31 Mayıs 2009 Pazar

KANKİ AKP'Yİ UYARIYOR :"BEYGİRİ DOĞRU YERE BAĞLA"

Bu mayınlar birilerinin başını yiyecek.

Ona rağmen bu ısrar nedir? Sizce.

Üstelik TC’nin kuruluş felsefesine “Irkçılık” dedirtecek kadar önemli mi bu?

Gemileri yaktıracak kadar.

AKP Siyonistlere verdiği sözden dönemiyor?

Ama neden?

İşte bütün mesele bu sorunun cevabında.

İsrail’in elinde AKP’yi böylesine korkutan ne var?

Uçak alacak parayı bulanlar, daha az bir parayla burayı kendi temizleyecekken, böylesine stratejik bölgeyi ısrarla neden başka bir ülkeye yarım asır verme telaşında?

Halkı birbirine düşürme pahasına,”36 etnik grup var”diyen başbakandan bu kez de bu kelimeler çıkıyorsa; bu mayınlar fena patlar arkadaş.

Sesi de taaa ABD den duyulur.

Kankiler uyarıyor.

Ama kankinin de bilmedikleri var.

Görünen o.

ATI DOĞRU YERE BAĞLAMAK…

Fehmi Koru

31 Mayıs 2009

Türkiye mayınlardan kurtulmaya çalışırken iktidar partisi kendisini mayınlı araziye düşürdü.

Yasalaştırılmaya çalışılan tasarı aynen geçerse siyaset alanında patlamaya hazır mayınların etkisi dünyanın dört bir tarafında hissedilebilir. Yarım yüzyıldır Suriye sınırında gömülü mayınların patlamasından endişe eden iktidar, şu sıralarda dikkatini daha fazla siyaset alanında patlayabilecek mayınlara verse iyi olacak...

Mayınlarla ilgili düzenlemeyi Meclis'ten Komisyon'a geri çektiğini sanıyorduk iktidarın, hayır öyle değilmiş; önümüzdeki hafta başında aynı haliyle yeniden Meclis'te görüşülecekmiş... İktidarın tek vaat ettiği, arada muhalefetin 'haklı' gibi görünen görüşlerini dinlemek... Yaratılacak hay-huydan istifade ile var olan metnin zorlaya zorlaya Meclis'ten geçirilmesi hedefleniyor, bu besbelli...

Elbette iktidardır ve bunu yapabilecek çoğunluğu vardır. Ancak çoğunluğuna güvenerek ve çoğunluğu oluşturan bireylerin iradelerini hiçe sayarak yapılacak bir zorlamanın ciddi sonuçları da olabilir. Politikacıların iradelerini hiçe sayan bir davranış politik bir davranış tarzı değildir çünkü...

Ak Parti yönetimi, hükümet ve Başbakan Tayyip Erdoğan, 'mayın' konusunda, atı arabanın arkasına koştuklarını artık görmeli...

Meclis'in gündeminde olan ve iktidar partisinin zorladığı metin neyi öngörüyor: 50 yıl öncesinde Suriye sınırına gömülmüş olan mayınların kaldırılmasını ve temizlenen toprakların tarım arazisi haline getirilmesini... Bunun için tek bir ihale açılacak ve üstlenen şirket mayınları temizledikten sonra elde edilecek tarım arazisini 44 yıla kadar bir süre için kullanabilecek...

Bu, atı arabanın arkasına bağlama yöntemidir. Ters bir yöntemdir.

Terslik şurada: İhaleye katılacak mayın temizleme konusunda uzman 'yabancı' şirketlerin hiçbiri tarımla ilgili değil; işi üstlendikten sonra toprakları ya başka birilerine kiralayacak, ya da kendileri kullanacaksa bu işi en başından öğrenmek zorunda kalacaklar...

Mayın temizleme işiyle tarımcılık yapma işi illâ tek bir şirkete ihale edilsin isteniyorsa, ihaleye mayın temizlemede uzman şirketler değil tarım alanı işletmecileri katılabilmeli... İhaleyi kazanan tarımda uzman şirketler, kullanacakları toprakların en verimli halde ellerine geçmesi için gereken titizliği gösterecekler ve mayın temizleme işini teslim edecekleri şirketleri bu gözle seçeceklerdir...

Atı arabanın önüne bağladığınızda açılacak ihale sürecine eskisi kadar itiraz olmayacaktır.

En doğrusu ise, Ak Parti milletvekillerinin çoğunun da katıldığını bildiğimiz iki süreci birbirinden ayırma yöntemidir. Mayınları temizlemek için açılacak ihaleyi alan şirket işini tamamladıktan sonra elde edilen arazi o zamanın şartlarına göre değerlendirilebilir. Arazi topluca tek bir şirkete tahsis edilebildiği veya birkaç parçaya bölünerek şirketler arasında paylaştırılabildiği gibi, topraksız köylüye de verilebilir.

Birbiriyle hiç ilgisi bulunmayan iki farklı işin tek bir şirkete verilmek istenmesi, ihaleyle bile yapılacak olsa, akılları karıştırır. Tıpkı bugün olduğu gibi...

İki ülke arasındaki mayınlı araziden söz ediyoruz. Mayınlar kalktığında olağanüstü verimli olabilecek bakir toprakların tarıma açılması herkesin gözünün bu konuya yoğunlaşmasına sebep oluyor. Kafa karışıklığının en önemli sebebi de böyle bir toprağa bir üçüncü devletin özel ilgi gösterdiği iddiası; savunma sanayii alanında uzman bu kadar şirketimiz varken neden başka ülkelere gerdan kıralım ki?

Tasarı Komisyon'a çekilmeli ve kamuoyunun hassasiyet gösterdiği konular göz önünde tutularak gerekli değişiklikler sağlandıktan sonra yeniden Genel Kurul'a getirilmelidir.

VUR-KAÇTA NELER GİTTİ?


Kısaca Selçuk Ayhan şunu soruyor?
Çok fazla yapılan bir oyuna değiniyor.
İptal edileceğini biline biline çıkarılan yasaların Anayasa Mahkemesinden iptaline kadar uygulamasında neler gitti? Bunu soruyor.
Dikkat edin. Bu devamlı AKP tarafından yapılan bir olay.
İptali kesin bile olsa kanun çıkarılıyor. Kanunun iptaline kadar malı götüren götürüyor.
Tam bir vur-kaç tekniği.
Biz iptal edildi diye sevinirken adamlar zaten amaçladığını elde etmiş oluyor.
İşte bu olayda tam bu.

CHP'li Ayhan'dan maden sorusu

CHP İzmir Milletvekili Selçuk Ayhan, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız'a Maden Yasası'nın ve "Madencilik Faaliyetlerine İzin Yönetmeliği"nin yürürlüğe girdiği tarihten Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararına kadar geçen sürede askeri yasak ve güvenlik bölgelerinde verilen maden arama ruhsatı izinlerini sordu.
Ankara- CHP İzmir Milletvekili Selçuk Ayhan, Meclis Başkanlığı'na sunduğu soru önergesinde, Anayasa Mahkemesi'nin 15 Ocak 2009 tarihinde verdiği kararla "Orman ve ağaçlandırma alanları, özel çevre koruma bölgeleri, milli parklar, sit alanları, tarım ve mera alanları, kıyı ve sahil şeritleri, su havzaları ve su kaynakları, turizm gelişim ve koruma bölgeleri, askeri yasak bölgeler ve diğer doğal ve kültürel zenginliklerin bulunduğu alanları yüzde 2 vergi karşılığında yabancı sermayeli şirketlere ve yerli şirketlere" açan Maden Yasası'nın 7'nci maddesini iptal ettiğini hatırlattı.
Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı ve Danıştay 8'nci Dairesi'nin 15 Mayıs 2009 tarihli iptal kararıyla 21 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren Madencilik Faaliyetlerine İzin Yönetmeliği'nin yasal dayanağının ortadan kalktığını belirten Ayhan, Enerji Bakanı Yıldız'a, yasa ve yönetmeliğin çıktığı tarihten iptal kararlarına kadar geçen sürede "orman, özel çevre, milli parklar, tarım alanları, mera alanları, su havzaları, sulak alanlar, kıyı alanları, sahil şeritleri,kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri ile askeri yasak ve güvenlik bölgelerinde verilen maden arama ruhsatı izinleri"ni sordu.
Selçuk Ayhan Bakan Yıldız'a şu soruları yöneltti: "Madencilik Faaliyetleri ile Bozulan Arazilerin Doğaya Yeniden Kazandırılması Yönetmeliği hükümleri doğrultusunda, faaliyette bulunduğu bölgeleri çevre ile uyumlu hale getirmediği belirlenen şirketler var mıdır? Varsa sayıları ve isimleri nedir? Yönetmelik hükümlerini yerine getirmeyen şirketler hakkında hükümetinizce ne tür yaptırımlar uygulanmaktadır? Madencilik Faaliyetlerine izin yönetmeliği 2005 yılında yürürlüğe girerken, Madencilik Faaliyetleri ile Bozulan Arazilerin Doğaya Yeniden Kazandırılması yönetmeliğinin yürürlüğünün 2.5 yıl geciktirilmesinin nedeni nedir?Bergama Ovacık Altın Madeni, Kışladağ, Efem Çukuru, Artvin Cerattepe, Kaz Dağları ve diğer alanlarda yürütülen madencilik faaliyetlerinin durdurulması ve izinlerinin iptal edilmesi konusunda bakanlığınızca bir çalışma başlatılmış mıdır?"
31 Mayıs 2009-cumhuriyet’in haberi

YÜRÜ BE ADAMIM KİM TUTAR SENİ-yorumsuz-

Türk milletine hakarettir

MHP´li Oktay Vural, "Başbakanın ´etnik kimlikleri kovduk´ifadesi, Türk milletine yönelik bühtandır, hakarettir. Bu millet, tarihin hiçbir yerinde ırkçı olmamıştır" dedi MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan´ın mayın temizliği ile etnik temizliği birbirine karıştırdığını belirterek, konunun birbiriyle bağdaştırılmasının hayret verici olduğunu söyledi. Vural, Parlamentoda düzenlediği basın toplantısında, Başbakanın "bu topraklarda etnik temizlik yapıldığı" şeklindeki açıklamalarını sert bir dille eleştirdi. Vural, şunları söyledi. Pamuk gibi konuştu "Sayın Başbakanın ´etnik kimlikleri kovduk´ifadesi, Türk milletine yönelik bühtandır, hakarettir. Bu millet, tarihin hiçbir yerinde ırkçı olmamıştır. Bir tarafta bu milleti 36 etnik gruba böleceksiniz, sonra da diyeceksiniz ki etnik kimlikleri kovduk. O zaman sorarlar sana, bu etnik kimlikleri sayıyorsun da hani sen bunları kovmuştun diye. Başbakan neyin özlemi içindedir, ben bunun açıklanmasını istiyorum. Kurtuluş Savaşı´ndan önceki Sevr dönemi özleminde misiniz? Lozan Andlaşması´nın imzalanmamış olmamasını mı arzu ediyorsunuz, doğrusu hayretler içindeyim. Büyük Ermenistan kurmak amacıyla Van´ı, Erzurum´u yakanlara tedbir olarak alınan önlemleri adeta bir etnik temizlik yapılmış gibi sunmak kimlerin ekmeğine yağ sürüyor. Türkiye Cumhuriyeti içinde Rum, Ermeni vatandaşlarımız vardır. Bunlar bizim zenginliğimizdir. Sayın Başbakan maalesef Orhan Pamuk gibi konuşmuştur. Bir mayın temizlemek için milleti kötülemeye değmez." Mayın temizleme konusuna da değinen Vural, Başbakan Erdoğan´ın, kendilerini etnik temizlik yapmakla ve ırkçılıkla suçladığını kaydetti. Vural, "Bu toprakları, biz işleyemeyecek miyiz Sayın Başbakan? İşleyemeyecek duruma, aciz duruma düşürdünüz.

Bu ülkenin insanları bu toprakları işletemeyecek mi? Bunun için yap-işlet-devret mi gerekiyor. Başbakanın bu düşüncesi Türk milletini dışlayan, Türk milletini kendi topraklarını işlemesini istemeyen ayrılıkçı, bölücü, ırkçı bir yaklaşım tarzının tezahürüdür" diye konuştu. Türkiye faşist bir devlet midir? CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan´ın, "Yıllarca bu ülkede bir şeyler yapıldı. Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu. Acaba kazandık mı? Bu aslında faşizan bir yaklaşımın neticesiydi" sözlerini, soru önergesiyle Meclis gündemine taşıdı.

Başbakan Erdoğan´ın yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığına soru önergesi sunan Arıtman, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, hangi tarihlerde, hangi etnik kimlikteki vatandaşlarını kovduğunun açıklanmasını istedi. Kaç kişi kovulmuştur CHP´li Canan Arıtman, şunları kaydetti: "Bu kovma işlemleri, hangi gerekçelerle yapılmıştır? Hangi etkin kimlikten kaç kişi kovulmuştur? Cumhuriyet tarihi boyunca Türk kökenli kaç vatandaşımız ülkemizi terk etmiştir? Türkiye Cumhuriyeti Devleti faşist bir devlet midir?"

Namusun ticareti olur mu?

CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman Başbakan Erdoğan´a “Sınır namussa, namusun ticareti olur mu?” diye sordu.
CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman, Başbakan Erdoğan’ın yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde Sınır namussa, namusun ticareti olur mu?” diye sordu. Arıtman, önergesinde Başbakan Erdoğan’a “62 milyon dolara mal olan üçüncü uçağınızı almaktan vazgeçerek bu kaynakla sınırdaki mayınların, sınır topraklarımızı yabancı şirketlere vermeden temizlenmesini sağlamayı düşünür müsünüz?”
Meclis'te şeriatçı dergi skandalı
TBMM'de milletvekili odalarına "ücretsiz" dağıtılan "Tohum" adlı dergide, CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman "fahişe gibi giyinmekle" suçlandı. TBMM Başkanı Köksal Toptan 'a mektupla şikâyette bulunan Arıtman, dinci basının sürekli kendisini hedef gösterdiğine dikkat çekerek "Bu tür yayınların Meclis'te dağıtılması için özel olarak imkân mı tanınıyor" sorusunu yöneltti. http://haber.mynet.com/detail_news/?type=Politics&id=X1209804428609&date=03Mayis2008 Kimin ne olduğu çok açık ortada Canan Hanım. Halk sizin ne kadar cesur bir Türk kadını olduğunuzu biliyor. Size bu yakıştırmaları yapan şerefsizlerin kimlerin oyuncağı olduğunuda. Erkek geçinenlerin sizin cesur adımlarınız karşısında yanınızda olamadığını ve tırsıp karşınızda durduğunu da gördü bu halk.

"KÖKENİ ERMENİ" DAVASINI CANAN ARITMAN KAZANDI

Gül'ün anne tarafından Ermeni olduğunu iddia etmişti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dayısı Ahmet Satoğlu’nun “ailesinin etnik kökeninin Ermeni olduğu” şeklindeki iddiası nedeniyle CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman aleyhine açtığı 40 bin TL’lik manevi tazminat davası, Arıtman lehine sonuçlandı. Arıtman yaptığı açıklamada, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dayısı Ahmet Satoğlu’nun, ailesinin etnik kökeninin Ermeni olduğu savı nedeniyle aleyhine açtığı 40 bin TL’lik manevi tazminat davasının bugün yapılan duruşmayla lehine sonuçlandığını bildirdi. Arıtman’ın avukatı Rezzan Aydınoğlu ise ANKA’ya yaptığı açıklamada, davacının Gül’ün dayısı olduğunu, yasaların “yansıma yoluyla manevi tazminatı öngörmediğini" belirtti. Bu nedenle davanın tümünün reddedildiğini kaydeden Aydınoğlu, dava muhatabının ancak Cumhurbaşkanı Gül’ün annesi olabileceğini vurguladı. -İMZA KAMPANYASI İLE BAŞLADI- CHP İzmir Milletvekili Arıtman, bir grup aydının Ermeni soykırımı iddiası nedeniyle “Ermeniler’den özür diliyoruz” kampanyası başlatmasının ardından, Cumhurbaşkanı Gül’ün de bu kampanyaya destek verici sözlerinin üzerine, Gül’ün anne tarafından etnik kökeninin Ermeni olduğunu öne sürmüştü. Arıtman’ın bu iddiaları üzerine, Cumhurbaşkanı Gül’ün önce kendisi 1 TL’lik, ardından da dayısı Ahmet Satoğlu, Arıtman aleyhine 40 bin TL’lik tazminat davası açmıştı. Gül, tazminat davasını kazanmıştı. 26/5/2009 VATAN GAZETESİ

29 Mayıs 2009 Cuma

WİNNİNG TURKEY (KİTAP)


Sakın şu yanılgıya düşmeyin.
ABD’de kürsü sahibi olmak ve Türkiye’de etkili popüler biri olmak için böyle çok zeki,deha falan olmanız gerekmiyor.
Ama Türk Halkına "deha, süper" olarak zaten sunulursunuz.
Sadece köpek gibi ABD’nin çıkarlarını savunur olacaksınız, ruhunuzu Türk düşmanlığı yakıp kavuracak.(geçmişinizde dedelerden falan vatana ihanet etmiş varsa sizden kıralı yok) Birkaç ABD ajanıyla da görüşmede bunu dile getireceksiniz. Adamlar bakacak bu “herif ve ya kadın bizim işimize yarar” derse sizi kullanacak. Kullanırken bir sürede yaşayacaksınız.Hatta size bir koca yada kadın da ayarlarlar evlenir barklanır onlardan olduğunuzada inanırsınız.
Ama sonra bir paçavra gibi sizi bir yere atacaklar.
“Ne yaşadıysam kar” değip yalanmaya devam edeceksin.
Soysuz, milletsiz, suratına tükürüleceğini bile bile bu yalancılığına, sahte gülüşlerine devam edeceksin.
Böyle bir karaktere sahipsen hiç durma ABD’ye at kapağı . Adamlar yana yana böylelerini arıyor.

Obama’nın ‘Avrupa-Avrasya Direktörü Philip Gordon tarafından 2008’de yazılan ‘Winning Turkey’ adlı kitap AKP hükümetinin yol haritasını çiziyor. Herşey önceden planlandığı gibi gerçekleşiyor. İşte Hükümetin ‘El Kitabı’ AVRUPA AJANSI (AVA) ÖZEL Mahir TAN – LONDRA Amerika daki ünlü think-thank lardan ‘Brookings İnstitution’ yöneticilerinden Philip H. Gordon tarafından yazılan ‘Winning Turkey’ (Türkiye’yi Kazanmak) adlı kitabın en hayati konularda Türk dışişleri politikalarını yönlerdiği ortaya çıktı. Mayıs 2009’da ABD Başkanı Barak Obama tarafından ‘Avrupa ve Avrasya işleri Devlet bakanı yardımcısı’ olarak atanan Philip H. Gordon, Türkiye konusunda başkan Obama’nın en yetkili yardımcısı oldu. Philip Gordon’un aynı think-thank kuruluşunda çalışan neoliberal Türk yardımcısı Ömer Taşpınar ile ortak imzası bulunan kitap Türk dış politikasının nasıl yönlendirildiğini açıklayıcı bir belge oldu. 2008 yılında piyasaya çıkan ‘Türkiye’yi Kazanmak’ kitabı, Ermeni meselesi, Kuzey Irak ilişkileri gibi temel konularda Türkiye Dış Politikasını yönlendirmekten başka ‘askeri darbe girişimleri’ konusundaki ‘uyarı ve açıklamalarıyla Ergenekon savcılarına da rehberlik ediyor. Büyük Fırsat (Grand Bargain) Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yaptığı ‘Kürt açılımı’ konusundaki ‘Büyük Fırsat’ ifadesinin bile ‘Grand Bargain’olarak isim babalığını yapan Philip Gordon, yakında Türk dış politikasında ‘beklenen’ gelişmeleri de bildiriyor. Fırsat Kuzey Irak’ta 15 milyar dolarlık kontrat mı’ ? Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından Mayıs ayında yapılan bir açıklamada Kürt meselesinde çıkan bir ‘Büyük Fırsat’tan söz edilerek, değerlendirilmesi istendi. Oysa, Gül yeni bir şey söylemiyordu. ‘Büyük fırsat’, Hükümetin izleyeceği rotayı daha 2008 yılında belirleyen ‘Winning Turkey’ kitabında, ‘Grand bargain’ adıyla düzenlenmişti. ‘Büyük Fırsat’ ya da orijinal adıyla ‘Grand Bargain’, Türkiye’ye Kuzey Irak federasyonunu Kerkük başkentli olarak onaylattırmak karşılığında, Kuzey Irak’ta 15 Milyar dolarlık kontrat vermek,Yumurtalık tan Kerkük petrolü ihracını sağlamakve PKK’yı Kuzey Irak’tan uzaklaştırmayı içeren bir paket anlaşma. Philip Gordon, bu anlaşmanın yürümesi konusunda ‘ABD’nin “tek sponsor” olarak rol üstleneceğini de garanti ediyor. Aynı kitabın ortak yazarlarından olduğu belirtilen Ömer Taşpınar’da kitabın yayınlamasını izleyen aylarda Türkiye’de faaliyete geçerek, Milliyet gazetesinde Derya Sazak ile yaptığı bir röportajda ‘Kuzey Irak ile anlaşmanın Türkiye’ye yapacağı katkıları anlatırken, ‘Kuzey Irak’ta federal bir kürt devletinin kurulmasının kesin olduğunu ancak Kürtler arasında Başkentin Kerkük ya da Erbil olması konusunda tartışma yaşandığını fakat Kerkük’ün ağır bastığını’ belirtiyordu. ‘Cumhurbaşkanı üstü kapalı ‘soykırım’ mektubu yayınlayacak mı’ ? ABD Başkanı Obama’nın Türkiye gelişini izleyen günlerde hızlanan Ermenistan’a kapı açma ve Ermenistan ile resmi ilişkiler kurma girişimi de, Philip Gordon tarafından 2008 yılında aynıyla belirtiliyordu. Sözde‘Ermeni Soykırımı’nı Kabulunun ‘Türkiye için çok zor olduğunu ve bu konudaki baskıların Türk milliyetçiliğini körüklediğini’ belirten Obama’nın Devlet bakan yardımcısı, bu yolda bazı hazırlık adımları atılmasını istiyor. Bunlar Ermenistana kapı açılması, resmi ilişkiler kurulması ve bunun karşılığında ‘Ermenistan’ın Karabağ sorununun çözümünde “gerçek bir kararlıklık’göstereceğini açıklaması’ teklif ediliyor. Geçtiğimiz ay içinde Obama ziyaretinin hemen ardından faaliyete geçen Türkiye Hükümeti görüşmelere başladı. Ancak “Ermenistan’ın Karabağ konusunda söz vermesi karşılığında’ işleyeceği sanılan Plan, Azerbeycan Başkanı Aliyev’in Türkiye ye karşı sert ve kararlı tutumu ve Rusya yı devreye sokması üzerine işlemedi. Erdoğan yerine Gül muhatap ‘Winning Turkey’ kitabının yazarı Gordon; Sözde ‘Ermeni Soykırımı’ meselesinde taviz vermenin AKP yöneticileri için zorluğunu değerledirdikten sonra doğrudan doğruya Cumhurbaşkanlığını muhatap alarak bir teklifte bulunuyor;‘ Ermeni trajedisini anmak için Cumhurbaşkanlığı tarafından yazılacak bir ‘sempati mektubu’ Ankara ve Yerevan İlişkilerini düzeltmek için bir başlangıç olur. Bu mektupta 1. Dünya savaşında ölen Türk ve Ermeniler için duyulan acılar belirtilir. Türk Hükümeti’de 1.Dünya Savaşında işlenen vahşet ve bu dönem için duyulan pişmanlık (regret) duygularını dile getirir. Bu dönemde ölenler için bir anıt yapılmasına yardımcı olur. Bu dönemde ABD, iyi niyetini gösteren Türkiye’nin arkasında duracaktır’. Başkan Obama’nın, Devlet Bakanı Yardımcısı, bunları istedikten sonra şu notu düşüyor kitabında; ‘Bunlar herkesi tatmin etmeye yetmeyecektir. Ancak, Türkiye nin geçmişini kabul etmesine kadar olan hassasiyet ortamında bir yol alınmasına yardımcı olacaktır. Üstelik bunun yanında Ermenistan’ın da Türkiye’ye yardımcı olmak için bu açıklamalardan sonra, bir toprak talebi ve tazminat istemi olmayacağını açıklaması gerekmektedir’ “‘Ergenekon’ senin başının altından mı çıktı ?” Philip Gordon tarafından yazılan ‘Winning Turkey’ kitabının ‘introduction’ bölümü herşeyden daha ilginç bir bölüm. Şöyle başlıyor; ‘Türkiye’nin yeni Cumhurbaşkanı seçimi öncesi 2012 yılında, şöyle bir karabasan senaryosu düşünün; “ Türk ordusu bir darbe yaparak gizli islamcı bir ajenda takip ettiğini düşündüğü ve Türkiye’nin ulusal çıkarlarını peşkeş çektiğine inandığı,‘islamist eğilimli hükümeti’ deviriyor. ABD ve AB’den gelecek ambargolara karşı bağımsız bir politika izleyeceğini açıklıyor. AB üyeliği talebini geri çekiyor, NATO anlaşmalarını askıya alıyor ve ABD’nin askeri üsleri kullanmasını yasaklıyor. Rusya,Çin ve İran ile daha yakın ilişkiler kurarak Kuzey Irak’a asker yolluyor.’ Bu kabus senaryoyu yazan ABD Bakan Yardımcısı soruyor; “Nasıl olurda ABD, bunun olmasına izin verir ? Siz ABD başkanı olsaydınız böyle bir felaketi önlemek için Ne yapardınız ?” Yazarımız devamla; “Şüphesiz böyle bir olay 2012 yılında olmayabilir. Ancak, bunun bir olasılık olduğunu görmeyen ve bu tehlikeyi yok sayan ve gerekli tedbirleri almayan herkes, yeterli dikkati göstermiyor demektir” ABD Devlet Bakan yardımcısı Philip Gordon anlaşıldığı kadarıyla bu ‘kabus senaryosu’ nun gerçek olmaması için ‘gerekli tedbirleri alıyor’ .Çok muhtemeldir ki Orduyu hedef alan Ergenekon soruşturması, Genel Kurmay Başkanı’nı bile dinleyen’telekulak’ ve ABD’deki bir think-thank tarafından Nokta dergisine gönderilen Deniz kuvvetleri Komutanı Özden Örnek tarafından tutulduğu ileri sürülen günlük, bu tedbirlerden bazılarıdır. ABD’nin Türkiye’ninde bağlı olduğu Avrupa ve Avrasya’dan sorumlu Devlet Bakanı yardımcısı Gordon, Eski Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök’ü öve öve bitiremiyor. ‘Kıbrıs meselesi yüzünden 2004 yılında Genel Kurmay da üst düzey paşalar tarafından hazırlanan bir darbe güçlükle önlendi. AKP , o dönemde Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök olduğu için son derece şanslıydı.’ Yazar, sürekli olarak 2002-2004 yılları arasında görevde olan kuvvet komutanlarını ve Güvenlik Konseyi Genel sekreteri ni ‘yaptığı açıklamalara’ atıf yaparak açıkça ihbar ediyor savcılara. 2007 yılında yazılan kitap, Ergenekon tutuklamalarına ışık tutuyor. Kitaptaki ‘ kabus senaryo’ için verilen tarih 2012 Cumhurbaşkanlığı seçimi önceleridir. 2012 Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün görev süresinin bitiş ve anlaşıldığı kadarıyla Tayyip Erdoğan için adaylık tarihidir. Aynı zamanda yeni parlamento seçimlerinin tarihidir. ABD Devlet Bakanı Yardımcısının ‘Winning Turkey’ kitabından anlaşılan, Ergenekon tutuklamalarının o tarihe kadar sürdürüleceğidir.
Türkiye'de iki ay önce çıkan "Türkiye'yi Kazanmak" (Timaş Y.) kitabını okuyanlar, şifreleri kolay çözdüler. Obama'nın vereceği her mesaj, bu kitapta yazılıydı. Kitabın yazarlarından Ömer Taşpınar ABD'de Brookings Enstitüsü Türkiye Programı Direktörü, diğer yazarı ise Philip H. Gordon ise aynı enstitüde dış politika uzmanı... Milliyet'ten Can Dündar kitabı şöyle analiz ediyor: Kitap, "Türkiye neden ABD'ye düşman oldu?" sorusuyla başlıyor. İlk cevap şu: "Ortak düşman Sovyetler çöktü de ondan..." Taşpınar'a göre çöküntünün ardından, iki mesele çıktı: 1) Kürt meselesi: Son 20 yılda herkes Batı'nın bir Kürt devleti kurmak istediğine ve PKK'ya destek verdiğine inandı. 2) Ilımlı İslam projesi: ABD'nin laik cumhuriyete karşı AKP'yi destekleyerek bir ılımlı İslam modeli yaratmak istediği inancı, Kemalist çevrede ABD düşmanlığını artırdı. "Milliyetçi dalga öyle yükseldi ki, Amerika için Türkiye'yi kazanmak zorlaştı." Taşpınar ve Gordon'ın çözüm için 5 ana adım önerdiğini söylüyor. 1) Türkiye ile Kürtler arasında bir "büyük pazarlık"ın teşviki... 2) Türkiye'de liberalizm ve demokrasiye Batı desteği... 3) AB ve Türkiye tarafından Türkiye'nin nihai üyeliğinin desteklenmesi taahhüdünün yenilenmesi... 4) Ermenistan ile tarihsel bir uzlaşının teşviki... 5) Kıbrıs'ta siyasi çözüm için destek... Yeni dönemde Washington'un Türkiye stratejisinin dayanacağı sütunlar bunlar... Kitapta şu ifadelere de yer veriliyor:"Türkiye ile Iraklı Kürtler arasında iki tarafa da faydalı bir büyük pazarlık teşvik edilirken Kürt liderlere bağımsızlık talebi ya da teröre müsamahanın Amerikan desteğine mal olacağı açıkça ifade edilmelidir." Güven eksikliği için ise ilginç öneri var: "Washington'un PKK liderlerini öldürmek veya tutuklamak yönündeki çabaları ve Avrupalılara PKK'nın finansmanını çökertmek yönünde baskı yapması..." . Taşpınar'ın kitabın Türkçe baskısına yazdığı önsöze göre, "AKP, Gazze ve Davos sonrasında İslam dünyasında yeni bir liderlik rolüne sahip oldu. Bu, Washington için hem ciddi sorun, hem de bir fırsat... ABD bu yeni duruma saygı duyarak, İslam dünyasında kendi imajını düzeltmeye çalışabilir."

&&&&&&&&
GENETİK İHANETTE İŞİN İÇİNDE 30-03-2009, Pazartesi

Brookings'e başkan yardımcısı oldu
Kemal Derviş, önemli düşünce kuruluşlarından Brookings Institution'in Başkan Yardımcılığı görevine getirildi.
BM Kalkınma Programı (UNDP) başkanlığı görevi geçen haftalarda sona eren Kemal Derviş, bugünden itibaren Washington'un önemli düşünce kuruluşlarından Brookings Institution'in Başkan Yardımcılığı ve Küresel Ekonomi ile Kalkınma Programı'ndan Sorumlu Direktörlük görevine getirildi. Brookings Institution Başkanı Strobe Talbott açıklamasında, Derviş'in, ABD Başkanı Barack Obama'nin Uluslararası İşlerden Sorumlu Hazine Bakan Yardımcılığına aday gösterdiği Lael Brainard'in yerine bu göreve getirildiğini bildirdi. Talbott, Derviş düzeyindeki bir akademisyen ve devlet adamının Brookings'e katılmasının büyük bir kazanç olduğunu belirtti. Kemal Derviş de açıklamasında, küresel ekonomik krizin sürdüğü mevcut ortamda yeni gorevi için Brookings'e katılmaktan memnuniyet duyduğunu kaydetti. Brookings'in açıklamasına göre, Derviş, bu düşünce kuruluşundaki pozisyonunun yanı sıra Sabancı Üniversitesi'nde yeni başladığı görevini de sürdürecek.
ABD’NİN TÜRKİYE’Yİ BATI’YA KAZANMA STRATEJİSİ
ABD'nin Türkiye'yi Batı'ya Kazanma Stratejisi
ABD Başkanı Obama'nın Türkiye'ye gelmesi ile ABD/Türkiye ilişkileri daha çok tartışılır oldu. Bu bağlamda, siyasi atmosferi daha net ve doğru okuyabilmenin bir aracı olarak Philip H. Gordon ve Ömer Taşpınar'ın kaleme aldığı "Türkiye'yi Kazanmak / Türkiye Batı için Neden Vazgeçilmez?" adlı kitap önem kazanmakta.

Timaş Yayınları arasından çıkan kitapta yazılanları okuyunca, Obama'nın Ankara ve İstanbul'da Türkiye'nin stratejik konumu üzerine söyleye geldikleriyle kitapta yazılanlar arasında büyük bir örtüşmenin var olduğu görülüyor. ABD Dışişleri Bakanlığı'nda Avrupa ve Avrasya İşleri'nden Sorumlu Bakan Yardımcılığı'na atanan Philip Gordon, aynı zamanda seçim sürecinde de Barack Obama'nın danışmanıydı. Gordon'un görevi de göz önüne alındığında, görüşlerini ABD dış politikasını belirlemede etkili kılmayı başarıyor diyebiliriz.
Kitap daha çok Gordon'un Beyaz Saray'a sunduğu bir rapor mahiyetinde. Kısa, öz, açık ve anlaşılır bir dille kaleme alınmış. Ömer Taşpınar bir giriş yazısıyla ve Soli Özel de bir sonsöz ile kitabın başını ve sonunu doldurmuşlar.
Önümüzdeki yirmi yıl içinde ABD'nin müttefiki Türkiye'yi kaybetme riski göz önüne alınarak kaleme alınan eser, Türkiye'nin ABD için neden önemli olduğu konusunda bir çalışma. Bu anlamı ile ABD'ye bir takım stratejik önerilerde bulunurken, Türkiye'de izlenmesi gereken iç ve dış siyasetleri de tanımlamaya çalışıyor.
Ana hatlar
Kitap, Ömer Taşpınar'ın Türkçe tercümeye bir giriş yapmasıyla başlamış. Konuya temel bir giriş yapan Taşpınar, soğuk savaş sırasında çok güzel ilişkilere sahip olan ABD ve Türkiye'nin soğuk savaş sonrasının yeni şartlarıyla beraber ilişkilerinde gerilimler doğduğunu belirtiyor. İki ülkenin daha önceleri ortak düşman belledikleri "komünizm tehlikesi" ne karşı beraber hareket ettikleri ve fakat son dönemde ortak düşman üretmek konusunda sıkıntı yaşandığının altı çiziliyor. Taşpınar makalesinde, her ne kadar iki ülke de terörizme karşı net, açık tutumlarda bulunmuşlarsa da "terörizm" tanımlarındaki farklılıklar ortak strateji üretmeyi engeller görünmekte olduğunu da vurguluyor.
Philip Gordon, konuya Türkiye halkının ABD'ye olan antipatisi üzerinden başlıyor. Bu soğuk tutumun kaynağına da artan milliyetçilik ve ABD ve AB'ye karşı duyulan hayal kırıklığının da altını çiziyor. Kemalistler ve İslamcılar arasında süregelen çekişmenin AB yolunda aldığı şekilleri değerlendiren yazar, bugün Türkiye'de oluşan batı karşıtlığının temel kaynağının İslamcılardan değil Kemalistlerden geldiğini söylüyor. Hemen belirtmekte fayda var ki, Gordon'un İslamcılık tanımı AKP çizgisi ile sınırlıdır.
Kitapta hedef tahtasına konulmuş olan Kemalizm, radikal laiklik, asimilasyoncu milliyetçilik ve batıcı kimlikleriyle mercek altına alınmış. Bu alt başlıklarda konuyu tartışan yazar, soğuk savaş sonrası Türkiye'nin İslamcı bir muhalefetle tanıştığını da ekliyor.
1 Mart tezkeresinde iki ülke arasındaki gerilimin zirveyi gördüğünü belirten Gordon, 4 Temmuz'da da Türk askerlerinin kafasına çuval geçirilerek gözaltına alınmasını, 1 Mart'ın bir rövanşı olarak niteliyor. Tarihinde ilk defa Türkiye Cumhuriyeti'nin AB ve Birleşik Devletler ile eş zamanlı bir sorun yaşadığı, Rus, İran, Çin çekim sahasının da ilk defa bu kadar yakın olduğu tespitlerinde bulunuyor. Türk bürokrasisinde bulunan Kemalistlerin gerek e-muhtıra ve gerekse AKP'ye kapatma davasında arzuladıkları hedefin Avrasya paktı olduğunun da altı çizilmiş. Zaten yazar olası bir darbede ABD açısından Türkiye'nin kaybedileceği tezini işlemektedir.
Sırasıyla Türkiye'nin olası müttefikleri ele alınmış. Ülkeler ve bunların Türkiye ile siyasi ve ekonomik ilişkileri de değerlendirilmiş çalışmada. Rusya, İran ve Suriye ile ilişkilerdeki gelişmeler rapor formunda kaleme alınmış.
Kitabının sonlarına doğru Philip Gordon, "Türkiye'yi kazanmak" başlıklı bölümde beş öneri de bulunuyor ABD yönetimine. Önerilenler ile yapılanlar göz önüne alındığında ABD yönetimi ve dolayısıyla Türkiye yöneticililerinin ilişkiler konusunda uzlaştığı söylenebilir. Öneriler şöyle:
Türkiye ile Kürtler Arasında Büyük bir Pazarlığın Teşvik Edilmesi: Kürt halkının kültürel haklarında iyileştirmeler yapıldığı ve Kürdistan Özerk Yönetimi ile ekonomik ve siyasal ilişkiler geliştikçe, PKK'nın bitirilebileceği mesajı veriliyor.
Türkiye'de Liberalizm ve Demokrasinin Desteklenmesi: Bu konudaki öğütlerde hedefte radikal İslamcılık var. Yazara göre radikal İslam'ın önünü almanın yegâne yolu, fikir özgürlükleri ve zenginleşmenin önünü açmak. Türkiye'de liberalizmin İslamcı bir devlet yapısının yolunu açacağı şeklinde korkular olduğunu da vurgulayan Gordon, esasen İslami bir devlet talebinin Türkiye'de tehlike olmadığı kanaatinde. Buna delil olarak da Osmanlı'dan bugünlere uzanan laik gelenek ve İslamcıların AB ve ABD'nin refahına olan özlemlerinin bir şeriat devletine olanınkinden fazla olduğunu söylüyor.

Türkiye'nin AB üyeliği Taahhüdünün Yenilenmesi: AB de bulunan göç fobisinin yersiz olduğu ve AB'nin Türkiye'yi içine aldığında daha kazançlı çıkacağı vurguları var. Bunun için özel vize şartlarından, hukuki düzenlemelere kadar önerilerde bulunmuş.
Ermenistan ile Tarihi Uzlaşmanın Desteklenmesi: 1915 tehciri ve onun halen süren siyasi sonuçları ile alakalı olarak bir çözümsüzlük içinde bulunan Ermenistan ve Türkiye ilişkileri normalleşmeli diyen yazar, Hrant Dink adına açılacak kürsüler gibi birtakım önerilerde bulunuyor.
Kıbrıs'ta Siyasi bir Çözümün Teşvik Edilmesi: İki toplumlu ve iki bölgeli bir federasyon planının uygulanabilir olduğunu belirten yazar, Ada'daki Türklerin AB vatandaşı olmakla, Rumlarında eski topraklarına dönmekle mutlu olacakları tezini işliyor.
Soli Özel, bir sonsöz ile katılmış çalışmaya. Kısaca bir yakın tarih profili çizerek Gordon'un ne kadar haklı olduğu dışında bir şey eklememiş. Makalesi kitabın geniş bir özeti formunda ve aslında gereksiz bir tekrar gibi de anlaşılabilir.
Soli ÖZEL Kimdir?
1958 yılında İzmir’de doğan Soli Özel, 1975 yılında Robert Kolej’den mezun oldu, 1980 yılında Bennington College’da, Ekonomi lisansını, 1983 yılında ise Johns Hopkins Üniversitesi’nde, Uluslararası İlişkiler masterını tamamladı. Bilgi Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapan Özel, 1 Mart 2009’dan bu yana Gazete Habertürk’ün Dış Haberler müdürlüğü görevini yürütmektedir.

28 Mayıs 2009 Perşembe


Topraklarımızı satmazsan ırkçı olursun. Sayın Tayyip Bey böyle buyurdu. Sat toprağını ol medeni. Açık söylüyorum şu anda en medeni ülke biziz. AB/ABD hele İsrail medeniyette yanımızda halt yemiş.
Bakın; karşılaştırın ne kadar medeniyiz görün:
Macaristan
Polonya
Çek Cumhuriyeti
Slovakya
Litvanya
Estonya da, AB’ye girmeden önce, yabancılara toprak satışı yasaktı. Bu ülkeler, pazarlık yaptılar ve geçiş süreci içinde, yabancılara toprak satışı yasağının devam etmesini sağladılar. AB vatandaşları Polonya’da 1 Mayıs 2008 ’den itibaren mülk sahibi olabilecekler ama tarım ve orman arazilerini önümüzdeki 12 yıl satın alamayacaklar.
Malta;
En az 5 yıl adada yaşamayan AB vatandaşları ev satın alamıyor.
Polonya;
Tarım ve orman arazilerinin yabancılara satışı en az 12 yıl boyunca yasak.
Macaristan;
Sadece kentsel alanlarda üzerinde konut ve yapı bulunan arazilerin, ticari mekânların ve 6 bin metre kareden küçük arazilerin yabancılar tarafından alımına müsaade ediyor.
İngiltere;
Toprakların Kraliçe'ye ait olması nedeniyle 49-99 yıllık bir süre için kullanma hakkı veriliyor. İngiliz vatandaşının dahi mülk edinmesine izin yok.
İsveç;
Yabancıların tarım arazisinde taşınmaz mal edinmesi yasak. İsveç'te, AB üyesi ülkelerin vatandaşlarına ikamet sahibi olmak koşulu ile mülkiyet hakkı tanınıyor.
Yunanistan;
Yabancıların sınırda, sınıra yakın bölgelerde ve adalarda toprak satın almasını yasaklamış. Mülk edinen bir yabancı, mülkünü satabiliyor, ancak kazancını ülke dışına çıkaramıyor.
Danimarka;
Yabancıların taşınmaz sahibi olabilmeleri için en az 5 yıl yerleşik olmaları gerekiyor.
Fransa;
Yabancılara, nihai alıcısı saptanmadan taşınmaz satılamıyor. Yabancılara kiralama veya satış durumunda zaten normalden yüksek olan vergilere ek olarak, taşınmazın rayiç değerinin %3’ü oranında yıllık vergi ödeniyor. Taşınmazın değeri belli bir limitin üzerine çıktığında ayrıca bir servet vergisi var.
Romanya;
Yabancıların mülk edinme hakkı yok.
Ukrayna,
Yabancılar tarım arazileri satın alamıyor.
Hırvatistan,
Yabancılar tarım arazileri satın alamıyor.
Rusya
Yabancılar tarım arazileri satın alamıyor.
Bulgaristan;
Yabancılar tarım arazileri satın alamıyor.
İsviçre;
Sürekli ve en az 5 yıl oturup çalışan yabancılar mülk sahibi olabiliyor. Yabancılara toprak satışı yasak.
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ;
Güney Caroline,
Yabancılar toprak satın alamaz.
Oklohoma,
Yabancılar toprak satın alamaz.
Florida,
Yabancılar toprak satın alamaz.
Wyoming
Yabancılar toprak satın alamaz.
Mississippi
Yabancılar toprak satın alamaz.
Diğer eyaletlerde ise bazı sınırlamalar var.
New York
Yabancıların emlakçilik yapmasına müsaade edilmiyor.
Şili;
Ülke sınırlarının 50 mil içine kadar olan bölgelerinde yabancıların toprak satın alması yasaklanmış.
İsrail;
Toprakların yüzde 80, 4'ü devlete ait. Geri kalan toprakların yüzde 13, 1'i Yahudi Ulusal Fonu ile yüzde 6, 5'u İsrailli Yahudi ve Araplar arasında eşit olarak dağıtılmış. Devlet toprakları İsrail vatandaşlarına bile satılamıyor.
Çek Cumhuriyeti,
En az 7 yıl daha AB vatandaşlarına tarım ve orman arazileri satılmıyor.
Macaristan,
En az 7 yıl daha AB vatandaşlarına tarım ve orman arazileri satılmıyor.
Slovakya,
En az 7 yıl daha AB vatandaşlarına tarım ve orman arazileri satılmıyor.
Estonya,
En az 7 yıl daha AB vatandaşlarına tarım ve orman arazileri satılmıyor.
Letonya
En az 7 yıl daha AB vatandaşlarına tarım ve orman arazileri satılmıyor.
Litvanya
En az 7 yıl daha AB vatandaşlarına tarım ve orman arazileri satılmıyor.
TÜRKİYE
Yabancıya toprak satışı imar planı üzerinden 5/1000 den 10/100 a çıkarıldı. Yani 20 kat arttırıldı. Yerleşim planı üzerinden (yollar, yeşil alanlar, oto yollar, camiiler, okullar, kıyılar vb. düşüldüğünde) yabancıların alacağı topraklar Muğla’da %62 lere varıyor. Köy meraları muhtar imzasıyla satıla biliyor ve kimin aldığı belli değil takibi de yapılamıyor. Ayrıca özelleştirmeler sonucu yabancıların eline geçen bankalara ipotekli çiftçimizin toprakları ödenemeyen kredilerle yabancı bankaların eline geçiyor.
Biz miyiz? Irkçı Sayın Tayyip Bey.
Azınlıklar sözlerinizle coştu.
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesine IRKÇI dediğinizin farkında mısınız?
Bence farkındasınız.
Sizin Türk Halkını değil kimi arkanıza almak istediğiniz bir kez daha ortaya çıktı.
“One minute” danışıklı dövüşüyle duygusal halkımızı bir yere kadar kandırdınız.
Faydasını da gördünüz.%39 bu icraatlarla çok iyi.
Ama buraya kadar.
Emperyalist-Siyonist katillerin ipine sarılanlar hep yarı yolda kalmıştır Tayyip Bey.
Bu halkın ahtı çıkar sizden.
BAŞBAKANDAN TARİHİ ‘AZINLIK’ İTİRAFI
Başbakan Erdoğan, Suriye sınırındaki mayınlı arazinin temizlenmesi ile ilgili kendisine yöneltilen eleştirilere sert cevap verdi. Erdoğan, “Siz burayı İsrail’e, Yahudilere peşkeş çekeceksiniz” suçlamalarını “faşizan” olarak nitelendirdi
Erdoğan, verdiği cevapta özeleştiri yapmayı da ihmal etmedi. Başbakan, “On yıllar önce ne deniyorsa bu zihniyet değişmedi, hâlâ yerinde. Yıllarca bu ülkede bir şeyler yapıldı. Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu. Acaba kazandık mı? Bu aslında faşizan bir yaklaşımın neticesiydi. Bu hatalara zaman zaman biz de düştük,” dedi.
“Burada İzak çalışmayacak, Ahmet, Mehmet çalışacak”
Mayın temizleme konusunda ülkenin menfaatleri neyi gerektiriyorsa onu yapacaklarını belirten Başbakan, “Bu ülkenin vatan toprakları üzerinde yatırım yapan küresel sermaye şu dinden, bu dinden geldi diye ‘Eyvah, Türkiye elden gidiyor’ demek bu kadar kolay mı?” diyerek yabancı yatırım karşıtlarına da tepki gösterdi. Paranın dini ve milletin olmadığını belirten Erdoğan şöyle devam etti:
“Şimdi ülkemizde küresel sermaye yatırım yapmak istiyor. Bakıyorsunuz birileri çıkıyor, ‘O Yahudi sermayesi’. Olmaz, yok arkadaş. Gelip, ülkemde yatırım yapacak, bir milyar dolarlık yatırım yapacak, ‘istemezük’ olmaz. Ya işsizlik diyorsun. İşte buyurun adam yatırım yapacak. Bu yatırımı yapınca kim çalışacak? Burada İzak çalışmayacak ya… Ahmet, Mehmet çalışacak.”
“BAŞBAKAN GERÇEĞI SÖYLEDI”
Başbakan Erdoğan’ın sözlerine değişik kesimlerden tepkiler de geldi. Türkiye Musevi Cemaati Başkanı Silvyo Ovadya, Milliyet Gazetesi’ne verdiği demeçte Başbakan’ın açıklamalarında gerçek payı olduğunu belirterek, “Eğer Cumhuriyetin başında sadece Türk Musevi Cemaati 60 bin kişiyken bugün 20 bin kişiyse bunun bazı sebepleri var demektir. Rumları incelerseniz herhalde Cumhuriyet’in başında 400-500 bin kişi varken bugün 2 bin 500 kişiye düşmüşlerdir. Tabii ki Cumhuriyet döneminde yaşanmış olan ‘Trakya Olayları’, ‘Varlık Vergisi’, ‘6-7 Eylül Olayları’ gibi olaylar, bir kısım gayrimüslimlerin Türkiye’den ayrılmalarına sebep olmuştur. Bunun her şeyi bellidir. Bir sürü kitap da yazılmıştır. Başbakan gerçeği söyledi. Olmadı mı hiçbir şey?” dedi.
“BAŞBAKAN BÜYÜK BIR ADIM ATTI”
Türkiye Musevi Cemaati Onursal Başkanı Bensiyon Pinto da, Başbakan’ın büyük bir adım attığını vurguladı. Star Gazetesi’ne konuşan Pinto, “Azınlıklarla ilgili bu sözler şimdiye kadar hiç dile getirilmedi. Başbakan Erdoğan bu sözleri ilk kez yurt içinde söyleyerek büyük bir adım attı. Bütün azınlıkları mutlu etti,” yorumunu yaptı.
“BİZ ASLİ UNSURUZ”
Azınlık gazetelerinin yöneticilerinin görüşlerine yer veren Vatan Gazetesi ise Şalom Genel Yayın Yönetmeni İvo Molinas’ın sözlerini sayfalarına taşıdı. Gazete, Molinas’ın “Biz anayasada eşitiz. Ancak bir yerden sonra pratikte eşit olarak görülmüyoruz. Devamlı bir hoşgörüden bahsediliyor. Biz hoş görülmek değil, asli unsur olarak görülmek istiyoruz. Azınlık karşıtı söylemlerle ilgili mesela ABD’de yasalaşmış olan nefret söylemine karşı cezai yaptırımların mutlaka anayasaya koyulması lazım,” sözlerine yer verdi.

Topraklarını satan ya da uzun boyutlu kiralatan ülkeler:
Etiyopya
Sudan
Kongo
Mali
Pakistan
Madagaskar
Endonezya
Birde:
TÜRKİYE
İşte bu Türkiye’nin getirildiği durumdur: ÖVÜNÜN kendinizle.
Sayın Abdullah GÜL bu olaya bayılmış.
Çok mutlu olmuş.
Tebrikler o zaman.
Suriye-Türkiye sınırını da 49 yıllığına Siyonist İsrail’e verince başarınızla göbek atarsınız.
Irkçı Türk halkı iktidarınızla gurur duyun.
Bak sizi temizliyor.
Topraklarınızı Siyonist katillere satıyor sizde tertemiz oluyorsunuz.
Economist, gıda krizini aşmak isteyen ülkelerin başta Afrika olmak üzere dünyanın dört yanından tarım arazisi aldığını, BM'nin “yeni kolonicilik” olarak nitelendirdiği anlaşmalar kapsamında Bahreyn'in Türkiye'de 500 milyon dolara arazi aldığını yazdı. Suudiler de Türkiye'de arazi bakıyor Dünyada gıda fiyatlarında son iki yıl içinde yaşanan yükseliş, tarım arazileri nüfusunu doyurmak için yetersiz kalan birçok ülkeyi dünyanın dört bir yanında arazi satın almaya ya da leasing yoluyla kiralamaya yönlendirdi. The Economist dergisinin bu haftaki sayısında geniş yer verdiği ve Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Organizasyonu Başkanı Jacques Diouf tarafından “neo-kolonicilik” olarak nitelendirilen anlaşmalar kapsamında Çin, G.Kore, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Katar gibi topraklarının büyük bölümü çöl olan ülkeler, Sudan, Etiyopya, Kongo, Pakistan gibi ülkelerde tarım arazileri satın aldı ya da kiraladı. Dünya Gıda Fonu rakamlarına göre son iki yılda ülkeler arasında el değiştiren bu tür toprakların boyutu 20 milyon hektar. Büyüklüğü ise Fransa’nın toplam tarım alanına, ya da AB’nin toplam tarım alanlarının yüzde 20’sine eşit. Anlaşmaların ticari boyutu 20-30 milyar dolar düzeyinde. Bu rakam da Dünya Bankası tarafından yoksul ülkelere aktarılan gıda yardımlarının 10 katı. Önce Türkiye sonra Filipinler The Economist 2006-2009 tarihleri arasında el değiştiren topraklar ve ülkeler arasında anlaşmaların da yer aldığı bir tablo/harita da yayınladı. Buna göre, Bahreyn merkezli yatırım fonu AgriCapital ile Türkiye arasında bu tarihler arasında bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma Türkiye’deki bir tarım arazisinin Bahreyn tarafından kullanılmasını öngörüyor. Bedeli ise 500 milyon dolar. The Economist, “Anlaşmanın boyutu 3-6 milyar dolara çıkabilir” diye not düştü. Suudiler’in de Türkiye’de tarım arazisi baktıklarını yazdı. Gül de anlaşmayı övmüştü İslami bir yatırım fonu olan AgriCapital ile Türk hükümeti arasındaki “mutabakat notu” (Memorandum of Understanding) 31 Ekim 2008 tarihinde imzalanmıştı. Anlaşmaya Türkiye adına imzayı Nazım Ekren koydu. Anlaşmanın kapsamı da iki ülkenin tarım alanında işbirliği olarak açıklandı. Ardından 15 Nisan 2009 tarihinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ve Tarım Bakanı Mehdi Eker’in de aralarında olduğu 6 bakanın katıldığı Bahreyn-Türkiye Ekonomik Forumu’nda Bahreyn ile Türkiye arasında 500 milyon dolarlık “tarım projesi” için anlaşma imzalandı. Bahreyn hükümeti bu projenin büyüklüğünün zamanla 3 milyar dolara ardından da 6 milyar dolara ulaşacağını açıkladı. Bahreyn-Türkiye Ekonomik Forumu’na katılan Cumhurbaşkanı Gül de anlaşmayı övmüştü: Memnuniyetle görüyorum ki, Bahreyn ile Türkiye arasında bir mutabakat anlaşması imzalandı; tarım alanında yatırım yapmakla ilgili. Türkiye, bu konularda iyi bir ülke. İmkanları çok olan bir ülke. Biz altyapı yatırımlarını tarımda da yatırım yapılacak yere kadar götüren bir ülkeyiz. Türkiye’nin çok büyük bir yatırım cazibesi vardır. İki ülke 2007’de askeri işbirliği, 2008’de de Bayındırlık Bakanlıkları arasında ortak çalışmalar için anlaşma imzalamıştı. Bahreyn merkezli AgriCapital şirketi, Ağustos 2008’de Körfez Finans MerkeziIthmaar Bankası (Bahreyn) ve Abu Dabi Yatırım Merkezi (Birleşik Arap Emirlikleri) ortaklığıyla kuruldu. “Şeriat kurallarını temel alarak” kurulduğu açıklanan AgriCapital’in 3 milyar dolar sermayesinin yanı sıra 1 milyar dolar da ödenmiş sermayesi var. Şirket, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Güney Asya’da tarım sektöründe yatırımlar yapmak amacıyla kuruldu. Yatırımlarını besin üretimi, hayvancılık, biyoilaç, biyoyakıt ve tarım teknolojilerine ayırıyor. Şirketin, Türkiye, Filipinler, Hindistan, Sudan ve Mali’de yatırımları var. Suudiler’den 500 bin hektara 4.3 milyar dolar İŞTE Economist’e göre ülkeler arasında son 2 yıl içinde dünya genelinde devredilen topraklar: - Suudi Arabistan, Etiyopya’da buğday ve pirinç yetiştirmek için 100 milyon dolar ödedi. (Dünya Gıda Programı Etiyopya’ya yılda 116 milyon dolar gıda yardımı yapıyor) - Güney Kore, Sudan’da 690 bin hektar arazi kiraladı. Sudan hükümeti tarım alanlarının yüzde 20’sini yabancılara ayırdığını açıkladı. Buralarda üretilen tarım ürünlerinin yüzde 70’inin ülke dışına çıkarabileceği kararını verdi. 2007’de 700 milyon dolar olan yabancı tarım yatırımının 7.5 milyar dolara çıkmasını beklediklerini açıkladı. Bu da Sudan’a yönelik yabancı yatırımın yarısı. - Çin, Kongo’da bio-yakıt üretmek için 2.8 milyon hektar arazi kiraladı, Zambia’da 2 milyon hektar arazi alıyor. - Libya, Mali’den 100 bin hektar arazi kiraladı. - Pakistan 500 bin hektarlık arazisini yabancılara açtığını açıkladı. Tarım alanlarının güvenliği için 100 bin kişilik bir güvenlik birimi oluşturdu. - Güney Koreli Daewoo şirketi Madagaskar’da 1.3 milyon hektar arazi almak istedi. Ancak muhalefetin ve çiftçilerin tepkisi nedeniyle devlet başkanı istifa etmek zorunda kaldı. - Suudi Bin Ladin Group, Endonezya’da 500 bin hektar alana pirinç ekmek için 4.3 milyar dolar yatırım kararı aldı. Gelen tepkiler nedeniyle askıya aldı. (Bahreyn),
(Vatan)

27 Mayıs 2009 Çarşamba

BUNUN ADI İHANETTİR

İKİ HARİTAYI BİRLEŞTİRİN
Kuzey Irak Pkk kampları haritası ile mayınları temizlenip 49 yıllığına İsrail'e hive edilecek bölgeyi birleştirin.Karşınıza AKP ihanetinin resmi çıkacaktır. Bunun adı mayın temizlemek değil, mayın döşemektir. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti içine Batı emperyalist katillerinin coğrafyamızdaki karargahı İsraili sokmaktır. 49 yıl sonra İsrail'le muhattap olmazsınız. Tüm batı emperyalistleriyle muhattap olursunuz. Hatta muhattap olmanızada gerek kalmaz;çünkü bu bölge artık sizin değildir. Bunun adı İHANET'tir. Altında AKP'nin imzası olan bir İHANET. Bunun dile getirilmesi bile İHANET'e teşebbüstür. Türk Halkı bunu gördü ve tepkisini veriyor. Bu girişimiyle AKP mayını kendi altınada döşedi. Emperyalistlerin ipiyle kuyuya inenlerin hazin sonunu tarih hep aynı yazdı. Bir kezdaha yazmak üzere. Sonucu göreceğiz.

26 Mayıs 2009 Salı

"SİZİ OKUTAN HOCANIN........................"

Beklenen şeyler olmaya başladı. Şehit haberleri, Ümraniye davası ve her türkü kışkırtıcı olaylar karşısında galeyana gelmeyen, kardeşlik ve ulus millet bilincini yitirmeyen Türk Halkı tepki göstermesi gereken yerlerde tepki gösteriyor. Metanetli olması gereken yerde de metanetini gösteriyor. İşte ilk emperyalist saldırıda dağılan halklardan farklı olan bu. Kendine aydın kisvesi takmış zibidi takımınca cahillikle,%90 geri zekalılıkla,hatta koyunlukla suçlanmasına rağmen bu özelliği düşman çatlatıyor.İmparatorluk kültüründen gelmiş ve evrensel deha Mustafa Kemal ATATÜK’ün önderliğinde emperyalistlere tarihte ilk yenilgiyi tattırarak mazlum halklara örnek olmuş Türk Halkı bu saldırıya da gereken cevabı verecektir.Fakat emperyalist bu kez en sinsi oyunlarıyla geliyor.Ekonomik çöküntü ile kültürel erozyon yaratarak,içimizdeki satılmış ihanet şebekeleri ve satılık kalemlerle saldırıyor.Ülkemin en ücra köşesinde bir köy kahvesine gidip oturun.Belirli yaşın üzerindeki görmüş geçirmiş vatandaşlarımızın, bizlerin yüzlerce kitap okuyarak,tartışma programı dinleyerek edindiğimiz bilgilerin başka ve daha sade bir söylemle aynı anlama gelen cümleler kurduğunu göreceksiniz.Boyunlarında kravat,nasırlı emekçi ellerinde kitap görmeseniz de bu insanların her şeyi bildiğine şahit olacaksınız.İşte emperyalizmin yıkamadığı,eyaletlere ayıramadığı,böl ve yönet kuralının geçmediği ve bu cennet toprakları hak eden halk bu.Soyut kavramlardan,ayrıntılardan kendini uzaklaştırmış,birebir yaşayarak gerçekleri görmüş bu insanları kandıramazsınız.Emperyalistler ,yaltakçıları,satılmışlar ve ihanet şebekeleri gelin size bir yol göstereyim.

Tüm kahvehaneleri (pastane, lokalleri değil),tüm berber salonlarını (kuaför salonlarını değil),tüm mahalle pazarlarını (süper marketleri değil) kapatmadan bu ülkeyi bölemezsiniz. Siz istediğiniz kadar yazın çizin, yalanlarınızı, zehirlerinizi akıtın, TV kanallarının tümünü ele geçirin alt yapısı ve kültürü hazır olan bu insanları köyünden çıkmış ve gerçekleri çözmüş 20 yaşında bir genç çok rahatlıkla aydınlatabilir. Neokomlarınız,tink tanklarınız ve çuvalla harcadığınız yeşil dolarlarınız bu gencin yaptığını yapamaz.

Yapamadığı da ortada. Türkiye Cumhuriyetine yapılanın 1/5 ine kurşun atamadan dağılan ülkelerden Türk Halkının farkı bu. Hiç boşuna karalamayın. Bu insanlara yakıştırdığınız her hakaret milyonlar tarafından “seni okutan hocanın…….” diye başlayan cümlelerle size iade ediliyor.

Bu halk ne zaman tepki vereceğini biliyor.

İçimizden çıkan birkaç hain yüzünden tüm Kürt halkını suçlamayacağını da biliyor.Ermeni’den özür dileyen alçak aydın kılıklı zibidilere hesap sormasını da biliyor, kendi Ermeni vatandaşlarını da bu olayların dışında tutmasını da biliyor. Siyonist İsrail’in zulmüne tepki gösterirken kendi Yahudi komşusuna toz kondurtmamayı da biliyor.

İşte yine boş bir çaba.

“Sınır topraklarının mayınını temizleteceğiz” diye İsrail’e peşkeş çekilmesine tepki gösteriyor.

Ve yine beklenen satılmış kalemler, halkı tepkisizlikle suçlayan, bin türlü hakaret yağdıran,galeyana getirip kardeşi kardeşe düşürmek isteyenler patronlarına tepki gösterildiğinde halkın tepkisini dindirmek için dansözlük yapıyor.

İyi kıvırmalar.

İSRAİL MAYIN TARTIŞMASINDAN RAHATSIZ! “BİZ SİZİ SEVİYORUZ, İSRAİL FOBİNİZDEN KURTULUN”

İSRAİL'in Ankara Büyükelçisi Gabby Levy, vatandaşlarının Türkiye'ye yatırım amacıyla gelmek istediğini, işgal veya Türk topraklarına el koyma bir niyetlerinin olmadığını belirterek, "Türkiye, İsrail fobisinden kurtulmalı" dedi.

3'üncü Uluslararası Halil İbrahim Buluşmaları'na katılmak üzere Şanlıurfa'ya gelen İsrail'in Ankara Büyükelçisi Gabby Levy, GAP Gazeteciler Cemiyeti'ni de ziyaret etti. Cemiyet Başkanı Kemal Kapaklı ile görüşüp, gazetecilerin sorularını yanıtlayan Levy, "Anladığım kadarıyla Türkiye'de İsrail'e karşı bir fobi var" yorumunu yaptı. Levy, İsrail olarak Türkiye'yi işgal etmek gibi herhangi bir niyetlerinin olmadığını bildirip, "İsrail, Türkiye'yi işgal etmeye gelmiyor. Herhangi bir şekilde topraklarınıza el koymak istemiyor. İsrail buraya sadece iş yapmak için gelmek istiyor. Burayı görmek, bu güzellikleri paylaşmak, buralara yatırım veya birlikte iş yapmak için gelmek istiyor. Burayı işgal edip, toprağınızın üstüne yatmak için gelmiyorlar" diye konuştu.

TOPRAK SATMAK İSTEMİYORSANIZ, KANUN ÇIKARIN

GAP bölgesinde İsrailliler'in toprakları satın aldığına yönelik sıkça gündeme getirilen iddiaların da gerçeği yansıtmadığını, satışın önüne geçilmesinin yolunun da kanun olduğunu kaydeden Levy, şunları söyledi:

"Ben şu ana kadar GAP bölgesinde arazi satın almış olan hiçbir İsrailli'yle tanışmadım. GAP'ın birinci safhasında İsrail ile Türk şirketleri arasında ortaklıklar vardı. Ancak bu ortaklıklar da başarısızlıkla sonuçlandı. İktidarların projeyi dondurmasıyla İsrailli şirketler burada para kaybetti. Bunun da ötesinde eğer bir ülke, bir kısım topraklarının yabancılar tarafından satın alınmasını istemiyorsa bunun yolu gayet basittir. 'Yabancılar toprak sahibi olamaz' diye bir kanun çıkarılır ve yabancıların mülk edinmesinin önüne geçilmiş olur. Ayrıca İsrailliler zaten böyle komplo teorileri karşısında burada toprak sahibi olmayı da istemez."

Türkiye'nin kendilerine karşı beslediği fobiye karşılık İsrail vatandaşlarının Türkler'e sevgi beslediğini dile getiren Levy, her yıl 500 bin İsrailli turistin Türkiye'ye geldiğini, İsrail'in 5 milyonluk nüfusu düşünüldüğünde İsrailli turist sayısının öneminin anlaşılabileceğini, genellikle sahillere gelen İsrailli turistlerin son zamanlarda kültürel turizme de yöneldiğini söyledi.

TÜRKİYE PKK, İSRAİL HAMAS İLE MÜCADELE EDİYOR

Levy, Filistin ile aralarında yaşanan sorunların çözümü noktasında barış görüşmelerinin 1993'de Oslo süreci ile başladığını, ancak Hamas'ın İsrail'e yönelik sürekli saldırıda bulunmasının sonuca ulaşılmasını engellediğini söyledi. Kısa süre önce Gazze'ye yönelik düzenlenen hava harekatında da hedefin Filistin halkı değil Hamas olduğunu vurgulayan Levy, bu durumu Türkiye'nin PKK ile mücadelesine benzetti. Levy, "Şöyle bir karşılaştırma yapayım, bizim mücadelemiz Hamas'a karşı asla Filistin'e yönelik değil. Siz, PKK ile olan mücadelenizi nasıl Kürtlere karşı görmüyorsanız, bizde Hamas'ı hedef alıyoruz" diye konuştu.

Büyükelçi Levy, ziyaret sırasında kendisine ikram edilen mırra kahvesini içtikten sonra, sokakta karşılaştığı bir boyacıya ayakkabılarını boyatıp 10 TL ödedi.

Hasan KIRMIZITAŞ- Ömer PINAR/ŞANLIURFA, (DHA)

Başka bir haber:

İsrail'in Ankara Büyükelçisi Gaby Levy, Şanlıurfa Valiliğini ziyaret etti. "Uluslararası Halil İbrahim Buluşmaları" kapsamında Şanlıurfa'ya geldiğini belirten Levi Şanlıurfa ve Harran'ın kendileri için çok önemli olduğunu söyledi.

Gaby Levy'nin bölgeye ziyaretini, Türkiye'nin yoğun şekilde mayın temizleme çalışmalarını tartıştığı dönemde yapması dikkat çekti. Bilindiği gibi yap-işlet-devret modeli ile aralarında Şanlıurfa'nın da bulunduğu Suriye sınırındaki şehirlerde yer alan mayınlı arazilerin İsrailli bir şirket tarafından temizlemesi ve bölgenin işletim hakkının 44 yıllığına sözkonusu şirkete devredilmesi öngörülüyor. Muhalefet partileri ve Genelkurmay Başkanlığı bu çözüm önerisine taraf olmadıklarını açıklarken bugün bölge halkı da temizlenecek arazilerin İsrailli şirkete devredilmesine karşı çıktı.

İsrail'in Ankara Büyükelçisi Gaby Levy'nin bu hararetli tartışmanın yaşandığı bir dönemde Şanlıurfa'ya giderek, "Her Yahudi için atalarımızın dedelerimizin geldiği bu topraklara gelmek çok önemli" sözlerini sarf etmesi ise dikkatlerden kaçmadı.

LEVİ: KÜÇÜKLÜĞÜMÜZDEN BERİ NEREDEN GELDİĞİMİZİ BİLİYORUZ

Valilik basın bürosundan yapılan açıklamaya göre, "Uluslararası Halil İbrahim Buluşmaları" kapsamında Şanlıurfa Valiliğinin davetlisi olarak kentte bulunan Levy'i, Şanlıurfa Valiliğini ziyaretinde Vali Vekili Yıldıray Malğaç karşıladı.

Valilik Şeref Defterini imzalayan Levy, daha sonra Valilik makamına geçerek, Vali Vekili Malğaç ile bir süre görüştü. Vali Vekili Yıldıray Malğaç, Büyükelçi Gaby Levy'e "Halil İbrahim Buluşmaları"na katıldığı ziyaretinden ötürü teşekkür etti. Halil İbrahim Buluşmalarıyla diğer ülkelerin, diğer dinlere mensup davetlilerin katılmasının önemine değinen Malğaç, şunları söyledi:

"Etkinlik boyunca kamuoyunun da takip ettiği gibi yaklaşık 11 büyükelçiliğimizden ziyaretçi grubu Şanlıurfa'ya geldi ve etkinliğimize katıldılar. Ama İsrail Büyükelçisi etkinlik boyunca burada bulunarak bizlerle beraber oldu. Tekrar Sayın Büyükelçiye etkinliğimize katıldığı için teşekkür ediyoruz."

Şanlıurfa'da bulunmaktan duyduğu memnuniyeti dile getiren Büyükelçi Levy de şunları kaydetti:

"Ziyaretimin iki amacı var. Birincisi ben Türkiye'ye Büyükelçi olarak atandığım zaman Sayın Valinin bana yapmış olduğu ziyaret, ikincisi Uluslararası Halil İbrahim buluşmaları. Bu kapsamda bütün bu etkinliklerden çok etkilendiğimi ifade etmek isterim. Bu bölge hem Müslümanlar için hem Yahudiler için çok önemli bir yer. Biz küçüklüğümüzden beri nereden geldiğimizi ve tarihimizi biliyoruz.

Bunu küçük çocuklarımız da biliyor. Tabii her Yahudi için bu topraklar atalarımızın dedelerimizin geldiği bu topraklara gelmek çok önemli, özellikle Şanlıurfa ve Harran bizim için çok önemli. Ziyaretimin bir diğer amacı da ayda en az bir iki defa Ankara dışına çıkmak ve diğer şehirleri gezmek, çünkü büyükelçiler ve diplomatlar olarak Ankara'da sıkışıp kalıyoruz. Türkiye'yi sadece Ankara'dan ibaret sanıyoruz ve diğer bölgelerini unutuyoruz. Bu sebeple Şanlıurfa'da olmaktan büyük onur duyuyorum.

ŞANLIURFALILAR TEDİRGİN: FİLİSTİN'E DÖNERİZ

Şanlıurfa'nın Akçakale ilçesinde yaşayan vatandaşlar mayınlı arazilerin, yabancı şirketler yerine devletin bu alanları temizleyerek, hiç toprağı olmayan vatandaşlara dağıtılmasını istiyor.

Suriye sınırının en uzun mayınlı arazilerinden birine sahip olan Şanlıurfa'da 30 bin hektar alan tarıma açılmayı bekliyor. Birinci sınıf tarım arazisinden oluşan Akçakale ilçesinde, geçtiğimiz günlerde mayınlı arazilerin temizlenmesi gündeme gelince ilçe halkı yeni topraklara ulaşma ümidi yeniden canlandı. İlçe halkı mayınlı arazilerin İsrail firmalara verileceğini duyması üzerine tepki göstererek, buraların yerli şirketler tarafından temizlenmesi gerektiğini belirterek duruma tepki gösterdi. Vatandaşlar buraların temizlenerek yeni istihdamlara zemin hazırlayacak şekilde hazırlanmasını istiyor.

Akçakale ilçesine bağlı Şekertepe köyü sakinlerinden Mustafa Kocaman, mayınlı arazilerin İsrail firmaları tarafından temizlenip işletilmesi fikrinin çok yanlış ve sakıncalı olduğunu ifade etti. Kocaman, "Biz bu mayınlı arazilerin Türkiye Cumhuriyeti tarafından temizlenmesini istiyoruz. İsrail tarafından temizlenmesini istemiyoruz. Temizlenen bu arazilerinde buradaki çiftçilere verilmesini istiyoruz. İsrail'in buraları temizlemesinin ne anlamı var? Başımız bir belamı gelsin. Bu kadar topraksız insan varken, buraları İsrail vermek daha da kötü olur. Buradan insanlar Konya'ya, İstanbul'a ve diğer illere gidiyorsa, buraları İsrail'e vermek yanlış olur" dedi.

Akçakale ilçe halkından Mustafa Toprak, Şahin Ok ve İsmail Erdem adlı vatandaşlar, mayınlı arazilerin yabancı şirketler yerine, Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından temizlenip sınır bölgelerinde yaşayan topraksız vatandaşlara dağıtılmasını istiyor. İsmail Erdem, "Mayınlı arazilerin devlet tarafından temizlenip sınırda yaşayan Akçakaleli topraksızlara dağıtılmasını talep ediyoruz. İnsanlarımız tarım işçiliği için Konya'ya, Kayseri'ye, ve diğer illere gidip, çoluk çocuğu perişan olmaktadır. Ancak mayınlı araziler Devletimiz tarafından temizlenip bu vatandaşlarımıza verilirse istihdam oluşur. Bizim devletten talebimiz bu mayınlı arazilerin temizlenip sınırda yaşayan topraksız vatandaşlarımıza dağıtılmasını istiyoruz" diye konuştu.

SURUÇ İLÇESİNDEKİ ÇİFTÇİLER: RAZI DEĞİLİZ

Şanlıurfa'nın Suruç ilçesinde Suriye sınırında yaşayan çiftçiler, mecliste tartışılan mayınlı arazilerle ilgili olarak görüşülen yasa tasarısına tepki gösterdi.

Çiftçiler mayınların kendilerinin tapulu malları olduğunu söyleyerek, "Zamanında Devlet bizden cüzi bir fiyatla aldı. Şimdi ise yabancılara verilecek biz buna tepkiliyiz. Mayınların cefasını çeken biziz, kullanma hakkı da bize aittir. Tarlalarımız elimizden alındığı için köylülerimiz şimdi ırgat olarak başka yerlere göç etmişlerdir" dediler.

Suruç ilçesine bağlı Çaykara köyünde yaşayan kaçakçılıktan dolayı ayağını kaybeden 63 yaşındaki Mehmet Yağmur, "Devlet bize verse arazileri kendim temizleyebilirim. Çok zor bir iş değil. Başka devlet gelip çıkaracakmış. Türkiye'de temizleyebilir. Arazilerimizin başkalarına vermesine razı değiliz" dedi.

Suruçlu Abdulrahman Genç ise "Eğer Yahudilere verilirse akıbetimiz Filistin'e döner. İsrail aynen bu şekilde Filistin'e girdi. İsrail'in gizli coğrafyasında buralar İsrail'in toprakları olarak görülüyor. İsrail'in gözü buradaki topraklardadır" diye tepki gösterdi.

Çaykara Köyü'nde yaşayan Osman Uyguner, toprakların kullanımı için İsrail'e verilmesine tepki göstererek, "O kadar insanımızın ayağı koptu. Buradaki insanlarımız perişandır. İnsanımız bu topraklar uğruna kanlarını döktüler" şeklinde konuştu.

Çaykara Köyü eski muhtarlarında Yahya Dursun, "Verilecekse bize verilsin. Maddi durunu iyi olmayan vatandaşlara verilsin.Yokluktan insanlarımız buradan göç ettiler. Köyümüz 400 haneydi, arazimiz elimizden alındığı için şimdi 50 hane ancak kalmışız" diye tepkisini dile getirirken, mayınlı arazide 2 ayağını da kaybeden Bakır Aslan, "Devlet temizleyip taksitle bize versinler. Topraklarımız daha önce bizden Devlet almıştı. Arazilerimiz tapuda kaydı bulunmadığı için vermek zorunda kalmıştık. Devlet arazimizi bize geri versinler. Biz Devlete isteyerek satmadık. O dönemler bizden cüzi paralarla arazilerimiz alındı" şeklinde tepki verdi.

kanaldhaber.com.tr / Ajanslar

Bakın birkaç gün öncede bu şahsiyetle böyle bir olay yaşanmıştı:

REKTÖR BÜYÜKELÇİYİ KOVDU MU? Rektör Mesut Parlak’ın makam odasına gelen korumalar yüzünden İsrail Büyükelçisi ile görüşmesini iptal etmesi İsrail basınında geniş yer buldu.

İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mesut Parlak’ın, İsrail Büyükelçisi Gaby Levy ile görüşmesine, Levy’in silahlı korumaları makam odasından ayrılmayı reddetmesi üzerine son vermesi, İsrail basınında yankılandı. Haaretz gazetesi, “Üst düzey İsrailli diplomatlar, İstanbul Üniversitesi’nden kovuldu” derken olayın, üniversite kampüslerinde polis ve güvenlik personelinin en düşük düzeyde tutulması yolundaki “yazılmamış kurala”a İsrail diplomatlarının uymaması üzerine patlak verdiğini de yazdı.

Olayın, Türk ve Arap medyasında geniş yankı bulduğuna işaret eden Haaretz, rektör Parlak’ın, makam odasına izin almadan giren korumalara kızdığını anlattı. Haberde Parlak’ın odasının kapısını açarak korumalardan çıkmalarını istediğini kaydetti.

Rektörün “Türkiye’, bu tür küstah davranışların kabul gördüğü işgal altındaki toprak değil” dediğini yazan gazete, “Türkiye’deki İsrailli diplomatlara Shin Bet (İsrail güvenlik teşkilatı) koruması sağlanıyor ancak üniversite kampüslerinde polis ve güvenlik personelinin varlığının en az düzeyde tutulması geleneği var. Olay, iki diplomatın bu yazılmamış kurala uymaması üzerine patlak verdi” değerlendirmesini yaptı.

İsrail’in diğer büyük gazetesi Yedioth Ahronoth’un sitesinde de İstanbul Üniversitesi rektörünün, korumaların makam odasından çıkmaya yanaşmaması üzerine kızarak görüşmeyi iptal ettiğine dikkat çekerken olayın İsrail Dışişleri Bakanlığı’nca doğruladığını da yazdı.

Haberde “Rektör korumaları görünce öfkelendi ve ayrılmalarını istedi. Korumalar da, odayı terk etmeyeceklerini ancak biraz geri çekilebileceklerini söyledi. Rektör bunun üzerine görüşmeye son verdi” diye yazdı. (ANKA)