31 Ocak 2011 Pazartesi

MHP’YE KARŞI PSİKOLOJİK OPERASYON YAPILACAK MI?


12 Haziran seçimleri öncesinde Milliyetçi Hareket Partisine yönelik olarak AKP kaynaklı çok katmanlı ve boyutlu psikolojik operasyonlar gerçekleştirileceğine dair yaygın bir kanaat toplumun ve siyasetin değişik kesimlerinde oluşmuş görünüyor. Merkez medyanın bazı yazarları da MHP’ye yönelik AKP psikolojik operasyonlarını seslendirmeye başladılar. S. Önkibar, 28 Ocak 2011 tarihli Yeniçağ gazetesindeki “MHP’ye bu çamurlar atılacak” başlıklı yazısında AKP’nin gerçekleştirebileceği muhtemel psikolojik operasyonları sistemleştirdi. MHP Genel Merkezi de MHP teşkilatlarını ve kamuoyunu AKP psikolojik operasyonları konusunda uyardı. Bugün AKP’nin MHP’ye yönelik olası psikolojik operasyonlarının analizini gerçekleştirmek istiyorum.
Siyasette muhalif bir partinin oy tabanını etkilemek ve oyunu almak amacı ile yapılan “olumsuz” propaganda çalışmaları meşrudur. Hatta, yerel düzeyde teşkilatların “bel altı” vuruşları olarak nitelendirilen “taktik” düzeydeki psikolojik operasyonları da hoş olmasa bile meşruluk sınırları içinde kabul edilir. Ancak siyasette meşru olmayan rakip partiye karşı gerçekleştirilen ve olumsuz propagandanın sınırlarını aşan ve “stratejik” düzeyde yapılan psikolojik operasyonlardır.
Stratejik düzeyde psikolojik operasyon çok kapsamlı bir politik-psikolojik istihbarat çalışmasını ve örgütlenmesini, çok geniş ekonomik kaynakları, büyük medya imkanlarını ve operasyonu yürüten bir profesyonel karargahı gerektirir. Bu imkanlara bir parti sahip olamayacağı için ancak iktidardaki parti devletin istihbarat ve polis imkanlarını kullanarak yapabileceği operasyonlardır. Tekrar edelim: Stratejik düzeyde psikolojik operasyonlar demokratik hukuk devletlerinde siyasette meşru kabul edilmeyen operasyonlardır.
Stratejik düzeyde olabilecek kadar kapsamlı ve bir siyasi partiyi bütün olarak kapsayan psikolojik operasyonları ancak iktidardaki bir parti gerçekleştirebilir. Eğer muhalefetteki bir parti, iktidar partisine karşı ve/veya diğer muhalefet partilerine karşı stratejik düzeyde psikolojik operasyon gerçekleştirebiliyor ise büyük bir ihtimal ile arkasında ya bir iç ve de dış istihbarat servisinin büyük desteği vardır. Teorik olarak mümkün olmakla beraber bu tür bir operasyon gerçek yaşamda çok küçük bir ihtimaldir. 
Bu genel çerçeveyi ortaya koyduktan sonra; AKP ile ilgili bazı temel verileri de ortaya koymalıyız. AKP, Türkiye’yi milli-üniter devletten etnik federal devlete, parlamenter demokrasiden başkanlık rejimine sürüklemeyi hedeflemektedir. İktidar partisinin bu projesinin önündeki son engel MHP’dir. AKP’nin MHP politikasının özünü MHP’nin önce parlamento dışına itilmesi, sonra başlatılacak “MHP-Ergenekonu” diyebileceğimiz bir operasyon ile Türk milliyetçilerinin Türkiye’yi etnik-federasyon üzerinden bölünmeye götürecek sürece direnmelerini engellemek oluşturmaktadır.
Bu son engelin aşılması amacı ile AKP, MHP’ye karşı sistemli ve yavaş yavaş gelişerek yoğunlaşan bir stratejik psikolojik operasyonu yürürlüğe koymuştur. Bu operasyonların bir kısmı halen yürümekte ve seçimin hemen öncesinde kamuoyu gündemine yoğun bir basın/yayın kampanyası ile taşınması öngörülmektedir.
AKP iktidarının nelere tevessül edeceğini göstermek açısından bazı örnekleri sıralayalım. *Hatay/Dörtyol’da çıkan olaylardan sonra bir ilçe Ülkü Ocakları Başkanının değişik zamanlarda yapmış olduğu telefon görüşmelerinin kes-birleştir yöntemi ile yepyeni bir konuşma haline getirilmiş ve basına sızdırılmıştır.

*Malatya’da Hıristiyan misyonerlere karşı işlenen Zirve Kitabevi katliamı ile MHP ilişkilendirilmeye çalışılmıştır.
Bir başka suçtan hapishanede yatan bir kişi, savcıya başvurarak, dönemin Malatya MHP il başkanı, Malatya Ülkü Ocakları Başkanı ve kendisini “tümgeneral” olarak tanıtan bir kişinin katliamı yapmasını kendisine önerdiklerini iktidara yakın Bugün gazetesinde 7 Temmuz 2008’de “Katliam planı MHP il binasında yapıldı” başlığı ile açıklanmıştır. İçişleri bakanlığında bir MHP’li belediye başkanına baskı yapılarak AKP’ye geçmeye zorlandığına dair haberler son günlerde gündeme gelmiştir.
Unutmayalım ki AKP iktidarı muhalif olarak algılananlara karşı psikolojik savaş dönemi olmuştur.
*Bugünlerde adı çok geçen Albay Arif Doğan ilk yakalandığı zaman deposundan 248 el bombası çıktığı, ABD’deki kızının 1 milyon dolar yolladığını gösteren banka cüzdanı çıktığı günlerce gazetelerde yer almıştı. Sonra öğrendik ki aslında bir tane el bombası bile çıkmamıştı. Yollanan para ise 10 ayda 10 bin dolardı. Yeniçağ’da köşe yazarı olan Vedat Yenerer’in evinden çıkmayan tabancayı çıkmış gibi tutanağa kaydedilmiş, antika ve artık silah niteliğini yitirmiş olan tüfek “vahim tüfek” diye kaydedilmiştir.

Benzeri yüzlerce psikolojik operasyon,
*Genç ve pırıl pırıl bir teğmeni suçlu göstermek için telefonuna Hizbuttahrir üyesi bir kişinin telefon bilgilerinin yüklenmesine kadar uzanmıştır.
Bütün bu örnekler MHP’ye yönelik AKP’nin devlet imkanları ile desteklenen stratejik psikolojik harekatın hangi boyutlara ulaşabileceğinin ipuçlarını vermektedir. Ancak MHP’ye karşı operasyon planlayanların bilmesi gereken bir husus vardır. MHP herhangi bir parti değildir. MHP, 12 Eylül öncesinde bölücü çevrelerin “MHP-kontrgerilla-Türkeş” şeklindeki ahlaksızca psikolojik operasyonlarına ve fiziksel yok etme saldırılarına, daha sonra 12 Eylül yönetiminin politik-ideolojik ve psikolojik operasyonlarına direnmiş ve bunları aşmış bir siyasal harekettir.
Özetle, MHP’ye karşı meşru olmayan kapsamlı bir politik-psikolojik saldırı gerçekleşecektir. Söylenecek yalanlar, atılacak iftiralar, karalamalar, üretilmiş belgeler, çarpıtılmış bilgiler gündemi işgal edecektir. Bu saldırıları aşmanın yolu, safları sıklaştırmak, yalanları göğüslemek, doğru bilgiye ulaşmak, doğru bilgileri ülkücü hareket ve seçmen ile bitip tükenmek bilmeyen bir hızla ve etkinlikle paylaşmaktır. Yaşadığımız Türkiye, duyduğumuz her şeyin doğru, gördüğümüz her şeyin gerçek olduğu bir Türkiye değildir.
Türkiye’yi, 1978’de TİKKO’cular tarafından İstanbul’da alçakça katledilen beş ülkücü işçinin cenazesine davet edildikleri halde gelip bir cenaze namazı kılmayı reddeden bir kadro yönetmektedir. Hangi psikolojik operasyon yapılır ise yapılsın Ülkücü Hareket bunu asla unutmayacaktır.
Ümit ÖZDAĞ
 NOT:
MHP'li olalım yada olmayalım,AKP-ABD faşizmine karşı durmak için dalında uzman Ümit hocanın bu uyarılarına dikkat edelim ve medya gücünün halkımız üzerindeki tahribini en aza indirgemek için bu uyarıyı mümkün olduğunca yayalım.Bu yazılanlar bir çok yazar tarafından dillendirilen ciddi beklentilerdir ve zaten bu süreç başlamıştır.

"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

30 Ocak 2011 Pazar

TUNUS VE MISIR'DA YUGOSLAVYA MODELİ
İngiliz Daily Telegraph gazetesine göre, Mısır’da yönetimi sallayan isyan, üç yıl önce ABD’de hazırlandı. 2008 yılında ABD’nin Kahire’deki elçiliğinin yardımıyla, Mısır’ın önde gelen bir rejim muhalifi Newyork’a gelerek, ABD sponsorluğunda eylemciler için düzenlenen bir zirveye katıldı. Aynı yıl Aralık ayında Kahire’ye dönen rejim karşıtı eylemci lider, Amerikalı diplomatlara, birleşen muhalif grupların Mübarek’i devirme plânı hazırladığını bildirdi.
*Wikileaks’in son belgeleri ise Mısır’daki Sokak hareketlerinin ABD tarafından finanse edildiğini gösteriyor. ABD Büyükelçiliği’nden Washington’a gönderilen belgeler, ABD Uluslararası Gelişim Ajansı’nın (USAID) 2008’de 66.5 milyon, 2009’da ise 75 milyon dolarlık yardımlarla Mısır’daki siyasi gruplara destek verdiğine işaret ediyor.
*Norveç’in Aftenposten gazetesinin yayımladığı ikinci belge, ABD’nin Mısır’daki muhalif hareketin güçlenmesi için harcadığı paranın hem Mısır hükümeti tarafından yürütülen programlara, hem de Mısırlı ve ABD’li sivil toplum örgütlerine verildiğini ortaya koydu.
*Mısır Uluslararası İşbirliği Bakanı Fayza Abou, yapılan yardımlar hakkında ABD Büyükelçiliği’ne bir mektup gönderdi. Abou mektubunda, USAID’in  “resmen sivil toplum kuruluşu olarak kayıt ettirilmemiş 10 örgüte verdiği yardımları kesmesini” istedi.
*ABD Başkanı Barack Obama, Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek ile görüştüğünü ve Mübarek’i, halkı için daha fazla demokrasi ve daha iyi hayat standardı sözünü tutmaya çağırdığını söyledi. Obama, barışçıl protestoculara karşı şiddet kullanmaktan kaçınılması çağrısında da bulundu.
*Obama, yönetimi devirmek ve ABD güdümlü Baradey’i Mısır’ın başına getirmek için Meclis’i, Hükümet binalarını ve devlet televizyonunu ele geçirmeye çalışan protestoların “barışçıl” olduğunu söylediğine göre tarafını da açıkça belli etmiş oluyor.
*Öte yandan Brandeis Üniversitesine bağlı Crown Ortadoğu Çalışmaları Merkezi ve German Marshall Fund uzmanı Joshua Walker,  “Amerikan ilkeleri, göstericilere derhal destek verilmesi ve daha fazla demokrasi çağrılarıyla dayanışma içinde olunmasını göstermesine karşın, bu devrimlere ‘Amerikan yapımı’ etiketinin yapıştırılması, bizim ve sahadaki insanların istediklerine ters. Adımlarımızı hafifçe atmalıyız ve kamuoyu önünde çok dikkatli konuşmalıyız. Özel olarak çok sayıda sohbetin yapılıyor olduğunu düşünüyorum, ancak ABD’nin, ortalık yatışana kadar, tüm taraflara itidal çağrısında bulunarak kamuoyu önünde yapabileceği her şeyi yaptığını düşünüyorum” dedi.
*Adam demek istiyor ki, “Bu sözde devrimleri bizim kışkırttığımız bu kadar da açık edilmesin! Devrim için gösteri yapan insanları, Tunus’un, Mısır’ın ezici çoğunluğuna karşı güç durumda bırakıyorsunuz!”

***
Bütün veriler, Tunus, Mısır, Cezayir, Mısır, Ürdün, Yemen hatta Suudi Arabistan’da başlatılan bu sözde demokrasi hareketlerinde,Yugoslavya’nın çökertilmesi ve parçalanmasında kullanılan yöntemlere başvurulduğunu gösteriyor.
Basında bazı kalemler hâlâ ABD’nin Genişletilmiş Büyük Orta Doğu ve Kuzey Afrika Projesi’nin başarısız olduğunu ve rafa kaldırıldığını söyleyerek Türk halkını uyutmaya çalışıyor.
Denilebilir ki “Diktatörlere karşı, halkın yanında olmak gerekmez mi?”
Evet ama hangi halkın? ABD’nin paralı askerlerine özgürlük savaşçısı payesi vermek, özgürlükleri sonsuza kadar boğmak değil midir? Dikkat ediniz, Türkiye’de de aynı örgütlenme var!
Bu ülkelerde sokak hareketlerinin eş zamanlı çıkması, örgütlenmenin ve harekât plânlarının tek merkezden yönetildiğini göstermiyor mu?

************************************

ORTADOĞU VE AFRİKA

Doç. Dr. Celalettin Yavuz
TÜRKSAM Başkan Yardımcısı
Terör Enstitüsü

Kasım 2010 sonlarında yayınlandığında, Wikileaks belgeleri Amerikan diplomasisini çok fena vurmuştu. Hatta bu olay için “Amerikan diplomasisinin 11 Eylül’ü” yakıştırması dahi yapıldı. Aslında bu belgeler ABD gibi küresel bir güç yerine, daha küçük bir devlette ortaya çıksaydı toparlanması pek kolay olmazdı. Ama ABD yöneticileri, saklayamadıkları bu sırlar, mücadelede kaybettikleri bu siber saldırılar karşısında, tüm dünyaya “af edersiniz” (sorry) diyerek geçiştirdi.

Wikileaks – Küresel Ekonomik Kriz ve Tunus’la Hızlanan Domino Etkisi

ABD’nin bu pişkinliğine karşılık, Wikileaks diğer ülkeleri fena halde vurmaya başladı. Belgeler açıklandıkça, demokrasi ile yönetilen ülkelerde önemli sayılabilecek kusurlar pek çıkmaz iken, diktatörlükle yönetilen, ya da demokrasi özrü bulunan ve şeffaf olmayan ülkelerde fırtınanın etkisi giderek büyümeye başladı. Fırtınanın ilk çıktığı ülkeler Tunus, Cezayir ve Arnavutluk’tu. Bunlar içerisinde Tunus’ta başlayan ve 23 yıldır ülkeye bir türlü demokrasiyi ve özlenen hakça düzeni getiremeyen, aksine akrabalarının ülkeyi bir çiftlik gibi kullandığı iddia edilen Tunus’tan geldi. Tunus’ta Zeynelabidin Bin Ali, halkın direnişine dayanamayarak tası tarağı topladığı gibi, valizlerini hazır tuttuğu “yerde hazır” uçağıyla yurt dışına kaçtı. Kaçarken de eşinin 1.5 tonluk altın külçeleri de götürdüğü bilgisi verildi. Bin Ali’nin kaçışı ile yeni bir hükümet kuruldu. Ancak, yeni hükümette eski kabineden İçişleri Bakanı dahil, birkaç kişinin devam etmesi, halkı galeyana getirdi. Tunus’ta halk yıllara döküldüğü gibi, yağma ve devlet mülküne zarar da verildi. Tunus’ta ateşin hızının kesilmesi, kurulacak hükümetin en kısa sürede erken seçime gitmesiyle mümkün olabilir. Yangının söndürülmesi ise daha uzun bir süreyi alabilir.

Tunus’taki bu yangının bir domino etkisi yaratarak tüm Arap dünyasını sarsabileceği, son günlerin en güncel konusu ve kehaneti gibi. Zaten Cezayir ve son günlerde özellikle de Mısır, bu etkiden nasibini oldukça almış görünüyor. Aslında Cezayir, biraz daha farklı. Zira Cezayir’de 1990’lı yılların başında benzer olay yaşanmış, oyun büyük bir yüzdesi alan FIS, petrol vanası başına oturan ve petrol şirketlerinin kontrolündeki eski darbeci yönetime başkaldırmıştı. Bu başkaldırı, 2000’li yılların ortalarında, yapılan uzlaşma ve FIS’in yönetime ortak oluşuyla sona ermiş gibiydi. Yani Cezayir’de Tunus’taki gibi bir diktatörlük yerine, daha radikal İslami çizgideki bir yönetim işbaşındadır.

Tunus’taki karışıklığın en yakın takipçisi olabilecek ülke Mısır’dır. Zira Mısır ve Tunus iki açıdan birbirine benzemektedir. Birincisi yönetimlerin sözde demokratikleşme çabası içerisinde bulundukları yanlışlığıdır. Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek 30 yılı aşkın bir süredir Cumhurbaşkanı’dır. Bu kadar uzun süre hüküm süren kral sayısı bile çok azdır. Demokrasinin olmazsa olmaz iki önemli koşulu vardır: (1) Siyasi partiler ve hür seçimlerin mevcudiyeti. (2) Başta belirli bir süre için seçilen devlet başkanı mevcudiyeti. Bunlardan ilki özürlü de olsa Mısır’da mevcuttur. Ancak, Cumhurbaşkanının neredeyse ölünceye kadar devamlılık içerisinde bulunduğu bir yerde demokrasiden söz edilemez. Mısır’ın bu durumu, İran’la kıyaslandığında, İran demokrasiye daha yakındır. En azından cumhurbaşkanı ardarda en fazla iki dönem (toplam 8 yıl) seçilebilmektedir.

Tunus’la Mısır arasındaki ikinci benzerlik ise, iki ülkenin de turizm vasıtasıyla dışarıya dönük yapısıdır. Tunus, turizm vasıtasıyla Avrupalıyı çekebilmek için yoğun bir çaba harcarken, Mısır ise sahip olduğu eski mısır medeniyetinin eserlerini görmeye gelen Avrupalı ve Amerikalı turistler için oldukça çekici bir ülkedir. Bu demokratik ülkelerin insanları ile her iki ülke insanlarının ilişkileri devam etmekte, dolayısıyla en azından okumuş ve aydın esiminde ülkenin despot yönetimine karşı öfke seli giderek kabarmaktadır. Buna Mısır’daki artan Müslüman kardeşler gibi İran İslam Devrimi’nden örnek alan bir grup var iken, Tunus’ta da Libya Lideri Muammer Kaddafi’nin azalan etkisinin rolü büyüktür hiç kuşkusuz!

Eylül 2011’de Mısır’da cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacaktı. Bu maksatla Mübarek’in karşısına çok popüler bir isim hazırlanıyordu. BM Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Muhammed el-Baraday’ın adı, 2009 yılında bu kurumdan ayrıldığından beri sıkça duyulmaya başlandı. Nitekim Mısır’daki halk gösterileri ölümlere kadar dayanıp, Mübarek sert önlemler almaya başlayınca, el-Baraday 27 Ocak 2011’de mısır’a dönmeye karar verdi. Şimdi bir taraftan mısır sokaklarında güvenlik güçleri ile göstericiler arasında sokak muharebeleri yaşanırken, bir taraftan da siyaset kulvarlarında el-Baraday – Mübarek çatışması yaşanmaya başladı. Başlangıçta gösterilere sessiz kalan Müslüman Kardeşler de, 27 Ocak’tan itibaren göstericilere destek vermeye başladı. Bunun sonucu ya sıkıyönetim, olağanüstü hal vs şeklinde daha sert ve diktatoryal bir rejimdir, ya da cumhurbaşkanlığı seçimlerinin daha erkene alınmasıdır. Ya da Mübarek, Eylül 2011’de serbest ve özgür bir seçimin yapılacağına dair ikna edici bir söz vererek, olayları yatıştırabilir. Ancak bu pek de olası gözükmemektedir.

Tunus ve Mısır’daki bu gelişmeler, aslında iletişimin ışık hızına ulaştığı bu çağda, diktatoryal yönetimlerin sonunu işaret eden olağan sosyolojik gelişmelerdir. Kuşkusuz ki bu gelişmeleri hızlandıran dış etkenler de mevcuttur. Bunlardan ilki, 2008-2010 dönemindeki küresel ekonomik krizin tüm dünyada duyulan olumsuz etkisinin, bu ülkelerde de tüm çarpıcılığıyla yaşanmış olmasıdır. Hele de vatandaş krizden ıstırap duyarken, diktatörlük heveslisi yöneticilerin vurdumduymaz tavır ve aymazlık içerisindeki yaşam tarzlarının devamı, olayları tetiklemeye yardımcı olmuştur. Hele de bunların Wikeleaks ile servis edilerek, yalanlanamaz bir şekilde ifşası, bardağı taşıran son damlalar olmuştur. İlle de “öküz altında buzağı aramak”, yani komplo teorileri üretmek yerine, sosyolojik gelişmelerin akışına bakmakta bilimsel bir yarar olduğu düşünülmektedir.

Bundan böyle Ürdün Kralı Abdullah’ın, Körfez Ülkelerindeki şeyhlerin, Yemen’in, Sudan Lideri el-Beşir’in, İran cumhurbaşkanlarının, hatta Kuzey Kore’ye kadar tüm diktatörlük heveslisi ülkelerin akibeti bu sosyolojik gelişmelerden etkilenmekten kurtulamayacaklardır. Muhtemelen bazıları şiddeti arttıracak, ancak bu durum bir süre sonra bumerang gibi kendisine dönecektir. Bu bir sosyal olgudur ve kaçış mümkün değildir. Demokrasi özürlü olsa da, hatta Suudi Arabistan gibi monarşi ile yönetilse de, bu ve benzeri ülkelerde, ülke gelirlerini insanlarının ve ülkenin geleceğine mümkün olduğunca daha fazla hasreden ülkelerde bu sancı daha hafif atlatılabilecektir. Ancak, onlar da sonunda bu domino, ya da “füzyon” etkisinden kurtulamayacaklardır…

Sonuç

Türkiye’nin komşularına bakıldığında, Batı komşuları dışında bu gelişmelerden etkilenmeyecek ülke neredeyse yok gibidir. Özellikle “Orta Doğu Dörtlüsü” adı verilen ve Türkiye’nin itici role soyunduğu yeni birlik üyelerinin diğer üçü de bu gelişmeden tedirgindirler. Zaten mevcut iç dengelerin kararsızlığı, ülkeye dışarıdan müdahalenin fazla olduğu Lübnan’da hükümet bunalımı çıktı. Ürdün Kralı Abdullah ile Suriye Devlet Başkanı Beşşar el-Esad’ın da koltuklarında rahat oturduğu düşünülmemelidir. Böylesi yeni kurulmaya çalışılan bir birlik ülkelerinde, hele de bunlar komşu ise, Türkiye’nin bu olası yangından olumsuz etkilenmemesi mümkün değildir. En basitinden petrol ve doğalgaz fiyatları artış kaydedecektir. Keza, vize muafiyetinin mevcudiyeti, bu ülkelerden Türkiye’ye mülteci göçünü artırabilecektir. Bu ülkelerin muhalefet liderlerinin Türkiye’de izlenmesi, hatta suikasta uğraması riski sebebiyle, Türkiye’de iç güvenlik tehdidi artabilecektir.

Türkiye’nin bu olayları İslam Konferansı Örgütü’ne götürerek, burada ortak akılla bir çözüm üretilmesi için çaba göstermesi beklenebilir. Ancak, bu da bir mayına basmak kadar tehlikelidir. Zira monarşi ve demokrasi özrü içindeki İslam ülkeleri, Türkiye’ye karşı tavır alabilirler. O zaman çare, bu ülkelerin kendiliklerinden Türkiye’den “akıl” istemelerine kalmaktadır. Acaba isterler mi? Çünkü bizde de demokrasi özrü olduğu sıkça tekrarlanan bir sözdür!




http://www.turksam.org/tr/a2313.html





"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

28 Ocak 2011 Cuma

Banu AVAR yazdı: 
SOROS DARBELERİNİ HALK DEVRİMİ SANMAK!
28 Ocak 2011
‘Kuzey Afrika halkları ayakta!’ ‘Tunus 23 yıllık iktidara son verdi!’

Başkan Obama durumu değerlendirdi:: ‘ Tunus halkı gurur ve cesaretini gösterdi!’
Ardından H. Clinton ekledi: ‘Tunus halkının kararlı mücadelesi, diğer Ortadoğulu liderlere bir uyarı niteliğinde!’

Derken Mısır karıştı. Batı basını iri puntolarla yazdı:

‘Mısır halkı Mübarek’i def’etmek üzere!’
Batı basını büyük gümbürtüyle Tunus ve Mısır’ı manşetlere taşıyor. ‘Kendiliğinden bir halk hareketi’(Spontan) oluşunun üzerine basıyor…
Türkiye’de birçok aydın, wiki sızıntılarda olduğu gibi olanları HAYRA YORUYOR!
Tek Dünya Devletçiler’i derinden memnun eden Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerindeki bu kargaşa nasıl oluyor da HAYRA yoruluyor? Biz ŞER kısmına bakalım..
Şablona bakın! Yasemin Sedir, Gül, Lale!
Gürcistan, Sırbistan, Ukrayna, Polonya, derken şimdi de Tunus ve Mısır…
Hepsi aynı adımları izledi.. şablon hiç değişmedi..
Tunus’daki ayaklanmaya verilen ad bile, Soroscu bir darbenin izi.
Yasemin, Sedir, Gül, Lale vs vs ‘devrimleri’!
Bunlar, Amerika’nın milli istihbarat teşkilatına bağlı hedef ülkeleri ayaklandırma, kaos yaratma ve fonlama merkezi NED (National Endowment for democracy) ve Soros’un Açık Toplum Vakfı (Open Society Foundation) imzalı…
Turuncu şablon, her ülkede KAOS YAPILANDIRMA operasyonuyla gelişti…
KAOS önce ekonomiye yerleşecek, kör topal giden karma ekonomide devletin yeri yokedilecek, tüm KİT’ler özelleşecek, İMF Uluslararası para Fonu Stand –by larla hedef ülkelerin gırtlağına çökecekti.
Mısır’da da Tunus’da da diğer bölge ülkelerinde de tüm fabrikalar küresel sermayenin eline geçecek,üretim azalacak, fiyatlar rekor seviyeye çıkacak, işsizlik tavan yapacaktı.
Ekonomik KAOS yapılandırmak, hedefe giden yolda ÖN ŞARTTI:
Hedef ülkelerde Batıya bağlı yönetimler ve yönlendirici elit aşırı zenginleşecek, halk giderek açlıktan ölecekti..
Soroscu ‘sivil ağlar’ sendika, medya ve eğitim sistemine sızacaktı… Halk 90’lardan beri hedef ülkelerin kılcal damarlarına girecek, batı işbirlikçisi hükümetlerce tüm milli kurumları tahrip eden bir süreç başlayacaktı…
Bu sürecin en bariz yanı, işsiz, aç yoksul yığınlara SADAKA dağıtılması, ve üst tabakanın SATIN ALINMASIYDI. Son on yılda Tunus’da ve Mısır’da ve benzer ülkelerde İNSAN HAKLARI AKTİVİSTLERİ ve‘sol’ görünümlü ‘muhalif’den geçilmiyordu. Hepsi batı tarafından fonlanıyordu…
Belge mi? Tunus’dan geliyor.
DOLAR’ı takip edin!
Özgür Düşünce için El Cahid Forumu (AJFFT) 2009’da 131.000 Dolarlık NED fonu
Kendini ‘demokrasi kültürü’nü Tunus gençliği arasında yaymakla yükümlendiren bu grup
İslam üzerine konferanslar düzenliyor, ‘liderlik’ kursları veriyor, ‘yerel gençlik projelerine’ maddi destek sunuyordu!
Eğitimi Güçlendirme Derneği (APES): 2009’da 27.000 dolarlık NED desteğine mazhar olmuştu. Tunus’da İlk öğretim öğretmenlerine ‘demokrasi’ kültürü aşılamıştı!
Muhammed Ali Eğitim, Araştırma merkezi (CEMAREF) Aynı yıl NED’den 33.500 dolar fon almıştı.Genç Sivil grubun 10 kişilik çekirdek kadrosunu eğitmiş, yaşları 20-40 arasında değişen 50 kişilik ‘aktivist’in yerel gezilerini desteklemişti.
Benzer şekilde Tunuslu gazeteciler, akademisyenler, hukukçular, sendikacılar, insan hakları dernekleri, Tutuklular için Af dernekleri her yıl yüzlerce bin dolar fonla ödüllendirilmişlerdi.
Son 10 yılda tüm Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde Ortadoğu işbirliği Girişimi (Middle East Partnership İnitiative), ‘Amerikan demokrasisi’ni yaymak için resmi ve sivil, gizli ve açık ajanlarıyla harıl harıl çalışmaktaydı.
Vakit gelince aç yoksul ve kafası karıştırılmış insanlar, ‘eğitilmiş’ liderlik kurslarından geçmiş yerel birimler tarafından yönlendirilecek, halkın öfke ve isyanı, küresel çıkarlar çerçevesinde değerlendirilecekti..
Yoksa neden tüm CFR medyası teneke çalıp oynasındı ki!
Obama , Clinton ve Soros’un yüzünde neden güller açıyordu?
Neden Şimdi!?
Bu ülkelerde yıllardır kıyamet kopuyordu.
Aralık 2006’dan beri sayıları yüz binleri bulan bir işçi hareketi Mısır’ı sarsıyor ve dünya basını bundan hiç sözetmiyordu. Haberler tek bir satırla bile BBC, CNN de yeralmamıştı.
TRT’de Sınırlar Arasında programı için Kahire’deyken, ABD istihbaratı ve Vatikan ile ilintili hem ‘gazeteci’ (daha önce Sudan’da bir kilise aktivisti!) Liam Stack ile röportaj yapmıştım: Görüşü ilginçti: Eğer grev dalgası Ortadoğu’daki diğer ülkelere sıçrarsa bu felaket olurdu…O nedenle batılı haberciler sessizdi.
Konuştuğum grevci işçiler, ne batıdan, ne sendikalardan ne de Müslüman kardeşler’den en ufak bir destek alınmadan işçi hareketinin olgunlaştığını söylemişlerdi.. (Bkz: Böl ve Yut: Mısır bölümü)
Çoğu derhal içeri atılmış, dışarıdaki işçi liderleri, her an başlarına bir şey gelebileceği için grev ve yürüyüş filmlerini bana teslim etmişlerdi. Sınırlar Arasında’da yayınlamıştık.
Benzer durum, Ürdün, Yemen, Cezayir, için de geçerliydi.
Halk ayaktaydı. Büyük yürüyüşler, grevler, sokak çatışmaları oluyor, batılı siyasiler ve medya üç maymunu oynuyordu…
2011’e adım atarken düğmeye basıldı! İri puntolarla Tunus, Cezayir, Mısır, Yemen, Ürdün manşetlerde!
Bu ülkelerin her birinde ABD’nin 20-30 yıldır desteklediği baskıcı liderler var. Orduları ABD’den büyük maddi destek alıyorlar…
ILIMLI İSLAM teorisyeni Daniel Pipes Washington Post’da yazıyor:
‘Tunus’daki gibi nispeten kansız, kolay bir darbe, diğer İslam ülkelerinde diktaların yıkılmasına yardımcı olabilir!’
Acaba bu coğrafya için ‘Tek çözüm Ilımlı İslamdır!’ diyen Pipes, geleceğe dair ipuçları mı sunuyor?
‘Yeni Ortadoğu’ inşası
Güya ‘kendiliğinden’ halk hareketleri ile ABD 2006’da Lübnan’da açıkladığı YENİ ORTADOĞU’yu mu inşaa ediyor?
Bu aşamada sorulan soru: Suudi Arabistan’a sığınan Tunuslu Bin Ali, Mısır’da sadece tek ayağı üzerinde duran Mübarek 30 yıldır ABD ve AB’nin ekonomik ve siyasi emir ve desteğiyle halklarına cehennemi yaşatmıyorlar mıydı? Şimdi ne değişti?
Şimdi ‘terörle savaş’ bahanesinin ‘Amerikan demokrasi’ dalgasıyla yumuşatılması zamanı geldi…
Bunun ipuçlarını hem Soros hem Kemal Derviş 2 yıl once vermişti. ‘Daha çok sosyal demokrasi!’ demişlerdi!
ABD eski dışişleri bakanı Rice 2005’de : ‘Fas’dan Pakistan’a 22 ülkenin sınırları değişecek!’ dememiş miydi!
Bunun anlamı: ‘Ülkeler küçük parçalara bölünecek, şehir devletler, küresel sermaye gruplarının hakimiyetine girecek. Daha çok yerelleşme, daha az ulus devlet formülü yerleştirilecek.’ idi.
Anti Amerikan hissiyatın çok güçlü olduğu bu coğrafyada, patlamaya hazır işsiz ve yoksul kitlelerin gazının alınarak değişime itilmesi zamanı geldi.
AMA bu iki taraflı işleyen süreçtir.
İlk petrol savaşında, 1900’lerin başında, benzer paylaşım süreçlerinden geçen coğrafyanın genetik hafızası, kutuplaşan dünyada beklenmedik bir çıkışa imza atabilir… Batının büyük korkusu işte bu minvaldedir!

Banu AVAR
banuavar@superonline.com
İLK KURŞUN



"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

20 Ocak 2011 Perşembe

İLAÇ TERÖRÜ
Zahide UÇAR
Kaynak:
http://www.internetajans.com/default.asp?t=wa&wid=18&aid=3217

RTÜK yasası meclisten geçti. Başbakana yayın durdurma yetkisi de veren yasanın bir maddesi reçetesiz ilaçların reklamının yapılmasına izin veriyor. 

Her gün, her an bir rezalet yaşıyoruz. Biri tartışılmadan ötekine koşuluyor. Nereye, neye el atsalar önce değersizleştirip sonra kurutuyorlar. 

İlaç konusu ülkemizin kangren olmuş bir sorunudur. Aslında insanlığın ortak bir sorunudur. Silah tüccarları ilacı da üretiyor. Savaş çıkartarak çok para kazanmayı keşfettikleri gibi, ilaç satarak da çok para kazanıldığını tespit ettiler. İlaç üreten küresel tröstler, tedavi etmek yerine sağlıklı insanlara da ilaç satmanın yolunu buldular. 

Şimdi reçetesiz ilaçların reklamı yapılacak. Yani, sağlam insana ilaç satılacak. Bunlar da genelde vitamin ve ağrı kesiciler olacaktır! 

Bir eczacı arkadaşım bana şöyle dedi: “On yıldır eczacılık yapıyorum, ilaç kullanıp tedavi olan görmedim. Bir ilaç ile başlıyor hasta, o ilaç bir yerini bozuyor, ikinci ilaç ilave ediliyor. Sonra üç, dört, beş diye devam ediyor.” Düşündürücü değil mi? 

Avrupa’da doktorlar kolay kolay antibiyotik yazmaz. Türklere antibiyotik fayda etmiyor, çünkü avuç avuç antibiyotik içiyorlar diye alay konusu oluyoruz. Bebeklere antibiyotiği yüklüyorlar. Küçücük çocuklar diyalize giriyor. Sebebini arayan yok. Türkiye’de insanın ne değeri var ki sebep aransın? Paradan başka değer kaldı mı? 

2009 yılında 15 milyar dolarlık ilaç tüketmişiz. Yerli ilaç firmamız kalmadı sayılır. Aşı bile üretmiyoruz. Yani bir ambargo konsa hem açız, hem ilaçsız. 15 milyar doları küresel sermayenin kirli paralarına ekledik. Sağlıksız bir toplum olarak çalışma verimimiz düşüyor. Alzheimer neden bu kadar yaygınlaştı sorgulayan var mı? 

Üniversitelerimiz, doktorlarımız; neden ABD’nin dayattığı tıp yöntemlerini sorgulamıyorsunuz. ABD’de aldığınız eğitime dayanarak bu millete yıllarca trans yağları yedirdiniz. O güzelim zeytinyağını, tereyağını yasakladınız. Meyvenin bu kadar bol olduğu bir ülkede insanlara vitaminleri dayattınız, çünkü bu yöntemi öğrettiler. Oysa bilim adamı olmanın ön koşulu şüpheci olmaktır, kabulcü olmak değil!! 
Genetiği değiştirilmiş organizmalar(GDO), diğer adıyla “Frankeştayn” yiyecekler... İnsan bedeni toprağa uyumludur. GDO’yu tanımıyor. Ve çocuklarda tanımlanamayan hastalıklar ortaya çıkmaya başladı. 

Sevgili doktorlarımız, millete içirdiğiniz vitaminler ne? GDO’DAN ÜRETİLMİYOR MU? Aspirin, yani en masum olanı… Söğüt ağacından üretiliyordu ya? Artık değil. Söğüt ağacı azaldı, aspirin de değişime uğradı. Sizler bol bol aspirin yazıyorsunuz. Bu ülke narenciye cenneti ama sizler hala c vitamini yazmaya devam ediyorsunuz. 

Değerli okur, sizler genelde sadece İslami tarikatları biliyorsunuz değil mi? Oysa ülkede Amerikalı, İngiliz ve az da olsa başka ülkelerin mistik(!) öğretmenleri cirit atıyor. Ruhsal gelişim, aydınlanma adı altında “bir ton para karşılığı” kendini toplumun elit kesimi olarak gören kişilere eğitim(!) veriyor. Hepsi de 2012 yılında büyük değişim olacak diyor. Yeni nesil çocukların indigo ve kristal çocuklar olarak dünyaya geldiğini ve kurtuluşun onlarda olacağına inanıyorlar. İnsan DNA’sının 2 sarmaldan 12 sarmala yükseleceği, İndigo ve kristal çocukların DNA sarmalının 12 olduğu anlatılıyor. 10 yaşın altındaki çocukların %90’ı indigo veya kristal çocuk diye söyleniyor. Bu kurslarda ses, renk ve koku faktörü kullanılıyor. Yani konuyu bilenlere göre zihin kontrolü yapılıyor. 2012 yılından sonra DNA’sı 2 sarmallı insan kalmayacak, 12 sarmallı, tek auralı “birlik bilinci” içinde bir toplum oluşturulacak” diye inanılıyor. Yani; insan ırkı “de-ğiş-ti-ri-li-yor!!!..”
Birlik içinde bir toplum(!!) size neyi çağrıştırıyor? 
Tek dünya düzeni devleti”ni hatırlatmıyor mu?
Amerikalı ve İngiliz öğretmenler Türkleri niye buna inandırıyor dersiniz? Bizi pek çok mu seviyorlar(!)? Öyle olmalı değil mi(!)? Öyle olmasa Kayseri’den Konya’ya konsolosluk açarlar mıydı hiç(!)? Türkiye hazır çadır devletine dönmüşken, devleti sahiplenen de kalmamışken, gönüllerince at koşturmanın vaktidir!!. 

Sadece mallarımıza el konmadı bizim. Hedef tahtasına konan sadece Atatürk, asker ve ulusalcılar-milliyetçiler değildi. Beyinlerimiz hedefte, beyinlerimiz!!. Hipnoz ediyorlar, değiştiriyorlar, dönüştürüyorlar ve bu konularda insanlarımızı bilgilendirecek devlet görevlileri yok!! Yoook!! Vergilerimizle üstümüze basa basa zıkkımlanıyor onlar. 
Hükümet edenler mi? Onlar “Amerikan Kondu Partisi” olduğu için, kendileri adına ABD’nin karanlık prensleri düşünüyor. Onlar ABD’nin uzaktan kumandalı sis bombaları, ülkenin bölünmez bütünlüğüne konan C4’dür. Oradan tak, bunlar şak. Oradan düğmeye basılıyor, burada bunlar bazen göz yaşartıcı bomba, bazen biber gazı, bazen C4 olarak üzerimize patlıyor. Alet utanmaz, bunlar da utanmıyor. Aletin merhameti olmaz, bunların da yok. Bıçak bir alettir, güzel ellerde güzel yemeklere alet olur. Bir canavarın elinde ise cinayet aleti. Ve bunlar şimdi luciferin piçlerinin elindeki bir alet olarak görev yapıyor. GDO’ya izin vererek, ilaç reklamına onay vererek bunu bir kere daha teyit ettiler zaten. İlaç ve gıdaya hükmeden küresel şebeke şeytana tapar. 

Kur’an bu konuları açıklıyor ama bizim ruhban sınıfı milleti cehenneme atmakla meşgul olduğu için bu konulara eğilemiyor. Ya da kadının bel altına kafaları sıkıştığı için Kur’an-ı Kerimin yaptığı bu muhteşem uyarıyı okuyamıyorlar, yazık!!. 

Nisa Suresi 119. Ayet: ”Elbette onları saptıracağım, onları boş heveslerde(bedensellikte) boğacağım; onlara emredeceğim de en’amın (kendilerinden kurban olan davarların) kulaklarını kesecekler ve dahi onlara emredeceğim, Allah’ın yarattığını değiştirecekler.” Kim Allah’ı bırakır da şeytanı(bedensel dürtülerini) yönetici edinirse, gerçekten o apaçık bir hüsrana uğramıştır. 
Nisa Suresi 120.Ayet: Onlara vaatlerde bulunur ve onlara umut verip sonu boş çıkacak arzular peşinde koşturur. (Oysa) şeytan aldanıştan başka bir şey vaat etmemektedir. 
Bakara Suresi 205. Ayet:  O dönüp gittiği zaman arzda fesat çıkarmaya, insanın ürününü ve neslini mahvetmeye koşar. Allah fesadı sevmez. 

Bu ayetler çok açık bilgi veriyor. “Hayvanların kulaklarını yaracaklar” ifadesinin ne anlama geldiğini bir doktor arkadaş anlattı. Genetik araştırmalarda ve mutasyonları takip etmek için yapılan deneylerde gerekli olan doku, hayvanlardan, kulakları yarılarak veya enjektörle alınıyormuş. Bu ayetlerden anladığımıza göre transgenik (GDO) teknolojisi şeytani özellikler taşıyor. Bu yasayı serbest bırakanlar ise şeytanın ahdine yardımcı olmuş oluyor. Sahi, diyanet GDO’ya helal fetvası vermişti değil mi(!)? Onlar bu ayetleri bilmiyor mu? Bilmez olurlar mı? Ne de olsa 3 bakanlık bütçesine eşit bütçeleri var. Bilirler ama bu bütçe de adamı unutkan yapabilir ne de olsa. Siz Kuran-ı Kerim’in Türkçe olarak öğrenilmesini niye istemiyorlar sanıyorsunuz? O zaman Yasin satabilirler mi? Hatim duası satabilirler mi? Herhalde Allah’ı Türkçe bilmiyor diye düşünmüyorlardır(!).. “Kur’an-ı Kerim-i anlayasınız diye Arapça indirdim” dediğine göre, Kur’an başka bir millete inseydi o milletin dilinde geleceğini de bilirler ama işlerine gelmez. 
Kısacası; bu ayetlere göre “insanın ürününü ve neslini mahvetmek için” yasa çıkaranlar deccalın ortaklarıdır.Deccal kötüyü iyi, iyiyi kötü gösterir. Televizyonlardan bütün rezillikleri iyi diye kim pazarlıyor? Ya bunlara destek verenler? Bilmiyorduk deme şansları var mı? Allah buluğa eren her insanı sorumlu tutmuyor mu? Kur’an “hiç akıl etmez misiniz” diyerek aklı kullanmaya zorlamıyor mu? 

AKP benim için parti bile değil de, geçmiştekiler de masum sayılmaz. 2000 yılında ABD’ye gittiğimde bir profesör “biz tarım ilacı ve gübreyi ilk önce Türkiye gibi ülkelerde deniyoruz. Sonuca göre ülkemizde kullanıyoruz” dedi. 

Düşünün, adamlara ülkeyi yönet diyorsun. Avrupa ülkelerinde bile olmayan lüks imkanlar sunuyorsun. Onlar ne yapıyor? Kanına ekmek doğruyor. AKP’ye alt yapıyı ve arka bahçe insan kaynağını geçmiş iktidarlar ve Kenan Evren gibi “bizim oğlanlar” sunmadı mı?. Bu ülke ve ülke insanı ihanet hançeri ile binlerce defa hançerlenmiştir. Emaneti teslim ettiklerimiz emanete hıyanet etmiştir. 

Bir televizyon programında anlatıyor. Kilo yapan gıdaları tespit etmek için “york testi" denen bir test yapılıyormuş. Bu çok pahalı yapılan test ikinci defa tekrarlanıyor ama alınan kan örnekleri İngiltere’ye gönderiliyormuş. Eee, salaklık para ile değil ki, bedava. Bir zamanın safları da Babuna’ya takılıp kanlarını ABD’ye göndermişti. Zamanın Sağlık Bakanı Osman Durmuş karşı çıkınca da zalim ilan edilmişti ama olay anlaşılınca da iş işten çoktan geçmişti. Genetik şifrelerini kendi elleri ile teslim etmişlerdi bir kere. Artık vatandaşa sahip çıkan zaten yok. Saldım çayıraaa, mevlam kayıra. Nasıl olsa ülke yönetmenin ölçütü “3 koyun güdebilmekle” eşitlendi. Yani adam diyor ki; “ülke koyun dolu, önce bunu bileceksin, sonra gütmeyi öğreneceksin, tıpkı benim gibi.” Ülkede ne kadar mazoşist var ki, hakaret edildikçe gidip hakaret edene oy veriyor. 
Sırtımızdaki bu çirkef yükü atmanın tek yolu, eşek olmaktan kurtulmaktır!!.. 
MUHALEFET PARTİLERİNE Bu taşeron partinin binlerce rezilliğine rağmen hala umut olamamışsanız, gidin!!. Lütfen gidin!!. Hangi cehenneme gitmek istiyorsanız oraya gidin! Ne çıkan yasaları anlatıyorsunuz, ne de doğru düzgün muhalefet yapıyorsunuz. Katilleri sokağa salma operasyonu yapılırken eski YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun anlattığına göre hiçbir tepkiniz olmamış. Şimdi kalkmış tribüne oynuyorsunuz. Basın yer vermiyor falan demeyin. Sizler birçok konuyu hala diretebilen birkaç basın mensubundan öğreniyorsunuz. Yani geriden geliyorsunuz. Ayrıca nasıl muhalefet yapılır, üç kağıtlar nasıl suratlarına çarpılır, gidip Kamer Genç’ten öğrenin. O tek başına başarıyor. 

NAMUSLU NAMUSSUZLAR… 
Şener Şen’in başrolünü oynadığı film artık gerçek oldu. Vergisini, üstelik delidumrul vergisini zamanında ödeyen, ülkesini seven, değerlerine sahip çıkan ne kadar namuslu vatandaş varsa “namuslu namussuz” durumuna düştü. Bence hepsi dilekçe verip hapse girmek istediğini belirtsin. Nedenini de şöyle yazsın: Çalan, devlete baş kaldıran, asker-polis-sivil-bebek öldüren, yetim hakkı yiyen, tecavüz eden, cinayet işleyen bilumum zevat iktidarınız sayesinde NAMUSSUZ Namuslu olarak sokağa bırakılmıştır. Kimseyi öldürmediğim, gasp yapmadığım, tecavüz etmediğim, devlet malını çalmadığım, vatana ihanet etmediğim, vergilerimi günü gününe ödediğim için “Namuslu Namussuz”luk suçunu işlemiş bulunmaktayım. Kendimi ihbar ediyorum. Lütfen beni tutuklayın. Yoksa bu kadar KERİZ olduğum için kendi cezamı kendim vermek zorunda kalacağım. 
Kaygılarımla. 
İsim:Vatandaş Namuslu Namussuz.
Adres:Türkiye Açıkhava tımarhanesi 

"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

19 Ocak 2011 Çarşamba

İŞİN İÇİNDE BAŞKA İŞLER VAR
NOT:Resme 2 kez tıklayınız.


"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

18 Ocak 2011 Salı

HADİ ŞİMDİ UTANMADAN ÖZÜR DİLEYİN



AYDIN GEÇİNEN BİRİLERİ  DURUP DURURKEN ERMENİLERDEN ÖZÜR DİLEME KAMPANYASI BAŞLATTI.
SONRA NE HİKMETSE KURADA ERMENİ TAKIMIYLA TÜRK MİLLİ TAKIMI EŞLEŞTİ.
GÜL GİTTİ SINIRLARIMIZI TANIMAYAN AĞRI DAĞINI SAHİPLENEN VE ARARAT DEDİKLERİ RESMİN ALTINDA GÜLÜCÜKLER SAÇTI.
MAÇ İZLEDİLER.
SONRA SARKİSYAN BURSA'YA GELDİ.AZERBAYCAN BAYRAĞI ÇÖPE ATILDI.
ERMENİ ZULMÜNÜN ABİDESİ YÖRE HALKININ AHDAMAR DEDİĞİ ADADAKİ ERMENİ KİLİSESİ BİZİM PARAMIZLA ONARILIP İBADETE AÇTILAR.
TÜM BUNLAR NE İÇİN YAPILDI?
OBAMA TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİN'DE EMİR VERDİĞİ İÇİN.

KARŞILIĞI NE OLDU?
İŞTE YUKARIDAKİ SÖZLER.
ALIN SİZE SIFIR SORUN.
ŞİMDİ GİDİN ERMENİDEN ÖZÜR DİLEYİN.

"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

17 Ocak 2011 Pazartesi

NEDEN HEDEFLER?


NOT:resme 2 kez tıklayınız.

WikiLeaks'ten sızan üç Bursalı

WikiLeaks'ten ABD'nin stratejik gördüğü yerlerin listesi de yayımlandı. Listede Bursalı üç makine imalatçısı firmanın ismi de var.

WikiLeaks’in sızdırdığı yeni belgelerde dünyadaki diğer ülkelerde saldırıya uğradığı takdirde ABD’nin çıkarlarının zedelenebileceği hedeflerin yer aldığı bir liste ortaya çıktı. Listede Türkiye’den de İstanbul Boğazı, Bakü-Tiflis-Ceyhan Hattı ile üç şirketin ismi yer alıyor. Baykal, Durmazlar ve Ermaksan adlı firmaların ise birçok ortak özelliği var.

Üç şirket de hem savunma sanayii hem de otomotiv, inşaat, beyaz eşya ve ulaştırmada kullanılan dev presler ile lazer sistemleri üretiyor. Her üç şirket de Bursa’da üretim yapıyor.
Listedeki şirketlerden en dikkat çekeni Baykal Makine. Firma, 11 Eylül saldırılarında yıkılan Dünya Ticaret Merkezi’nin yerine yapılan ‘Özgürlük Kulesi (Freedom Tower)’ inşaatının çelik-konstrüksiyon imalatını yapmasıyla kamuoyunda adını duyurmuştu.


İhracatta ön plandalar
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın listesine ‘Durma’ adıyla geçen Durmazlar Makine ise, dünyanın adet bazında en büyük makine üreticilerinden biri. Yıllık 6 bin adet üretim kapasitesine sahip. Şirket, geçen yıl TBMM Üstün Hizmet Ödülü’ne layık görüldü. Durmazlar Makine’nin Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Durmaz, WikiLeaks belgelerinde adlarının geçmesi ile ilgili olarak Radikal’e yaptığı açıklamada, “O listede adımızın olması saçmalık” diyerek, bu konuda daha fazla açıklama yapma gereği duymadığını söyledi.
Listedeki üçüncü şirket olan Ermaksan ise, Durmazlar ve Baykal’a göre daha küçük bir şirket ama ihracatta önemli başarılar elde ediyor.

11 Eylül anıtının inşasında yer aldı
Bursa’da 1950’den beri faaliyet gösteren Baykal Makine, metal sac işleme makineleri üretiminde Türkiye’nin sayılı şirketlerinden. İnşaat, otomotiv ve ulaşım sektörü için giyotin makaslar ve lazer kesim makineleri de üretiyor. ABD ve Ortadoğu dahil 60’ı aşkın ülkede bayileri var. 2007 sonunda Almanya’nın yüksek teknoloji firması Weinbrenner’i satın aldı. Şirket, 11 Eylül saldırılarında yıkılan Dünya Ticaret Merkezi’nin yerine yapılan ‘Özgürlük Kulesi’ inşaatının çelik-konstrüksiyon imalatlarını yaptı.

TBMM’den Üstün Hizmet Ödülü sahibi
1956’da Ali Durmaz tarafından kurulan şirket, dünyanın adet bazında en büyük makine üreticilerinden biri. Bursa’da 100 bin metrekare kapalı alanı ve 1000 çalışanı olan 3 fabrikası var. Üretiminin yüzde 80’ini 105 ülkeye ihraç ediyor. 1994’te küresel ölçekte ‘Durma’ markası ile adını duyurdu. WikiLeaks belgelerine de bu isimle girdi. Geçen yıl TBMM tarafından Üstün Hizmet Madalyası’na layık görüldü. ersity’de işletme ve ekonomi eğitimi aldı.

Rekor ihracat hedefi 1965’te küçük bir torna atölyesinden doğan Ermaksan markası, sac işleme makineleri imal eden firmaların başında geliyor. Üretiminin yüzde 80’ini ihraç eden şirket 5 kıtada 110 ülkeye satış yapıyor. ABD, Güney Afrika, Avusturya, Yeni Zellanda ve Kanada’da satış bayileri bulunuyor. 10 yıl içinde 1 milyar dolarlık ihracat yapmayı hedefleyen şirket, lazer makinesi ile 2007’de TÜBİTAK ödüllerinde finale kaldı.
Aram Ekin Duran


"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

16 Ocak 2011 Pazar

GOP OPERASYONU İÇİN ZEMİN
Yeniçağ gazetesi


Tunus Cumhurbaşkanı Bin Ali’nin protesto gösterileri sonucu ülkeden kaçması, Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nin (GOP) Kuzey Afrika ayağıyla ilgili planın eksiksiz çalıştığı yorumları yapılıyor. Sırada Cezayir var.
Tunus’ta temel gıda fiyatlarının artışı ve işsiz gençlerin sokağa dökülerek başlattıkları protesto eyleminin şiddete dönüşmesi üzerine hükümetin devrilip, Cumhurbaşkanı Zeynelabidin Bin Ali’nin Suudi Arabistan’a kaçması, Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nin (GOP) Kuzey Afrika ayağıyla ilgili planın eksiksiz işlediği yorumları yapılıyor. Bölgede sıranın Cezayir’de olduğu görüşünü ortaya atan uzmanlar, “Lübnan’da hükümet devrildikten birkaç gün sonra, Tunus da aynı akıbeti paylaştı. Cezayir’de durum kritik. Hayat pahalılığına karşı yapılan protesto gösterileri Ürdün’e de sıçradı. GOP’un sınırlar ve yönetimlerin değişmesi yolundaki operasyonları ivme kazanmış durumda” diyorlar. 23 yıldır ülkeyi demir yumrukla yöneten Cumhurbaşkanı bin Ali, şiddetli sokak gösterilerinin engellenememesi üzerine, Suudi Arabistan’ın Cidde kentine kaçtı. Bin Ali’yi taşıyan uçak, Fransa ve İtalya’dan iniş izni istedi ancak alamadı. Bunun üzerine uçak, Suudi Arabistan’a yöneldi.

Bin Ali Cidde’de
Kral Abdullah, “Cumhurbaşkanı Bin Ali ve ailesinin gelişini memnuniyetle karşıladık” dedi. Tunus’tan kaçamayan Bin Ali’nin bazı akrabaları tutuklanırken, bir süredir tutuklu olan gazeteciler de serbest bırakıldı. Başbakanı Muhammed Gannuşi, sürgündeki muhaliflerin ülkeye dönmekte özgür olduğunu belirtti, “Ne zaman isterlerse dönerler, burası onların ülkesi” dedi.

Meclis Başkanı atandı
Tunus’ta halk baskısıyla iktidarını bırakıp Suudi Arabistan’a kaçan Bin Ali’den boşalan makama vekaleten Meclis Başkanı Fuad Mebaza atandı. Sokaktaki Tunusluların “Yasemin Devrimi” adını verdiği olayların ardından kaçan Bin Ali’ye iktidar yolu aynı konsey tarafından nihai olarak kapanmıştı. Bir aydır süren protesto gösterilerinin ardından başkentte güvenlik önlemleri artırılıyor. Başkentliler dün sabah, silah seslerinin, sokak çatışmalarının, yağmalama olaylarının gerginliğiyle uyandı. Ülkenin hava trafiği silahlı kuvvetlerin kontrolü altına geçti, ve hava alanlarına ordu el koydu.Güvenlik güçlerine, yasaklara uymayanlara karşı silah kullanma yetkisi verildi.

Mağzalar yağmalanıyor
Tunus’ta, sokağa çıkma yasağının kalkmasının ardından yaşanan gözler önüne serildi. Başkent Tunus’ta garın tamamen yandığı, başkent dışında büyük bir mağaza zincirinin binasının hasara uğradığı ve yağmalandığı görülürken,  ordu yağmayı durdurmaya çalışıyor. Başta Mısır olmak üzere, bazı Arap ülkelerinde eylemciler, Tunus’ta Bin Ali’nin ülkeyi terk etmesiyle sonuçlanan hükümet karşıtı protestoları memnuniyetle karşılarken, bu başkaldırının, baskıcı rejimlere sahip olmakla suçlanan diğer ülkelerde benzer değişim umudunu doğurduğunu düşünüyor.

Genişletilmiş Ortadoğu Projesi
Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP), ABD’nin Kuzey Afrika, Orta Asya ve Moğolistan, Kafkasya ve Türkiye, Arap Dünyası’ndan Somali’ye kadar uzanan bir coğrafyada yer alan ülkelere yönelik kapsamlı bir İslam coğrafyası dönüşüm stratejisidir. Snır ve yönetimlerin değiştirilmesini öngören ABD’nin amacı hedef bölgdeki tüm petrol musluklarına ve enerji kaynaklarına el koymaktır.

Şiddet Ürdün’e sıçradı
Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da hayat pahalılığına karşı yapılan protesto gösterileri Ürdün’e de sıçradı. Görgü tanıkları, hükümetin akaryakıt ve gıda
fiyatlarını sınırlamak için önlemler aldığını açıklamasına rağmen, Karak kentinde yaklaşık 400 kişinin hayat pahalılığını protesto ettiğini, gösteride Başbakan Samir el Rifai aleyhinde sloganlar atıldığını söyledi. Bir muhalif “Yüksek fiyatlar ve vergiler, Ürdün halkını isyan ettirdi” dedi.


First Lady etkisi
WikiLeaks’in, Tunus First Leydi’si Leyla Trabelsi ve ailesinin yolsuzluklarını ortaya koyan belgeleri yayımlamasından sonra halk ayaklanmasının başladığı belirtiliyor. Wikileaksİn sızdırdığı ABD belgesinde, “Tunuslular Leyla Trabelsi ve ailesinden nefret ediyor. Leyla Trabelsi, 1992’de Zeynel Abidin Bin Ali ile evlenmeden önce, eğitim seviyesi düşük aileden gelen sıradan bir kuafördü. Bin Ali ile evlendikten sonra zengin oldu” denmişti.


"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."

15 Ocak 2011 Cumartesi

YOLGEÇEN HANI
NOT:Resmi okuyabilmek için üzerine 2 kez tıklayınız
Wikileaks’in elinde bulunan ancak henüz kamuoyuyla paylaşılmayan bir belge İsrail’in Suriye’nin nükleer tesisleri üzerine düzenlediği saldırının ilk açık kanıtı oldu.

Wikileaks tarafından elde edilen belgelere göre, Suriye'nin kurduğu nükleer tesislerin 2007 yılında bombalanmasının İsrail tarafından gerçekleştirildiği belirtildi.

Söz konusu belgenin ilk kısmında şimdiye kadar hiç benzeri görülemiş bilgilerin yeraldığı ve Rice'ın "İsrail'in saldırısının, Suriye'nin doğusundaki çöllük alanda, El Kibar denilen bölgede gizlice inşa edilen nükleer reaktörü yok etmeyi amaçladığını sizlere bildirmek isterim" dediği belirtiliyor.

İsrail'de internetten yayın yapan Ynet haber sitesi, Wikileaks tarafından ele geçirilen "gizli" kayıtlı belgelerden birinde, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın, "2007 yılı 6 Eylül'ünde, muhtemelen Kuzey Kore'nin de yardımıyla Suriye'de gizlice inşa edilen nükleer reaktörün İsrail tarafından yok edildiğini" yazdığını bildirdi.

İsrail saldırısının başarılı olduğunu ve reaktörün yeniden tamir edilmeyecek şekilde yok edildiğini de yazan Condoleezza Rice, "Suriye, tesisin bulunduğu alanı boşalttı, bölgedeki kanıtlardan da kurtularak, yerine yeni bir bina inşa etti. Sağlam kanıtlara dayanarak, Kuzey Kore'nin Suriye'nin bu reaktörü inşa etmesine yardım ettiğine inanıyoruz. Ve bu konuyla ilgili olarak artık sizlerle daha fazla bilgiyi paylaşmanın da zamanının geldiğine karar verdik" diye yazmış.

Wikileaks'in yayınlamasından önce İsrail gazetesi Yedioth Ahranot tarafından yayımlanan telgraf, Suriye tesislerine yapılan saldırının, ilk kez resmen ve ayrıntılı olarak doğrulanması anlamına geliyor.

SAVAŞ ÇIKAR DİYE SAKLADIK

Sızan belge, ABD ve İsrail'in işbirliği yapmaları, saldırı öncesinde istihbarat toplanması,İsrail hükümetinin tesisleri bombalamaya karar vermesi, saldırıya karşı Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın savaş açabileceği korkularına ilişkin bilgileri içeriyor. Rice, bütün dünyadaki ABD diplomatik temsilciliklerine gönderdiği telgrafta, "Bu bilgiyi şimdiye dek bir çatışma korkusu ve bir çatışmayı önlemek için sizlerle paylaşmaktan kaçındık" ifadelerine yer veriyor.

25 Nisan 2008 tarihli ve “confidential” etiketli belgeye göre dönemin Dışişleri Bakanı Rice, dünya genelindeki bakanlık temsilcilerine, “6 Eylül 2007 tarihinde İsrail, Suriye’nin belli ki Kuzey Kore’nin yardımıyla inşa ettiği gizli nükleer reaktörü yok etti” mesajını gönderdi.

 Bu belgeyi, Wikileaks’in sitesinde yayınlanmasından önce Yedioth Ahronoth’tan Ronen Bergman’ın bugün ortaya çıkardı. Belgenin önemi saldırının ilk resmi ve detaylı teyidi olması açısından önem taşıyor.

Belgede operasyon öncesi istihbarat toplanması, İsrail ve ABD arasındaki işbirliği, her iki ülkenin de paylaştığı can sıkıcı ve zorlu sonuçlar, İsrail hükümetinin Suriyeyi bombalama kararı ve Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın karşılığında bir savaş açmasından duyulan korku gibi noktalara değiniliyor.

Belgede Rice, “Bugüne kadar bu bilgiyi sizden bir çatışma yaşanır korkusuyla ve böyle bir şeyi önlemek için sakladık” diyor.

Yazışmanın ilk ve en çarpıcı kısmı Rice’ın ağzından şöyle: “Sizleri, İsrail saldırısının Suriye’nin doğusunda El Kibar denen bir çöl arazideki gizli reaktörü yok etmeyi amaçladığı konusunda bilgilendirmek isterim. İsrail’in operasyonu başarılı oldu – reaktör tamiri mümkün olmayacak şekilde yok edildi. Suriye bölgeyi tamamen boşalttı, bölgede daha önce ne olduğuyla ilgili kanıtları ortadan kaldırdı ve araziye yeni bir inşaat yaptı. Kesin kanıtlara dayanarak, Kuzey Kore’nin Suriye’nin reaktörü inşa etmesine yardım ettiğine inanıyoruz. Dahası artık bu konuda size daha fazla bilgi vermenin zamanı geldiğine karar verdik.”

Belgede, ABD istihbarat birimlerinin İsrail’den kendilerine gönderilen bilgileri teyit etmek için aylarca çalıştığı ve reaktörün “barışçıl amaçlar için inşa edilmediği” yönünde ellerinde güvenilir kanıtlar olduğu da ifade ediliyor. Rice mektubu, “Suriye’nin saldırıdan aylar sonra sürdürdüğü esrarlı tavrı ve yalanları bize gizleyecek bir şeyleri olduğu yönünde açık kanıtlar sunuyor” şeklinde sona erdiriyor.

İsrail jetleri Eylül 2007’de nükleer silah üretmekle suçladığı Suriye`nin El Kibar tesislerini bombaladığında, dönüş yolunda Hatay`a boş bir füze tankı düşürmüştü. İsrail uçaklarının Türk hava sahasını kullandığının ortaya çıkması Türkiye'yi de tartışmaların merkezine çekmişti.
"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."
 ASIL SOYKIRIM TÜRKLERE UYGULANDI!

TCA, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılış döneminde yaşanan ama Batılı tarihçiler tarafından genellikle sadece Osmanlı'daki Hıristiyanlara odaklanılarak tek taraflı anlatılan göç konusunda madalyonun öteki yüzüne de dikkati çeken bir çalışmayı ortaya koydu.

Justin McCarthy'nin hazırladığı ve Müslümanların göç rotalarını gösteren harita şöyle:
HARİTAYA TIKLAYARAK BÜYÜTEBİLİRSİNİZ

Louisville Üniversitesi'nde tarih profesörü olan ve Osmanlı İmparatorluğu hakkında ayrıntılı demografik çalışmalarda bulunan Prof. McCarthy tarafından hazırlanan "Osmanlı İmparatorluğu'nda Zorunlu Göç ve Ölümler-Açıklamalı Harita"da, Osmanlı topraklarında, 1770-1923 yıllarında göç eden 5 milyon Müslüman tebanın yaşadığı göç gösteriliyor. Böylece, Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılma sürecinin Ermeniler gibi sadece Hıristiyan nüfusu etkilemediğine, milyonlarca insanın acı ve zorluklar yaşadığına vurgu yapılıyor.
Ayrıca, Osmanlı topraklarında göçe zorlananların 5 milyonunun Müslüman, 1.9 milyonunun Hıristiyan olduğuna işaret eden harita, böylece savaş ve iç çatışmaların acılarını, düşünüldüğünün aksine, daha çok Müslümanların yaşadığını gözler önüne seriyor.
ÖLEN MÜSLÜMAN SAYISI HIRISTİYANLARIN 4 KATI
Harita, 1864-1922 yıllarında yaşanan savaş ve iç çatışmalar sırasında hayatlarını kaybeden Müslümanların sayısının, Hıristiyanlarınkine oranla 4 katı fazla olduğunu da gösteriyor.
Harita, aynı zamanda, 1864-1922 yılları arasında, Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanması sürecinde ölen 5 milyon Osmanlı Müslüman'a yönelik bir kayıt anlamına da geliyor.
EN BÜYÜK ACIYI TÜRKLER ÇEKTİ
Prof. McCarthy, konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada, Osmanlı topraklarında yaşayan değişik kimliklere mensup tüm grupların acı çektiğini ifade etti. Ancak, Müslümanların, özellikle de Türklerin en büyük acılara maruz kalan kesim olduğuna dikkati çeken McCarthy, "Haritanın, tüm bu insanların felaketlerle dolu kaderlerini göz önüne sereceğini umuyorum" dedi.
TCA Başkanı Lincoln McCurdy de kurum olarak bu yayını desteklemiş olmaktan gurur duyduklarını belirtti. Prof. McCarthy'ye, "tarihin sayfalarında neredeyse hiç yer almayan Müslüman Osmanlı halkları hakkında bıkmadan ve yılmadan yaptığı kapsamlı araştırmaları dolayısıyla" teşekkür eden McCurdy, şunları kaydetti:
"Çok az Türk aile vardır ki büyükannesi veya büyükbabası, Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Kırım veya Kafkasya'dan gelmiş olmasın. Ya da Anadolu'da yaşanan savaslardan dolayı yaşadığı iç göçe dair acı bir hikayesi bulunmasın.
YAŞANAN TRAJEDİLER TÜRKLERE DÜŞMANLIĞA DÖNÜŞTÜ
Ancak, modern Türkiye'nin kurucuları, genç Cumhuriyetin, bir varoluş mücadelesinden çıkmış halkını, geçmiş yerine geleceğe bakmaya yönlendirmiş ve eski düşmanlarıyla barış felsefesini benimsemistir. Ne yazık ki, başka toplumlar, yaşadıkları trajedileri Türklere karşı nesilden nesile aktarılan düşmanlığa dönüştürdü.
Bu harita çalışması, Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılışı sürecinde Müslüman halkların kayıplarını göz ardı ya da inkar eden, geçmiş çağların ırkçı ve bağnaz yaklaşımlarının izlerini taşıyan zihniyete bilimsel bir cevaptır."



"SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR, SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR."