilkent Üniversitesi öğretim üyelerinden olup, George Washington Üniversitesi’nde ziyaretçi hocalık yapmaktadır. Nihat Ali Özcan, Türk ordusundan emekli bir binbaşıdır. Doğan Akyaz ise hala Türk Silahlı Kuvvetleri’nde binbaşı olarak görev yapmaktadır.
Buraya kadar sergilemiş olduğumuz bilgilerden ortaya çıkan acı gerçek şudur: Türkiye’yi AB’nin buyruğuna sokan ve AB’nin tüm taleplerini yerine getirerek Kıbrıs’ı Rumlara teslim eden, yalnız AKP hükümeti değildir! AKP hükümetinin AB ile ilgili tüm eylemlerine ve istenilen her tür ödünü vermelerine Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de katılmıştır ve bu tutumunu sürdürmektedir! Türk Milletine ihanet sayılacak bu eylemlere katılmış olan Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök, Büyük Devrimci Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 31 Temmuz 1920’de subaylara hitaben yaptığı şu konuşmadan nasıl olmuş da hiç ders almamıştır:
“Efendiler!
Dünyada hayat için, insanca yaşamak için bağımsızlık lazımdır. Bağımsızlık sahibi olmak için kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icap eder.
Kuvvet ordudur. Ordunun hayat ve saadet kaynağı, bağımsızlığı takdir eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan vicdani imanıdır.
…
Ordu ise, arkadaşlar, ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulur. Malum bir askeri hakikat, felsefi hakikattir: “Ordunun ruhu subaylardır”. O halde subaylarımız, düşmanlarımız tarafından yıkılmak istenilen ordumuzu tamir edecek ve canlandıracak ve ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza edecektir.
…
Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil eden subaylardan bekler. İşte subayların yüce olan vazifesi budur.
Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlal edilirse, bunun vebali subaylara ait olacaktır.”
AB’nin güdümüne giren Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök, Türk Milletinin bağımsızlığını ihlal etmektedir. Bunun vebali onun boynundadır!
Ancak bizim bilmek istediğimiz ve haklı olarak öğrenmek istediğimiz şudur: KEMALİN ASKERLERİNDEN OLUŞAN, GÖZ BEBEĞİMİZ, ŞANLI TÜRK ORDUSU’NUN TÜM SUBAYLARI DA ORG. HİLMİ ÖZKÖK GİBİ Mİ DÜŞÜNMEKTEDİRLER!
BUNUN BÖYLE OLACAĞINA ASLA İNANMIYORUZ!
KAYNAK: Yılmaz Dikbaş, “Avrupa Birliği Tabuta Çakılan Son Çivi”, Asya Şafak Yayınları, İstanbul, Kasım 2006, 5. Baskı, Sayfa: 643-653
*****
20 Temmuz 1974 Barış Harekâtı’nın 35. yıl dönümünde konuşan KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat da, Kıbrıs sorununun çözümünde Türkiye’nin garantörlüğüne güvendiği vurgusunu yapıyordu.
Oysa aynı Mehmet Ali Talat, 23 Nisan 2004 tarihinde yapılan Annan Planı’nın halkoylaması öncesinde şunları söylüyordu:
“Türkiye, Kıbrıs’ı ‘Metresi’ gibi kullanıyor!”
“Kıbrıs’ı feda etmeyiz! Kıbrıs’ı vermeyiz! Nereden buldun da vermiyorsun? Kıbrıs senin değilki! Fethetmedin ki Kıbrıs’ı! Kıbrıs, Türkiye’nin değil!”
“Türkiye, bazı gericilerin anavatanı olabilir ama benim anavatanım değil!”
ABD’den ve AB’den aldığı hibelerle en alçakça söylemlerde bulunan Mehmet Ali Talat, şimd tutmuş yine Türkiye’ye sığınmaya çalışıyordu!
Yukarıda sadece bir bölümünü anlattığım, Lozan anlaşmasını delik deşik eden tüm bu ihanetleri belgeleriyle ortaya koyduğum kitabım, bugüne kadar beş baskı yaptı.
İhanet cephesi kitabımı okudu, tartışılması mümkün olmayan belgelere dayanılarak yazılmış olduğunu gördü, kuyruğunu kıvırıp oturdu, hem kendi sesini kesti, hem de başkaları bu kitabı seslendirmesin diye elinden geleni yaptı.
Ben, bunu anlıyorum.
Ama, ‘ulusalcı cephenin’ bu kitabımı sahiplenmeyişini nasıl açıklayacaksınız?
Adları ulusalcı medyaya ve ulusalcı televizyon kanallarına çıkmış olanların da bu kitabın içindeki korkunç ihanet belgelerini manşete taşımamış olmalarına, televizyon programlarına konu etmemiş olmalarına ne diyeceksiniz?
Siz, siz olun, öyle her ‘ulusalcıyım’ diyene sakın inanıp, kanmayınız!
Yılmaz Dikbaş
23 Temmuz 2009
dikbas@kalinka.com.tr
www.kalinka.com.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder