29 Ağustos 2009 Cumartesi


ULUS DEVLETİN TASFİYESİ İÇİN TÜRKİYE'DE ETNİK SİYASET MESİH VE MEHDİ FENOMENİ

Muhtelif kültürlerde ve pagan dinlerde bir kurtarıcı misyonu hep olagelmiştir.
M.Ö. 586'da Babil Kralı Nabukadnazar'ın Kudüs'teki Yahudi kutsal merkezi Süleyman Tapınağı'nı yıkıp, yok etmesi ve Yahudilerin önde gelenlerini Babil'e sürgün göndermesi… 70 yıllık sürgün dönemimde Kabala büyücüsü Ezra'nın yazdığı Tevrat ile birlikte Mesih kavramı Yahudiliğin içine iyice yerleşmiştir.
Mesih beklentisi Hz. İsa'nın ortadan kaybolmasından çok sonraları Tarsuslu Kabalacı Yahudi Pavlus tarafından Hıristiyanlığa monte edilmiştir.
Esasen bugünkü Hıristiyanlığın ve kilisenin kurucusu da Hz. İsa değil Roma vatandaşı Tarsuslu Pavlus'tur.
Tıpkı bugünkü Yahudiliğin kurucusu ve Tevrat'ın yazıcısının Hz. Musa değil de Babil sürgünü Kabalist kâhin Ezra olduğu gibi.
Mesih, Yahudilik ve Hıristiyanlıktan sonra "kayıp 12. imam", yani ahir zamanda ortaya çıkıp İslam âlemini ve insanlığı kurtaracak Mehdi olarak Şii İslam'a girmiştir.
Daha açık ifadeyle, Şia'daki Mehdi inancı 12 İsrail kabilesi -12 havari- 12 imam" formuyla doğrudan Yahudi ve Hıristiyanlıktaki "kurtarıcı" modeline uygun olarak İslam'ın içine sokulmuştur. Şiilere göre 874'de gizlendiğine inanılan 12. İmam Mehdi'dir. Bu durum Judeo-İslam şeklinde veya İslam'a sokulan İsrailiyat hurafeleri şeklinde tanımlanmaktadır.
Avni İlhan'ın "Mehdilik" adlı kitabında yazdığına göre; Sünni İslam'da Mehdi'yi bir inanç esası olarak kabul edenler de reddedenler de vardır.
Hadisenin dayandırıldığı kaynaklardan biri Endülüslü, sosyoloji ilminin babası sayılan "Mukaddime"nin yazarı İbni Haldun'un adı geçen eserindeki bir bölümdür. Diğeri ise çoğu İslam âliminin sahih (gerçek) olmadığı kanaatini taşıdığı birkaç hadis".
Kur'an'da "Mehdi" kelimesine rastlanmaz. Mehdi'nin mevcut olduğu veya geleceğine dair hiçbir ayet yer almaz.
"Mehdi'yi bekleme inancı Sünni Müslüman topluluklar arasında da Şiilerin anladığı tarzda yaygın olmuştur. Halbuki bu onların anladığı tarzdaki İslam'ın dinamizmi ile bağdaşmayan bir husustur.." (Avni İlhan, Mehdicilik, s.147)
Şii İslam'daki Mehdi beklentisi ile Evanjelist Hıristiyanların Mesih beklentisinin hemen hemen birebir örtüştüğüne dair detaylı bilgileri, R. Kağan Kurt, "Evanjelizm-Dünya İmparatorluğu ve Türkiye" adlı eserimizde bulabilirsiniz.
Mehdi inancının ana fikri "dönüş"tür. Ve dönüş inancı Yahudilik ve Hıristiyanlıktaki Mesih ile örtüşmektedir.
Ayrıca bir hususun daha altını çizelim. Mesih veya Mehdi'nin "son savaş"ta yeneceği "Deccal" Kur'an'da yer almaz. İncil'in Vahiy kitabının 13. Bölümünde yer alır ve açık açık tarif edilir. Deccal'ı temsil eden sayı da 666'dır. Ancak mevcut İncillerin hiçbiri vahiy kitabı değildir.
Günümüz Türkiyesi'nde iki tarihi hadise hala etkisini, şu veya bu şekilde hem toplumsal, hem dini, hem de siyasi olarak sürdürüyor.
Birincisi, 1492'de İspanya'dan göç eden ve önce Mora'ya sonra İzmir'e yerleşen bir Yahudi ailenin mensubu Sabatay Sevi'nin (Haham Mordohay) İzmir'de kendisini, beklenen Yahudi Mesihi ilan etmesi. Sabatay Sevi, ilk Mesihlik vaazlarını İzmir'in Agora semtindeki Portugal ve Galata sinagoglarında vermeye başladı. Bu sinagoglar eski TÜSİAD Başkanı ve Anadolu Endüstri Holding A.Ş'nin sahibi Tuncay Özilhan ve İzmir'in ölen CHP'li Belediye Başkanı Ahmet Piriştina tarafından 1999-2000 yıllarında restore ettirildi.
Sabatay Sevi, Yahudi inancı gereği "ahir zaman"da gelecek ve arz-ı mevudda "Büyük İsrail Krallığı"nı kuracak Mesih'di.
Abraham Galante'ye göre, en büyük Tevrat yorumcusu kabul edilen Moşe ben Maymonides (Endülüslü İbn Meymun) normal seyrine devam eden dünya ile "Mesihi Çağ" arasında bir fark bulunduğunu ve bu farkı da İsrail'in kendi devletini kurmasının oluşturduğunu belirtmektedir.
Evanjelist Hıristiyan kaynaklarının hemen hemen tamamında "İsa Mesih'in dönüşü" ile İsrail devletinin kuruluşu arasında tam bir bağ kuruluyor. Öyle ki İsrail'in kuruluşunun 70. Yılı olan 2018 yılı "Mesih'in dönüşü" açısından kritik bir yıl.
İzmirli Sabatay Sevi Kabala'ya göre hesaplamalar yapmıştı. Mesihlik çağı gelmişti. Yahudilere göre Zohar'da işaret edilen Mesihi yıl 1648, Hıristiyanlara göre ise 1666 idi. Yahudilerin bir kısmı da 1666 yılına oldukça inanmışlardı. (Encyclopedia Britannica, XIX /851; The Jewish Encyclopedia XI /219)
Sabatay Sevi'nin yaptığı Kabalist hesaplar Tevrat'taki bazı sözlerin numeroloji - Matematik (ebced) hesaplara göre yorumlanmasaydı ve 1648 tarihi elde ediliyordu. Sabatay 22 yaşında iken 1648'de ilk kez kendini Mesih ilan etti. Ancak bu Yahudi geleneğine dayalı Mesihlik iddiası tepki gördü ve istediği sonucu elde edemedi. Bunun üzerine Sabatay Sevi İstanbul, Selanik, Kahire, Atina, Mora, Kudüs (1663) başta olmak üzere pek çok yeri dolaşıyor. Kahire'de tanıştığı Sara ile dördüncü kez evleniyor. Gazze'de zengin bir Yahudi genç Nathan'ın eline tutuşturduğu bir belge ile Mesihliğe olan hevesi iyice artıyor. Kudüs'te Mesih olduğunu saklamıyor ve Hıristiyanların beklentisine uygun olarak Ocak 1666'da Mesih olduğunu ilan ediyor.
16 Eylül 1666'da, kafes arkasından Padişah IV. Mehmet'in de takip ettiği Edirne'deki Divan'a çıkarılıyor. Sabatay Sevi iyi Türkçe bilmediği için tercümanlığını "Yahudi Dönmesi" saray doktoru Hayatizade Mustafa Fevzi Efendi (Moche Ben Raphael Abravanel) yapıyor.
Hayatizade, 1665'li yıllarda Macaristan'da, 1670'lerde Erzurum valiliği yaptı. Yahudi dönmesi Hayatizade'nin torunu Mehmet Efendi, Osmanlı Türkiye'sinde şeyhülislamlığa getirilen biridir.
Hayatizade Sabatay Sevi'ye mucizeler gösteremediği taktirde Müslüman olarak kellesini kurtarmasını İspanyol İbranicesiyle tavsiye ediyor. Mucize gösteremeyen sahte Mesih başka kurtuluş yolu kalmadığını görünce 16 Eylül 1666'da "Şehadet Kelimesini geveleyerek" MÜSLÜMAN olduğunu söylüyor. (İ. Alâeddin Gövsa, Sabatay Sevi, s. 47)
Ancak Sabatay Sevi görünürde Müslüman, gizli Yahudi olarak faaliyetlerine devam ediyor. Böylelikle Endülüs'te meydana çıkanın bir benzeri "DÖNME MEZHEBİ" Türk topraklarında kendine yer ediniyor. Adına da "Dönmeler", Avdetiler veya son yıllarda kullanıldığı şekliyle "Sabatayizm" denilen bu hadise Türk tarihinde bir kırılmaya dönüşüyor. Türk devlet mekanizmasında, Türk ekonomisinde, siyasette, medya, reklamcılık, sinema ve müzik sektörlerinde, Hariciye kadrolarında hala ciddi ağırlıklarının olduğu biliniyor.
Sabatayistlerle ilgili olarak sorulan soruların en başında geleni "bunların sayısı kaç kişi" şeklindedir. Benim muhtelif yaşayan kaynaklardan ve kendisinin Sabatayist olduğunu gizlemeyenlerden aldığım rakamların "ortalaması" 25 bin civarında. Ancak bu rakama ilave olarak Türkiye'de 100 bin dolayında "Yahudi Kürt" varlığından söz ediliyor ve bunlar da toplumda "Müslüman" olarak algılanıyor.
Sabatay Sevi faaliyetlerinden dolayı bugün Arnavutluk sınırları içinde yer alan "Berat" a sürgün ediliyor. Bu isim Sabataycı aileler arasında özel bir öneme sahiptir. Sabatay Sevi'nin Yahudiler için "12 Prensibi" "Müslüman oldum" dedikten sonra Sabatayistlere yönelik "18 Emri" vardır. Nihayet 17 Eylül 1676'da Ülgün'de ölüyor. Amerikan Ansiklopedisi (Encyclopedia Americana XXIV /78) zehirlenerek veya idam edilerek ölmüş olduğunu zikrediyor. Sabatay Sevi öldükten sonra dönme cemaati, Yakubiler (Hamdi Beyler), Karakaşlar ve Kapancılar şeklinde üç gruba ayrılmaktadır. (Prof. Abdurrahman Küçük, Dönmeler Sabatayistler Tarihi, s.335)
Sabatay Sevi'nin Mesihlik iddiası sadece Türkiye'deki Yahudileri etkilemekle kalmamıştır. Avrupa ve Ortadoğu Yahudilerini de etkilemiştir. Ayrıca Hıristiyanlar Mesih'in ordusu olmak için "dâhilde niza" çıkararak ayaklanmışlar, Müslümanlar da "ahir zaman geldi" diye -kulaklarına öyle üflendiği için-çalışmayı, ilmi irfanı bıraktılar. Osmanlı İmparatorluğu bu hadiseden dini, ekonomik, siyasi olarak çok etkilendi. Sabatay Sevi'nin 1666'da kendini beklenen Yahudi Mesih'i olarak ilan etmesinden 33 yıl sonra, 1699 Karlofça Antlaşmasını imzalamak mecburiyetinde kaldık.
Karlofça'da Batı'nın Türkler yenilmez inancını bırakmak zorunda kaldık. O günden bu güne (19 Mayıs 1919-10 Kasım 1938 arası hariç) Batı karşısında sürekli mevzii kaybediyoruz.
Bundan daha önemlisi, günümüzde "Sabatayist Müslümanlar"ın tepe yönetimlerinde etkili olduğu bir kısım İslami tarikat ve cemaatler, Türk milletinin dini, milli ve toplumsal değerlerini "dönüşüm"e tabii tutuyor. Maalesef bu dönüştürmenin olumlu olduğunu söylemek mümkün değil. Dönüşüm Büyük Ortadoğu Projesi'ne (BOP) paralel götürülüyor.
Diğer taraftan, hem "İslamcı" hem "laikçi" söylemleri kullanan aynı unsurlar siyaset, bürokrasi ve ekonomi üzerinde "ERGUVANİ" bir iktidar kurmuşlardır. Erguvani iktidarın isimlenmiş, şahsa dönüşmüş köşe taşlarını:
· Mahmut Çetin, Boğaz'daki Aşiret
· Tayfun Er, Erguvaniler - Türkiye'de İktidar Doğanlar,
Adlı kitaplardan öğrenebilirsiniz.
Türkiye'yi derinden etkileyen ikinci hadise ise Menemen'deki Mehdi İsyanı'dır.
Nitekim 23 Aralık 1930'da Manisa-Menemen'de ortaya çıkan Giritli Derviş Mehmet kurtarıcı kimliğini, "Mehdi ve 12. İmam olduğunu söylemesi, hem Sünniler hem de Alevilerin desteğini alma isteği yanında, Mehdilik anlayışının Sünni topluluklar arasında Şii anlayışına paralel olarak algılanmasının çarpıcı bir sonucu olarak ortaya çıktı. Bıraktığı izler şüphesiz silinmeyecek bu olay, Türk devlet hayatında aynı ağırlığını sürekli olarak koruyacaktır." (Eyüp Öz, Menemen Olayı ve Türkiye'de Mehdicilik, s15)
Avni İlhan'ın "Mehdilik" adlı eserinden bir alıntı daha yapalım ve Türkiye'nin hangi hadiselere gebe olduğunu, İslam'ın okullarda mutlaka doğru dürüst öğretilmesi zaruretini daha iyi anlayalım.
Ünlü sosyolog Jung'un bir sözü vardır: "Din büyük bir ihtiyaçtır." İnsanda inanma ihtiyacını ortadan kaldıramazsınız. Türk devletinin bekası için Cumhuriyet Türkiye'si şu sorunun cevabını bulmak mecburiyetindedir: Tarikatlar niçin yükseliyor?
Türkiye'de Atatürk'ün ölümünden sonra uygulanan laiklik çift kimlikli vatandaşlar ortaya çıkarmıştır. Tıpkı sosyolog Dumond'un "paralel İslam" tanımına uygun olarak. Daha açık ifadesi ile Gazi'nin ölümü ile Türkiye'de uygulamaya konulan laiklik, Bennigsen ve Dumond'un "sufi ve komiser" adını verdikleri eserde anlatıları gibi, komünist Sovyetler'deki din ve devlet ilişkisine benzer tarzda; komiser yasal yetkilere dayanarak ne kadar baskı yapıyorsa, sufilik de kanuni olmayan yer altında o kadar yayılıyordu.
Bir örnek, 1943'te Vedat Nedim Tör İçişleri Bakanlığında müsteşardır. Diyanet İşleri Bakanı Ahmet Hamdi Aksekili'nin yayınladığı İslam dinine ait bir kitapla ilgili olarak yazdığı mektupta Tör şöyle yazar: "Beyefendi, kitabını gördüm. Böyle dini mahiyette aşırı görüşleri ileri süremezsin. Çünkü Türkiye'nin din gibi bir meselesi yoktur." (Prof. Orhan Türkdoğan, 2023 dergisi, 15 Aralık 2007, Sayı:80)
Vedat Nedim Tör, Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi üyeliği yapmıştır. (Soner Yalçın, Efendi: Beyaz Türkiye'nin Büyük Sırrı, s.80, 5. Baskı)
Dün "ceberut laikliğin" ortaya çıkardığı çift kimliklilik AKP iktidarında "İslamcılık" adı verilen Kur'an dışı ve gayri milli uygulamalar ile tersine bir çift kimliği Türk milletine dayatmaktadır.
"Sünni topluluklar başlarında en görkemli liderleri bulunduğu çağlarda bile, yanlış Mehdi anlayışı onların normal karar ve görevlerini aksatacak derecede tehlike oluşturmuştur.
Bu anlayış İstanbul'u kuşatan Fatih Sulatan Mehmet'in karşısına İstanbul surlarından daha müthiş bir engel olarak çıkmıştır. Fatih Sultan Mehmet padişahlığının birinci senesinde zamanın bütün bilginlerini ve devlet adamlarını Edirne'de topladı. Onlarla İstanbul'un fethini görüştü ve görüşlerini aldı. Hiçbiri fethe razı olmadı. Sebep olarak da, İstanbul'un fethinin ancak Mehdi'ye nasip olacağını ileri sürdüler.
Padişahı savaştan alıkoydular. Nihayet Akşemseddin durumu öğrendi ve dedi ki; "İstanbul'u evvela Fatih Sultan Mehmet Han fetheyleyecektir. Daha sonra Frenkler alacaklar, Mehdi işte onlardan İstanbul'u kurtaracak, fetheyleyecektir. Fatih de sözüne itibar etti, inandı ve hazırlığa başladı." (Avni İlhan, Mehdicilik, s.149)
Bu durumda, İstanbul'u Fatih'ten sonra kurtaran rahmetli Atatürk olduğuna göre, Gazi Mustafa Kemal'e "Mehdi" mi diyelim?
Menemen'de vuku bulan Nakşibendîliğin Halidi koluna mensup Şeyh Esat Erbili'nin (1842-1931) manevi himayesinde gerçekleşen Giritli Derviş Mehmet'in Mehdilik isyanı mutlaka iyi araştırılması gereken bir hadisedir.
Bu Mehdilik isyanında kullanılan en önemli figüranlardan biri "Laz İbrahim Hoca ile Şeyh Esat'ın İstanbul'daki görüşmeleri sırasında Haydar Paşa'ya iki İngiliz donanmasının geldiğini; İbrahim Hoca'nın, bu gemilerin içinde Sultan Abdülhamit'in oğullarının bulunduğunu ve halifelik ilan edeceklerini söylediğini" belirten Nalıncı Hasan'ın mahkemede verdiği ifadedir. Buradaki "İngiliz"i Kürtçü Şeyh Sait İsyanı'nda da görürüz. Şeyh Sait de Nakşibendî tarikatının Halidi koluna mensuptur.
Nalıncı Hasan, Derviş Mehmet'in yedi kişilik "Ashab-ı Kehf" grubundandır. "7" Kabala'da özel bir öneme sahiptir. Mesela bunlardan biri, zamanın yedi bölümüne, haftaya işaret etmesidir. Yedi rakamı hem Hıristiyanlıkta hem de Müslümanlıkta birçok Bâtıni tarikat ve akımlarda temel felsefeyi belirler. Mesela Hz. İsa'nın ve cennetin sayısı "777"dir. Amerikalı Boing firmasının jumbo jetine "777" tesadüfen verilmemiştir. Kabala'ya göre Tanrı Yehova alemleri yaratma işini yedinci günde tamamlamış ve istirahat etmiştir.,(Eski Ahit-Yaratılış 8:4) Eski Ahit'te yedi ile ilgili daha pek çok örnek vardır.
Hıristiyanlığın yayılma yıllarında, Roma İmparatorluğu sınırları içinde Tarsus'ta genç bir Hıristiyan grup Roma'ya karşı isyan edip sonra da bir mağaraya sığınmışlardır. Bu mağaranın Tarsus yakınlarındaki "Ashab-ı Kehf" olduğuna ve içindekilerin de "yedi uyuyanlar" olduğuna inanılır. Kur'an'da Kehf (mağara) suresinin 7-13 ayetlerinde konu anlatılır ancak Kur'an'da sayılarından bahsedilmez. "Mehdi" Giritli Derviş Mehmet, "Yedi Ashab-ı Kehf yiğidi" ve bir de köpekleri "kıtmir"… Müslüman Türk milletinin devleti Cumhuriyet Türkiye'sine karşı "hayali İngiliz donanması" desteğinde isyan ediyorlar.
Derviş Mehmet kendini Mehdi ilan etmiş, yanındaki köpeği "kıtmir"in de Mehdiliğin işareti olduğunu söylemişti. Bir kısım saf Müslüman Türk Anadolu Çocuğu da buna inanmıştı. O, Mehdi olarak Arabistan'a kadar, hatta Çin'e kadar giderek Hz. İsa ile Şam'da görüşecekti. Ve sonra Avrupa'ya dönerek onları İslam'a davet edecekti. (TBMM. 2b. Cilt 25, s9)
Giritli Mehmet'in aşağıdaki sözleri durumun vahametini göstermesi bakımından önemli: "Ben Allah'ı aşikâr gördüm, ölüler bana ayağa kalkar." (Yeni Asır, 16 Ocak 1931)
Kubilay adlı bir öğretmen asteğmenin önce kurşunla yaralanıp sonra da ensesinden bıçakla kesilerek şehit edildiği 23 Aralık 1930 Menemen'deki "Mehdi" isyanının arkasındaki esas organizatör olduğu ifade edilen Nakşibendî Halidi şeyhi Esat Erbili bugünkü Irak'ın kuzeyinde yer alan Erbil'de 1842'de doğmuş, 1888'de İstanbul'a gelmiş, faaliyetlerinden dolayı Sultan II. Abdülhamit tarafından Erbil'e geri sürgün edilmiş ve 1900 yılında tekrar İstanbul'a dönmüştür. Menemen'deki Mehdi isyanından hem kendisi hem de oğlu Mehmet Ali sorumlu tutularak idam cezası ile cezalandırılmışlardır. Zaten çok yaşlı olan Şeyh Esat 90 yaşında 1 Şubat 1931'de ceza evinde ölmüştür. . (Cumhuriyet 2 Şubat 1931) Oğlu Mehmet Ali ise 3 Şubat 1931'de idam edilmiştir.
Menemen'deki Mehdi isyanının idam edilen sanıklarından biri de Menemenli Yahudi Josef Mişon'dur. Bu oldukça ilginç bir "rastlantı"dır.
Türk topraklarındaki en önemli Mesih hadisesi İzmirli Yahudi Sabatay Sevi'nin kendisini 1666'da Yahudi Mesih'i ilan etmesidir. Yukarıda özetlemiştik.
Her iki hadisenin etkileri günümüzde de varlığını sürdürmektedir.
Peki, Şeyh Esat Erbili kimdir? Televizyonlarımızın ünlü şovmeni Mehmet Ali Erbil'in büyük dedesi. Yani dedesinin babası (Pazar Vatan, 12 Mart 2006)
"Kürt kökenli ve Erbil dolaylarından olduklarını doğrulayan Mehmet Ali Erbil tarihe damgasını vurmuş en önemli şeyhlerinden birinin soyundan…" (Sabah Günaydın, 25 Şubat 2006)
Prof. Yalçın Küçük'ün kitaplarında yer alan bilgilere göre de Nakşibendî Halidi Şeyh Esat Erbili Yahudi Kürt.
Şeyh Esat, mahkemedeki sorgusunda verdiği ifadesinde; "İstanbul ulemasına Muhyiddin-i Arabî'nin eserlerini okuttum… Yüzlerce ulemaya Muhyiddin-i Arabî'yi tedris ettirdim..." diyordu. (Vakit gazetesi, 21 Ocak 1931)
Şeyh Esat'ın dostları arasında bir isim var ki bahsetmeden geçmeyelim. Bu isim İsviçreli Carl Vett.
Carl Vett, teoloji, antropoloji eğitimi almış psikoloji-parapsikoloji alanında çalışmalarıyla tanınan bir bilim adamı. Vett bazı kaynaklara göre Danimarkalıdır. Muhtelif kaynaklarda, Carl Vett'in İsviçre Caux'taki bir şatoda kurulan Amerikalı Evanjelist Hıristiyanlar adına çalıştığı öne sürülmektedir. Bu merkezin, Amerikalı Protestan Evanjelist gezici rahip Dr. Frank Buncman tarafından 1929 yılında Amerika'da kurduğu Moral Re Armement-Mr" (Manevi Cihazlanma Cemiyeti) ile paralel çalıştığı kaydediliyor.
Nitekim dinlerarası diyalog çalışmalarının Türkiye ayağında yer alan Şeyh Ömer Fevzi Mardin 1949 yılında İsviçre Caux'taki şatoda düzenlenen toplantıda "İslamiyet ve Ehli Kitap Ailesi" konulu bir sunum yapıyor ve burada iki ay süren bir kursa katılıyor. (Soner Yalçın, Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı)
Carl Vett, "Tekke Günlüğü" adlı kitabında bahsedildiğine göre, Şeyh Esat Efendi ve diğer tarikat şeyhleriyle "dinlerarası diyalog" üzerine derin sohbetler yapmıştı. Ama ne hikmetse siyaset hiç konuşulmamıştı.
Vett tarafından adı geçen kitapta aktarıldığına göre, Şeyh Esat dinlerarası diyalogdan yanadır. Şeyh Efendi'nin "hayat ağacına tırmandıkça" diye başlayan sohbetlerinden, Muhyiddin Arabî'nin eserlerini ulemaya öğretmesinden şu sonuca gidebiliriz. Şeyh Efendi Yahudi mistisizmi Kabala ve Kabala'nın "hayat ağacı"nı İslami motiflerle harmanlamıştır.
Şeyh Esat Efendi parapsikolog Carl Vett'e şöyle der: "Şimdi buradan ayrılıp çok uzaklara gitsen de şunu bilmelisin ki ben her yerde sana eşlik edeceğim. Benim yardımıma ihtiyacın olursa sana onu seve seve veririm. Tehlikeler etrafını sardığında odaklanarak beni düşünmelisin. Allah izin verdiği sürece yanında olacağım ve seni destekleyeceğim."
Ve şimdi buraya not düşelim. Carl Vett, "karma felsefeye" ve "reenkarnasyona" inanmaktadır. Karma felsefe, senkretik din inancının felsefe jargonuyla söylenişidir. Reenkarnasyon ise Yahudi inancı, yani kabala'dır. Bu inanç İslam'a aykırıdır.
Bu hususla ilgili daha detaylı bilgiler için Carl Vett tarafından yazılan ve Türkçeye çevrilen şu iki kitaba başvurabilirsiniz.
· Dervişler Arasında İki Hafta, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2004; yazar bu kitapta İstanbul'daki Kelami Dergâhı'nda geçirdiği iki haftayı ve başından geçen ilginç olayları anlatıyor.
· Tekke Günlüğü, Elest Yayınları, İstanbul 2004.
Gelelim Şeyh Esat Efendi'nin hararetle serlerini çevresindeki müritlerine anlattığı Muhyiddin Arabî'ye.
Yahudiler arasında peygamber derecesinde görülen bir isim, Endülüs İslam Devleti vatandaşı Yahudi Kabalist Filozof Maymonides-Maimonides- (1132-1204). Bu filozofun yolundan giden Alman Yahudi'si Amerikalı felsefeci Leo strauss (1899-1973) ve ikisinin felsefesini harmanlayarak DİN-FELSEFE-POLİTİKA üçgenine dayalı "Amerikan Yüzyılı", "Yeni Dünya Düzeni" politikalarını formüle ederek Irak'ı işgal eden Evanjelist-neocon ittifakı… Yani BOP politikası.
1190'larda Endülüslü Muhyiddin Arabî Yahudi Kabalacılarla dostluk kurmuştu. Yahudiler ona Kabala (Yahudi mistisizmi) bilgilerini, harflerin, sayıların ve şekillerin mantığını anlattılar. (Jean Chevalier, Sufilik, s.18)
Kabala ve Midraş, Gamatria/Ebced yani numeroloji kullanılarak her şey yapılabilirdi.
Muhyiddin İbn Arabî'nin (1165-1240) üzerinde dönemin mutasavvıflarından İbn Meserretül-Cebeli, Afifüddin Telemsani, Yahudi filozoflardan İbn Cebirol, İbn Meymun (Maymonides) oldukça tesirli olmuştur. (Hilmi Ziya Ülken, İslam Düşüncesi, s.120)
Aynı devirde yaşayan Kabalacı Moşe Şem Tov Le Leon "adam komdan" (kâmil insan) derken Şeyh Muhyiddin Arabî "vahdet-i vücut" (varlığın birliği) üzerinden insan-ı kâmil (kâmil insan-yetkin insan) demekteydi. Çünkü her ikisi de aynı kaynaktan beslenmişlerdi.
Bu iki Endülüs Kurtubalının benzerlikleri tesadüfî değildi.
Muhyiddin Arabî İslam düşüncesinin Bâtıni (gizli) boyutunu eksiksiz bir felsefi anlatıma kavuşturan ilk mutasavvıf ve düşünürdür.
Aristotelesçi düşünceye yakın olan Arabî'nin babasının arkadaşı da İbn Rüşd'dür. Müslüman İbn Rüşd (1126-1198) ile Yahudi İbn Meymun (Moşe ben Maiman-Maimonides-1135-1204) arasında da şaşırtıcı derecede benzerlikler vardır.
"Adam kadmon" diyen maymonides ile "vahdet-i vücut" diyen Arabî, her ikisi de Arami dilinde yazmışlardı. Her ikisi de aynı şeyi söylüyorlardı:
"Yaratan ve yaratılan (Halik ve mahlûk) yoktur, sadece tanrısal bir varlaşma mevcuttur. "Adam kadmon" da "vahdet-i vücut" da "BİR" e ulaşma, "BİR" de kaybolma; "fena fillah" peşindeydi.
Her ikisi de harflerin ve sayıların sırlarıyla "sırrın sırrına" ulaşma derdindeydi.
İşte Şeyh Esat Efendi'nin öğrettiği Arabî öğretisi buydu.
Muhyiddin Arabî bu görüşlerinden dolayı 1240 yılında Şam'da idam edildi.
"…Bu mutasavvıflar arasında en çok Şii tesiri altında kalanlardan biri de Muhyiddin İbn Arabî'dir." (Avni İlhan, Mehdilik, s.160-161)
"Şiilerde ve sufilerde Mehdilik doğrudan doğruya bir toplumsal hedefe yöneliktir. O da zulmü kaldırmak, adaleti yaymaktır." (Eyüp Öz, Menemen Olayı ve Türkiye 'de Mehdicilik, s.205)
"Mehdiler, Osmanlı dönemindeki örnekleri de dâhil tarihte muğlâk bir takım ETNİK, SOSYAL HEREKETLERE İFADE KAZANDIRMIŞLARDIR." (E. Öz, a.g.e, s.206)
"… Türkiye'de kendisini Mehdi olarak ilan edenler oldu ve ne yazık ki onlara üniversiteyi bile bitirmiş nice kişiler tam bir sadakatle bağlandılar. Tarih siyasi emellerini bu uygun maksat ile kapatarak ikbal peşinde koşan nicelerini tescil etti. (Avni İlhan, Mehdicilik, s.181)
Mehdiliğini iddia edenlerin ortaya çıkışlarının ortak bir sebebi var: SİYASET. Bu gibilerin hepsi Mehdi olmadıklarını bilmekte, fakat o isimle çağrılmaktan hoşlanmaktadır. (Ali Coşkun, Mehdilik Fenomeni, s.179)
Din-felsefe-siyaset-ekonomi, bunları dinler tarihi ve ezoterizmi bilmeden tam olarak anlamak mümkün değildir.
Bu iki temelin muhtevasını ve tarihi seyrini öğrenmeden Türkiye'nin milli güvenliği ve Türk milletinin bekasına yönelik doğru stratejileri oluşturup hayata geçirmek pek ihtimal dâhilinde değildir. Türkiye 10 Kasım 1938'den beri bunun eksikliğini çekiyor.
Türkiye'deki etnik Kürt siyasetinde AKP iktidarı ile başlatılan Nakşibendî-Halidi tarikatı merkezli dönüşümde, laikçi-dinci Sabatayist, Yahudi Kürt ve Mehdici işbirliği Türkiye'nin önündeki en büyük siyasi-dini-ekonomik-toplumsal RİSK'i oluşturmaktadır. Feci bir türbülasyona sürükleniyoruz.
NAMUSUN DANSÖZLEŞTİĞİ TÜRKİYE'DE "İSLAMCILIK" VE SABATAYİST MEHDİ
Türkiye, İslamcı iktidarın elinde ABD, İsrail ve AB'yi memnun etmek için elinden geleni yapıyor. Adeta yedi kocalı Hürmüz.
RTE'nin yönetimindeki Türkiye "devlet aklını" kaybetmiş durumda.
Türkiye'nin derinliklerinde eğer sivil veya asker kurmaylar yeni bir milli senaryo yazmıyor, bir üçüncü pozisyon belirlemiyorsa, büyük bir ihtimalle ABD-İsrail destekli cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçim "katakullisi" ile karşılaşacak… Türkiye İslamcı cumhurbaşkanı ve iktidarla ABD-İsrail ve AB'ye kayıtsız teslim olacaktır (Ortadoğu gazetesi, 11 Ocak 2007) demiştik, nitekim öyle oldu.
Siyasal İslamcılar, Evanjelistler ve Kabalist Siyonist Yahudiler aynı güç simsarlarının kontrolü altında.
Temeli Türk devletinin kuruluş felsefesinde yeni bir senaryo yazılıyorsa Türkiye milli bağımsızlığıyla desteklenen jeopolitiği ve tarihi sayesinde kaybedilemez olan stratejik önemini yeniden ve güçlü olarak hissettirecek.
Bu durum, Türkiye'yi hem Evanjelist-Yahudi çizgisine (ABD-İsrail-İngiltere) karşı hem de bunların karşısındaki blok, çoklu güç merkezlerinin vazgeçemeyeceği 11 Eylül 2001 öncesinden daha güçlü bir stratejik pozisyona oturtacaktır.
· ABD önümüzdeki 15-20 yıl içinde mutlaka çatışmaya dönüşecek Çin-ABD rekabeti için Türkiye'ye muhtaçtır.
· AB, Ortadoğu'daki kayıplarını telafi edebilmek için Türkiye'ye ihtiyacı vardır.
· Rusya ve İran Türkiye ile iyi ilişkiler Rusya federasyonu ve İran için hayat öpücüğü kadar elzemdir.
· İsrail su ve güvenliği için Türkiye ile "iyi" olmak mecburiyetindedir.
· Arap dünyası, Türkiye'siz "medeniyetler çatışması"ndan galip çıkamayacaklarını anlamış durumda.
· Çin, Türkiye'nin bağımsızlığı ve milli bekası onun ABD karşısındaki en büyük güçlerinden biri olacak.
Siyaseten, dinen ve ezoterizm açısından dünyanın yeni mücadele alanı Türkiye'dir. Ve Türkiye'nin bu şartlarda, yeni bir milli vizyona ve "milli yönetici akıl"a ihtiyacı vardır.
Müslüman Türk milleti "Mehdi gelecek" aymazlığı ile "Avanak Avni"ler pozisyonuna düşürülmek isteniyor.
Hıristiyanlar; ancak özellikle Evanjelistler İsa Mesih'i ve Armagedon Savaşı'nı bekliyor. Yahudiler; Kral Davut soyundan, Yahudi dünya krallığını kuracak Mesih'i, İran; Şii İslamcılar kayıp 12. imamı yani Mehdi'yi bekliyor.
Türkiye'de bir kısım dini tarikat ve cemaatler İsa Mesih ve Mehdi'yi aynı anda bekliyor.
Öyle ki, Hz. İsa iki milyarlık Hıristiyan âlemine "buyurun namaza diyecek, Mehdi'nin arkasında namaz kılacak ve Hıristiyanlar Müslüman olacak.
Ancak başörtüsü gibi bir detayda bile yüce Kur'an'ımızda iki ayet var iken, domuz eti ve şarap konusunda ayetler yer alırken… "Kurtarıcı" Mehdi ile ilgili tek bir ayetin olmamasını dolar milyoneri İslamcı cemaatler her nedense göz ardı ediyor.
ABD, 2020 yılında İslam dünyasının başına bir halife oturtmak istiyor.
Bu hususta CIA'nın Ocak 2006'da yayınladığı rapor ilginç.
Halifenin "Türk bilinmesi" önemli, ancak bu halife Sabatayist olacak.
Hilafetin Türkiye'de yeniden kurulması sadece bazı tarikat ve dini cemaatlerin değil, "yeni dünya düzeni" kurmak isteyen Evanjelist-Yahudi-Kabalist Ezoterik dış güçlerin de rüyalarını süslüyor. Halifelik hiçbir dönemde dini kurum olmamıştır. Siyasi bir kurumdur.
Aytunç Altındal, Türkiye Cumhuriyeti'nde Sabataycıların da içinde bulunduğu grupların hilafet planının 50 yıllık bir düş olduğunu belirtiyor. Altındal'a göre, 40'lı, 50'li yıllardan beri Sabatayistler hilafeti düşünüyorlar. Yüksek dereceli masonlar, Gül ve Haç Teşkilatı üyeleri ve Sabataycıların kurduğu Manevi Cihazlanma Derneği üç dinin merkezi olarak İstanbul'u göstermişti. (Tempo dergisi, 3 Haziran 2004)
Osmanlı Türkiyesi'nde Sabatayist ve mason şeyhülislamların İslam'ı nasıl "israiliyat" illeti ile doldurduklarını artık bilmeyenimiz var mı?
Ya matbaa meselesinde, ilk emri "oku" olan İslam ümmeti Türklere reva görülenlerin arkasında kimler vardı?
Mehmet Şevket Eygi, Sabataycı grupların Müslüman Türklerin eğitimsiz kalmasında son derece etkili olduğunu söylüyor. Ve "Sabataycıların diyanet işleri başkanı ve halife adayları bile var" diyor. (Tempo dergisi, 3 Haziran 2004)
Gelelim Manevi Cihazlanma Derneği'ne.
Bu dernek 1929 yılında ABD'de Evanjelist rahip Dr. Frank Buchman tarafından kurulmuştu. İngilizce adı; "Moral ReArmement-Mr"dir.
"Oxford Grup" adı verilen bu örgüt İsviçre Caux'daki bir şatoyu kendilerine merkez seçmişlerdi.
Burada her yıl dünyadaki çeşitli dinlerden temsilcilerin katıldığı toplantılar yapmaktalar.
Annesi bir Fransız olan Arusi şeyhi Ömer Fevzi Mardin ve Evanjelist rahip Buchman Türkiye'nin Kore'ye asker göndermesinin "manevi" tarafını inşa etmişlerdi.
Şeyh Mardin'in kitabının adı: "Kore Savunmasına Katılmamızda Dini ve Siyasi Zaruret."
Evanjelist rahip Buchman, Ahmet Emin Yalman ve Fener Rum Patriği Atenagoras birlikte Eyüpsultan Camisi'ne gidip dua bile etmişlerdi. (Soner Yalçın, Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, s.45)
Atenagoras Kuzey ve Güney Amerika başpiskoposu iken bir gecede Türk vatandaşı yapılarak ABD Başkanı Truman'ın özel uçağı ile İstanbul'a getirilip Fener Rum Patrikhanesi'nin başına oturtulmuştu.
Başbakan Adnan Menderes Atenagoras'ın elini öpmüştü.
Atenagoras Said Nursi ile sık sık sohbet ederdi.
"Manevi Cihazlanma Derneği" Türkiye'de Ankara valiliğinin 11 Kasım 1966 tarih ve 6/7285 sayılı izniyle kamu yararına çalışan dernek statüsünde kuruldu.
Derneğin başkanı dönemin İstanbul valisi Prof. Fahrettin Kerim Gökay'dı.
Gökay, "İslami hassasiyetleri" ön planda olan, 11 Ekim 1951'de kurulan İlim Yayma Cemiyeti'nin de kurucuları arasındaydı. Derneğin diğer kurucularından biri Said Nursi'nin avukatı Seniyüddin Başak'ın olması herhalde tesadüftü.
Bir başka tesadüf de, derneğe en büyük desteğin masonlar tarafından yapılmasıydı.
Tekrar günümüze dönelim.
Aytunç Altındal'a göre AKP gibi İslami argümanları olan bir parti, Sabataycı-devşirme-mason koalisyonuna iktidarı teslim edecek. Altındal devamla, "AKP ve Fethullahçılar arasında da mason ve Sabataycılar yer almaktadır." (Tempo dergisi, 3 Haziran 2004)
Ilgaz Zorlu, Tempo dergisinin aynı tarihte yayınlanan mülakatında şunları söylüyor:
"Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) tamamlandığında Türkiye'de adı demokrasi olan Sabataycı oligarşik yönetim hâkim olacaktır… Türkiye Sabataycıları ABD Musevi lobisinde önemli bir konumdadırlar. Türkiye Yahudilerinden daha güçlüdürler. Ayrıca devlet içindeki konumları ve örgütlenmeleri Yahudilerden daha kuvvetlidir… Sabataycıları bir arada tutan dini bir argüman değil, ortak çıkarlarıdır. Cemaat mensupları birbirlerini tanıdıklarında birbirlerine yardım ederler. Sabataycı olmayan birinin Sabataycı cemaatine girmesi mümkün değildir."
Ve bir dansöz. İşinin gereğini yapıyor. Adı Tanyeli.
Tanyeli'nin tuttuğu ibret aynasına öncelikle siyasal İslamcıların, dini cemaatlerin ve topyekûn RTE'nin "kafatası milliyetçisi" saymadığı herkesin bakması gerekir.
Gazete haberi şu:
"Doların yeşili bu sefer sökmedi. Uluslar arası şöhret oryantal Tanyeli, Irak'taki Amerikan askerlerinin yeni yıla kendisiyle girme isteğini 50 bin dolardan olma pahasına gözünü kırpmadan geri çevirdi;
"İnsanlar kan ağlarken, Amerikan askerlerinin önünde dans etmem mümkün değil. Orada kendi Müslüman kardeşlerimiz ağır eziyet altındayken ben şahsi olarak böyle bir şey yapmam mümkün değil. Yani kendime olan saygımı yitiririm, o yüzden gitmedim."
"Dünya için İslam'ı satanların" Müslüman Türk milletini Mehdi'yi bekleyen "Avanak Avni"ler durumuna getirmek isteyenlerin dansözleştiği bir zamanda dansöz Tanyeli'nin ibret verici sözleri.
MİT Müsteşarı Emre Taner: "Ulus devlet tehdit altında. Türkiye bekle gör ve sadece savunma politikalarıyla ayakta kalamaz." diyor. (Hürriyet gazetesi, 6 Ocak 2007)
Tarihçi Lord Kinross'un "Kutsal Anadolu Toprakları" adlı kitabını okursanız karşı karşıya olduğumuz vahameti daha iyi anlarsınız.
"Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir." (Gazi Mustafa Kemal, Nutuk)
Ama Türk milleti ne yapacağını iyi biliyor. İlk iş Gazi'nin Türk Gençliğine Hitabesi'ni okumak ve gereğini yapmak.

21. YÜZYILIN BÜYÜK BİRADERİ DÜNYAYI SARAN SANAL AĞ (WWW) VE DİN

Alan Kaye "Geleceği kestirmenin en iyi yolu onu icat etmektedir" der. Manuel Castells ise "Bilgisayar ağları milletimizin/insanlığın yeni sosyal morfolojisini meydana getiriyor ve ağın yayınım mantığı, üretim, tecrübe, güç ve kültür süreçlerindeki eylem tarzını ve sonuçlarını büyük ölçüde değiştiriyor" diyerek sanal ağın değişim üzerindeki kudretine dikkat çekiyor.
George Orwell'in ilk kez 1949'da yayımlanan meşhur romanı 1984'te BÜYÜK BİRADER mecazi tiplemesinde bir ferdin hayatının en özel yanlarının bile denetlenip yönetildiği bir toplumun, OCEANIA'nın baskıcı bir resmini çizer.
Oceania toplumundaki anonim güç, sert bakışları olan, portresi ülkenin bir ucundan diğer ucuna kadar Büyük Birader seni gözetliyor başlıklı posterlerde yer alan Büyük Birader tarafından temsil edilir.
Büyük Birader gücünü farklı yollardan göstermede mahirdir.
Birincisi, vatandaşların bütün söz ve eylemleri her yerde hazır ve nazır çift taraflı ekranlardan devamlı takip edilir.
İkincisi, ülkede düşünce polisi vardır ve yeni bir yapay dil, ÇİFT MANALI DİL (Newspeak) vasıtasıyla vatandaşların düşüncelerini denetler.
Bu dilde belirli kelimeler eksik olduğundan veyahut başka bir mana kazandığından muhalif fikirleri ifade etmek neredeyse imkânsızdır.
Oceania'da dilin tahripkâr potansiyelini zayıflatma yollarından biri: "savaş barıştır", "hürriyet köleliktir" ve "cehalet kuvvettir" türünden kurumlaşmış karşıt kelimelerden meydana gelen "ZITLARIN BİRLİĞİ"dir. (Double think)
Üçüncüsü, Ociania ülkesinde durmadan yeni düşmanlar yaratılır. Buna mukabil bir de DAİMİ düşman vardır. Bütün suçların, kanunsuzluk ve ahlaksızlıkların, sabotaj eylemlerinin yüklendiği eski bir parti önderi olan Emmanuel Goldstein'in portresi ekranlarda göründüğü günlük "İKİ DAKİKA NEFRET" ritüelinde aşağılanır ve taciz edilir.
20. yüzyılın faşist ve komünist diktatör devletlerin görüntüsü Orwell'in yergisine uyuyordu.
Gelgelelim elektronik www sanal ağ Büyük Birader modelini değerlendiren uzmanlara göre, faşistlerin ve komünistlerin buyrukları altındaki kontrolün boyutu, internet ve bilgisayar ağlarıyla gerçekleştirilen bugünkü denetim durumuyla kıyaslandığında bir çocuk oyunundan öte değildi.
20. yüzyıldaki totaliter sisteme dayalı büyük güç fantezisi, 21. Yüzyılda "demokrasi" kılıfı içinde inanılmaz kudrette bir gerçekliğe dönüşmüş halde.
Elektronik Büyük Birader gönderdiğimiz ve aldığımız her e-postayı okuyabilir, çevrimiçi ve çevrimdışı faaliyetlerimizin hepsine göz atabilir.
Servis sağlayıcılar ile otoriteler hangi ağ sitelerini ziyaret ettiğimizi belirleyebilir. Hatta banka kartları, ağ kameraları ve diğer elektronik kayıt formları sayesinde coğrafi alan ve tarihi tespit edebilir.
"Düşünce polisi" interneti çok avantajlı olarak kullanabilir.
Gönderdiğiniz ve aldığınız faks mesajları tespit edilebilir, aklınıza gelmedik yöntemlerle cep ve sabit telefonlardan dinlenebilirsiniz.
Her bilgisayar ekranının gerisinde pedofiller, bilgisayar korsanları ve -11 Eylül 2001'den sonra liste başına terfi eden- teröristlerin gizlenebildiği gerçeği sebebiyle sadece büyük bir nefret oluşmakla kalmadı, çok etkili ve yetkili güce sahip bir küresel ağ polis kuvvetinin kurulması için de geniş destek sağlandı.
21. yüzyılın yurttaşı Orwell'in yurttaşından kat be kat daha güçsüz konumda.
Arthur C. Clarke, "Yeterince ilerlemiş bir teknoloji büyüden farksızdır" derken neyi kastediyordu?
Ünlü İtalyan filozof ve yazar Ubberto Eco 30 Eylül 1994 tarihli haftalık Espresso dergisinde yazdığı makalede, yeni din savaşı bilgisayarların etrafında patlak vermişti.
Eco'ya göre, Macintosh Katolik Dos Protestan. Çünkü ikisinin kullandığı işletim sistemleri arasındaki fark dinsel nitelikte.
Macintosh reformasyon karşıtı ve Katolik Cizvitlerin "ratio studiorum"undan etkilenmiş. Neşeli, sıcakkanlı, yatıştırıcı, müminlere -"cennetin krallığı"na değilde de- istedikleri belgelerinin basılacağı ana ulaşmak için nasıl adım adım ilerleyeceklerini söyler. Bir ilmihali andırır. Herkes kurtuluş hakkına sahiptir.
Dos, Protestan, hatta Kalvinist'tir. Kutsal kitabın serbest tefsirine izin verir, zor bireysel kararlar talep eder, kullanıcıya incelikli bir yorum bilgisini kabul ettirir ve herkesin KURTULUŞA erişemeyeceği fikrini tabii sayar. Sistemin işlemesi için programı kullanıcının yorumlaması gerekir. Kullanıcı kendi iç azabının yalnızlığına gömülür.
Dos'la birlikte kullanılabilen Windows da Eco tarafından Hıristiyanlık haritası üzerine mükemmelen yerleştiriliyor.
"Windows bir Anglikan tarzı hizbi, katedralde büyük törenleri temsil eder ama her zaman için Dos'a dönüp gidişatı garip kararlarla uyum içinde değiştirme imkânı verir."
Yukarıda geçen "ratio studiorum", Cizvitlerin eğitim sistemini belirlemek için kullanılan terimdir. Latince resmi başlık için "Ratio Atque Institutio Studiorum Societatis Jesu" (İsa Topluluğu Derslerinin Yöntem ve Sistemi) nin kısaltılmasıdır.
Eco haksız sayılmaz.
Pek çoğumuzun kullandığı "Windows XP"nin ne anlama geldiğini biliyor musunuz?
Mesih'in 2000'li yıllarda geri dönmesini bekleyen yalnızca Evanjelist Hıristiyanlar, Yahudiler ve bir kısım İslami tarikat ve cemaat mensupları değilmiş.
ABD merkezli Microsoft da kendi çapında bir "Mesih operasyonu" yapıyor.
Microsoft'un 2001'de piyasaya sürdüğü ve halen en yaygın kullanılan işletim sistemi Windows XP'deki "XP" Eski Yunanca'da "Mesih" manasına geliyor.
Microsoft İngilizcede "tecrübe" anlamına gelen "experience"ın kısaltması olarak dünyaya lanse ettiği işletim sistemine "XP" adını verdi. Hâlbuki Windows XP'deki "XP" gerçekte ilk İncillerin de yazıldığı dil olan Eski Yunanca'da Christ'in (Hz. İsa) yani Mesih'in kısaltması. Yani Windows'un "XP"si Hıristiyanlığın sembollerinden.
Eski Yunanca'da "x" harfi "khi", "ro" olarak okunan "p" harfi ise "re" sesine tekabül eder. "xp"böylelikle Eski Yunancada "khristos" şeklinde yazılan "Mesih"in kısaltması ve zamanla da sembolü olarak kullanılmıştır.
Doğu Roma bu kısaltmayı, Hıristiyanlığı benimsemesiyle birlikte sembol olarak kullanmaya başlamış ve nihayetinde bundan "khi ro haçı" denilen bir haç modelini çıkarmıştır.
Microsoft'un bu tarzı Hollywood'un sistematiğine benzer. Hollywood'da 2000'li yıllara birer Mesih hikâyesi olan Matrix, Yeşil Yol ile birer kıyamet senaryosu niteliğindeki Armagedon, Yarından Sonra ve Derin Darbe gibi Afganistan ve Irak'ın işgaline giden, Kitabı Mukaddes formatlı filmler yaptı.
Günümüzde pek çok Batılı ülkedeki, futbol takımından lokantalara, otellerden marketlere kadar kurum ve kuruluşun adındaki "crusade" (haçlı seferi) ibaresi rastgele seçilmiş ibareler değildir. Batı siyasetinin gizli kodları bu ve benzer ibarelerde saklıdır.
İnternette, Google arama motorunda 2005 yılının ortalarında "din" kelimesi yazıldığında 87 milyon 400 binden fazla ağ sitesi karşımıza çıkmaktaydı.
Kitabı Mukaddes, Star Trek dizisindeki savaş yanlısı yabancıların dili olan Klington dâhil aklınıza gelebilecek bütün dillerde dünyayı saran ağdaki yüzlerce sitede yer alıyor.
Papa II. Ioannes Pavlus (Papa II. Jean Paul) 24 Ocak 2002'de özel bir mesajla inananları interneti Tanrı'nın kelamı için yeni bir vasıta olarak kullanmaya çağırmıştı.
Sanal olarak hacı olmak isteyen Hıristiyanlar www.jesus2000.com < http://www.jesus2000.com > sitesini ziyaret ediyor.
İnternetteki dini etkinlik, tecrit edilmiş, gelişen dini uygulamalarla ve ruhaniliğe ve spirütelliğe duyulan ilginin artmasına bağlıdır.
Bazı düşünürlere göre, internet ortamındaki dikkat çekici dini faaliyetler dini bir yenilenme çağının yaklaşmasının bir işareti. (M.C. Taylor, About Religion: Economies of Faith in Virtual Culture", Religion and Postmodernism, Chicago, 1999)
Jos de Mul, bugün gelinen noktayı "Sonunda insanoğlu en cüretkâr teknolojik başarıların nihai malzemesine dönüştü" şeklinde değerlendiriyor ve "Bilim ile teknolojinin modern kültürde her zaman dini bir auraya sahip olmuş olması garip değil" şeklinde sözlerini sürdürüyor.
Hollandalı filozof Hans Achterhuis, "kontrol edilebilirliği olmayan modern teknolojinin modern insan için daha ziyade kutsal olanı temsil ettiğine" işaret ediyor.
Alman Hıristiyanlık bilgini Rudolf Otto'nun 1917'deki Das Heilige adlı risalesinden filozof Achterhuis'in aktardığına göre kutsal olanın iki değişmez yanı vardır:
a- Fascinans: İnsanları olumlu bir tarzda büyülüyor ve cezbediyor. Faydalı, saf ve vaatkar insanları tapınmaya ve ululamaya davet ediyor.
b- Tremendum: İnsanlara korku ve dehşet salıyor. Onunla aranıza mesafe koyuyor ve içeri girmesini engelliyorsunuz.
Özetle kutsal olanın iki yönü: BÜYÜLEMESİ ve KORKU salması.
Siberağ, nükleer teknoloji ve biyoteknoloji (genetik bilimi) etrafındaki kopan fırtına "kutsal olanın bilimsel yeniden keşfi" şeklinde resmediliyor. Bu alanlardaki baş döndürücü gelişme hem büyülüyor hem de korkutuyor.
Pek çok uzmana göre, siberuzayı oluşturan elektronik ağlar mevcut her şeyi kapsayan kolektif şuurun sinir sistemine dönüşüyor ve internet "küresel beyin"in maddeleşmiş şeklidir. Böylelikle Yeni Dünya Düzeni ütopyası peşindeki küresel finans gücünü kontrol eden "seçilmiş ırk" klanının en büyük düşlerinden biri olan senkretik küresel din ideali elle tutulacak kadar yakın görünüyor.
Sanal âlem çalışanlarından meydana gelen yeni sosyal tabakaya "beyaz yakalı ücretli köleler" manasında İngilizce Cognitariat'ın (bilişim proletaryasından) kısalmasından hareketle "bilişterya" deniyor ve enformasyon teknolojisinin şeytani tabiatına dikkat çekiliyor.
Bir yanda kurtuluş arayanlar diğer yanda kötülüğe tapanlar… Her ikisi de yeryüzünü ve uzayı saran sanal bilgisayar ağının meydana getirdiği auraya kutsallık yüklüyor.
Başta siberuzay veya sanal ağ olmak üzere bilgi tekeli üzerinden bir ya da birkaç ülke dünyanın geri kalanı üzerinde olağanüstü etkili olmaya başlayınca BİLGİ EMPERYALİZMİ denen olgu ortaya çıkıyor.
Her devirde ve bugün bilginin biçimlendirilmesi, elde edilmesi, yayılması kullanılması baskın olan gücün fikir ve görüş açılarına göre gelişir.
Bilgi emperyalizmi yayılmacılığın şuuraltındaki gücünü anlatır. Bilgideki baskınlık "despotça olmadığından" bilgi emperyalizmi pek fazla fark edilmiyor. Toplum kurallarına itaat eden kitleler pek seyrek olarak bu durumu garipsiyor.
Sovyetler ve komünist blok çok büyük gayret sarf etmelerine rağmen böyle bir güce asla sahip olamadılar.
Kolektif sistem bütün "üretim araçlarını" kontrol etmesine karşın sivil toplum kendi fikirlerini başka yerlerden edinip uyarladığından komünist sistemin çatlaklarına karşı kırılgan kalıyordu.
Ne var ki komünist Sovyet sisteminin iki temel handikabı vardı: Bir, maddi tatmin sağlamıyordu. İki, manevi-ruhsal tatmini bastırıyordu. Doğu Bloğu toplumunun çoğunluğu bu iki hususun farkında olduğundan sistem üstünlüğünü ancak güç kullanarak sergileyebiliyordu.
Sovyet sisteminin daha başlangıçtaki onulmaz eksikliği ise din ve dine savaş açmış olmasıydı.
Hâlbuki Batı emperyalizminin nasıl çalıştığını gösteren en güzel örnek dindir.
İngilizler özellikle Afrika'nın büyük bir kısmını ve Avustralya'da kanuni norm ve süreçlerini, dilini, ticaret biçimini ve hatta garip kriket oyununu Hıristiyanlık üzerinden miras bırakmışlardı.
Fransızlar koloniler üzerinde Roma Katolik kilisesini yerleştirdikten sonra daha etkili olmuşlardır.
İspanyollar Amerika kıtası ve Filipinler'de Hıristiyanlığı kullanarak buradaki ülkelere Hispanik mirasını bırakmışlardır.
Bu bölgelerde Hıristiyanlığın çok çabuk başarıya ulaşmasının sebebi, misyonerlerin Hıristiyanlığı tek evrensel gerçek olarak sunarken ticari çıkarlarla ve bilgiyle bunu harmanlamış olmalarıdır. Bu durum silahlı güç kullanmadan mahalli geleneklerin üzerinde ciddi bir psikolojik üstünlük sağlamıştır.
Günümüzde de yeni dünya nizamı için siyaset-din-ekonomide birçok faklı bilgi "sisteminin" benzer şekilde uyarlanmakta olduğu görülüyor. (John Tirman, 100 Ways America is Screwing up the World)
Çeşitli bilgi tiplerinin, askeri gaddarlığın tek başına sergilediği gücü daha mutlak güç haline dönüştürdüğü ifade ediliyor.
Dikkatlice bakıldığında bir zamanlar İngiltere ve Fransa başta olmak üzere bugün de ABD'nin hegemonik kontrolü altındaki bölgelerde iyi üniversite sayısının çok az olduğu görülür.
Pek çok ülkede hükümetler, ABD'nin hükmettiği küresel eğilimlerde Amerikan siyaset yapıcılarının sözlerinin, mesela Pazar ekonomisinin nimetleri ya da teröre karşı savaş konularını papağan gibi tekrarlayıp duruyorlar.
Ekonomi mesleği, fertleri aydınlatan, perde arkasında dayatılan ve resmi ABD stratejilerini güçlendiren en önemli bilgi üreticisidir.
ABD'nin "Pazar ekonomisi" gibi sistemlerin çoğu sadece "serbest Pazar" yaratmakla kalmaz, devletlerin, etnik kökenlerin, dini tarikat ve cemaatlerin, mezheplerin merkeze alındığı "serbest toplumlar" da oluşturur.
Eskiden Batı formatlı evrensel ya da emperyal vizyona "çağdaşlaşma" denirken günümüzde "küreselleşme" deniyor.
Bu sistemlerin bir başka boyutu da bir ülkenin milli sınırları içinde etnik ya da azınlık dini unsurlardan, tarikatlardan devşirilen ULUSAL SEÇKİNLER yaratmasıdır. Bu "ulusal seçkinler" şantili peynir tatlısını yemelerinin, ekmeklerinin yağlanmasının yolunun dünyanın önemli güçlerinin isteklerini yansıtmaktan geçtiğinin iyi bilirler. TÜSİAD ve MÜSİAD Türkiye'de bu tanıma uygun örnekleri bünyesinde barındırmaktadır.
Küreselleşmenin güç simsarları yazılı basın ve televizyonları denetler. Bizim dünya görüşümüzü, neleri çok önemli olarak algılayacağımızı, neyin tehlikeli olduğunu, nasıl başarılı olacağımızı, nelerden zevk alacağımızı da kontrol altında tutarlar. Bu bir komplo değil, apaçık, yalın ve dolaysız bir süreçtir.
Küreselleşme simsarlarının dünyanın geri kalanına zorla kabul ettirdiği bilgi, Sovyet modeli bir ideoloji değil ama hürriyet, ferdiyetçilik, girişimcilik, Hıristiyanlık gibi belirli sınıflandırmalarla uzlaşmaya girecek görüş açılarının emredilmesidir ve nihayetinde emperyal bir ideolojidir.
Mısır piramitlerinden, Babil ve Yunan tapınaklarında da anlaşılacağı üzere, insanoğlu dini düşlerine şekil vermek için hep teknolojiyi kullandı. Din ve teknoloji arasında yakın bir işbirliği hep vardır. Çünkü her ikisi de SON'lu insanoğlunun uzay ve zamanın koyduğu sınırları aşma arzusunun bir ifadesidir. İkisi arasındaki temel ayırım: Teknoloji, görünen tabiatın altta yatan yapılarına göre yön belirler. Din, tabiatüstü olanla paylaşma ve iletişim oluşturmayı hedefler.
Günümüzde bilgisayar teknolojisi sık sık evrenin sırlarını açıklamak için bir mecaz olarak kullanılmaktadır.
Apokaliptik (kıyametçi) new age (yeniçağ) tarikatları, Illuminati, ezoterik diğer güç kültleri, Yahudi ve Hıristiyan tarikatları siberuzayda Tanrı'yı arıyor.
Batı'da ezoterik güç merkezlerine karşı olan milli unsurlar Yahudi ve Hıristiyan Mesih beklentisinin dünyayı yöneten güç merkezinin kontrolü altındaki teknoloji uzmanı kölelerce manipüle edilebileceğini iddia ediyorlar. Böyle bir manipülasyonun ise nasıl bir kaosa sebep olacağı tam kestirilemiyor. HAARP bunlardan sadece bir tanesi.
Sanal ağın önemli manipülasyonlarından biri, ileri teknoloji paganizmi (high tech paganism). Hıristiyan âlemi ciddi şekilde bu tuzağa düşmüş görünüyor. Nitekim Hegel, insanlık tarihini giderek ruhanileşen (spirütüel) bir süreç olarak değerlendiriyor.
İnsanlık tarihinde sözlü kültür, yazılı kültür ve hipermedya kültürü gibi kültür evrelerinin her birine farklı bir dünya görüşünün eşlik ettiği görülüyor.
Mısır, Babil ve Yunan mitolojisi içinden çıktığı sözlü kültüre çok bağlıydı.
Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık bir kitap dininin, yazılı kültürün tipik örnekleri.
Günümüzde etkisini gittikçe artıran hipermedya kültürü, günümüzün ve geleceğin dini tecrübesi açısından sonuçları, etkileri ne olacak?
Mısır, Babil ve Antik Yunan'ın sözlü kültürüne damgasını vuran, tanrıların bolluğuydu. Eric Havelock Batı felsefesinin kökenlerinin, felsefeyi bir kitap kültürü haline getiren Platon'da olduğunu söyler. Bu durum Platon felsefesi ile Yahudi-Hıristiyan geleneğinin kolayca kaynaşmasını sağladı. Zira her üçü de benzersiz bir şekilde kitap kültürüne bağlıdır.
Hiç şüphesiz kitap kültürü 1455'e kadar bir el yazması kültürüydü.
Jos de Mul; "Okuma ve yazı yazma"yı bilgi aktarma araçları olmaktan ziyade, insan zihninin bir tabiatüstü düzene katılma imkânı bulduğu bir dini-metafizik alıştırması olarak değerlendiriyor.
Michael Heim "Electrik Language: A Philosophical Study in Word Processing" (Elektrik Dili: Kelime İşlemde Felsefi Bir İnceleme) adlı eserinde dijital kültürün önceki kitap kültüründen temel bir kopuşu gösterdiğini savunuyor.
Bilgisayar destekli kelime-yazı "fastfood" çıktı olarak nitelendiriliyor ve "okuma ve yazma bir bilgi manipülasyonu ve veri nakli halinde soysuzlaşıyor" deniliyor.
"Bilgisayar dünya çapındaki ağa bağlandığında ve metinler bir hipermetin sisteminin parçası haline geldiğinde artık kitabın maddi dünyada ve anlatımın fikirler dünyasında var olduğu türden "TAM BİR BÜTÜNE" atıfta bulunamayız. Artık metin bir bütün olarak değil, durmadan dört bir yana dağılan bir ara metnin parçası olarak düşünülür…" diyor Jos de Mul.
Sanal ortamdaki bu durumun bir bakıma Mısır, Babil ve Yunan mitoloji örneklerinde olduğu gibi, sözlü gelenekte hikâyelerin varoluş tarzına bir dönüşe işaret eder deniliyor. Sanal âlemdeki bu gelişme Walter Ong tarafından "ikincil bir sözlü kültür" olarak kategorize ediliyor.
Dijital kültüre geçiş, himermedya kültürü Amerikalı filozof Michael Heim tarafından kıyamet unsuru olarak telakki ediliyor ve çare olarak Doğu'nun meditasyon teknikleri tavsiyesinde bulunuluyor.
Buna mukabil Kitabı Mukaddes'i internetten çevrimci sağlamak yoluyla Hıristiyan kültürünü dünya çapında yayma teşebbüslerini kurtuluş için artçı harekât olarak nitelendirenler de mevcut.
Ancak dinin siberuzaydaki geleceğinin daha ziyade çoktanrıcılığın bir versiyonu olan Pagan ezoterizme doğru yönlendirildiği şeklinde.
İnternetin parçalı tabiatının yapısal bakımdan Hıristiyanlıktan çok Homeros'un diniyle ortak yanlarının olduğu belirtiliyor. Üstelik bu durum Mısır, Babil ve özellikle Yunan mitolojisinde var olan derinlik eksikliği ile dijital dünyanın yüzeysel görkemi arasında mükemmel bir benzerliğe de işaret ediyor.
Sanal çoktanrıcılık, new age (yeniçağ) veya Kaliforniya modeli denen hedonizm ve benmerkezci dijital kültür tarafından besleniyor. Bu tarz dinsel bilincin yeni formları, Hıristiyan geleneğin de gizli kalmak mecburiyetinde bırakılmış tecrübeleri açığa çıkaracağı ve bunun Yeni Dünya Düzeni kurmak isteyen ezoterik güç merkezlerinin oluşturmak istediği Kabala formatlı "tek dünya dini"ne hizmet edeceğine dikkat çekiliyor.
Bu görüşü savunanlar, güçler ayrılığı üzerine kurulu parlamenter demokrasinin zaten çoktanrıcılığın laikleşmiş bir formu olduğunu iddia ediyorlar.
Batı toplumunu yönetenler başta olmak üzere, genel olarak Batı insanı kendi sanal geleceğinde dijital Olimpos tanrılarının ve Babil tanrılarının aşağı inmesini bekliyor.
Bütün bu gelişmelerde İslam oyun bozucu olarak görüldüğü için "ılımlı İslam" ile Muhammedsiz hale getirilmek veya ateş gücü ile terbiye edilmek isteniyor.
Her halükarda Türkiye ve Türkler bu oyunun ana hedefi.

ERDOĞAN VE "ETNİSİYE İLE KATOLİK NİKÂH"

Sayın Erdoğan gün geçtikçe Türkiye'deki "etnik çeşitlilik" sayısını artırıyor.
Önce yirmi üç, sonra yirmi yedi ve daha sonra da kırk altı. Demek ki Sayın Erdoğan ülkemizi ziyarete gelen turistleri de etnik hesaba dâhil etmeye başladı.
Dünür Albayraklar'a ait Yeni Şafak gazetesine göre (17 Nisan 2006), Başbakan Erdoğan
Türkiye'deki 46 etnik unsurun Anayasa'daki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ile harmanlandığını belirterek, "Elele, omuz omuza vereceğiz, ülkemizin ve milletimizin parçalanmasına izin vermeyeceğiz" dedi.
Önce ayıracaksınız sonra birleştireceksiniz. Nasıl mantıksa?
Cumhuriyet Türkiyesi'nin Başbakanı zihninde "etnisiye" ile "Katolik nikâhı" kıymış görünüyor. Aksi takdirde bir ülkenin başbakanı temcit pilavı gibi aynı konuya, her seferinde sayılarını artırarak etnisiye nutku atmaz.
Malum Katolik nikâhı boşanılması-ayrılması en zor olandır.
Anlaşılıyor ki, Erdoğan AB tarafından komisyon görüşmelerinde ortaya atılan, kimi rakamlara göreyse Türkiye nüfusunun 44 milyonunu değişik etnik gruplardan oluşturan, Türklerin sayısını 28 milyonla sınırlandıran raporun etkisi altında.
Madem Erdoğan milliyetçi değil, Türklüğü de etnisiye sayıyor ve Cumhuriyet Türkiyesi'nin kayıtlarına güvenmiyor, yabancılara itibar ediyor.
Bir de merkezi ABD'de bulunan ve etnik gruplar üzerine araştırmaları olan "Languages of the
World" kuruluşunda P.A. Andrews tarafından 2004 yılında açıklanan araştırmalara baksın.
Bu kurumun yaptığı çalışmaya göre, Sayın Erdoğan'ın sözünü ettiği 46 etnik unsur Türkiye'de yok.
P.A. Andrews tarafından açıklanan rapora göre Türkiye de:
Türkler 60 milyon 347 bin kişi,
Kürtler 5 milyon 852 bin kişi,
Zazalar 371 bin kişi,
Lazlar 14 bin kişi.
Diğerleri ise toplam 700 bin kişi.
Kaldı ki "etnisiye ile Katolik nikâh" noktasından baktığımızda Fransa, İngiltere, Almanya ülkemizden çok daha fazla etnisiye dilimlere ayrılabilir.
Sosyolojik anlamda bir ülkenin "mozaik" veya "etnik harman" olabilmesi için, bir ırkın yüzde 60 ve daha az, geriye kalan yüzde 40'ın da en az iki ırktan teşekkül etmesi gerekir.
Türkiye bu tanıma da uymamaktadır.
Ülkemizde yaşayan 75 milyon insanımızın hepsi birinci sınıf vatandaştır. Yüzdelik sıralamaya giremeyecek kadar "yalnız grupçukların" Batı manipülasyonlu yeni yeni "kabileler" ortaya çıkararak Türk milletini küresel hegemonyanın kurbanı yapmaya kimsenin gücü yetmez.
Bu, Sayın Erdoğan'ın hiçbir cumhuriyet hükümeti başbakanına nasip olmayacak kadar etnisiye ile Katolik nikâhına, alt kimlik, üst kimlik girdabına ve Türklükten rahatsız olan danışmanlar takımına rağmen böyle.
Biline ve pişman olunmaya. Türk milletinin arasına etnik nifak sokmak kimsenin haddi değil.
Öte yanda, Türkiye kendi topraklarında kadın ve çocukların kullanıldığı "ayaklanma provaları" "alt-üst kimlik" tartışmaları ile meşgul edilirken...
Telafer kentinde yaşanılan Türkmen katliamı, Diyarbakır belediye başkanının pervasızlığı, sonunda DTP Diyarbakır İl Başkanı'nın "Türkiye Kerkük'e müdahale ederse Diyarbakır'a etmiş sayılır" ihaneti. Ve artık İsrail medyasının bile, İsrail askeri uzmanlarının Kuzey Irak'taki Barzani, Talabani milislerini düzenli ordu kıvamına getirmek için görev aldıklarını yazması, oyunun "açık oynandığı"nın işaretidir.
RTE Kuzey Irak'taki iki çete reisi ile görüşecekmiş. Yakışır, yakışır…
Ufukta görünen Türk milletinin bir kez daha ateşle imtihanıdır. Yazık! Sayın Erdoğan gönül ve gözden görme basiretini kaybetmiş.
&&
Savunmasız Ülkenin parçalanması haktır. Sen savunursan eğer parçalanmayacaktır.

Hiç yorum yok: